بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَمِزَاجُهُ مِنْ تَسْن۪يمٍۙ
وَمِزَاجُهُ مِنْ تَسْن۪يمٍۙ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la خِتَامُهُ مِسْكٌ cümlesine matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında irab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. مِزَاجُهُ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِنْ تَسْن۪يمٍ car mecruru mahzuf habere mütealliktir.وَمِزَاجُهُ مِنْ تَسْن۪يمٍۙ
Ayet atıf harfi وَ ‘la 26. ayetteki خِتَامُهُ مِسْكٌ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
مِزَاجُهُ mübtedadır. Car mecrur مِنْ تَسْن۪يمٍ , mahzuf habere mütealliktir. مِزَاجُهُ ’daki izafet kısa yoldan izah ve muzâfın şanı için gelmiş olabilir. مِنْ , beyaniyyedir.
تَسْن۪يمٍۙ bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
تَسْن۪يمٍ kelimesindeki nekrelik tazim içindir. Bu kelimenin cennetteki bir kaynağın özel ismi olduğu söylenmiştir. Aslında kaldırdı, yükseltti manasındaki rubai سنَّمَ fiilinin masdarıdır. Veya عَيْناً kelimesini açıklamak için gelmiş تفعيل vezninde masdardır. (https://tafsir.app/ibn-aashoor/83/22, Mahmut Sâfî, Îrab)
Tesnîm, muayyen bir pınarın adıdır. Bu ismin ona verilmesi, cennetin en yüksek şarabı olmasından dolayıdır. Yahut cennet ehline yukarıdan verilmesinden dolayıdır. (Ebüssuûd)
عَيْناً يَشْرَبُ بِهَا الْمُقَرَّبُونَۜ
عَيْناً يَشْرَبُ بِهَا الْمُقَرَّبُونَۜ
Fiil cümlesidir. عَيْناً mahzuf fiilin mef’ûlü bihi olup fetha ile mansubdur. Takdiri, أعني، أو أمدح، أو يسقون (Kastediyorum, methediyorum veya içiyorlar)
يَشْرَبُ fiili عَيْناً ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَشْرَبُ damme ile merfû muzari fiildir. بِهَا car mecruru يَشْرَبُ fiiline mütealliktir. الْمُقَرَّبُونَ fail olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
الْمُقَرَّبُونَ sülâsi mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’îl babının ism-i mef’ûlüdür.عَيْناً يَشْرَبُ بِهَا الْمُقَرَّبُونَۜ
Fasılla gelen ayette عَيْناً , takdiri أعني veya أمدح (Kastediyorum veya methediyorum) olan mahzuf fiilin mef’ûlüdür. Bu takdire göre cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَشْرَبُ بِهَا الْمُقَرَّبُونَ cümlesi, عَيْناً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
عَيْناً kelimesindeki nekrelik tazim, nev ve teksir içindir.
بِهَا car mecruru, يَشْرَبُ fiiline mütealliktir. يَشْرَبُ fiili bu harfle tazmin manası olarak
عَيْناً lâfzı ihtisas olarak maba'dinin tefsir ettiği bir fiille mensûbtur. (Onu Allah'ın kulları içer) ondan zevk duyarak yahut katılmış olarak demektir. بِ edatının zait yahut مِنَ manasına olduğu da söylenmiştir, çünkü içme ondan (kadehten) olduğu gibi ondan başlar. (Beyzâvî, İnsan/6)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِهَا , ihtimam için faile takdim edilmiştir.
Müsnedün ileyh olan الْمُقَرَّبُونَۜ kelimesinin تفعيل babında ism-i mef’ûl olarak gelmesi, bu fiilin, onun üzerinde, başkası tarafından gerçekleştirilmiş olduğunu belirtir.
يَشْرَبُ بِها ibaresindeki بِ harf-i ceri burada mülabeset veya baz manasında gelmiştir. يَشْرَبُ fiilinin mef’ûlü mahzuftur. Hazfedilen mef’ûl الرَّحِيقُ kelimesidir. Yani يَشْرَبُونَ الرَّحِيقَ مُلابِسِينَ لِلْعَيْن karışımı gözleri kapalı içiyorlar demektir. (Âşûr)
اِنَّ الَّذ۪ينَ اَجْرَمُوا كَانُوا مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يَضْحَكُونَۘ
Bu kümedeki âyetler dünyada inançlarından dolayı müminlerle alay eden, onları küçümseyen ve yollarının yanlış olduğunu ileri süren inkârcılar hakkında inmiş olup onları kınamakta ve uyarmaktadır. Özellikle 33. âyette Allah tarafından kendilerine müminleri koruyup kollama görevi verilmediğinin belirtilmesi dikkat çekicidir. Buna göre din konusunda insanların sırf kendi kişisel görüşlerine göre başkalarını yargılama yetkileri yoktur; bu konudaki ölçü ve dayanaklar Allah tarafından konulmuş olup dinî konulardaki eleştiri ve uyarılar da bu çerçevede kalmalıdır. 34-36. âyetlerde müminlerle inkârcılar arasında durumun âhirette tersine döneceği, bu sefer müminlerin inkârcıların içine düştükleri duruma gülecekleri ifade edilmekte, kendileri için hazırlanmış olan mutluluk verici âkıbetten dolayı sevinecekleri bildirilmekte ve inkârcılara hak ettikleri cezanın uygulanmasına başlanıp başlanmadığını merak ederek etrafa bakacakları bildirilmektedir. Burada asıl anlatılmak istenen husus, müminlerin, inkârcıların azap görmelerinden zevk alacakları, mutlu olacakları değil; dünyadayken inananlarla alay eden ve onların sıkıntı çekmelerinden zevk alan inkârcıların, âhirette bu tutumlarının bedelini ödeyecekleri, ettiklerini bulacaklarıdır. Dolayısıyla bu âyetler uyarı amacı taşımaktadır.
اِنَّ الَّذ۪ينَ اَجْرَمُوا كَانُوا مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يَضْحَكُونَۘ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اَجْرَمُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اَجْرَمُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. كَانَ ‘nin dahil olduğu cümle اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl مِنَ harf-i ceriyle يَضْحَكُونَ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. يَضْحَكُونَ fiili كَانَ ‘nin haberi olarak mahallen mansubdur.
اَجْرَمُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi جرم ’dir.
اٰمَنُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ‘dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِنَّ الَّذ۪ينَ اَجْرَمُوا كَانُوا مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يَضْحَكُونَۘ
Ayet, istînâf olarak fasılla gelmiştir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i mevsûl اِنَّ ’nin ismi, كَانُوا مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يَضْحَكُونَۘ cümlesi, haberidir.
اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi, kelamın geliş amacının muhatabın zihninde iyice yerleşmesi ve arkadan gelecek habere işaret içindir.
‘’Onlar’’ lafzının ismi mevsul olarak gelişi; sıla cümlesi ile, yaptıkları fiillerin suç olduğuna tenbih ve sözlerinin makamını açığa çıkarmak içindir. (Âşûr)
Has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan اَجْرَمُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtida-i kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
اِنَّ ’nin haberi olan كَانُوا مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يَضْحَكُونَۘ cümlesi, nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ‘nin haberi olan يَضْحَكُونَ , müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)
كَان ’in haberi muzari fiil olduğunda, genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
Mecrur mahaldeki cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , harf-i cerle birlikte يَضْحَكُونَ fiiline mütealliktir. Sılası olan اٰمَنُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car mecrur مِنَ الَّذ۪ينَ , durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için, amili olan يَضْحَكُونَۘ ‘e takdim edilmiştir.
الَّذ۪ينَ ’lerde reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları, اٰمَنُوا - اَجْرَمُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.وَاِذَا مَرُّوا بِهِمْ يَتَغَامَزُونَۘ
وَاِذَا مَرُّوا بِهِمْ يَتَغَامَزُونَۘ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la يَضْحَكُونَ cümlesine matuftur.
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. مَرُّوا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
إِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَرُّوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِهِمْ car mecruru مَرُّوا fiiline mütealliktir.
فَ karînesi olmadan gelen يَتَغَامَزُونَ cümlesi şartın cevabıdır. يَتَغَامَزُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Şartın cevabıdır.
يَتَغَامَزُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tefâ’ul babındadır. Sülâsîsi غمز ‘dir.
Tefâ’ul babı müşareket manasında kullanılır. Müşareket: Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ve mef’ûl aynı işi yapmıştır. Müşareket babı olan mufaale babıyla bu bab arasındaki fark: Mufaale babında lafızda fail olan, işi başlatan ve galip durumunda olandır. Bu babda ise fail ve mef’ûl arasında işi yapma konusunda müsavilik (eşitlik) olandır. Bu sebeple tefâ’ul babında her ikisi de faillikte aynı olup mağlup olan olmadığından bazen mef’ûl zikredilmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذَا مَرُّوا بِهِمْ يَتَغَامَزُونَۘ
Ayet, önceki ayetteki يَضْحَكُونَۘ ‘ye وَ ‘la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir.
Şart üslubundaki cümlede, şart edatı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan مَرُّوا بِهِمْ şart cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Şart manalı zaman zarfı اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi يَتَغَامَزُونَ , müspet muzari fiil sıygasında olup faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Cevap fiilinin muzari sıygada gelmesi istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Burada إنْ değil, اِذَا buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü اِذَا harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. إنْ harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 397)وَاِذَا انْقَلَـبُٓوا اِلٰٓى اَهْلِهِمُ انْقَلَبُوا فَكِه۪ينَۘ
وَاِذَا انْقَلَـبُٓوا اِلٰٓى اَهْلِهِمُ انْقَلَبُوا فَكِه۪ينَۘ
İkinci şart cümlesi, atıf harfi وَ ‘la يَضْحَكُونَۘ cümlesine matuftur.
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. انْقَلَـبُٓوا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
إِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
انْقَلَـبُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اِلٰٓى اَهْلِهِمُ car mecruru انْقَلَـبُٓوا fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هِمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ karînesi olmadan gelen انْقَلَبُوا cümlesi şartın cevabıdır. انْقَلَبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. فَكِه۪ينَ kelimesi انْقَلَـبُٓوا ‘daki failin hali olup nasb alameti ي ‘dir.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
انْقَلَـبُٓوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İnfiâl babındadır. Sülâsîsi قلب ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, mücerred yapıdaki asıl anlamıyla kullanılması gibi anlamlar katar.
فَكِه۪ينَ sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذَا انْقَلَـبُٓوا اِلٰٓى اَهْلِهِمُ انْقَلَبُوا فَكِه۪ينَۘ
Şart üslubunda gelen ayet, وَ ‘la önceki ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Şart edatı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan انْقَلَـبُٓوا اِلٰٓى اَهْلِهِمُ şart cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Şart manalı zaman zarfı اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi انْقَلَبُوا فَكِه۪ينَ , müspet mazi fiil sıygasındaki cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
فَكِه۪ينَ kelimesi انْقَلَبُوا ’nun failinden haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
انْقَلَبُوا fiilinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Ayrıca bu fiiller şart ve ceza manalarında geldiği için de terdîd sanatı vardır.
Onların dönme fiillerini vurgulamak için انْقَلَبُوا fiili tekrarlanmıştır. Çünkü fiilin tekrarlanması, dinleyicinin zihnindeki anlamın netliğini artırmaktadır. Öyle ki, o hali gerçekte yaşanıyormuş gibi muhatabın gözünde canlandırır. (Âşûr)
فَكِه۪ينَۘ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
وَاِذَا رَاَوْهُمْ قَالُٓوا اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ لَضَٓالُّونَۙ
وَاِذَا رَاَوْهُمْ قَالُٓوا اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ لَضَٓالُّونَۙ
Üçüncü şart cümlesi, atıf harfi وَ ‘la يَضْحَكُونَۘ cümlesine mahallen mansub veya 29. Ayetteki كَانُوا cümlesine mahallen merfû yada önceki şart-cevap cümlesine matuftur.
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. رَاَوْهُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
إِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَاَوْهُمْ mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَ karînesi olmadan gelen قَالُٓوا اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ لَضَٓالُّونَ cümlesi şartın cevabıdır. قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli, اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ لَضَٓالُّونَ ‘dir. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. Şartın cevabıdır.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هٰٓؤُ۬لَٓاءِ işaret ismi اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. ضَٓالُّونَۙ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
ضَٓالُّونَۙ kelimesi, sülâsi mücerredi ضلل olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذَا رَاَوْهُمْ قَالُٓوا اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ لَضَٓالُّونَۙ
Şart üslubunda gelen ayet, وَ ‘la önceki ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Şart üslubunda gelmiştir. Şart edatı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan رَاَوْهُمْ şart cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Şart manalı zaman zarfı اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
فَ , karinesi olmadan gelen cevap cümlesi قَالُٓوا اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ لَضَٓالُّون , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُٓوا fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ لَضَٓالُّونَ cümlesi, اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müşrikler sözlerini, inançlarına bağlılıklarını belirtmek ve etrafındakileri ikna etmek maksadıyla birden fazla unsurla tekit etmişlerdir.
Müsnedün ileyhin ismi işaret olarak gelmesi, mütekellimin işaret edilene dikkat çekip, tahkir amacına işaret eder.
Müsned olan ضَٓالُّونَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
Haberin ibtida lamı ile tekid edilmesi, habere vurgu ile haberi doğrulamak içindir. (Âşûr)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidâî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.وَمَٓا اُرْسِلُوا عَلَيْهِمْ حَافِظ۪ينَۜ
وَمَٓا اُرْسِلُوا عَلَيْهِمْ حَافِظ۪ينَۜ
وَ haliyyedir. مَٓا اُرْسِلُوا cümlesi önceki ayetteki قَالُٓوا ‘nun failinin hali olarak mahallen mansubdur.
Fiil cümlesidir. مَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اُرْسِلُوا damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. عَلَيْهِمْ car mecruru حَافِظ۪ينَۜ ‘e mütealliktir.
حَافِظ۪ينَ kelimesi اُرْسِلُوا ‘daki zamirin hali olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُرْسِلُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رسل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
حَافِظ۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerredi حفظ olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَٓا اُرْسِلُوا عَلَيْهِمْ حَافِظ۪ينَۜ
Hal وَ ‘ıyla gelen ayet, önceki ayetteki قَالُٓوا fiilinin failinden haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
اُرْسِلُوا fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car mecrur عَلَيْهِمْ , durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için amili olan حَافِظ۪ينَۜ ‘ye takdim edilmiştir.
Ayet hal makamında gelmiştir. عَلَي harfi mecazî isti’la manasındadır. Harf-i cerin müteallakına takdimi ihtimam içindir. (Âşûr)
اُرْسِلُوا filinin failinden hal olan حَافِظ۪ينَۜ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin hudûs ve yenilenmesine işaret etmiştir.
Mazi fiilin مَٓا harfiyle olumsuzlanması, لَمْ harfiyle olumsuzlanmasından daha kuvvetlidir. Çünkü مَٓا harfiyle olumsuzlanmış mazi fiil, لَمْ ile olumsuzlanmış mazi fiilin aksine, kasemin cevabı menzilindedir. Dolayısıyla bu tabir tekitli bir olumsuzluk demektir. (Samerrâî, Beyanî Tefsir yolu, Hûd/53, c. 3, s. 219)
Bu kelam, müşrikler için tahkir ifade etmekte ve onların söylemeye cüret ettikleri sözlerin, Allah tarafından gönderilmiş elçilerin vazifeleri olduğunu zımnen bildirmektedir. (Ebüssuûd)
فَالْيَوْمَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنَ الْكُفَّارِ يَضْحَكُونَۙ
فَالْيَوْمَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنَ الْكُفَّارِ يَضْحَكُونَۙ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن كان الذين أجرموا يضحكون من الذين آمنوا في الدنيا فالذين آمنوا يضحكون اليوم من الكافرين (Günah işleyenler dünyada iman edenlere gülerlerse, iman edenler de bugün kafirlere güleceklerdir.) şeklindedir.
الْيَوْمَ zaman zarfı يَضْحَكُونَ fiiline mütealliktir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. مِنَ الْكُفَّارِ car mecruru يَضْحَكُونَ fiiline mütealliktir. يَضْحَكُونَۙ fiili الَّذ۪ينَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَضْحَكُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اٰمَنُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ‘dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَالْيَوْمَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنَ الْكُفَّارِ يَضْحَكُونَۙ
Şart üslubundaki ayet, fasılla gelmiştir. فَ , mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Takdiri … إن كان الذين أجرموا يضحكون من الذين آمنوا في الدنيا (Eğer mücrimler dünyada müminlere güldülerse..) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)
اليَوْمِ kelimesinin mansub bir zarf olarak ال ile marife olması, bu günün ayetin nazil günü , yani mütekellimin bu sözü söylediği zamanı gösterir. (Âşûr)
Cevap cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الَّذ۪ينَ mübteda, يَضْحَكُونَۙ cümlesi haberdir.
İsm-i mevsûlün sılası olan اٰمَنُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, mevzubahis kişileri tazim ve arkadan gelecek habere dikkat uyandırmak içindir.
Haber olan يَضْحَكُونَۙ müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin muzari sıygada cümle olarak gelmesi hükmü takviye, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فاليَوْمَ يَضْحَكُ الَّذِينَ آمَنُوا şeklinde söylenmeyip الَّذِينَ آمَنُوا مِنَ الكُفّارِ يَضْحَكُونَ diye söylenerek müsnedün ileyhin fiil olan müsnede takdim edilmesi hasır içindir. Bu كانُوا مِنَ الَّذِينَ آمَنُوا يَضْحَكُونَ sözüne mukabil izafi kasırdır. Yani müşriklerin müminlerle alay etmesi ortadan kalktı, bugün müminler kafirlere gülüyor, tersi değil demektir. (Âşûr)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur مِنَ الْكُفَّارِ ve zaman zarfı الْيَوْمَ , siyaktaki önemlerine binaen amil olan يَضْحَكُونَۙ ‘ye takdim edilmişlerdir.
الْكُفَّارِ mübalağa kalıplarındandır. Vurgulu ifade için mübalağa kalıbıyla gelmiştir.
مِنَ الكُفّارِ sözü kâfirlik vasfını zemmetmek içindir. “Onlara gülüyorlar” diye zamirle söylemek yerine açık isim olarak getirilmiştir. (Âşûr)
اٰمَنُوا - الْكُفَّارِ kelimeleri arasında tıbâk-ı icâb sanatı vardır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
اٰمَنُوا - يَضْحَكُونَۙ kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
عَلَى الْاَرَٓائِكِۙ يَنْظُرُونَۜ
عَلَى الْاَرَٓائِكِۙ يَنْظُرُونَۜ
عَلَى الْاَرَٓائِكِۙ car mecruru يَنْظُرُونَ ‘nin failinin mahzuf haline mütealliktir. يَنْظُرُونَ fiili يَضْحَكُونَ ‘deki failin hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında و gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَنْظُرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
عَلَى الْاَرَٓائِكِۙ يَنْظُرُونَۜ
Fasılla gelen ayet, önceki ayetteki يَضْحَكُونَ ‘nin failinden haldir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlarla yapılan ıtnâb sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. يَنْظُرُونَۜ fiilinin mahzuf haline müteallik olan car mecrur عَلَى الْاَرَٓائِكِۙ , fiile takdim edilmiştir.
يَنْظُرُونَۜ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
هَلْ ثُوِّبَ الْكُفَّارُ مَا كَانُوا يَفْعَلُونَ
هَلْ ثُوِّبَ الْكُفَّارُ مَا كَانُوا يَفْعَلُونَ
Fiil cümlesidir. هَلْ istifham harfidir. ثُوِّبَ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. الْكُفَّارُ naib-i fail olup lafzen merfûdur. مَا ve masdar-ı müevvel mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يَفْعَلُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يَفْعَلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
هَلْ ثُوِّبَ الْكُفَّارُ مَا كَانُوا يَفْعَلُونَ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İnkârî istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, cevabı malum bir soru şeklindeki cümle, vaz edildiği anlamdan çıkarak tevbih ve tahkir manası kazandığı için mecâz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda, tecâhül-i ârif sanatı vardır.
هَلْ ile gelen istifham, soru ile; sorulan şeyin gerçekleştiğini ifade ettiğinden soru manasında olmayıp, sorulan sorunun tahakkuk ettiğine/edeceğine delalet eder. Bu sebeple gelecek olan cevap da tahakkuk manasıyla olacaktır. İstifham bu yüzden mecazî, tehekkümî ve inkârîdir. (Âşûr, Yunus/102)
هَلْ ile yapılan istifham takriridir ve uzun zaman sonra hala kurtulamamalarına taaccüptür. (Âşûr)
Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilme sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mazi fiil sıygasında gelen cümle, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
ثُوِّبَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
الثَّوابُ (Sevap, ödül): Övgüye değer bir davranışa karşılık verilen iyiliktir. Bu onun hakikati ve zahiri temelidir. Bunun için burada şerri ödüllendirmekte kullanılarak istiare-i tehekkümiyye yapılmıştır. (Âşûr)
Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûl konumundadır.
مَا ‘nın sılası olan كَانُوا يَفْعَلُونَ cümlesi كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. كَانَ ’nin haberi olan يَفْعَلُونَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)
كَان ’in haberi muzari fiil olduğunda, genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
يَفْعَلُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
Surenin sonunda konuyu en güzel şekilde bağlayarak mükemmel bir sonuç teşkil eden bu ayet, sözün makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlanması olan hüsn-i inteha sanatının güzel bir örneğidir.
Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatab artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaad ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Surenin, ayet sonlarındaki fasıla harfleri ونَ ve ينَ ile meydana gelen lafzî güzellik, muhatabın dinlemeye ve okumaya olan meylini artırmaktadır. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اِذَا السَّمَٓاءُ انْشَقَّتْۙ
Kur’an, muhtelif âyetlerde kıyametin kopma zamanıyla ilgili bilginin Allah’a mahsus gayb bilgilerinden olduğunu, O’nun dışında, melekler dahil hiç kimsenin bu konuda bilgi sahibi olmadığını ifade ederken (meselâ bk. A‘râf 7/187; Lokmân 31/34; Fussılet 41/47); burada olduğu gibi birçok sûrede kıyametin nasıl kopacağına dair tasvirlerde bulunmakta, bir taraftan evrenin yok oluşuyla diğer taraftan da insanların bilinen bir hayattan başka bir hayata intikalleri esnasında karşılaşacakları dehşet dolu manzaralarla ilgili etkileyici anlatımlara yer vermektedir. Bu âyetlerde de kıyametin kopması esnasında göklerde ve yerde meydana gelecek değişiklikler tasvir edilerek kıyamet günü hakkında Tekvîr ve İnfitâr sûrelerinde anlatılanlar pekiştirilmektedir. Asıl maksat ise insanları uyarma ve onları şimdiden o gün için hazırlık yapmaya teşvik etmektir.
1-2. âyetlerden kıyametin kopma zamanı geldiğinde gökteki yıldızların Allah’ın emrine boyun eğerek yörüngelerinden çıkıp birbirine çarpmak suretiyle parçalanacakları anlaşılmaktadır. 3. âyette zikredilen “yerin dümdüz edilmesi” olayını İbn Âşûr (XXX, 219-220) üç şekilde açıklamıştır: 1. Derinin gerilip düzeltildiği gibi yeryüzündeki dağ ve tepelerin yok edilmesi sonucu dümdüz hale getirilmesi (krş. Tâhâ 20/105-107); 2. Şiddetli deprem sebebiyle yeryüzünde meydana gelecek olan yarılma ve lav püskürmesi gibi jeolojik değişimler neticesinde yeryüzü alanının genişlemesi; 3. Yerin küresel şeklinin bozularak uzun bir şekil alması. Bu ve benzeri değişikliklerin evrendeki genel düzenin bozulmasının doğal bir sonucu olarak meydana geleceği düşünülebilir. 4-5. âyetlerde yeryüzünde meydana gelecek bu değişiklikler sonunda yerin, içindeki ölüleri, maden ve diğer şeylerden ne varsa hepsini dışarı fırlatacağı bildirilmektedir (krş. Tekvîr 81/1-6; İnfitâr 82/1-5). 1-5. âyetlerde kıyamet tasvir edilirken “izâ” edatıyla “şöyle olduğunda” şeklinde şart cümleleri sıralanmışsa da bunların cevabı muhatabın anlayışına bırakılmıştır; tefsirlerde bu noktanın izahı için “herkes yaptığının karşılığını görecektir” veya “artık olan olmuş, işi işten geçmiştir, ondan sonra neler olacağını düşünün!” gibi mânaların takdir edildiği görülmektedir.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 583-585اِذَا السَّمَٓاءُ انْشَقَّتْۙ
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. اِذَا zaman zarfı mukadder cevaba mütealliktir. Takdiri, علمت النفوس أعمالها (Nefisler amellerini bildi) şeklindedir.
إِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan şart fiili mahzuftur. السَّمَٓاءُ mahzuf fiilin faili olup lafzen merfûdur. Sonrasındaki fiil onu tefsir eder. Takdiri, انْشَقَّتْ (Yarıldı) şeklindedir.
انْشَقَّتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘ dir. انْشَقَّتْ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İnfiâl babındadır. Sülâsîsi شقق ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, mücerred yapıdaki asıl anlamıyla kullanılması gibi anlamlar katar.اِذَا السَّمَٓاءُ انْشَقَّتْۙ
Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. Çünkü muhatabın dikkatini celbeder ve dinlemeye teşvik eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Ayet ibtidaiyye olarak gelmiştir.
Şart üslubunda gelen ayette şart edatı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan السَّمَٓاءُ انْشَقَّتْۙ cümlesi şarttır. Cümlede, îcâz-ı hazif sanatı vardır. السَّمَٓاءُ , mahzuf fiilin failidir. Takdiri انْشَقَّتْۙ (Yarıldı) olan fiil mahzuftur.
Bu takdire göre şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
إذا السَّماءُ انْشَقَّتْ olan zarf, bahsedilen haberi abartmak ve teşvik etmek için amili olan كادِحٌ kelimesine takdim edilmiştir. Kelamın aslı şöyledir: يا أيُّها الإنْسانُ إنَّكَ كادِحٌ إذا السَّماءُ انْشَقَّتْ .
Takdiri بُعِثتم (Diriltildiniz) olan cevap cümlesi, mahzuftur.
Bu takdire göre mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. Cevap cümlesinin 6. ayetteki nidanın cevabı olduğu da söylenmiştir.
Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.
Ayette cevabın hazfi, farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
انْشَقَّتْۙ cümlesi, tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
Tefsir cümleleri, önce geçen sözdeki kapalılık veya karışıklığı gidermek manasıyla getirilen öğelerdir. (Ali Bulut, Kur’an-ı Kerim’de Itnâb Üslûbu)
Kur’an’ı Kerim’de uygulanan ıtnâb üsluplarından biridir. Tefsir cümlesinin irabda yeri yoktur.
Kıyamet günüyle ilgili gelen mazi fiil, henüz gerçekleşmemiş bir olayı olmuş gibi göstermek üzere muzari fiil yerine gelmiş, olayın kesinliğine işaret etmiştir. Bu kullanımda mecâz-ı mürsel sanatı vardır.
Burada إنْ değil اِذَا buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü اِذَا harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. إنْ harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 397)
Kur’an-ı Kerim’de yedi sure, şart edatı ile başlamıştır. Bunlar; Vâkıa, Munâfikûn, Tekvir, İnfitar, İnşikâk, Zilzal ve Nasr sureleridir. (İtqan)
إذا انْشَقَّتِ السَّماءُ şeklinde söylenmeyip إذا السَّماءُ انْشَقَّتْ diye söylenerek müsnedün ileyhin fiil olan müsnede takdim edilmesi hükmü takviye içindir. (Âşûr)
وَاَذِنَتْ لِرَبِّهَا وَحُقَّتْۙ
وَاَذِنَتْ لِرَبِّهَا وَحُقَّتْۙ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la şart fiiline matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında irab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. اَذِنَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir. لِرَبِّهَا car mecruru اَذِنَتْ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. حُقَّتْۙ atıf harfi وَ ‘la اَذِنَتْ ‘e matuftur.
حُقَّتْ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هى ‘dir.
وَاَذِنَتْ لِرَبِّهَا وَحُقَّتْۙ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayete mukadder şart fiiline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Şart üslubunda gelen cümle, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
اَذِنَتْ fiiline müteallik لِرَبِّهَا izafetinde, السَّمَٓاءُ ‘ya ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olması السَّمَٓاءُ ‘ya tazim ifade etmiştir.
Aynı üslupta gelen وَحُقَّتْۙ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle اَذِنَتْ لِرَبِّهَا cümlesine atfedilmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
وَحُقَّتْۙ cümlesi matuf ile matufun aleyh arasında gelen itiraz cümlesidir. (Âşûr)
Kıyamet günüyle ilgili gelen mazi fiil, henüz gerçekleşmemiş bir olayı olmuş gibi göstermek üzere muzari fiil yerine gelmiş, olayın kesinliğine işaret etmiştir. Bu kullanımda mecâz-ı mürsel sanatı vardır.
حُقَّتْۙ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
اَذِنَتْ fiili السَّمَٓاءُ ’ya nispet edilmiştir. Bu isnadda istiare vardır. Canlılara mahsus olan işitme fiili semaya nispet edilmiş, böylece bir canlı yerine konmuştur. Aynı zamanda cümlede tecessüm sanatı vardır.
[Rabbini dinlediği zaman] yani ona kulak verdiği, yani kudret eserine itaat ettiği zaman demektir. Bu da onun yarılmasını irade ettiği zaman olacaktır ki, ona amirine kulak veren ve sözünü dinleyen biri gibi itaat eder. (Beyzâvî)
Ayetteki وَاَذِنَتْ لِرَبِّهَا ifadesi [Rabbini dinleyip boyun eğdiği zaman] manasındadır. Çünkü أذن له fiili “ona itaat etti, onu dinledi” manasınadır. Ayetteki حُقَّتْۜ kelimesi, senin, “Falanca şuna müstehaktır, o buna layıktır ve bu onun hakkıdır.” manasında söylediğin, هوحقِق به ve هومهما حُقَّ بكذا deyimlerindendir, yani “O arz boyun eğmeye, karşı koymaya layıktır, bu onun hakkıdır, ona yakışan budur.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)وَاِذَا الْاَرْضُ مُدَّتْۙ
وَاِذَا الْاَرْضُ مُدَّتْۙ
Şart ve cevap cümlesi atıf harfi وَ ‘ la ilk şart cümlesine matuftur.
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. اِذَا zaman zarfı mukadder cevaba mütealliktir. Takdiri, علمت النفوس أعمالها (Nefisler amellerini bildi) şeklindedir.
إِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan şart fiili mahzuftur. الْاَرْضُ mahzuf fiilin faili olup lafzen merfûdur. Sonrasındaki fiil onu tefsir eder. Takdiri, انبسطت (Yayıldı) şeklindedir.
مُدَّتْ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هى ‘dir.
وَاِذَا الْاَرْضُ مُدَّتْۙ
Ayet hükümde ortaklık nedeniyle surenin ilk ayetindeki şart cümlesine atfedilmiştir.
Şart üslubunda gelen ayette şart edatı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan الْاَرْضُ مُدَّتْ cümlesi şarttır. Cümlede, îcâz-ı hazif sanatı vardır. الْاَرْضُ , mahzuf fiilin failidir. Takdiri انبسطت (Yayıldı) olan fiil mahzuftur.
Bu takdire göre şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
Takdiri, علمت النفوس أعمالها (Nefisler amellerini bildi) olan cevap cümlesi, mahzuftur. Cevap cümlesinin 6. ayetteki nidanın cevabı olduğu da söylenmiştir.
Bu takdire göre mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.
Ayette cevabın hazfi, farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
مُدَّتْ cümlesi, tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
Tefsir cümleleri, daha önce geçen sözdeki kapalılık veya karışıklığı gidermek manasıyla getirilen öğelerdir. (Ali Bulut, Kur’an-ı Kerim’de Itnâb Üslûbu)
Kur’an-ı Kerim’de uygulanan ıtnâb üsluplarından biridir. Tefsir cümlesinin îrabda yeri yoktur.
مُدَّتْ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Kıyamet günüyle ilgili gelen mazi fiil, henüz gerçekleşmemiş bir olayı olmuş gibi göstermek üzere muzari fiil yerine gelmiş, olayın kesinliğine işaret etmiştir. Bu kullanımda mecâz-ı mürsel sanatı vardır.
الْاَرْضُ - السَّمَٓاءُ kelimeleri arasında tıbâk-ı icâb sanatı vardır.
أمدَّهُ , fiili de ‘onu uzattı’ manasına gelen مدَّهُ kelimesindendir. Yani “O yeryüzünün alanı, mahlukatın hesap vermek üzere üzerinde durabilmesi için alabildiğine uzatılır...” demektir. Bil ki, bu kelime ister تفعيل den olsun, isterse افعال sıygasından olsun, yeryüzünün her halükarda, mutlaka artırılması gereklidir. Çünkü canlıların en başından en sonuna kadar tümü, kıyamet gününde o yeryüzünün üzerinde duracakları için, onun, enine ve boyuna arttırılması gerilmesi gerekir. (Fahreddin er-Râzî)وَاَلْقَتْ مَا ف۪يهَا وَتَخَلَّتْۙ
وَاَلْقَتْ مَا ف۪يهَا وَتَخَلَّتْۙ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la mahzuf انبسطت fiiline matuf olup mahallen mecrurdur.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. اَلْقَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir.
Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
ف۪يهَا car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. تَخَلَّتْ atıf harfi وَ ‘la اَلْقَتْ ‘e matuftur.
اَلْقَتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi لقي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
تَخَلَّتْ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi خلل ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَاَلْقَتْ مَا ف۪يهَا وَتَخَلَّتْۙ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki mahzuf انبسطت (Yayıldı) fiiline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
اَلْقَتْ fiilinin mef’ûlu konumunda olan müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın, sıla cümlesi mahzuftur. ف۪يهَا , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Aynı üslupta gelen وَتَخَلَّتْ cümlesi, atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
Kıyamet günüyle ilgili gelen mazi fiil, henüz gerçekleşmemiş bir olayı olmuş gibi göstermek üzere muzari fiil yerine gelmiş, olayın kesinliğine işaret etmiştir. Bu kullanımda mecâz-ı mürsel sanatı vardır.
اَلْقَتْ fiilinde istiare vardır. Dünya, bebeğini doğuran bir hamile kadına benzetilmiştir. Hamile kadın hazf edilip, lâzımı olan اَلْقَتْ fiili müstear olarak kalmıştır. (https://tafsir.app/iraab-aldarweesh/83/36, Mahmud Safî, irab)
Bu ayet; ölülerini çıkarıp artık içinde onları barındırmadığı manasını taşır. (Kurtubî)
وَاَذِنَتْ لِرَبِّهَا وَحُقَّتْۜ
وَاَذِنَتْ لِرَبِّهَا وَحُقَّتْۜ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la تَخَلَّتْ cümlesine matuftur. Fiil cümlesidir. اَذِنَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir. لِرَبِّهَا car mecruru اَذِنَتْ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. حُقَّتْ atıf harfi وَ ‘la اَذِنَتْ ‘e matuftur.
حُقَّتْ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هى ‘dir.
وَاَذِنَتْ لِرَبِّهَا وَحُقَّتْۜ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la surenin ilk ayetindeki mukadder şart fiiline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Şart üslubunda gelen cümle, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
اَذِنَتْ fiiline müteallik لِرَبِّهَا izafetinde, الْاَرْضُ ‘ya ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olması الْاَرْضُ ‘ya tazim ifade etmiştir.
Aynı üslupta gelen وَحُقَّتْ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle اَذِنَتْ لِرَبِّهَا cümlesine atfedilmiştir.
حُقَّتْۙ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
Kıyamet günüyle ilgili gelen mazi fiil, henüz gerçekleşmemiş bir olayı olmuş gibi göstermek üzere muzari fiil yerine gelmiş, olayın kesinliğine işaret etmiştir. Bu kullanımda mecâz-ı mürsel sanatı vardır.
Bu ayet, 2. ayetle birebir aynıdır. Bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr, ıtnâb ve terdid sanatları vardır. لِرَبِّهَا ‘daki هَا zamiri dünyaya aittir.
Terim olarak tekrar, “söz söyleyenin, bir vasıf, övgü, yergi, korkutma, tehdit vb.lerini tekid etmek için bir kelimeyi lafız ve mana olarak yeniden söylemesi, tekrar etmesi, yani birden fazla kere söylemesidir.
İlk beş ayette, yer ve göğün Cenab-ı Allah’ın emrine karşı mutlak itaat içinde oldukları yüksek ve âlî bir üslupla anlatılmaktadır.
Kur’an’daki zikredildiği bağlam düşünüldüğünde bu ayetlerin ifade sadedinin, Allah’ın nimetlerinden birinin kevni ayetlerin içine gizlenerek insanlara nimetlerinin hatırlatılması olduğu görülecektir. Müfessirler bu vb. bağlamının dışında anlamlar yüklenebilen ayetlerde de idmâc sanatı olduğu görüşündedirler. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
Bu ayet iki kere zikredildi. Zira birincisi gökle ilgili, ikincisi yerle ilgilidir. Her bir şey bir başka şeyle bağlantılı olunca tekrar sayılmaz. اِذَا ’nın cevabı hazf edilmiştir. Takdiri şöyledir: Bütün bu sayılanlar gerçekleşince sözle ifade edilemeyecek derecede korkunç şeyler olacaktır. (Rûhu’l Beyân)
Rabbini dinlediği zaman ona kulak verdiği yani kudret eserine itaat ettiği zaman demektir. Bu da onun yarılmasını irade ettiği zaman olacaktır ki, ona amirine kulak veren ve sözünü dinleyen biri gibi itaat eder. (Beyzâvî)
Ayetteki وَاَذِنَتْ لِرَبِّهَا ifadesi [Rabbini dinleyip boyun eğdiği zaman] manasındadır. Çünkü أذن له fiili “ona itaat etti, onu dinledi” manasınadır. Ayetteki حُقَّتْۜ kelimesi, senin, “Falanca şuna müstehaktır, o buna layıktır ve bu onun hakkıdır.” manasında söylediğin, هوحقِق به ve هومهما حُقَّ بكذا deyimlerindendir, yani “O arz boyun eğmeye, karşı koymaya layıktır, bu onun hakkıdır, ona yakışan budur.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)يَٓا اَيُّهَا الْاِنْسَانُ اِنَّكَ كَادِحٌ اِلٰى رَبِّكَ كَدْحاً فَمُلَاق۪يهِۚ
يَٓا اَيُّهَا الْاِنْسَانُ اِنَّكَ كَادِحٌ اِلٰى رَبِّكَ كَدْحاً فَمُلَاق۪يهِۚ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْاِنْسَانُ münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i bâz, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı اِنَّكَ كَادِحٌ اِلٰى رَبِّكَ ‘dır.
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. كَ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. كَادِحٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
اِلٰى رَبِّكَ car mecruru كَادِحٌ ‘a müteallktir. Muzaf mahzuftur. Takdiri, إلى لقاء ربّك (Senin Rabbinle buluşmaya) şeklindedir. كَدْحاً amili ism-i fail كَادِحٌ ‘nun mef’ûlü mutlakı olup fetha ile mansubdur.
İsm-i failin fiil gibi amel şartları şunlardır:
1. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır. 2. Haber olmalıdır. 3. Sıfat olmalıdır. 4. Hal olmalıdır.
5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.
Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ismi fail kendisinden sonra fail ve meful alabilir. Bu fail veya mef’ûl bazen ismi failin muzâfun ileyhi konumunda da gelebilir. İsm-i fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُلَاق۪يهِ atıf harfi فَ ile nidanın cevabına matuf olup ي üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَادِحٌ kelimesi, sülâsi mücerredi كدح olan fiilin ism-i failidir.
مُلَاق۪يهِ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan mufâ’ale babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَٓا اَيُّهَا الْاِنْسَانُ اِنَّكَ كَادِحٌ اِلٰى رَبِّكَ كَدْحاً فَمُلَاق۪يهِۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. يَٓا nida edatı, اَيُّ münadadır. هَا , tekid ifade eden tenbih harfidir.
يَٓا اَيُّهَا الْاِنْسَانُ nidasıyla, arkadan gelen mananın önemine dikkat çekilmiştir.
Nidanın cevabı olan اِنَّكَ كَادِحٌ اِلٰى رَبِّكَ كَدْحاً cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi ve mef’ûlü mutlak olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَ muttasıl zamir, اِنَّ ’nin ismi, كَادِحٌ haberidir. اِلٰى رَبِّكَ car mecruru, كَادِحٌ ’a mütealliktir.
كَدْحاً , mef’ûlü mutlak olarak cümleyi tekid etmiştir.
Veciz ifade kastına matuf رَبِّكَ izafeti muzâfun ileyhin şanı içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
مُلَاق۪يهِۚ izafeti, haber olan كَادِحٌ ’a فَ ile atfedilmiştir.
كَادِحٌ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
مفاعلة babının mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelen فَمُلَاق۪يهِۚ mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
كَدْحاً - كَادِحٌ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitapları ile başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)
Kur’an’da bu tip يَٓا اَيُّهَا formunda nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43)
Bu hitap ile bütün insanlar kastedilmiş olup, bu, bütün erkekler kastedilerek يَٓا اَيُّهَا الرجُلُ (Ey adam…) denilmesi gibidir. Burada da böyledir. Böylece Cenâb-ı Hak adeta, bu hitabı, insanlığın her bir ferdine tahsis etmiş gibidir. Kaffâl böylesi ifadenin, lafzın, "umûm" oluşundan daha beliğ olacağını, zira, bu ifadenin, her bir ferde bizatihi hitap edilmişcesine bir tahsisin yerine geçeceğini, ama umûm ifade eden lafzın ise böyle olamayacağını söylemiştir. (Fahreddin er-Râzî - Âşûr)
كَدْح , nefsi işte yormak, hırpalamak, kazanç için çok çalışmak demektir. Buna göre mana şöyledir: Sen Rabbine kavuşuncaya yani ölünceye kadar güç ve gayret sarfederek çok ciddi koşturma içindesin. Ölüm sonrası haller ise ölüm öncesinden daha zordur, daha çok çalışma gerektirir. (Rûhu’l Beyân)
Bil ki, Cenab-ı Hakk'ın, bu surenin başından buraya kadar olan ifadeleri, bir şart cümlesi (cümleleri)dir. Binaenaleyh, bunların mutlaka bir cezası, cevabı olması gerekir. Alimler bu cevabın ne olduğu hususunda ihtilaf etmiş ve şu izahları yapmışlardır.
1) Keşşâf sahibi şöyle der: "Burada,şart edatının cevabı, anlayan herkesin (hayal gücünü çalıştırarak) her şeyi anlayabilmesi için hazfedilmiştir. Böylece de bu, daha fazla korkutucu ve ürkütücü olmuştur."
2) Ferrâ ise şöyle der: "Burada bu şartın cevabı getirilmemiştir. Zira, şartın cevabının ne olacağı malumdur. Zira, bunun manası, Kur'an'ın diğer ayetlerinde de defaatle geçmiştir. Dolayısıyla da maruf ve malum olmuştur. Ki, bunun bir benzeri de Cenab-ı Hakk'ın,
اِنَّا اَنْزَلْنَاهُ فٖى لَيْلَةِ الْقَدْرِ (Kadr, 1) ifadesidir. Burada, هُوَ zamirinin mercii olan Kur'an kelimesi zikredilmemiştir. Çünkü, bu zamirin merciinin Kur'ân olduğu diğer yerlerde açık bir biçimde geçmektedir."(Fahreddin er-Râzî)
Ayetteki, اِنَّكَ كَادِحٌ hitabına gelince, bil ki, bu kelime, insanların, bir iş konusunda iyice çaba sarf etmesi ve bu gayretinin, o işte tesirini göstermesi anlamında olup, bu kullanılış "Cildini tahriş etti.." manasında kullanılan, كَدَحَ جِلْدَهُ deyimindendir.
Ayetteki, اِلٰى رَبِّكَ "Rabbine kadar" ifadesine gelince, bu hususta üç izah yapılabilir:
a) "Sen, Rabbine kavuşuncaya, yani ölünceye değin..." demektir. Bu da, "Bu çalışıp çabalaman, işte bu zamana kadar sürüp devam edecektir" demektir. Ben derim ki, bu açıklamada şöyle bir incelik vardır: Bu böyledir, zira, bu durum, insanın dünya hayatının ta başından sonuna kadar böyle zorluk, meşakkat ve yorgunluktan başını alamayacağını gösterir. Binaenaleyh, buradaki
اِلٰى kelimesi, intihâ-i gaye (mesafenin sonunu bildiren) ve manaya geldiği için, bu, bu zorluğun ve güçlüğün, sürünme ve çabanın, dünya hayatının son bulmasıyla son bulacağına; bundan sonra ise, sırf saadet ve rahmet olan bir hayatın meydana geleceğine delalet eder ki, bu makuldür.
Çünkü, ahiretin dünyaya nispeti, dünyanın, annenin rahmine olan nispeti gibidir. Şimdi, "Ey cenin, sen, annenin rahminden ayrılıncaya değin çalışıp çabalayacaksın..." denilebileceği gibi, annenin rahminden ayrıldıktan sonraki hal bundan önceki duruma nisbet edildiğinde, çalışıp çabalamadan, o karanlıktan kurtulmuş ve beri olmuş olur. Binâenaleyh biz, ölümünüzden sonra da, durumunuzun, böyle olmasını, Allah'ın lütfundan ötürü umarız..(Fahreddin er-Râzî)
فَاَمَّا مَنْ اُو۫تِيَ كِتَابَهُ بِيَم۪ينِه۪ۙ
Ayetteki “kitap”tan maksat, kişinin dünya hayatında yapmış olduğu iyi veya kötü amellerle ilgili bilgileri içeren “amel defteri”dir. “Kitabı sağından verilenler” ise müminlerdir. Kur’an-ı Kerîm, insanların dünyada yapmış oldukları doğru-yanlış, hayır-şer, iyi-kötü her türlü inanç, söz ve davranışların görevli melekler tarafından anında kaydedildiğini bildirmektedir (yine bk. Kāf 50/17; İnfitâr 82/10-13). İşte amellerin kaydedildiği bu defterler âhirette ortaya konulacak (bk. Kehf 18/49), cennetliklere sağından, cehennemliklere de solundan veya arkasından verilerek, kişiye kitabını kendisinin okuması emredilecektir (bk. İsrâ 17/14; Vâkıa 56/1-10). Birçok kültürde olduğu gibi Kur’an’ın ilk muhatapları olan Araplar’ın kültüründe de “sağ” kavramı iyi, hayırlı, uğurlu şeyleri ifade ettiği için burada da iyilerin ödülleri olarak sembolik bir anlam taşımaktadır. Sonuçta kitabın sağdan verilmesi, kişinin mutlu olacağını ifade eder. Bunlar dünyada Allah’ın rızâsına uygun hareket ettikleri için hesapları kolay olur. Hz. Peygamber kolay hesabın, ince elenip sık dokunmadan yapılan bir yoklama olduğunu ifade etmiştir (Buhârî, “Tefsîr”, 84). Bu sebeple kitabı sağından verilen kimse sevinçli ve mutlu olarak yakınlarına döner. Yakınlarından maksadın ne olduğu hususunda, cennette olan komşuları, aynı nimet ve ikramlara nâil olan cennet arkadaşları, kendisinden önce cennete gitmiş olan dünyadaki eş ve çocukları vb. değişik açıklamalar yapılmıştır. Bütün bunların ortak noktası, Yüce Allah tarafından ödüle lâyık görülmüş saygın bir kişi olmanın mutluluğunu yaşayacak olmasıdır (meselâ bk. Şevkânî, V, 472).
Kitabın arkadan veya sol tarafından verilmesi de kişinin inkârcı ve bedbaht olduğunu ifade eder. 11. âyette belirtildiği üzere bu sonunculara amel defterleri verildiğinde “Eyvah! Keşke bana kitabım verilmeseydi de hesabımın ne olduğunu bilmeseydim!” diyerek acı içinde kıvranacaklar (bk. Hâkka 69/25-26), ölüp yok olmayı temenni edeceklerdir. Ancak 12. âyette âhiretteki pişmanlığın fayda vermeyeceği ve cezalarını çekmek üzere cehenneme girecekleri ifade edilmiştir. Çünkü bunlar dünyada Allah’a ve âhiret gününe inanmayan, O’nun rızâsına uygun hareket etmeyen ve rablerine hiç dönmeyeceklermiş gibi sorumsuzluk içinde yaşayan, kısacık hayatlarını sadece zevk ve eğlence içerisinde geçirerek israf eden kimselerdir. Oysa 15. âyette belirtildiği üzere yüce Allah insanı görüp gözetlemekte ve bütün yapıp ettiklerini izlemektedir, âhiretteki karşılığını da buna göre verecektir.
فَاَمَّا مَنْ اُو۫تِيَ كِتَابَهُ بِيَم۪ينِه۪ۙ
Ayet, atıf harfi فَ ile nidanın cevap cümlesine matuftur. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَمَّا şart ve tafsil harfidir. مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.
اُو۫تِيَ şart fiili olup, fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir. كِتَابَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِيَم۪ينِه۪ۙ car mecruru اُو۫تِيَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اُو۫تِيَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَاَمَّا مَنْ اُو۫تِيَ كِتَابَهُ بِيَم۪ينِه۪ۙ
Ayet atıf harfi فَ ile nidanın cevap cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada şart cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. Şart cümlesinin haber manalı olması bu atfı mümkün kılmıştır.
اَمَّا harf-i şart, tafsil ve tekid için kullanılır. Şart harfi olması için kendisinden sonra فَ harfinin gelmesi zorunludur. Zemahşerî: ‘’ اَمَّا cümleye tekid anlamı kazandırır’’ demiştir. (İtkan, c. 1, s. 421)
Şart, tafsil ve tekid bildiren اَمَّا edatı, cevabının başındaki ف harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında ف harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)
Şart cümlesinde müşterek ism-i mevsûl مَنْ mübtedadır. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi sonraki habere dikkat çekme kastına matuftur. Sılası olan اُو۫تِيَ كِتَابَهُ بِيَم۪ينِه۪ۙ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
بِيَم۪ينِه۪ car mecruru اُو۫تِيَ fiiline mütealliktir.
اُو۫تِيَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Şartın cevabı olan haber, sonraki ayette gelmiştir.
بِيَمِينِهِ sözündeki بِ harfi mülabese veya musahabe içindir, ya da فِي manasındadır. Müteallakı أُوتِيَ fiilidir. (Âşûr)
فَسَوْفَ يُحَاسَبُ حِسَاباً يَس۪يراًۙ
فَسَوْفَ يُحَاسَبُ حِسَاباً يَس۪يراًۙ
فَ harfi, اَمَّا ‘nın cevabının başına gelen rabıta harfidir. سَوْفَ gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif -erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin başına geldiklerinde tekid-vurgu olurlar.
فَسَوْفَ يُحَاسَبُ حِسَاباً يَس۪يراًۙ cevap cümlesi mübteda مَنْ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يُحَاسَبُ damme ile merfû meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. حِسَاباً mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَس۪يراً kelimesi حِسَاباً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.
يُحَاسَبُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi حسب ’dir.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)فَسَوْفَ يُحَاسَبُ حِسَاباً يَس۪يراًۙ
Cümleye dahil olan فَ , harfi, önceki ayetteki اَمَّا ‘nın cevabının başına gelen rabıta harfidir. سَوْفَ ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Şartın cevabı olan bu cümle, aynı zamanda mübtedanın haberidir. Haberin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
سَوْفَ gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif (erteleme) diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan, yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin başına geldiklerinde tekid (vurgu) olurlar.
İbnu Bâşbâz: سَوْفَ kelimesi çoğunlukla, tehdit ve vaîd ifade eden sözlerde, سَ de vaat ifade eden cümlelerde kullanılır. سَوْفَ bazan vaat ifade eden cümlelerde, سَ de vaîd ifade eden cümlelerde bazan kullanılır, der. (İtkan c.1 s.447)
سَوْفَ harfi fiilin gelecekte gerçekleşeceğini belirtir. Çoğunlukla uzak gelecek kastedilir ve bu kullanım yaygındır. (Âşûr)
يُحَاسَبُ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kur’an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Ayetteki, يُحَاسَبُ (muhasebe edilecek) kelimesi ile ilgili bir müşkil vardır: "Çünkü "muhasebe" en az iki kişi arasında olur. Oysa kıyamet günü insanın, Rabbine karşı isteyeceği bir hakkı yoktur ki bir taraf olarak O'ndan hesap istesin? Buna şu şekilde cevap verilir: Kul "Allahım ben falanca günahı işledim" der. Böylece bu, Rabbi ile kulu arasında bir muhasebe olmuş olur. Bunun delili ise, Allahü teâlâ'nın kıyamette özellikle kafirlerle konuşmayacağını belirtmiş olmasıdır. Böylece bu, Hak teâlâ'nın, kendisine itaat edenlerle, itaatkar kulun da O'nunla konuşacağına delalet etmiş olur. Dolayısıyla da bu karşılıklı konuşma, bir muhasebe olmuş olur. (Fahreddin er-Râzî)
حِسَاباً ‘deki nekrelik, nev ifade eder.
حِسَاباً için sıfat olan يَس۪يراً , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
الحِسابُ اليَسِيرُ [Hesabın kolay olması] ; amellerinin kendisine tartışmasız olarak sunulması, böylece amellerinin salih olması halinde, bekleme vaktinin uzun olmaması ve cennete acele olarak girmesidir. Kolay hesap, عَدَمِ المُؤاخَذَةِ kınama, suçlama olmamasından kinayedir. (Âşûr)
وَيَنْقَلِبُ اِلٰٓى اَهْلِه۪ مَسْرُوراًۜ
وَيَنْقَلِبُ اِلٰٓى اَهْلِه۪ مَسْرُوراًۜ
Ayet atıf harfi وَ ‘ la cevap cümlesine matuf olup mahallen meczumdur. Fiil cümlesidir. يَنْقَلِبُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. اِلٰٓى اَهْلِه۪ car mecruru يَنْقَلِبُ fiiline mütealliktir. مَسْرُوراً kelimesi يَنْقَلِبُ ‘daki failin hali olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَنْقَلِبُ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İnfiâl babındadır. Sülâsîsi قلب ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, mücerred yapıdaki asıl anlamıyla kullanılması gibi anlamlar katar. مَسْرُوراً kelimesi, sülâsi mücerredi سرر olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.وَيَنْقَلِبُ اِلٰٓى اَهْلِه۪ مَسْرُوراًۜ
Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki cevap cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İstimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِلٰٓى اَهْلِه۪ car mecruru يَنْقَلِبُ ’ya mütealliktir. مَسْرُوراً kelimesi يَنْقَلِبُ ‘daki failin halidir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
ise fiilin failinin halidir.
يَنْقَلِبُ fiilinin failinden hal olan مَسْرُوراًۜ ‘in ism-i mef’ûl vezninde gelmesi bu fiilin, başkası tarafından o kişinin üzerinde gerçekleştirilmiş olduğuna işaret eder.
Sülâsîsi قلب olan يَنْقَلِبُ fiili انفعل babındadır. Bu bab mutavaat için kullanılır. Bu nedenle geçişsizdir. Bazan da sülâsi fiilin anlamını taşır. Bu baba nakledilecek fiillerin mutlaka etkileri gözle görülen somut fiiller olması gerekir. Üzülmek, sevinmek, anlamak gibi soyut anlamlı fiiller bu baba göre mezid olmazlar.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkipte temsili istiare vardır.
Bu terkib, dünyada yaptığı iyiliklerden sonra zevkle, zaferle ve kurtuluşla kolay hesap yapan kimsenin durumunu, iş için seyahat edenin, ailesine zarar görmeden ve Allah yolunda başarılı olarak döndüğündeki durumunu temsil etmektedir. benzerlik , zaferin, kazancın, güvenliğin ve aileyle buluşmanın sevincinin çokluğudur, hepsi neşe içindedir. Bu, iki varlık arasındaki benzerliktir ve tanıdık neşedir. Muhataplar için konuşma temsili bir istiaredir. (Âşûr)
وَاَمَّا مَنْ اُو۫تِيَ كِتَابَهُ وَرَٓاءَ ظَهْرِه۪ۙ
وَاَمَّا مَنْ اُو۫تِيَ كِتَابَهُ وَرَٓاءَ ظَهْرِه۪ۙ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la 7.ayetteki مَنْ اُو۫تِيَ şart cümlesine matuftur. اَمَّا şart ve tafsil harfidir. مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.
اُو۫تِيَ şart fiili olup fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir. كِتَابَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَرَٓاءَ mekân zarfı اُو۫تِيَ fiiline mütealliktir. ظَهْرِه۪ۙ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.وَاَمَّا مَنْ اُو۫تِيَ كِتَابَهُ وَرَٓاءَ ظَهْرِه۪ۙ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la, 7. ayetteki şart cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Şart üslubunda gelen ayetteki اَمَّا harf-i şart, tafsil ve tekid için kullanılır. Şart harfi olması için kendisinden sonra فَ harfinin gelmesi zorunludur. Zemahşerî: ‘’ اَمَّا cümleye tekid anlamı kazandırır’’ demiştir. (İtkan, c. 1, s. 421)
Şart, tafsil ve tekid bildiren اَمَّا edatı, cevabının başındaki ف harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında ف harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ mübtedadır. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi sonraki habere dikkat çekme kastına matuftur. Sılası olan اُو۫تِيَ كِتَابَهُ وَرَٓاءَ ظَهْرِه۪ۙ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Şartın cevabı olan haber, sonraki ayette gelmiştir.
وَرَٓاءَ mekân zarfı, اُو۫تِيَ fiiline mütealliktir.
وَرَٓاءَ ظَهْرِه۪ۙ izafeti, az sözle çok anlam ifade etme yollarından biridir.
اُو۫تِيَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kur’an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
وَرَٓاءَ ve ظَهْرِه۪ۙ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.فَسَوْفَ يَدْعُوا ثُبُوراًۙ
فَسَوْفَ يَدْعُوا ثُبُوراًۙ
فَ harfi, اَمَّا ‘nın cevabının başına gelen rabıta harfidir. سَوْفَ gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif -erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin başına geldiklerinde tekid-vurgu olurlar.
فَسَوْفَ يَدْعُوا ثُبُوراً cevap cümlesi mübteda مَنْ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَدْعُوا mahzuf elif üzere damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. ثُبُوراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَسَوْفَ يَدْعُوا ثُبُوراًۙ
Cümleye dahil olan فَ , harfi, önceki ayetteki اَمَّا ‘nın cevabının başına gelen rabıta harfidir. سَوْفَ ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Şartın cevabı olan bu cümle, aynı zamanda mübtedanın haberidir. Haberin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip,, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
سَوْفَ gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif (erteleme) diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan, yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin başına geldiklerinde tekid (vurgu) olurlar.
İbnu Bâşbâz: سَوْفَ kelimesi çoğunlukla, tehdit ve vaîd ifade eden sözlerde, سَ de vaat ifade eden cümlelerde kullanılır. سَوْفَ bazan vaat ifade eden cümlelerde, سَ de vaîd ifade eden cümlelerde bazan kullanılır, der. (İtkan c.1 s.447)
ثُبُوراً kelimesi fiilin mef’ûlüdür. Kelimenin tenvinli gelişi nev ve kesret ifade eder. Durumun vehametini vurgular.
فَاَمَّا مَنْ اُو۫تِيَ كِتَابَهُ بِيَم۪ينِه۪ فَسَوْفَ يُحَاسَبُ حِسَاباً يَس۪يراًۙ cümlesiyle, اَمَّا مَنْ اُو۫تِيَ كِتَابَهُ وَرَٓاءَ ظَهْرِه فَسَوْفَ يَدْعُوا ثُبُوراًۙ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
İleride helaki, ölümü çağıracak, ölümü temenni edecek ve يا ثُبُورهُ diyecek ki, o da helaktır. (Beyzâvî)
Bu gibi kelimelerle ifade edilen nida; التَّحَسُّرِ ve التَّوَجُّعِ (üzüntü ve acıyı) ifade etmek için kullanılır. (Âşûr)
وَيَصْلٰى سَع۪يراًۜ
وَيَصْلٰى سَع۪يراًۜ
Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayete matuftur. Fiil cümlesidir. يَصْلٰى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. سَع۪يراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَيَصْلٰى سَع۪يراًۜ
Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki cevap cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Muzari fiil hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mef’ûl olan سَع۪يراً ’in nekre gelişi, tarifi mümkün olmayan nev ifade eder.
Altıncı ayetten itibaren ayetlerde cem‘ mea-taksîm sanatı vardır. İnsan lafzındaki cem defterinin sağdan ve soldan verilmesi bakımından taksim edilmiştir.
Terim olarak cem‘ mea-taksîm, “birden fazla hususu önce bir hükümde cem‘ edip sonra taksîme tabi tutmaktır veya önce taksîm yapıp sonra onları bir hüküm altında birleştirmektir.
Ve alevli ateşe girecektir. Yani onun hararetini doğrudan duyacaktır. Bu da gösteriyor ki, onların ölümü çağırmaları ateşe girmeden evvel olacaktır. İmam Fahreddin er-Râzî de böyle belirtmiştir. (Rûhu’l Beyân)اِنَّهُ كَانَ ف۪ٓي اَهْلِه۪ مَسْرُوراً
اِنَّهُ كَانَ ف۪ٓي اَهْلِه۪ مَسْرُوراً
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. كَانَ ‘nin dahil olduğu cümle اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. ف۪ٓي اَهْلِه۪ car mecruru مَسْرُوراً ‘e mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَسْرُوراً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.
مَسْرُوراً kelimesi, sülâsi mücerredi سرر olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
اِنَّهُ كَانَ ف۪ٓي اَهْلِه۪ مَسْرُوراً
Ta’liliyye olarak gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini ve sebebini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
Âşûr ise itiraz cümlesi olduğu görüşündedir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi sebebiyle tekit ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
اِنّ ’nin haberi, كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. كَانَ ‘nin haberi مَسْرُوراً ’a müteallik olan car mecrur ف۪ٓي اَهْلِه۪ , dünya haline vurgu için amiline takdim edilmiştir.
كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan)
مَسْرُوراًۜ ‘in ism-i mef’ûl vezninde gelmesi bu fiilin, başkası tarafından o kişinin üzerinde gerçekleştirilmiş olduğuna işaret eder.
ف۪ٓي اَهْلِه۪ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi فِی harfi zarfiye manası içerir. Ayette ehline verdiği önem, içi olan bir şeye benzetilerek istiare yapılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. Bu istiareyle, kişinin içinde bulunduğu durumun ne kadar etkili olduğu, onu kapalı bir mekan gibi tamamen kuşattığı ifade edilerek vurgulanmıştır.
Çünkü o, ailesi içinde neşeliydi. Yani dünyada iken aile ve dostları arasında, işin sonunu düşünmeyen, ahiret işlerini akıllarının köşesinden geçirmeyen azgınların yaptığı gibi şımarıklık ve zevk-safa gösterisi yapıyordu. (Rûhu’l Beyân)
إنَّهُ كانَ في أهْلِهِ مَسْرُورًا sözü hallerindeki taaccübü ifade etmek için kullanılmıştır. (Âşûr)
Kur’an-ı Kerim’e bakıldığında, inkarcıların inananların ibadetlerine mani olma ve onlarla alay etme çabası içinde olduğu anlaşılır. Tarihten günümüze kadar yaşananlar da bu gerçeği tekrar ve tekrar kanıtlamıştır. Özellikle de, üstün beyazların belirlediği standartlara uygun yaşamıyorsan ve dedikleri her şeyi desteklemiyorsan, dünyada hiçbir değerin yoktur. Ayrıca mutlu bir hayat sürmen de mümkün değildir.
Filistin savaşına, Batı dünyasının dikkatini çekmek için yayınlanan kimi videolarda yer alan resimler, hep beyazların standartlarına uygundu. Sanki savaştan sonra Filistin halkı gerilemiş ve dindarlaşmıştı. Afganistan’ın değişen yönetimiyle beraber dünyanın her yerinden insanlar (kimi müslümanlar dahil) Afgan kadınlarının ne kadar acınası bir durumda olduğuyla ilgili paylaşımlar yaptı. Kapak resmi olarak da peçeli kadınlar gösterildi. Fransa’nın yasaklarını ise fazla konuşmaya gerek yoktu. Zira, o yasaklar, üstün beyazların standartlarıyla çelişmiyordu. Sömürgelerin, sosyal medyanın ve film-dizi dünyasının yardımlarıyla müslümanlar uyuşturuldu. Kimi onların yönlendirdiği konularda -dinime uygun mu demeden- sesini yükseltti, kimi ise ispatı olmayan komplo teorileriyle boşa kürek çekti. Kimi de kendisini ve dinini küçümseme yolunu seçerek inkarcıların ekmeğine yağ sürdü.
Kur’an-ı Kerim’de inkarcıların müslümanlara güldüğü ve onlarla alay ettiği anlatıldıktan sonra mü’minlerin onlara güleceği günün müjdesi verilir. O günün yüzü gülenlerinden olmak için çabaya ve uyanışa ihtiyaç vardır. Taklidi imandan tahkiki imana taşınarak bilinçlenmeli ve islamofobiye karşı savaşmalı. Bunun yolu da Allah’a itaati ve dinini yaşamayı sevenlerden, sevdiğini de hissettirenlerden olmak ve öyle nesiller yetiştirmektir. Kısacası; mahşer günü İslam bayrağı altında gölgelenmek isteyen; o bayrağı bu dünyada da imanla, azimle, sabırla ve muhabbetle taşımalıdır.
Ey bizi İslam dini ile şereflendiren ve imanı ile aydınlatan Allahım! Bizi; bu halin kıymetini bilenlerden ve dünyaya meyilden doğan nankörlükten af dileyenlerden, ömrü boyunca bu hal için şükredenlerden ve onu korumak için elinden geleni yapanlardan, rahmetin ile bu hal üzere ölenlerden ve dirilenlerden eyle. Senin rızan için amellerimizi yerine getirdiğimizi iddia ederken, aynı zamanda onları şikayetlenerek ya da isteksizce yapma gafletinden muhafaza buyur. Bize, bizi Senin rızana ulaştıracak amellerini sevenlerden, severek yapanlardan ve sevdirenlerden eyle.
İslam yolunda çalışanlardan ve dinini en güzel şekilde yaşayıp tebliğ edenlerden olmak duasıyla.
Amin.
Zeynep Poyraz: @zeynokoloji