29 Kasım 2024
Tevbe Sûresi 87-93 (200. Sayfa)
Tevbe Sûresi 87. Ayet

رَضُوا بِاَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِ وَطُبِـعَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَفْقَهُونَ  ...


Onlar geride kalan (kadın ve çocuk)larla birlikte olmaya razı oldular ve kalpleri mühürlendi. Artık onlar anlamazlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 رَضُوا razı oldular ر ض و
2 بِأَنْ
3 يَكُونُوا olmaya ك و ن
4 مَعَ beraber
5 الْخَوَالِفِ geride kalan kadınlarla خ ل ف
6 وَطُبِعَ ve mühürlendi ط ب ع
7 عَلَىٰ üzeri
8 قُلُوبِهِمْ kalbleri ق ل ب
9 فَهُمْ artık onlar
10 لَا
11 يَفْقَهُونَ anlamazlar ف ق ه

فقه Feqahe : فِقْهٌ hazırda olan bir bilgi aracılığıyla hazırda olmayan/gâib bir bilgiye ulaşmaktır. İlim عِلمٌ sözcüğünden daha özel anlamlıdır. Ayrıca فِقْهٌ İslam hukunun hükümlerini yani şer’i ilimleri bilmektir. فَقِهَ fiili anlayış sahibi, bilgili oldu ve kavradı demektir. Tefe’ul babındaki تَفَقَّهَ fiili ise mutlak anlamda bir şeyin bilgisine sahip olmayı talep edip bunun peşine düştü ve kendini yalnızca buna verdi demektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de iki farklı fiil türeviyle toplam 20 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri fıkıh ve fakihtir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

طبع Tabea : طَبْعٌ bir nesneyi belli bir suret vererek şekillendirmek/damgalamaktır. خاتَمٌ ve طابَعٌ damga/mühür demektir. Mizac anlamına gelen tabiat sözcüğü طَبِيعَةٌ bu kök anlam çerçevesinde düşünülmüştür. Çünkü bu genel olarak yaratılıştan dolayı ya da bazen sonradan edinilen bir âdetin/alışkanlığın sonucunda nefse belirli bir sûretin nakşedilmesi demektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de tek türev olarak 11 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri tab (etmek), matbu, matbaa, tabii, tabiat (mizac) ve intibadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

رَضُوا بِاَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِ وَطُبِـعَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَفْقَهُونَ

 

 Fiil cümlesidir.  رَضُوا  mahzuf  ي  harfinin mukadder dammesiyle mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceri ile birlikte  رَضُوا  fiiline müteallıktır.  يَكُونُوا  fiili  ن ’un hazfıyla mansub muzari fiildir.

Zamir olan çoğul  و ’ı  يَكُونُوا ’nun ismi olup mahallen merfûdur.

مَعَ  mekân zarfı,  يَكُونُوا ’nun mahzuf haberine müteallıktır.  الْخَوَالِفِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

وَ  atıf harfidir.  طُبِـعَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  عَلٰى قُلُوبِهِمْ  car mecruru naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ, sebebi müsebbebe bağlayan rabıtadır.  Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

لَا يَفْقَهُونَ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَفْقَهُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

رَضُوا بِاَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِ وَطُبِـعَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَفْقَهُونَ

 

 Ta’lil manasındaki ayet fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâlî ittisâl olan istînâfiyyedir.

Ayetin ilk cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar harfi  اَنْ ’in dahil olduğu mecrur mahaldeki  اَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِ  cümlesi, masdar tevilinde olup  بِ  harfiyle birlikte  رَضُوا  fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel  كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede müsnedin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  مَعَ الْخَوَالِفِ, mahzuf habere müteallıktır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

رَضُوا بِاَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِ  ibaresi hayranlık verici bir istiaredir.  Çünkü buradaki  الْخَوَالِفِ den maksat, erkekler savaşa gittikten sonra oymağın meskenlerinde geride kalan kadınlardır. Kabilenin kurulmuş çadırlarının arkasındaki direkler demek olan  الْخَوَالِفِ’e -ki tekil  خَلِف ’dir- benzetilerek kadınlara “çadırın arka direkleri (الْخَوَالِفِ)” adı verilmiştir. (Yüce Allah), kadınları evlerinden ayrılmadıkları için çadırların (daima sabit kalan) arkalarındaki direklere benzetmiştir. Ayrıca  الْخَوَالِفِ ’in “evlerin köşeleri” olduğu da söylenmiştir ki (iki görüş de) aynı anlama çıkar. Allah Teâlâ’nın  رَضُوا بِاَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِ  sözü ile evlerin direkleri olan gerçek  الْخَوَالِفِ ’in kastedilmiş olması da caizdir. Yani “ev ve çadırlarında oturup onların direk ve kazıkları gibi olmaya razı oldular” demektir.  الْخَوَالِفِ  kelimesinin, yaşlılar, kadınlar, özürlüler ve çocuklar gibi “arkada kalan (halife) bölük/kesim” ifadesinin çoğulu olarak “savaşa katılmayıp geride kalan topluluk” anlamında olması da caizdir. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları) 

الْخَوَالِفِ  kelimesi kadınlardan kinayedir. Yani münafıklar, harpte savaşmaktan korkarak, kadınlarla beraber kalmaya, evde oturup çocuklara bakmaya razı oldular. Bu ifadede münafıkların çirkin davranışlarının zemmedilmesi gayesi vardır. (Sâbûnî) 

Geride kalanlar ile muhalefet edenler kelimeleri aynı kökten türemiştir. Yani Resul’e (s.a.) itiraz edenler aynı zamanda geride kalanlardır.

وَطُبِـعَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ  fiil cümlesi aynı üslupta gelerek, istînâfa atfedilmiştir. Bu cümlede

istiare-i tasrîhiyye vardır. Çünkü kalplere gerçek anlamda mühürleme mümkün olmaz. Allah'ın emirlerini yerine getirmedikleri, cihat çağrısına uymadıkları için on­ların kalpleri kapatılmış, kendisine yararı olan herhangi bir şeyin içeri girmesinin mümkün olmadığı, mühürlenmiş bir kaba benzetilmiştir. Allah Teâlâ, istiare-i tasrîhiyye yoluyla  طُبِـعَ  kelimesini müstear olarak kullanmıştır. 

وَطُبِـعَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ (Kalplerine mühür vuruldu.) ibaresinde kalpler mühürlü bir kaba benzetilmiştir. Hidayet onun içine sızmaz. Yani istiare vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi) 

طُبِـعَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ  ifadesinde istiare vardır. Kalp, hidayetin içine konulacağı, mühürlenebilen bir kaba benzetilmiştir. Kâfirlerin büyüklenme ve inanmama konusundaki inatlarının ulaştığı şiddeti ifade etmek için bu istiare yapılmıştır. Bu ifade Bakara Suresi 7. ayetteki  ختم اللهغلى قلةبهم  ifadesine  benzemekle beraber bu fiilde mana açısından daha kuvvetlidir. Çünkü bu fiil para basmakta kullanılır ve gümüş para üzerinde iz bırakmak manasındadır. Çamur veya mum üzerinde iz bırakmak manasında ise  ختم  fiili kullanılır. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)  

İlk itiraz ile birlikte kalp mühürlenir ve mühürlenince de artık akletme olmaz. İlk sinyal, ilk emir kalpten çıkar, sonra beyne, sonra azalara gider, o ilk sinyal çok önemlidir.

Makabline matuf olan  فَهُمْ لَا يَفْقَهُونَ  cümlesi ise isim cümlesi formunda gelerek sübut ifade etmiştir.

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve hudûs ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesinde olayı canlandırarak onun dikkatini uyanık tutmayı sağlar.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Kuran Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)


Tevbe Sûresi 88. Ayet

لٰكِنِ الرَّسُولُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ جَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الْخَيْرَاتُۘ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ  ...


Fakat peygamber ve beraberindeki mü’minler, mallarıyla, canlarıyla cihat ettiler. Bütün hayırlar işte bunlarındır. İşte bunlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَٰكِنِ fakat
2 الرَّسُولُ Elçi ر س ل
3 وَالَّذِينَ ve kimseler
4 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
5 مَعَهُ onunla beraber
6 جَاهَدُوا cihadettiler ج ه د
7 بِأَمْوَالِهِمْ mallarıyla م و ل
8 وَأَنْفُسِهِمْ ve canlarıyla ن ف س
9 وَأُولَٰئِكَ işte
10 لَهُمُ onlarındır
11 الْخَيْرَاتُ bütün hayırlar خ ي ر
12 وَأُولَٰئِكَ ve işte
13 هُمُ onlardır
14 الْمُفْلِحُونَ başarıya erenler ف ل ح

لٰكِنِ الرَّسُولُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ جَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْۜ 

 

لٰكِنِ  istidrak harfidir.  الرَّسُولُ  mübteda olup lafzen merfûdur.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, atıf harfi  وَ la  الرَّسُولُ ye matuf olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا مَعَهُ dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مَعَ  mekân zarfı,  اٰمَنُوا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

جَاهَدُوا  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

جَاهَدُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِاَمْوَالِهِمْ  car mecruru  جَاهَدُوا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَنْفُسِهِمْ  atıf harfi  وَ ’la  بِاَمْوَالِهِمْ e matuftur.

جَاهَدُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  جهد ’dur.

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

 وَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الْخَيْرَاتُۘ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

 

وَ  istînâfiyyedir.  اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.

لَهُمُ الْخَيْرَاتُ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

لَهُمُ  car mecruru  mahzuf  mukaddem habere müteallıktır.  الْخَيْرَاتُ  muahhar  mübteda olup lafzen merfûdur.

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.

هُمُ  fasıl zamiridir.  الْمُفْلِحُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

Veya munfasıl zamir  هُمُ  ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْمُفْلِحُونَ  ise haberidir.  هُمُ الْمُفْلِحُونَ  isim cümlesi  اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işaretinin haberi olarak mahallen merfûdur.

الْمُفْلِحُونَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.  

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لٰكِنِ الرَّسُولُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ جَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْۜ 

 

Cenab-ı Hakk'ın, bu ayete  لٰكِنِ  edatıyla başlamasının hikmeti de şudur: Münafıklar, savaşa katılmaktan geri dururlarsa o savaşa, onlardan daha hayırlı, niyet ve itikat bakımından daha samimi ve ihlaslı olanlar katılmışlardır demektir. (Fahreddin er- Râzî)  

İstidrak harfinin dahil olduğu ayet istînâfiyyedir. Mübteda olan  الرَّسُولُ ’ye matuf has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ nin sılası  اٰمَنُوا مَعَهُ, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. 

Mübtedanın haberi olan  جَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ  cümlesi de sebat, temekkün ve istikrara işaret eden mazi fiil cümlesidir. Müsnedin fiil cümlesi olması ayrıca hükmü takviye etmiştir.


وَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الْخَيْرَاتُۘ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

 

وَ ’la gelen cümle istînâfiyye veya istînâfa matuftur. Sübut ifade eden isim cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyh, işaret ismiyle gelerek muhatabı ikaz etmiş, zikredilenler için tahkir ifade etmiş ve akıbeti bildirmiştir. 

اُو۬لٰٓئِكَ  [işte onlar]’ın kullanılması, onların fazilet derecesinin pek yüksek ve mertebelerinin pek uzak olduğunu zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi konumundaki  لَهُمُ الْخَيْرَاتُۘ  cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُمُ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  الْخَيْرَاتُۘ  muahhar mübtedadır. 

Ayette geçen  الْخَيْرَاتُ den maksat dünyadaki zafer ve ganimet ile ahiretteki cennet ve ikramlar demektir. Böylece onlar, her iki dünyada da hayırlar elde etmişler anlamında olur. Ya da buradaki  الْخَيْرَاتُ [hayırlar ] dan kasıt, “cennetteki güzel hanımlar ve huriler” de olabilir. Çünkü Rahman Suresi 70. ayette: “Oralarda güzel huylu ve güzel yüzlü kadınlar vardır.” buyurulmuştur. Kurtuluşa erenler de işte bu grup insanlardır. Bu insanlar, sadece geçici zevklerle yetinmeyip ebedi olan isteklerine de ulaşan kişilerdir. (Ruhu’l Beyan)

Cümlenin ism-i işaretle gelmesi, onların cihat etmeleri sebebiyle felaha ve hayırlara layık olduklarını ifade etmek içindir. (Âşûr) 

Son cümle  وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ, makabline  وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Fasıl zamiri ve haberin tarifi ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsme isnad edilmiş bu isim cümlesi sübut ifade eder. 

İsim cümlesindeki ism-i fail  الْمُفْلِحُونَ, istimrara delalet eder. Haberin harf-i tarifle marife olması, bu sıfatın mevsufta kemal derecede olduğuna işaret eder.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi tazim ifade eder. Bahsi geçen kişilerin tekrarlanan işaret ismiyle gösterilmesi, onların cihat sebebiyle hakettikleri refahın ve mertebelerinin çok yüksek olduğunu belirtmek içindir.

İşaret isminde tecessüm sanatı vardır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, isim cümlesi ve fasıl zamiri sebebiyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

الَّذ۪ينَ - اُو۬لٰٓئِكَ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

الْمُفْلِحُونَ  ve  الْخَيْرَاتُۘ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Tevbe Sûresi 89. Ayet

اَعَدَّ اللّٰهُ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟  ...


Allah onlara, içinde ebedî kalacakları, içinden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük başarıdır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَعَدَّ hazırlamıştır ع د د
2 اللَّهُ Allah
3 لَهُمْ onlar için
4 جَنَّاتٍ cennetler ج ن ن
5 تَجْرِي akan ج ر ي
6 مِنْ
7 تَحْتِهَا altlarından ت ح ت
8 الْأَنْهَارُ ırmaklar ن ه ر
9 خَالِدِينَ ebedi kalacakları خ ل د
10 فِيهَا içlerinde
11 ذَٰلِكَ işte budur
12 الْفَوْزُ başarı ف و ز
13 الْعَظِيمُ büyük ع ظ م

اَعَدَّ اللّٰهُ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ 

 

Fiil cümlesidir.  اَعَدَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olarak mahallen merfûdur.

لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  جَنَّاتٍ  kelimesi mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesi  جَنَّاتٍ  kelimesinin sıfatı olarak mahallen merfûdur.

تَجْر۪ي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  مِنْ تَحْتِهَا  car mecruru, تَجْرِي  fiiline müteallıktır. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri,  من تحت أشجارها  (ağaçlarının altından) şeklindedir.

الْاَنْهَارُ  kelimesi,  تَجْرِي  fiilinin  failidir.

خَالِد۪ينَ  hal olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler,  ي  ile nasb olurlar.  ف۪يهَا  car mecruru  خَالِد۪ينَ ’ye müteallıktır. 

خَالِد۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  خلد  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

 ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

الْفَوْزُ  haber olup lafzen merfûdur.  الْعَظ۪يمُ  ise  الْفَوْزُ  kelimesinin sıfatıdır.

اَعَدَّ اللّٰهُ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ 

 

وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ  cümlesinden kaynaklanan felahla ilgili sualin cevabı olarak gelen ayet, beyânî istînâftır. (Âşûr)  Fasıl sebebi şibhi kemâl-i ittisâl olan cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir. Ve ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, tecessüm ve istimrara işaret eden تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesi,  جَنَّاتٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

جَنَّاتٍ ’deki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder.

خَالِد۪ينَ  ise haldir. Hal ıtnâb babındandır.

“Altından nehirler akma” tabiri otoritenin onlara ait olduğunu gösterir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 4, Zuhruf/51, s. 239)

اَعَدَّ اللّٰهُ  [Allah hazırladı] ibaresinde de bu kişiler için tazim vardır. Hani misafire ikram ettiğimiz şeyler için “ellerimle yaptım” dememiz gibidir.


ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟

 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiş, sübut ifade eden isim cümlesidir. Mübteda ve haberden müteşekkil faide-i haber talebî kelamdır.

Müsnedün ileyhin işaret ism-i  ذٰلِكَ  ile marife olması, işaret edilenin önemini belirterek tazim ve tecessüm ifade eder. 

Haberin marife oluşu bu vasfın müsnedün ileyhte kemâl derecede olduğunu belirtmek yanında tahsis ifade etmiştir. Haberin  sadece mübtedaya mahsus olması; başkasına ait olmaması demektir.

Uzak için kullanılan ve önceki ayetteki hayra ve felaha  işaret eden  ذٰلِكَ, bunlara mazhar olanların şanının ve faziletinin yüceliğine delalet eder.

İşaret ismi ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

ذَ ٰ⁠لِكَ ile müşarun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşarun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)

ذٰلِكَ ’de iktidâb vardır. 

الْعَظ۪يمُ,  müsned olan  الْفَوْزُ  için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟  cümlesinde müminlerin mertebelerinin yüksekliği ve şerefli makamlarının yüceliğinden dolayı yakında olanlar için uzaklık ifade eden ism-i işaret yani   ذٰلِكَ  kullanılmıştır. (Safvetu't Tefasir)


Tevbe Sûresi 90. Ayet

وَجَٓاءَ الْمُعَذِّرُونَ مِنَ الْاَعْرَابِ لِيُؤْذَنَ لَهُمْ وَقَعَدَ الَّذ۪ينَ كَذَبُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ سَيُص۪يبُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ  ...


Bedevîlerden mazeret ileri sürenler, kendilerine izin verilsin diye geldiler. Allah’a ve Resûlüne yalan söyleyenler ise (mazeret bile belirtmeden) oturup kaldılar. Onlardan kâfir olanlara elem dolu bir azap isabet edecektir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَجَاءَ ve geldiler ج ي ا
2 الْمُعَذِّرُونَ özür bahane eden ع ذ ر
3 مِنَ
4 الْأَعْرَابِ bedevi Araplar ع ر ب
5 لِيُؤْذَنَ izin verilmesi için ا ذ ن
6 لَهُمْ kendilerine
7 وَقَعَدَ ve oturdular ق ع د
8 الَّذِينَ kimseler
9 كَذَبُوا yalan söyleyen(ler) ك ذ ب
10 اللَّهَ Allah’a
11 وَرَسُولَهُ ve Elçisine ر س ل
12 سَيُصِيبُ erişecektir ص و ب
13 الَّذِينَ kimselere
14 كَفَرُوا inkar eden(lere) ك ف ر
15 مِنْهُمْ onlardan
16 عَذَابٌ bir azab ع ذ ب
17 أَلِيمٌ acıklı ا ل م

“Bedevîler” diye çevirdiğimiz “el-a‘râb” kelimesi, çölde yaşayan, su ve otlak bulmak için göç eden toplulukları ifade eder. Kur’an’ın bu kesime özel bir vurgu yapmasının sebepleri arasında, Arap yarımadasındaki nüfusun önemli bir kısmının göçebe veya yarı göçebe topluluklardan oluşması ve İslâmiyet’in burada yayılıp tutunabilmesi için onların bu birliğe dahil edilmesi zaruretinin bulunması zikredilebilir. Bunun yanında, yerleşik bir toplumsal düzen içinde yaşamanın icaplarını yerine getirmeye fazla yatkın olmayan bu kimselerin inkârcılık ve nifak yolunu tuttuklarında da haşin tabiatlarına uygun bir tutum ortaya koyduklarına, dolayısıyla dinin getirdiği sınırlara riayet etme konusunda sorun çıkarmaya daha müsait tipler olduklarına değinilmiştir. Kur’an şehirlibedevî ayırımı yapmadığına göre, Kur’an’ın bu kesimle ilgilenmesini, onları da eğitip ıslah etmeyi hedeflediği şeklinde açıklamak uygun olur. Nitekim 97. âyette bedevîlerin inkârcılık ve nifakta ileri gittikleri genel bir biçimde belirtildiği halde 99. âyette onlar arasında da imanında ve davranışlarında samimi olanların bulunduğuna dikkat çekilmiştir. 120.âyette de yürekten inanmış kimselerle yakın temas halinde olan bedevîler hakkında olumlu ifadeler kullanılmış, böylece hem 97. âyetteki ifadenin kapsamı sınırlandırılmış hem de anılan ıslah hedefinin kuru bir hayal olmadığına işaret edilmiştir. Resûlullah Tebük Seferi’yle ilgili hazırlıkları başlattığında, Müslümanlığı kabul etmiş bedevî toplulukların bazıları bu sefere katılmaya karar vermekle beraber, diğerleri ya geride bırakacakları kabile bireylerinin savunmasız kalacağını ileri sürerek veya böylesine meşakkatli bir yolculuğun kendilerine fazla bir çıkar sağlamayacağını düşündükleri için bahaneler uydurarak seferberlik çağrısına icâbet edemeyeceklerini bildirmişlerdi. Allah ve peygamberine sadakat gösterme sözünden cayanlar ise Medine’ye gelip özür beyan etme ihtiyacı bile duymamışlar, oldukları yerde oturup kalmışlardı (90. âyetteki özür beyan edenlerle ilgili kelimenin farklı okunuşları ve Arap dilindeki anlamları dikkate alınarak, bununla gerçek mazeret sahiplerinin kastedildiği yorumu da yapılmıştır; bk. Taberî, X, 209-211; Şevkânî, II, 445-446). 90. âyette oturup kalan kesim hakkında kullanılan ifade “Allah ve resulüne yalan söyleyenler” şeklinde çevrilmiş olup buna başka bir kıraate dayanarak” Allah ve resulünü yalanlayanlar” şeklinde de mâna verilmiştir. 91. âyette güçsüz, yaşlı, engelli, hasta, maddî imkânları yetersiz kimselerin savaşa katılmamaktan ötürü sorumlu olmayacakları bildirilmiş fakat bu husus Allah ve resulüne sadık kalmaları, o yolda öğütte bulunmaları şartına bağlanmıştır. Bundan maksat, fitne ve bozgunculuk etmeden, yalan haberler yaymadan durmaları, imkân nisbetinde de savaşa katılanların ailelerine moral vermek ve onlara yardımcı olmak gibi hayırlı çabalar içinde olmalarıdır. Burada anılan kişiler için tanınan muafiyet savaşa katılma yasağı anlamında değildir; kendilerinin istemesi ve yetkililerin uygun görmesi halinde bunlar da orduya katılıp münasip hizmetlerde görevlendirilebilirler (Râzî, XVI, 160; bazı müfessirler âyetteki şart cümlesini, “gizli veya açık söz ve niyetleriyle” şeklinde açıklamışlardır, İbn Atıyye, III, 70). 92. âyette, Tebük Savaşı’na katılmak isteyen fakat maddî durumları yetersiz olan bazı sahâbîlerin Hz. Peygamber’den binek talep etmelerine, bunun mümkün olmadığı açıklanınca da üzüntülerinden göz yaşları için de dönüp gitmelerine işaret olunmaktadır (nüzûl sebebi ile ilgili farklı rivayetler için bk. Taberî, X, 212-213). 93. âyette bu gibi kimselerin vebal altında olmayacaklarını belirtmek üzere, varlıklı oldukları halde savaşa katılmamak için izin isteyenlerin sorumlu olacağı ifade edilmiştir. O dönemde savaş teçhizatı daha çok bizzat savaşa katılan bireyler tarafından karşılandığı için, varlıklı olma unsuru ön plana çıkarılmıştır; fakat asıl maksat genel olarak savaşa katılma imkânının bulunmasıdır. Nitekim daha önceki âyetlerde sadece maddî imkânsızlıktan ötürü değil, can korkusu, havaların çok sıcak olması gibi sebeplerle özür bahane edenler de kınanmıştır (93. âyetteki “geride kalanlar” ve “Allah da onların kalplerini mühürledi” ifadelerinin açıklaması için 87. âyetin tefsirine bk.). 95. âyetteki “tiksinilecek kimseler” şeklinde tercüme edilen rics kelimesinin sözlük anlamı “pis ve kirli”dir. Âyette ise, söz konusu kimselerin bile bile yalan söyleyip üstelik bir de yemin ettiklerine, dünyevî çıkarlar uğruna bütün ahlâkî değerleri feda edebilecek bayağılık içinde olduklarına, yani iç dünyalarındaki kirliliğe gönderme yapmak amaçlanmıştır. Maddî anlamdaki kir ve pisliğe karşı önlem alınmadığında çevresindekilere bulaşma tehlikesi bulunduğuna göre, ruhî anlamdaki kirliliğe karşı dikkatli olmak öncelikle gereklidir; bu yüzden âyette onlarla sıkı ilişki içinde bulunmanın doğru olmadığı ifade edilmiştir (Râzî, XVI, 164). Meâlde de kelimenin sözlük anlamıyla beraber anılan yorum dikkate alınmaya çalışılmıştır. 

 

Kaynak :(Kur’an Yolu )Diyanet tefsiri 

عرب Arabe : عَرَبٌ İsmail (a.s.)’ın soyundan gelen çocuklarıdır. أعْرابٌ sözcüğü temelde bunun çoğuludur. Daha sonra çölde yaşayanlara isim olmuştur. أعْرَبَ fiili aslen kendisini açık bir şekilde ifade etti demektir. Mastarı i’râb إعْرابٌ dır. Fasih ve açık sözdür. إمْرَأةٌ عَرُوبٌ haliyle iffetini ve kocasına olan sevgisini anlatan kadındır. Yüce Allah da Vâkıa 56/37 ayetinde عُـرُباً اَتْـرَاباًۙ buyurarak bunu kasdetmiştir. Allah-u Teala’nın Rad 17/37 ayetinde geçen وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ حُكْماً عَرَبِياًّۜ ifadesi için çeşitli tefsirler yapılmıştır: a- Hakkın hak, batılın batıl olduğunu söyleyen ya da bu hükmü veren açık ve anlaşılır bir hüküm olarak b- Şerefli, yüce ve kerim bir hüküm anlamında c-Azarlayan ya da bir sözün kötü ve çirkin olduğunu bildiren bir hüküm anlamında d- Kendisinden önceki hükümleri nesheden bir hüküm olarak e- Arap olan bir peygambere nispet edilerek böyle denmiştir. Bir rivayete göre de يَعْرُبُ Süryaniceyi Arapçaya aktaran ilk kişidir ve madde ismini buradan almıştır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte her defasında isim formunda toplam 22 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri arap, Arapça, irab ve arabadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَجَٓاءَ الْمُعَذِّرُونَ مِنَ الْاَعْرَابِ لِيُؤْذَنَ لَهُمْ وَقَعَدَ الَّذ۪ينَ كَذَبُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الْمُعَذِّرُونَ  fail olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

مِنَ الْاَعْرَابِ  car mecruru  الْمُعَذِّرُونَ ’nin mahzuf haline müteallıktır.

لِ  harfi,  يُؤْذَنَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte جَٓاءَ  fiiline müteallıktır. 

يُؤْذَنَ  mansub meçhul muzari fiildir.   لَهُمْ  car mecruru naib-i fail olarak mahallen merfûdur.  

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  atıf harfidir.  قَعَدَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûl sılası  كَذَبُوا اللّٰهَ dir. Îrabtan mahalli yoktur.

كَذَبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اللّٰهَ  lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. 

رَسُولَهُ  kelimesi atıf harfi وَ ‘la lafza-i celâle matuftur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الْمُعَذِّرُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

سَيُص۪يبُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

 

Fiil cümlesidir.  سَيُص۪يبُ  fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.  

سَيُص۪يبُ  merfû muzari fiildir. 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا مِنْهُمْ dur. Îrabtan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مِنْهُمْ  car mecruru   كَفَرُوا deki failin mahzuf haline müteallıktır.

عَذَابٌ  kelimesi  سَيُص۪يبُ  fiilinin faili olup lafzen merfûdur.  اَل۪يمٌ  kelimesi  عَذَابٌ un sıfatıdır.

سَيُص۪يبُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’âl babındandır. Sülâsîsi  صوب ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

وَجَٓاءَ الْمُعَذِّرُونَ مِنَ الْاَعْرَابِ لِيُؤْذَنَ لَهُمْ وَقَعَدَ الَّذ۪ينَ كَذَبُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Sebep bildiren harf-i cer  لِ nin gizli  أنْ le masdar yaptığı  لِيُؤْذَنَ  cümlesi, mecrur mahalde  جَٓاءَ  fiiline müteallıktır. 

Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette geçen  مِنَ  harfi, kısım belirtir. Arapların hepsi değil de bir kısmı inkârcıdır. İçlerinde inananları vardır. Diğer kısmı ise tembelliklerinden dolayı savaşa katılmamıştır. (Ruhu’l Beyan) 

Aynı üsluptaki istînâfa matuf  وَقَعَدَ الَّذ۪ينَ كَذَبُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ  cümlesinin atıf sebebi tezattır.

قَعَدَ  fiilinin faili has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası  كَذَبُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsi geçenlerin bilinen kimseler olduğunu belirtmesi yanında o kimselere tahkir ifade eder. Ayrıca sonradan gelecek habere dikkat çeker.

وَجَٓاءَ الْمُعَذِّرُونَ مِنَ الْاَعْرَابِ لِيُؤْذَنَ  cümlesiyle,  وَقَعَدَ الَّذ۪ينَ كَذَبُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

جَٓاءَ - قَعَدَ  kelimeleri arasında tıbak-ı hafî sanatı vardır.


 سَيُص۪يبُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

 

Fasılla gelen cümle istînâfiyyedir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelam olan cümlede takdim-tehir sanatı vardır. 

Mef’ûl konumundaki ism-i mevsûl, konudaki önemine binaen, fail olan  عَذَابٌ ’e takdim edilmiştir. 

سَيُص۪يبُ  fiilinin başındaki gelecek zaman bildiren  سَ  harfi tekid ifade eder.

الَّذ۪ينَ كَفَرُوا  [Kâfir olanlar ] ifadesi sadece küfründen dolayı değil, tembelliğinden dolayı özür beyan edenleri de kapsar. (Ebüssuûd)

Ayetteki mevsûller arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

كَذَبُوا - كَفَرُوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

عَذَابٌ un nekre gelişi azabın tarifsiz derecede korkutucu olduğuna işaret eder.

عَذَابٌ kelimesindeki tenkir, korkutmak içindir. Bununla kastedilen cehennem azabıdır. (Âşûr)

الْاَعْرَابِ  kelimesi en çok bu surede geçmiştir. Kur’an’da 10 defa geçen kelimenin 6 ‘sı bu surede yer almıştır. Buradakilerin hepsi münafıklar hakkındadır.

عَذَابٌ ,اَل۪يمٌ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

 
Tevbe Sûresi 91. Ayet

لَيْسَ عَلَى الضُّعَفَٓاءِ وَلَا عَلَى الْمَرْضٰى وَلَا عَلَى الَّذ۪ينَ لَا يَجِدُونَ مَا يُنْفِقُونَ حَرَجٌ اِذَا نَصَحُوا لِلّٰهِ وَرَسُولِه۪ۜ مَا عَلَى الْمُحْسِن۪ينَ مِنْ سَب۪يلٍۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌۙ  ...


Allah’a ve Resûlüne karşı sadık ve samimi oldukları takdirde, güçsüzlere, hastalara ve (seferde) harcayacakları bir şey bulamayanlara (sefere katılmadıkları için) bir günah yoktur. İyilikte bulunan kimselerin (kınanması) için de bir sebep yoktur. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَيْسَ yoktur ل ي س
2 عَلَى üzerine
3 الضُّعَفَاءِ zayıflar ض ع ف
4 وَلَا ve yoktur
5 عَلَى üzerine
6 الْمَرْضَىٰ hastalar م ر ض
7 وَلَا ve yoktur
8 عَلَى üzerine
9 الَّذِينَ kimseler
10 لَا
11 يَجِدُونَ bulamayan(lar) و ج د
12 مَا bir şey
13 يُنْفِقُونَ harcayacak ن ف ق
14 حَرَجٌ bir günah ح ر ج
15 إِذَا takdirde
16 نَصَحُوا öğüt verdikleri ن ص ح
17 لِلَّهِ Allah için
18 وَرَسُولِهِ ve Elçisi için ر س ل
19 مَا yoktur
20 عَلَى aleyhine
21 الْمُحْسِنِينَ iyilik edenlerin ح س ن
22 مِنْ hiçbir
23 سَبِيلٍ yol س ب ل
24 وَاللَّهُ ve Allah
25 غَفُورٌ bağışlayandır غ ف ر
26 رَحِيمٌ esirgeyendir ر ح م

لَيْسَ عَلَى الضُّعَفَٓاءِ وَلَا عَلَى الْمَرْضٰى وَلَا عَلَى الَّذ۪ينَ لَا يَجِدُونَ مَا يُنْفِقُونَ حَرَجٌ اِذَا نَصَحُوا لِلّٰهِ وَرَسُولِه۪ۜ

 

لَيْسَ  camid nakıs fiildir.  كَانَ  gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.

عَلَى الضُّعَفَٓاءِ  car mecruru  لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.

وَ  atıf harfidir.  لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.

عَلَى الْمَرْضٰى  car mecruru  الضُّعَفَٓاءِ  matuf olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  عَلَى  harf-i ceriyle birlikte birinci car mecrura müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası   لَا يَجِدُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَجِدُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl   مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası   يُنْفِقُونَ حَرَجٌ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يُنْفِقُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

حَرَجٌ  kelimesi  لَيْسَ ’nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur.

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

نَصَحُوا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  نَصَحُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

لِلّٰهِ  car mecruru  نَصَحُوا  fiiline müteallıktır.  رَسُولِه۪  kelimesi atıf harfi وَ ’la lafza-i celâle matuftur.

يُنْفِقُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  نفق ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

 مَا عَلَى الْمُحْسِن۪ينَ مِنْ سَب۪يلٍۜ

 

 مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  عَلَى الْمُحْسِن۪ينَ car mecruru mukaddem habere müteallıktır.  الْمُحْسِن۪ينَ ’nin cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

مِنْ  zaiddir.  سَب۪يلٍ  lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.   

الْمُحْسِن۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. 

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌۙ

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur.  غَفُورٌ  haber olup lafzen merfûdur.  رَح۪يمٌ  ikinci haber olup lafzen merfûdur.

غَفُورٌ -  رَح۪يمٌ  isimleri mübalağa sıygasındadır. Son derece affeden ve son derece merhamet eden demektir.

Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsufta sürekli var oluşuna, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَيْسَ عَلَى الضُّعَفَٓاءِ وَلَا عَلَى الْمَرْضٰى وَلَا عَلَى الَّذ۪ينَ لَا يَجِدُونَ مَا يُنْفِقُونَ حَرَجٌ 

 

 Önceki ayetle ilgili mukadder sorunun cevabı olarak gelen ayet, beyânî istînâftır. (Âşûr) Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Geride kalanlara yönelik ve gazvede oturanları korkutmaktan kaynaklanan mukadder sorunun cevabı olarak gelen beyânî istînâftır. (Âşûr)

Menfi manalı nakıs fiil  لَيْسَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.  لَيْسَ  ,عَلَى الضُّعَفَٓاءِ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  لَيْسَ  ,حَرَجٌ ’nin muahhar ismidir.

Nehiy harfi tekrarlanmak suretiyle her grubun sorumluluğu ayrı ayrı nehyedilerek tekid edilmiştir.

Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası  لَا يَجِدُونَ مَا يُنْفِقُونَ, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıla cümlesindeki müşterek ism-i mevsûl  لَا يَجِدُونَ  ,مَا  fiilinin mef’ûlüdür. 

Zayıflar, hastalar, infaka gücü yetmeyenler sayılarak sıkıntı olmayacağı hükmünde birleştirilmişlerdir. Yani cem’ sanatı vardır.

الضُّعَفَٓاءِ -  الْمَرْضٰى  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.

اِذَا نَصَحُوا لِلّٰهِ وَرَسُولِه۪ۜ 

 

 Fasılla gelen cümle, şart üslubunda haberî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Zaman zarfı  اِذَا ’nın müteallakı olan cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. Şart olan  نَصَحُوا لِلّٰهِ وَرَسُولِه۪  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabının takdiri  فليس عليهم حرج  [Onlara bir sorumluluk yoktur.] şeklindedir. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

رَسُولِه۪  izafetinde Allah Teâlâ'ya ait zamire muzâf olan  رَسُولِ  şan ve şeref kazanmıştır.

لِلّٰهِ - رَسُولِه۪  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

نَصَحُوا  fiili samimi olmak manasındadır. Nasihat içten olduğumuz kişilere yapılır.

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)

مَا عَلَى الْمُحْسِن۪ينَ مِنْ سَب۪يلٍۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ve sübut ifade eden menfi isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.  عَلَى الْمُحْسِن۪ينَ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır. سَب۪يلٍ, muahhar mübtedadır.  مِنْ, tekid ifade eden zaid harftir. 

 وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌۙ

 

وَ  istînâfiyyedir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması ve ayette tekrarlanması telezzüz ve teberrük ve haşyet duygularını artırmak içindir. Zamir makamında olduğu halde tekrarlanmasında, ıtnâb ve ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Allah'ın  غَفُورٌ  ve  رَح۪يمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder.

Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir.  (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün, illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ'nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)

غَفُورٌ -  رَح۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

يَغْفِرْ - غَفُورٌ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu cümle mağfiret vadeder.


Tevbe Sûresi 92. Ayet

وَلَا عَلَى الَّذ۪ينَ اِذَا مَٓا اَتَوْكَ لِتَحْمِلَهُمْ قُلْتَ لَٓا اَجِدُ مَٓا اَحْمِلُكُمْ عَلَيْهِۖ تَوَلَّوْا وَاَعْيُنُهُمْ تَف۪يضُ مِنَ الدَّمْعِ حَزَناً اَلَّا يَجِدُوا مَا يُنْفِقُونَۜ  ...


Kendilerini bindirip (cepheye) sevk edesin diye sana geldikleri zaman, senin, “Sizi bindirebileceğim bir şey bulamıyorum” dediğin; bu uğurda harcayacakları bir şey bulamadıklarından dolayı üzüntüden gözleri yaş döke döke geri dönen kimselere de bir sorumluluk yoktur.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا ve yoktur (sorumluluk)
2 عَلَى
3 الَّذِينَ kimselere
4 إِذَا zaman
5 مَا
6 أَتَوْكَ sana geldikleri ا ت ي
7 لِتَحْمِلَهُمْ binek için ح م ل
8 قُلْتَ sen deyince ق و ل
9 لَا
10 أَجِدُ bulamıyorum و ج د
11 مَا bir şey
12 أَحْمِلُكُمْ sizi bindirecek ح م ل
13 عَلَيْهِ üzerine
14 تَوَلَّوْا dönen و ل ي
15 وَأَعْيُنُهُمْ ve gözlerinden ع ي ن
16 تَفِيضُ akarak ف ي ض
17 مِنَ
18 الدَّمْعِ yaş د م ع
19 حَزَنًا üzüntüden ح ز ن
20 أَلَّا dolayı
21 يَجِدُوا bulamadıklarından و ج د
22 مَا bir şey
23 يُنْفِقُونَ infak edecek ن ف ق
Enes b. Mâlik (r.a)’den rivayete göre Hz. Peygamber Tebük seferi sırasında şöyle buyurmuştur: “Medine’de bir topluluk kalmıştır ki, biz bir dağ yolunda, bir vadide her yürüyüşümüzde, onlar da bizimle birliktedirler. Ashap: Yâ Resulullah, onlar nasıl bizimle birlikte olur?” diye sorunca da; “Onları burada bulunmaktan (hastalık, gücü yetmemek gibi) meşrû özürleri menetmiştir.”
(Buhârî, Cihâd, 140, Temennî, 9, Menâkıbu’l-Ensâr, 1, 3, Megâzî, 56; Müslim, Zekât, 133, 136136; Tirmizî, Menâkıb, 65; Kâmil Miras, Tecrid-i Sarîh, VIII, 299, 300)

وَلَا عَلَى الَّذ۪ينَ اِذَا مَٓا اَتَوْكَ لِتَحْمِلَهُمْ قُلْتَ لَٓا اَجِدُ مَٓا اَحْمِلُكُمْ عَلَيْهِۖ

 

وَ  atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl   عَلَى  harf-i ceriyle birlikte mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

Mübteda mahzuftur. Takdiri,  حرج  şeklindedir.

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

مَٓا اَتَوْكَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مَٓا  zaiddir.  اَتَوْكَ  mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

لِ  harfi,  تَحْمِلَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  اَتَوْكَ  fiiline müteallıktır. 

تَحْمِلَ  mansub muzari fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri  أنت dir.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Şartın cevabı  قُلْتَ لَٓا اَجِدُ ’dir.  قُلْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  لَٓا اَجِدُ مَٓا ’dir.  قُلْتَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اَجِدُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdir  انا ’dir.

مَٓا  müşterek ism-i mevsûlu, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası   اَحْمِلُكُمْ عَلَيْهِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

اَحْمِلُكُمْ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdir  انا ’dir. Muttasıl zamir  كُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

عَلَيْهِ  car mecruru  اَحْمِلُكُمْ  fiiline müteallıktır.   


 تَوَلَّوْا وَاَعْيُنُهُمْ تَف۪يضُ مِنَ الدَّمْعِ حَزَناً اَلَّا يَجِدُوا مَا يُنْفِقُونَۜ

 

Fiil cümlesidir.  تَوَلَّوْا  mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَ  haliyyedir.  اَعْيُنُهُمْ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

تَف۪يضُ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  تَف۪يضُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.

مِنَ الدَّمْعِ  car mecruru  تَف۪يضُ  fiiline müteallıktır.  حَزَناً  sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclihtir.

Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. Mef’ûlün lieclihi veya mef’ûlün min eclihi de denir. Mef’ûlün leh mansubtur. Fiile, “neden, niçin?” soruları sorularak bulunur.

Türkçede ‘için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki zira, maksadıyla, uğruna’ gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.

İki tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı, 2) Harf-i cerli kullanımı.

Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:

a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.

b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.

c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.

d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.

e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.

Not: Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki beş şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  masdar harfidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  تَف۪يضُ  fiilinin mef’ûlün lieclihi olarak mahallen mansubtur.

يَجِدُوا  fiili  نَ ’un hazfiyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مَا, nekre-i mevsufe, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  يُنْفِقُونَ  fiili  مَا ’nın sıfatı olarak mahallen mansubtur. 

يُنْفِقُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و’ı fail olup mahallen merfûdur.

تَوَلَّوْا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  ولي ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

يُنْفِقُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  نفق ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

وَلَا عَلَى الَّذ۪ينَ اِذَا مَٓا اَتَوْكَ لِتَحْمِلَهُمْ قُلْتَ لَٓا اَجِدُ مَٓا اَحْمِلُكُمْ عَلَيْهِۖ 

 

Ayetin ilk cümlesi, önceki ayetteki  لَيْسَ ‘nin haberine müteallık olan  عَلَى الضُّعَفَٓاءِ ye matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür.

Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ nin sılası olan  اِذَا مَٓا اَتَوْكَ لِتَحْمِلَهُمْ قُلْتَ لَٓا اَجِدُ مَٓا اَحْمِلُكُمْ عَلَيْهِ  cümlesi, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sıygasındaki şart fiili  اَتَوْكَ ’ye dahil olan  مَٓا  zaiddir. 

Sebep  bildiren harf-i cer  لِ nin gizli  أنْ le masdar yaptığı  لِتَحْمِلَهُمْ  cümlesi, mecrur mahalde  اَتَوْكَ  fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabı ve aynı zamanda  اِذَا ’nın müteallakı  قُلْتَ لَٓا اَجِدُ مَٓا اَحْمِلُكُمْ عَلَيْهِۖ  cümlesidir.  Mazi fiil  قُلْتَ ’nin mekulü’l-kavli, menfi muzari fiil sıygasında gelerek hudûs ve tecessüm ifade etmiştir. 

وَلَا عَلَى الَّذ۪ينَ اِذَا مَٓا اَتَوْكَ لِتَحْمِلَهُمْ  cümlesi, hususi olanın umumi olan üzerine atfı babındandır. Hususi olanlara daha çok önem verildiğini gösterir. (Safvetu't Tefasir)


 تَوَلَّوْا وَاَعْيُنُهُمْ تَف۪يضُ مِنَ الدَّمْعِ حَزَناً اَلَّا يَجِدُوا مَا يُنْفِقُونَۜ

 

Fasılla gelen cümle, beyânî istînâftır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  تَوَلَّوْا  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

وَ ’la gelen hal cümlesi  وَاَعْيُنُهُمْ تَف۪يضُ, sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlenin müsnedi  تَف۪يضُ, muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. 

Mef’ûlün lieclih olan  حَزَناً ’deki tenvin kesret ifade eder.

Masdar harfi  أنْ  ve akabindeki  لا يَجِدُوا مَا يُنْفِقُونَ  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümledeki  مَا, mef’ûl konumunda nekre-i mevsufedir. Takip eden  يُنْفِقُونَ  cümlesi  مَا  için sıfattır.

تَحْمِلَهُمْ - اَحْمِلُكُمْ  ve  اَجِدُ - يَجِدُوا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

ف۪يضُ; dolup taşmak demektir. Burada bu kelime ile hüngür hüngür ağladıkları ifade edilmiştir.

وَاَعْيُنُهُمْ تَف۪يضُ مِنَ الدَّمْعِ حَزَناً  [Gözlerinden yaşlar akarak ] ifadesinin aslı, “şiddetli bir halde gözleri akan” şeklindedir. Bu durum “oluk akıyor” ifadesine benzeyen bir mecazdır. Akan oluk değil, oluk içerisindeki sudur, göz değil, gözün içerisindeki yaştır. Burada mübalağa için böyle bir ifade kullanılmıştır. Sanki gözün, bütünüyle aktığı ifade edilmiştir. Bu durum da infak etmek için bir şey bulamamalarından dolayı, duymuş oldukları üzüntüdendir. Onların, ihtiyaç duydukları ve senin yanında da bulunmayan bir şeyi satın almaları için verebilecekleri bir şeyleri yoktu. Bundan dolayı mahzun idiler. (Ruhu’l Beyan)

 
Tevbe Sûresi 93. Ayet

اِنَّمَا السَّب۪يلُ عَلَى الَّذ۪ينَ يَسْتَأْذِنُونَكَ وَهُمْ اَغْنِيَٓاءُۚ رَضُوا بِاَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِۙ وَطَبَعَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ  ...


Sorumluluk ancak, zengin oldukları hâlde senden izin isteyenleredir. Bunlar, geride kalan (kadın ve çocuk)larla birlikte olmaya razı oldular. Allah da kalplerini mühürledi. Artık onlar bilmezler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّمَا ancak
2 السَّبِيلُ (kınanmasına) yol vardır س ب ل
3 عَلَى
4 الَّذِينَ kimselerin
5 يَسْتَأْذِنُونَكَ senden izin isteyen ا ذ ن
6 وَهُمْ onlar
7 أَغْنِيَاءُ zengin oldukları halde غ ن ي
8 رَضُوا onlar razı oldular ر ض و
9 بِأَنْ
10 يَكُونُوا olmağa ك و ن
11 مَعَ beraber
12 الْخَوَالِفِ geri kalan kadınlarla خ ل ف
13 وَطَبَعَ ve mühürledi ط ب ع
14 اللَّهُ Allah
15 عَلَىٰ üzerini
16 قُلُوبِهِمْ onların kalbleri ق ل ب
17 فَهُمْ artık onlar
18 لَا
19 يَعْلَمُونَ bilmezler ع ل م

اِنَّمَا السَّب۪يلُ عَلَى الَّذ۪ينَ يَسْتَأْذِنُونَكَ وَهُمْ اَغْنِيَٓاءُۚ 

 

اِنَّمَا  kâffe ve mekfufedir. Kâffe; “men eden, alıkoyan” anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  اِنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  مَا  harfidir.

السَّب۪يلُ  mübteda olup lafzen merfûdur.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  عَلَى harf-i ceriyle birlikte mübtedanın mahzuf  haberine müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  يَسْتَأْذِنُونَكَ  fiiline müteallıktır. Îrabtan mahalli yoktur.

يَسْتَأْذِنُونَكَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

وَ  haliyyedir.  Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَغْنِيَٓاءُ  haber olup lafzen merfûdur.

اَغْنِيَٓاءُ  kelimesi sonunda zaid yani  kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَسْتَأْذِنُونَكَ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  أذن ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.

رَضُوا بِاَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِۙ وَطَبَعَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

 

 Fiil cümlesidir.  رَضُوا  mahzuf  ي  harfinin mukadder dammesiyle mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  رَضُوا  fiiline müteallıktır.  يَكُونُوا  fiili  ن ’un hazfıyla mansub muzari fiildir.

Zamir olan çoğul  و ’ı  يَكُونُوا ’nun ismi olup mahallen merfûdur.

مَعَ  mekân zarfı,  يَكُونُوا ’nun mahzuf haberine müteallıktır.  الْخَوَالِفِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

وَ  atıf harfidir.  طَبَعَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.  عَلٰى قُلُوبِهِمْ  car mecruru  طَبَعَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ, sebebi müsebbebe bağlayan rabıtadır. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

لَا يَعْلَمُونَ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَعْلَمُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اِنَّمَا السَّب۪يلُ عَلَى الَّذ۪ينَ يَسْتَأْذِنُونَكَ وَهُمْ اَغْنِيَٓاءُۚ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ifade eden bu isim cümlesinde îcaz-ı hazif sanatı vardır.  عَلَى الَّذ۪ينَ mahzuf habere müteallıktır. 

اِنَّمَا  edatıyla tekid edilmiş cümlede kasr, mübteda ve haber arasındadır.

السَّب۪يلُ  sıfat ve maksûr, mahzuf haber, mevsuf ve maksûrun aleyhtir.

Buradaki hasr, önceki olumsuzluğu tekid etmek içindir. Zengin oldukları halde senden izin isteyenlerden başkasına ceza yoktur demektir. (Âşûr)

Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası  يَسْتَأْذِنُونَكَ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  وَ ’la gelen hal cümlesi  وَهُمْ اَغْنِيَٓاءُۚ, mübteda ve haberden müteşekkil faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اِنَّمَا السَّب۪يلُ ’deki marifelik, ahd içindir. (Âşûr) 

رَضُوا بِاَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِۙ

 

Ta’lil manasındaki cümle fasılla gelmiş beyânî istînâftır. Fasıl sebebi şibh-i kemâlî ittisâldir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar harfi  اَنْ ’in dahil olduğu mecrur mahaldeki  اَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِ  cümlesi, masdar tevilinde,  بِ  harfiyle birlikte  رَضُوا  fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel,  كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. 

Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede müsnedin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  مَعَ الْخَوَالِفِ, mahzuf habere müteallıktır. 

Burada açıkça görülmektedir ki cihada gücü yetecek durumda olan zenginler savaşmamak için izin istemişlerdir. Bunlar savaşmanın önemini biliyor ama bu görevden kaçmak istiyorlar. Onun için burada kasr  اِنَّمَا  ile yapılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

رَضُوا بِاَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِ  ibaresi hayranlık verici bir istiaredir. Çünkü buradaki  الْخَوَالِفِ ten maksat, erkekler savaşa gittikten sonra oymağın meskenlerinde geride kalan kadınlardır. Kabilenin kurulmuş çadırlarının arkasındaki direkler demek olan الْخَوَالِفِ “e -ki tekil  خَلِف ”dir- benzetilerek kadınlara “çadırın arka direkleri (الْخَوَالِفِ)” adı verilmiştir. (Yüce Allah), kadınları evlerinden ayrılmadıkları için çadırların (daima sabit kalan) arkalarındaki direklere benzetmiştir. Ayrıca  الْخَوَالِفِ ’in, evlerin köşeleri olduğu da söylenmiştir ki (iki görüş de) aynı anlama çıkar. Allah Teâlâ’nın  رَضُوا بِاَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِ  sözü ile evlerin direkleri olan gerçek  الْخَوَالِفِ ’in kastedilmiş olması da caizdir. Yani “ev ve çadırlarında oturup onların direk ve kazıkları gibi olmaya razı oldular” demektir.  الْخَوَالِفِ  kelimesinin, yaşlılar, kadınlar, özürlüler ve çocuklar gibi “arkada kalan (halife) bölük/kesim” ifadesinin çoğulu olarak, “savaşa katılmayıp geride kalan topluluk” anlamında olması da caizdir. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)  

الْخَوَالِفِ  kelimesi kadınlardan kinayedir. Yani münafıklar, harpte savaşmaktan korkarak, kadınlarla beraber kalmaya, evde oturup çocuklara bakmaya razı oldular. Bu ifadede münafıkların çirkin davranışlarının zemmedilmesi gayesi vardır. (Sâbûnî) 

Geride kalanlar ile muhalefet edenler kelimeleri aynı kökten türemiştir. Yani Resul’e (s.a.) itiraz edenler aynı zamanda geride kalanlardır.

وَطَبَعَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

 

 وَطَبَعَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ  fiil cümlesi, ...رَضُوا  cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

وَطَبَعَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ  ifadesinde istiare-i tasrîhiyye vardır. Çünkü kalplere gerçek anlamda mühürleme mümkün olmaz. Allah'ın emirlerini yerine getirmedikleri, cihat çağrısına uymadıkları  için on­ların kalpleri, kapatılmış, kendisine yararı olan herhangi bir şeyin içeri girmesinin mümkün olmadığı, mühürlenmiş bir kaba benzetilmiştir. Allah Teâlâ, istiare-i tasrîhiyye yoluyla  طَبَعَ  kelimesini müstear olarak kullanmıştır. 

وَطَبَعَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ (Kalplerine mühür vuruldu) ibaresinde kalpler mühürlü bir kaba benzetilmiştir. Hidayet onun içine sızmaz. Yani istiare vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

طَبَعَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ  ifadesinde istiare vardır. Kalp hidayetin içine konulacağı mühürlenebilen bir kaba benzetilmiştir. Kâfirlerin büyüklenme ve inanmama konusundaki inatlarının ulaştığı şiddeti ifade etmek için bu istiare yapılmıştır. Bu ifade Bakara Suresi 7. ayetteki  ختم اللهغلى قلةبهم  ifadesine  benzemekle beraber bu fiilde mana açısından daha kuvvetlidir. Çünkü bu fiil para basmakta kullanılır ve gümüş para üzerinde iz bırakmak manasındadır. Çamur veya mum üzerinde iz bırakmak manasında ise  ختم  fiili kullanılır. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)  

İlk itiraz ile birlikte kalp mühürlenir ve mühürlenince de artık akletme olmaz. İlk sinyal, ilk emir kalpten çıkar, sonra beyne gider, sonra azalara gider, o ilk sinyal çok önemlidir.

Makabline matuf olan  فَهُمْ لَا يَفْقَهُونَ  cümlesi ise isim cümlesi formunda gelerek sübut ifade etmiştir.

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesinde olayı canlandırarak onun dikkatini uyanık tutmayı sağlar.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu ayetle 87. ayet arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 7, Ahkaf/29)

Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Günün Mesajı

Allah yolunda can ve mal ile cihat etmek çok faziletlidir. Cihat edenlerin dünyadaki ve ahiretteki sevabı büyüktür.

 



Sayfadan Gönüle Düşenler

Evladının elini sıktı, parmağını dudaklarına götürdü. Dinlemeye geldiklerini hatırlattı ve ağacın dallarını araladı. Çocuk kadını gördü, dere başında oturuyordu. Sesine kulak verdi, adeta yüreğini büyülüyordu:

‘At sırtında, bir dağın tepesine kondum. Gözlerimin önünde bir film şeridi, dünya tarihini avuçlarımın arasına aldım. Ne çok yaşanmışlık var demişlerdi, bir kağıt gibi buruşturdum. Dünya yalanları ne hoş bir melodi, gidenlerin artlarında bıraktığı boşluğa baktım. Dağın ardında bir mahşer meydanı, insanlığın her haline şahit oldum. Her şeyin sonunda, halimin nasıl olması için çabalamam gerektiğinden emin oldum.

Ey kulları için en güzeli isteyen Rabbim! Senin yardımın ve rahmetinle:

Yalan söyleyenlerden değil, doğru sözlülerden,
Asilerden değil, şeksiz ve şüphesiz itaat edenlerden,
Geride kalanlardan değil, salih kullarınla yarışanlardan,
Etrafındakilere imrenenlerden değil, verdiklerine şükredenlerden,
Zalimin zulmune yardımcılardan değil, adaleti savunanlardan,
Dünya oyunlarına dalanlardan değil, hakikatinle meşgul olanlardan,
Yolundan sapanlardan değil, emrettiğin gibi yaşayanlardan,
Ardında hiçlik bırakanlardan değil, hayırlarla anılanlardan,
Zikrin ve kelamının; dilinde kaldığı kullarından değil, kalbine ilmek ilmek işleyenlerden,
Meleklerinin lanet ettiklerinden değil, selamınla karşıladıklarından,
Kitabı sol eline değil, sağ eline verilenlerden,
Cehennemliklerden değil, cennet ehlinden,
Huzurundan kovulanlardan değil, Sana kavuşanlardan olayım.

 

Ey her zerremin tek Sahibi! Gönlüm gül bahçesine dönüşsün. Misk kokuları, çevresini sarsın. Etrafına, yalnız temiz olanı çeksin. Kapısını da hayır duaları çalsın. Hakkı hatırlasın, hakkı sevsin ve Senden hakkı istesin. Yolum cennetine çıksın. Sevdiklerim yanımda, sevdiklerin komşum olsun.’

Kadın arkasını dönüp gülümseyince tanıdı. Annesine koşup sarılmak istedi. Babası kendisine doğru çekti, ‘amin’ de dedi. Sabaha, gözyaşlarıyla tuzlanmış bir ‘amin’ bıraktı.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji