بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
مُطَاعٍ ثَمَّ اَم۪ينٍۜ
مُطَاعٍ ثَمَّ اَم۪ينٍۜ
مُطَاعٍ kelimesi önceki ayetteki رَسُولٍ ‘in dördüncü sıfatı olup kesra ile mecrurdur. ثَمَّ mekân zarfı مُطَاعٍ ‘e mütealliktir. اَم۪ينٍ kelimesi رَسُولٍ ‘in beşinci sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُطَاعٍ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i mef’ûlüdür.مُطَاعٍ ثَمَّ اَم۪ينٍۜ
مُطَاعٍ kelimesi önceki ayetteki رَسُولٍ için dördüncü sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Mekân zarfı ثَمَّ orada manasındadır. مُطَاعٍ ’e mütealliktir.
رَسُولٍ ‘ün beşinci sıfatı olan اَم۪ينٍۜ mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
اَم۪ينٍ - مَك۪ينٍ kelimeleri arasında cinas-ı nâkıs vardır.
ثَمَّ tabiri, bahsi geçen mekana, yani Arş Sahibi’nin katına işaret etmekte olup bu da Cebrâil’in Allah’ın nezdinde bulunduğunu ve mukarreb meleklerin saygı gördüğünü, meleklerin onun emriyle iş tutup onun görüşüne başvurduklarını ortaya koymaktadır. ‘Orada’ anlamındaki ثَمَّ Cebrâil’in güvenilirliğine tazim ve bu güvenilirliğin onun sayılan sıfatlarının en üstünü olduğunu açıklamak için (‘ayrıca/üstelik’ anlamında) ثُمَّ şeklinde de okunmuştur. (Keşşâf, Âşûr)
Cebrail, kendisine itaat edilen bir elçidir. Melekler ona itaat ederler. Allah katındaki derecesini bildikleri için onun emirlerine karşı gelmezler, onun görüşünü benimserler. Yer halkına Muhammed (sav)'e itaat etmek farz olduğu gibi, gök ehline de Cebrail'e itaat etmek farzdır. Cebrail aynı zaman da اَم۪ينٍۜ /emindir. Allah onu hainlik ve sapmadan korumuştur. Peygamberlere haber ulaştırma konusunda Allah katında ve gök ehli nezdinde güvenilirliği vardır. (Rûhu’l BeyAn, Âşûr)
Burada اَم۪ينٍۜ lafzı feîl vezninde lakin مَفْعُولٍ yani مَأْمُونٌ manasınadır. (Âşûr)
وَمَا صَاحِبُكُمْ بِمَجْنُونٍۚ
وَمَا صَاحِبُكُمْ بِمَجْنُونٍۚ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la kasemin cevabına matuftur. İsim cümlesidir. مَٓا olumsuzluk harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder. صَاحِبُكُمْ kelimesi مَٓا ‘nın ismi olup lafzen merfûdur .Aynı zamanda muzaftır. بِ harf-i ceri zaiddir.
مَجْنُونٍ lafzen mecrur مَا ‘nın haberi olarak mahallen mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olup mahallen mecrurdur.
مَجْنُونٍ kelimesi, sülâsi mücerredi جنن olan fiilin ism-i mef’ûludür.
وَمَا صَاحِبُكُمْ بِمَجْنُونٍۚ
Ayet atıf harfi وَ ‘la 19. ayetteki اِنَّهُ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَر۪يمٍۙ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet sıygadan menfi sıygaya iltifat sanatı vardır.
Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. مَا nefy harfi ليس gibi amel etmiştir. بِ , tekid ifade eden zaid harftir.
Burada بِ harfi manayı pekiştirmek için gelmiş zaid harftir. Olumlu cümlelerde lâm harfinin tekid ifade ettiği gibi, olumsuz cümlelerde de لَيْسَ ve ما 'nın haberinin başında gelen بِ harfi tekit bildirir.
Kur'an-ı Kerim'de بِ harfi 22 yerde لَيْسَ ’nin, 19 yerde de ما ’nın haberinin başında zâid olarak gelmiştir. ( (Ali Bulut, Kur’ân-ı Kerim’de Itnâb Üslûbu)
وَمَا صَاحِبُكُمْ بِمَجْنُونٍ [Arkadaşınız bir deli değildir.] ayetinde güzel bir kinaye vardır. Yüce Allah, صَاحِبُكُمْ (arkadaşınız) kelimesini, Muhammed (sav)'den kinaye olarak kullanmıştır. (Safvetü’t Tefâsir, Âşûr)
Burada صَاحِبُكُمْ (arkadaşınız) vasfının zikredilmesi, bu yalanı uyduran Mekke kâfirlerinin, Peygamberimizin ahvalini pek iyi bildiklerine ve onun, kendisine nispet ettikleri vasıftan tamamıyla münezzeh olduğunu bildiklerine işaret etmek içindir.
Bazı İslam âlimleri, bu ayette zikredilen Cebrâil (as) ile Peygamberimizin vasıfları arasındaki açık farklılığa bakarak bu ayeti, Cebrâil’in, Peygamberimizden üstün olduğuna delil saymışlardır. Ancak bu, zayıf bir görüştür; çünkü bu ayette kastedilen, kâfirlerin, Peygamberimiz hakkında söyledikleri "Kur’an'ı ona ancak bir insan öğretiyor." ve "Acaba o, yalan yere Allah'a iftira mı etmiştir? Yoksa onda delilik mi var?" şeklindeki sözlerinin reddidir. Yoksa maksat Cebrâil ile Peygamberimizin faziletlerini sayıp aralarında bir karşılaştırma yapmak değildir. (Ebüssuûd, Âşûr)
وَلَقَدْ رَاٰهُ بِالْاُفُقِ الْمُب۪ينِۚ
وَلَقَدْ رَاٰهُ بِالْاُفُقِ الْمُب۪ينِۚ
وَ atıf harfidir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir.Tekid ifade eder.
رَاٰهُ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بِالْاُفُقِ car mecruru رَاٰهُ ‘deki zamirin mahzuf haline mütealliktir. الْمُب۪ينِ kelimesi لْاُفُقِ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُب۪ينِ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)وَلَقَدْ رَاٰهُ بِالْاُفُقِ الْمُب۪ينِۚ
وَ atıf harfidir. لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiili ve muksemün bihin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Mahzuf kasem ve قَدْ ile tekid edilmiş cevap olan رَاٰهُ بِالْاُفُقِ الْمُب۪ينِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
بِالْاُفُقِ ‘nin sıfatı olan اَم۪ينٍۜ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Yemin olsun ki Allah Resulü Cebrâil'i doğu cihetinde, güneşin doğduğu en yüksek kısımda görmüştür. Burada بِالْاُفُقِ ‘den kasıt, güneşin doğduğu yöndür. Çünkü apaçık diye tanımlanmıştır. Zira bizzat ufkun kendisinin, eşyanın ortaya çıkıp aydınlatılmasında bir rolü yoktur. Parlak yıldız ise güneştir. Açık olan ve eşyayı aydınlatan ufuk değil, güneştir.
Rivayet edilmiştir ki Resulullah (sav) Cebrail (as)’dan, Allah'ın kendisini yarattığı surette gözükmesini talep etti. Cebrail dedi ki: ”Buna gücüm yetmez, böyle bir yetkim yok." Bunun üzerine Cenab-ı Hak Cebrail'e, Hz Peygamber Hira Dağından dönerken aslî hüviyetiyle gözükmesine izin verdi. Bu olay peygamberliğin başlangıç dönemlerindeydi. Allah Resulü Cibril'i gördü. Cebrail bütün ufukları doldurmuştur. Ayakları yerde, başı gökte idi. Bir kanadı doğuda, diğer kanadı batıda idi. Yeşil zebercedden altı yüz kanadı vardı. Bu manzara karşısında Hz Peygamber bayıldı. Cebrail de insan şekline girdi. Resulullah'ı bağrına bastı, yüzündeki kumları sildi.
Dediler ki: ”Cebrâil'i aslî suretiyle sadece Hz Peygamber görmüştür. Bu durum Hz Peygamber'e ait özelliklerdendir." (Rûhu’l Beyân, Âşûr)
وَمَا هُوَ عَلَى الْغَيْبِ بِضَن۪ينٍۚ
وَمَا هُوَ عَلَى الْغَيْبِ بِضَن۪ينٍۚ
İsim cümlesidir. مَا olumsuzluk harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder. هُوَ munfasıl zamir مَا ‘nın ismi olarak mahallen merfûdur. عَلَى الْغَيْبِ car mecruru ضَن۪ينٍ mütealliktir.
بِ harf-i ceri zaiddir. بِضَن۪ينٍ lafzen mecrur, مَا ‘nın haberi olarak mahallen mansubdur.
ضَن۪ينٍ sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا هُوَ عَلَى الْغَيْبِ بِضَن۪ينٍۚ
Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki kasemin cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet sıygadan menfi sıygaya iltifat sanatı vardır.
Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. مَا nefy harfi ليس gibi amel etmiştir. بِ , tekid ifade eden zaid harftir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car mecrur عَلَى الْغَيْبِ , ihtimam için amili olan بِضَن۪ينٍۚ ‘e takdim edilmiştir.
بِضَن۪ينٍۚ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Olumlu cümlelerde lâm harfinin tekid ifade ettiği gibi, olumsuz cümlelerde de لَيْسَ ve ما 'nın haberinin başında gelen بِ harfi tekid bildirir.
Kur'an-ı Kerim'de بِ harfi 22 yerde لَيْسَ ’nin, 19 yerde de ما ’nın haberinin başında zaid olarak gelmiştir. (Ali Bulut, Kur’an-ı Kerim’de Itnâb Üslûbu)
ضَن۪ينٍۚ ; cimrilik demek olan الضن kelimesinden türetilmiş faîl kalıbında bir kelimedir. Cimrilik ve kıskançlık yapan manasına gelebileceği gibi, kıskanılan kişi manasına da gelebilir. Yani o sizin görebildiğiniz şeyler hususunda cimri olmadığı gibi gayb ile ilgili hususlarda da kıskanç değildir. Almış olduğu vahyi duyurmada ve sizin gözlem ve ilminizin dışında kalan bilmediğiniz şeyleri haber verip bildirmede cimrilik etmez. Dolayısıyla onun hakkında menfaat elde etmek gibi bir maksat ve suçlama da söz konusu olamaz.
ضَن۪ينٍۚ kelimesi "madûn" yani kıskanılan kişi manasına olduğunda ayet şöyle demek olur: "Sizin gözlem sahanıza giren durumlarda akıllı ve erdemli olduğunu bildiğiniz O Muhammed (sav) gaybe karşı kıskanılacak bir kimse değildir. Onun gaybdan haber vermesi, vahy alması, sizin bilmediğiniz şeyleri bilmesi çok görülmez. Onu o yüksek tabiat ve ahlakta yaratan yüce Allah'ın, gayb ilminden onu vahy ve Peygamberlikle şereflendirmesi de kendisine kıskanılacak, çok görülecek bir şey değildir, ["İnsanlar için, içlerinden bir adama "insanları uyar" diye vahyedişimiz şaşılacak bir şey mi oldu ki?"] (Yunus, 10/2).
Bazı kıraatlerde بظنين okunur. Bu da iki mana ile tefsir olunmuştur:
Birincisi, töhmet manasına الظنة 'den olup, "O, gayb üzerine zanlı, töhmetli değildir, emin ve güvenilir birisidir." demek olur. Ki bu, birinci mana ile aynı gibidir.
İkincisi, suyu az olan kuyuya denilmesinde olduğu gibi zayıflık ve azlık manasından olarak, "O, nefsinde kuvveti zayıf, hafızası çürük, kuruntu ve zan ile söyleyen, heva ve hevesine kapılan bir kimse de değildir." demek olur. Yani vahyi alma ve yerine ulaştırma hususunda hiçbir zayıflığı yoktur. Onun aldığı vahyi normal insanların kuruntu ve zan karışan ve ilim sebeplerinden olmayan ilham ve kalbe doğuşları gibi zayıf zannetmemek gerekir. O kuvvetli, güvenilir ve saygın elçiden tam bir gözlem üzere aldığı bildirileri tam bir kuvvetle alıp koruyarak hiçbir harfini kaybetmeksizin kesin ve şüphesiz bir şekilde alır ve yerine ulaştırır. İşte O Kur'an bu arkadaşınızın apaçık ufukta gördüğü öyle güvenilir, emrine uyulur ve Arş'ın sahibi yanında şerefli, son derece kuvvetli, saygın bir elçiden böyle kuvvet ve emniyetle alıp yerine ulaştırdığı bir kelamdır ki bunu o Arş'ın sahibi yüce Allah'ın göndermiş olduğunda hiç şüphe yoktur. (Elmalılı, Âşûr)
وَمَا هُوَ بِقَوْلِ شَيْطَانٍ رَج۪يمٍۚ
وَمَا هُوَ بِقَوْلِ شَيْطَانٍ رَج۪يمٍۚ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la وَمَا هُوَ عَلَى الْغَيْبِ بِضَن۪ينٍ cümlesine matuftur. İsim cümlesidir. مَا olumsuzluk harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder. هُوَ munfasıl zamir مَا ‘nın ismi olarak mahallen merfûdur. بِ harf-i ceri zaiddir.
بِقَوْلِ lafzen mecrur مَا ‘nın haberi olarak mahallen mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. شَيْطَانٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. رَج۪يمٍ kelimesi شَيْطَانٍ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا هُوَ بِقَوْلِ شَيْطَانٍ رَج۪يمٍۚ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la, önceki ayetteki وَمَا هُوَ عَلَى الْغَيْبِ بِضَن۪ينٍ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. مَا nefy harfi ليس gibi amel etmiştir. مَا ‘nın haberi olan بِقَوْلِ شَيْطَانٍ رَج۪يمٍۚ ‘deki بِ , tekid ifade eden zaid harftir. Cümlede müsnedin izafet formunda gelmesi, az sözle çok mana ifade kastına matuftur.
مَا ‘nın haberi olan بِقَوْلِ , masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Burada بِ harfi manayı pekiştirmek için gelmiş olup zâiddir. Olumlu cümlelerde lâm harfinin tekid ifade ettiği gibi, olumsuz cümlelerde de لَيْسَ ve ما 'nın haberinin başında gelen بِ harfi tekid bildirir.
Kur'an-ı Kerim'de بِ harfi 22 yerde لَيْسَ ’nin, 19 yerde de ما ’nın haberinin başında zaid olarak gelmiştir. (Ali Bulut, Kur’an-ı Kerim’de Itnâb Üslûbu)
شَيْطَانٍ için sıfat olan رَج۪يمٍ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
رَج۪يمٍۚ lafzı feîl vezninde gelmiş lakin meful manasında yani مَرْجُومٌ demektir. (Âşûr)
Bu Kur'an, kulak hırsızlığı yapan birtakım şeytanların sözü değildir. Şeytanın رَج۪يمٍۚ
(kovulmuş) olarak tanımlanması buna delâlet eder. Çünkü Cebrail'in getirmekte olduğu mesajı kulak hırsızlığı yaparak dostlarına haber vermek isteyen şeytanlar gök taşlarıyla kovulurlar. Bu ayet, Kur'an sihirdir, kâhinliktir diyen müşriklere reddiyedir. [Kur'an'ı şeytanlar indirmemiştir."] (Şuarâ: 210) (Rûhu’l Beyân)
فَاَيْنَ تَذْهَبُونَۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَأَيْنَ | o halde nereye? |
|
2 | تَذْهَبُونَ | gidiyorsunuz |
|
فَاَيْنَ تَذْهَبُونَۜ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, … إن تبيّن لكم أمر محمد والقرآن (Eğer size Muhammed’in ve Kur’an’ın durumu belli olduysa nereye gidiyorsunuz) şeklindedir.
اَيْنَ soru ism-i mekan zarfı olup, تَذْهَبُونَ fiiline mütealliktir. تَذْهَبُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.فَاَيْنَ تَذْهَبُونَۜ
Bu ayet, önceki ve sonraki ayetler arasında itiraziyyedir.
فَ , mahzuf şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Şart üslubunda gelen terkipte, cevap cümlesi olan فَاَيْنَ تَذْهَبُونَ , inkarî istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda olmasına rağmen terkib, soru anlamında değildir. Cümle vaz edildiği anlamdan çıkarak inkâr ve uyarı anlamına gelmesi nedeniyle mecazı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı söz konusudur.
Cevabı malum bir soru şeklindeki cümle, haber üslubundan daha etkili hale gelmiş ve onları yaptıkları davranışları düşünmeye, hak söze kulak vermeye çağırmıştır.
Takdiri, … إن تبيّن لكم أمر محمد والقرآن (Eğer size Muhammed’in ve Kur’an’ın durumu belli olduysa…) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)
اَيْنَ soru manası olan mekân zarfı olup تَذْهَبُونَ fiiline mütealliktir. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. İstifham isminin amiline takdimi sadaret hakkı nedeniyledir.
Fiilin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzâri fiilin geldiği hâllerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu ayet, Kur'an konusunda yanlış yol izleyenlerin sapkınlığını dile getirmektedir. Bu söz, senin dosdoğru yol ortaya çıkmışken bu yolu terk eden kimseye karşı: ”İşte doğru yol! Nereye gidiyorsun," demene benzer. Onların bu hali, ana caddeyi terkedip eğri yola sapan kimsenin haline benzer. Sapkınlığını kınamak ve dile getirmek için ona: ”Nereye gidiyorsun," denir. Kur'an hakkında yakışıksız söz söyleyen kimselere de: ”Doğruluğu ve gerçekliği apaçık ortada olan bu yoldan daha emniyetli bir yol var mı ki ona tabi oluyorsunuz?" denir. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)
اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَۙ
Kur’an’ın insanlar için, özellikle doğru yolu tercih etmek isteyenler için uyarıcı, hatırlatıcı ve yol gösterici bir kitap olduğu vurgulandıktan sonra, “doğru yoldan gitmek isteyenler için” ifadesinin açıkça gösterdiği üzere, İslâm’ın din ve vicdan özgürlüğü ilkesi esas alınarak, artık bunlardan ders çıkarıp doğru yolu seçmek insanların hür iradelerine bırakılmış; dolaylı olarak hiç kimsenin kendi iradesinin dışında bir tercihe zorlanamayacağına işaret edilmiştir. Bununla birlikte insanların irade ve eylem güçleri, bir işi dileyip isteme ve yapma imkânları da temelde kendilerinden değil, yine Allah’tandır. Ama imtihan gereği Allah böyle olmasını dilemiş, insanlara bazı eylemlerinde dileyip seçme ve irade hürriyeti vermiştir (bk. İnsan 76/30).
اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَۙ
اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. اِلَّا hasr edatıdır. ذِكْرٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. لِلْعَالَم۪ينَ car mecruru ذِكْرٌ ’nun mahzuf sıfatına mütealliktir.
الْعَالَم۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan علم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَۙ
25. ayetteki nefy için ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Kasrla tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Nefy harfi اِنْ ve istisna edatı اِلَّا ile oluşan kasr mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. هُوَ mevsuf/maksûr, ذِكْرٌ sıfat/maksûrun aleyhtir.
Yani o, alemler için sadece öğüttür. Öğüt olmak dışındaki bütün özellikleri olumsuzlanmıştır. İzafî kasrdır. (Âşûr)
Ayetteki izafî kasr, diğer sıfatlara nispetle, özellikle bu sıfatın mevsufuna tahsisini ifade eder. (Âşûr)
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ذِكْرٌ , Kur’an’dan kinayedir. لِلْعَالَم۪ينَۙ car mecruru ذِكْرٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Nüzul sırası itibariyle 7. olan Tekvîr suresindeki اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَ [O; alemler için bir hatırlatma olmaktan başka bir şey değildir.] (Tekvîr 81/27) ayeti de -ileride buna tekrar değineceğiz- aynı şekilde nefy ve istisna yolu ile gelen bir hasrdır. Bu cümle Yusuf/104 ve Sad/87’de de geçmektedir. ذِكْرٌ ’den kastedilen Kur’ân’dır. Bu üslup yolunun kullanılmasından, muhatapların bir şeyleri inkâr ettiği ve bu yüzden onların inkârına karşılık geldiği anlaşılmaktadır. Müşrikler, Kur’an’ın vahiy olduğunu inkâr edip onu şeytanın, kâhinin ve bir mecnunun sözü olarak görüyorlardı. [Kur’an, kovulmuş şeytanın sözü değildir.] (Tekvîr 81/25) ayeti de onların söylemlerinin böyle olduğunu göstermektedir. İşte Allah, onların vahye dair inkârları karşısında inkârcı bir tutum seçen bu muhataba bu yolla hitap etmiştir. Onların iddialarında yanlış yolda olduğunu [Siz nereye gidiyorsunuz?] (Tekvîr 81/26) cümlesi ile bildirdikten sonra onları hakikate yönlendirmek için [O; âlemler için ancak bir öğüttür] ayetini bildirmiştir. İbn Âşûr, bu ayette izafi hasr olduğunu söylemiştir. Verdiği bilgilere göre Kur’an; ذِكْرٌ kelimesi üzerine hasredilerek onun, mecnun ve kâhin sözü olduğuna dair iddianın iptal edilmesi amaçlanmıştır.
Yine bu surenin 27. ayetinde -yukarıda ele almıştık- nefy ve istisna edatı ile yapılan hasr üslubu ile Kur’an’ın sadece bir öğüt olduğu beyan edilmiştir. Tekvîr suresi zikrettiğimiz bu ayetlerle birlikte içerik olarak bir bütün halinde değerlendirildiğinde hitap muhatap ilişkisi ve ilk dönem açısından önemli bir muhtevaya sahiptir. Hz. Peygamber’in vahyi karşısında direnç gösterip bu vahyin, şeytan sözü olduğunu iddia eden müşriklerin inkârına karşılık Allah’ın katında değerli bir elçi olan Cebrâil’in sözü olduğunu Allah onlara deklare etmiştir. Aynı şekilde getirdiği vahiyden dolayı Hz. Peygamber’i mecnun olarak gören müşrik taifesine karşı onun, mecnun olmadığı açıkça ilan edilmiştir. Burada müşriklerin şöyle bir tutumu ortaya çıkmaktadır: Bu taife vahyi getiren Cebrâil’i, vahyin kendisine geldiği peygamberi, vahyin içeriğini ve vahyi gönderen Allah’ın dilemesinin her şeyin üstünde olduğunu inkâr edip kendilerini müstağni görüyorlardı. İşte bu inkârları sebebiyle surenin başında onlar kıyametle uyarılıp hesapların görülmesi ile korkutuldular. Sonra da onların nazarında bilinen şeylere Allah yemin ettikten sonra, onların inkâr ettikleri şeylerin değerini yüceltti ve hasr yolu ile onların inkârlarına cevap verdi. (Ali Karataş, Erken Dönem Mekkî Surelerdeki Nefy ve İstisna ile Yapılan Hasr, Âşûr)
Alemlerden maksat, insanlar ve cinlerdir. Bunun böyle olduğu akıl gereğidir. Çünkü insanlar ve cinler vaaz ve irşada muhtaçtırlar. Doğru yola girmek isteyenler de, iman ve ibadetle mükellef olanlardır. Bu yola girmek de ancak hakkın araştırılması ve doğrunun benimsenmesiyle mümkündür. (Rûhu’l Beyân)
لِمَنْ شَٓاءَ مِنْكُمْ اَنْ يَسْتَق۪يمَ
لِمَنْ شَٓاءَ مِنْكُمْ اَنْ يَسْتَق۪يمَ
مَنْ müşterek ism-i mevsûl لِ harf-i ceri önceki ayetteki لِلْعَالَم۪ينَ ‘den bedel olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası شَٓاءَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
شَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مِنْكُمْ car mecruru شَٓاءَ fiiline mütealliktir. اَنْ ve masdar-ı müevvel amili شَٓاءَ ‘nin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. muzari fiilin başına “ اَنْ ” harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَسْتَق۪يمَ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
يَسْتَق۪يمَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi قوم ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
لِمَنْ شَٓاءَ مِنْكُمْ اَنْ يَسْتَق۪يمَ
Mecrur mahaldeki müşterek ismi mevsûl مَنْ , önceki ayetteki لِلْعَالَم۪ينَ ’den bedeldir.
Bedel, atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.
Bunun âlemlerden bedel kılınmasının sebebi, İslâm’a girerek istikamet dileyenlerin, öğütten faydalananların sadece bunlar olmasıdır. Böylece her ne kadar hepsine birden nasihat edilmiş olsa da, onlardan başkasına nasihat edilmemiş gibi olmaktadır. (Keşşâf)
Mevsûlün sılası olan شَٓاءَ مِنْكُمْ اَنْ يَسْتَق۪يمَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. شَٓاءَ fiiline müteallik olan car mecrur مِنْكُمْ , ihtimam için, mef’ûl olan masdar-ı müevvele takdim edilmiştir
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يَسْتَق۪يمَ cümlesi, masdar teviliyle شَٓاءَ fiilinin mef’ûlü konumundadır. Masdar-ı müevvel, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Görülüyor ki zikir ve fikir yükümlülüğü, önce buyrularak bütün akıl sahiplerine yöneltildikten sonra özel olarak da doğru yolda gitmek isteyenlerin dilemesine bağlanmıştır. Demek ki yükümlülük ve sorumluluk ihtiyari işlerle ilgilidir. Bunda hidayet de yükümlülerin dilemesine bağlıdır. Hakk'ı arayıp bulmak için her şeyden önce kişinin fikrini hakka ve hayrı kazanmak için azim ve iradesini hayra yöneltmesi gereklidir. Fakat bununla beraber şunu da bilmek gerekir ki yükümlünün dilemesinin şart olmasından, bunun başarı için ne yeterli bir şart ne de müstakil bir illet olması gerekmez. Zikir ve öğütten faydalanabilmek kulun doğru yolda gitmeyi dilemesi şartına bağlı olduğundan dolayı insan irade ve dilemesinde tamamen hür ise ve dolayısıyla doğru yolda olmayı dilemek isterse hemen dileyiverir, dilerse hemen doğru yolda oluvereceğini zannetmemelidir. ["Her insanın ettiğini kendi boynuna taktık."] (İsra, 17/13) ayetinin ifade ettiği manaya göre her insanın sorumluluğu itibariyle mukadderatı kendi dilemesine bağlanarak kendi boynuna geçirilmiş olmakla, o mukadderatında bütün illet ve sebepler insanın dilemesinden ibaret imiş gibi bütün başarı da insanın kendine verilmiş değildir. (Elmalılı, Âşûr)
وَمَا تَشَٓاؤُ۫نَ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ
وَمَا تَشَٓاؤُ۫نَ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
تَشَٓاؤُ۫نَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اِلَّٓا hasr edatıdır.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir. Fiili muzarinin başına اَنْ harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mahzuf harfi cer ile birlikte تَشَٓاؤُ۫نَ fiiline mütealliktir.
يَشَٓاءَ fetha ile mansub muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olap lafzen merfûdur. رَبُّ lafza-i celâlin sıfatı olup damme ile merfûdur. الْعَالَم۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
الْعَالَم۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan علم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا تَشَٓاؤُ۫نَ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ
Ayet, istînâfiye olarak fasılla gelmiştir.
Cümle menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. اِلَّٓا istisna edatı, masdar-ı müevvel اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ , müstesnadır.
تَشَٓاؤُ۫نَ fiilinin mef’ûlünün hazfi, umum ifade eder. (Âşûr, İnsân/30)
اَنْ ve akabindeki اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ cümlesi, masdar teviliyle, mahzuf zaman zarfının muzâfun ileyhi konumundadır. Takdiri إلا وقت مشيئة الله (Allah’ın dilediği vakit hariç) şeklindedir.
Masdar-ı müevvel olan cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
يَشَٓاءَ - تَشَٓاؤُ۫نَ fiillerinde, gaib müfred zamirden muhatap çoğul zamirine iltifat vardır. Ayrıca bu kelimeler arasında iştikak cinas-ı ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Lafza-i celâlin sıfatı olarak gelen رَبُّ الْعَالَم۪ينَ izafeti veciz ifade içindir. Rabb ismine muzâfun ileyh olan الْعَالَم۪ينَ için tazim ifade eder.
Ayette ulûhiyet ve rubûbiyet ifade eden isimler bir arada zikredilmiştir. Allah ve Rabb isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu ayet nefy ve istisna üslubuyla kurulmuştur. Bundan önceki iki ayette istikamet üzere olmak isteyenler için Kur’ân’ın bir öğüt olduğu ifade edildikten sonra bu ayette dileme ve isteme yalnızca âlemlerin Rabbi olan Allah’a hasredilmiştir. Benzer bir ifade, İnsan suresinin 29 ve 30. ayetlerinde de yer almaktadır. Dilemenin yalnızca Allah’a ait kılınması muhataplar içinde inkâr durumunda olan birilerin varlığını göstermektedir. Buna göre dilemeyi kendisinde gören birileri olmalıdır. Rivayetler bu yaklaşımımızı desteklemektedir. Sa‘lebî’nin tefsirinde (v. 427/1036) yer alan bir rivayete göre “istikamet üzere olmayı isteyenler için” (et-Tekvîr 81/28) ayeti nazil olduğunda Ebu Cehil, “Biz istersek istikamet üzere oluruz, istemezsek olmayız.” dediğinde Allah bu ayeti indirdi. O, bu tavrıyla Allah’ın ayetine karşı inkârcı bir tutum takınmış, Allah da bu inkârına karşılık dilemeyi âlemlerin Rabbi olarak yalnızca kendisine hasretmiştir. Bu hasr üslubu ile o kişi, inkârcı durumuna düşürülmüştür. (Ali Karataş, Erken Dönem Mekkî Surelerdeki Nefy ve İstisna ile Yapılan Hasr)
Önceki ayetin de delalet ettiği gibi dilenecek şey doğru yoldur. Buradan da anlaşılıyor ki onlardan bir kısmı doğru yolu istemekte, bir kısmı ise istememektedir. Hitap ise doğru yolu isteyenleredir.
Sizin istemeniz, Allah'ın istediği vakitte olur. Sizin isteğiniz, Allah'ın isteği olmadan gerçekleşmez. Çünkü ihtiyarî istek, sonradan olma istektir. Bu isteği ortaya çıkaracak birine ihtiyaç vardır. Bunun ortaya çıkması ise, yaratıcının isteğine bağlıdır. Buradan ortaya çıkan sonuç şudur: İstikametin gerçekleşmesi, bunun istenmesine bağlıdır. Bu istek ise, Allah'ın kişiye bu iradeyi vermesine bağlıdır. Ehl-i sünnetin görüşü budur.
"Alemlerin Rabbi" demek, mahlukatın sahibi ve hepsinin terbiyecisi demektir." (Rûhu’l Beyân)
"Allah dilemedikçe" ayeti mutlak görünmekle beraber metinde anılmayan bir mef'ûl (tümleç) vardır. Böyle bir mef'ûlün olup da zikredilmediğini gösteren karine fiilin müteaddi (geçişli) olması, bu zikredilmeyen mef'ûlün ne olduğunu gösteren karine de "siz dilemezsiniz" ayetidir. Dolayısıyla mananın, "Allah, sizin dilemenizi dilemedikçe" demek olduğu kuşkusuzdur. Bu da hem dilemeyi hem de onun mef'ûllünü kapsamış olmak için anılan dilemenin, dilenen şeyin olmasını gerektirici olması, sözün akışının gereğidir, daha düşün "Siz dilemezsiniz" fiili de aynı şekilde müteaddi olduğu için bir mef'ûlü (tümleci)nin bulunması gerekir. Bu tümleç de daha önce geçenlerden anlaşıldığına göre "doğru yolda olmak"tır. Ancak hitap herkese olduğuna göre, bunda daha genel olarak "herhangi bir şey" yani "herhangi bir şeyi dileyemezsiniz" manası ihtimal dahilinde olduğu gibi, fiili lâzım (geçişsiz) fiil yerine koymak suretiyle yani, "siz hiçbir dileme yapamazsınız" demek olma ihtimali de vardır. Bu durumda ise doğru yolda olmak manası üzerinde minneti ifade için yaklaştırma, tamam olmak üzere bunun bir büyük önerme mevkiinde bulunması ve dolayısıyla "doğru yolda olmayı dilemeniz de ancak Allah'ın dilemesiyledir" diye örtülü bir dallandırma daha gözetilmesi gerekir. Birinci izah şeklinde ise buna ihtiyaç kalmamış olacağından doğrudan doğruya "siz doğru yolda olmayı dileyemezsiniz" diye anlamak daha kestirme ve daha iyi olmuş olur. Onun için araştırmacı âlimler bizim söylediğimiz gibi hep bunu tercih etmişlerdir.
Bununla beraber hitap genel olmak için fiili lâzım (geçişsiz) fiil yerinde veya "siz hiç bir şey dileyemezsiniz" şeklinde bir büyük önerme olmasını tercih edenler de olmuştur. Çünkü bu durumda Allah'ın dilemesi olmadıkça kulun hiçbir dilemesinin olamayacağı açık seçik ve ibare ile ifade edilmiş olur ki, bu da Ehl-i Sünnet'in tam görüşüdür. Doğru yolda olmayı dilemesiyle kayıt altına alındığı takdirde ise, bu büyük önerme ibare yoluyla değil, delalet yoluyla anlaşılmış olacaktır. Bu zahirî manaya daha uygun gibi görünürse de beyan ettiğimiz şekilde doğru yolda olma siyakına takribinde bir mukaddimeye daha muhtaç olacağından dolayı asıl söylenecek şeyden uzaklaşmaktır.
(Elmalılı)
Surenin sonunda konuyu en güzel şekilde bağlayarak mükemmel bir sonuç teşkil eden bu ayet, sözün makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlanması olan hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.
Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Surenin, ayet sonlarındaki fasıla harfleri ile meydana gelen lafzî güzellik, muhatabın dinlemeye ve okumaya olan meylini artırmaktadır.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اِذَا السَّمَٓاءُ انْفَطَرَتْۙ
Kıyamet günü hakkında Tekvîr sûresinde anlatılanları pekiştirmek üzere burada o gün vuku bulacak bazı olaylardan söz edilerek insanlar uyarılmaktadır. Uzay boşluğundaki yıldızların düzenli hareketini sağlayan çekim kanununun kıyamet gününde yok olmasının bir sonucu olarak evrenin düzeninin bozulacağı, göklerin çatlayıp yarılacağı, kısaca kozmik düzenin bozulacağı bildirilmiştir (bk. Furkan 25/25; Hâkka 69/16; Rahmân 55/37; Nebe’ 78/19-20; Tekvîr 81/1-6). Denizlerin kabarıp taşmasını, dünyanın şiddetle sarsılması, dağların parçalanıp yok olması, denge ve düzenin bozulması gibi olaylar sonunda dünyayı denizlerin kaplaması şeklinde anlamak mümkündür. Deniz altında gerçekleşen şiddetli depremlerin tsunami denilen büyük dalgalara ve taşmalara yol açmasını hatırlayarak âyetteki kıyamet tasvirini daha iyi anlayabiliriz.
Bu âyetler hakkında, “şiddetli sarsıntı neticesinde yerkürede meydana gelecek olan volkanik patlaklar ve derin çatlaklardan çıkan lav kütlelerinin deniz sularını kaynatacağı, taşıracağı, hatta buharlaştıracağı” şeklinde de yorum yapılmıştır.
Kıyametin kopması sırasında meydana gelecek sayısız felâketlerin büyüklerinden birkaçı örnek olarak zikredildikten sonra “Kabirlerin altı üstüne getirildiğinde” meâlindeki 4. âyetle konu insana getirilmiştir. Bu âyet genellikle o büyük altüst oluş esnasında kabirlerde toprak altında bulunan ceset parçalarının dışarı fırlatılacağı şeklinde yorumlanmıştır.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 569اِذَا السَّمَٓاءُ انْفَطَرَتْۙ
وَ atıf harfidir. اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. السَّمَٓاءُ ile başlayan cümle muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
إِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
السَّمَٓاءُ kelimesi mahzuf fiilin faili olup lafzen merfûdur. Takdiri, انْفَطَرَتْ (yarıldı) şeklindedir.
انْفَطَرَتْ tefsiriyye cümlesidir. انْفَطَرَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هِىَ ‘dir. Şartın cevabı 5.ayetteki cümledir.
انْفَطَرَتْ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İnfiâl babındadır. Sülâsîsi فطر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, mücerred yapıdaki asıl anlamıyla kullanılması gibi anlamlar katar.اِذَا السَّمَٓاءُ انْفَطَرَتْۙ
Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. Çünkü muhatabın dikkatini celbeder ve dinlemeye teşvik eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Ayet ibtidaiyye olarak gelmiştir.
Şart üslubunda gelen ayette şart edatı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan السَّمَٓاءُ انْفَطَرَتْ şart cümlesidir. Cümlede, îcâz-ı hazif sanatı vardır. السَّمَٓاءُ , mahzuf fiilin failidir. Takdiri انْفَطَرَتْ olan fiil mahzuftur.
Bu takdire göre mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
Şartın cevap cümlesi, 5. ayetteki cümledir.
انْفَطَرَتْ cümlesi, tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
Tefsir cümleleri, önce geçen sözdeki kapalılık veya karışıklığı gidermek manasıyla getirilen öğelerdir. (Ali Bulut, Kur’an-ı Kerim’de Itnâb Üslûbu)
Kur’an’ı Kerim’de uygulanan ıtnâb üsluplarından biridir. Tefsir cümlesinin îrabda yeri yoktur.
Kıyamet günüyle ilgili gelen mazi fiil, henüz gerçekleşmemiş bir olayı olmuş gibi göstermek üzere muzari fiil yerine gelmiş, olayın kesinliğine işaret etmiştir. Bu kullanımda mecâz-ı mürsel sanatı vardır.
Burada إنْ değil, اِذَا buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü اِذَا harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. إنْ harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 397)
Kur'an'ı Kerim’de yedi sure, şart edatı ile başlamıştır. Bunlar; Vâkıa, Munâfikûn, Tekvir, İnfitar, İnşikâk, Zilzal ve Nasr sureleridir. (İtqan)
انْفَطَرَتْۙ ; yarılmak demek ise de, yarılmanın başlangıcı olması daha çok yaraşır. ["O gün gök, bulutlar ile yarılacak ve melekler ard arda indirilecek"] (Furkan, 25/25); ["Gök yarılıp da kızaran, yanan ve yağ gibi eriyen bir gül gibi olduğu zaman"] (Rahmân, 55/37); ["O gün gök yarılmış, sarkmıştır."] (Hâkka, 69/16); "O günün şiddetinden gök çatlamıştır." (Müzzemmil, 73/18), "Gök açılmıştır da kapı kapı olmuştur." (Nebe', 78/19) ayetlerinin ifade ettiği gibi meleklerin inmesi için yarılmaya başlamasıdır ki göğün terkibi, gökte bulunan cisimlerin düzeni bozularak âlemin harap olmaya yüz tuttuğu zamandır.
Önceki surenin başındaki kıyamet kopacağı sırada olacak oniki alamet gibi burada da dört alâmet zikrediliyor. Bunlardan ikisi yukarıda, ikisi de aşağıda olan şeylere ait bulunuyor.
Birincisi göğün çatlaması, ikincisi yıldızlar saçıldığı vakit. Üçüncüsü, denizler tefcir olunduğu vakit. Dördüncüsü, kabirler deşildiği vakit. (Elmalılı, Âşûr)
وَاِذَا الْـكَوَاكِبُ انْتَثَرَتْۙ
وَاِذَا الْـكَوَاكِبُ انْتَثَرَتْۙ
وَ atıf harfidir. اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. الْـكَوَاكِبُ ile başlayan cümle muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
إِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْـكَوَاكِبُ kelimesi mahzuf fiilin faili olup lafzen merfûdur. Takdiri, ثارت (Harekete geçti) şeklindedir.
انْتَثَرَتْ tefsiriyye cümlesidir. انْتَثَرَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هِىَ ‘dir. Şartın cevabı 5.ayetteki cümledir.
انْتَثَرَتْ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İnfiâl babındadır. Sülâsîsi نثر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, mücerred yapıdaki asıl anlamıyla kullanılması gibi anlamlar katar.وَاِذَا الْـكَوَاكِبُ انْتَثَرَتْۙ
Cümle, atıf harfi وَ ‘la önceki ayete atfedilmiştir. Şart üslubundaki ayette şart edatı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan الْـكَوَاكِبُ انْتَثَرَتْ cümlesi şarttır. Cümlede, îcâz-ı hazif sanatı vardır. الْـكَوَاكِبُ , mahzuf fiilin failidir. Takdiri انْتَثَرَتْ (dağıldı) olan fiil mahzuftur.
Bu takdire göre mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
Şartın cevap cümlesi, 5. ayetteki عَلِمَتْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ وَاَخَّرَتْ cümlesidir.
انْتَثَرَتْ cümlesi, tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
Kıyamet günüyle ilgili gelen mazi fiil, henüz gerçekleşmemiş bir olayı olmuş gibi göstermek üzere muzari fiil yerine gelmiş, olayın kesinliğine işaret etmiştir. Bu kullanımda mecâz-ı mürsel sanatı vardır.
Kur’an’ı Kerim’de uygulanan ıtnâb üsluplarından biri olan tefsir cümleleri, önce geçen sözdeki kapalılık veya karışıklığı gidermek manasıyla gelen cümlelerdir.
Ayette meknî istiare vardır. Müşebbehün bih olan kolye hazf edilip, koptuğu zamanki haline işaret eden انْتَثَرَتْ fiili zikredilmiştir. الْـكَوَاكِبُ müşebbehtir.
Meknî istiare, müşebbehün bihin (müstearun minh) hazf edilip, müşebbehin (müstearun leh) zikredildiği istiaredir. Buna istiâre-i bil kinaye de denir. Müşebbehün bih hazf edilip levazımından biriyle ona işaret edilir. (Yıldızlar, güzelce dizilmiş bir kolyeye benzetilmiş. Sanki bu kolyenin ipi kopmuş ve her bir tanesi bir yere saçılmış.) (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
الْـكَوَاكِبُ - السَّمَٓاءُ - انْتَثَرَتْ - انْفَطَرَتْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
انْفَطَرَتْ ve انْتَثَرَتْ fiilleri ifti’âl babındadır. Bu bab mutavaat için kullanılır. Bu nedenle geçişsizdir. Bazan da sülasi fiilin anlamını taşır. Bu baba nakledilecek fiillerin mutlaka etkileri gözle görülen somut fiiller olması gerekir. Üzülmek, sevinmek, anlamak gibi soyut anlamlı fiiller bu baba göre mezid olmazlar.
Burada إنْ değil, اِذَا buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü اِذَا harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. إنْ harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 397)
انْتَثَرَتْۙ , dizili bir şeyin bağı koparak dökülüp dağılmasıdır. Yıldızların dökülmesi de genel çekim dengesinin bozulmasıyla meydana gelecek düşüş ve yok oluşlarıdır ki ipliği kopmuş inci dizilerinin dökülüp saçılmalarına benzetilerek yok oluşlarını ifade eden bir istiare-i muraşşaha veya mekniyye olduğunu söylemişlerdir. (Elmalılı, Âşûr)
وَاِذَا الْبِحَارُ فُجِّرَتْۙ
وَاِذَا الْبِحَارُ فُجِّرَتْۙ
اِذَا zaman zarfı, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki ilk اِذَا ‘ya matuftur.
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا zaman zarfı, 5. ayetteki şartın cevabı olan عَلِمَتْ fiiline mütealliktir. Mahzuf fiil ve fail muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْبِحَارُ mahzuf fiilin faili olup lafzen merfûdur. Sonrasındaki fiil onu tefsir eder. Takdiri, ثارت (Harekete geçti) şeklindedir.
فُجِّرَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘ dir.
فُجِّرَتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi فجر ‘dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.وَاِذَا الْبِحَارُ فُجِّرَتْۙ
Cümle atıf harfi وَ ‘la, 1. ayetteki şart cümlesine atfedilmiştir. Şart üslubundaki ayette şart edatı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan الْبِحَارُ فُجِّرَتْ şart cümlesidir. Cümlede, îcâz-ı hazif sanatı vardır. الْبِحَارُ , mahzuf fiilin failidir. Takdiri, ثارت (Hareketlendi) olan fiil mahzuftur.
Bu takdire göre mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
Şartın cevap cümlesi, 5. ayetteki عَلِمَتْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ وَاَخَّرَتْ cümlesidir.
فُجِّرَتْۙ cümlesi, tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
فُجِّرَتْ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kur’an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Kur’an’ı Kerim’de uygulanan ıtnâb üsluplarından biri olan tefsir cümleleri, önce geçen sözdeki kapalılık veya karışıklığı gidermek manasıyla gelen cümlelerdir.
Kıyamet günüyle ilgili gelen mazi fiil, henüz gerçekleşmemiş bir olayı olmuş gibi göstermek üzere muzari fiil yerine gelmiş, olayın kesinliğine işaret etmiştir. Bu kullanımda mecâz-ı mürsel sanatı vardır.
Burada إنْ değil, اِذَا buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü اِذَا harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. إنْ harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 397)
Denizlerin tefciri; yarılıp akıtılması, aralarındaki ince uzun kara parçalarının yırtılıp hepsinin bir deniz haline gelmesi veya sularının çekilip kalmaması durumlarını ifade edebilir ki önceki surede geçen "denizlerin ateşlenmesi" ile ilgilidir. (Elmalılı, Âşûr)
وَاِذَا الْقُبُورُ بُعْثِرَتْۙ
وَاِذَا الْقُبُورُ بُعْثِرَتْۙ
اِذَا zaman zarfı, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki ilk اِذَا ‘ya matuftur.
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا zaman zarfı, 5. ayetteki şartın cevabı olan عَلِمَتْ fiiline mütealliktir. Mahzuf fiil ve fail muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْقُبُورُ mahzuf fiilin faili olup lafzen merfûdur. Sonrasındaki fiil onu tefsir eder. Takdiri, تبعثرت (Dağıldı) şeklindedir.
بُعْثِرَتْ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هى ‘dir.
وَاِذَا الْقُبُورُ بُعْثِرَتْۙ
Cümle atıf harfi وَ ‘la 1. ayetteki şart cümlesine atfedilmiştir. Şart üslubundaki ayette şart edatı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan الْقُبُورُ بُعْثِرَتْ şart cümlesidir. Cümlede, îcâz-ı hazif sanatı vardır. الْقُبُورُ , mahzuf fiilin failidir. Takdiri تبعثرت (Dağıldı) olan fiil mahzuftur.
Bu takdire göre mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
Şartın cevap cümlesi, 5. ayetteki عَلِمَتْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ وَاَخَّرَتْ cümlesidir.
بُعْثِرَتْۙ cümlesi, tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
بُعْثِرَتْ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kur’an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Kur’an’ı Kerim’de uygulanan ıtnâb üsluplarından biri olan tefsir cümleleri, önce geçen sözdeki kapalılık veya karışıklığı gidermek manasıyla gelen cümlelerdir.
Kıyamet günüyle ilgili gelen mazi fiil, henüz gerçekleşmemiş bir olayı olmuş gibi göstermek üzere muzari fiil yerine gelmiş, olayın kesinliğine işaret etmiştir. Bu kullanımda mecâz-ı mürsel sanatı vardır.
Burada إنْ değil, اِذَا buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü اِذَا harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. إنْ harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 397)
بُعْثِرَتْ , toprağı deşip dağıtarak altını üstüne, içini dışına çevirmektir. Ki bu işin zorunlu neticesi olan ‘çıkarmak’ manasında da kullanılır. Bu durumda Âdiyât Suresi'nde geleceği gibi öldükten sonra diriltme ve çıkarmadan mecaz da olur.
Zemahşerî ve diğer bazıları şöyle demiştir: "Bu kelime aslında iki ayrı kelimeden meydana gelmiştir. بُعْثِرَتْ kelimesi بُعْثِرَتْ ve عُثِرَ 'nin hafifletilmiş yani kısaltılmış şeklidir. Bu نحت , yani yontma yahut traşlama ile tabir olunur. Bunun Arapçada Besmele, demek; salvele demek; hamdele, havkale ve dem'aze "Allah onun izzet ve şerefini devam ettirsin." demek olduğu gibi birçok benzeri vardır." Nitekim son zamanlarda Türkçede de örnekleri çoğalmaya başlamıştır.
Buna göre بُعْثِرَتْۙ , öldükten sonra dirilme vuku bulup kabirlerin içindekiler dışarı çıkarıldığı vakit demek olur ki ["Yer dehşetli sarsıntı ile sarsıldığı ve yer ağırlıklarını çıkardığı vakit.."] (Zilzâl, 99/1-2) Suresi'nin manası demektir. (Elmalılı, Âşûr)عَلِمَتْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ وَاَخَّرَتْۜ
عَلِمَتْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ وَاَخَّرَتْۜ
عَلِمَتْ نَفْسٌ cümlesi, surenin başında zikredilen اِذَا ile başlayan şartın cevabıdır. Fiil cümlesidir. عَلِمَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. نَفْسٌ fail olup lafzen merfûdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَٓا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası قَدَّمَتْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. Aid zamir mahzuftur.
قَدَّمَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir.
قَدَّمَتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi قدم ’dir.
اَخَّرَتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi أخر ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
عَلِمَتْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ وَاَخَّرَتْۜ
Kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelen ayet, surenin başında zikredilen ve ona atfedilen اِذَا ’ların cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
عَلِمَتْ fiilinin faili olan نَفْسٌ ’deki tenvin cins ifade eder.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası olan قَدَّمَتْ , müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelerek sıla cümlesine atfedilen اَخَّرَتْ cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَدَّمَتْ - اَخَّرَتْ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Kıyamet günüyle ilgili gelen mazi fiil, henüz gerçekleşmemiş bir olayı olmuş gibi göstermek üzere muzari fiil yerine gelmiş, olayın kesinliğine işaret etmiştir. Bu kullanımda mecâz-ı mürsel sanatı vardır.
Ayette, mecâz-ı mürsel sanatı vardır. Lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir. Her nefis önündeki-arkasındaki, yani bütün amellerini bilecektir tabiriyle, her amelin sevap ve günah yönünden değerlendirileceği, etkili bir şekilde ifade edilmiştir.
Surenin ilk 5 ayetinin fasılalarını teşkil eden اَخَّرَتْۜ - بُعْثِرَتْۙ - فُجِّرَتۡ - ٱنتَثَرَتۡ - ٱنفَطَرَتۡ kelimeleri arasında lüzum ma la yelzem sanatları vardır.
Takdim ve tehir etmek sözlerinin birkaç manası vardır:
1. Takdim ettiği, dünyada hayır olsun, şer olsun, önce kendi işlemiş olduğu amel, tehir ettiği de geriye bıraktığı, yani örnek olup da kendisinden sonra gelenlerin işlemelerine sebep olduğu iyi veya kötü amel. Çünkü hadisi şerifi gereğince "her kim güzel bir geleneğe yol açarsa ona onu işleyenlerin mükâfatı vardır. Her kim de kötü bir geleneğe yol açarsa ona da onu işleyenlerin günah ve vebali vardır." Dolayısıyla önce kendi yaptığı, takdim ettiği ameli; ondan öğrenip de sonra yapanlarınki de tehir ettiği geriye miras olarak bıraktığı ameli demektir. Bu mana İbni Abbas ve İbni Mesud Hazretlerinden rivayet edilmiştir.
2. Takdim ettiği, işlemiş olduğu günah; tehir ettiği de yapmamış olduğu itaattir. Bu manada yine İbni Abbas'tan bir rivayet olup aynı zamanda Katâde'nin de görüşüdür.
3. Takdim ettiği, yükümlü olduğu şeylerden işlemiş olduğu; tehir ettiği de işlememiş olduğu ameller.
4. Takdim ettiği, mallarından kendisi için harcadığı; tehir ettiği de varislerine bıraktığıdır.
5. Takdim ettiği, amelinin evveli; tehir ettiği de sonudur denilmiştir.
Bütün bunlar tekrar dirilişten sonra deşilip sahifeleri ile ortaya konacaktır. Her nefis de, önceki sûrede geçtiği gibi, hakkında iyi mi, kötü mü yapmış olduğunu bütün çıplaklığıyla ayrıntılı olarak o vakit bilecektir.
Dünyanın geçiciliğini duyuracak olan herhangi bir acı değişiklik ve felaket anında, ölüm geldiği ve ölüm belirtilerinin ortaya çıktığı saatlerde insan, ömründe ileri geri ne yaptığına kısa ve toplu bir ilim edinirse de bunun ayrıntıları asıl tekrar dirildikten sonra sahifelerin açılması ile olacaktır. (Elmalılı, Âşûr)
يَٓا اَيُّهَا الْاِنْسَانُ مَا غَرَّكَ بِرَبِّكَ الْـكَر۪يمِۙ
Devamındaki âyetlerden anlaşıldığına göre buradaki “ey insan” hitabıyla özellikle belli bir kişiye veya bütün insanlara değil, sûrenin asıl konusu olan kıyamet, âhiret ve uhrevî yargılanma ve hesap vermeyi inkâr edenlere, bunu imkânsız görenlere hitap edilmektedir. Rab ismi ve bu ismin sıfatı olarak geçen kerîm, Cenâb-ı Hakk’ın “cemal sıfatları” denilen ve kullarına yönelik lütufkârlığını ifade eden isim ve sıfatlarındandır. 7-8. âyetlerde bu sıfatların, insanın insan olarak varlık alanına çıkışındaki yaratıcı rolü dile getirilmekte; böylece insanın, hayatı boyunca her an yararlanmakta olduğu diğer bütün nimetlerden de önce bedensel ve zihnî melekelerle donatılıp düzgün bir insan olarak dünyaya gelişini kendisine borçlu bulunduğu rabbi hakkında, saptırıcı tesirlere kapılarak yanılgıya düşmesi, türlü şekillerde inkâr ve isyanlara boğulması eleştirilmektedir.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 569-570يَٓا اَيُّهَا الْاِنْسَانُ مَا غَرَّكَ بِرَبِّكَ الْـكَر۪يمِۙ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim.
Münadanın başında harf-i tarif varsa önüne müzekker isimlerde اَيُّهَا , müennes isimlerde اَيَّتُهَا getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْاِنْسَانُ münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı مَا غَرَّكَ بِرَبِّكَ الْـكَر۪يمِ ‘dır.
İstifham ismi مَا mübteda olarak mahallen merfûdur. غَرَّكَ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
غَرَّكَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِرَبِّكَ car mecruru غَرَّكَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْـكَر۪يمِ kelimesi رَبِّكَ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَٓا اَيُّهَا الْاِنْسَانُ مَا غَرَّكَ بِرَبِّكَ الْـكَر۪يمِۙ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. يَٓا nida edatı, اَيُّ münadadır. هَا , tekid ifade eden tenbih harfidir.
يَٓا اَيُّهَا الْاِنْسَانُ nidasıyla, arkadan gelen mananın önemine dikkat çekilmiştir.
الْاِنْسَانُ ‘daki tarif cins içindir. (Âşûr)
Nidanın cevabı olan مَا غَرَّكَ بِرَبِّكَ الْـكَر۪يمِ cümlesi, inkârî istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle, istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, taaccüp ve azarlama manası taşıması sebebiyle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Cevabı malum bir soru şeklindeki cümle, haber üslubundan daha etkili hale gelmiş ve onları yaptıkları davranışları düşünmeye, hak söze kulak vermeye çağırmıştır
Mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla istifhamda tecâhül-i ârif, Rabb isminin zikrinde tecrîd sanatı vardır.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir.
مَا istifham harfi mübteda, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan غَرَّكَ بِرَبِّكَ الْـكَر۪يمِ cümlesi haberdir.
Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
بِرَبِّكَ car mecruru غَرَّكَ fiiline mütealliktir.
رَبِّكَ ‘nin sıfatı olan الْـكَر۪يمِ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
الْاِنْسَانُ ‘ya ait كَ zamirinin Rabb ismine izafesi, insana tazim ve teşvik ifade eder.
“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitapları ile başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)
Kur’an’da bu tip يَٓا اَيُّهَا formunda nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43)
الْـكَر۪يمِۙ kelimesiyle Kerem sahibinin zikredilmesi, gururlanmayı men etmede mübalağa içindir. Çünkü yalnız kerem zâlimi ihmal ettirmez ve dostla düşmanı, muti ile asiyi bir tutmaz, kaldı ki, bir de ona kahr ve intikâm sıfatı ilâve edilirse. Ve kerem sâhibinin zikredilmesi, şeytanın aldatma vesilesini göstermek içindir. Çünkü ona: İstediğini yap, Allah kerimdir, kimseye azap etmez, hemen ceza vermez, der. Ve şunu da göstermek içindir ki, onun kerem olması, ona ciddi şekilde itaat etmeyi gerektirir; keremine aldanarak isyana dalmayı değil. (Beyzâvî, Âşûr)
اَلَّذ۪ي خَلَقَكَ فَسَوّٰيكَ فَعَدَلَكَۙ
اَلَّذ۪ي خَلَقَكَ فَسَوّٰيكَ فَعَدَلَكَۙ
Müfred müzekker has ism-i mevsûl اَلَّذ۪ي, önceki ayetteki رَبِّكَ ‘nin ikinci sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası خَلَقَكَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
خَلَقَكَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
سَوّٰيكَ ve عَدَلَكَ cümleleri atıf harfi فَ ile makabline matuftur. سَوّٰيكَ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
عَدَلَكَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
سَوّٰيكَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi سوي ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اَلَّذ۪ي خَلَقَكَ فَسَوّٰيكَ فَعَدَلَكَۙ
Fasılla gelen ayetin fasıl sebebi, kemâl-i ittisâldir. Müzekker müfred has ism-i mevsûl, önceki ayetteki رَبِّكَ ’nin ikinci sıfatı konumundadır. Sılası olan خَلَقَكَ , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107)
Aynı üslupta gelerek sıla cümlesine atfedilen فَسَوّٰيكَ ve فَعَدَلَكَ cümlelerinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَ zamirinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
O ki seni yarattı, düzeltti, dengeledi ayeti rububiyeti tespit ve keremi açıklayan ikinci sıfattır, şuna dikkat çekmektedir ki, önce buna gücü yetenin, ikinci kez de gücü yeter.
Yüce Allah'ın Rabliği ve kerem sahibi olduğu da en açık misali olmak üzere insanın yaratılışında herkesin kendisine görünüp duran kudret eserleri ve kerem ile şöyle hatırlatılıyor:
O Rabbin ki seni yarattı. Burada yaratma; bünye ve uzuvları düzgünleştirme, ölçülü yapma, şekil verme ve parçaları birleştirip oluşturmadan daha önce olmak karinesiyle önce var kılmak demek olduğu açıktır. Yine bilinmektedir ki her nimetin esası olan var olma, ilâhî lütuf ve keremin birincisidir.
Sonra da senin bünye ve uzuvlarını düzgünleştirdi . "Seni bir topraktan, sonra bir nutfeden yarattı. Sonra da seni bir insan şekline getirdi."(Kehf, 18/37) buyrulduğu ve daha bir çok ayette geçtiği gibi yaratılışını aşamadan aşamaya geçirerek ruh üflenecek şekilde insanlık seviyesine getirdi; bünyeni, uzuvlarını, kuvvetlerini düzenine koydu, düzgünleştirdi de sana bir uyum ve itidal verdi. Burada biri العَدْلِ kökünden birisi de التَّعْدِيلُ kökünden olmak üzere iki kıraat vardır. İkisi de bir manaya olarak denkleştirmek, normal hale getirmek demek olduğuna göre az önce geçen التَّسْوِيَةُ de mükemmel hale gelmiş olmayı ifade etmektedir. (Elmalılı, Âşûr)
ف۪ٓي اَيِّ صُورَةٍ مَا شَٓاءَ رَكَّبَكَۜ
ف۪ٓي اَيِّ صُورَةٍ مَا شَٓاءَ رَكَّبَكَۜ
Fiil cümlesidir. ف۪ٓي اَيِّ car mecruru رَكَّبَكَ ‘ye mütealliktir. صُورَةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مَا iki fiili cezmeden şart ismi olup mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
شَٓاءَ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هُوَ’dir.
فَ karînesi olmadan gelen رَكَّبَكَ cümlesi şartın cevabıdır. رَكَّبَكَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
رَكَّبَكَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi ركب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
ف۪ٓي اَيِّ صُورَةٍ مَا شَٓاءَ رَكَّبَكَۜ
Ayet, istînafiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Cümlede takdim tehir sanatı vardır. ف۪ٓي ile mecrur olan ف۪ٓي اَيِّ صُورَةٍ izafeti, istifham harfinin sadaret hakkı nedeniyle amili olan رَكَّبَكَۜ ‘ye takdim edilmiştir.
İstifham harfi اَيِّ ‘nin muzâfun ileyhi olan صُورَةٍ ‘deki nekrelik nev ve tazim ifade eder.
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen مَا شَٓاءَ cümlesindeki مَا zaiddir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Allah’ın, seni yaratan dedikten sonra şekil veren, düzenleyen, mütenasip kılan, istediği şekilde terkip eden özelliklerinin sayılması taksim sanatıdır.
Dilediği herhangi bir biçimde terkip etti yani seni istediği gibi tanzim etti, demektir. مَا edatı zaittir. Şart için olduğu, رَكَّبَكَۜ 'in de onun cevabı, zarf olan ف۪ٓي اَيِّ ‘nin de عَدَلَكَ 'in sılası olduğu da söylenmiştir. Cümlenin, makabline atfedilmemesi, عَدَلَكَ 'nin açıklaması olduğu içindir. (Beyzâvî)
Ayetin manasında dört görüş vardır:
Birincisi: Akrabalarından herhangi birine benzer şekilde terkip etti. Bu da Mücâhid’in görüşünden çıkarılmıştır.
İkincisi: Güzellik, çirkinlik, uzunluk, kısalık, erkeklik veya dişilik gibi bir surette terkip etti. Bu da Ferrâ’nın görüşünden çıkarılmıştır.
Üçüncüsü: Eğer seni insan suretinden başka bir surete sokmak isterse, bunu yapar. Bunu da Mukâtil, demiştir,
İkrime de şöyle demiştir: İsterse maymun sureti verir, isterse domuz sureti verir.
Dördüncüsü: İsterse hayır işleriyle insan sureti verir, isterse aptallık ve ahmaklıkla eşek sureti verir, isterse cimrilikle köpek sureti verir, isterse açgözlülükle domuz sureti (karakteri) verir. (Zâdu’l-Mesîr, Âşûr)
كَلَّا بَلْ تُكَذِّبُونَ بِالدّ۪ينِۙ
Din kelimesi, Kur’an-ı Kerîm’de bilinen anlamı yanında, “hesap ve ceza günü” (âhiret) mânasında da kullanılmaktadır. Bu âyette birinci veya ikinci anlamında kullanıldığı yönünde iki farklı yorum vardır. Müteakip âyetler ikinci yorumu desteklemektedir. Buna göre 10-12. âyetler şu gerçeği ortaya koymaktadır: Bu dünyada insanlar başıboş bırakılmamıştır. Aksine herkesin neler yaptığını bilen ve kayda geçen görevli melekler vardır. Bu âyetler, öncelikle âhireti ve uhrevî hesabı inkâr edenleri uyarmakla birlikte daha genel olarak inananı ve inanmayanıyla bütün insanları, yargı ve adaletin ceza veya ödüllendirmenin bu dünyada olanlardan ibaret bulunmadığını; bu dünyada yerini bulmayan veya eksik kalan adaletin, o günün tek hâkimi olan Allah’ın huzurunda mutlaka eksiksiz gerçekleşeceğini; şu halde herkesin, hayatını bu sorumluluk bilinci ve duyarlılığı ile düzenlemesi gerektiğini hatırlatmaktadır.
Râzî, bu âyetlerle ilgili olarak özetle şöyle der: Kuşkusuz Allah Teâlâ, kullarının neler yaptığını bütün ayrıntılarıyla bilir; bunun için yapılanların yazılmasına, yazıcılara, şahitlere, belgelere ihtiyacı yoktur. Ancak O, kendisiyle insanlar arasındaki ilişkileri onların kendi aralarında uygulayacakları usullere göre düzenler. İnsanlar arasındaki hak ve sorumlulukları düzenlemenin en sağlıklı yolu, her şeyi kayda geçirmek; hesaplaşma aşamasında ise belge ve tutanakları ortaya koyarak hakkın yerini bulmasını, adaletli bir sonucun alınmasını sağlamaktır. İşte kıyamet günündeki hesaplaşma da böyle olacaktır (XXXI, 83).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 570كَلَّا بَلْ تُكَذِّبُونَ بِالدّ۪ينِۙ
كَلَّا , red ve caydırma harfidir. Cevabın olumsuzluğunu bildiren bir harf olup kendinden sonrakinin îrabı tesir etmez. Men etmeyi, nehyetmeyi açma, başlangıç yapma ve gerçeklik ifade eder. Sîbeveyhi ve Halil b. Ahmed ve bir çok nahivciler ile Basra Dil mektebinin çoğunluğu bu edatın ك ile olumsuzluk لَا ’sının birleşmesiyle meydana geldiğini ve şeddenin nefy manasını kuvvetlendirmek için kullanıldığını söylerler. Birçok nahivci ise edatın birleşmeden tek bir kelime olduğunu kabul ederler. (Halil İbrahim Tanç, Kur’an’da كَلَّا Edatı )
بَلْ idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir. ‘Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki’ anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. تُكَذِّبُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzâri fiilidir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بِالدّ۪ينِۙ car mecruru تُكَذِّبُونَ fiiline mütealliktir.
تُكَذِّبُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
كَلَّا بَلْ تُكَذِّبُونَ بِالدّ۪ينِۙ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayette كَلَّا red ve caydırma, بَلْ intikal için gelmiş idrâb harfidir.
Ayet, müspet muzari fiil sıygasında, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
تُكَذِّبُونَ fiiline müteallik olan بِالدّ۪ينِۙ kelimesiyle İslam dini veya din günü yani ceza kastedilmiştir.
Önceki ayetteki müfred muhatap zamirinden, bu ayette cemi muhataba iltifat sanatı vardır.
Bir cevap edatı olan كَلَّا , kendinden önce geçen cümlenin ifade ettiği düşüncenin doğru olmadığını sert bir şekilde ifade etmeye yarar. (Mehmet Altın, Kur’an’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri, Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
كَلَّاۚ , cevabın olumsuzluğunu bildiren bir harf olup kendinden sonrakinin îrabına tesir etmez. Men etmeyi, nehyetmeyi açma, başlangıç yapma ve gerçeklik ifade eder. Sîbeveyhi ve Halil b. Ahmed ve birçok nahivciler ile Basra Dil Mektebinin çoğunluğu bu edatın ك ile olumsuzluk لَا ’sının birleşmesiyle meydana geldiğini ve şeddenin nefy manasını kuvvetlendirmek için kullanıldığını söylerler. Bir çok nahivci ise edatın birleşmeden tek bir kelime olduğunu kabul ederler. (Halil İbrahim Tanç, Kur’an’da كَلَّا Edatı)
‘Hayır, kesinlikle hayır, asla, mümkün değil’ manalarını taşıyan كَلَّا sözcüğü, söyleyen kişiyi azarlamak, sözlerini ret ve iptal etmektir. Bu, olumlu cevap vermek anlamına gelen evet sözcüğünün zıttıdır. (Müfredat)
كَلَّا ; teşbih edatıyla nefy edatından meydana gelmiştir her iki edatın manasını gidermek ve manayı takviye için lam şeddelenmiştir. Salebe’nin görüşü budur. Sîbeveyhi ve bir çok ulemaya göre o kelime mürekkep değil, tek bir harftir. Azarlama ve tehdit bildirmekten başka manası yoktur. إلَّا üzerinde daima vakfedilmesini kendisinden sonraki kelimeyle iptidayı caiz görmüşlerdir. Bir kısım ulema içinde كَلَّا olan surelerin mekki olduğuna hükmederler. (İtqan 1/466)
بَلِ , atıf edatlarındandır. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, sadece matufu îrab yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
كَلَّا [Hayır] kelimesi de Allah'ın keremine aldanmaktan mendir. Bilâkis dini yalanlıyorsunuz kavli de aldanmalarının asıl sebebini açıklamak için geçiştir, Din lâfzından da, ceza yahut İslâm murat edilmiştir. (Beyzâvî, Âşûr)
"Din", küllî ve cüz'î olarak iki mana ile de düşünülmüştür: İslâm ve ceza. Çünkü din, lügatte ceza, yani yapılan bir işe iyi veya kötü bir karşılık vermektir. Bunun hakkı da iyiye iyi ile, kötüye kötü ile cezadır. Bunun için Yusuf Suresi'nde "melik'in kanununa göre." (Yusuf, 12/76) ayetinde geçtiği üzere görev ve sorumluluk hükümlerini belirleyen kural ve âdetlere dahi din ve şeriat denir. ["Sizin için dinden Nuh'a tavsiye ettiğini şeriat yaptı."] (Şûrâ, 42/13)
Bu nedenle örf ve şeriatte din, insanları hamde, yani medih ve övgü ile mükafata layık, güzel tercihleriyle iyi olan şeylere kendiliklerinden sevk eden ilâhî kanundur. Bunun hakikati de ["Doğrusu Allah katında din ancak İslam'dır."] (Âl-i İmran, 3/19) buyrulduğu üzere İslam'dır. Bunun esaslarından biri de ahirette tekrar dirilmek ve cezadır. İşte burada Allah'ın keremine mağrur olup aldanmakla dini yalanlamak, doğrudan doğruya Allah'ın dini olan İslâm'ı yalanlamak demek olursa da, bu yalanlama, özellikle onun hükümlerinden biri olan öldükten sonra dirilme ve cezayı ve bunun gereği olarak görev ve yükümlülüğü yalanlamak manasına geldiği için, "siz mağrurlanıp saygısızlık etmekle cezayı ve dolayısıyla dini kökünden yalanlamış oluyorsunuz" mealinde olur. Bundan dolayı böyle yerlerde dini sadece ceza ile tefsir etmek daha kestirme olacağından çoğunlukla bu mana tercih olunmuştur. Yani, siz demek ki cezayı yalanlıyorsunuz ve onun için Allah'tan korkmuyor mağrurlanıyorsunuz. (Elmalılı)
وَاِنَّ عَلَيْكُمْ لَحَافِظ۪ينَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِنَّ | ve şüphesiz |
|
2 | عَلَيْكُمْ | üzerinizde vardır |
|
3 | لَحَافِظِينَ | koruyucular |
|
وَاِنَّ عَلَيْكُمْ لَحَافِظ۪ينَۙ
Cümle önceki ayetteki تُكَذِّبُونَ ‘deki zamirin hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. وَ haliyyedir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. عَلَيْكُمْ car mecruru اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
حَافِظ۪ينَ kelimesi اِنَّ ’nin muahhar ismi olup nasb alameti ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
اِنَّ ‘nin ismi haberinden sonra gelmesi halinde bu lam, ismin başına gelebilir. (Hasan Akdağ, Arap Dilinde Edatlar)
حَافِظ۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan حفظ fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنَّ عَلَيْكُمْ لَحَافِظ۪ينَۙ
Cümle önceki ayetteki تُكَذِّبُونَ ‘deki zamirin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. عَلَيْكُمْ car mecruru, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. حَافِظ۪ينَ kelimesi اِنَّ ’nin muahhar ismidir.
حَافِظ۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
لَحَافِظ۪ينَۙ (koruyucular) var, yani iyi ve kötü her yaptığınızı gözetip korumak ve zabıt (tutanak) tutmakla görevli hafıza güçleri, hafaza ve hâfizîn denilen gözcü melekler var. (Elmalılı, Âşûr)
كِرَاماً كَاتِب۪ينَۙ
كِرَاماً كَاتِب۪ينَۙ
Cümle önceki ayetteki حَافِظ۪ينَ ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur. كَاتِب۪ينَ kelimesi حَافِظ۪ينَ ‘ nin ikinci sıfatı olup nasb alameti ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
كَاتِب۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan كتب fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كِرَاماً كَاتِب۪ينَۙ
Ayet, önceki ayetteki حَافِظ۪ينَ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. كَاتِب۪ينَ ise ikinci sıfattır.
كَاتِب۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
كِرَاماً ‘değerli’ ve كَاتِب۪ينَۙ ‘yazıcı’ unvanını almışlardır. Her biri Allah katında saygın, görevlerinde kusur etmez kâtipler, dürüst hak yazıcılarıdır. (Elmalılı, Âşûr)
يَعْلَمُونَ مَا تَفْعَلُونَ
يَعْلَمُونَ مَا تَفْعَلُونَ
Cümle 10.ayetteki حَافِظ۪ينَ ‘nin üçüncü sıfatı olarak mahallen mansubdur.
Fiil cümlesidir. يَعْلَمُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası تَفْعَلُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
تَفْعَلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
يَعْلَمُونَ مَا تَفْعَلُونَ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Cümle 10. ayetteki حَافِظ۪ينَ için üçüncü sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûlün sılası olan تَفْعَلُونَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayetteki fiiller muzari sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَعْلَمُونَ - تَفْعَلُونَ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Aynu'l-Meânî'de şöyle dendi: يَعْلَمُونَ (Bilirler) sözü delalet etmektedir ki; ‘’hata, yanılma, sorumluluk gerektirmeyen ve affolunan şeyler yazılmaz. Çünkü yazarlar denmedi de bilirler’’ dendi.
تَفْعَلُونَ (Yaptıklarınız) sözü; kalbî ve bedenî amelleri kapsasa da burada bedenî amellere mahsustur. Çünkü gizli olan amelleri ancak Allah bilir.
Keşfu'l-Esrar isimli eserde dendi ki: ”Meleklerin bilmesi iki cihettendir. Söz ve hareket halindeki fiilleri görüldüğü şekliyle bilirler ve o şekilde yazarlar. Kalbî olan amelleri bilmeleri konusunda ise şöyle dendi: Onlar iyi amellerin iyi kokusunu duyarlar ve genel manada iyi amel ve kötü amel diye yazarlar."
Fuzayl bu ayeti okuduğu zaman şöyle dedi: ”Gafiller için bu ne dehşetli bir ayettir! Burada sakındırma ve tehdit vardır. Asilere şiddet, itaatkârlara lütuf ve müjde vardır. Yazılı meleklerin övülerek yüceltilmesinde hesap işinin önemine işaret vardır. Gerçekten hesap işi, Allah katında çok önemli işlerdendir. Onun için bu işte bu değerli melekler kullanılmaktadır. Bu işin yüce ve önemli oluşu, amel defterleri ve tespit açısından değil, kâtip meleklerin yüce olarak tanımlanması cihetindendir."
Amellerin yazılıp tespit edilmesi, unutulma endişesinden dolayı değil, insanlara karşı delil ve onların itirazlarına kesin belge olsun diyedir. AllahTeâlâ insanlara, dünyada kendi aralarında yapageldikleri tarzda muamele etmektedir. Hakim karşısında delil sağlam olsun diye yazılı belge ortaya atmak ve şahit getirmek gibi. Bunlar meselenin insanlar tarafından daha iyi anlaşılmasına yardımcı olur. İnsan bilir ki, Allah kendisini gözetmekte, melekler amellerini gözetleyip defterlere geçirmektedir. Bu ameller kıyamet günü insanlar arasında teşhir edilecektir. Bu durum insanı günah işlemekten daha ziyade alıkor, kötülükten daha çok men eder.
Meleklerin bilmesi konusuna gelince; İmam Gazâlî şöyle demektedir: ”Kalbinin hissettiği her zikri melekler de işitir. Onların bilmeleri senin bilmene bağlıdır. Yaptığın zikirden sen haberdar olmazsan melekler de haberdar olmazlar. Bu, kalbin Allah'tan gafil olarak yaptığı zikirdir."
Bundan çıkan netice şudur ki; meleklerin hadiselerden haberdar olmasıyla insanların haberdar olması birbiriyle kıyaslanamaz. Çünkü meleklerin ilmî ve fiilî durumları insanların durumlarından farklıdır. İnsanlardan iç âlemi düzgün olanların Allah basiretlerini açar. Allah'ın bildirmesiyle gizli hallere muttali olurlar. Cisim olarak daha latif ve ruh olarak daha hafif olan meleklerin gayb âlemine vakıf olmaları elbette daha mümkündür. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)
اِنَّ الْاَبْرَارَ لَف۪ي نَع۪يمٍۚ
Amellerin kayda geçirilmesi ve uhrevî yargı sürecinin sonucu özetlenmektedir. Sûrenin ana konusu kıyamet ve âhiret ile uhrevî sorumluluk olduğuna göre buradaki “erdemliler” (ebrâr), bir gün kıyametin kopacağına, dünyada yapıp ettiklerinin kaydedildiği belgelerin önlerine konacağına ve bunların hesabını vereceklerine inanarak bu belgeleri yani amel defterlerini iyilikleriyle dolduran mümin kişilerdir. Bu duyarlılık birçok âyette takvâ kavramıyla da ifade edilmektedir. “Kötüler” (füccâr) ise kıyamete, uhrevî yargı ve sorumluluğa inanmayan, amel defterlerini kötülüklerle kirletenlerdir. Ehl-i sünnet âlimleri, buradaki “füccâr”la sadece inkârcıların kastedildiğini, günahkâr müminleri kapsamadığını belirtirler; çünkü onlar kıyamet ve âhirete inanırlar (bu tartışma için bk. Râzî, XXXI, 84-85). Ancak, bu âyetlerin, inananıyla inanmayanıyla bütün insanları âhiret kaygısı taşımaya çağırdığında kuşku yoktur.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 570-571اِنَّ الْاَبْرَارَ لَف۪ي نَع۪يمٍۚ
اِنَّ الْاَبْرَارَ لَف۪ي نَع۪يمٍۚ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. الْاَبْرَارَ kelimesi اِنَّ ‘nin ismidir. Car mecrur ف۪ي نَع۪يمٍ , mahzuf habere mütealliktir. نَع۪يمٍ ‘in nekreliği tazim ve nev ifade eder.
Bu ayet-i kerîmede نَع۪يمٍ kelimesi ‘Cennet’ manasında kullanılmıştır. Çünkü Cennet, nimetlerin arz edilme yeridir. Haliyet alakasıyla mecaz-ı mürseldir. Hal zikredilip mahal kastedilmiştir. Buna zikr-i hal irade-i mahal de denir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
الْاَبْرَارَ /Ebrâr, بر ‘rin çoğuludur. Doğru, itaatli ve ihsan sahibi demektir. Güzelliklerin en güzeli, kelime-i tevhiddir. Sonra ana babaya itaat, sonra da talebelerin hocalara itaat ve saygısıdır.
Nimetten maksat, cennet nimeti ve sevaplarıdır. Nimet anlamındaki نَع۪يمٍۚ kelimesinin nekre olması, ikramın büyüklüğüne işaret etmektedir." (Rûhu’l Beyân, Âşûr)
وَاِنَّ الْفُجَّارَ لَف۪ي جَح۪يمٍۚ
وَاِنَّ الْفُجَّارَ لَف۪ي جَح۪يمٍۚ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الْفُجَّارَ kelimesi اِنَّ ‘nin ismi olup fetha ile mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. ف۪ي جَح۪يمٍۚ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
الْفُجَّارَ kelimesi sülâsî mücerred olan فجر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنَّ الْفُجَّارَ لَف۪ي جَح۪يمٍۚ
Ayet, önceki ayete vav ‘la atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. الْفُجَّارَ kelimesi اِنَّ ‘nin ismidir. Car mecrur ف۪ي جَح۪يمٍ mahzuf habere mütealliktir.
Cehennemin isimlerinden olan جَح۪يمٍ ’in nekreliği tazim ve tarifi mümkün olmayan nev ifade eder.
الْفُجَّارَ - الْاَبْرَارَ ve نَع۪يمٍۚ - جَح۪يمٍۚ gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı îcab sanatı sanatı vardır.
اِنَّ الْاَبْرَارَ لَف۪ي نَع۪يمٍۚ cümlesiyle وَاِنَّ الْفُجَّارَ لَف۪ي جَح۪يمٍۚ cümlesi arasında mukabele ve murassa seci sanatı vardır.
Murassa seci: Terkîb, mısra veya ayetteki lafızların hepsinin ya da çoğunun hem vezin bakımından hem de son harf bakımından aynı olması durumudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Allah'ın emrinden çıkanlar cehennemdedirler. الْفُجَّارَ kelimesi فاجر ’in çoğuludur. فُجور ise, din perdesini yırtmaktır. جَح۪يمٍۚ , cehennem ateşi ve azabıdır. Cahîm'in nekre olması, azabın korkunçluğunu ifade etmektedir. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)
Bu ayette, asiler için büyük bir tehdit bulunmaktadır. Cafer es-Sâdık (ra), "Naîm, marifetullah ve (Allah'ın cemalini, nimetlerini) müşahede etmektir. Cahîm ise, şehvet ve tutkuların zulümatı, karanlıklarıdır" demiştir. Naîm'in, kanaat; cahîm'in ise tamahkarlık ve hırs; naîm'in, tevekkül; cahîm'in de, ihtiras ve tutku, açgözlülük; naîm'in, Allah ile meşgul olmak; cahîm'inse, Allah'tan başkasıyla meşgul olmak vb. olduğu da söylenmiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Âşûr)
يَصْلَوْنَهَا يَوْمَ الدّ۪ينِ
يَصْلَوْنَهَا يَوْمَ الدّ۪ينِ
Fiil cümlesidir. يَصْلَوْنَهَا fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. يَوْمَ zaman zarfı يَصْلَوْنَهَا fiiline mütealliktir. الدّ۪ينِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
يَصْلَوْنَهَا يَوْمَ الدّ۪ينِ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet muzari fiil sıygasındaki cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Fiilin muzari sıygada gelmesi istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Zaman zarfı يَوْمَ fiile mütealliktir ve الدّ۪ينِ ’ye muzaftır.
يَوْمَ الدّ۪ينِ , ceza günü, kıyamet günü manasındadır.
Ceza günü oraya girerler. Beden ve ruhlarıyla o ateşin hararetini yaşarlar. Facirler için söylenen ateşe girme ifadesi, müminler için cennete girme tarzında söylenmedi. Yani cahîmden sonra söylenen, naîmden sonra söylenmedi. Çünkü makam, korkutma makamıdır. İyilerin müjdelenmesiyle kötülerin halleri de ortaya konmuş olur. Çünkü eşya zıtlarıyla bilinir. يَوْمَ الدّ۪ينِ Ceza günü; yalanladıkları hesap günüdür. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)وَمَا هُمْ عَنْهَا بِغَٓائِب۪ينَۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | ve değillerdir |
|
2 | هُمْ | onlar |
|
3 | عَنْهَا | ondan |
|
4 | بِغَائِبِينَ | kaybolacak |
|
وَمَا هُمْ عَنْهَا بِغَٓائِب۪ينَۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. مَٓا olumsuzluk harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder.
هُمْ munfasıl zamir مَا ‘nın ismi olarak mahallen merfûdur. عَنْهَا car mecruru بِغَٓائِب۪ينَ ‘ye mütealliktir. بِ harfi zaiddir. غَٓائِب۪ينَ lafzen mecrur, مَا ‘nın haberi olarak mahallen mansubdur. غَٓائِب۪ينَ ‘nin cer alameti ى ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanırlar.
غَٓائِب۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan غيب fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا هُمْ عَنْهَا بِغَٓائِب۪ينَۜ
Ayet, önceki ayete وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir.
Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Önceki cümledeki müspet sıygadan, menfi sıygaya iltifat sanatı vardır.
مَا nefy harfi ليس gibi amel etmiştir. مَا ‘nın haberi mevkiinde olan بِغَٓائِب۪ينَۜ ‘deki بِ , tekid ifade eden zaid harftir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car mecrur عَنْهَا , ihtimam için amili olan بِغَٓائِب۪ينَۜ ‘ye takdim edilmiştir. (Âşûr)
مَا ‘nın haberi olan بِغَٓائِب۪ينَۜ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Burada بِ harfi manayı pekiştirmek için gelmiş olup zâiddir. Olumlu cümlelerde lâm harfinin tekid ifade ettiği gibi, olumsuz cümlelerde de لَيْسَ ve ما 'nın haberinin başında gelen بِ harfi tekit bildirir. Kur'an-ı Kerim'de بِ harfi 22 yerde لَيْسَ ’nin, 19 yerde de ما ’nın haberinin başında zaid olarak gelmiştir. (Ali Bulut, Kur’an-ı Kerim’de Itnâb Üslûbu, Âşûr)
Ve onlar o cehennemden gaip olmayacaklardır. Daima ve sonsuza kadar onun içinde kalacaklardır. İşte o yaratılışın, o ilmin, o yazının, o korumanın neticesi iyiler ile kötüleri böyle ayırt ederek iyileri cennete, kötüleri cehenneme gönderecek olan sonsuz cezadır. (Elmalılı)
غَٓائِب۪ينَۜ ifadesi de kâfirlerin cehennemde ebedi kalacaklarını gösterir. Bazı alimler
عَنْهَا zamirinin kıyamete raci olmasını; dolayısıyla kelamdan yeniden dirilmenin anlaşılacağını; bunun da iyileri ve kötüleri de içine alacağını söylemişlerdir. (Zâdu’l-Mesîr)
وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا يَوْمُ الدّ۪ينِۙ
Amellerin kayda geçirilmesi ve uhrevî yargı sürecinin sonucu özetlenmektedir. Sûrenin ana konusu kıyamet ve âhiret ile uhrevî sorumluluk olduğuna göre buradaki “erdemliler” (ebrâr), bir gün kıyametin kopacağına, dünyada yapıp ettiklerinin kaydedildiği belgelerin önlerine konacağına ve bunların hesabını vereceklerine inanarak bu belgeleri yani amel defterlerini iyilikleriyle dolduran mümin kişilerdir. Bu duyarlılık birçok âyette takvâ kavramıyla da ifade edilmektedir. “Kötüler” (füccâr) ise kıyamete, uhrevî yargı ve sorumluluğa inanmayan, amel defterlerini kötülüklerle kirletenlerdir. Ehl-i sünnet âlimleri, buradaki “füccâr”la sadece inkârcıların kastedildiğini, günahkâr müminleri kapsamadığını belirtirler; çünkü onlar kıyamet ve âhirete inanırlar (bu tartışma için bk. Râzî, XXXI, 84-85). Ancak, bu âyetlerin, inananıyla inanmayanıyla bütün insanları âhiret kaygısı taşımaya çağırdığında kuşku yoktur.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 570-571وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا يَوْمُ الدّ۪ينِۙ
وَ istînâfiyyedir. مَا istifham ismi, mübteda olarak mahallen merfûdur. اَدْرٰيكَ haber olarak mahallen merfûdur.
اَدْرٰيكَ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَدْرٰي bilmek anlamında kalp fiillerindendir.
مَا يَوْمُ الدّ۪ينِ cümlesi اَدْرٰي fiilinin ikinci mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا istifham ismi, mübteda olarak mahallen merfûdur. يَوْمُ haber olup lafzen merfûdur. الدّ۪ينِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَدْرٰيكَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi دري ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا يَوْمُ الدّ۪ينِۙ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
İstifham harfi مَا , mübteda, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan اَدْرٰيكَ مَا يَوْمُ الدّ۪ينِۙ cümlesi haberdir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Kur’an’da مَٓا اَدْرٰيكَ sözünün zikredildiği her yerde arkasından açıklaması gelmiştir. وماَ يُدْريكَ şeklinde geldiğinde ise arkasından herhangi bir açıklama gelmemiştir. (Müfredat)
مَا يَوْمُ الدّ۪ينِۙ cümlesi, اَدْرٰيكَ fiilinin iki mef’ûlu yerindedir. İstifham harfi مَا , mübteda olarak mahallen merfûdur. يَوْمُ الدّ۪ينِۙ izafeti haberdir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Müsnedin izafet formunda gelmesi, az sözle çok anlam ifadesi içindir.
مَٓا , istifham isminin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayetteki cümleler, istifham üslubunda olmasına rağmen, soru anlamında değildir. Cümleler, vaz edildiği anlamdan çıkarak tazim ve uyarı anlamına gelmesi nedeniyle mecazı mürsel mürekkeptir. Ayrıca bu istifhamlarda tecâhül-i ârif sanatı söz konusudur.
Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
“Sana o din gününün ne olduğunu ne bildirdi”? Yani, onun ne büyük ceza günü olduğunu bildin mi? Ey muhatap! Hayır sen onu akıl yoluyla bilemezsin. Çünkü o, dünyada bir benzeri olmuş, akıl yürütmeyle bilinebilecek ceza günleriyle ölçülemez.
Bazıları buradaki hitabın, engel olma ve korkutma yoluyla kâfire olduğu kanaatine varmış ise de çoğunluğun açıklamasına göre Resulullah (sav)'a hitaptır. Çünkü vahiy gelmezden evvel bunu bilmiyordu. Bununla beraber önceki sûrede geçmiş olan ["Her nefis ne hazırlayıp getirdiğini bilecek."] (Tekvir, 81/14) ayeti ile bu surenin başında geçmiş bulunan ayeti gereği her nefis için o günün dehşet ve azametini hakkıyla bilmek ancak bizzat bu olayın meydana gelme ve görülme zamanında olabileceğinden dolayı hitabın her nefse yapılmış genel bir hitap olması bizce daha uygundur. (Elmalılı)
ثُمَّ مَٓا اَدْرٰيكَ مَا يَوْمُ الدّ۪ينِۜ
ثُمَّ مَٓا اَدْرٰيكَ مَا يَوْمُ الدّ۪ينِۜ
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. ثُمَّ edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.
Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا istifham ismi, mübteda olarak mahallen merfûdur. اَدْرٰيكَ haber olarak mahallen merfûdur.
اَدْرٰيكَ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مَا يَوْمُ الدّ۪ينِ cümlesi اَدْرٰي fiilinin ikinci mef’ûlü bihi olarak mahallen mansubdur.
مَا istifham ismi, mübteda olarak mahallen merfûdur. يَوْمُ haber olup lafzen merfûdur. الدّ۪ينِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَدْرٰيكَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi دري ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
ثُمَّ مَٓا اَدْرٰيكَ مَا يَوْمُ الدّ۪ينِۜ
Ayet ثُمَّ atıf harfiyle önceki ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Önceki ayetin lafzî tekidi olarak tekrar edilen bu ayetin ثُمَّ ile atfedilmesi, bu cümlenin tehdit anlamını artırmak ve tekidi kuvvetlendirmek içindir.
İstifham harfi مَا mübteda, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan مَٓا اَدْرٰيكَ مَا يَوْمُ الدّ۪ينِۙ cümlesi haberdir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Kur’an’da مَٓا اَدْرٰيكَ sözünün zikredildiği her yerde arkasından açıklaması gelmiştir. وماَ يُدْريكَ şeklinde geldiğinde ise arkasından herhangi bir açıklama gelmemiştir. (Müfredat)
مَا يَوْمُ الدّ۪ينِۙ cümlesi اَدْرٰيكَ fiilinin iki mef’ûlu yerindedir. İstifham harfi مَا , mübteda olarak mahallen merfûdur. يَوْمُ الدّ۪ينِۙ izafeti haberdir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Müsnedin izafet formunda gelmesi, az sözle çok anlam ifadesi içindir.
مَٓا , istifham isminin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayetteki cümleler, istifham üslubunda olmasına rağmen, soru anlamında değildir. Cümleler, vaz edildiği anlamdan çıkarak tazim ve uyarı anlamına gelmesi nedeniyle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca bu istifhamlarda tecâhül-i ârif sanatı söz konusudur.
Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Terim olarak tekrar, “söz söyleyenin, bir vasıf, övgü, yergi, korkutma, tehdit vb. lerini tekid etmek için bir kelimeyi lafız ve mana olarak yeniden söylemesi, tekrar etmesi yani birden fazla kere söylemesidir.
Önceki ayetin tekrarı; manayı kuvvetlendirmek, korkuyu artırmak, ceza gününün önemini belirtmek, korkunçluğunu ve azametini ortaya koymak içindir. (Rûhu’l Beyân)
Yani ceza gününün durumu hiçbir dirayet sahibinin onun korku ve şiddet boyutunu kavrayamayacağı bir özellik arz etmektedir. Sen onu nasıl tasavvur edebilirsin ki o bunun kat kat fevkindedir! (Keşşâf)
Bu tekrarda iki nükte vardır:
Birisi, korkutmayı desteklemek için tekiddir. Biri de, cennetliklere ait olan ile cehennemliklere ait olana ayrı ayrı işaret olmasıdır. (Elmalılı)
İbn Abbas (ra) dedi ki; ”Kur'an'da geçen her مَٓا اَدْرٰيكَ (Sana bildiren nedir?) sözünden sonra, sorulan şeyin ne olduğu açıklanmış, fakat وما يدريك 'den sonra ise durum kapalı bırakılmıştır. Mana şöyledir: İnsanlardan hiçbir kimse, insanlardan hiçbir kimseye, şeylerden hiçbir şey sağlayamaz." (Rûhu’l Beyân, Âşûr)
يَوْمَ لَا تَمْلِكُ نَفْسٌ لِنَفْسٍ شَيْـٔاًۜ وَالْاَمْرُ يَوْمَئِذٍ لِلّٰهِ
يَوْمَ لَا تَمْلِكُ نَفْسٌ لِنَفْسٍ شَيْـٔاًۜ
Fiil cümlesidir. يَوْمَ zaman zarfı mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri; يجازون şeklindedir.
لَا تَمْلِكُ نَفْسٌ ile başlayan cümle muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَمْلِكُ damme ile merfû muzâri. نَفْسٌ fail olup lafzen merfûdur. لِنَفْسٍ car mecruru تَمْلِكُ fiiline mütealliktir. شَيْـٔاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَالْاَمْرُ يَوْمَئِذٍ لِلّٰهِ
Cümle تَمْلِكُ ‘deki failin hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. وَ haliyyedir. الْاَمْرُ mübteda olup lafzen merfûdur.
يَوْمَ zaman zarfı إذ ’e muzâftır. يَوْمَ ref mahallinde fetha üzere mebnidir. إذ mukadder sükun ile mebni bir isimdir. Çünkü muzâfun ileyh olarak cer mahallindedir. Aldığı tenvin ise mahzuf bir cümleden ivazdır. يَوْمَئِذٍ zaman zarfı mahzuf hale mütealliktir. لِلّٰهِ car mecruru الْاَمْرُ ‘nun mahzuf haberine mütealliktir.يَوْمَ لَا تَمْلِكُ نَفْسٌ لِنَفْسٍ شَيْـٔاًۜ
Fasılla gelen ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Zaman zarfı يَوْمَ , takdiri يُجَازَوْن (Cezalandırılır) olan mahzuf fiile mütealliktir. Bu takdire göre cümle, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Fiilin muzari sıygada gelmesi istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan لَا تَمْلِكُ نَفْسٌ cümlesi, يَوْمَ ‘nin muzâfun ileyhidir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. لَا تَمْلِكُ fiiline müteallik olan car mecrur لِنَفْسٍ , durumun ona has olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.
لَا تَمْلِكُ fiilinin mef’ûlü olan شَيْـٔاًۜ ‘deki nekrelik, kıllet, nev ve umum ifade eder. Nefy siyakta nekre, umum ve şümule işarettir.
نَفْسٍ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Her ikisi de nefy sıyakında nekre gelmiş ve umum ifade etmiştir. (Âşûr)
Dünya ehli, mülke hükümran ve galip olup, kimi meselelerde birbirlerine yardım ediyorlar, birbirlerini himaye ediyorlardı. Kıyamet günü geldiğinde ise dünya ehlinin hükümranlığı sona erecek, liderlikleri de son bulacaktır. Böylece kimse kimseyi kollayamayacak, kimsenin kimseye faydası olmayacak, kimse kimseye zulmedemeyecektir. Bunun bir benzeri de, ayetin devamındaki وَالْاَمْرُ يَوْمَئِذٍ لِلّٰهِ ["O gün emir (yalnız) Allah'ındır"] sözü ve مَالِكِ يَوْمِ الدّ۪ينِۜ ["Din gününün mâliki.."] (Fatiha, 3) ayetleridir, bu ifade, büyük bir tehdit ifade eder. Şöyle ki: Cenâb-ı Hak onlara, dünyada kendilerine fayda ve yarar sağlayan mal, oğul, yardımcı ve şefaatçi gibi şeylerin hiçbir tesiri olmaksızın, ahirette onlara sadece iyilik ve taatın fayda vereceğini bildirmiştir. Vahidî şöyle demiştir: "Bunun manası şudur: Allah Teâlâ bu günde, dünyadaki durumun aksine, hiç kimseyi herhangi bir mülke hakim ve malik kılmaz." Vasıtî ise, Cenab-ı Hakkın ifadesi hakkında, bunun, Allah'tan başka her şeyin, fani olduğuna; orada, mesajların, kelimelerin, gaye ve amaçların yok olduğuna; dünyada durumu böyle olanın, dünyanın, ahiretinin böyle olacağına bir işaret olduğunu söylemiştir. (Fahreddîn er-Râzî)
وَالْاَمْرُ يَوْمَئِذٍ لِلّٰهِ
Ayetin ikinci cümlesinde وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ٱلۡأَمۡرُ mübtedadır.
ٱلۡأَمۡرُ ‘in mahzuf haline müteallik olan يَوْمَ zaman zarfı إذ ’e muzâftır. يَوْمَئِذٍ ‘deki tenvin mahzuf bir cümleden ivazdır. Muzâfun ileyh ve hal cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. يَوْمَئِذٍ kıyamet gününden kinayedir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Zamir makamında, tekid ve ihtimam için zahir isim gelerek tekrarlanan يَوْمَ kelimelerinde ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu ayet o günün zorluğunu ve durumunun ciddiyetini zihinlere yerleştirmedir. İbn Kesîr ile Basralı iki kurra yevmüddin'den bedel olarak ref ile yevmü okumuşlardır ya da haber mahzuftur. (Beyzâvî)
[O gün buyruk, yalnız Allah'ındır.] Kıyamet gününde her şey sadece Allah'a aittir. Çünkü emir, hüküm ve takdir; boyun eğilen hükümdarın şanındandır. Bütün mahlukat, Rabliğin hüküm ve otoritesine boyun eğmiş durumdadır. Ayette geçen ٱلۡأَمۡرُ kelimesi, buyruk değil de اُمور ‘un tekili olan iş manasına da anlaşılabilir. Çünkü mahşer halkının bütün işleri Allah'ın olup o konuda başkasının tasarruf yetkisi yoktur. Bu ayette; aykırı gidenlere ve hakimiyet iddiasında bulunanlara tehdit vardır. Ayrıca Allah'ın gücüne ve azabının şiddetine de dikkat çekilmektedir. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)
Surenin sonunda konuyu en güzel şekilde bağlayarak mükemmel bir sonuç teşkil eden bu ayet, sözün makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlanması olan hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.
Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi surede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Surenin, ayet sonlarındaki fasıla harfleri ile meydana gelen lafzî güzellik, muhatabın dinlemeye ve okumaya olan meylini artırmaktadır.
Uyandıktan sonra gözlerini açık tutmaya çalışırken, az önce gördüğü rüyayı düşünüyordu. İlginç ve korkutucu şeyler gördüğünü biliyor ama kelimelere dökemiyordu. Sanki hızla, elektrikli bir süpürge tarafından çekiliyordu. Birkaç saniyenin içinde, hafızasında rüyaya dair hiçbir şey kalmamıştı.
Uyumak için biraz daha vakti olduğuna sevinerek gözlerini kapattı. Tekrar aynı rüyaya dalmadan önce; sanırım öldükten sonra da dünya hayatını bu kadar az hatırlayacağız diye düşündü. Sabah uyandığında; ne rüyasını, ne de bu düşüncelerini hatırlayacaktı. Fakat, kalbindeki titrek tedirginliğin sebebini merak edecekti.
Rüyasında, nerede olduğunu bilmiyordu ama korkunç bir kargaşanın ortasındaydı. İnsanların hepsi, sanki kendi iradeleriyle ateşten çukurlara atlıyordu. Son anda ne yaptıklarını farkedince ama aynı zamanda geç kaldıklarını anlayınca, çığlıklarıyla işitenleri yakıyorlardı. Biri geldi ve her şeyin sonunda durduğunu söyledi.
Sahne değişti. Orada şu sözlere şahit oldu: “İnsan, özünde, kendisi için hep iyi olanı ister ama nefsine köle olanın özü bozulur. Eğer tevbesiz ölürse; iki cihandaki sonu boşluğa ve hüsrana çıkar. Onlar, ebedi azabın şiddetinden habersiz, her şeyle başa çıkabileceklerini sanarlar.” Bunları diyen, filmlerdeki zombiler gibi fikirsiz yürüyenleri gösteriyordu.
Hipnoz olmuş gibi gidişlerini ve hakikati hatırlatanları ezip geçmelerini seyrederken, bulunduğu önceki yeri hatırladı ve zihnini dolduran çığlıklar, anılarında olmasına rağmen, hücrelerini tırmaladı. Onların arkasından koşarken ve ‘Nereye gidiyorsunuz?’ diye bağırırken rüyası bitti.
Ey Allahım! Beni, ailemi, sevdiklerimi ve bütün müslümanları affeyle. Nefsinin esiri olmaktan ve hakikatten uzaklaşarak maddi-manevi yönde çürümekten muhafaza buyur. Dünyanın ve ceza gününün sonunda, halimizi selamete ve hayra çıkar. Rahmetin ile bizi; Sana, rızana, rahmetine, şefaatine, affına, cennetine ve sevdiklerine kavuşanlardan eyle.
Amin.
Zeynep Poyraz: @zeynokoloji