لَا تَسْمَعُ ف۪يهَا لَاغِيَةًۜ
Önceki âyetlerde cehennemliklerin durumu tasvir edildikten sonra burada da dünyada Allah’ın buyrukları doğrultusunda yaşayan müminler için hazırlanmış olan cennet nimetleri tasvir edilmektedir. 8. âyette mutluluktan parıldadığı bildirilen “yüzler”den maksat müminlerdir. Müminler dünyada yaptıkları güzel amellerin karşılığı olarak Allah’ın kendileri için hazırlamış olduğu cennet nimetlerine ermeleri sebebiyle sevinçli ve mutlu olurlar. Bu sebeple yüzleri güleç, parlak ve güzeldir. Nitekim başka bir âyette “ilâhî lütufların sevincini yüzlerinden okursun” (Mutaffifîn 83/24) buyurulmuştur. 9. âyet, müminlerin dünyada yaptıkları güzel amellerin karşılığı olarak âhirette eriştikleri nimetlerden hoşnut olduklarını ifade eder. 10. âyette zikredilen cennetin yüksekliği, maddî anlamda olabileceği gibi cennetin yüksek değerini de ifade edebilir. Çünkü bir hadîs-i kudsîde belirtildiği gibi orada canların çektiği, gözlerin zevk aldığı hatta bu dünyada gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve akıllara gelmeyen son derece güzel ve değerli nimetler vardır (Buhârî, “Tevhîd”, 35; Müslim, “Îmân”, 312; “Cennet”, 2-5). Müminlerin cennette duymayacakları belirtilen “boş söz”ü müfessirler “yalan, iftira, inkâr, küfür, asılsız yemin, çirkin söz vb.” anlamlarda yorumlamışlardır.
لَا تَسْمَعُ ف۪يهَا لَاغِيَةًۜ
Cümle önceki ayetteki جَنَّةٍ ‘in ikinci sıfatı olup mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَسْمَعُ damme ile merfû muzâri fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. ف۪يهَا car mecruru تَسْمَعُ fiiline mütealliktir. لَاغِيَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. لَاغِيَةً kelimesi sülâsî mücerred olan لغو fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا تَسْمَعُ ف۪يهَا لَاغِيَةًۜ
Fasılla gelen ayetin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle, önceki ayetteki جَنَّةٍ ‘in ikinci sıfatıdır. Sıfatlar anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Muzari fiil hudûs, istimrar ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette cemi gaib zamirden müfred muhatap zamire iltifat sanatı vardır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur ف۪يهَا , ihtimam için mef’ûl olan لَاغِيَةًۜ ‘e takdim edilmiştir
Mef’ûl olan لَاغِيَةًۜ ’deki nekrelik kıllet ve nev ifade eder. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre umum ve şümule işarettir.
لَاغِيَةًۜ , kelimesi hakkında boş söz veya boş şeyle meşgul olan topluluk, ya da lüzumsuzluk manasına akibet gibi masdar olmak üzere üç görüş vardır. لغو de لَاغِيَةًۜ manasına olarak geçersiz kılınması ve düşürülmesi gerek olan, önem verilecek bir faydası olmayan boş, manasız, saçma, boşa giden, faydasız şeylere denir ki, leğviyat ve lağveyat tabir olunan sözler ve fiillerden daha geneldir. "Lâğiye söz" diye özellikle hata ve sövme gibi fahiş söze denir. Cennette bunlar işitilmez. ["Orada ne boş bir laf işitirler, ne de bir yalan."] (Nebe', 78/35). (Elmalılı, Âşûr)
Buradaki hitap buna layık olan herkesedir. Cennetliklerden itibar edilmeyecek boş bir sözün duyulmamasının sebebi, onların zikir ile ve Hakkın hitabını dinlemekle meşgul olmalarından dolayıdır. İşte bu sebeple sen onların meclislerinde ancak ilâhi marifetleri ve rahmânî hikmetleri duyabilirsin. Aklı başında akıllı kişilerin durumu da zaten budur.
Ahiretin bu durumuna karşılık dünyanın ve dünyadaki insanların meclislerine gelince bunlar boş sözlerden hâlî olmazlar. Bu sebeple Resulullah (sav) şöyle buyurur: ”Herhangi bir kimse bir yerde insanlarla birlikte oturur da orada lakırdı çok olursa oradan kalkmadan önce, 'Ya Rabbi! Seni tesbih ederim, Sana hamdederim, Senden başka ilâh olmadığına şahitlik ederim, Senden mağfiret dilerim ve sana tevbe ederim, 'derse o meclisinde söylemiş olduğu sözlerden dolayı bağışlanır." Buradaki bağışlanmak, kişinin o mecliste gıybet gibi insan hakkına taalluk eden herhangi bir günah işlememesi şartıyladır. (Rûhu’l Beyân)