Tevbe Sûresi 92. Ayet

وَلَا عَلَى الَّذ۪ينَ اِذَا مَٓا اَتَوْكَ لِتَحْمِلَهُمْ قُلْتَ لَٓا اَجِدُ مَٓا اَحْمِلُكُمْ عَلَيْهِۖ تَوَلَّوْا وَاَعْيُنُهُمْ تَف۪يضُ مِنَ الدَّمْعِ حَزَناً اَلَّا يَجِدُوا مَا يُنْفِقُونَۜ  ...

Kendilerini bindirip (cepheye) sevk edesin diye sana geldikleri zaman, senin, “Sizi bindirebileceğim bir şey bulamıyorum” dediğin; bu uğurda harcayacakları bir şey bulamadıklarından dolayı üzüntüden gözleri yaş döke döke geri dönen kimselere de bir sorumluluk yoktur.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا ve yoktur (sorumluluk)
2 عَلَى
3 الَّذِينَ kimselere
4 إِذَا zaman
5 مَا
6 أَتَوْكَ sana geldikleri ا ت ي
7 لِتَحْمِلَهُمْ binek için ح م ل
8 قُلْتَ sen deyince ق و ل
9 لَا
10 أَجِدُ bulamıyorum و ج د
11 مَا bir şey
12 أَحْمِلُكُمْ sizi bindirecek ح م ل
13 عَلَيْهِ üzerine
14 تَوَلَّوْا dönen و ل ي
15 وَأَعْيُنُهُمْ ve gözlerinden ع ي ن
16 تَفِيضُ akarak ف ي ض
17 مِنَ
18 الدَّمْعِ yaş د م ع
19 حَزَنًا üzüntüden ح ز ن
20 أَلَّا dolayı
21 يَجِدُوا bulamadıklarından و ج د
22 مَا bir şey
23 يُنْفِقُونَ infak edecek ن ف ق
 

“Bedevîler” diye çevirdiğimiz “el-a‘râb” kelimesi, çölde yaşayan, su ve otlak bulmak için göç eden toplulukları ifade eder. Kur’an’ın bu kesime özel bir vurgu yapmasının sebepleri arasında, Arap yarımadasındaki nüfusun önemli bir kısmının göçebe veya yarı göçebe topluluklardan oluşması ve İslâmiyet’in burada yayılıp tutunabilmesi için onların bu birliğe dahil edilmesi zaruretinin bulunması zikredilebilir. Bunun yanında, yerleşik bir toplumsal düzen içinde yaşamanın icaplarını yerine getirmeye fazla yatkın olmayan bu kimselerin inkârcılık ve nifak yolunu tuttuklarında da haşin tabiatlarına uygun bir tutum ortaya koyduklarına, dolayısıyla dinin getirdiği sınırlara riayet etme konusunda sorun çıkarmaya daha müsait tipler olduklarına değinilmiştir. Kur’an şehirlibedevî ayırımı yapmadığına göre, Kur’an’ın bu kesimle ilgilenmesini, onları da eğitip ıslah etmeyi hedeflediği şeklinde açıklamak uygun olur. Nitekim 97. âyette bedevîlerin inkârcılık ve nifakta ileri gittikleri genel bir biçimde belirtildiği halde 99. âyette onlar arasında da imanında ve davranışlarında samimi olanların bulunduğuna dikkat çekilmiştir. 120.âyette de yürekten inanmış kimselerle yakın temas halinde olan bedevîler hakkında olumlu ifadeler kullanılmış, böylece hem 97. âyetteki ifadenin kapsamı sınırlandırılmış hem de anılan ıslah hedefinin kuru bir hayal olmadığına işaret edilmiştir. Resûlullah Tebük Seferi’yle ilgili hazırlıkları başlattığında, Müslümanlığı kabul etmiş bedevî toplulukların bazıları bu sefere katılmaya karar vermekle beraber, diğerleri ya geride bırakacakları kabile bireylerinin savunmasız kalacağını ileri sürerek veya böylesine meşakkatli bir yolculuğun kendilerine fazla bir çıkar sağlamayacağını düşündükleri için bahaneler uydurarak seferberlik çağrısına icâbet edemeyeceklerini bildirmişlerdi. Allah ve peygamberine sadakat gösterme sözünden cayanlar ise Medine’ye gelip özür beyan etme ihtiyacı bile duymamışlar, oldukları yerde oturup kalmışlardı (90. âyetteki özür beyan edenlerle ilgili kelimenin farklı okunuşları ve Arap dilindeki anlamları dikkate alınarak, bununla gerçek mazeret sahiplerinin kastedildiği yorumu da yapılmıştır; bk. Taberî, X, 209-211; Şevkânî, II, 445-446). 90. âyette oturup kalan kesim hakkında kullanılan ifade “Allah ve resulüne yalan söyleyenler” şeklinde çevrilmiş olup buna başka bir kıraate dayanarak” Allah ve resulünü yalanlayanlar” şeklinde de mâna verilmiştir. 91. âyette güçsüz, yaşlı, engelli, hasta, maddî imkânları yetersiz kimselerin savaşa katılmamaktan ötürü sorumlu olmayacakları bildirilmiş fakat bu husus Allah ve resulüne sadık kalmaları, o yolda öğütte bulunmaları şartına bağlanmıştır. Bundan maksat, fitne ve bozgunculuk etmeden, yalan haberler yaymadan durmaları, imkân nisbetinde de savaşa katılanların ailelerine moral vermek ve onlara yardımcı olmak gibi hayırlı çabalar içinde olmalarıdır. Burada anılan kişiler için tanınan muafiyet savaşa katılma yasağı anlamında değildir; kendilerinin istemesi ve yetkililerin uygun görmesi halinde bunlar da orduya katılıp münasip hizmetlerde görevlendirilebilirler (Râzî, XVI, 160; bazı müfessirler âyetteki şart cümlesini, “gizli veya açık söz ve niyetleriyle” şeklinde açıklamışlardır, İbn Atıyye, III, 70). 92. âyette, Tebük Savaşı’na katılmak isteyen fakat maddî durumları yetersiz olan bazı sahâbîlerin Hz. Peygamber’den binek talep etmelerine, bunun mümkün olmadığı açıklanınca da üzüntülerinden göz yaşları için de dönüp gitmelerine işaret olunmaktadır (nüzûl sebebi ile ilgili farklı rivayetler için bk. Taberî, X, 212-213). 93. âyette bu gibi kimselerin vebal altında olmayacaklarını belirtmek üzere, varlıklı oldukları halde savaşa katılmamak için izin isteyenlerin sorumlu olacağı ifade edilmiştir. O dönemde savaş teçhizatı daha çok bizzat savaşa katılan bireyler tarafından karşılandığı için, varlıklı olma unsuru ön plana çıkarılmıştır; fakat asıl maksat genel olarak savaşa katılma imkânının bulunmasıdır. Nitekim daha önceki âyetlerde sadece maddî imkânsızlıktan ötürü değil, can korkusu, havaların çok sıcak olması gibi sebeplerle özür bahane edenler de kınanmıştır (93. âyetteki “geride kalanlar” ve “Allah da onların kalplerini mühürledi” ifadelerinin açıklaması için 87. âyetin tefsirine bk.). 95. âyetteki “tiksinilecek kimseler” şeklinde tercüme edilen rics kelimesinin sözlük anlamı “pis ve kirli”dir. Âyette ise, söz konusu kimselerin bile bile yalan söyleyip üstelik bir de yemin ettiklerine, dünyevî çıkarlar uğruna bütün ahlâkî değerleri feda edebilecek bayağılık içinde olduklarına, yani iç dünyalarındaki kirliliğe gönderme yapmak amaçlanmıştır. Maddî anlamdaki kir ve pisliğe karşı önlem alınmadığında çevresindekilere bulaşma tehlikesi bulunduğuna göre, ruhî anlamdaki kirliliğe karşı dikkatli olmak öncelikle gereklidir; bu yüzden âyette onlarla sıkı ilişki içinde bulunmanın doğru olmadığı ifade edilmiştir (Râzî, XVI, 164). Meâlde de kelimenin sözlük anlamıyla beraber anılan yorum dikkate alınmaya çalışılmıştır. 

 

Kaynak :(Kur’an Yolu )Diyanet tefsiri 

 
Enes b. Mâlik (r.a)’den rivayete göre Hz. Peygamber Tebük seferi sırasında şöyle buyurmuştur: “Medine’de bir topluluk kalmıştır ki, biz bir dağ yolunda, bir vadide her yürüyüşümüzde, onlar da bizimle birliktedirler. Ashap: Yâ Resulullah, onlar nasıl bizimle birlikte olur?” diye sorunca da; “Onları burada bulunmaktan (hastalık, gücü yetmemek gibi) meşrû özürleri menetmiştir.”
(Buhârî, Cihâd, 140, Temennî, 9, Menâkıbu’l-Ensâr, 1, 3, Megâzî, 56; Müslim, Zekât, 133, 136136; Tirmizî, Menâkıb, 65; Kâmil Miras, Tecrid-i Sarîh, VIII, 299, 300)
 

وَلَا عَلَى الَّذ۪ينَ اِذَا مَٓا اَتَوْكَ لِتَحْمِلَهُمْ قُلْتَ لَٓا اَجِدُ مَٓا اَحْمِلُكُمْ عَلَيْهِۖ

 

وَ  atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl   عَلَى  harf-i ceriyle birlikte mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

Mübteda mahzuftur. Takdiri,  حرج  şeklindedir.

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

مَٓا اَتَوْكَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مَٓا  zaiddir.  اَتَوْكَ  mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

لِ  harfi,  تَحْمِلَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  اَتَوْكَ  fiiline müteallıktır. 

تَحْمِلَ  mansub muzari fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri  أنت dir.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Şartın cevabı  قُلْتَ لَٓا اَجِدُ ’dir.  قُلْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  لَٓا اَجِدُ مَٓا ’dir.  قُلْتَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اَجِدُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdir  انا ’dir.

مَٓا  müşterek ism-i mevsûlu, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası   اَحْمِلُكُمْ عَلَيْهِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

اَحْمِلُكُمْ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdir  انا ’dir. Muttasıl zamir  كُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

عَلَيْهِ  car mecruru  اَحْمِلُكُمْ  fiiline müteallıktır.   


 تَوَلَّوْا وَاَعْيُنُهُمْ تَف۪يضُ مِنَ الدَّمْعِ حَزَناً اَلَّا يَجِدُوا مَا يُنْفِقُونَۜ

 

Fiil cümlesidir.  تَوَلَّوْا  mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَ  haliyyedir.  اَعْيُنُهُمْ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

تَف۪يضُ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  تَف۪يضُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.

مِنَ الدَّمْعِ  car mecruru  تَف۪يضُ  fiiline müteallıktır.  حَزَناً  sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclihtir.

Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. Mef’ûlün lieclihi veya mef’ûlün min eclihi de denir. Mef’ûlün leh mansubtur. Fiile, “neden, niçin?” soruları sorularak bulunur.

Türkçede ‘için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki zira, maksadıyla, uğruna’ gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.

İki tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı, 2) Harf-i cerli kullanımı.

Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:

a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.

b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.

c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.

d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.

e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.

Not: Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki beş şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  masdar harfidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  تَف۪يضُ  fiilinin mef’ûlün lieclihi olarak mahallen mansubtur.

يَجِدُوا  fiili  نَ ’un hazfiyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مَا, nekre-i mevsufe, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  يُنْفِقُونَ  fiili  مَا ’nın sıfatı olarak mahallen mansubtur. 

يُنْفِقُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و’ı fail olup mahallen merfûdur.

تَوَلَّوْا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  ولي ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

يُنْفِقُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  نفق ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

وَلَا عَلَى الَّذ۪ينَ اِذَا مَٓا اَتَوْكَ لِتَحْمِلَهُمْ قُلْتَ لَٓا اَجِدُ مَٓا اَحْمِلُكُمْ عَلَيْهِۖ 

 

Ayetin ilk cümlesi, önceki ayetteki  لَيْسَ ‘nin haberine müteallık olan  عَلَى الضُّعَفَٓاءِ ye matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür.

Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ nin sılası olan  اِذَا مَٓا اَتَوْكَ لِتَحْمِلَهُمْ قُلْتَ لَٓا اَجِدُ مَٓا اَحْمِلُكُمْ عَلَيْهِ  cümlesi, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sıygasındaki şart fiili  اَتَوْكَ ’ye dahil olan  مَٓا  zaiddir. 

Sebep  bildiren harf-i cer  لِ nin gizli  أنْ le masdar yaptığı  لِتَحْمِلَهُمْ  cümlesi, mecrur mahalde  اَتَوْكَ  fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabı ve aynı zamanda  اِذَا ’nın müteallakı  قُلْتَ لَٓا اَجِدُ مَٓا اَحْمِلُكُمْ عَلَيْهِۖ  cümlesidir.  Mazi fiil  قُلْتَ ’nin mekulü’l-kavli, menfi muzari fiil sıygasında gelerek hudûs ve tecessüm ifade etmiştir. 

وَلَا عَلَى الَّذ۪ينَ اِذَا مَٓا اَتَوْكَ لِتَحْمِلَهُمْ  cümlesi, hususi olanın umumi olan üzerine atfı babındandır. Hususi olanlara daha çok önem verildiğini gösterir. (Safvetu't Tefasir)


 تَوَلَّوْا وَاَعْيُنُهُمْ تَف۪يضُ مِنَ الدَّمْعِ حَزَناً اَلَّا يَجِدُوا مَا يُنْفِقُونَۜ

 

Fasılla gelen cümle, beyânî istînâftır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  تَوَلَّوْا  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

وَ ’la gelen hal cümlesi  وَاَعْيُنُهُمْ تَف۪يضُ, sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlenin müsnedi  تَف۪يضُ, muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. 

Mef’ûlün lieclih olan  حَزَناً ’deki tenvin kesret ifade eder.

Masdar harfi  أنْ  ve akabindeki  لا يَجِدُوا مَا يُنْفِقُونَ  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümledeki  مَا, mef’ûl konumunda nekre-i mevsufedir. Takip eden  يُنْفِقُونَ  cümlesi  مَا  için sıfattır.

تَحْمِلَهُمْ - اَحْمِلُكُمْ  ve  اَجِدُ - يَجِدُوا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

ف۪يضُ; dolup taşmak demektir. Burada bu kelime ile hüngür hüngür ağladıkları ifade edilmiştir.

وَاَعْيُنُهُمْ تَف۪يضُ مِنَ الدَّمْعِ حَزَناً  [Gözlerinden yaşlar akarak ] ifadesinin aslı, “şiddetli bir halde gözleri akan” şeklindedir. Bu durum “oluk akıyor” ifadesine benzeyen bir mecazdır. Akan oluk değil, oluk içerisindeki sudur, göz değil, gözün içerisindeki yaştır. Burada mübalağa için böyle bir ifade kullanılmıştır. Sanki gözün, bütünüyle aktığı ifade edilmiştir. Bu durum da infak etmek için bir şey bulamamalarından dolayı, duymuş oldukları üzüntüdendir. Onların, ihtiyaç duydukları ve senin yanında da bulunmayan bir şeyi satın almaları için verebilecekleri bir şeyleri yoktu. Bundan dolayı mahzun idiler. (Ruhu’l Beyan)