A'lâ Sûresi 13. Ayet

ثُمَّ لَا يَمُوتُ ف۪يهَا وَلَا يَحْيٰىۜ  ...

Sonra orada ne ölür (kurtulur), ne de (rahat bir hayat) yaşar.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra
2 لَا yoktur
3 يَمُوتُ ölüm م و ت
4 فِيهَا orada
5 وَلَا ve ne de
6 يَحْيَىٰ yaşam ح ي ي
 

“Öğüt mutlaka fayda verir” şeklinde çevirdiğimiz ifadeye göre burada belli bir grup değil, öğüde muhatap olan herkes kastedildiği için muhatapların sayısı az veya çok olsa da bir kısmının öğütten mutlaka yararlanacağı kesindir. Nitekim 10. âyette bu husus açıkça ifade edilmiştir. Ancak bu âyet “...Öğüt fayda verirse öğüt ver” şeklinde de anlaşılmıştır. Buna göre âyetin lafzından, öğüt verilebilmesi için verilecek öğüdün muhataba fayda sağlamasının şart koşulduğu anlaşılırsa da müfessirler, öğüt fayda verse de vermese de peygamberin öğüt vermekle yükümlü olduğu, âyetin böyle anlaşılması gerektiği kanaatindedirler. Râzî, öğüt vermenin veya hakikati anlatmanın ilk etapta gerekli (vâcip) olduğunu, tekrarının gerekli olmasının ise öğüdün yarar sağlaması ve böylece amacın gerçekleşmesi durumuna bağlı bulunduğunu belirtmiştir (XXXI, 144). Buna göre Hz. Peygamber’in Allah’tan aldığı tâlimatı muhataplara duyurması onun misyonunun gereğidir. Öğüt vermenin faydalı olacağı kanaatine varıldığı takdirde devam etmek de vâciptir. Ancak inkârda kararlılık gösteren, gerçekle alay eden insanlara öğüt vermek onların inkâr ve inatlarını arttırmaktan başka bir şeye yaramaz. Bu yüzden Allah, “O halde bizi anmaktan yüz çevirenden … sen de yüz çevir” buyurmuştur (bk. Necm 53/29).

10-11. âyetlerde öğüdün herkese fayda vermeyeceği, ondan ancak Allah’tan korkanların faydalanacağı, Allah’tan korkmayan, isyan ve günah batağına saplanmış olan bedbahtların ise ondan kaçacakları bildirilmiştir. 12. âyet verilen öğütten kaçmanın, hakikate sırt çevirmenin sonuçta insanı cehenneme sürükleyeceğini haber vermektedir. 

Sonra orada ne ölür ne de yaşar” meâlindeki 13. âyet azabın ebedîliğini ve korkunçluğunu ifade etmektedir. Cehennemdekiler ölmezler, yaşarlar; ancak çektikleri dikkate alındığında bunun olumlu anlamıyla yaşamak olmayacağı da muhakkaktır. Buna karşılık 14-15. âyetlerde öğütlere kulak veren, kalplerini şirk, günah ve kötü ahlâkın kirlerinden temizleyen, namaz kılıp sadaka ve zekât vermek suretiyle nefsini arındıran kimselerin kurtuluşa erecekleri bildirilmiştir.

14. âyette “arınan” diye tercüme ettiğimiz tezekkâ fiili, “insanın nefsini kontrol altına alması, her türlü şirk, kötülük ve günahtan uzaklaşması, Allah’ın birliğine iman edip dinin emir ve yasaklarını yerine getirmesi” anlamına geldiği gibi “zekât vererek arınmak” mânasına da gelir. Ancak Mekkî sûrelerde yer alan “zekât” tabirleriyle (Zâriyât 51/19; Meâric 70/24), sonraları hükümleri etraflı olarak belirlenmiş şekliyle zekât değil, mutlak anlamıyla malî içerikli dinî görevler kastedilmiştir. Çünkü kurumsal anlamda zekât Medine döneminde farz kılınmıştır (bk. Tevbe 9/103). Şu halde âyetteki tezekkâ kelimesi hem malı haramlardan ve kul haklarından hem de nefsi günah kirlerinden arındırmayı ifade eder. 

15. âyette Allah’ın adını anan ve namaz kılan kimsenin kurtuluşa ereceği bildirilmiştir. Ancak burada geçen, “namaz kılma” olarak çevirdiğimiz sallâ fiiliyle ilgili de farklı yorumlar yapılmıştır. Bazı müfessirlere göre bundan maksat bilinen beş vakit namazdır; bazılarına göre bayram namazı, bir kısmına göre de “salât” kelimesinin sözlük anlamı olan duadır (Taberî, XXX, 100). Beş vakit namaz Mekke döneminin sonlarına doğru farz kılındığına ve bu sûre de oldukça erken bir dönemde indiğine göre, buradaki salât kavramını da beş vakit namaz olarak değil, ilk müslümanların Hz. Peygamber’in örnekliğinde yerine getirdikleri günlük ibadet olarak anlamak uygun olur (bu konuda bk. Kâmil Yaşaroğlu, “Namaz”, DİA, XXXII, 351). 

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 604-605
 
Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:” Tam anlamıyla cehennemlik olanlar, Cehennem’de ne ölür ne yaşarlar. Bir de günahları, hataları yüzünden cehennemlik olanlar, vardır ki, onlar ateşte yanmış ve tamamen ölmüşlerdir. Onlar iyice yanıp kömür haline geldiklerinde, kendileri için şefaat izni verilecek ve bölük bölük getirilip Cennet nehirlerine götürülecekler. Sonra cennetliklere “ Ey cennetlikler! Şunların üzerine su serpin!” denilecek. Üzerlerine Cennet nehirlerinden sular döküldükçe, sel yatağında biten otlar gibi yeniden hayat bulacaklar. “
(Müslim, İman 307; İbni Mâce, Zühd 37; Ahmed b Hanbel, Müsned ,II ,11,20,78).
 

ثُمَّ لَا يَمُوتُ ف۪يهَا وَلَا يَحْيٰىۜ


Fiil cümlesidir.  ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  ثُمَّ  edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.

Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk harfi.  يَمُوتُ  damme ile merfû muzâri fiildir.  Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

وَ  atıf harfidir.  لَا  zaid harftir.  لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.  يَحْيٰى  elif üzere mukadder damme ile merfû muzâri fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
 

ثُمَّ لَا يَمُوتُ ف۪يهَا وَلَا يَحْيٰىۜ


Ayet atıf harfi  ثُمَّ  ile önceki ayette atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet sıygadan menfi sıygaya geçiş iltifat sanatıdır.

Menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber  ibtidaî  kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

ثُمَّ  atıf harfi, hem zaman açısından hem de rütbe (Bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.)  açısından terahi ifade eder. (Âşûr)

Aynı üslupta gelen  وَلَا يَحْيٰىۜ  cümlesi, لَا يَمُوتُ ف۪يهَا  cümlesine tezat nedeniyle atfedilmiştir. 

يَمُوتُ - يَحْيٰىۜ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. (Âşûr)

ثُمَّ (Sonra…) diye başlanması, hayat ile ölüm arasında tereddüt sergilemenin ateşe girmekten daha feci olmasındandır. Dolayısıyla, bu (sonra ve devamındaki ifade) şiddet mertebeleri hususunda ateşe girmekten sonraya bırakılmıştır. Ayetin anlamı; [O (o ateşte) ne ölür -ki rahata kavuşsun- ne de kendisine fayda sağlayacak bir hayat yaşar] şeklindedir. (Keşşâf, Âşûr)

Orada ne ölecek ne de hayat bulacaktır. Ölmez ki, dünya azabından kurtulduğu gibi kurtulsun, hayat yani zevk veren ve faydası olan bir hayat da bulmaz ki, çektiği azabı ona vesile sayarak sabır edip dayansın. Bundan büyük bedbahtlık düşünülemez. Şüphe yok ki bu, otlakların kara bir bitki artığı yığını olan kömüre çevrilmesinden çok büyük bir bedbahtlıktır. İşte vaaz ve nasihat dinlemekten kaçınanların sonu da budur. Bunun için onlara bakmamalı da, az da olsa, dinleyip faydalanacak olan saygılıları gözeterek vaaz ve nasihat etmelidir. Demişlerdir ki: Cehennemde ölmemek kâfirlere mahsustur.

Ama isyan eden müminlerden cehenneme girenler orada öleceklerdir. Müslim'in Ebû Said'den rivayet ettiği şu hadisi delil göstererek bu sonuca varmışlardır: "Cehenneme giren ateş ehli orada ölmezler de dirilmezler de. Ama günahları sebebiyle ateş isabet etmiş olan bir kısım insanlara gelince, yüce Allah onları öldürecek, nihayet kömür olduklarında şefaate izin verilecek, sonra takım takım getirilecek, cennet ırmaklarına serilecekler. "Ey cennet ehli! Bunların üzerine su dökün." denilecek de sel milinde tane biter gibi bitecekler."

Bununla beraber şunu da bilmek gerekir ki, kâfirlerin cehennemde ölmemesi de ["Ey Rabbimiz! Sen bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin."] (Mümin, 40/11) ayetinden anlaşılan iki ölümü de tadıp iki hayat ile azap için yeniden diriltildikten sonra demektir ki, bundan sonra ne ölecek ne de dirileceklerdir. Bazıları da demişlerdir ki: "Ne ölecekler ne de dirilecekler." demek azabın şiddeti ile ebedî sürünmekten kinayedir. (Elmalılı, Âşûr)