بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
يَوْمَ يَفِرُّ الْمَرْءُ مِنْ اَخ۪يهِۙ
يَوْمَ يَفِرُّ الْمَرْءُ مِنْ اَخ۪يهِۙ
يَوْمَ zaman zarfı إذا ‘dan bedel olup fetha ile mansubdur. يَفِرُّ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَفِرُّ damme ile merfû muzari fiildir. الْمَرْءُ fail olup lafzen merfûdur. مِنْ اَخ۪يهِ car mecruru يَفِرُّ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.يَوْمَ يَفِرُّ الْمَرْءُ مِنْ اَخ۪يهِۙ
يَوْمَ zaman zarfı إذا ’dan bedeldir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin, tefsir ve izah maksadıyla, bir kelimenin bir başka kelimeyle açıklandığı ıtnâb sanatıdır.
Arap dilinde bir kelimenin yerine kullanılan başka bir kelimenin atıf yapılmadan ve tefsir maksatlı kullanılması bedel ile anlatılmaktadır. Bedel yapmanın amacı, kapalı olan kelamı açmak, açık olanı ise tekid etmektir. (Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi, Itnâb-îcâz)
يَوْمَ ’nin muzâfun ileyhi olan يَفِرُّ الْمَرْءُ مِنْ اَخ۪يهِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayetteki يَفِرُّ (kaçma) ile, uzaklaşma manası değil de, kişinin kendi derdine düşüp, kendi işine bakmasından ötürü, kardeşine, ana-babasına... yardımdan kaçışı kastedilmiştir. Bu manaya göre ayet tıpkı, اِذْ تَبَرَّاَ الَّذ۪ينَ اتُّبِعُوا مِنَ الَّذ۪ينَ اتَّبَعُوا [Hani tabi olunanlar, tabi olanlardan uzak kalacakları o gün…] (Bakara, 166) ayeti gibi olur. (Fahreddin er-Râzî)
وَاُمِّه۪ وَاَب۪يهِۙ
وَاُمِّه۪ وَاَب۪يهِۙ
Ayet önceki ayetin devamıdır. اُمِّه۪ , önceki ayetteki اَخ۪يهِۙ ‘e, اَب۪يهِۙ ise, اُمِّه۪ ‘e atfedilmiştir. Atıf sebepleri temâsüldür.
Bu üç kelime arasında mürâât-ı nazîr vardır.
وَاُمِّه۪ وَاَب۪يهِۙ
Ayet önceki ayetin devamıdır. اُمِّه۪ , önceki ayetteki اَخ۪يهِۙ ‘e, اَب۪يهِۙ ise, اُمِّه۪ ‘e atfedilmiştir. Atıf sebepleri temâsüldür.
Bu üç kelime arasında mürâât-ı nazîr vardır.
وَصَاحِبَتِه۪ وَبَن۪يهِۜ
وَصَاحِبَتِه۪ وَبَن۪يهِۜ
وَصَاحِبَتِه۪ وَبَن۪يهِۜ
Ayetteki فَاكِهَةً kelimesi atıf harfi و ‘la 34. ayetteki اَخ۪يهِۙ ‘e, وَبَن۪يهِۜ ise صَاحِبَتِه۪ ‘e atfedilmiştir. Atıf sebepleri temâsüldür.
Kıyamet gününde kişinin kaçacağı kimselerin sayılması, taksim sanatıdır.
اَخ۪يهِۙ - اُمِّه۪ - اَب۪يهِۙ - صَاحِبَتِه۪ - بَن۪يهِۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, اَب۪يهِۙ - بَن۪يهِۜ arasında muvazene sanatı vardır.
Son üç ayetin fasılaları olan بَن۪يهِۜ - اَب۪يهِۙ - اَخ۪يهِۙ arasında cinas ve lüzum ma la yelzem sanatları vardır.
وَصَاحِبَتِه۪ (Karısından…) eşinden. Önce kardeşi, sonra ebeveyni zikretti. Çünkü bu ikisi ona en yakın olanlardır. Daha sonra da eş ve çocukları zikretti. Çünkü onlar ona en sevgili olanlardır. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)
لِكُلِّ امْرِئٍ مِنْهُمْ يَوْمَئِذٍ شَأْنٌ يُغْن۪يهِۜ
لِكُلِّ امْرِئٍ مِنْهُمْ يَوْمَئِذٍ شَأْنٌ يُغْن۪يهِۜ
İsim cümlesidir. لِكُلِّ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. امْرِئٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مِنْهُمْ car mecruru امْرِئٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir.
يَوْمَئِذٍ zaman zarfı يُغْن۪يهِۜ fiiline mütealliktir. يَوْمَ zaman zarfı, إذ ’e muzâftır. يَوْمَ ref mahallinde feth üzere mebnidir. إذ mukadder sükun ile mebni bir isimdir. Çünkü muzâfun ileyh olarak cer mahallindedir. Aldığı tenvin ise mahzuf bir cümleden ivazdır.
شَأْنٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. يُغْن۪يهِ fiili شَأْنٌ ‘ün sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُغْن۪يهِ fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هِ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
يُغْن۪ي fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi غني ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
لِكُلِّ امْرِئٍ مِنْهُمْ يَوْمَئِذٍ شَأْنٌ يُغْن۪يهِۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim sanatları vardır. Veciz ifade kastına matuf izafetle gelen car mecrur لِكُلِّ امْرِئٍ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. امْرِئٍ ‘deki tenvin nev ve kesret ifade eder. شَأْنٌ muahhar mübtedadır. شَأْنٌ kelimesindeki tenvin tazim içindir. (Âşûr)
Bu ayet, onların niçin kaçtıklarını beyan etmektedir. Yani zikredilenlerden her biri için kendine yetecek bir meşguliyet ve korkunç bir durum vardır. Akrabaların taleplerinden kaçınmak, yahut onlara kızdığı için onlardan kaçmak ise, bu kabil kaçmaktan değildir. (Ebüssuûd)
لِكُلِّ امْرِئٍ sözünde haberin mübtedaya takdim edilmesi, sonra gelen شَأْنٌ kelimesinin tazime delalet eden tenkirinden kaynaklanır. (Âşûr)
مِنْهُمْ car mecruru امْرِئٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. يَوْمَئِذٍ zaman zarfı, ihtimam için, amili olan يُغْن۪يهِ fiiline takdim edilmiştir.
يَوْمَئِذٍ ifadesinde kıyamet gününden kinaye olan يَوْمَ zaman zarfı إذ ’e muzâftır. يَوْمَ ref mahallinde feth üzere gelmiştir. إذ , mukadder sükun ile mebni bir isimdir. Çünkü muzâfun ileyh olarak cer mahallindedir. Aldığı tenvin ise mahzuf bir cümleden avzdır.
يُغْن۪يهِ cümlesi, muahhar mübteda olan شَأْنٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İstimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
O gün vuku bulacak korkunç olaylar kalpleri ve nefisleri titretecek bir şekilde tasvir edilmiştir. Bütün bunlar kıyamet gününden kinayedir. Burada kinayeden maksad o gün olacakları anlatmak değildir. Bu vasıfların anlatılması kâfirleri red, müminleri ikaz için nefisleri uyarmaktır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
O gün, onlardan her birinin kendine yetip artacak bir derdi vardır. Adı geçenlerden her birinin meşgul olacağı, ihtimam göstereceği başından aşkın önemli işi, göğsünü doldurup boş yer bırakmayan düşünce ve tasası vardır. (Rûhu’l Beyân)
وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ مُسْفِرَةٌۙ
وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ مُسْفِرَةٌۙ
İsim cümlesidir. وُجُوهٌ mübteda olup lafzen merfûdur. يَوْمَئِذٍ zaman zarfı مُسْفِرَةٌ ‘e mütealliktir.
يَوْمَ zaman zarfı إذ ’e muzâftır. يَوْمَ ref mahallinde feth üzere mebnidir. إذ mukadder sükun ile mebni bir isimdir. Çünkü muzâfun ileyh olarak cer mahallindedir. Aldığı tenvin ise mahzuf bir cümleden ivazdır. مُسْفِرَةٌ kelimesi وُجُوهٌ ‘ün sıfatı olup damme ile merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُسْفِرَةٌ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ مُسْفِرَةٌۙ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin nekreliği tazim ve nev ifade eder.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. مُسْفِرَةٌ ‘e müteallik olan zaman zarfı يَوْمَئِذٍ , ihtimam için amiline takdim edilmiştir.
يَوْمَ zaman zarfı إذ ’e muzaftır. يَوْمَئِذٍ ‘deki tenvin mahzuf bir cümleden ivazdır. Muzâfun ileyh cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
يَوْمَئِذٍ kıyamet gününden kinayedir.
وَوُجُوهٌ ‘un sıfatı olan مُسْفِرَةٌ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. Bu kelimenin haber olması da caizdir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
وُجُوهٌ مُسْفِرَةٌۙ (Yüzün aydınlık olması), ifadesinde istiare vardır. مُسْفِرَةٌۙ , memnuniyetin yüzde ortaya çıkan belirtisi için müstear olmuştur.
مُسْفِرَةٌ ‘nin, sabah ortalığı aydınlattığında kullanılan deyiminden, pırıl pırıl parlayan aydınlık olan manasınadır. Aynı zamanda مُسْفِرَةٌ , kişinin bu alemden ve bu alemin kovuşturulmalarından soruşturulmalarından kurtuluşuna bir işarettir. (Fahreddin er-Râzî)
ضَاحِكَةٌ مُسْتَبْشِرَةٌۚ
ضَاحِكَةٌ مُسْتَبْشِرَةٌۚ
İsim cümlesidir. ضَاحِكَةٌ önceki ayetteki وُجُوهٌ ‘un haberi olup lafzen merfûdur. مُسْتَبْشِرَةٌ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
ضَاحِكَةٌ kelimesi, sülâsi mücerredi ضحك olan fiilin ism-i failidir.
مُسْتَبْشِرَةٌ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan istif’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ضَاحِكَةٌ مُسْتَبْشِرَةٌۚ
Fasılla gelen ayette, ضَاحِكَةٌ önceki ayetteki وُجُوهٌ için ikinci, مُسْتَبْشِرَةٌۚ üçüncü haberdir.
مُسْتَبْشِرَةٌۚ - مُسْفِرَةٌۙ - ضَاحِكَةٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
مُسْتَبْشِرَةٌۚ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
ضَاحِكَةٌ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
ضَاحِكَةٌ ism-i faili, وُجُوهٌ ’a nispet edilmiştir. Bu ifadede istiare vardır. Canlılara mahsus olan gülme özelliği, yüze nispet edilmiş, böylece iradesi olan bir canlı yerine konmuştur. Aynı zamanda cümlede tecessüm sanatı vardır.
İman ehline ait yüzlerin özelliklerinin sayıldığı iki ayette taksim sanatı vardır.
ضَاحِكَةٌ kelimesi sürurdan (mutluluktan) kinayedir. (Âşûr)
مُسْتَبْشِرَةٌ kelimesi sevinç anlamına gelir. س harfi ve ت harfi mübalağa içindir. (Âşûr)
Gülmek ve neşenin yüzlere isnad edilmesi mecaz-ı aklidir. Çünkü yüzler kahkahanın ve sevincin ortaya çıktığı yer olduğundan, fiilin mekana isnadının bir parçasıdır. Cenab-ı Hakk'ın ويَبْقى وجْهُ رَبِّكَ buyurduğu gibi.. (Âşûr)
ضَاحِكَةٌ (gülen) ve مُسْتَبْشِرَةٌ (sevinçli) kelimeleri ise, ya hem nazarî hem de ameli kuvvete hamledilebilecek iki kelimedir, yahut da o gün fayda ve tazimin (saygının) elde edildiğine işaret olabilecek iki kelimedir. (Fahreddin er-Râzî)
وَوُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ عَلَيْهَا غَبَرَةٌۙ
وَوُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ عَلَيْهَا غَبَرَةٌۙ
İsim cümlesidir. وُجُوهٌ mübteda olup lafzen merfûdur. يَوْمَئِذٍ zaman zarfı غَبَرَةٌ ‘e mütealliktir. يَوْمَ zaman zarfı, إذ ’e muzaftır. يَوْمَ ref mahallinde feth üzere mebnidir. إذ mukadder sükun ile mebni bir isimdir. Çünkü muzâfun ileyh olarak cer mahallindedir. Aldığı tenvin ise mahzuf bir cümleden ivazdır.
عَلَيْهَا غَبَرَةٌ cümlesi وُجُوهٌ ‘un sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَلَيْهَا car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. غَبَرَةٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
وَوُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ عَلَيْهَا غَبَرَةٌۙ
Ayet atıf harfi وَ ’la önceki ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وُجُوهٌ mübtedadır. Haber, sonraki ayette gelmiştir.
Müsnedün ileyhin nekreliği tahkir ve nev ifade eder.
وَوُجُوهٌ kelimesinin sıfatı olan يَوْمَئِذٍ عَلَيْهَا غَبَرَةٌۙ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur عَلَيْهَا ve zaman zarfı يَوْمَئِذٍ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. غَبَرَةٌ muahhar mübtedadır.
غَبَرَةٌ ‘e müteallik olan zaman zarfı يَوْمَئِذٍ , ihtimam için amiline, haber ise mübtedanın nekreliği sebebiyle takdim edilmiştir.
يَوْمَ zaman zarfı إذ ’e muzaftır. يَوْمَئِذٍ ‘deki tenvin mahzuf bir cümleden avzdır. Muzâfun ileyh cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
يَوْمَئِذٍ kıyamet gününden kinayedir.
Her iki ayetteki وُجُوهٌ kelimesindeki nekrelik nev ifade eder. (Âşûr)
تَرْهَقُهَا قَتَرَةٌۜ
تَرْهَقُهَا قَتَرَةٌۜ
تَرْهَقُهَا قَتَرَةٌ cümlesi, önceki ayetteki وُجُوهٌ ‘un haberi olarak mahallen merfûdur.
Fiil cümlesidir. تَرْهَقُهَا damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. قَتَرَةٌ fail olup lafzen merfûdur.
تَرْهَقُهَا قَتَرَةٌۜ
Fasılla gelen ayetin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Cümle, önceki ayetteki وُجُوهٌ için haberdir. Haberin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi ümlenin hükmünü takviye etmiştir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İstimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhteki nekrelik tahkir ve nev ifade eder.
تَرْهَقُهَا قَتَرَةٌۜ “Yüzü karanlığın kaplaması” ifadesinde istiare vardır. Sıkıntı ve acının yüze yansıyan görüntüsü, karanlık olmaya benzetilmiştir. Aynı zamanda cümlede tecessüm sanatı vardır.
وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ مُسْفِرَةٌۙ ضَاحِكَةٌ مُسْتَبْشِرَةٌۚ cümlesiyle, وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ عَلَيْهَا غَبَرَةٌۙ تَرْهَقُهَا قَتَرَةٌۜ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
قَتَرَةٌۜ - غَبَرَةٌۙ kelimeleri arasında muvazene vardır.
Müberred, غَبَرَةٌۙ "insana isabet eden toz", da, "tez elden ona gelen" demektir. Bu senin hızlıca dağa çıktığında söylediğin ifaden gibidir. O halde رْهَقُ , "çabucak helak olmak" demektir. قَتَرَةٌۜ ise, "tıpkı bir duman gibi olan siyahlık" demektir. Bir yüzde, bu toz ile siyahlığın birleşmesinden, daha ürkütücü birşey yoktur. Bu tıpkı, zencilerin yüzlerinin tozlanması halindeki görünüşleri gibidir. Böylece Hak Teâlâ sanki, "Onların yüzlerinde, tıpkı bu dünyada küfür ve fücur (günahlar) arasını birleştirmeleri gibi, Allah da ahirette siyahlık ile tozu birleştirmiştir" demektedir. En iyisini Allah bilir. (Fahreddin er-Râzî)
اُو۬لٰٓئِكَ هُـمُ الْكَفَرَةُ الْفَجَرَةُ
اُو۬لٰٓئِكَ هُـمُ الْكَفَرَةُ الْفَجَرَةُ
İsim cümlesidir. اُو۬لٰٓئِكَ işaret ismi mübteda olarak mahallen merfûdur. هُـمُ fasıl zamiridir.
Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -irabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ ayırma zamiri) denir.
Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْكَفَرَةُ haber olup lafzen merfûdur. الْفَجَرَةُ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
اُو۬لٰٓئِكَ هُـمُ الْكَفَرَةُ الْفَجَرَةُ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle fasıl zamiriyle tekid edilmiştir. Müsnedin الْ takısıyla marife olması bu vasfın, müsnedün ileyhte kemâl derecede olduğunu belirtmiştir.
هم zamiri mübteda ile haberin arasına girdiği için, îrabdan mahalli olmayan fasıl zamiri olarak isimlendirilmiştir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İşaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ mübteda, هُـمُ fasıl zamiridir. الْكَفَرَةُ birinci haber, الْفَجَرَةُ ikinci haberdir.
Haber olan iki vasfın aralarında و۬ olmadan gelmesi, bu özelliklerin her ikisinin birden onlarda mevcut olduğuna işaret eder.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenleri tahkir ve ikaz içindir.
Son üç ayette küfür ehline ait yüzün hallerinin sayılması taksim sanatıdır.
Bu ayette fasıl zamiri hükmü takviye ifade etmek içindir. (Âşûr)
33. ayetten itibaren surenin son ayetleri hüsn-ül hatime sanatının örneklerini teşkil etmektedir. Ayrıca 33. ayete berâat-i intihâ ayeti diyebiliriz.
Bedî‘ terim olarak hüsnü’l-hâtime, “şair veya nesir yazarının ya da konuşmacının veya mektup yazanın sözlerini en güzel şekilde sona erdirmeleridir.” Çünkü bunlar, kulaklarda kalan en son sözlerdir. Bu yüzden belâgatçının kelamını olgun, tatlı, kuvvetli ve akıcı bir şekilde sona erdirmesi ve bunun yanı sıra sözün sona erdiğini dinleyiciye veya okuyucuya hissettirmesi gerekir. Bu sebeple hüsnü’l-hâtime’nin en güzelinin, dinleyiciye sözün sona erdiğini bildiren ve onda sözün devamına dair hiçbir merak bırakmayanı olduğu kabul edilmiştir.
الْفَجَرَةُ vasfının atıfsız zikredilmesi küfür ve fücurun bir arada bulunduğunu ifade eder. (Âşûr)
Son ayetlerdeki مُّسۡفِرَةࣱ - مُّسۡتَبۡشِرَةࣱ - غَبَرَةࣱ - قَتَرَةٌ - ٱلۡفَجَرَةُ kelimelerinde olduğu gibi surenin genelindeki fasılaların mükemmel uyumunun ahengi, sözün güzelliğini, parlaklığını ve ruha etkisini artırmıştır.
Surenin sonunda iman ve küfür ehlinin özelliklerinin belirtildiği ayetler, surenin konusunu en güzel şekilde bağlayarak mükemmel bir sonuç teşkil etmiştir. sözün makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlanması olan hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اِذَا الشَّمْسُ كُـوِّرَتْۙۖ
Bu ayetlerde; kıyamet gününün nasıl dehşet verici bir gün olduğunu ifade etmek ve insanları böylesine dehşetli bir gün için hazırlık yapmaya teşvik etmek üzere, altısı kıyametin başlangıcından hesap zamanına kadar, altısı da hesabın başlamasından itibaren gerçekleşecek on iki olay anlatılmaktadır:
a) Güneşin dürülüp kararması. Bundan maksat ya güneşin ışığının sönmesi veya kütlesinin tamamen dağılması, bildiğimiz formunu ve işlevini kaybetmesidir.
b) Yıldızların dökülüp sönmesi. Güneş ışığının sönmesi, bir kısmı parlaklığını güneşten alan diğer yıldızların da söneceğine işaret eder. Ayrıca kıyametin kopmasıyla kozmik sistem bozulunca yıldızların da birbirine çarpmak, yörüngelerinden kaymak, çekimden kurtulmak gibi gelişmelerle mevcut düzen ve işlevlerini kaybedecekleri, uzay boşluğuna saçılacakları da düşünülebilir (İbn Âşûr, XXX, 141-142; ayrıca bk. İnfitâr 82/2).
c) Dağların sökülüp yürütülmesi. Bu ise yerkürede meydana gelecek olan şiddetli sarsıntı neticesinde dağların parçalanması ve yerlerinden kopup dağılması anlamına gelir (krş. Kehf 18/47; Nebe’ 78/20; Müzzemmil 73/14). Yerküredeki canlıların hayat kaynağı olan güneşin yok olmasıyla zaten burada hayatın devam etmesi mümkün değildir.
d) Doğuracak develerin başı boş bırakılması. “Doğuracak develer” diye çevirdiğimiz ışâr (tekili: uşerâ) kelimesi “gebelik süresi 10 ayını doldurmuş; fakat henüz doğurmamış olan develer” anlamına gelir. Kur’an’ın indiği dönemdeki Arap toplumu bu develeri en değerli mal sayarlardı. Temsilî olarak kıyametin şiddetiyle karşılaşan insanın, böylesine değerli mallarına dahi ilgi göstermeyeceğini ifade eder (krş. Hac 22/1-2). “Doğuracak develerin başı boş bırakılması”nın mecazi bir anlatım olduğu, bununla bulutların artık yağmur yağdırmaz olacağı, bu yüzden yeryüzünde hayatın bütünüyle yok olmasına sebep olacak bir kuraklığın yaşanacağı anlamının kastedildiği yorumu da yapılmıştır (İbn Âşûr, XXX, 142-143).
e) Yabani hayvanların toplanıp bir araya getirilmesi. Bu da ya kıyametin şiddetinden dolayı yabani hayvanların bile deliklerinden ve yuvalarından fırlayıp öteden beri korktukları şeyleri unutarak birbirlerinden ve insanlardan korkmadan dehşet içinde –denizlerin karalara taşması gibi– felâketin başlangıcındaki tehlikeli yerlerden çıkmaları ve daha güvenli yerlerde bir araya toplanmaları veya bu büyük felâketin tesiriyle kitleler halinde ölmeleri, cesetlerinin üstüste yığılmasıdır. “Yabani hayvanların birbirlerinden haklarını almak üzere bir araya toplanması” anlamına geldiğini söyleyenler de vardır (Şevkânî, V, 450). Nitekim bir hadiste kıyamet gününde hakların sahiplerine ödeneceği, hatta boynuzsuz koyunun boynuzludan hakkını alacağı belirtilmiştir (Müslim, “Birr”, 60; Tirmizî, “Kıyâmet”, 2).
f) Denizlerin kaynatılması. Bu, şiddetli sarsıntı neticesinde yerkürede meydana gelecek olan volkanik patlaklar ve derin çatlaklardan dışarı püsküren magmanın, lav kütlelerinin deniz sularını ısıtıp kaynatması yahut dünyanın şiddetle sarsılmasının ve dağların parçalanıp yok olmasının doğal sonucu olarak denizlerin birbirine karışması ve tek deniz haline gelmesi demektir (İbn Âşûr, XXX, 143; krş. Tûr 52/6; İnfitâr 82/3).
Buraya kadar anlatılanlar kıyametin kopması esnasında meydana geleceği bildirilen olaylardır. Müfessirlerin tamamına yakını bütün bunların jeolojik ve kozmik bir felâket olarak vuku bulacağını kabul ederler. Bundan sonrakiler ise kıyamet koptuktan sonra meydana geleceği haber verilen olaylardır.
g) İnsanların amelleriyle birleştirilip şekillendirilmesi. Bu âyetle ilgili yorumlar şöyledir: 1. Ölüm anında bedenden ayrılmış olan ruhların kıyamet koptuktan sonra yeniden dirilirken bedenle birleşmesi. Bu yoruma göre, insanlar öldükten sonra ruhları yok olmayıp yeniden dirilme anında bedenleriyle birleşir. 2. Kıyamet gününde insanların benzerleriyle, yani müminlerin müminlerle, kâfirlerin de kâfirlerle bir araya getirilmesi (İbn Âşûr, XXX, 144). 3. Müminlerin nefislerinin hurilerle, kâfirlerinkinin de şeytanlarla bir araya getirilmesi. 4. Kişinin dünya hayatında beraber bulunduğu inanç ve zihniyet önderleriyle bir araya getirilmesi. 5. Kişinin aynı inanç ve ahlâkı, paylaştığı insanlarla bir araya getirilmesi. 6. Azgınların kendilerini azdıranlarla, itaatkârların da kendilerini itaate davet eden peygamberler ve müminlerle bir araya getirilmesi. 7. Nefislerin amelleriyle bir araya getirilmesi (Şevkânî, V, 450-451). Bize göre burada, her insanın (nefsin) dünya hayatında yapıp ettiklerini temsil eden bir duruma (şekle) veya bunlarla oluşmuş bir şekle girmesi kastedilmiş olmalıdır. Zira insanların yeniden diriltilirken günah-sevap çeşidine göre şekiller alacaklarını ifade eden birçok hadis vardır (bk. Muhammed b. Abdullah el-Hatîb et-Tebrizî, III, 1533-1535).
h) Diri diri toprağa gömülen kıza hangi suçundan dolayı öldürüldüğünün sorulması. Câhiliye döneminde –nâdir de görülse– bazı Araplar kız çocuğunun olmasından dolayı utanç duydukları (bk. Nahl 16/58-59), bazıları da büyütüp beslemede sıkıntı çekmekten endişe ettikleri için (bk. En‘âm 6/151; İsrâ 17/31) onları diri diri toprağa gömerlerdi. İşte âhirette sorgulama başladığında bu katiller öldürdükleri kızlarıyla birlikte mahkemeye getirilecek ve hesaba çekileceklerdir.
ı) Defterlerin ortaya serilmesi. İnsanlar öldüklerinde hesap gününde açılmak üzere amel defterleri kapanır. Hesap gününde bu defterler ortaya konduğunda herkes, dünyada iken hayır veya şer adına ne işlemişse kendi amel defterinde yazılmış olduğunu görür ve yaptıklarını hatırlar. Hesabı görüldükten sonra artık hakkında amellerine göre işlem yapılır (amel defterleri hakkında bk. Hâkka 69/19-28; ayrıca krş. İsrâ 17/13-14; Kehf 18/49).
j) Gökyüzünün sıyrılıp açılması. Gökyüzü yerle birlikte (maddî evren) yok edilecek, insanın önündeki madde engeli kalkacak, madde ötesi ile yüzyüze gelmesi sağlanacaktır. Bu anlamda sema açılınca gayb âleminin gizli gerçekleri açığa çıkacak; insanların cennet, cehennem, melek vb. gayb varlıklarını hakikatleriyle tanımaları mümkün olacaktır.
k) Cehennem ateşinin harlatılması. Bundan maksat yakıcılığının arttırılması, işlevine hazır hale getirilmesidir (ayrıca bk. Şuarâ 26/91).
l) Cennetin yaklaştırılması. Dünya hayatını Allah’a sevgi ve saygı şuuru içinde yaşayan ve O’na itaatsizlikten sakınan kullara (takvâ ehline) cennetin yaklaştırılmasından maksat, o saadet ülkesine girme zamanının yaklaşmasıdır; bunun takvâ ehline verdiği tatlı heyecandır (krş. Şuarâ 26/90; Kaf 50/31).
اِذَا الشَّمْسُ كُـوِّرَتْۙۖ
اِذَا zaman zarfı, 14. ayetteki şartın cevabı olan عَلِمَتْ fiiline mütealliktir. Mahzuf olan انطوت (Katlandı) şart fiili muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
إِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الشَّمْسُ mahzuf fiilin faili olup lafzen merfûdur. Sonrasındaki fiil onu tefsir eder. Takdiri, انطوت (Katlandı) şeklindedir.
كُـوِّرَتْ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هى ‘dir.
كُـوِّرَتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كور ’dır.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اِذَا الشَّمْسُ كُـوِّرَتْۙۖ
Surenin ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatına uygun olarak, surenin konusuyla alakalı bir cümleyle başlamıştır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiştir. Ayrıca cümle, hüsn-i ibtidâ sanatının güzel bir örneğidir.
Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Surenin ilk ayeti ibtidaiyye olarak gelmiştir. Şart üslubunda gelen cümlede şart edatı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan الشَّمْسُ كُـوِّرَتْ şart cümlesidir. Cümlede, îcâz-ı hazif sanatı vardır. الشَّمْسُ , takdiri انطوت (Katlandı) olan mahzuf fiilin failidir.
Bu takdire göre cümle mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
Şartın cevap cümlesi, 14.ayetteki عَلِمَتْ نَفْسٌ مَٓا اَحْضَرَتْۜ cümlesidir.
كُـوِّرَتْ cümlesi, tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
Kıyamet günüyle ilgili gelen mazi fiil, henüz gerçekleşmemiş bir olayı olmuş gibi göstermek üzere muzari fiil yerine gelmiş, olayın kesinliğine işaret etmiştir. (Âşûr) Bu kullanımda mecâz-ı mürsel sanatı vardır.
Bu cümleye atfedilen 12 cümle vardır. atıf harfi و ’dan sonra إذا kelimesinin tekrarı ıtnâbdır. Bu ıtnâb tehvil amacıyla dolayı zorunlu kılınmıştır. Tehvil ıtnâb ve tekririn gereklerinden biridir. (Âşûr)
كُـوِّرَتْ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Şayet الشَّمْسُ kelimesinin merfûluğu mübtedalık sebebiyle mi yoksa faillik sebebiyle midir? dersen şöyle derim; Faillik sebebiyle olup onu merfû kılan, كُـوِّرَتْۙۖ fiilinin açıkladığı, gizli bir fiildir. (كُـوِّرَتْۙۖ); çünkü اِذَا edatı şart anlamı barındırması sebebiyle fiil ister. (Keşşâf)
Ayette zaman edatı اِذَا ile on iki olay zikredilmiş, cevabında "Her nefis ne getirdiğini bilecektir." denilmiştir. Bu oniki olay şunlardır: 1. Güneşin dürülmesi, 2. Yıldızların bulanması, 3. Dağların yürütülmesi, 4. Kıyılmaz malların bırakılması, 5. Vahşi hayvanların toplanması, 6. Denizlerin ateşlenmesi, 7. Nefislerin eşleştirilmesi, 8. Diri diri gömülen kıza sorulması, 9. Amel defterlerinin açılması, 10. Göğün sıyrılıp açılması, 11. Cehennemin kızıştırılması, 12. Cennetin yaklaştırılması. (Elmalılı)
Güneş dürüldüğü zaman, sarıldığı zaman demektir ki, كورت العمامة (sarık sarılmak) deyiminden gelir ki, kaldırıldığı zaman demektir. Çünkü elbise kaldırılmak istenirse katlanır ya da ışığı dürülüp uruklara yayılması gitmek, eseri ortadan kalkmak ve yörüngesinden kaydırılmaktır. Bu da طعنه فكوره deyiminden gelir ki, birini dertop edip yere atmaktır. Bu terkip (كور maddesi) sarmak ve toparlamak anlamınadır. الشَّمْسُ 'in mabadinin tefsir ettiği fiille merfû olması daha iyidir, çünkü şart edatı اِذَا fiil ister, ona dahil olur. (Beyzâvî - Rûhu’l Beyân)
كُـوِّرَتْۙۖ kelimesinin manası, yörüngesinden alınıp cehenneme atılmasıdır. Nitekim hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: ”Muhakkak güneş ve ay kıyamet günü cehennemde durulmuş iki nurdur." Yani güneş ve ay cehenneme atılmışlardır. Güneş ve ay maddî varlıklardır. Onların cehenneme atılmaları zarar görmelerine sebep değildir. Onların cehenneme atılmaları ateşin hararetini yükseltmek içindir. (Rûhu’l Beyân)
Güneşin dürülmesi iki manada anlaşılabilir. Birisi, uzaktan düz görünen güneş yuvarlağının etrafı kabuk bağlayıp bir bohça gibi sarılarak ışığının sönmesi ve körlenmesi demek olur ki bu hakikattır. Veya güneş tutulduğu zaman olduğu gibi gözden kaybolmasıdır. Bu da mecazdır.
İkincisi, güneş kütlesinin bizzat kendisinin ortadan kaldırılıp atılması demek olur ki, bu mecazi bir manadır. Zira bir elbise kaldırılacağı zaman dürülüp de kaldırılmak adet olduğundan, dürülmek, gerekli olma ilgisiyle, yok etme manasından mecaz olur. Tekvirin ikinci manası olan yıkıp atmak, bu manada hakikat demektir. Üçüncü mana olan köreltmek ise, öncekinin aynı demektir. (Elmalılı)
Burada إنْ değil, اِذَا buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü اِذَا harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. إنْ harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 397)
Kur’an-ı Kerim’de yedi sure, şart edatı ile başlamıştır. Bunlar; Vâkıa, Munâfikûn, Tekvir, İnfitar, İnşikâk, Zilzal ve Nasr Sureleridir. (İtkan)
وَاِذَا النُّجُومُ انْكَدَرَتْۙۖ
Kedera كدر :
كَدَرٌ kavramı, arı ve duruluk anlamına gelen صَفاءٌ kelimesinin zıddıdır. Bu kök ait كُدُورَةٌ sözcüğü suyun bulanıklığını anlatmaya ve hayatın hüzün/keder dolu olması ile ilgili kullanılır.
Kur'an-ı Kerim'de geçen إنْكِدارٌ sözcüğü ise bir şeyin dökülüp dağılmasından ve darmadağın olmasından kaynaklanan değişme ya da bozulmadır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de infial babı formunda 1 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri keder ve tekdirdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاِذَا النُّجُومُ انْكَدَرَتْۙۖ
اِذَا zaman zarfı, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki ilk اِذَا ‘ya matuftur.
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا zaman zarfı, 14. ayetteki şartın cevabı olan عَلِمَتْ fiiline mütealliktir. Mahzuf fiil ve fail muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
النُّجُومُ mahzuf fiilin faili olup lafzen merfûdur. Sonrasındaki fiil onu tefsir eder. Takdiri, انطوت (Katlandı) şeklindedir.
انْكَدَرَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘ dir.
انْكَدَرَتْ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İnfiâl babındadır. Sülâsîsi كدر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, mücerred yapıdaki asıl anlamıyla kullanılması gibi anlamlar katar.وَاِذَا النُّجُومُ انْكَدَرَتْۙۖ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Şart üslubunda gelen cümlede şart edatı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan النُّجُومُ انْكَدَرَتْ cümlesi, şarttır. Cümlede, îcâz-ı hazif sanatı vardır. النُّجُومُ , takdiri انطوت (Katlandı) olan mahzuf fiilin failidir.
Bu takdire göre cümle, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
Şartın cevap cümlesi, 14. ayetteki عَلِمَتْ نَفْسٌ مَٓا اَحْضَرَتْ cümlesidir.
انْكَدَرَتْ cümlesi, tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
Kıyamet günüyle ilgili gelen mazi fiil, henüz gerçekleşmemiş bir olayı olmuş gibi göstermek üzere muzari fiil yerine gelmiş, olayın kesinliğine işaret etmiştir. Bu kullanımda mecâz-ı mürsel sanatı vardır.
Burada إنْ değil, اِذَا buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü اِذَا harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. إنْ harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 397)
وَاِذَا النُّجُومُ انْكَدَرَتْۙۖ [Yıldızlar bulandığı zaman.] إنكدار , bulanmaktır. Bizim anlayacağımız mana; güneşin ışığı söndüğü zaman şüphe yok ki ay ve gezegenler gibi ondan ışık alan yıldızlar tamamen bulanıp sönecektir. Sonra güneş küresi yani güneşin kütlesi patlayıp atılarak yok olduğu zaman da cisimlerin dengesini tutan ve nurdan zincirler diye tabir edilmiş bulunan genel cazibe ve çekim yok olarak âlemin dengesi bozulmuş olacağından gökte yıldızlar alev yağmurları halinde dökülüp düşüşmeye başlayacaktır. (Elmalılı)
وَاِذَا الْجِبَالُ سُيِّرَتْۙۖ
وَاِذَا الْجِبَالُ سُيِّرَتْۙۖ
اِذَا zaman zarfı, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki ilk اِذَا ‘ya matuftur.
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا zaman zarfı, 14. ayetteki şartın cevabı olan عَلِمَتْ fiiline mütealliktir. Mahzuf fiil ve fail, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْجِبَالُ mahzuf fiilin faili olup lafzen merfûdur. Sonrasındaki fiil onu tefsir eder. Takdiri, انتثرت şeklindedir.
سُيِّرَتْ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هى ‘dir.
سُيِّرَتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi سير ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاِذَا الْجِبَالُ سُيِّرَتْۙۖ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la 1. ayetteki ibtidaiyye cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Şart üslubunda gelen cümlede şart edatı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan الْجِبَالُ سُيِّرَتْ şart cümlesidir. Cümlede, îcâz-ı hazif sanatı vardır. الْجِبَالُ , mahzuf fiilin failidir. Takdiri انتثرت (Dağıldı) olan fiil mahzuftur.
Bu takdire göre mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
Şartın cevap cümlesi, 14.ayetteki عَلِمَتْ نَفْسٌ مَٓا اَحْضَرَتْ cümlesidir.
سُيِّرَتْ cümlesi, tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
سُيِّرَتْ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kur’an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Kıyamet günüyle ilgili gelen mazi fiil, henüz gerçekleşmemiş bir olayı olmuş gibi göstermek üzere muzari fiil yerine gelmiş, olayın kesinliğine işaret etmiştir. Bu kullanımda mecâz-ı mürsel sanatı vardır.
Burada إنْ değil, اِذَا buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü اِذَا harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. إنْ harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 397)
وَاِذَا الْجِبَالُ سُيِّرَتْ [Dağlar yürütüldüğü zaman]; yerkürenin zelzele ve depremle sarsılıp patlayarak dağların yün gibi atıldığı, yerleri serap gibi olmak üzere başlayıp üzerinden geçen bulutlar gibi göğe fırlatılıp toz halinde serpildiği andır. (Elmalılı)
وَاِذَا الْعِشَارُ عُطِّلَتْۙۖ
وَاِذَا الْعِشَارُ عُطِّلَتْۙۖ
اِذَا zaman zarfı, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki ilk اِذَا ‘ya matuftur.
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا zaman zarfı, 14. ayetteki şartın cevabı olan عَلِمَتْ fiiline mütealliktir. Mahzuf fiil ve fail, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْعِشَارُ mahzuf fiilin faili olup lafzen merfûdur. Sonrasındaki fiil onu tefsir eder. Takdiri, سرحت (Tek başına bakılan) şeklindedir.
عُطِّلَتْ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هى ‘ dir.
عُطِّلَتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi سير ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاِذَا الْعِشَارُ عُطِّلَتْۙۖ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la 1. ayetteki ibtidaiyye cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Şart üslubunda gelen cümlede şart edatı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan الْعِشَارُ عُطِّلَتْ şart cümlesidir. Cümlede, îcâz-ı hazif sanatı vardır. الْعِشَارُ , mahzuf fiilin failidir. Takdiri سرحت (Tek başına bakılan) olan fiil mahzuftur.
Bu takdire göre mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
Şartın cevap cümlesi, 14. ayetteki عَلِمَتْ نَفْسٌ مَٓا اَحْضَرَتْ cümlesidir.
عُطِّلَتْ cümlesi, tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
عُطِّلَتْ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naibu fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Kıyamet günüyle ilgili gelen mazi fiil, henüz gerçekleşmemiş bir olayı olmuş gibi göstermek üzere muzari fiil yerine gelmiş, olayın kesinliğine işaret etmiştir. Bu kullanımda mecâz-ı mürsel sanatı vardır.
Burada إنْ değil, اِذَا buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü اِذَا harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. إنْ harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 397)
الْعِشَارُ kelimesi, yağmur yüklü bulutlar için müstear olarak kullanılması da caizdir. Bu durumda yağmur yüklü bulutlar العُشَراءِ (dişi deve)ye benzetilmiştir. (Âşûr)
Bu sözler, korkunun şiddeti nedeniyle işini bırakan insanların metaforudur.(Âşûr)
[Salıverildiğinde;] başıboş, metruk bırakıldığında demektir. Bunun “Sahipleri kendi canlarının derdine düştükleri için o develeri sağılmaktan ve bağlanıp koruma altına alınmaktan salıverdiğinde” anlamına geldiği de söylenmiştir. Şeddesiz olarak عُطِلَتْ şeklinde de okunmuştur. (Keşşâf)
Buradaki عِشَارُ (gebe develer) kelimesi, suyunu tamamen koyuveren bulutlardan kinayedir. Bu, mecazî bir ifade olmakla birlikte, kendinden önceki diğer şeylere benzetilmiştir. Bir de Araplar, bulutları gebe develere benzetirler. AllahTeâlâ da [Sonra o (ağır) yükü taşıyanlar…] (Zâriyat, 2) buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî - Elmalılı)
Ayetler sıralamayı gösteren ف ile değil de وَ ile birbirlerine bağlanmış olduğundan bunlar, dağlar yürütülmeden önce ve yerkürede sarsıntıların başladığı sırada olabilir. O zaman deve sürüleri de, yurtlar da, diğer kıymetli mallar da mevcut iken dehşetler içinde hepsi başıboş bırakılır. (Elmalılı)
وَاِذَا الْوُحُوشُ حُشِرَتْۙۖ
Vehaşe وحش :
وَحْشٌ kelimesi insan anlamındaki sözcüğünün zıddıdır. İnsanlarla herhangi bir ünsiyeti olmayan, evcilleşmemiş hayvanlar hakkında kullanılır. Çoğulu ise وُحُوشٌ şeklinde gelir. İçinde hiçbir insan bulunmayan, ünsiyet peyda edilmemiş yere için de وَحْشٌ kullanılır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de isim formunda 1 ayette geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri vahşi ve vahşettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاِذَا الْوُحُوشُ حُشِرَتْۙۖ
اِذَا zaman zarfı, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki ilk اِذَا ‘ya matuftur.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا zaman zarfı, 14. ayetteki şartın cevabı olan عَلِمَتْ fiiline mütealliktir. Mahzuf fiil ve fail, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْوُحُوش mahzuf fiilin faili olup lafzen merfûdur. Sonrasındaki fiil onu tefsir eder. Takdiri, إجتمعت (Toplandı) şeklindedir.
حُشِرَتْ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هى ‘dir.
وَاِذَا الْوُحُوشُ حُشِرَتْۙۖ
Ayet atıf harfi وَ ‘la, 1. ayetteki ibtidaiyye cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Şart üslubunda gelen cümlede şart edatı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan الْوُحُوشُ حُشِرَتْۙۖ şart cümlesidir. Cümlede, îcâz-ı hazif sanatı vardır. الْوُحُوشُ , mahzuf fiilin failidir. Takdiri إجتمعت (Toplandı) olan fiil mahzuftur.
Bu takdire göre mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
Şartın cevap cümlesi, 14. ayetteki عَلِمَتْ نَفْسٌ مَٓا اَحْضَرَتْ cümlesidir.
حُشِرَتْ cümlesi, tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
حُشِرَتْ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kur’an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Kıyamet günüyle ilgili gelen mazi fiil, henüz gerçekleşmemiş bir olayı olmuş gibi göstermek üzere muzari fiil yerine gelmiş, olayın kesinliğine işaret etmiştir. Bu kullanımda mecâz-ı mürsel sanatı vardır.
Burada إنْ değil, اِذَا buyrulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü اِذَا harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. إنْ harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 397)
Katâde “Sineğe varıncaya dek her şey kısas için bir araya toplanacak.” demiştir. Söylendiğine göre, yabani hayvanlar arasında hüküm verilip iş bitirilince toprağa döndürülecekler ve -tavuskuşu misali, şekil itibariyle Âdemoğullarının hoşuna gidip sevinç barındıracakların dışında- hiçbir hayvan kalmayacakmış. İbn Abbas’tan rivayet edildiğine göre, bu hayvanların haşredilmesi onların ölmeleri anlamındadır. Sene insanları ve hayvanlarını helâk ettiğinde حشرتهم السنة (Sene onları haşretti,bir araya topladı.) denir. Şeddeli olarak حُشِّرَتْ (yabani hayvanlar bir bir toplandığında) şeklinde okunmuştur. (Keşşâf)
الْوُحُوشُ vahşi hayvanlar manasına olup وحش kelimesinin çoğuludur. وحش , tekil olan vahşi kelimesinin cins ismidir. İnsana yakın olmayan kara hayvanlarına bu ad verilir. Ehlî ve evcilin zıddıdır. Bu toplanma 3 şekilde tefsir edilmiştir.
Birincisi, her taraftan canlıları saran o korku ve dehşet içinde hayvanların, öteden beri korka geldiği şeyleri unutarak deliklerinden ve yuvalarından çılgıncasına fırlayıp ne birbirlerinden ne de insanın saldırısından çekinmeksizin bir araya toplanması demektir ki, kıyamet alâmetlerinden olmak üzere ilk üfürmeden önce insanları ve hayvanları sürüp sevk edecek olan ateş çıktığı vakit olacaktır.
İkincisi, hayvanların toplanması, ölüm ve helakte toplanmalarıdır denilmiştir. Çünkü kıtlık çıktığı yıl denilir ki, ‘kıtlık helak etti’ demektir.
Üçüncüsü, Katade ve daha başkalarından rivayet olunduğu üzere vahşi hayvanların toplanması, hayvanların da kısas için diriltilip mahşer yerine toplanmalarıdır. (Elmalılı)
وَاِذَا الْبِحَارُ سُجِّرَتْۙۖ
وَاِذَا الْبِحَارُ سُجِّرَتْۙۖ
اِذَا zaman zarfı, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki ilk اِذَا ‘ya matuftur.
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا zaman zarfı, 14. ayetteki şartın cevabı olan عَلِمَتْ fiiline mütealliktir. Mahzuf fiil ve fail, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْبِحَارُ mahzuf fiilin faili olup lafzen merfûdur. Sonrasındaki fiil onu tefsir eder. Takdiri, اختلطت أو امتلأت (Karıştı veya doldu) şeklindedir.
سُجِّرَتْ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هى ‘dir.
سُجِّرَتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi سجر ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاِذَا الْبِحَارُ سُجِّرَتْۙۖ
Cümle atıf harfi وَ ‘la, 1. ayetteki ibtidaiyye cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Şart üslubunda gelen cümlede şart edatı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan الْبِحَارُ سُجِّرَتْۙۖ şart cümlesidir. Cümlede, îcâz-ı hazif sanatı vardır. الْبِحَارُ , mahzuf fiilin failidir. Takdiri اختلطت أو امتلأت (Karıştı veya doldu) olan fiil mahzuftur.
Bu takdire göre mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
Şartın cevap cümlesi, 14. ayetteki عَلِمَتْ نَفْسٌ مَٓا اَحْضَرَتْ cümlesidir.
تسجير , alevli ateşle fırın kızdırmak ve doldurmak manalarına gelir. (Elmalılı)
حُشِرَتْ cümlesi, tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
حُشِرَتْ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kur’an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Kıyamet günüyle ilgili gelen mazi fiil, henüz gerçekleşmemiş bir olayı olmuş gibi göstermek üzere muzari fiil yerine gelmiş, olayın kesinliğine işaret etmiştir. Bu kullanımda mecâz-ı mürsel sanatı vardır.
Burada إنْ değil, اِذَا buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü اِذَا harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. إنْ harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 397)وَاِذَا النُّفُوسُ زُوِّجَتْۙۖ
وَاِذَا النُّفُوسُ زُوِّجَتْۙۖ
اِذَا zaman zarfı, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki ilk اِذَا ‘ya matuftur.
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا zaman zarfı, 14. ayetteki şartın cevabı olan عَلِمَتْ fiiline mütealliktir. Mahzuf fiil ve fail, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
النُّفُوسُ mahzuf fiilin faili olup lafzen merfûdur. Sonrasındaki fiil onu tefsir eder. Takdiri, اقترنت (Yaklaştı) şeklindedir.
زُوِّجَتْ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هى ‘dir.
زُوِّجَتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi زوج ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاِذَا النُّفُوسُ زُوِّجَتْۙۖ
Cümle atıf harfi وَ ‘la, 1. ayetteki ibtidaiyye cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Şart üslubunda gelen cümlede şart edatı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan النُّفُوسُ زُوِّجَتْۙۖ şart cümlesidir. Cümlede, îcâz-ı hazif sanatı vardır. النُّفُوسُ , mahzuf fiilin failidir. Takdiri اقترنت (Yaklaştı) olan fiil mahzuftur.
Bu takdire göre mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
Şartın cevap cümlesi, 14. ayetteki عَلِمَتْ نَفْسٌ مَٓا اَحْضَرَتْ cümlesidir.
زُوِّجَتْ cümlesi, tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
زُوِّجَتْ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kur’an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Kıyamet günüyle ilgili gelen mazi fiil, henüz gerçekleşmemiş bir olayı olmuş gibi göstermek üzere muzari fiil yerine gelmiş, olayın kesinliğine işaret etmiştir. Bu kullanımda mecâz-ı mürsel sanatı vardır.
Burada إنْ değil, اِذَا buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü اِذَا harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. إنْ harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 397)
Eşleştirildiğinde [Herkes kendi şekliyle birleştirildiğinde…’’, “Ruhlar cesetlerle birleştirildiğinde”; “ruhlar defterleriyle ve amelleriyle buluşturulduğunda] da denmiştir. Hasan-ı Basrî’den rivayet edildiğine göre bu ifade, [Siz de (huzurumda) üç sınıfa ayrıldığınızda.] [Vâkı‘a 56/7] ayetine benzemekte imiş. Yine, “Müminlerin ruhları hurilerle, kâfirlerin ruhları da şeytanlarla buluşturulduğunda” anlamına geldiği de söylenmiştir. (Keşşâf)
تزويج , birini diğerine eş yapmaktır, bu ise denklik gerektirir. Maksat ruhların tekrar bedenlere döndürülmesiyle eşleştirilmesidir. Veya herkes kendine benzeyenle, hayır ve şer hususunda kendi grubuyla eşleşip sâlihlerin sâlihlerle, tacirlerin de facirlerle bir araya getirilmesidir. Yahut da herkesin, kitabı ve ameliyle bir araya getirilmesidir ki azgın kişiler kötü amelleriyle, olgun kişiler de iyi amelleriyle birleştirilirler. (Rûhu’ Beyân - Âşûr)وَاِذَا الْمَوْءُ۫دَةُ سُئِلَتْۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذَا | ve zaman |
|
2 | الْمَوْءُودَةُ | o diri diri toprağa gömülen kıza |
|
3 | سُئِلَتْ | sorulduğu |
|
وَاِذَا الْمَوْءُ۫دَةُ سُئِلَتْۙ
اِذَا zaman zarfı, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki ilk اِذَا ‘ya matuftur.
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا zaman zarfı, 14. ayetteki şartın cevabı olan عَلِمَتْ fiiline mütealliktir. Mahzuf fiil ve fail, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْمَوْءُ۫دَةُ mahzuf fiilin faili olup lafzen merfûdur. Sonrasındaki fiil onu tefsir eder. Takdiri, تظلّمت (zulüm gördü) şeklindedir.
سُئِلَتْۙ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هى ‘dir.
الْمَوْءُ۫دَةُ kelimesi, sülâsi mücerredi وأد olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
وَاِذَا الْمَوْءُ۫دَةُ سُئِلَتْۙ
Cümle atıf harfi وَ ‘la, 1. ayetteki ibtidaiyye cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Şart üslubunda gelen cümlede şart edatı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan الْمَوْءُ۫دَةُ سُئِلَتْۙ şart cümlesidir. Cümlede, îcâz-ı hazif sanatı vardır. الْمَوْءُ۫دَةُ , mahzuf fiilin failidir. Takdiri تظلّمت (zulüm gördü) olan fiil mahzuftur.
Bu takdire göre mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
Şartın cevap cümlesi, 14. ayetteki عَلِمَتْ نَفْسٌ مَٓا اَحْضَرَتْ cümlesidir.
سُئِلَتْ cümlesi, tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
سُئِلَتْ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naibu fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Kıyamet günüyle ilgili gelen mazi fiil, henüz gerçekleşmemiş bir olayı olmuş gibi göstermek üzere muzari fiil yerine gelmiş, olayın kesinliğine işaret etmiştir. Bu kullanımda mecâz-ı mürsel sanatı vardır.
Burada إنْ değil, اِذَا buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü اِذَا harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. إنْ harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 397)
الْمَوْءُ۫دَةُ küçükken diri olarak gömülüp öldürülen kızcağız demektir ki وءد kökünden türetilmiştir. وءد aslında أود gibi ağır basmak manasıyla ilgili olup cahiliyye Araplarının kız çocuklarını diri diri toprağa gömme şeklindeki âdi âdetlerine denilir.(Elmalılı)
Adaleti göstermek için bu soruyu yani öldürülmeyi gerektiren günah nedir, sorusunu Allah sorar. Öldüren ise bizzat baba veya öldürme izni verdiği kimsedir. Sorunun kıza sorulması, öldürene karşı duyulan öfkenin fazlalığını belirtmek ve katili sert şekilde susturmak içindir. (Rûhu’l Beyân)
Bu ayette öldürülen kız çocuğuna sorulacağı zikrediliyor. Yani سُئِلَ fiili öldürülen kıza isnad edilmiş. Halbuki o değil, onu öldüren sorguya çekilecektir. Yani öldürülen manasında olan الْمَوْءُ۫دَةُ şeklinde ism-i mef'ûl değil, öldüren manasında olan ألوائد şeklinde ism-i fail kalıbının gelmesi gerekirdi. Burada fiilin ne kadar kötü olduğu ve bunun cezasının da o nisbette şiddetli olacağını mübalağalı olarak ifade etmek için ism-i fâil kalıbında gelmesi gereken kelime, ism-i mef'ûl kalıbında gelmiştir. Demek ki ism-i fail olarak gelmesi gereken kelime yerine ism-i mef'ûl kalıbında bir kelime gelip isnad da asıl faile değil, onunla mülâbeset halinde olan bir şeye yapılırsa buna; faile isnad, ya da failiyye alakası denir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)بِاَيِّ ذَنْبٍ قُتِلَتْۚ
بِاَيِّ ذَنْبٍ قُتِلَتْۚ
بِ sebebiyyedir. بِاَيِّ car mecruru قُتِلَتْۚ fiiline mütealliktir. ذَنْبٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
قُتِلَتْۚ cümlesi, mahzuf عن harf-i ceriyle سُئِلَتْۙ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
قُتِلَتْ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هى ‘dir.
بِاَيِّ ذَنْبٍ قُتِلَتْۚ
Kemâl-i ittisal nedeniyle fasılla gelen ayette بِاَيِّ ذَنْبٍ قُتِلَتْۚ cümlesi, önceki ayetteki سُئِلَتْ fiilinin mef’ûlü yerindedir. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek, temekkün ve istikrar ifade eden fiil cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede takdim tehir sanatı vardır. Mecrur mahaldeki istifham ismi اَيِّ ذَنْبٍ başındaki harf-i cerle birlikte sadaret hakkı nedeniyle amili olan قُتِلَتْ fiiline mütealliktir.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp, inkâr ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
ذَنْبٍ ‘deki nekrelik nev ifade eder.
Bu ayete sorunun kız çocuğuna sorulmasında ta‘rîż vardır. Zira sorunun onu öldürene sorulmaması, kendisinin kâle alınmadığı imasını içermekte ve öldüren kişi küçük düşürülerek kınanmaktadır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
قُتِلَتْ (öldürüldüğü) şeklinde ifade edilmesi, sadece sözün kız çocuğuyla ilgili bir haber verme olmasına dayanmaktadır; ayette kız çocuğunun, kendisine sorulduğunda muhatap kılındığı söz hikaye edilseydi قُتِلَتِ (Hangi günahtan dolayı öldürüldün?) denilecekti. Yahut kız çocuğunun kendisi sorduğundaki sözü hikaye edilseydi, bu sefer قُتِلَتُ (Hangi günahtan dolayı öldürüldüm ben!?) denilecekti. Nitekim İbn Abbas hikaye (başkasının sözünü onun ağzından nakletme) üslubuyla قُتِلَتُ okumuştur. Şeddeli olarak قُتِلَتْ (teker teker öldürüldüğü) şeklinde de okunmuştur. (Keşşâf)وَاِذَا الصُّحُفُ نُشِرَتْۙۖ
وَاِذَا الصُّحُفُ نُشِرَتْۙۖ
اِذَا zaman zarfı, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki ilk اِذَا ‘ya matuftur.
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا zaman zarfı, 14. ayetteki şartın cevabı olan عَلِمَتْ fiiline mütealliktir. Mahzuf fiil ve fail, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الصُّحُفُ mahzuf fiilin faili olup lafzen merfûdur. Sonrasındaki fiil onu tefsir eder. Takdiri, ظهرت (Ortaya çıkardı) şeklindedir.
نُشِرَتْ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هى ‘dir.
وَاِذَا الصُّحُفُ نُشِرَتْۙۖ
Cümle atıf harfi وَ ‘la 1. ayetteki ibtidaiyye cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Şart üslubunda gelen cümlede şart edatı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan الصُّحُفُ نُشِرَتْۙۖ şart cümlesidir. Cümlede, îcâz-ı hazif sanatı vardır. الصُّحُفُ , mahzuf fiilin failidir. Takdiri ظهرت (Ortaya çıkardı) olan fiil mahzuftur.
Bu takdire göre mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
Şartın cevap cümlesi, 14. ayetteki عَلِمَتْ نَفْسٌ مَٓا اَحْضَرَتْ cümlesidir.
نُشِرَتْ cümlesi, tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
نُشِرَتْ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naibu fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Kıyamet günüyle ilgili gelen mazi fiil, henüz gerçekleşmemiş bir olayı olmuş gibi göstermek üzere muzari fiil yerine gelmiş, olayın kesinliğine işaret etmiştir. Bu kullanımda mecâz-ı mürsel sanatı vardır.
Burada إنْ değil, اِذَا buyrulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü اِذَا harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. إنْ harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 397)
الصُّحُف ile amel defterlerini kastetmektedir. İnsanın amel defteri ölümünde dürülüp kapatılır, sonra hesaba çekileceği vakit açılır. (Keşşâf)
Bu amel defteri alışılmış, bildiğimiz defterlerden farklı olmakla beraber hakiki defter olduğu gibi mecazi de olabilir. İnsanların amellerinin sayıldığı şeyler için kullanılmıştır. Başka yerlerde de geçmiştir. (Âşûr)
وَاِذَا الصُّحُفُ نُشِرَتْۙۖ [Ve sayfalar açıldığı vakit.] Burada iki türlü sahife zikredilmiştir:Birisi, amel defterleridir ki, bunların açılması hesap için açılmaları demektir. İbni Münzir'in İbni Cüreyc'den rivayet ettiği gibi, "İnsan ölünce defteri dürülür, sonra kıyamet günü açılır. Ona göre hesabı görülür."
İkincisi de Hâkka Suresi'nin "Kitabı sağından verilmiş olan kimseye gelince.." (Hâkka, 69/19) ayetinde de geçtiği gibi, hesabın görülmesinden sonra mahkeme neticesini bildirme gibi açılıp dağıtılacak sayfalardır ki, bunların açılması da dağıtılıp sahiplerine verilmesi demektir. Buna bazı hadislerde tetayürü suhuf yani sahifelerin uçuşması tabir edilmiştir. (Elmalılı)
وَاِذَا السَّمَٓاءُ كُشِطَتْۙۖ
وَاِذَا السَّمَٓاءُ كُشِطَتْۙۖ
اِذَا zaman zarfı, atıf harfi وَ ‘ la önceki ayetteki ilk اِذَا ‘ya matuftur.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا zaman zarfı, 14. ayetteki şartın cevabı olan عَلِمَتْ fiiline mütealliktir. Mahzuf fiil ve fail, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
السَّمَٓاءُ mahzuf fiilin faili olup lafzen merfûdur. Sonrasındaki fiil onu tefsir eder. Takdiri, زالت (Oldu) şeklindedir.
كُشِطَتْ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هى ‘dir.
وَاِذَا السَّمَٓاءُ كُشِطَتْۙۖ
Cümle atıf harfi وَ ‘la 1. ayetteki ibtidaiyye cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Şart üslubunda gelen cümlede şart edatı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan السَّمَٓاءُ كُشِطَتْۙۖ , şart cümlesidir. Cümlede, îcâz-ı hazif sanatı vardır. السَّمَٓاءُ , mahzuf fiilin failidir. Takdiri زالت (Oldu) olan fiil mahzuftur.
Bu takdire göre mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
Şartın cevap cümlesi, 14. ayetteki عَلِمَتْ نَفْسٌ مَٓا اَحْضَرَتْ cümlesidir.
كُشِطَتْ cümlesi, tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
كُشِطَتْ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
كُشِطَ , kesilmiş bir hayvanın derisini yüzmek ve ağacın kabuğunu soymak ve yüzden örtüyü sıyırmak gibi, örtülü bir şeyi bürüyen örtüyü yüzünden atıp açmaktır. Göğün böyle sıyrılması da hayvanın derisi soyulur gibi sökülüp, yok edilmesiyle tefsir olunmuştur. (Elmalılı)
Kıyamet günüyle ilgili gelen mazi fiil, henüz gerçekleşmemiş bir olayı olmuş gibi göstermek üzere muzari fiil yerine gelmiş, olayın kesinliğine işaret etmiştir. Bu kullanımda mecâz-ı mürsel sanatı vardır.
Burada إنْ değil, اِذَا buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü اِذَا harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. إنْ harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 397)وَاِذَا الْجَح۪يمُ سُعِّرَتْۙۖ
وَاِذَا الْجَح۪يمُ سُعِّرَتْۙۖ
اِذَا zaman zarfı, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki ilk اِذَا ‘ya matuftur.
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا zaman zarfı, 14. ayetteki şartın cevabı olan عَلِمَتْ fiiline mütealliktir. Mahzuf fiil ve fail, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْجَح۪يمُ mahzuf fiilin faili olup lafzen merfûdur. Sonrasındaki fiil onu tefsir eder. Takdiri, اشتعلت (Tutuştu) şeklindedir.
سُعِّرَتْ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هى ‘dir.
سُعِّرَتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi سعر ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاِذَا الْجَح۪يمُ سُعِّرَتْۙۖ
Cümle atıf harfi وَ ‘la 1. ayetteki ibtidaiyye cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Şart üslubunda gelen cümlede şart edatı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan الْجَح۪يمُ سُعِّرَتْۙۖ şart cümlesidir. Cümlede, îcâz-ı hazif sanatı vardır. السَّمَٓاءُ , mahzuf fiilin failidir. Takdiri اشتعلت (Tutuştu) olan fiil mahzuftur.
Bu takdire göre mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
Şartın cevap cümlesi, 14.ayetteki عَلِمَتْ نَفْسٌ مَٓا اَحْضَرَتْ cümlesidir.
سُعِّرَتْ cümlesi, tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
سُعِّرَتْ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Kıyamet günüyle ilgili gelen mazi fiil, henüz gerçekleşmemiş bir olayı olmuş gibi göstermek üzere muzari fiil yerine gelmiş, olayın kesinliğine işaret etmiştir. Bu kullanımda mecâz-ı mürsel sanatı vardır.
Burada إنْ değil, اِذَا buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü اِذَا harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. إنْ harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 397)
Anlamda mübalağa gözetmek için şeddeli olarak سُعِّرَتْ şeklinde okunmuştur. (Keşşâf)
Cehennem ateşini Allah Teâlâ’nın gazabının ve Ademoğullarının hatalarının kızdırdığı da söylenmiştir. (Keşşâf)
وَاِذَا الْجَنَّةُ اُزْلِفَتْۙۖ
وَاِذَا الْجَنَّةُ اُزْلِفَتْۙۖ
اِذَا zaman zarfı, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki ilk اِذَا ‘ya matuftur.
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا zaman zarfı, 14. ayetteki şartın cevabı olan عَلِمَتْ fiiline mütealliktir. Mahzuf fiil ve fail, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْجَنَّةُ mahzuf fiilin faili olup lafzen merfûdur. Sonrasındaki fiil onu tefsir eder. Takdiri, قربت (Yakın oldu) şeklindedir.
اُزْلِفَتْ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هى ‘dir.
اُزْلِفَتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi زلف ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاِذَا الْجَنَّةُ اُزْلِفَتْۙۖ
Cümle atıf harfi وَ ‘la 1. ayetteki ibtidaiyye cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Şart üslubunda gelen cümlede şart edatı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan الْجَنَّةُ اُزْلِفَتْ şart cümlesidir. Cümlede, îcâz-ı hazif sanatı vardır. الْجَنَّةُ , mahzuf fiilin failidir. Takdiri قربت (Yakın oldu) olan fiil mahzuftur.
Bu takdire göre mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
Şartın cevap cümlesi, 14. ayetteki عَلِمَتْ نَفْسٌ مَٓا اَحْضَرَتْ cümlesidir.
اُزْلِفَتْ cümlesi, tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
اُزْلِفَتْ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kur’an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Kıyamet günüyle ilgili gelen mazi fiil, henüz gerçekleşmemiş bir olayı olmuş gibi göstermek üzere muzari fiil yerine gelmiş, olayın kesinliğine işaret etmiştir. Bu kullanımda mecâz-ı mürsel sanatı vardır.
Burada إنْ değil, اِذَا buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü اِذَا harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. إنْ harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 397)
الْجَنَّةُ - الْجَح۪يمُ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Yani müminlere yakın kılındığında. Tıpkı [Cennet müttakilere yaklaştırılmıştır; uzakta değildir artık…] (Qâf 50/31) ayetindeki gibi. Denilmiştir ki (kıyamet sahneleriyle ilgili) bu on iki hasletin altısı (Yani güneşin dürülmesinden denizlerin kaynatılmasına kadarki olaylar.) dünyaya, diğer altısı (Kişilerin eşleştirilmesinden cennetin yaklaştırılmasına kadarki olaylar.) da ahirete dairdir. (Keşşâf - Rûhu-l Beyân)
Ardarda gelen bu şart cümleleriyle muhatabın ilgisi çekilmiş, cevap konusundaki merak zirveye ulaşmıştır.
عَلِمَتْ نَفْسٌ مَٓا اَحْضَرَتْۜ
Defterleri ellerine verilen insanlar ilâhî huzura hangi amellerle geldiklerini eksiksiz göreceklerdir (bk. Âl-i İmrân 3/30).
عَلِمَتْ نَفْسٌ مَٓا اَحْضَرَتْۜ
عَلِمَتْ نَفْسٌ cümlesi, surenin başında zikredilen اِذَا ile başlayan şartın cevabıdır.
Fiil cümlesidir. عَلِمَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. نَفْسٌ fail olup lafzen merfûdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَٓا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اَحْضَرَتْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. Aid zamiri mahzuftur.
اَحْضَرَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘ dir.
اَحْضَرَتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi حضر ’dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.عَلِمَتْ نَفْسٌ مَٓا اَحْضَرَتْۜ
Kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelen ayet, surenin başında zikredilen ve ona atfedilen şart cümlelerinin cevabıdır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
عَلِمَتْ fiilinin faili نَفْسٌ ‘deki nekrelik cins içindir.
Mef’ûl konumundaki müşterek ismi mevsul مَا ‘nın sılası olan اَحْضَرَتْ , müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette, mecâz-ı mürsel sanatı vardır. Lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir. Yani her nefis hazırlayıp getirdiği şeyi bilecektir tabiriyle, her amelin sevap ve günah yönünden değerlendirileceği, etkili bir şekilde anlatılmak istenmiştir.
عَلِمَتْ fiili, اِذَا الشَّمْسُ كُـوِّرَتْۙۖ (zarf tümleci) ve buna atfedilenleri nasb eden amildir. Şayet tek bir nefis değil; [Herkes, yaptığı bütün hayırları ve işlediği bütün kötülükleri önünde hazır bulacağı gün bunlarla kendisi arasında uzak bir mesafe olmasını isteyecek.] (Âl-i İmrân 3/30) ayetinde anlatıldığı gibi, her nefis ( كُلُّ نَفْس ) ne getirdiğini bilecekken, herhangi bir nefis (نَفْسٌ) demenin anlamı nedir? dersen şöyle derim: Bu, Arapların, tersi söylenen bir ifadede abartı kastettikleri konuşma örneklerindendir. (Keşşâf)
Bu ayetlerde geçen zamandan murad, sayılan olayların hepsini, sığdıran pek uzun bir tek zaman olup başlangıcı birinci nefha, sonu da, mahluklar arasında hükmedildiği zamandır. (Ebüssuûd)
Burada عَلِمَتْ نَفْسٌ (bilecektir) sözünün manası da iyi kötü bütün amellerini defterinde hiç eksiksiz ayrıntılarıyla yazılı bulup hepsini görecek ["Ne acayip bir defter bu! Ne küçük bırakmış, ne büyük hepsini kayda geçirmiş."] (Kehf, 18/49) diyecek; yahut ["Bütün yaptıklarını hazır bulurlar. Rabbin hiç kimseye zulmetmez."] (Kehf, 18/49) manasınca hepsini iyiliğine ve kötülüğüne göre bir şekle bürünmüş olan gerçek durumu üzere hazır bulup gerçek bir görüşle görecek demektir. (Elmalılı)
Hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: ”Mümin kul iki korku arasındadır. Geçen ömür ki, o konuda Allah'ın nasıl hükmedeceğini bilmemektedir. Kalan ömrü hakkında da Allah'ın nasıl hükmedeceğini bilmemektedir. Kul ölmeden evvel hayattan, yaşlanmadan önce gençlikten, ahireti için dünyasından ve ruhu için nefsinden azık tedarik etmelidir. Yemin olsun ki, öldükten sonra hoşnutluk fırsatı yoktur. Dünyadan sonra da ancak cennet ve cehennem vardır." (Rûhu’l Beyân)
فَلَٓا اُقْسِمُ بِالْخُنَّسِۙ
Erişilmez bir nazım güzelliği ve edebî incelikler taşıyan 15-18. âyetlerdeki yeminler, ileride verilecek olan vahiy ve peygamberle ilgili bilgilerin gerçekliğini teyit amacı taşıması yanında, muhatabı bu bilgilerin önemini kavramaya hazırlamaktadır. Çünkü peygamberin dürüstlüğü ve vahyin gerçek olduğu hususunda kuşku duyan insanın, hiçbir dinî bildirimi tanıyıp kabul etmesi beklenemez. Müfessirler 19. âyette anlatılan “değerli elçinin sözü”nden maksadın Kur’an olduğunu söylemişlerdir. Elçiden maksat bir görüşe göre Cebrâil’dir (Taberî, XXX, 51; Zemahşerî, 224). Cebrâil, Allah’ın kelâmı Kur’an’ın Hz. Peygamber’e ulaştırılmasında aracılık yani elçilik ettiği için ona “değerli elçi” denilmiş ve Allah’ın vahyettiği kelâm Hz. Peygamber’e onun tarafından okunduğu, vahye uygun söz kalıbına girmiş olarak ondan ulaştığı için “onun sözü” olarak ifade edilmiştir. Diğer bir yoruma göre “değerli elçi” Hz. Peygamber’dir. O, Allah’ın elçisi olarak Kur’an’ı insanlara tebliğ ettiği için Kur’an onun sözü olarak ifade buyurulmuştur (İbn Âşûr, XXX, 154-155).
“Değerli elçi” ifadesini Hz. Peygamber olarak açıklayanlara göre 20-21. âyetlerin anlamı şöyle olur: Peygamber Allah’tan gelen mesajları ümmetine tebliğ edecek güç ve yeteneğe sahiptir; Allah katında onun yüce bir makamı ve itibarı vardır; kendisine indirilen vahyi koruma ve tebliğ etme hususunda güvenilir bir elçidir; Allah’a itaat eden müminler ona da itaat eder, saygı gösterirler (Şevkânî, V, 453; arş hakkında bilgi için bk. A‘râf 7/54).
فَلَٓا اُقْسِمُ بِالْخُنَّسِۙ
Fiil cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. لَٓا zaiddir. اُقْسِمُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir. بِالْخُنَّسِ car mecruru اُقْسِمُ fiiline mütealliktir.
اُقْسِمُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi قسم ’dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَلَٓا اُقْسِمُ بِالْخُنَّسِۙ
فَ istînâfiyye, لَٓا tekid ifade eden zaid haftir. Müspet muzari fiil sıygasında gelen cümle, kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Kasemin cevabı 19. ayette gelmiştir.
Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Muksemun bih olan car mecrur بِالْخُنَّسِ , kasem fiili اُقْسِمُ ’ya mütealliktir.
[Hayır, sinenlere yemin ederim] ifadesi burçtan burca dönen yıldızlara demektir, bu da خنس fiilinden gelir ki, geri kalmaktır. Bunlar ayla güneşin dışındaki gezegenlerdir. (Beyzâvî)
Kasemin yani yeminin başındaki لَٓا zaiddir, yahut da önceki sözü red için gelmiştir. Buna göre mana: ”Ey kâfirler! Durum sizin iddia ettiğiniz gibi değildir. Yani Kur'an, ne şiirdir, ne sihirdir, ne de efsanedir." Sonra Cenab-ı Hak gezegenlere yeminle söze başladı. خُنَّسِ kelimesi, خانس in çoğuludur. خانس ise geri kalan demektir. خُنَّسِ ‘ün aslı geriye dönmektir. خنَّاس , şeytanın bir sıfatıdır. Çünkü o hortumunu kulun kalbine sokar, kul Allah'ı zikredince geri çekilir, gaflete düşünce ise vesvese vermek üzere döner. Buna göre ayetin manası şöyledir: ”Dönüp kaybolan beş gezegene yemin ederim." Bu beş gezegen şunlardır: Merih, Zühal, Zöhre, Utarit, Müşteri. Bunlar güneş ve ayla birlikte yedi olmaktadır. Her biri bir yörüngede hareket etmektedir, en yakını ay olmak üzere belli bir tertip üzere bulunurlar. (Rûhu’l Beyân - Elmalılı)اَلْجَوَارِ الْكُنَّسِۙ
اَلْجَوَارِ الْكُنَّسِۙ
اَلْجَوَارِ kelimesi الْخُنَّسِ ‘den bedel olup kesra ile mecrurdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْكُنَّسِ kelimesi اَلْجَوَارِ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلْجَوَارِ الْكُنَّسِۙ
اَلْجَوَارِ , önceki ayetteki muksemun bih olan الْخُنَّسِ ‘den bedeldir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin, tefsir ve izah maksadıyla, bir kelimenin bir başka kelimeyle açıklandığı ıtnâb sanatıdır.
Arap dilinde bir kelimenin yerine kullanılan başka bir kelimenin atıf yapılmadan ve tefsir maksatlı kullanılması “bedel” ile anlatılmaktadır. Bedel yapmanın amacı, kapalı olan kelamı açmak, açık olanı ise tekid etmektir. (Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi, İtnâb-îcâz)
الْكُنَّسِ kelimesi اَلْجَوَارِ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
15. ayetteki خُنَّسِۙ - الْكُنَّسِۙ kelimeleri arasında lüzum ma la yelzem, muvazene ve cinas sanatları vardır.
Bu ve bir sonraki ayet hakkında çok fazla sayıda ihtimaller, yapılmış yorumlar ve rivayetler vardır. En yaygın yorumlardan birine göre, bu ayet gezegenleri tanımlamaktadır ki bu takdirde, “geri dönenler” ifadesinden, dış gezegenlerde görülen gerileme (retrograde) hareketi de anlaşılabilir. Dünya, farklı hızlarda dönen bu gezegenlerden birinin önünden geçtiği zaman, bir süre için o gezegen geriye gidiyormuş gibi görünmekte, sonra tekrar olağan hareketine devam etmektedir. (Ümit Şimşek Meali)
Yürüyüşünün ardından gün batımı, vahşetten dönüp saklananlara benzetildi. Bu eşsiz güzellikte bir benzetmedir. الخُنَّسِ kelimesi müsteardır, الجَوارِي الكُنَّسِ ifadesi de terşih ifade eder. (Âşûr)
وَالَّيْلِ اِذَا عَسْعَسَۙ
وَالَّيْلِ اِذَا عَسْعَسَۙ
الَّيْلِ atıf harfi وَ ‘la الْكُنَّسِ ‘e matuftur. اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا zaman zarfı اُقْسِمُ fiiline mütealliktir.
عَسْعَسَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَسْعَسَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
وَالَّيْلِ اِذَا عَسْعَسَۙ
الَّيْلِ atıf harfi وَ ile 15. ayetteki muksemun bih olan خُنَّسِۙ ’ye atfedilmiştir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan عَسْعَسَ cümlesi, اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir. اِذَا zaman zarfı, 15. ayetteki أقسم fiiline mütealliktir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
عَسْعَسَۙ ’nin ‘’gece kararmaya yüz tuttu’’ anlamında olduğu da söylenmiştir. (Keşşâf)
وَالَّيْلِ اِذَا عَسْعَسَۙ [Andolsun karanlığa yöneldiği zaman geceye..] Râgıp el isfehânî’ye (ö.h. 565) göre ve عَسْعَسَۙ kelimesi gecenin her iki tarafında olan ince karanlık tabakadır. Bunun için buradaki عَسْعَسَۙ kelimesi beraberce, yönelip geldiğinde ve arkasını dönüp gittiğinde diye tefsir edilmiştir. Dilcilerden bir kısmı da ayette geçen عَسْعَسَۙ kelimesi ile ‘gece geldi’ manasının kastedildiğini, böyle olması halinde ise yeminin, gecenin gelişine işaret ettiğini, bunu da Cenab-ı Hakk’ın اِذَا تَنَفَّسَۙ ifadesinden anlaşıldığını söylemişlerdir. Kimileri de gecenin gitmesine yemin edildiğini, bunun da وَالصُّبْحِ اِذَا تَنَفَّسَۙ ifadesinden anlaşıldığını söylemişlerdir. (Muzaffer Gedikoğlu Arap Dilinde Kasem (Yüksek Lisans Tezi) Danişman Yrd. Doç. Dr. Muhittin Uysal)
عَسْعَسَۙ kelimesi, iki zıt manaya yani hem yöneldi, hem de arkasını dönüp gitti manasına gelir. Buna göre kararmaya başladığında geceye Yemin olsun denilebileceği gibi, karanlığı çekilirken geceye Yemin olsun de denebilir. Fakat birinci mana daha münasiptir. Zira sabahın ağarmaya başlaması ve gecenin kararmaya başlaması uyum ifade eder. (Rûhu’l Beyân)وَالصُّبْحِ اِذَا تَنَفَّسَۙ
وَالصُّبْحِ اِذَا تَنَفَّسَۙ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la الَّيْلِ ‘ye matuf olup kesra ile mecrurdur.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا zaman zarfı اُقْسِمُ fiiline mütealliktir. تَنَفَّسَۙ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَنَفَّسَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. تَنَفَّسَۙ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi نفس ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَالصُّبْحِ اِذَا تَنَفَّسَۙ
وَالصُّبْحِ atıf harfi وَ ile 15. ayetteki muksemun bih olan خُنَّسِۙ ’e atfedilmiştir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan تَنَفَّسَ cümlesi اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir. اِذَا zaman zarfı, 15. ayetteki أقسم kasem fiiline mütealliktir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
وَالصُّبْحِ اِذَا تَنَفَّسَ (Estiğinde sabaha yemin ederim.) ayetinde istiâre-i tasrîhiyye vardır. Yüce Allah, gündüzün gelmesi ve aydınlığının yayılmasını, kalbe hayat veren ve yavaş yavaş esen rüzgârlara benzetti. تَنَفَّسَۙ kelimesini, zifiri karanlıktan sonra gündüzün aydınlanması için müsteâr olarak kullandı. Bu, tasvir bakımından en güzel ve belîğ istiarelerdendir. Çünkü Yüce Allah, gündüzün gelmesini, sabahın teneffüsü ile ifade etti. (Safvetü’t Tefâsir, Âşûr)
Müstear, تَنَفَّسَۙ (nefes aldı) fiilidir. Müstearun leh (benzeyen) الصُّبْحِ , yani işraktır. Müstearun minh (benzetilen) insan veya bir canlıdır. Câmi’; canlılıktır. Burada sabah, canlı bir şeye benzetilmiştir. Sabah ve canlı bir şey bir arada bulunabilir. Bunun için tasrihi ve vifaki istiare vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Şayet “Sabahın nefeslenmesi ne demektir?” dersen şöyle derim: Sabah yönelip geldiği vakit, beraberinde bir rahatlık ve hoş bir esinti de gelir. İşte sabah için bu mecazî anlamda bir nefes kılınmış; تَنَفَّسَۙ الصُّبْح denmiştir. (Keşşâf)
Ayetteki bu mecazın keyfiyeti hususunda ise şu iki izah yapılmıştır:
a) Sabah vakti geldiğinde, onun gelmesiyle bir rahatlık, bir huzur, bir sürur gelir. Bu da mecazen, onun nefesi, onun canı kabul edilmiştir de, böylece de, "sabah teneffüs ettiğinde..." denilmiştir.
b) Bu karanlık gece, hiç hareket etmeden ve kalbi hüzünle dopdolu olan belaya duçar ve hüzünlü birisine benzetilmiştir. Binaenaleyh bu kimse bir nefes aldığında bir rahatlık hissedecektir. İşte ayette de, sabah vakti olunca, böylece gece sanki bu kederden, bu hüzünden kurtulmuş da, dolayısıyla onun bu hali, nefes alma tabiri ile ifade edilmiştir. Ayetteki bu istiare, çok hoş olan bir istiaredir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّهُ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَر۪يمٍۙ
اِنَّهُ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَر۪يمٍۙ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. قَوْلُ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. رَسُولٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. كَر۪يمٍۙ kelimesi رَسُولٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّهُ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَر۪يمٍۙ
Kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelen ayet 15. ayetten itibaren gelen kasemlerin cevabıdır. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Kur'ân-ı Kerîm Resulullah (sav)'ın sözü değildir. O Allah'ın sözüdür. Sözün Allah'ın Resulüne nispet edilmesi, onu okuyanın, tebliğ edenin ve gereğince amel edenin o oluşundan dolayıdır! (Kurtubî)
اِنَّهُ (O) sözünden maksat, her ne kadar daha önceden zikredilmemiş olsa da Kur'an-ı Kerim'dir. Sözün gelişi bunu ifade etmektedir.Bu cümle, kasemlerin cevabıdır. Yukarıdaki şeylere yemin edilmesi, Allah'ın kudret ve hikmetinin bunlarda en kamil manada gözükmesinden ötürüdür. (Rûhu’l Beyân)
Veciz ifade kastına matuf لَقَوْلُ رَسُولٍ izafetinde رَسُولٍ ‘ye muzâf olan قَوْلُ , şan ve şeref kazanmıştır.
رَسُولٍ ‘deki nekrelik, tazim ifade eder.
رَسُولٍ için sıfat olan كَر۪يمٍ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.ذ۪ي قُوَّةٍ عِنْدَ ذِي الْعَرْشِ مَك۪ينٍۙ
ذ۪ي قُوَّةٍ عِنْدَ ذِي الْعَرْشِ مَك۪ينٍۙ
ذ۪ي harf ile îrablanan beş isimden biri, رَسُولٍ ‘in ikinci sıfatı olup cer alameti ي ‘dir. قُوَّةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عِنْدَ zaman zarfı مَك۪ينٍۙ ‘e mütealliktir.
ذِي muzâfun ileyh olup cer alameti ي ‘dir. الْعَرْشِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مَك۪ينٍ kelimesi رَسُولٍ ‘in üçüncü sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
مَك۪ينٍ sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ذ۪ي قُوَّةٍ عِنْدَ ذِي الْعَرْشِ مَك۪ينٍۙ
ذ۪ي قُوَّةٍ izafeti önceki ayetteki رَسُولٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
عِنْدَ ذِي الْعَرْشِ izafeti, مَك۪ينٍ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
رَسُولٍ ‘ün üçüncü sıfatı olan مَك۪ينٍ mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
قُوَّةٍ ’deki tenvin tazim, nev ve kesret ifade eder.
مَك۪ينٍۙ - قُوَّةٍ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
ذِي kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Kuvvetli ifadesi [Kuvveleri son derece sağlam olan (Cebrâil)’ öğretmiştir ona; deha sahibi…] (Necm 53/5-6) ayetlerindeki gibidir. Mekanın durumu mekan tutanın durumuna göre anlam kazandığı için, Cebrâil’in konumunun ve değerinin azametine delalet etsin diye; [Arş Sahibinin katında] buyurulmuştur. (Keşşâf - Ebüssuûd)
Bitiş düdüğü çalındığında dondu kaldı. Sanırım bu kadar çabuk bitmesini beklemiyordu ama bu geçerli bir bahane sayılmazdı. Önemsemediğini söylediği sınav kağıdına baktı ve aslında kazananlardan olmayı dilediğini anladı. Zira, artık kaçacak hiçbir yeri ve kimsesi yoktu.
Kendi derdinin dehşeti içinde kavruluyordu. Aydınlıkların yerini karanlıklar almıştı. Sanki, güneşin ışığı yutulmuştu. Karanlığın içinde bir şeyleri görmeye çalışan gözlerinin algıladığı karanlık büyüdükçe büyüdü ve kendisini yutuverdi. Sınav kağıtlarının sonuçları açıklanırken, gözlerini kapattı.
Yaptığını bildiği hatalarını aklına getirmemeye çalıştı. Yine de son anda vazgeçtiği doğru cevapların ve tembelliğinden dolayı yeterince çalışmamanın keşkeleri altında ezildi. Gülen arkadaşlarının yüzündeki gülümsemeyi kıskandı. Ailesinden ve sevdiklerinden kaçtı.
Adımları aynı yerde saymaya başlayınca başını salladı ve sınav salonundaki denetmenle gözgöze geldi. Birkaç dakikanın içinde, sınav heyecanının anımsattığı mahşer dehşetine kapılıp gittiğini anlayınca, kendi kendine güldü. O günün sıkıntısından Allah’a sığındı, kalan zamanına hamdetti ve sınavına başladı.
Ey Allahım! Mahşer gününün dehşetinden merhametine sığınırız. Açılan defterlerin pişmanlığından affına sığınırız. Rahmetin ile kusurlarımızı ört, günahlarımızı affet ve defterlerimizdeki salih amellerimizi çoğalt.
O gün, sevdiklerinden kaçanlardan değil; sevdiklerine kavuşanlardan eyle. Yüzlerimizi toza toprağa bulanmış ve kararmışlardan değil; tebessüm ve müjdeler ile aydınlanmışlardan eyle. Kalplerimizi umutsuzluğun çaresizliğinde boğulanlardan değil; rızan ve nurun ile ferahlayanlardan eyle.
Cehennem ateşinden ve gazabından uzaklaştırılanlardan; cennet bahçelerine ve nimetlerine yaklaştırılanlardan eyle.
Amin.
***
Birçok insan bedenine önem verir. Bunların belki de tamamı en çok yüzüne özen gösterir. Temizler, paklar, süsler ve boyar. Kimisi zamanın güzellik algılarına göre oynar. Bazen de aşırıya kaçarak doğal halini yitirir. Yine de doğru ya da yanlış sonuç verse bile yüzünün ne halde olduğu taşıyıcısı önemlidir. Zira insan, yüzü ile iletişim kurar, karakterini yansıtır, kendisini açıklar, kalplere yerleşir ve akıllara kazınır. Yani yüz önem gösterildiği kadar da vardır.
Allah en doğrusunu bilir. Belki de bu yüzden cennet ve cehennem ayetlerinde, yüzlerin aydınlık ve karanlık olması vurgulanır. Bazen kültürel, bazen de kişisel zevklere göre süslenen yüzün hali, mahşerde kişinin amellerine göre değişecektir. Başka bir ifade ile iç dünyasını belli bir raddeye kadar örten yüz maskesi düşecek, gerçekler ortaya saçılacak ve dışarıdan bakanlara görünecektir. Aydınlık yüz gönülleri ısıtıp, karanlık etrafındakileri uzaklaştıracaktır.
Dışarıdakiler seçimleri beğenmese de akıl sağlığı yerinde olan kimsenin yüzünü çirkinleştirmek gibi bir amacı yoktur. Yine de sadece dış duvarla ilgilenmenin yeterli olmadığı bilinir. Yenilenlerin, içilenlerin de etkisi vardır. Birçok insanın dikkatinden kaçırdığı nokta ise kalbin güzelliğinin etkisi büyüktür. Zira insan tek başına görünenlerden ibaret değildir. Kalp çirkinleştikçe, yüz de ışıltısını kaybeder. Ve bir kalp ancak ve ancak Allah ile aydınlanır, Allah ile tamamlanır.
Ey Allahım! Mahşer günü kararacak çehrelerin sahiplerinden ve onların amellerinden muhafaza buyur. Dünyanın geçici hallerine fazlasıyla kafa yormak yerine kalıcı olan için çalışanlardan ve Senin rızanı umanlardan eyle. Bizi iki cihanda da aydınlık yüze sahip kullarından eyle. Kalplerimizi ve yüzlerimizi nurlandır. Uzuvlarımızı ve akıllarımızı nurlandır. Bulunduğumuz anları ve mekanları nurlandır. İç ve dış dünyamızı, seni seven ve Senin sevdiğin bir kul olmanın mutluluğu ile güzelleştir.
Amin.
Zeynep Poyraz: @zeynokoloji