26 Mayıs 2026
Mutaffifin Sûresi 1-26 (587. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Mutaffifin Sûresi 1. Ayet

وَيْلٌ لِلْمُطَفِّف۪ينَۙ  ...


Ölçüde ve tartıda hile yapanların vay hâline!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيْلٌ vay haline
2 لِلْمُطَفِّفِينَ ölçü ve tartıda hile yapanların ط ف ف

“Vay haline!” diye çevirdiğimiz veyl kelimesi, “ağır zarar, kötülük, hüzün, azap, helâk” gibi anlamlara gelen ve kınama amaçlı kullanılan bir deyimdir (Elmalılı, VIII, 5648). Ayrıca hadislerde cehennemdeki bir vadinin ismi olduğu da bildirilmiştir (Tirmizî, “Tefsîr”, 22; Müsned, III, 75). Râgıb el-İsfahânî’ye göre bu kelimenin cehennemdeki bir vadiye isim verilmesi, mecazi anlamda olup, esasında “veyl”e muhatap olanların cehennem azabına uğrayacaklarını ifade eder (bk. el-Müfredât, “vyl” md.).

“Ölçü ve tartıyı eksik yapanlar” anlamındaki mutaffifîn, mutaffif kelimesinin çoğuludur. 2-3. âyetlerdeki açıklamaya göre “alırken fazla fazla, verirken eksik ölçenler” mânasına gelir. Bu sebeple 1-3. âyetlerde bir taraftan eksik ölçüp tartanlar yaptıkları işin çirkinliğinden dolayı kınanırken diğer taraftan böylesine çirkin bir işe kalkışanların âhirette cezalandırılacağına dikkat çekilmektedir. Burada ölçü ve tartı örnek bir işlem olup daha genel olarak insanların, kendi haklarını gözettikleri kadar sorumluluklarını da özenle yerine getirmeleri gerektiği vurgulanmakta, hakka hukuka konu olan her işlemde doğruluk ve adaleti titizlikle korumaları istenmektedir (Ebü’l-Kāsım el-Kuşeyrî’nin bu yöndeki bir yorumu için bk. Râzî, XXXII, 91).

Sûrenin Medine’de indiğini söyleyen müfessirler İbn Abbas’tan şöyle bir rivayet naklederler: Hz. Peygamber Medine’ye geldiği zaman Medineliler ölçü ve tartıda hile yapıyorlardı. O sıralarda bu âyetler indirildi; onlar da bundan sonra kendilerini düzelttiler (Taberî, XXX, 58; Zemahşerî, IV, 229; Râzî, XXXI, 88). Kanaatimizce bu rivayeti, Resûlullah’ın, Medine’ye geldiği zaman ticaretle uğraşan birtakım insanların ölçü ve tartıyı eksik yaptıklarını görünce, daha önce Mekke döneminde inmiş olan bu âyetleri onlara tebliğ ettiği şeklinde anlamak daha isabetli olur. Âyetlerin iniş sebebi özel bir olay olsa da genel anlamda iş ve ticaret hayatında doğruluk ve dürüstlükten sapmanın çirkinliğine dikkat çekilmiş, bencillik ve başkalarını aldatma gibi ahlâka aykırı duygu ve davranış içinde olanlar kınanıp uyarılmıştır. Ölçü ve tartının adaletle yapılmasını emreden başka âyetler de vardır (meselâ bk. En‘âm 6/152; İsrâ 17/35; Rahmân 55/8-9). Âyetler bu emirlere uyulmadığı takdirde dünyada ilahî kınamaya mâruz kalma, âhirette de şiddetli bir azaba uğramanın kaçınılmaz olduğunu anlatır.

4. âyette, ölçü ve tartıda hile yapan kimselerin yeniden dirilişe kesin olarak inanmaları bir yana, bunu muhtemel görmeleri halinde bile bu sahtekârlığa cüret etmelerinin mümkün olmadığına dikkat çekilmektedir (Elmalılı, VIII, 5652). 5. âyette ifade edilen “büyük gün”den maksat kıyamet günüdür. Öldükten sonra dirilme, hesap, ceza, cennetliklerin cennete, cehennemliklerin cehenneme girmeleri gibi büyük olayların yaşanacağı gün olduğu için ona “büyük gün” denilmiştir (Şevkânî, V, 463). Nitekim 6. âyette o gün bütün insanların hesaba çekilmek üzere diriltilip âlemlerin rabbinin huzuruna çıkarılacakları ifade buyurularak uhrevî yargı ve hesap sırasında hiçbir kimsenin hiçbir kötülüğünün gizli kalmayacağı, hepsinin tek tek hesabının sorulacağı vurgulanmıştır. 

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 573-574

وَيْلٌ لِلْمُطَفِّف۪ينَۙ


İsim cümlesidir.  وَيْلٌ  mübteda olup lafzen merfûdur.  لِلْمُطَفِّف۪ينَ  car mecruru mahzuf habere müteallik olup cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

مُطَفِّف۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَيْلٌ لِلْمُطَفِّف۪ينَۙ


Surenin ilk ayeti beraat-i istihlâl sanatına uygun olarak, surenin konusuyla alakalı bir cümleyle başlamıştır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiştir. Ayrıca cümle, hüsn-i ibtidâ sanatının güzel bir örneğidir.

Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. Çünkü muhatabın dikkatini celbeder ve dinlemeye teşvik eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî’ İlmi- Âşûr)

Ayet ibtidaiyye olarak gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan  وَيْلٌ ’nun haberi mahzuftur.  لِلْمُطَفِّف۪ينَ  bu mahzuf habere mütealliktir. 

Müsnedün ileyh olan  وَيْلٌ  kelimesinin nekre gelmesi tahkir ifade etmiştir. Zem manasındaki mübtedanın tenkiri caizdir.

Cümle haber formunda geldiği halde muktezâ-i zâhirin hilafına olarak beddua manası taşıdığı için lüzumiyet alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

وَيْلٌ  kelimesinin nekra getirilmesi, durumun büyüklüğünü ve korkunçluğunu ifade etmek içindir. (Safvetü’t Tefâsir)

وَيْلٌ , cehennemde bir vadi olarak bilinen yerdir. Azap manasında beddua olarak kullanılır.  وَيْلٌ , kâfirlere aittir. Çünkü şiddet ifade eden bir kelimedir. Zira  و - يْ - لٌ  harflerinin meydana getirdiği terkip, hemen hemen daima şiddet manasını ifade eder. (Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir, Bakara/79) 

تطفيف , ölçüde veya tartıda biraz bir şey çalmaktır. Bu kelime müteaddî (geçişli) bir mana veya bu işi yapan bunu adet haline getirmiş olması itibariyle çokluk ifade etmek için kullanılmıştır. (Elmalılı) 

مُطَفِّف۪ينَ  ise, ölçü ve tartıda insanların mallarını eksilten demektir.  تطفيف ; ölçü ve tartıda eksiltme ve hainlik yapmadır. Bu da eksik ölçüp tartanların hakir ve adi kimseler olduğuna delâlet etmektedir. (Rûhu’l Beyân) 

لِلْمُطَفِّف۪ينَ  kelimesi,  تفعيل  babının ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

 
Mutaffifin Sûresi 2. Ayet

اَلَّذ۪ينَ اِذَا ا‌كْتَالُوا عَلَى النَّاسِ يَسْتَوْفُونَۘ  ...


Onlar insanlardan (bir şey) ölçüp aldıkları zaman, tam ölçerler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ onlar
2 إِذَا zaman
3 اكْتَالُوا bir şey ölçüp aldıkları ك ي ل
4 عَلَى
5 النَّاسِ insanlardan ن و س
6 يَسْتَوْفُونَ ölçüyü tam yaparlar و ف ي

اَلَّذ۪ينَ اِذَا ا‌كْتَالُوا عَلَى النَّاسِ يَسْتَوْفُونَۘ


الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl, önceki ayetteki  لْمُطَفِّف۪ينَ ‘nİn sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası şart cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ا‌كْتَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. عَلَى النَّاسِ  car mecruru  ا‌كْتَالُوا  fiiline mütealliktir. 

فَ  karînesi olmadan gelen  يَسْتَوْفُونَ  cümlesi şartın cevabıdır. 

يَسْتَوْفُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Şartın cevabıdır. 

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez. Ayrıca  لَمْ (cahd-ı mutlak) ve  لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ا‌كْتَالُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  كيل ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 

يَسْتَوْفُونَ  fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi  وفي ‘dir. 

Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.

اَلَّذ۪ينَ اِذَا ا‌كْتَالُوا عَلَى النَّاسِ يَسْتَوْفُونَۘ


اَلَّذ۪ينَ , önceki ayetteki  الْمُطَفِّف۪ينَ  için sıfattır. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  اَلَّذ۪ينَ ‘nin  sılası olan  اِذَا ا‌كْتَالُوا عَلَى النَّاسِ  cümlesi, şart üslubunda gelmiştir. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Şart edatı  اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan ا‌كْتَالُوا عَلَى النَّاسِ  cümlesi, aynı zamanda şart cümlesidir. Mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Şart manalı zaman zarfı  اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir. عَلَى النَّاسِ  car mecruru  ا‌كْتَالُوا  fiiline mütealliktir. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  يَسْتَوْفُونَ , müspet muzari fiil sıygasındaki cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Fiilin muzari sıygada gelmesi istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَلَّذ۪ينَ اِذَا ا‌كْتَالُوا عَلَى النَّاسِ يَسْتَوْفُونَۘ  [Onlar insanlardan aldıklarında tam ölçerler] cümlesi menfur bir alışkanlığı, yani satın aldıkları şeyin bir kısmını hak sahibi olmadığı halde tasarruf etme isteğini ortaya koymak içindir. Maksat ona atfedilen  وَاِذَا كَالُوهُمْ اَوْ وَزَنُوهُمْ يُخْسِرُونَۜ  cümlesidir. Onlar bu iki cümle ile kınanmıştır. (Âşûr) 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Burada  إنْ  değil, اِذَا  buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü  اِذَا  harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır.  إنْ  harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 397)

يَسْتَوْفُونَۘ  -  مُطَفِّف۪ينَۙ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır. 

يَسْتَوْفُونَۘ  fiili  اِذَا ‘nın cevabıdır.  الِاسْتِيفاءُ  aldığı bir şeyi tam ölçmektir.  اسْتَجابَ  fiili gibi  يَسْتَوْفُونَۘ ‘deki  سْ  ve  تَ  mübalağa içindir. (Âşûr)  

[Ticari hilecilerin] insanlardan ölçüp almaları onlara zarar verip zahmet yükleyen bir ölçme türü olduğu için, bu anlama delâlet etsin diye, عَلَى النَّاسِ ifadesinde  مِنْ  yerine (yük ve sıkıntı ifade eden) عَلَى  harf-i ceri getirilmiştir. عَلَى ’nın  يَسْتَوْفُونَۘ  fiiline taalluk etmesi de caiz olup hususiyet ifade etmesi için mef‘ûl, fiilin önüne alınmıştır; (Buna göre cümlenin aslı ‘’اَلَّذ۪ينَ اِذَا ا‌كْتَالُوا يَسْتَوْفُونَۘ عَلَى النَّاسِ ’’ şeklinde olup “İnsanlara sırf kendileri için bir şey ölçtürüp tarttırırken tam olmasını isterler” şeklinde hususiyet manası ifade etmesi amacıyla mef‘ûl öne alınmıştır.) yani sadece insanların aleyhine olarak ölçü ve tartının tam olmasını isterler; kendilerine gelince, bunun kendi lehlerine olmasını isterler. Ferrâ (v. 822) bu konumda aleyhte bir hak söz konusu olması sebebiyle  مِنْ  ve عَلَى ’nın birbirlerinin yerini alabileceğini söylemiştir. Binaenaleyh, bir kimse  ا‌كْتَلْتُ عليك  dediğinde, sanki “Senin aleyhine olanı aldım.” demiş gibidir.  ا‌كْتَلْتُ منك  dediğinde ise, “Senden tamı tamına aldım.” demiş olmaktadır. (Keşşâf)

Bu ayet, müslümanlara hicretlerinin başında Medine’de yaygın olduğunu düşündükleri aşırılığa karşı hoşgörülü olmamaları konusunda bir uyarıdır. Aynı zamanda Mekke ve Medine ehlinden olan müşrikleri de kınamaktadır. (Âşûr)

Mutaffifin Sûresi 3. Ayet

وَاِذَا كَالُوهُمْ اَوْ وَزَنُوهُمْ يُخْسِرُونَۜ  ...


Fakat kendileri onlara bir şey ölçüp, yahut tartıp verdikleri zaman eksik ölçüp tartarlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا ve zaman
2 كَالُوهُمْ kendileri onlara bir şey ölçtükleri ك ي ل
3 أَوْ veya
4 وَزَنُوهُمْ tarttıkları و ز ن
5 يُخْسِرُونَ eksik yaparlar خ س ر

وَاِذَا كَالُوهُمْ اَوْ وَزَنُوهُمْ يُخْسِرُونَۜ


Ayet, atıf harfi وَ ‘la birinci şart cümlesine matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَالُوهُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

كَالُوهُمْ  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi

وَزَنُوهُمْ  atıf harfi  اَوْ  ile makabline matuftur. 

فَ  karînesi olmadan gelen  يُخْسِرُونَ  cümlesi şartın cevabıdır.  يُخْسِرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Şartın cevabıdır. 

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez. Ayrıca  لَمْ (cahd-ı mutlak) ve  لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُخْسِرُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi خسر ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

وَاِذَا كَالُوهُمْ اَوْ وَزَنُوهُمْ يُخْسِرُونَۜ


Ayet, atıf harfi  وَ ‘la önceki ayetteki şart cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Şart üslubunda gelmiştir. Şart edatı  اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan  كَالُوهُمْ  şart cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Şart manalı zaman zarfı  اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)

وَزَنُوهُمْ  cümlesi atıf harfi  اَوْ  ile öncesine atfedilmiştir. Aynı üslupta gelen cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

كَالُو - ا‌كْتَالُوا  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Eksik ölçmede  كيل  ve  وَزَنُ , tam ölçmede ise sadece  كيل  denmesinin hikmeti, onlar başkalarından alırken ölçekte yaptıkları hileleri, başkalarına verirken ölçü ve tartıda yapamıyorlardı. (Rûhu’l Beyân - Elmalılı) 

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  يُخْسِرُونَ , müspet muzari fiil sıygasındaki cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

Cevap fiilinin muzari sıygada gelmesi istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Burada  إنْ  değil,  اِذَا  buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü  اِذَا  harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır.  إنْ  harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 397)

يَسْتَوْفُونَۘ  -  يُخْسِرُونَ  arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

مُطَفِّف۪ينَۙ - يُخْسِرُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

اِذَا كَالُوهُمْ اَوْ وَزَنُوهُمْ يُخْسِرُونَۜ  cümlesi ile  اِذَا ا‌كْتَالُوا عَلَى النَّاسِ يَسْتَوْفُونَۘ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

 
Mutaffifin Sûresi 4. Ayet

اَلَا يَظُنُّ اُو۬لٰٓئِكَ اَنَّهُمْ مَبْعُوثُونَۙ  ...


4-6. Ayetler Meal  :   
Onlar, büyük bir gün; insanların, âlemlerin Rabbinin huzurunda duracakları gün için diriltileceklerini sanmıyorlar mı?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَلَا
2 يَظُنُّ sanmıyorlar mı? ظ ن ن
3 أُولَٰئِكَ işte
4 أَنَّهُمْ onlar
5 مَبْعُوثُونَ tekrar diriltileceklerini ب ع ث

اَلَا يَظُنُّ اُو۬لٰٓئِكَ اَنَّهُمْ مَبْعُوثُونَۙ


Hemze istifham harfidir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَظُنُّ  damme ile merfû muzari fiildir.  يَظُنُّ  sanmak anlamında kalp fiillerindendir.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller ‘etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi’ gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اُو۬لٰٓئِكَ  işaret zamiri fail olarak mahallen merfûdur.  اَنَّ  ve masdar-ı müevvel  يَظُنُّ  fiilinin iki mef’ûlü yerinde olup mahallen mansubdur. 

أَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. هُمْ  muttasıl zamir  أَنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

مَبْعُوثُونَ  kelimesi  أَنَّ ‘nin haberi olup ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

مَبْعُوثُونَ  kelimesi, sülâsi mücerredi  بعث  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

اَلَا يَظُنُّ اُو۬لٰٓئِكَ اَنَّهُمْ مَبْعُوثُونَۙ


Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Hemze inkârî istifham harfi,  لَا  olumsuzluk harfidir. 

Baştaki  اَلَا  tenbih harfi değildir. Çünkü tenbih harfinden sonra gelen söz müspet olur. Burada ise menfîdir. Hemze, olumsuzluk ifade eden  لَا ‘nın başına istifham-ı inkarî olarak gelmiştir. Arz ve teşvik için zan kelimesi üzerine gelmesi caiz görülmüştür. (Rûhu’l Beyân) 

Ayetteki istifham gerçek manada soru olmayıp, tevbih ve inkâr amaçlı haber cümlesi olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle istifhamda, tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Cevabı malum bir soru şeklindeki cümle, haber üslubundan daha etkili hale gelmiş ve onları yaptıkları davranışları düşünmeye, hak söze kulak vermeye çağırmıştır. 

Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İnkâr, (reddetme, yadsıma)  manasına delalet etmek üzere en çok kullanılan istifham harfi hemzedir. Hemzeyi her zaman sorulan şey takip eder. İnkâr manasında olan istifham iki kısımdır: Azarlama ve yalanlama. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin zamir yerine ism-i işaretle marife olması zem makamında bu kişileri teşhir etmek, tahkir ve kınama ifade eder. Onlara ait  مُطَفِّف۪ينَ  vasfından sonra gelen işaret ismi; onların bu vasfının sebebinin inkarları olduğunu gösterir. (Âşûr) 

ظنَّ , hem ‘bildi, kabul etti’ hem de ‘zannetti, kuşku’ duydu olmak üzere iki zıt anlama sahip fiillerdendir.

Ayetteki  اَلَا يَظُنُّ ‘teki zan, yani sanma ile ilgili olarak iki görüş ileri sürülmüştür. Birincisi bu zan ile, ilim (bilme) manası kastedilmiştir. Buna göre, kendilerine bu şekilde hitap edilenlerin, öldükten sonra dirilişi kabul edenlerden olması muhtemel olduğu gibi, buna inanmayanlardan olması da muhtemeldir. İkincisi, buradaki zan ile ilim değil, ‘zannetme’ manası kastedilmiştir. Buna göre ayet, "O mutaffifler, farzedelim ki öldükten sonra dirilmeye kesin gözüyle bakmıyorlar. Fakat en azından bu hususta bir zanları vardır. (Fahreddin er-Râzî) 

ظنَّ  fiilinde tevcih düşünülebilir. (Elmalılı ve Kurtubî)

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi  اَنَّهُمْ مَبْعُوثُونَ , masdar tevilinde  يَظُنُّ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.

Masdar-ı müevvel, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu yadırgama ve hayrete düşürme,  ظنَّ  tabirinin kullanılması, kıyamet gününün “büyük bir vehametle nitelenmesi, insanların o gün boyun eğmiş vaziyette Allah’ın huzuruna çıkacak olması, Allah’ın, âlemlerin Rabbi diye nitelenmesi, bütün bunlar; ticarette hile yapmanın, bu hileciler gibi haksızlık etmenin, her tür alma - vermede, hatta bütün söz ve amellerde doğruluğu, eşitliği, adaleti terk etmenin, ne kadar ağır, vahim bir günah olduğunu ifade etmektedir. (Keşşâf)

 
Mutaffifin Sûresi 5. Ayet

لِيَوْمٍ عَظ۪يمٍۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لِيَوْمٍ bir gün için ي و م
2 عَظِيمٍ büyük ع ظ م

لِيَوْمٍ عَظ۪يمٍۙ


لِيَوْمٍ  car mecruru  مَبْعُوثُونَ ‘ye mütealliktir.  عَظ۪يمٍ  kelimesi  يَوْمٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِيَوْمٍ عَظ۪يمٍۙ


Fasılla gelen ayette  لِيَوْمٍ عَظ۪يمٍۙ  car mecruru, önceki ayette ism-i mef’ûl vezninde gelen مَبْعُوثُونَ ‘ye mütealliktir.

يَوْمٍ  kelimesi için sıfat olan  عَظ۪يمٍ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

لِيَوْمٍ عَظ۪يمٍۙ  ibaresindeki  لِ  harfi (tevkîd), İsra/78 deki gibi vakit bildirmek içindir. Bu ibarede idmâc vardır. Hem onların ba’s hakkındaki şüphesini, hem de bu günün belirli bir vakti olduğunu ifade eder. (Âşûr)

لِيَوْمٍ عَظ۪يمٍۙ  terkibinde,  عَظ۪يمٍ  güne isnad edilmiştir. Aslında azim olan gün değil o günde yaşanan zorluk ve azaptır. Zorluk ve azapla, azim olmak arasında sebebiyet alakasına dayalı mecaz-ı mürsel bulunmaktadır. Burada sebep zikredilmiş, sonuç kastedilmiştir. Çünkü azap, azametin sebebidir. Bu üslup, o gündeki azabın ne kadar yoğun olduğuna ve şiddetine delalet eden mecazî bir üsluptur.

Mutaffifin Sûresi 6. Ayet

يَوْمَ يَقُومُ النَّاسُ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَوْمَ o gün ي و م
2 يَقُومُ dururlar ق و م
3 النَّاسُ insanlar ن و س
4 لِرَبِّ Rabbinin divanında ر ب ب
5 الْعَالَمِينَ alemlerin ع ل م
Riyazus Salihin, 404 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kıyamet gününde insanlar o kadar terlerler ki, onların teri yerin yetmiş arşın derinliğine ulaşır. Ter onların ağızlarına âdetâ gem vurur da tâ kulaklarına kadar çıkar.”
(Buhârî, Rikak 47; Müslim, Cennet 61)

Yine aynı konudaki hadîs-i şeriflerden birine göre Peygamber Efendimiz:” İnsanlar, işledikleri kötü amelleri kadar tere batarlar. Onlardan bir kısmı ayak bileklerine, bir kısmı dizlerine, bazıları kuşak yerlerine, bazıları da ağız hizasına kadar ter içinde kalırlar” buyurarak eliyle ağzına işaret etti. 
(Müslim, Cennet 62; Tirmizi, Kıyâmet 2).

يَوْمَ يَقُومُ النَّاسُ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ


Zaman zarfı  يَوْمَ  mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, يبعثون  (Diriltilecekler) şeklindedir. 

يَقُومُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَقُومُ  damme ile merfû muzari fiildir. النَّاسُ  fail olup lafzen merfûdur. لِرَبِّ  car mecruru  يَقُومُ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الْعَالَم۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

الْعَالَم۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  علم  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَوْمَ يَقُومُ النَّاسُ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ

 

Fasılla gelen ayette îcâzı hazif sanatı vardır. Zaman zarfı  يَوْمَ , takdiri يبعثون  (Diriltilecekler) olan mahzuf  fiile mütealliktir. 

Bu takdire göre cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَوْمَ  zaman zarfı,  يَقُومُ النَّاسُ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ  cümlesine muzâf olmuştur. Muzâfun ileyh cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يَقُومُ النَّاسُ  ibaresi o gün insanların ayakta olduğunu ifade eder. Muzari fiil onların halini gözümüzde canlandırmak içindir. لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ  ’deki لِ , lieclihi manasındadır. Yani Allah Teâlâ'nın rububiyeti ve hükmünün telakkisi için demektir. Allah Teâlâdan  رَبِّ الْعَالَم۪ينَ  şeklinde bahsedilmesi; her tür mahlukatın maliki olması dolayısıyla azametine işaret eder. الْعَالَم۪ينَ ’deki elif-lâm takısı istiğrak içindir. (Âşûr)  

Veciz ifade kastına matuf  لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ  izafeti muzâfun ileyhin şanı içindir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Bu şekildeki bir reddedici (inkâri) ifade ve hayret edici üslup ile "zan" lafzı, günün "büyüklük" ile nitelendirilmesi, insanların o günde Allah'ın huzurunda zilletle boyun eğmişler olarak kalkacaklarının belirtilmesi, yüce Allah'ın zatını "âlemlerin Rabbi" olmakla nitelendirmesi, böyle bir günahın büyüklüğünü, eksik ölçüp tartmaktaki vebalin azametini çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu şekilde haksızlık yapan ve adalet ile ölçüp tartmayı terk eden, eşitlik ve adaleti bütün alıp verdiklerinde, hatta söz ve davranışlarında uygulamayan kimselerin vebalinin, ne kadar büyük olduğunu çok beliğ bir şekilde açıklamaktadır. (Kurtubî) 

 
Mutaffifin Sûresi 7. Ayet

كَلَّٓا اِنَّ كِتَابَ الْفُجَّارِ لَف۪ي سِجّ۪ينٍۜ  ...


Hayır, günahkârların yazısı, muhakkak “Siccîn”dedir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كَلَّا hayır
2 إِنَّ doğrusu
3 كِتَابَ yazıcısı ك ت ب
4 الْفُجَّارِ sapanların ف ج ر
5 لَفِي elbette
6 سِجِّينٍ Siccin’dedir س ج ن

“Günahkârlar” diye çevirdiğimiz füccâr kelimesi fâcirin çoğulu olup bunların nitelikleri ve âhiretteki durumları 11-17. âyetlerde açıklanmıştır. Bunların “yazısı”dan maksat da yapıp ettiklerine ait bilgileri içeren ve âhirette önlerine konacak olan kayıtlar, sicillerdir. Yüce Allah 7. âyette bu yazının siccînde korunduğunu, 9. âyette de siccînin “amellerin kaydedilmiş bulunduğu bir defter” olduğunu ifade buyurmuştur. Zamanın kozmogonisinden etkilendikleri anlaşılan bazı müfessirlere göre siccîn, “yedi kat yerin dibi” veya “yerin altında bulunan büyük bir kaya”dır; bir kısmına göre de cehennemde bir kuyudur. Dilciler ise siccîn kelimesinin, “hapishane” anlamına gelen sicn kökünden türetildiğini ve onunla eş anlamlı olduğunu ileri sürmüşlerdir (Taberî, XXX, 60-61; Kurtubî, XIX, 257-258). Zemahşerî’ye göre siccîn, “şeytanların, inkârcı ve günahkâr olan insanlarla cinlerin amellerinin Allah tarafından kaydedildiği kötülük defteri, sicili” demektir (IV, 231). Gerek âyetlerin bağlamı gerekse müfessirlerin açıklamaları dikkate alındığında siccînin, amellerin düzenli ve eksiksiz kaydedildiği, inkârcıların ve günahkârların bütün eylemlerinin yazıldığı bir kitap (kütük) olduğu anlaşılmaktadır. Bununla birlikte siccîn âhiretle ilgili olduğu için müteşâbih (anlamını kesin olarak bilmemiz mümkün olmayan) kelimelerdendir. Siccînin nasıllığı ve niceliği hakkındaki bilgi Cenâb-ı Hakk’a ait olup müminlerin görevi onun varlığına ve insanların dünyada yapıp ettiklerinin hesabının âhirette sorulması sırasında ortaya çıkarılmak üzere yazılıp korunduğuna inanmaktır (Allah, kullarının bütün yapıp ettiklerini bildiği halde bu tür kayıtların tutulmasının sebebi için bk. İnfitâr 82/9-12).

10-11. âyetlerde hesap ve ceza gününü inkâr eden, dolayısıyla bu tutumları siccînde kayda geçirilmiş bulunan günahkârların âhiretteki âkıbetlerinin çok kötü olacağına dikkat çekilmektedir. 12-13. âyetlerde ise bunların kötü davranışlarından üç kapsayıcı örnek gösterilmektedir: a) İnanç konularında haddi aşmaları, hak yoldan sapmaları; b) Durmadan günah işlemeleri; c) Kendilerine Allah’ın âyetleri okunduğunda bunlara “eskilerin masalları” demeleri, dolayısıyla Kur’an’ı ve peygamberi red ve inkâr etmeleri. 14. âyette inkârcıların bu tür davranışlarının kalplerini kaplayıp kararttığı bildirilmiştir. “...kaplayıp karartmıştır” diye çevirdiğimiz rânefiili, sözlükte “galip geldi, kuşattı, istilâ etti” anlamlarına gelir. Bu âyette ise işlenen günahların, bir pas tabakası gibi kalbi kaplayıp karartmasını, böylece insanın düşünce ve duygularını olumsuz etkilemesini ve onun hakikatleri kavramasına engel olmasını ifade eder (Taberî, XXX, 62; İbn Âşûr, XXX, 199). Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Bir kul günah işlediği zaman kalbinde siyah bir leke meydana gelir. Eğer o kul günahı terkedip bağışlanmayı dilerse, bu leke kaybolur. Şayet tövbe etmez ve günah işlemeye devam ederse, o zaman bu siyah nokta büyüyerek onun bütün kalbini kaplar. İşte Allah Teâlâ’nın, ‘Gerçek şu ki, yapıp ettikleri kalplerini kaplayıp karartmıştır’ (meâlindeki) âyetinde ifade ettiği kararma ve pas tutma budur” (Müslim, “Îmân”, 231; Tirmizî, “Tefsîr”, 75). Gazzâlî bu âyeti yorumlarken şöyle der: Tam tövbe önceki kusurları da telâfi edecek işler yapmaktır. Nitekim Yüce Allah “Hayır! Gerçek şu ki, onların yapıp ettikleri kalplerini kaplayıp karartmıştır” buyurmuştur. Kir birikince zamanla tabiat halini alır ve kalbi kaplar. Bedensel isteklere uyarak işlenmiş olan önceki kötülükleri telâfi etmek için sadece ileride o istekleri bırakmak yetmez. Ek olarak iyilikler yapmak suretiyle, kalbi kaplamış olan bu kiri pası silip temizlemek gerekir (İhyâ, IV, 10)

Kur’an’da, gerçeğin ve iyinin ne olduğunu anlayıp kavrama merkezi olan mânevî anlamdaki kalbin belirtilen fonksiyonunu yitirmesiyle ilgili olarak “kararıp paslanma” anlamındaki reyn kavramının dışında “mühürlenme” (Bakara 2/7; En‘âm 6/46; Câsiye 45/23), “kilitlenme” (Muhammed 47/24) ve “kılıfla örtülüp kapanma” (En‘âm 6/25; İsrâ 17/46; Kehf 18/57) gibi anlamlara gelen başka deyimler de kullanılmıştır. Râzî’nin kaydettiği bir yoruma göre bu tür ifadeler, günah ve inkârda ısrar eden insanların kalplerinin geçirdiği farklı aşamalara işaret eder. Çünkü –az önce zikredilen hadiste de belirtildiği gibi– insan inkâra ve günah işlemeye devam ettikçe kalpteki mânevî lekelerin de aşama aşama artıp çoğalacağı açıktır (XXXII, 94-95). Nefsi anlatan âyetlere göre de bu kalp, ibadetle olgunlaşıp ilâhî rızâya erme mertebesine yükselen, ama öte yandan günahlarla da alçalan ve hep kötülüğü arzu ve telkin eden nefistir.

Ehl-i sünnet müfessirleri, “...onlar (inkârcılar) o gün elbette rablerinden mahrum kalacaklardır” meâlindeki 15. âyetten, “Şu halde müminler rablerinden mahrum kalmayacaklar” şeklinde bir sonuç çıkarmışlar ve âyeti, âhirette Allah Teâlâ’nın müminlere görüneceği (rü’yetullah) konusunda delil olarak değerlendirmişlerdir. Bu yoruma göre âyette inkârcıların âhirette bütün hazları unutturacak kadar yüksek seviyede bir mutluluk verecek olan “rablerini görme” nimetinden mahrum bırakılacakları ifade edilmiş olmaktadır. Allah Teâlâ’nın, kullarına âhirette yüce zâtını göstereceğini hadisler bildirmekle birlikte bunun nasıl olacağını Allah’tan başkası bilemez (rü’yetullah konusunda bilgi için bk. Kur’an Yolu, A‘râf 7/143).

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 575-577

كَلَّٓا اِنَّ كِتَابَ الْفُجَّارِ لَف۪ي سِجّ۪ينٍۜ


كَلَّا , ret ve caydırma harfidir. Cevabın olumsuzluğunu bildiren bir harf olup kendinden sonrakinin îrabı tesir etmez. Men etmeyi, nehyetmeyi açma, başlangıç yapma ve gerçeklik ifade eder. Sîbeveyhi ve Halil b. Ahmed ve bir çok nahivciler  ile Basra Dil mektebinin çoğunluğu bu edatın  ك  ile olumsuzluk  لَا ’sının birleşmesiyle meydana geldiğini ve şeddenin nefy manasını kuvvetlendirmek için kullanıldığını söylerler. Birçok nahivci ise edatın birleşmeden tek bir kelime olduğunu kabul ederler. (Halil İbrahim Tanç, Kur’an’da كَلَّا  Edatı )

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  كِتَابَ  kelimesi  اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْفُجَّارِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. ف۪ي سِجّ۪ينٍ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. 

الْفُجَّارِ  kelimesi, sülâsi mücerredi فجر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَلَّٓا اِنَّ كِتَابَ الْفُجَّارِ لَف۪ي سِجّ۪ينٍۜ

 

İstînafiyye olarak fasılla gelen ayette  كَلَّٓا , manevi tekid harfidir, caydırma ve azarlama ifade eder.

‘Hayır, kesinlikle hayır, asla, mümkün değil’ manalarini taşıyan  كَلَّا  sözcüğü, söyleyen kişiyi azarlamak, sözlerini ret ve iptal etmektir. Bu, olumlu cevap vermek anlamına gelen evet sözcüğünün zıttıdır. (Müfredat)

كَلَّٓا , işledikleri haksızlıkları, hesap ve tekrar dirilmekten gafletlerini red içindir. (Rûhu’l Beyân) 

كَلَّاۚ , cevabın olumsuzluğunu bildiren bir harf olup kendinden sonrakinin îrabına tesir etmez. Men etmeyi, nehyetmeyi açma, başlangıç yapma ve gerçeklik ifade eder. Sîbeveyhi ve Halil b. Ahmed ve birçok nahivciler ile Basra Dil mektebinin çoğunluğu bu edatın  ك  ile olumsuzluk  لَا ’sının birleşmesiyle meydana geldiğini ve şeddenin nefy manasını kuvvetlendirmek için kullanıldığını söylerler. Birçok nahivci ise edatın birleşmeden tek bir kelime olduğunu kabul ederler. (Halil İbrahim Tanç, Kur’an’da  كَلَّا  Edatı) 

كَلَّٓا ; teşbih edatıyla nefy edatından meydana gelmiştir her iki edatın manasını gidermek ve manayı takviye için lam şeddelenmiştir. Salebe’nin görüşü budur. Sibeveyh ve bir çok ulemaya göre o kelime mürekkep değil, tek bir harftir. Azarlama ve tehdit bildirmekten başka manası yoktur.  إلاٌَ  üzerinde daima vakfedilmesini kendisinden sonraki kelimeyle iptidayı caiz görmüşlerdir. Bir kısım ulema  كَلَّٓا  olan surelerin mekki olduğuna hükmederler. (İtkan 1/466) 

كَلَّٓا اِنَّ  [Hayır!.. Doğrusu…] ifadesiyle ölçü ve tartıda hile yapıp durmaktan ve dirilme ve hesap gününü hatırlamaktan gafil olmaktan menetmiş; bunların mutlaka tövbe edilip pişman olunması gereken şeyler olduğuna dikkat çektikten sonra, rahatça günah işleyen herkesi genel anlamda tehdit etmiştir. (Keşşâf)

Peki, سِجّ۪ينٍ  nedir; sıfat mı, isim mi? dersen şöyle derim: Bilakis,  ختم  gibi, sıfattan nakledilmiş özel bir isimdir; gayri munsariflik sebeplerinden sadece marifeliği barındırdığı için de munsariftir. (Keşşâf)

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. كِتَابَ الْفُجَّارِ  izafetiاِنَّ ‘nin ismidir. Car mecrur  ف۪ي سِجّ۪ينٍ  mahzuf habere mütealliktir. 

Müsnedün ileyhin izafetle marife olması, veciz ifadenin yanında tahkir içindir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كِتَابَ الْفُجَّارِ  izafetinde الْفُجَّارِ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

سِجّ۪ينٍ , şeytanların, kâfir ve günahkâr insanların şer amellerinin yazıldığı kapsamlı bir kitabın adıdır. Bu kelime, hapis ve tazyik anlamındaki  سِجْنٌ  kökündendir. Zira burada yazılan ameller, cehennem hapsine ve tazyikine sebep olmaktadır. (Ebüssuûd) 

الْفُجَّارِ  kelimesindeki elif-lam cins içindir. İstiğrak manası kastedilmiştir. Yani,  مُطَفِّف۪ينَۙ  olsun olmasın bütün müşrikler kastedilmiştir. الْفُجَّارِ  ‘ın vasfı Allahu Teala’nın şu sözüne benzer. ‘’işte onlar kafirlerdir, günaha dalanlardır.’’ [Abese/42] (Âşûr) 

Peki, سِجّ۪ينٍ  nedir; sıfat mı, isim mi? dersen şöyle derim: Bilakis, ختم  gibi, sıfattan nakledilmiş özel bir isimdir; gayr-ı munsariflik sebeplerinden sadece ma‘rifeliği barındırdığı için de munsariftir. (Keşşâf)

كِتَابَ  kelimesiyle amellerin yazıldığı bir kitap kastedildiği gibi amellerinin sayılmasından kinaye de olabilir. 

سِجّ۪ينٍ  kelimesi  سجن  kökünden olup Cehennemde bir vadinin adıdır. Arapçadır ama Kur’an’dan önce kullanılmamıştır. Mübalağa sıygasındadır. Tahkir için zikredilmiştir.  الْفُجَّارِ ‘ın bulunduğu yer olduğu gibi, الْفُجَّارِ ‘ın amellerinin sayıldığı kitabın siccinde olması da kastedilmiş olabilir, bu durumda mecaz ifade eder. الْفُجَّارِ ‘ın siccînde bulunmasını kinayeten ifade eder.  (Âşûr)

 
Mutaffifin Sûresi 8. Ayet

وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا سِجّ۪ينٌۜ  ...


“Siccîn”in ne olduğunu sen ne bileceksin.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا nedir?
2 أَدْرَاكَ sana bildiren د ر ي
3 مَا ne olduğunu
4 سِجِّينٌ Siccin(’in) س ج ن

وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا سِجّ۪ينٌۜ


وَ  istînâfiyyedir. İsim cümlesidir.  مَٓا  istifham harfi mübteda olarak mahallen merfûdur. اَدْرٰيكَ  mübteda  مَٓا ‘nın haberi olarak mahallen merfûdur. 

اَدْرٰيكَ  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اَدْرٰيكَ  bilmek anlamında kalp fiillerindendir.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller ‘etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi’ gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا سِجّ۪ينٌ  cümlesi  اَدْرٰيكَ  fiilinin iki mef’ûlü yerinde olup mahallen mansubdur.

مَا  istifham harfi mübteda olarak mahallen merfûdur.  سِجّ۪ينٌ  haber olup lafzen merfûdur. اَدْرٰيكَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  دري ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا سِجّ۪ينٌۜ


وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Önceki ve sonraki ayetler arasında itiraziye olan cümlede istifham harfi  مَا , mübteda, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  اَدْرٰيكَ مَا سِجّ۪ينٌ  cümlesi, haberdir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. 

Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

مَا سِجّ۪ينٌ  cümlesi  اَدْرٰيكَ  fiilinin iki mef’ûlu yerindedir. İstifham harfi  مَا , mübteda olarak mahallen merfûdur.  سِجّ۪ينٌ  haberdir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

مَٓا , istifham isminin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayetteki cümleler, istifham üslubunda olmasına rağmen, soru anlamında değildir. Cümleler, vaz edildiği anlamdan çıkarak tazim ve uyarı anlamına gelmesi nedeniyle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca bu istifhamlarda tecâhül-i ârif sanatı söz konusudur.

Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi).

ما أدْراكَ ما يَوْمُ الدِّينِ  ifadesi istifham harfi ve hemzeyle mezid olan  الدِّرايَةِ  fiilinden mürekkep bir terkiptir. Böylece faili  دَرى  fiilinin iki mef’ûlünden biri olmuştur. أعْلَمُ وأرى (Bilirim ve görürüm) ifadesi gibidir.  كَ  harfi ilk mef’ûlüdür. İkincimef’ûl, ikinci istifham olan  ما ‘ya mütealliktir. İlk istifham; günün taziminden kinaye ve korkutmadır. Çünkü mütekellim, kendisini dinleyene bu günün ne olduğunu sorar ama maksadı dinleyicinin bu günü hakkıyla bilmediğidir. İkinci istifham ise hakiki manadadır. Mütekellim din gününün aslında ne olduğunu sorar. Şu söze benzer: Zeyd'in ayakta olup olmadığını biliyordum, yani;  ‘’Bu sorunun cevabını biliyordum.’’ Bu terkib atasözüne benzer, dolayısıyla her zaman aynı şekilde ve manada kullanılır. (Âşûr) 

Kur’an’da  مَٓا اَدْرٰيكَ  sözünün zikredildiği her yerde arkasından açıklaması gelmiştir.  وماَ يُدْريكَ  şeklinde geldiğinde ise arkasından herhangi bir açıklama gelmemiştir. (Müfredat)

İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbdır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi. Itnâb bab.)

 
Mutaffifin Sûresi 9. Ayet

كِتَابٌ مَرْقُومٌۜ  ...


O, yazılmış bir kitaptır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كِتَابٌ bir Kitaptır ك ت ب
2 مَرْقُومٌ yazılmış ر ق م

كِتَابٌ مَرْقُومٌۜ


İsim cümlesidir.  كِتَابٌ  mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri, هو ‘dir.  مَرْقُومٌ  kelimesi  كِتَابٌ ‘ün sıfatı olup damme ile merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَرْقُومٌ  kelimesi, sülâsi mücerredi  رقم olan fiilin ism-i mef’ûlüdür..

كِتَابٌ مَرْقُومٌۜ


Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 7. Ayetteki  كِتَابَ الْفُجَّارِ  ‘nin izahıdır. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  كِتَابٌ , takdiri  هو (o) olan mübteda için haberdir. 

مَرْقُومٌ  kelimesi  كِتَابٌ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

كِتَابٌ ‘un nekre gelişi tazim içindir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi).

مَرْقُومٌ  kelimesi, dokunmuş elbisede yazılı sayıya benzeyen açık bir yazıdır. Bu vasıf hakiki de olsa, mecazi de olsa kitap kelimesinin manasını tekid eden bir vasıftır. (Âşûr)

Mutaffifin Sûresi 10. Ayet

وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَۙ  ...


10-11. Ayetler Meal  :   
O gün yalanlayanların; hesap ve ceza gününü yalanlayanların vay hâline!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيْلٌ vay haline
2 يَوْمَئِذٍ o gün
3 لِلْمُكَذِّبِينَ yalanlayanların ك ذ ب

وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَۙ


İsim cümlesidir. وَيْلٌ  mübteda olup lafzen merfûdur.  يَوْمَئِذٍ  zaman zarfı  وَيْلٌ ‘e müteallik olup  8. ayetteki  يَوْمَ يَقُومُ ‘dan bedeldir.

يَوْمَ  zaman zarfı,  إذ ’e muzaftır.  يَوْمَ  ref mahallinde feth üzere mebnidir.  إذ  mukadder sükun ile mebni bir isimdir. Çünkü muzâfun ileyh olarak cer mahallindedir. Aldığı tenvin ise mahzuf bir cümleden ivazdır. Takdiri, يوم إذْ يقوم الناس لرب العالمين ويل فيه للمكذبين (Hani insanların alemlerin Rabbi için kıyama durdukları gün var ya o gün yalanlayanlara veyl vardır)

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِلْمُكَذِّب۪ينَ  car mecruru mahzuf habere müteallik olup cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

مُكَذِّب۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَۙ


İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan  وَيْلٌ ’nun haberi mahzuftur. لِلْمُكَذِّب۪ينَ  bu mahzuf habere mütealliktir. 

Müsnedün ileyh olan  وَيْلٌ  kelimesinin nekre gelmesi tahkir ifade etmiştir. Zem manasındaki mübtedanın tenkiri caizdir.

Cümle haber formunda geldiği halde muktezâ-i zâhirin hilafına olarak beddua manası taşıdığı için lüzumiyet alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

وَيْلٌ ‘e müteallik olan  يَوْمَ  zaman zarfı,  إذ ’e muzaftır.  يَوْمَئِذٍ ‘deki tenvin mahzuf bir cümleden ivazdır. Muzâfun ileyh cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

يَوْمَئِذٍ  kıyamet gününden kinayedir.

وَيْلٌ , cehennemde bir vadi olarak bilinen yerdir. Azap manasında beddua olarak kullanılır. Beddua manasında olduğunda mübtedanın nekre gelmesi caizdir.  وَيْلٌ ,  kâfirlere aittir. Çünkü şiddet ifade eden bir kelimedir. Zira  و - يْ - لٌ  harflerinin meydana getirdiği terkip, hemen hemen daima şiddet manasını ifade eder. (Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir, Bakara/79)

لِلْمُكَذِّب۪ينَ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

لِلْمُكَذِّب۪ينَۙ  marife gelişi istiğrak ifadesi içindir.

وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَۙ  sözü, "O gün bütün insanlar, âlemlerin Rabbinin hükmü için divan duracaklar" ile bağlantılıdır. Bu iki cümle arasındaki cümleler ise, itiraz mahiyetindedir. (Ebüssuûd) 

Bu ayet Mürselat Suresinde 10, bu surede 2 defa aynen tekrarlanmıştır.

Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)

Bu ayet birebir tekrarlansa bile bağlamları farklıdır ve takip ettikleri ayetin içeriğini yeniden düşünmeye sevk ederler. Zemahşerî’nin deyimiyle, “İnkârcılara tekrir ile yapılan uyarılar, birbiri ardınca kafalarına balyoz gibi iner”. (Keşşâf)

Bu ayetin 4-5. ayetlere mebni olarak gelmesi caizdir. Çünkü  يَوْمَئِذٍ  kelimesinin tenvini bir mahzufa delalet eder. Şöyle takdir edilebilir: يوم إذْ يقوم الناس لرب العالمين ويل فيه للمكذبين (Hani insanların alemlerin Rabbi için kıyama durdukları gün var ya o gün yalanlayanlara veyl vardır) İbtidaiyye olup umumi ve hususi olarak din gününü yalanlayan ve tatfif yapanların hepsini açıklamak üzere gelmiş olabilir. Hatta hem müslümanlardan, hem de ehli kitaptan mutaffifin yapan, hem din gününü yalanlayan hem de yalanlamayanlar içindir. Bu cümlede idmâc vardır. Mutaffifin olmasa bile din gününü yalanlayan müşrikler için de tehdittir. Önce mücmel olarak  مُكَذِّب۪ينَ  kelimesi gelmiş, arkadan mütealliki zikredilerek mufassal olarak gelmiştir. Böylece müslüman olsun, olmasın bütün dinleyenlerin zihninde yalanlama fiilinin yerleşmesi sağlanmıştır. Bu sıfat mutaffif olan müslümanlar için de tehdit ve uyarıdır. Burada yalanlamaktan maksat bu günün vuku bulacağını yalanlamaktır. (Âşûr)

 
Mutaffifin Sûresi 11. Ayet

اَلَّذ۪ينَ يُكَذِّبُونَ بِيَوْمِ الدّ۪ينِۜ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ onlar
2 يُكَذِّبُونَ yalanlamaktadırlar ك ذ ب
3 بِيَوْمِ gününü ي و م
4 الدِّينِ ceza د ي ن

اَلَّذ۪ينَ يُكَذِّبُونَ بِيَوْمِ الدّ۪ينِۜ


اَلَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  مُكَذِّب۪ينَ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُكَذِّبُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُكَذِّبُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بِيَوْمِ  car mecruru  يُكَذِّبُونَ  fiiline mütealliktir.  الدّ۪ينِۜ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

يُكَذِّبُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  كذب ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

اَلَّذ۪ينَ يُكَذِّبُونَ بِيَوْمِ الدّ۪ينِۜ


اَلَّذ۪ينَ , önceki ayetteki  لِلْمُكَذِّب۪ينَ  için sıfat konumundadır. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  اَلَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  يُكَذِّبُونَ بِيَوْمِ الدّ۪ينِ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Az sözle çok anlam ifade kastına matuf  يَوْمِ الدّ۪ينِۜ  izafeti, başındaki  بِ  harfiyle birlikte  يُكَذِّبُونَ  fiiline mütealliktir.

يُكَذِّبُونَ -  مُكَذِّب۪ينَ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Yalanlamaktan maksat vuku bulacağını yalanlamaktır. Bunun sebebi de işledikleri günahlardır. Bunun için arkadan günahkâr, yani hep haddini aşkın, günaha düşkün kimselerin yalanladığı zikredilmiştir. Bu yalanlamanın sebebi Allahın mahlukatı yaratmasındaki ve mükellef kılmasındaki hikmeti bilmemeleridir. İnsanı yaratmaktaki hikmet amellerini güzelleştirmek ve nizamı korumaktır. Bunun için şeriat güzel iş yapmayı ve fesaddan kaçınmayı emreder. Bunun için de sevap ve ceza vardır. 

Din gününü yalanlayanların üç vasfı zikredilmiştir: مُعْتَدٍ , اَث۪يمٍۙ  ve ayetlerin  اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَۜ olduğunu söylemeleri. (Âşûr)

 

Mutaffifin Sûresi 12. Ayet

وَمَا يُكَذِّبُ بِه۪ٓ اِلَّا كُلُّ مُعْتَدٍ اَث۪يمٍۙ  ...


Onu, ancak her azgın, günahkâr kimse inkâr eder.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا
2 يُكَذِّبُ yalanlamaz ك ذ ب
3 بِهِ onu
4 إِلَّا başkası
5 كُلُّ her ك ل ل
6 مُعْتَدٍ saldırgan ع د و
7 أَثِيمٍ günahkardan ا ث م

وَمَا يُكَذِّبُ بِه۪ٓ اِلَّا كُلُّ مُعْتَدٍ اَث۪يمٍۙ


وَ  haliye veya istînâfiyyedir.  مَا يُكَذِّبُ بِه۪ٓ اِلَّا كُلُّ مُعْتَدٍ اَث۪يمٍۙ  cümlesi  بِيَوْمِ الدّ۪ينِ ‘nin hali olarak mahallen mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مَا  nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُكَذِّبُ  damme ile merfû muzari fiildir.  بِه۪ٓ  car mecruru  يُكَذِّبُ  fiiline mütealliktir. 

اِلَّا  hasr edatıdır.  كُلُّ  fail olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.  مُعْتَدٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  اَث۪يمٍ  kelimesi  مُعْتَدٍ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُكَذِّبُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 

مُعْتَدٍ  sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَث۪يمٍۙ  mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَمَا يُكَذِّبُ بِه۪ٓ اِلَّا كُلُّ مُعْتَدٍ اَث۪يمٍۙ


وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye  وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkâri kelamdır. Nefy harfi  مَا  ve istisna harfi  اِلَّا  ile oluşan iki tekid hükmündeki kasr, fiille faili arasındadır.  يُكَذِّبُ  maksur/sıfat,  كُلُّ مُعْتَدٍ اَث۪يمٍۙ  maksurun aleyh/mevsûf, olmak üzere kasr-ı sıfat ale’s-mevsûf. Yani müsned, bu faile hasredilmiştir. 

Müsnedün ileyh olan  كُلُّ مُعْتَدٍ اَث۪يمٍۙ , hem kısa yoldan izah, hem de muzâfun ileyhi tahkir için izafetle gelmiştir.

مُعْتَدٍ ’in ve onun sıfatı olarak gelen  اَث۪يمٍۙ  mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

يُكَذِّبُ  fiili  تفعيل  babındandır. Bu fiil her zaman  بِ  harfiyle kullanılır. Bu bab fiilin anlamına çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlün çokluğu şeklinde) katar. 

مُعْتَدٍ , sülasi  عدو  fiilinin  افتعال  babının, ism-i fail sıygasındadır. Bu bab fiile dönüşlülük, ittihaz (edinmek), ortaklık, ortaya koymak, çaba göstermek ve talep etmek manaları katar.  مُعْتَدٍ , inatçılığı isteyen, çaba gösteren, açıkça bu özelliğini gösteren demektir. Nekre gelişi tahkir, teksir ve özel bir nev olduğuna işaret içindir.

Din gününü yalanlayanlar şu üç sıfatı taşıyanlardır; Birincisi, haddi aşan olması...,hak olan yoldan sapan kişi. İkincisi, اَث۪يمٍۙ , günaha düşkün olması, alabildiğine günah ve isyanda bulunan kimse. Üçüncüsü, evvelkilerin masalları diyerek bununla, nübüvveti inkâr edenler kişilerdir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Mutaffifin Sûresi 13. Ayet

اِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِ اٰيَاتُنَا قَالَ اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَۜ  ...


Ona âyetlerimiz okununca, “Eskilerin masalları” der.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِذَا zaman
2 تُتْلَىٰ okunduğu ت ل و
3 عَلَيْهِ ona
4 ايَاتُنَا ayetlerimiz ا ي ي
5 قَالَ der ق و ل
6 أَسَاطِيرُ masalları س ط ر
7 الْأَوَّلِينَ eskilerin ا و ل

اِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِ اٰيَاتُنَا قَالَ اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَۜ


Şart ve cevap cümlesi  مُعْتَدٍ ‘in ikinci sıfatı olarak mahallen mecrurudur. 

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. تُتْلٰى  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

إِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تُتْلٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni meçhul mazi fiildir. عَلَيْهِ  car mecruru  تُتْلٰى  fiiline mütealliktir. اٰيَاتُنَا  naib-i fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.Faili müstetir olup takdiri هُوَ dir. Mekulü’l-kavl mahzuf هِيَ ‘dir. Ayrıca mübtedadır. اَسَاط۪يرُ  mahzuf  هِيَ’ nin haberidir.  Aynı zamanda muzâftır.  الْاَوَّل۪ينَۜ  muzâfun ileyh olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. Şartın cevabıdır.

اِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِ اٰيَاتُنَا قَالَ اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَۜ


Müstenefe olan ayet, şart üslubunda gelmiştir. Önceki ayetteki  مُعْتَدٍ ‘in ikinci sıfatıdır. Ayetin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

اِذَا , cümleye muzâf olan şart ve mazi manalı zaman zarfıdır. Müteallakı cevap cümlesidir.

اِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumunda olan şart cümlesi  تُتْلٰى عَلَيْهِ اٰيَاتُنَا , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

تُتْلٰى  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Müsnedün ileyh olan  اٰيَاتُنَا , veciz ifade kastına matuf olarak izafetle gelmiştir. Bu izafette Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  اٰيَاتُ , tazim ve şeref kazanmıştır. Ayetleri  yüceltmenin yanında onların fiilinin ne kadar çirkin olduğunu ifade etmiştir.. 

فَ  karinesi olmadan gelen  قَالَ اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ  şeklindeki cevap cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavl olan  اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ  cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır.  اَسَاط۪يرُ  takdiri  هى (O) olan mahzuf mübtedanın haberidir. Mahzufla birlikte cümle sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Burada  اِنْ  değil,  اِذَا  buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü  اِذَا  harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır.  اِنْ  harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. Dolayısıyla ayet onlara ayetlerin okunduğunu ve onların büyüklenerek yüz çevirdiklerini ifade eder.  تُتْلٰى  fiili, muzari olarak gelerek, bu okumanın tekrarlandığına delalet etmiştir. Okumanın tekrarlanması üzerinde düşünmeyi gerektirir. Ama onlar kibirlenerek yüz çevirmişlerdir.  اٰيَاتُنَا  ibaresinde ayetler, ayetleri yüceltmek ve onların fiilinin ne kadar çirkin olduğunu ifade etmek için Allah'a ait zamire izafe edilmiştir. Sadece yüz çevirdikleri zikredilmemiş, müstekbir oldukları da zikredilmiştir. Bu kelime gelmeseydi büyüklenmeden yüz çevirdikleri ihtimali taşırdı. Allah'ın ayetlerinden yüz çevirmek çirkin bir davranıştır, büyüklenmek de buna eklenince bu çirkinlik artmıştır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 397)

اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَۜ  [Evvelkilerin efsaneleri]; onların yazıp, allayıp pulladıkları sözleri ve batılları demektir. Efsanelerin tekili  سطر  şeklinde gelir. (Kurtubî)

 
Mutaffifin Sûresi 14. Ayet

كَلَّا بَلْ۔ رَانَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ  ...


Hayır, hayır! Doğrusu onların kazanmakta oldukları kalplerini paslandırmıştır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كَلَّا hayır
2 بَلْ doğrusu
3 رَانَ paslanmıştır ر ي ن
4 عَلَىٰ üzeri
5 قُلُوبِهِمْ kalblerinin ق ل ب
6 مَا şeyler
7 كَانُوا oldukları ك و ن
8 يَكْسِبُونَ kazanıyor(lar) ك س ب

Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:” Kul bir günah işlediği zaman, kalbinde siyah bir iz belirir. Eğer kul günahtan elini çeker, tövbe edip af dilerse, kalbi cilâlanır ve iz silinir. Günahı işlemeye devam ettiği takdirde ise leke büyür, nihayet kalbi tamamen kaplayacak hale gelir. Allah’ın ‘Kazandıkları günahlar onların kalplerini paslandırmıştır’ sözüyle kastettiği pas budur”
(Tirmizi, Tefsir 83/1; İbni Mâce, Zühd 29; Ahmed b Hanbel, Müsned, II ,297).

كَلَّا بَلْ۔ رَانَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ


كَلَّا , ret ve caydırma harfidir. Cevabın olumsuzluğunu bildiren bir harf olup kendinden sonrakinin îrabı tesir etmez. Men etmeyi, nehyetmeyi açma, başlangıç yapma ve gerçeklik ifade eder. Sîbeveyhi ve Halil b. Ahmed ve bir çok nahivciler  ile Basra Dil mektebinin çoğunluğu bu edatın  ك  ile olumsuzluk  لَا ’sının birleşmesiyle meydana geldiğini ve şeddenin nefy manasını kuvvetlendirmek için kullanıldığını söylerler. Birçok nahivci ise edatın birleşmeden tek bir kelime olduğunu kabul ederler. (Halil İbrahim Tanç, Kur’an’da كَلَّا  Edatı ) 

بَلْ , idrâb ve atıf harfidir.Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrab denir.  "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder. 

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir. 

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Fiil cümlesidir.  رَانَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  عَلٰى قُلُوبِهِمْ  car mecruru  رَانَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَانُوا يَكْسِبُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. Aid zamir mahzuftur.

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يَكْسِبُونَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur. 

يَكْسِبُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

كَلَّا بَلْ۔ رَانَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayette  كَلَّا  ret ve caydırma ifade eden manevî tekit harfi  بَلْ , intikal için gelmiş idrâb harfidir. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

İkinci olarak gelen كَلَّا  birincisini tekid eder. Azarlamak için onların reddini  ziyadeleştirmektir. (Âşûr)

رَانَ  fiilinin fail konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılası olan  كَانُوا يَكْسِبُونَ  cümlesi,

nakıs fiil  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

كَانُوا ‘un haberi olan  يَكْسِبُونَ , müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)

كَان ’in haberi muzari fiil olduğunda, genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

عَلٰى  istila harfidir. Pasın kalplerini tamamen kapsadığını ifade eder. 

رَانَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ  ifadesinde istiare vardır. Burada kalpler lafzı müsteârdır. Bu kelimenin  رَانَ  fiiline isnadı buna delalet eder. Kalpte pas olmaz. Onların kalpleri, akıllıca kullanmamaları bakımından paslanan, metal bir şeye benzetilmiştir. “Metal gibi” lafzı hazf olunmuş, ona işaret eden paslanma lafzı zikredilmiştir. Dolayısıyla müşebbeh olan kalpler zikredilip, müşebbehün bih olan metalin levazımından biri olan  رَانَ  zikredildiği için meknî istiâre olmuştur. 

رَانَ , parlak olan şeyin üzerini kaplayan pastır. Günahlar da kalp üzerini pas gibi kaplar. (Rûhu’l Beyân) 

رَانَ  fiili,  رين  kökündendir.  رين  ve  رُيُون , bir şeyin üzerini pas basıp her tarafının paslanmasıdır. Bundan kalbe günah ve sıkıntı basmak manasına da kullanılır olmuştur ki Kur'an'da kalp mühürlenmek manasına hatm ve tab' tabirleri de kullanılmıştır. Burada okunurken lâm râ'ya idgam olunmamak için Hafs rivayetinde lâmda hafif bir sekte yapılarak okunur ki  رين 'in manasındaki tutukluğa açık bir işaret olsun. (Elmalılı- Âşûr)

Bir cevap edatı olan  كَلَّا , kendinden önce geçen cümlenin ifade ettiği düşüncenin doğru olmadığını sert bir şekilde ifade etmeye yarar. (Mehmet Altın, Kur’an’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri, Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

كَلَّاۚ , cevabın olumsuzluğunu bildiren bir harf olup kendinden sonrakinin îrabına tesir etmez. Men etmeyi, nehyetmeyi açma, başlangıç yapma ve gerçeklik ifade eder. Sîbeveyhi ve Halil b. Ahmed ve birçok nahivciler ile Basra Dil mektebinin çoğunluğu bu edatın  ك  ile olumsuzluk  لَا ’sının birleşmesiyle meydana geldiğini ve şeddenin nefy manasını kuvvetlendirmek için kullanıldığını söylerler. Birçok nahivci ise edatın birleşmeden tek bir kelime olduğunu kabul ederler. (Halil İbrahim Tanç, Kur’an’da  كَلَّا  Edatı) 

“Hayır, kesinlikle hayır, asla, mümkün değil” manalarini taşıyan  كَلَّا  sözcüğü, söyleyen kişiyi azarlamak, sözlerini ret ve iptal etmektir. Bu, olumlu cevap vermek anlamına gelen evet sözcüğünün zıttıdır. (Müfredat)

بَلِ , atıf edatlarındandır. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, sadece matufu îrab yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

كَلَّاۚ (Hayır!..) ifadesi onların kalplerini paslandıran günah kazanımından yana bir terslemedir. (Keşşâf) 

مَا يَكْسِبُونَ  değil de  مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ  buyrularak İslamın gelmesinden önceki mükellef olmadıkları yaşamlarında da şirk koştuklarına işaret edilmiştir. (Âşûr)

يَكْسِبُونَ  fiilinin mazi yerine muzari gelişi bu kesbin tekrarına ve geçmişteki çokluğunu işaret etmek içindir. (Âşûr)

 
Mutaffifin Sûresi 15. Ayet

كَلَّٓا اِنَّهُمْ عَنْ رَبِّهِمْ يَوْمَئِذٍ لَمَحْجُوبُونَۜ  ...


Hayır, şüphesiz onlar, kıyamet günü Rablerini görmekten mahrum bırakılacaklardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كَلَّا hayır
2 إِنَّهُمْ doğrusu onlar
3 عَنْ -nden
4 رَبِّهِمْ Rableri- ر ب ب
5 يَوْمَئِذٍ o gün
6 لَمَحْجُوبُونَ perdelenmişlerdir ح ج ب

كَلَّٓا اِنَّهُمْ عَنْ رَبِّهِمْ يَوْمَئِذٍ لَمَحْجُوبُونَۜ


كَلَّا , ret ve caydırma harfidir. Cevabın olumsuzluğunu bildiren bir harf olup kendinden sonrakinin îrabı tesir etmez. Men etmeyi, nehyetmeyi açma, başlangıç yapma ve gerçeklik ifade eder. Sîbeveyhi ve Halil b. Ahmed ve bir çok nahivciler  ile Basra Dil mektebinin çoğunluğu bu edatın  ك  ile olumsuzluk  لَا ’sının birleşmesiyle meydana geldiğini ve şeddenin nefy manasını kuvvetlendirmek için kullanıldığını söylerler. Birçok nahivci ise edatın birleşmeden tek bir kelime olduğunu kabul ederler. (Halil İbrahim Tanç, Kur’an’da كَلَّا  Edatı )

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُمْ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

عَنْ رَبِّهِمْ  car mecruru  مَحْجُوبُونَ ‘e mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَوْمَئِذٍ  zaman zarfı  مَحْجُوبُونَ ‘a mütealliktir.  يَوْمَ  zaman zarfı  إذ ’e muzaftır.  يَوْمَ  ref mahallinde feth üzere mebnidir. إذ  mukadder sükun ile mebni bir isimdir. Çünkü muzâfun ileyh olarak cer mahallindedir. Aldığı tenvin ise mahzuf bir cümleden avzdır. Takdir: يوم إذ يقوم الناس (İnsanların kıyam ettikleri gün) şeklindedir. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. 

مَحْجُوبُونَ  kelimesi  اِنَّ ‘nin haberi olup ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

مَحْجُوبُونَ  kelimesi, sülâsi mücerredi  حجب  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

كَلَّٓا اِنَّهُمْ عَنْ رَبِّهِمْ يَوْمَئِذٍ لَمَحْجُوبُونَۜ


İstînafiyye olarak fasılla gelen ayette  كَلَّٓا , manevi tekid harfi olup caydırma ve azarlama ifade eder.

Bir cevap edatı olan  كَلَّاۜ , kendinden önce geçen cümlenin ifade ettiği düşüncenin doğru olmadığını sert bir şekilde ifade etmeye yarar. (Mehmet Altın, Kur’an’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri, Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

كَلَّاۚ , cevabın olumsuzluğunu bildiren bir harf olup kendinden sonrakinin îrabına tesir etmez. Men etmeyi, nehyetmeyi açma, başlangıç yapma ve gerçeklik ifade eder. Sîbeveyhi ve Halil b. Ahmed ve birçok nahivciler ile Basra Dil mektebinin çoğunluğu bu edatın  ك  ile olumsuzluk  لَا ’sının birleşmesiyle meydana geldiğini ve şeddenin nefy manasını kuvvetlendirmek için kullanıldığını söylerler. Birçok nahivci ise edatın birleşmeden tek bir kelime olduğunu kabul ederler. (Halil İbrahim Tanç, Kur’an’da  كَلَّا  Edatı) 

“Hayır, kesinlikle hayır, asla, mümkün değil” manalarini taşıyan  كَلَّا  sözcüğü, söyleyen kişiyi azarlamak, sözlerini ret ve iptal etmektir. Bu, olumlu cevap vermek anlamına gelen evet sözcüğünün zıttıdır. (Müfredat)

كَلَّٓا اِنَّهُمْ عَنْ رَبِّهِمْ يَوْمَئِذٍ لَمَحْجُوبُونَۜ  ifadesi, onların tahkir edilmesini, hükümdarların huzuruna çıkmaktan engellenenlerin tahkiri şeklinde temsilî olarak anlatmaktadır. (Ebüssuûd) 

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car mecrur  عَنْ رَبِّهِمْ  ve zaman zarfı  يَوْمَئِذٍ , ihtimam için amili olan لَمَحْجُوبُونَۜ ‘ye takdim edilmiştir.

رَبِّهِمْۚ  izafetinde Rabb isminin inanmayanlara ait zamire muzâf olmasında, Rablerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak manası vardır. 

يَوْمَ  zaman zarfı  إذ ’e muzaftır.  يَوْمَ  ref mahallinde feth üzere mebnidir.  إذ  mukadder sükun ile mebni bir isimdir. Çünkü muzafun ileyh olarak cer mahallindedir. Aldığı tenvin ise mahzuf bir cümleden avzdır. Takdir: يوم إذ يقوم الناس  şeklindedir. 

اِنَّ ’nin haberi olan  مَحْجُوبُونَۜ  kelimesinin ism-i mef’ûl olarak gelmesi bu fiilin başkası tarafından o kişinin üzerinde gerçekleşmiş olduğunun haberini verir. İsm-i mef’ûl haber konumunda geldiği için amel edebilir.

Mutaffifin Sûresi 16. Ayet

ثُمَّ اِنَّهُمْ لَصَالُوا الْجَح۪يمِۜ  ...


Sonra onlar muhakkak cehenneme gireceklerdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra
2 إِنَّهُمْ onlar
3 لَصَالُو elbette gireceklerdir ص ل ي
4 الْجَحِيمِ cehenneme ج ح م

ثُمَّ اِنَّهُمْ لَصَالُوا الْجَح۪يمِۜ


Ayet, atıf harfi  ثُمَّ  ile istînâf cümlesine matuftur.  ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. ثُمَّ  edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُمْ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. 

صَالُوا  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti و ‘dır. İzafetten dolayı sonundaki  ن  düşmüştür. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.  الْجَح۪يمِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

صَالُوا  kelimesi, sülâsi mücerredi  صلي  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ثُمَّ اِنَّهُمْ لَصَالُوا الْجَح۪يمِۜ


Tertip ve terahî ifade eden  ثُمَّ  atıf harfiyle, önceki ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Burada  ثُمَّ (sonra) manası, mertebe sonralığıdır. Zira onların cehenneme girmeleri, mezkûr tahkirden ve ilâhi rahmet ve kerem mahrumiyetinden daha ağır bir cezadır. (Ebüssuûd) 

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ’nin haberi olan  لَصَالُوا الْجَح۪يمِۜ  izafetle marife olmuştur. İzafet kısa yoldan çok şey söylemek, anlamı veciz bir şekilde ifade etmenin yanında tahkir ifade etmiştir. Müsned  tahkir anlamındaki kelimeye muzâf olmakla müsnedün ileyhin de tahkirine işaret eder.

Haber olan  صَالُوا  ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

جَح۪يمِ  kelimesi cehennemi ifade eden birçok kelimeden biridir. Müennes bir kelimedir. Ahirette ceza görenlerin yaşadığı yeri ifade eden kelimelerden biri olup, ‘çok kızışmış ateş’ demektir.

 
Mutaffifin Sûresi 17. Ayet

ثُمَّ يُقَالُ هٰذَا الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَۜ  ...


Sonra da onlara, “Yalanlamakta olduğunuz işte budur” denecektir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra
2 يُقَالُ denilecektir ق و ل
3 هَٰذَا işte budur
4 الَّذِي şey
5 كُنْتُمْ olduğunuz ك و ن
6 بِهِ onu
7 تُكَذِّبُونَ yalanlıyor(lar) ك ذ ب

ثُمَّ يُقَالُ هٰذَا الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَۜ


Ayet, atıf harfi  ثُمَّ  ile 15.ayetteki istînâf cümlesine matuftur.

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  ثُمَّ  edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.

Fiil cümlesidir.  يُقَالُ  damme ile merfû meçhul muzari fiildir. Mekulü’l-kavli,  هٰذَا الَّذ۪ي ‘dir. يُقَالُ  fiilinin naib-i faili olarak mahallen mansubdur.

İşaret ismi  هٰذَا  mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfred müennes has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كُنْتُمْ بِه۪ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  بِه۪  car mecruru  تُكَذِّبُونَۜ  fiiline mütealliktir. 

تُكَذِّبُونَ  fiili  كان ’nin haberi olarak mahallen mansubdur. تُكَذِّبُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

تُكَذِّبُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  كذب ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

ثُمَّ يُقَالُ هٰذَا الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَۜ


Tertip ve terahî ifade eden  ثُمَّ  atıf harfiyle, 15. ayetteki istinafiyye cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. 

Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. 

Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يُقَالُ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kur’an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

يُقَالُ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  هٰذَا الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَ  cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

هٰذَا  müsnedün ileyh,  الَّذ۪ي  müsneddir.

Cümlede müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenleri tazim ifade eder. İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle işaret edilenin önemini vurgular. 

بِه۪  car mecrurunun  تُكَذِّبُونَ  fiiline takdimi fasılaya riayetle beraber ait zamire dikkat çekmek içindir. (Âşûr)  

Cehennemdeki azaba işaret eden  هٰذَا ‘da istiare vardır.

Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’ her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Haber konumunda olan müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ‘nin sılası olan  كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَ  cümlesi, nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması, bahsedilen konunun muhatap tarafından biliniyor olmasını belirtmesi yanında sıladaki habere dikkat çekme kastına matuftur.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  بِه۪ , önemini vurgulamak için amiline takdim edilmiştir.

كَان ’nin haberi olan  تُكَذِّبُونَ ‘nin, muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. 

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

 
Mutaffifin Sûresi 18. Ayet

كَلَّٓا اِنَّ كِتَابَ الْاَبْرَارِ لَف۪ي عِلِّيّ۪ينَۜ  ...


Hayır (sandıkları gibi değil!) iyilerin yazısı “İlliyyûn”dadır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كَلَّا hayır
2 إِنَّ şüphesiz
3 كِتَابَ yazısı ك ت ب
4 الْأَبْرَارِ iyilerin ب ر ر
5 لَفِي elbette
6 عِلِّيِّينَ İlliyyindedir ع ل و

Allah’a yakın olan kulların görüp duracakları bildirilen (21. âyet) illiyyîn hakkında tefsirlerde “dördüncü veya yedinci kat sema, sonsuz bir yükseklik, en yüksek mekân, iyilerin amellerinin kayda geçirildiği defter, sidretü’l-müntehâ (bk. Necm 53/14), cennet, mele-i a‘lâdaki melekler” gibi farklı açıklamalar yapılmıştır (Taberî, XXX, 64-65; Râzî, XXXI, 96-97; Şevkânî, V, 466). Tariflerden illiyyîn ile siccînin aynı şeyler olduğu, ancak izâfe edildikleri kimseler ve içerikleri açısından aralarında bir nitelik farkı bulunduğu anlaşılmaktadır. Râzî bu farkı özetle şöyle izah etmiştir: Yüce Allah, kullarına bazı şeyleri gelenek ve kültürlerinde alışageldikleri üslûpla anlatmıştır. Bilindiği gibi cennet yükseklik, rahatlık, genişlik gibi niteliklerle tanıtılır; orada seçkin meleklerin bulunduğu belirtilir. Siccîn ise şeytanların dolaştığı, aşağı, karanlık ve dar bir mekân olarak nitelendirilir. Bir yerin yüksekliği, genişliği, aydınlığı ve içinde seçkin meleklerin bulunuşu o yerin mükemmelliğini ve üstün değerini, bunların tersi ise oranın kusurlu ve bayağı bir yer olduğunu gösterir. İnkârcıların bilinen nitelikleri ve eylemlerinin kayda geçirildiği belgeler aşağılanmak ve kötülenmek istendiği için, onların kitaplarının yani amel defterlerinin aşağıda, şeytanların bulunduğu karanlık ve dar yerde olduğu; iyilerin kitapları yüceltilip şereflendirilmek istendiği için onların da seçkin meleklerin bulunduğu yücelerde olduğu belirtilmiştir (XXXI, 92-93; illiyyîn hakkında bilgi için bk. İlyas Üzüm, “İlliyyîn”, DİA, XXII,123). 

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 578-579

كَلَّٓا اِنَّ كِتَابَ الْاَبْرَارِ لَف۪ي عِلِّيّ۪ينَۜ


كَلَّا , ret ve caydırma harfidir. Cevabın olumsuzluğunu bildiren bir harf olup kendinden sonrakinin îrabı tesir etmez. Men etmeyi, nehyetmeyi açma, başlangıç yapma ve gerçeklik ifade eder. Sîbeveyhi ve Halil b. Ahmed ve bir çok nahivciler  ile Basra Dil mektebinin çoğunluğu bu edatın  ك  ile olumsuzluk  لَا ’sının birleşmesiyle meydana geldiğini ve şeddenin nefy manasını kuvvetlendirmek için kullanıldığını söylerler. Birçok nahivci ise edatın birleşmeden tek bir kelime olduğunu kabul ederler. (Halil İbrahim Tanç, Kur’an’da كَلَّا  Edatı ) 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  كِتَابَ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. الْاَبْرَارِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. ف۪ي عِلِّيّ۪ينَ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. عِلِّيّ۪ينَ  sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır. 

Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَلَّٓا اِنَّ كِتَابَ الْاَبْرَارِ لَف۪ي عِلِّيّ۪ينَۜ


İstînafiyye olarak fasılla gelen ayette manevi tekid harfi  كَلَّٓا , caydırma ve azarlama ifade eder.

كَلَّٓا ; ret harfidir. Sadece Mekkî surelerde geçer. Bu surede 4 kere geçmiştir. Bu; sonuncusudur.

‘Hayır, kesinlikle hayır, asla, mümkün değil’ manalarini taşıyan  كَلَّا  sözcüğü, söyleyen kişiyi azarlamak, sözlerini ret ve iptal etmektir. Bu, olumlu cevap vermek anlamına gelen evet sözcüğünün zıttıdır. (Müfredat)

كَلَّٓا ; engellemek, azarlamak ve alıkoymak manasında gelmiştir. (Sâbuni)

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  كِتَابَ الْاَبْرَارِ  izafeti  اِنَّ ‘nin ismidir. Car mecrur  ف۪ي عِلِّيّ۪ينَ mahzuf habere mütealliktir. 

Müsnedün ileyhin izafetle marife olması, veciz ifadenin yanında tazim ve teşrif içindir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كِتَابَ  kelimesiyle amellerin yazıldığı bir kitap kastedildiği gibi amellerinin sayılmasından kinaye de olabilir. 

عِلِّيّ۪ينَ  kelimesinin nekre olarak gelmesi tazim ifade eder. 

عِلِّيّ۪ينَ , hayırların yazıldığı kitabın adı olup meleklerin ve iyi insanların ve cinlerin amelleri bu kitapta yazılıdır.  عِلِّيّ۪ينَ (yücelerin) adının verilmesi, cennette en yüksek derecelere yükselmenin sebebi olduğu içindir, yahut ikram ve tazim için, gök katlarının en yükseği olan yedinci katta, Kerrûbiyyûn meleklerin de kaldığı yerde bulunduğu içindir. (Ebüssuûd-Rûhu-l Beyân) 

لَف۪ي عِلِّيّ۪ينَۜ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi  فِی  harfi zarfiye manası içerir. Ayette  عِلِّيّ۪ينَۜ , içi olan bir şeye benzetilerek istiare yapılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. 

عِلِّيّ۪ينَ , meleklerle beraber cin ve insanlardan iyi kulların işlediği her amelin yazılıp dercedildiği, büyük hayır defterinin özel ismidir. (Keşşâf)

Kötülerin halini anlatan  كَلَّٓا اِنَّ كِتَابَ الْفُجَّارِ لَف۪ي سِجّ۪ينٍۜ [Hayır,kötülerin kitabı..] ayeti ile iyi kulların halini anlatan كَلَّٓا اِنَّ كِتَابَ الْاَبْرَارِ لَف۪ي عِلِّيّ۪ينَۜ [Hayır, iyilerin kitabı illiyyindedir.] ayeti arasında mukabele vardır. (Safvetü’t Tefâsir)

Son dört ayette geçen  كَلَّٓا  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.

Mutaffifin Sûresi 19. Ayet

وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا عِلِّيُّونَۜ  ...


“İlliyyûn”un ne olduğunu sen ne bileceksin.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا nedir?
2 أَدْرَاكَ sana bildiren د ر ي
3 مَا ne olduğunu
4 عِلِّيُّونَ İlliyyin(’in) ع ل و

وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا عِلِّيُّونَۜ


İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  مَٓا  istifham harfi mübteda olarak mahallen merfûdur. اَدْرٰيكَ  mübteda  مَٓا ‘nın haberi olarak mahallen merfûdur. اَدْرٰيكَ  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اَدْرٰيكَ  bilmek anlamında kalp fiillerindendir.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller ‘etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi’ gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا عِلِّيُّونَ  cümlesi  اَدْرٰيكَ  fiilinin iki mef’ûlü yerinde olup mahallen mansubdur.

مَا   istifham harfi mübteda olarak mahallen merfûdur. عِلِّيُّونَۜ  haber olup lafzen merfûdur. اَدْرٰيكَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  دري ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا عِلِّيُّونَۜ


وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Ayet itiraz cümlesidir. Durumun korkunçluğunu ifade eder. (Âşûr)

İstifham harfi  مَا , mübteda, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  مَٓا اَدْرٰيكَ مَا عِلِّيُّونَ  cümlesi, haberdir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi,İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. 

Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Kuranda  مَٓا اَدْرٰيكَ  sözünün zikredildiği her yerde arkasından açıklaması gelmiştir. وماَ يُدْريكَ  şeklinde geldiğinde ise arkasından herhangi bir açıklama gelmemiştir. (Müfredat) 

مَا عِلِّيُّونَ  cümlesi,  اَدْرٰيكَ  fiilinin iki mef’ûlu yerindedir. İstifham harfi  مَا , mübteda olarak mahallen merfûdur.  عِلِّيُّونَ  haberdir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

مَٓا , istifham isminin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayetteki cümleler, istifham üslubunda olmasına rağmen, soru anlamında değildir. Cümleler, vaz edildiği anlamdan çıkarak tembih, ikaz anlamına gelmesi nedeniyle mecazı mürsel mürekkeptir. Ayrıca bu istifhamlarda tecâhül-i ârif sanatı söz konusudur.

Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

عِلِّيُّونَ kelimesi önceki ayette de geçtiği için reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır. Nekre gelişi tazim içindir.

وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا عِلِّيُّونَۜ  [İlliyyîn'in ne olduğunu biliyor musun?] ayeti, iyi kulların mertebelerinin büyüklük ve yüceliğini ifade eder. (Safvetü’t Tefâsir)

İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbdır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi. Itnâb bab.)

 
Mutaffifin Sûresi 20. Ayet

كِتَابٌ مَرْقُومٌۙ  ...


O, yazılmış bir kitaptır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كِتَابٌ bir Kitaptır ك ت ب
2 مَرْقُومٌ yazılmış ر ق م

كِتَابٌ مَرْقُومٌۙ


İsim cümlesidir. كِتَابٌ  mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri, هو ‘dir.  مَرْقُومٌ  kelimesi  كِتَابٌ ‘ün sıfatı olup damme ile merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَرْقُومٌ  kelimesi, sülâsi mücerredi  رقم  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

كِتَابٌ مَرْقُومٌۙ


Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 7. ayetteki  كِتَابَ الْفُجَّارِ ‘nin izahıdır. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  كِتَابٌ , takdiri  هو (o) olan mübteda için haberdir. 

مَرْقُومٌ  kelimesi  كِتَابٌ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

مَرْقُومٌ  kelimesi  رقم ‘den türemiştir.  رقم  ise yazmak, tescil etmek demektir. Yani bu kitabın yazısı nettir, külfetsiz okunabilir. (Rûhu’l Beyân) 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كِتَابٌ ‘un nekre gelişi tazim içindir.  مَرْقُومٌ  kelimesi; hakiki de olsa, mecazi de olsa kitap kelimesinin manasını tekid eden bir vasıftır. 

İsim cümlesi olduğu için sübut ifade eder. Müsned olan  مَرْقُومٌۙ ‘un, ism-i mef’ûl vezninde gelişi, fiilin onun üzerinde, başkası tarafından gerçekleştirilmiş olduğu haberini verir.

 
Mutaffifin Sûresi 21. Ayet

يَشْهَدُهُ الْمُقَرَّبُونَۜ  ...


Ona, Allah’a yakın olanlar şâhit olur.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَشْهَدُهُ ona tanık olurlar ش ه د
2 الْمُقَرَّبُونَ yaklaştırılmış olanlar ق ر ب

يَشْهَدُهُ الْمُقَرَّبُونَۜ


Ayet, mukadder mübtedanın ikinci haberi olarak mahallen merfûdur. Takdiri  هو ‘dir.

Fiil cümlesidir.  يَشْهَدُهُ  damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  الْمُقَرَّبُونَ  fail olup ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

مُقَرَّبُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûlüdür.

يَشْهَدُهُ الْمُقَرَّبُونَۜ


Ayet, kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelmiştir.

Önceki ayetteki mukadder mübteda  هو  için ikinci haberdir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يَشْهَدُ  fiilinin faili olan  مُقَرَّبُونَ ‘un, ism-i mef’ûl vezninde gelişi, fiilin onun üzerinde başkası tarafından gerçekleştirilmiş olduğu haberini verir.

 
Mutaffifin Sûresi 22. Ayet

اِنَّ الْاَبْرَارَ لَف۪ي نَع۪يمٍۙ  ...


Şüphesiz iyi kimseler, Naîm cennetindedirler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الْأَبْرَارَ iyiler ب ر ر
3 لَفِي elbette içindedirler
4 نَعِيمٍ ni’met ن ع م

Gerçek erdem sahibi kimselerin cennette karşılaşacakları nimetler tasvir edilmektedir. Amel defterleri “illiyyîn”de korunanların, cennette sevinç ve mutluluk içinde yaşayacakları, koltuklar üzerinde oturup seyredecekleri ifade edilmekle birlikte neyi veya kimi seyredecekleri belirtilmemiştir. Müfessirler, Allah’ın onlar için hazırlamış olduğu ikramları veya cehennemde bulunanların hallerini yahut yüce Allah’ın zâtını seyredeceklerini söylemişlerdir. “Onlar, o gün elbette rablerinden mahrum bırakılacaklardır” meâlindeki 15. âyeti, âhirette inkârcıların Allah’ın zâtını görmekten mahrum kalacakları yönünde yorumlayan müfessirlerden bazıları, “...koltuklar üzerinde oturup seyrederler” meâlindeki 23. âyeti de müminlerin âhirette –bilemeyeceğimiz bir tarzda– Allah’ı görecekleri şeklinde yorumlamışlardır (bk. Râzî, XXXII, 98; Şevkânî, V, 466; İbn Âşûr, XXX, 205).

Kur’an’da, genellikle insanlarda eksik de olsa bir çağrışım yapması ve sonuçta bir arzu uyandırması için cennet nimetleri dünya hayatında haz, tat ve zevk veren bazı maddeler için kullanılan kelimelerle, isimlerle anılmış, bu yönde somut örnekler üzerinden tasvirler yapılmıştır. Burada da müminlere “mühürlenmiş, mührü de misk olan nefis bir içki”nin, bir başka yoruma göre de “içince ağızda misk kokusu bırakan bir içki”nin sunulacağı bildirilmektedir. “İçki” diye çevirdiğimiz rahîk kelimesi Arapça’da “saf ve iyi cins şarap” için kullanılır (Taberî, XXX, 105; İbn Âşûr, XXX, 205). Ancak Sâffat sûresinde (37/47) cennet içkisi tanıtılırken “İçenleri sarhoş etmez” buyurulmuştur. Secde sûresinde de (32/17) daha genel bir ifadeyle “Yaptıklarına karşılık olarak onlar için saklanan mutlulukları hiç kimse bilemez” buyurularak cennet nimetlerinin dünyadakilere göre mahiyet farkına, onların bu dünyada bilinen ve tadılandan büsbütün farklı olduğuna dikkat çekilmiştir. Bu fark, cennet nimetlerinin sırf iyi ve mutluluk verici oluşundadır. Esasen cennetin esenlik, mutluluk ve erdem yurdu olacağına dair pek çok âyet, oradaki nimetlerin –dünya dilindeki kelimelerle ifade edilse de– insanlar arasında kıskançlık, huzursuzluk, çekişme, mutsuzluk, haksızlık, hastalık, keder vb. olumsuzluklar doğuracak türden olmayacağını açıkça göstermektedir.

Burada cennet içkisi tanıtılırken 25. âyette onun karışımının tesnîmden olduğu ifade edilmiştir. Tefsirlerde tesnîmin sözlük anlamı genellikle “suyu, yukarıdan aşağıya akıp duran kaynak” şeklinde verilir ve bu bağlamda cennetteki yüksek bir su kaynağını ifade ettiği belirtilir (meselâ bk. Taberî, XXX, 110). İbn Abbas’a isnat edilen bir açıklamada, Secde sûresinin 17. âyeti hatırlatılarak tesnîmin, iyiler için hazırlanmış bir cennet nimeti olup onun mahiyetini Allah’tan başkasının bilemeyeceği ifade edilmiştir. Hasan-ı Basrî’nin de “Tesnîm, Allah’ın cennet ehli için hazırlayıp gizli tuttuğu nimettir” dediği nakledilir (Râzî, XXX, 100). Tefsirlerde, “Allah’a yakın olanların içecekleri bir kaynak” meâlindeki 28. âyetin “tesnîm”i açıkladığı belirtilmektedir.

اِنَّ الْاَبْرَارَ لَف۪ي نَع۪يمٍۙ


İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الْاَبْرَارَ  kelimesi  اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. ف۪ي نَع۪يمٍۙ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.

اِنَّ الْاَبْرَارَ لَف۪ي نَع۪يمٍۙ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. 

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. الْاَبْرَارَ  kelimesiاِنَّ ‘nin ismidir. Car mecrur  ف۪ي نَع۪يمٍ , mahzuf habere mütealliktir.  نَع۪يمٍ ‘in nekreliği tazim, kesret ve bilinmeyecek evsafta nev ifade eder.

الْاَبْرَارَ  kelimesindeki elif-lam cins içindir. İstiğrak manası kastedilmiştir. Kitap kelimesiyle

amellerin yazıldığı bir kitap kastedildiği gibi amellerinin sayılmasından kinaye de olabilir. 

نَع۪يمٍۙ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. 

لَف۪ي نَع۪يمٍۙ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  نَع۪يمٍۙ , mazruf mesabesindedir. Allah’ın onlara olan lütfu mübalağalı bir şekilde belirtmek üzere bu harf,  عَلَيْ  yerine kullanılmıştır. Nimete sahip olmak, adeta bir şeyin, bir kabın içinde muhafaza edilmesine benzetilmiştir.  Çünkü  nimet, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Camî, her iki durumdaki mutlak irtibattır.

Bu ayet-i kerîmede  نَع۪يمٍ  kelimesi Cennet manasında kullanılmıştır. Çünkü Cennet, nimetlerin arz edilme yeridir. Hâlliyet alakasıyla mecazı mürseldir. Hâl zikredilip mahal kastedilmiştir. Buna  zikr-i hâl irâde-i mahal de denir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi

Ebû Hayyân (ö. 745 h.), es-Sabbân (ö. 1206 h.) ve el-Eşmûnî’ye (ö. 900/918/926 h.?) göre ise cemi sahîh ve diğer cemi kıllet kalıpları istiğrak (umumiyet/genellik) anlamını taşıyan elif lam takısını aldığında ve umumiyet ifade eden bir isme izâfe edildiğinde cemi kesrettir. Fakat bu iki durumun dışında cemi kılletdir. Ör: اِنَّ الْاَبْرَارَ لَف۪ي نَع۪يمٍۙ

[Muhakkak ki, iyiler nimet içindedirler.] Mutaffifin/22. ayetinde geçen  الْاَبْرَارَ  istiğrak anlamını taşıyan elif-lam takısı aldığı için cemi kesrettir. (İbrahim Güngör, Arapçada Çoğulun Sayısal Değeri Üzerine Bir İnceleme)

Bu cümlenin içeriği, كَلَّٓا اِنَّهُمْ عَنْ رَبِّهِمْ يَوْمَئِذٍ لَمَحْجُوبُونَۜ [O gün onlar Rablerinden uzak tutulacaklardır] (Mutaffifin: 15) cümlesinin içeriği ve devamının bir bölümüdür. Bu nedenle bu konuda bir açıklama ve tafsilattır. (Âşûr)

 
Mutaffifin Sûresi 23. Ayet

عَلَى الْاَرَٓائِكِ يَنْظُرُونَۙ  ...


Koltuklar üzerinde, (etrafı) seyrederler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 عَلَى üzerinde
2 الْأَرَائِكِ divanlar ا ر ك
3 يَنْظُرُونَ oturup bakarlar ن ظ ر

عَلَى الْاَرَٓائِكِ يَنْظُرُونَۙ


عَلَى الْاَرَٓائِكِ  car mecruru  يَنْظُرُونَ ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir.  يَنْظُرُونَ  önceki ayetteki  اِنَّ ‘nin ikinci haberi olarak mahallen merfûdur.

يَنْظُرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

عَلَى الْاَرَٓائِكِ يَنْظُرُونَۙ


Ayet, istînâfiye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, kemâl-i ittisâldir. Cümle, önceki ayette geçen  اِنَّ ’nin ikinci haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Failin mahzuf haline müteallik olan car mecrur  عَلَى الْاَرَٓائِكِ , ihtimam için  يَنْظُرُونَۙ ‘ye takdim edilmiştir. 

عَلَى الْاَرَٓائِكِ  car mecruru  يَنْظُرُونَ ’nin failinin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 
Mutaffifin Sûresi 24. Ayet

تَعْرِفُ ف۪ي وُجُوهِهِمْ نَضْرَةَ النَّع۪يمِۚ  ...


Onların yüzlerinde, nimetlerin sevincini görürsün.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 تَعْرِفُ sezersin ع ر ف
2 فِي
3 وُجُوهِهِمْ yüzlerinde و ج ه
4 نَضْرَةَ sevinç ve parıltısını ن ض ر
5 النَّعِيمِ ni’metin ن ع م

تَعْرِفُ ف۪ي وُجُوهِهِمْ نَضْرَةَ النَّع۪يمِۚ

 

Ayet, 22. Ayette geçen  اِنَّ ‘nin üçüncü haberi olarak mahallen merfûdur.

Fiil cümlesidir.  تَعْرِفُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. ف۪ي وُجُوهِهِمْ  car mecruru  تَعْرِفُ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

نَضْرَةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. النَّع۪يمِۚ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

تَعْرِفُ ف۪ي وُجُوهِهِمْ نَضْرَةَ النَّع۪يمِۚ


Ayet, istînâfiye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, kemâl-i ittisâldir. Cümle, 22. ayette geçen  اِنَّ ’nin üçüncü haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

ف۪ي وُجُوهِ  ibaresindeki  فِي  harfinde istiare vardır. Car ve mecrurun ilişkisi, zarf ve mazruf ilişkisine benzetilmiştir.  وُجُوهِ ,  içine girilecek bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır.  وُجُوهِ , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Konunun kesinliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

Bu hitap, bu konuda muhatap olabilen herkes için olup cennet ehlinin sahip olduğu nimet ve sevinç işaretlerini görmenin, bazı kimselere mahsus olmadığını, herkesçe görüldüğünü bildirmektedir. (Ebüssuûd)  

Burada ”görürsün" yerine ”farkedersin" ifadesi kullanıldı. Zira ”görmek", genellikle aşikâr olan şeyler için, ”farketmek" ise çoğunlukla gizli olan şeyler için kullanılır. Buradaki ”farkedersin" hitabı, cennetliklerin sahip oldukları nimet ve güzellikleri bildirmek için, hitaba lâyık herkese yöneliktir. (Rûhu’l Beyân) 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  تَعْرِفُ  fiiline müteallik olan car mecrur  ف۪ي وُجُوهِهِمْ , ihtimam için, mef’ûl olan  نَضْرَةَ النَّع۪يمِۚ ‘ye takdim edilmiştir. 

وُجُوهِهِمْ  ve نَضْرَةَ النَّع۪يمِۚ  izafetleri az sözle çok anlam ifade kastına matuftur.  نَضْرَةَ النَّع۪يمِۚ  izafeti muzafın tazimi içindir.

النَّع۪يمِۚ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

 
Mutaffifin Sûresi 25. Ayet

يُسْقَوْنَ مِنْ رَح۪يقٍ مَخْتُومٍۙ  ...


Onlara, mühürlü (el değmemiş) saf bir içecekten içirilir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يُسْقَوْنَ onlara içirilir س ق ي
2 مِنْ -tan
3 رَحِيقٍ halis bir şarap- ر ح ق
4 مَخْتُومٍ mühürlü خ ت م
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:” Hangi mü’min (Müslüman) susayan bir mü’mine (Müslümana) su verirse, Allah da ona mühürlenmiş halis bir şaraptan içirir. “
(Ebû Dâvud, Zekât 41; Tirmizi, Kıyâmet 18; Ahmed b Hanbel, Müsned, II ,13-14).

يُسْقَوْنَ مِنْ رَح۪يقٍ مَخْتُومٍۙ


Ayet, 22. ayette geçen  اِنَّ ‘nin dördüncü haberi olarak mahallen mansubdur.

Fiil cümlesidir.  يُسْقَوْنَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْ رَح۪يقٍ  car mecruru  يُسْقَوْنَ  fiiline mütealliktir. 

مَخْتُومٍ  kelimesi  رَح۪يقٍ ‘ın sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُسْقَوْنَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  سقي ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

مَخْتُومٍ  kelimesi, sülâsi mücerredi ختم  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

يُسْقَوْنَ مِنْ رَح۪يقٍ مَخْتُومٍۙ


Ayet, istînâfiye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, kemâl-i ittisâldir. 

Cümle, 22. ayette geçen  اِنَّ ’nin dördüncü haberidir.  Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يُسْقَوْنَ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

مِنْ رَح۪يقٍ  car mecruru,  يُسْقَوْنَ  fiiline mütealliktir. Ayetteki  مِنْ  ba’diyet ifade eder.

Nekreliği tazim ifade eden  رَح۪يقٍ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

رَح۪يقٍ  için sıfat olan  مَخْتُومٍ  kelimesinin ism-i mef’ûl olarak gelmesi, bu fiilin onun üzerinde, başkası tarafından gerçekleştirilmiş olduğunun haberini verir. 

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

رَح۪يقٍ , saf ve halis içki demektir. Yani onlara cennette, içinde yabancı madde bulunmayan, nefsi rahatsız etmeyen, yapısı bozulmayan, dünya içkilerine benzemeyen, ağzı bozmayan, baş ağrısı yapmayan bir içki vardır. O içki damgalı ve mühürlüdür, iyi muhafaza edilmiştir. (Rûhu’l Beyân) 

Bu halis içkilerin kapları ve kupaların mühürlenmesinde de çamur yerine misk kullanılmıştır. Her halde, bu ifade, o içkilerin son derece nefis olduklarım temsilî olarak anlatmaktadır. Diğer bir görüşe göre ise, yani içiminin sonunda misk kokusu vardır, demektir. (Ebüssuûd) 

 
Mutaffifin Sûresi 26. Ayet

خِتَامُهُ مِسْكٌۜ وَف۪ي ذٰلِكَ فَلْيَتَنَافَسِ الْمُتَنَافِسُونَۜ  ...


Onun (içiminin) sonu bir misktir (ağızda misk gibi koku bırakır). İşte yarışanlar, bunun için yarışsınlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 خِتَامُهُ ki onun sonu خ ت م
2 مِسْكٌ misktir م س ك
3 وَفِي ve
4 ذَٰلِكَ işte bunun için
5 فَلْيَتَنَافَسِ yarışsınlar ن ف س
6 الْمُتَنَافِسُونَ yarışanlar ن ف س

خِتَامُهُ مِسْكٌۜ


Ayet, رَح۪يقٍ ‘nın ikinci sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsim cümlesidir.  خِتَامُهُ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مِسْكٌۜ  haber olup lafzen merfûdur.


وَف۪ي ذٰلِكَ فَلْيَتَنَافَسِ الْمُتَنَافِسُونَۜ


وَ  itiraziyyedir.  ف۪ي ذٰلِكَ  car mecruru  يَتَنَافَسِ  fiiline mütealliktir.  فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن تمّ التنافس في الأشياء فليتنافس  (Eğer bazı konularda rekabet varsa bırakın rekabet etsinler) şeklindedir.

لْ  emir lamıdır. يَتَنَافَسِ  sukün ile meczum muzari fiildir.  الْمُتَنَافِسُونَۜ  fail olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

يَتَنَافَسِ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tefâ’ul babındadır. Sülâsîsi  نفس ‘dir. 

Tefâ’ul babı müşareket manasında kullanılır. Müşareket: Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ve meful aynı işi yapmıştır. Müşareket bâbı olan mufaale babıyla bu bab arasındaki fark: Müfaale babında lafızda fail olan, işi başlatan ve galip durumunda olandır. Bu babda ise fail ve meful arasında işi yapma konusunda müsavilik (eşitlik) olandır. Bu sebeple tefaul babında her ikisi de faillikte aynı olup mağlup olan olmadığından bazen meful zikredilmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْمُتَنَافِسُونَۜ  sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan tefâ’ul babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

خِتَامُهُ مِسْكٌۜ 


Önceki ayetteki  رَح۪يقٍ  için ikinci sıfat olarak gelen ayetin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

خِتَامُهُ  mübteda,  مِسْكٌ  haberidir.

خِتَامُهُ مِسْكٌ  [Onun sonu misktir.] ayetinde teşbîh-i belîğ vardır. Yani güzel koku ve hoşlukta misk gibidir. Burada benzetme edatı (teşbih edatı) ile benzetme yönü (vech-i şebeh) zikredilmeyerek teşbîh-i belîğ olmuştur. (Safvetü’t Tefâsir)

 

 وَف۪ي ذٰلِكَ فَلْيَتَنَافَسِ الْمُتَنَافِسُونَۜ


وَ , itiraziyyedir.  ذٰلِكَ  car mecruru,  يَتَنَافَسِ  fiiline mütealliktir. Şart üslubunda gelen ayette şart cümlesi mahzuftur. 

فَ , mukadder şartın cevabının başına gelen rabıtadır. Cevap olan  لْيَتَنَافَسِ الْمُتَنَافِسُونَ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Takdiri, … إن تمّ التنافس في الأشياء (Eğer bazı konularda rekabet varsa) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. فَلْيَتَنَافَسِ  fiiline müteallik olan car mecrur  ف۪ي ذٰلِكَ , ihtimam için, amiline takdim edilmiştir. 

Allah’ın verdiği nimetlere işaret eden  ذٰلِكَ ’de istiare vardır. 

Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Ayrıca  ف۪ي ذٰلِكَ’ deki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla nimetler, mazruf mesabesindedir. Allah’ın onlara olan lütfu mübalağalı bir şekilde belirtmek üzere bu harf,  عَلَيْ  yerine kullanılmıştır. Nimete sahip olmak, adeta bir şeyin, bir kabın içinde muhafaza edilmesine benzetilmiştir.  Çünkü  nimet, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Câmi’, heriki durumdaki mutlak irtibattır.

ذَ ٰ⁠لِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sûreleri Belâgi Tefsiri, Duhan/57, C. 5, s. 190)

لْيَتَنَافَسِ ‘deki emir lamı teşvik ve tahrik için kullanılmıştır. (Âşûr)  

مُنافس , başkasında görülen bir olgunluğa imrenip ona yetişmek veya daha ileri gitmek için nefislerin güzel şeylerde yarışması duygusudur ki nefsin şerefinden ve gayesinin yüceliğinden kaynaklanır. Haset ile arasındaki fark açıktır. Haset eden olgunluk ve kemale düşmandır. Haset ettiği kimsenin zarar görmesinden, nimetinin yok olmasından memnun kalır. Burada sözü edilen yarışcı ise olgunluğa aşıktır. O, karşısındakinin aşağı düşmesini değil, kendisinin daha ileri gitmesini ister. (Elmalılı)

مُتَنَافِسُونَۜ - يَتَنَافَسِ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

الْمُتَنَافِسُونَۜ  kelimesi, يَتَنَافَسِ  fiilinin  تفاعلة  babında ism-i fail vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. İsm-i fail dolayısıyla yarışı kendi iradeleriyle yaptığını ifade eder. 

تَنَافِسُ  için Vahidî, "Birisi, birşey hususunda cimrilik edip bu şeyin bir başkasına geçmediği zaman, نَفَسْتُ عَلَيْهِ الشَّيْءَ  denilir demiştir. Buradaki تَنَافِسُ de, bu kökten tefa'ul babında olup, iki şahıstan her birinin adeta o şeyin kendinde kalmasını istemesi manasınadır. Buna göre mana, "O içki için istekli olanlar, Allah'ın taatına üşüşmek-koşuşmak suretiyle isteklerini ortaya koysun, yarışsınlar" şeklindedir" demiştir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Günün Mesajı
10-13. ayetlerde bahsedilen kişiler şehvetlerine düşkün, keyiflerince hareket ederek, sonunu düşünmeden Allah'ın ve kullarının haklarını haklarına tecavüz etmeye alışmışlardır. Cezaya ve ceza gününe inanmak hesaplarına gelmez. Keyiflerini kaçıracağı için ceza gününün aslı yoktur derler ve kendilerini bu yolla teskin ve tatmin etmeye çalışırlar.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Satacağı pirinç çuvalının içine taş atan elini tuttu ve ona hz. Ömer’in hayatından bir kesit anlattı. 

Halife hz. Ömer, halkın arasına karıştığı günlerden birinde, bir anneyle kızının arasında geçen konuşmaya şahit oldu. 

Anne satacakları süte su karıştırmak isterken, kızı bunun doğru olmadığını söylüyordu. Hz. Ömer’in yasağını hatırlattığı zaman, annesi halifenin onları görmediği cevabını verdi. Kızı ise hz. Ömer görmese de, Allah’ın onların gördüğünü ve yaptıkları ile kul hakkına gireceklerini söyledi. 

Kızın konuşmasından memnun kalan hz. Ömer, ertesi gün onu yanına çağırttı ve kızın rızasını alarak oğlu Asım ile evlendirdi. Bu iki gencin torunu, ikinci Ömer diye bilinen Ömer bin Abdulaziz oldu.

Kötü ahlakın ile sadece kendine değil, çocuklarına ve torunlarına da yazık edersin. Zira, haramın ve adaletsizliğin normal olduğu ortamda yaşayan kalpler katılaşır ve kararır. Böyle bir kalple, bu tür düşüncelerle ve ortamlarda yetişen evlatlarının güzel ahlaklı olmasını ummak ise ahmaklık olur. Dünyalık herhangi bir rolde ve mertebede, adaletsiz davrandıktan sonra kendine adil olunmasını beklemek ise dengesizliktir.

Rabbimiz! Bizi, razı olduğun müslümanlar zümresine yaz ve canımızı müslüman olarak al. Senin emir ve yasaklarına şeksiz ve şüphesiz iman edenlerden; saygıyla ve ihlasla itaat ederek uygulayanlardan eyle. Evlatlarımıza ve etrafımızdakilere, İslam’ı en güzel şekilde temsil ve tebliğ edenlerden eyle. Bizi, adil kullarından eyle. Hayatımızın her döneminde, adaletsiz davranmaktan ve davranılmaktan muhafaza buyur. 

Amin.

***

Allah’ın ayetlerini yalanlayanların hallerinde bir ukalalık vardır. Çoğu, inananlardan daha akıllı olduğunu düşünür ve kendilerince mantıklı olan cümlelerle doğru yolda oluşlarını açıklarlar. Bütün alem kendilerinden ibaretmiş gibi davranırlar. Zira yaptıkları seçimleriyle pas tutan kalpleri ve zihinleri sığlaşmıştır. Ötesini göremezler.

Belki de bu şöyle açıklanabilir: İnsan evladı sahip olduğu herhangi bir özelliğini, işini ve hatta uzvunu kullanmayı ya da yapmayı bırakırsa; o alanda gerilemeye başlar. Bİr zamanlar kazandıkları varsa eğer, onları da kaybeder. Artık o işte daha ileri gidebilmek için daha çok çaba harcamak zorundadır.

Allah’a teslim olan ve emirlerine itaat ederek yaşayan bir kul şunu görür. Allah, kulunu boş bırakmamıştır. Kulluğunda ve imanında gerileme yaşamaması için gerekli önlemler alınmıştır. Allah için yaşadığını hatırlatacak ayetlerini günlük ibadetlerinde okuyacağı bir düzen kurulmuştur. Zira insanın zikri ne ise fikri de odur.

Ey Allahım! Zikrimiz de, fikrimiz de Sen ol. Bizi Senin razı olduğun amellerle meşgul olan kullarından eyle. Kalplerimizi pas tutmaktan, akıllarımızı kıtlaşmaktan muhafaza buyur. Kalpleri pas tutmuşlardan ve akılları kıtlaşmışlardan uzaklaştır. Kalplerimizi, zihinlerimizi ve bedenlerimizi: Nurun ile aydınlat, rahmetin ile arındır, şifan ile iyileştir ve muhabbetin ile doldur. İki cihanda da nimetlerin ile sevindir. Bizi Naîm cennetlerinde, koltuklarında etrafı seyreden iyi kulların arasına kat. 

Amin.

Zeynep Poyraz: @zeynokoloji