اِسْتَغْفِرْ لَهُمْ اَوْ لَا تَسْتَغْفِرْ لَهُمْۜ اِنْ تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ سَبْع۪ينَ مَرَّةً فَلَنْ يَغْفِرَ اللّٰهُ لَهُمْۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَفَرُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | اسْتَغْفِرْ | (ister) af dile |
|
2 | لَهُمْ | onlar için |
|
3 | أَوْ | veya |
|
4 | لَا |
|
|
5 | تَسْتَغْفِرْ | (ister) dileme |
|
6 | لَهُمْ | onlar için |
|
7 | إِنْ | şayet |
|
8 | تَسْتَغْفِرْ | af dilesen |
|
9 | لَهُمْ | onlar için |
|
10 | سَبْعِينَ | yetmiş |
|
11 | مَرَّةً | defa |
|
12 | فَلَنْ | asla |
|
13 | يَغْفِرَ | affetmez |
|
14 | اللَّهُ | Allah |
|
15 | لَهُمْ | onları |
|
16 | ذَٰلِكَ | böyledir |
|
17 | بِأَنَّهُمْ | çünkü onlar |
|
18 | كَفَرُوا | inkar ettiler |
|
19 | بِاللَّهِ | Allah’ı |
|
20 | وَرَسُولِهِ | ve Elçisini |
|
21 | وَاللَّهُ | ve Allah |
|
22 | لَا |
|
|
23 | يَهْدِي | yola iletmez |
|
24 | الْقَوْمَ | kavmi |
|
25 | الْفَاسِقِينَ | yoldan çıkan |
|
Hz. Peygamber münafıkların bağışlanması için yetmiş defa yalvarsa da Allah’ın onları bağışlamayacağının bildirilmesi değişik biçimlerde yorumlanmıştır. Hâkim kanaate göre belirtilen sayı çokluktan kinaye olup bununla, Resûlullah ne kadar dua ederse etsin, artık âyette işaret edilen münafıklar için bağışlanma ümidi taşımaması istenmektedir (Zemahşerî, II, 164-165; Şevkânî, II, 441). Münafıklardan Hz. Peygamber’e gelip özür dileyenler için onun Allah’a yalvarması, onların samimi olabilecekleri ihtimaline dayanıyordu. Âyet ise onların dürüst ve samimi davranmadıklarını haber vermiş olmaktadır. Tefsirlerde, münafıkların başı Abdullah b. Übeyy’in ölümü ve iyi bir mümin olan oğlunun ricası üzerine Hz. Peygamber’in onun cenaze namazını kılmasına Hz. Ömer’in itiraz ettiği, Resûlullah’ın bu âyete dayanarak istiğfar sayısını arttırma hakkını kullandığını söylediği, bunun üzerine de 84. âyetin nâzil olduğu yönünde bir rivayet yer almaktadır (Taberî, X, 198-200; Şevkânî, II, 443).
Kanaatimizce bu ve benzeri rivayetlerde geçen ifadelerle ilgili tartışmalardan çok, âyetten kolayca anlaşılan şu iki hususun üzerinde durulması âyetin sağlıklı anlaşılması bakımından daha önemli görünmektedir: Birincisi, Resûlullah’ın, yıllarca gösterdiği engin hoşgörü ve iyi niyete türlü entrikalarla karşılık veren, kuyusunu kazmak için her fırsatı değerlendiren münafıklar hakkında dahi ümidini yitirmemeye ve kendisinin herkes için rahmet olduğu hitabının (Enbiyâ 21/107) gerektirdiği biçimde davranmaya çalışmasıdır. Münafıkların cehennemin en derinlerine atılacağını bildiren âyetlerde dahi istisna yapıldığını, bunlardan tövbe edip kendini düzelten ve gönülden teslimiyet içine girenlerin Allah’ın büyük mükâfatlara lâyık gördüğü müminlerle beraber olacaklarının bildirildiğini (Nisâ 4/146-147) dikkate alan Hz. Peygamber’in bu tutumu, müslümanlara şu mesajı vermektedir: Asıl erdemlilik, güçlü olduğu halde yanlış yoldaki insanları dışlama yönüne gitmeyip, onların ıslahı ve kazanılması için çaba harcamaktır.
Âyetten anlaşılan ikinci husus da, kendilerinden söz edilen münafıkların affedilme şanslarını tamamen yitirmiş olduklarıdır. Bunun gerekçesi âyette şöyle açıklanmıştır: “Çünkü onlar Allah ve resulünü inkâr etmişlerdir. Allah (böylesine) kötülüğe saplanmış kimseleri doğru yola iletmez.” Öyle görünüyor ki bu istisnaî bir durumdur. Zira âyette işaret edilen kimselerin, Hz. Peygamber’in Medine’de dış düşmanlara karşı verdiği mücadelede ne büyük bir kambur oluşturduğu herkes tarafından biliniyor, onlar da ilâhî vahyi insanlara tebliğ eden Resûlullah’ın hak peygamber olduğunu ayan beyan görüyorlardı. Böylesine büyük bir imkânı değerlendirmeyen ve gönüllerini imana bütünüyle kapatmış olan bu kimselerin durumu Allah tarafından Hz. Peygamber’e haber verilmekte ve artık dış görüntülerine göre muamele gören bu kesime karşı açık bir tavır ortaya konması istenmektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 41-42
اِسْتَغْفِرْ لَهُمْ اَوْ لَا تَسْتَغْفِرْ لَهُمْۜ
Fiil cümlesidir. اِسْتَغْفِرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri أنت ’dir.
لَهُمْ car mecruru اِسْتَغْفِرْ fiiline müteallıktır.
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder.
اَوْ Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, ya da yoksa” kelimeleri olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَسْتَغْفِرْ meczum muzari fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri أنتَ ’dir.
لَهُمْ car mecruru تَسْتَغْفِرْ fiiline müteallıktır.
اِسْتَغْفِرْ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi غفر ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
اِنْ تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ سَبْع۪ينَ مَرَّةً فَلَنْ يَغْفِرَ اللّٰهُ لَهُمْۜ
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. تَسْتَغْفِرْ meczum muzari fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri َأنت ’dir.
لَهُمْ car mecruru تَسْتَغْفِرْ fiiline müteallıktır. سَبْع۪ينَ mef’ûlu mutlaktan naib olup nasb alameti ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için ي ile nasb olurlar.
مَرَّةً kelimesi temyiz olup fetha ile mansubtur.
Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harfi cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “....bakımından, ...yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder.
يَغْفِرَ mansub muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
لَهُمْ car mecruru يَغْفِرَ fiiline müteallıktır.
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَفَرُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ۜ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذَ ٰلِكَ mübteda olup mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
بِ harf-i cer’dir. أنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
أَنَّ ve masdar-ı müevvel mecrur mahalde olup بِ harf-i ceriyle birlikte ذَ ٰلِكَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. بِ harf-i ceri, sebebiyyedir.
هُمْ muttasıl zamiri أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. كَفَرُوا fiili, أَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِاللّٰهِ car mecruru كَفَرُوا fiiline müteallıktır.
رَسُولِه۪ kelimesi atıf harfi وَ ile lafza-i celâle matuftur.
وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ۟
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. لَا يَهْدِي haber olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَهْدِي fiili, ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. الْقَوْمَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
الْفَاسِق۪ينَ۟ kelimesi الْقَوْمَ ’nin sıfatı olup nasb alameti ي ’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harf ile îrablanırlar.
الْفَاسِق۪ينَ۟ kelimesi sülâsî mücerred olan فسق fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir, geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِسْتَغْفِرْ لَهُمْ اَوْ لَا تَسْتَغْفِرْ لَهُمْۜ
İstînâfiyye olarak gelen ayetin ilk cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Muhayyerlik bildiren atıf harfi اَوْ ’in dahil olduğu لَا تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ cümlesi aynı üslupta gelmiştir. Makabline matuf cümlenin atıf sebebi tezattır.
Emir fiiller sonraki فَلَنْ يَغْفِرَ اللّٰهُ لَهُمْ cümlesinin delaletiyle haber manalıdır. Dolayısıyla emir cümlelerinde mecaz-ı mürsel sanatı vardır. (Muhyiddin Derviş)
اِسْتَغْفِرْ لَهُمْ - اَوْ لَا تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.
اِسْتَغْفِرْ - لَا تَسْتَغْفِرْ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
Nehiy sıygası tesviye (eşitleme) manasında kullanılmış olabilir, çünkü işaret edilen emirler, tesviye (eşitleme) amacıyla mukayese edilmiş olup; “Onlar hakkında istiğfarda bulunup bulunmaman arasında hiçbir fark yoktur.” manasındadır. İşte bu, bu konudaki emir veya nehyin onların üzerindeki hükmü değiştirmeyeceği hususunda kinayedir. Emredilen de nehyedilen de yapılsa netice birdir, değişmez. Bununla birlikte mahzuf olan sözün fiili olarak iki fiil de kabul edilebilir. Yani takdiren, نَقُولُ لَكَ : اسْتَغْفِرْ لَهم veya نَقُولُ : لا تَسْتَغْفِرْ لَهم (Âşûr)
اِنْ تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ سَبْع۪ينَ مَرَّةً فَلَنْ يَغْفِرَ اللّٰهُ لَهُمْۜ
Fasılla gelen cümle beyânî istînâftır. Fasıl sebebi şibh-i kemâli itiisâldir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart fiili olan تَسْتَغْفِرْ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَلَنْ يَغْفِرَ اللّٰهُ لَهُمْ, menfi muzari fiil sıygasında gelmiştir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Cümlede fiilerin muzari olarak gelmesi hudus, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır.
Şart ve cevap cümleleri arasında müzavece sanatı vardır.
Ayette münafıklar hakkında istiğfar etmeme konusunda mübalağa vardır. Yetmiş sayısı kesret belirtir. Onlar hakkındaki istiğfar önemli sayıda olsa da Allah onları asla affetmeyecektir. Bu üslup nefyin tekididir. Sınırın olmadığı mübalağa yoluyla belirtilmiştir. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir ve Keşşâf II., s. 281)
اِسْتَغْفِرْ - لَا تَسْتَغْفِرْ - يَغْفِرَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
تَسْتَغْفِرْ- لَهُمْ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Bu ayette zikredilen sayıdan maksat men etmeyi sınırlamak, (yani “Yetmiş defadan fazla dua edersen kabul ederim.” demek) değildir; aksine bu ifade tıpkı kendisinden bir ihtiyacının yerine getirilmesini isteyen kimseye, o kimsenin: “Bunu benden, yetmiş defa dahi istesen, ben onu yapmam!” demesi gibidir. Bu kimse bu ifadesiyle o kimsenin, yetmişden fazla talepte bulunması halinde onu yapacağı manasını kasdetmemiştir. İşte burada da böyledir. (Fahreddin er-Râzî)
Mutlak çokluk ifade etmek için yedi, yetmiş ve yedi yüz sayıları, insanlar arasında yaygın olarak kullanılır. Çünkü yedi sayısı, sayıların bütün kısımlarına şamil olduğundan sanki sayıların tamamı olmuş olur.
Diğer bir görüşe göre yedi sayısı sayıların en mükemmelidir. Sayıların manalarını kendisinde toplamıştır. Çünkü altı sayısı, ilk tam sayıdır; tam kesirleri, kendisine eşittir; altı sayısının yarısı üç, üçte biri iki; altıda biri de birdir; bunların toplamı, bir sayısı ile beraber yedidir. (Ebüssuûd)
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَفَرُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Mübteda ve haberden oluşmuş faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede haberin hazfi nedeniyle îcâz-ı hazif sanatı vardır.
اَنَّ ve akabindeki isim cümlesi masdar tevilindedir. Mecrur mahaldeki masdar-ı müevvel بِ harfiyle birlikte mahzuf habere müteallıktır.
Masdar-ı müevvel olan بِاَنَّهُمْ كَفَرُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ cümlesinde haber mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mübtedanın işaret ismiyle gelmesi işaret edilene dikkat çekmenin yanında tazim ifade eder.
ذٰلِكَ ile müşârun ileyh en kâmil bir şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşârun ileyhi bu işaret ismiyle kamil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Duhan/57, s. 190)
İşaret isminde istiare vardır. ذٰلِكَ ile istiğfarlarının kabul edilmemesine işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Lafza-i celâlin kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
رَسُولِه۪ izafetinde Allah Teâlâ'ya ait zamire muzâf olan رَسُولِ şan ve şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
اللّٰهِ - رَسُولِه۪ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
ذَلِكَ بِأنَّهم كَفَرُوا ifadesinde فَلَنْ يَغْفِرَ اللَّهُ لَهُمْ ayetinde açıkça belirtildiği üzere, umulabilecek bağışlanmanın küfürleri sebebiyle yok olduğuna işaret vardır. Bu yüzden ب harf-i ceri sebebiyyedir ve Allah’a karşı olan küfürleri, ona şirk koşmalarıdır.
وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ۟
وَ istînâfiyyedir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esmayı bünyesinde toplayan اللّٰهَ ismiyle marife oluşu ve zamir gelebilecekken zahir ismin zikri, kalbe korku salmak ve haşyet duyguları uyandırmak içindir. Bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Menfi fiil cümlesi formunda gelen müsned, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de muzari fiil olması hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Cümle, mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
كَفَرُوا - يَهْدِي kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Bu, Allah’ın hükmüne ve emirlerine muhalefet edenler hakkında bir tehdit ve uyarı ifade etmektedir. (Fahreddin er-Râzî) (Âl-i İmran Suresi, 24; Maide Suresi, 108)
Arapçada فَ harfiyle başlayan fiillerde ayrılma, çıkma, kopma anlamları vardır.
Arap dilinde فِسْق /fısk, “çirkin bir çıkış” anlamına gelir. Buradan hareketle, deliğinden fesat yapmak üzere çıktığı için fareye, fuveysika diye isim verilmiştir. Hurma kabuğundan dışarı çıktığında, فَسَقَتِ الرَّطْبَة (taze hurma kabuğundan çıktı) denmiştir. Çünkü bu durum, hurmaların fesada uğradığını (bozulduğunu) gösterir. Bu anlamdan hareketle, büyük bir günah işleyerek Allah’a itaatten çıkmaya fısk ismi verilmiştir. (Farklar Sözlüğü)
Üslubu’l-ḥakîm sanatı olan bu ayette efendimizin dualarının karşılığı onun beklentisine göre değil, kendisi için daha hayırlısını bilen Allah’ın muradına göre tecelli etmiş ve O’nun تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ سَبْع۪ينَ مَرَّةً emriyle istiğfarda çokluk kastedilmiştir. Nitekim Peygamberimiz bundan sonra günde yetmişin üzerinde istiğfar eder olmuştur. (Hasan Uçar, Doktora Tezi, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)
Fısk, yoldan çıkmak, isyan, inkâr ve günahta temerrüt ve haddi aşmaktan ibarettir.
Bu kelam, makablindeki hükmü pekiştiren bir zeyl mahiyetindedir. Zira kâfirin bağışlanması, ancak küfürden tamamen sıyrılmak ve hakka yönelmekle olur. Küfre tamamen batmış ve kalbi küfürle mühürlenmiş olan kimse ise bundan çok uzaktır. (Ebüssuûd)
فَرِحَ الْمُخَلَّفُونَ بِمَقْعَدِهِمْ خِلَافَ رَسُولِ اللّٰهِ وَكَرِهُٓوا اَنْ يُجَاهِدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَقَالُوا لَا تَنْفِرُوا فِي الْحَرِّۜ قُلْ نَارُ جَهَنَّمَ اَشَدُّ حَراًّۜ لَوْ كَانُوا يَفْقَهُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَرِحَ | sevindiler |
|
2 | الْمُخَلَّفُونَ | muhalefet ederek |
|
3 | بِمَقْعَدِهِمْ | oturup kalmalarına |
|
4 | خِلَافَ | geride kalanlar |
|
5 | رَسُولِ | Peygamberine |
|
6 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
7 | وَكَرِهُوا | ve hoşlanmadılar |
|
8 | أَنْ |
|
|
9 | يُجَاهِدُوا | cihadetmekten |
|
10 | بِأَمْوَالِهِمْ | mallarıyle |
|
11 | وَأَنْفُسِهِمْ | ve canlarıyle |
|
12 | فِي |
|
|
13 | سَبِيلِ | yolunda |
|
14 | اللَّهِ | Allah |
|
15 | وَقَالُوا | ve dediler |
|
16 | لَا |
|
|
17 | تَنْفِرُوا | sefere çıkmayın |
|
18 | فِي |
|
|
19 | الْحَرِّ | sıcakta |
|
20 | قُلْ | de ki |
|
21 | نَارُ | ateşi |
|
22 | جَهَنَّمَ | cehennemin |
|
23 | أَشَدُّ | daha |
|
24 | حَرًّا | sıcaktır |
|
25 | لَوْ | keşke |
|
26 | كَانُوا | olsalardı |
|
27 | يَفْقَهُونَ | anlıyor(lar) |
|
Tebük Seferi’ne katılmamak için bahaneler uyduran, özellikle havaların aşırı sıcak olduğu gerekçesine sığınan, fakat aynı zamanda müminleri de sefere çıkmaktan caydırmaya çalışan münafıkların âkıbetinin çok acı olacağı belirtilmekte; Hz. Peygamber’in bu kişilerden sağ kalanlarla karşılaşması halinde onların kendi maiyetinde bir sefere çıkmalarına müsaade etmemesi istenmekte, ölenlerinin ise imansız olarak can verdikleri bildirilip onlar için bir dinî vecîbe ifa etme cihetine gitmemesi emrolunmaktadır. Müslümanların ölen din kardeşlerine karşı ifa etmeleri gereken dinî vecîbelerin başında cenaze namazı kılınması ve bunun için gerekli hazırlıkların yapılması gelmektedir. Âyette bu hususa işaret edildikten sonra yer alan, “mezarı başında da durma” ifadesini Hz. Peygamber’in cenazenin defninden sonraki tatbikatına göre açıklamak uygun olur. Resûl-i Ekrem bir müslümanın cenazesi defnedildikten sonra kabri başında bir süre durur ve etrafındakilere şöyle derdi:“Kardeşiniz için Allah’tan mağfiret dileyiniz ve sorulanlara şaşırmadan cevap verebilmesi için dua ediniz; zira şu anda o sorguya çekilmektedir” (Ebû Dâvûd, “Cenâiz”, 69; krş. Tirmizî, “Cenâiz”, 70). (Münafıkların malları ve evlâtlarının dünyada eziyet vesilesi kılındığını ve Allah’ın onların canlarının da kâfir olarak çıkmasını murat ettiğini belirten 85. âyetin açıklaması için 55. âyetin tefsirine bk.). 87. “Geride kalanlar” diye tercüme edilen havâlif kelimesi, Arap dilinde daha çok kadınları ifade etmek üzere kullanılır; fakat belirli bir işte kendisinden verim alınamayacak olanlar anlamına da gelir. Kelimenin yer aldığı bağlamda sadece kadınların değil, kadınlarla birlikte yaşlı erkekler, çocuklar, engelliler gibi savaşa katılamayacak kimselerin kastedildiği anlaşıldığından, meâlinde bu geniş anlam tercih edilmiştir. Bazı müfessirlere göre kadınlara benzetmek onların ağırına giden bir ifade olduğu için kelime bu anlamıyla kullanılmıştır. Öte yandan bu kelimenin, “karşı çıkanlar” şeklinde tercüme edilmesi de mümkündür (İbn Atıyye, III, 68; Râzî, XVI, 151, 156-157). Yine bu âyette geçen “kalpleri mühürlendi” ifadesinde edebî sanatlardan istiare türü kullanılmış olup, onların kalplerinin inkârcılık ve sapkınlıkla kaplanmış olduğunu, bu durumun da imanın ve hidayet ışığının girmesini engellediğini belirtmektedir (İbn Atıyye, III, 68; bu sonucun insanın irade hürriyeti açısından değerlendirilmesi için bk. Bakara 2/7).
Kaynak :Kuran Yolu/ Diyanet tefsiri
Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Yaktığınız ateş var ya, bu cehennem ateşinin yetmiş cüzünden bir cüzdür!” buyurmuştu.
(Yanındakiler): “Zaten bu ateş, vallahi (asileri cezalandırmaya ahirette) yeterliydi” dediler. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Cehennem ateşi öbürüne altmış dokuz kat üstün kılındı. Her bir katın harareti, bunun mislindedir.”
(Buhârî, Bed’ü’l-Halk 10; Müslim, Cennet 29, (2843); Muvatta, Cehennem 1, (2, 994); Tirmizî, Cehennem 7, (2592).)
“Cehennemliklerin kıyamet gününde en hafif derecede azâb görecek olanı, ayaklarının tabanının altına bir ateş közü konulup da bu yüzden beyni, tencere ve gümgüm gibi kaynayan adamdır!” (Buharî, Rikak, 51)
فَرِحَ الْمُخَلَّفُونَ بِمَقْعَدِهِمْ خِلَافَ رَسُولِ اللّٰهِ
Fiil cümlesidir. فَرِحَ fetha üzere mebni mazi fiildir. الْمُخَلَّفُونَ fail olup ref alameti وَ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
بِمَقْعَدِهِمْ car mecruru فَرِحَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
خِلَافَ zaman veya mekân zarfı, mimli masdar olan مَقْعَدِ ’ye müteallıktır. رَسُولِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.
اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الْمُخَلَّفُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’îl babının ism-i mef’ûludur.
وَكَرِهُٓوا اَنْ يُجَاهِدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. كَرِهُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, كَرِهُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
يُجَاهِدُوا fiili, نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِاَمْوَالِهِمْ car mecruru يُجَاهِدُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْفُسِهِمْ atıf harfi وَ ’la بِاَمْوَالِهِمْ ’e matuftur.
ف۪ي سَب۪يلِ car mecruru يُجَاهِدُوا fiiline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Fiili muzarinin başına اَنْ harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için tevilli masdar (masdarı müevvel cümlesi) denmektedir. Kur’an-ı Kerim’de çok nadir de olsa bazen cümlede اَنْ ’den önce (لِ) harf-i cerini ve اَنْ ’den sonra da nafiye lâ’sını (لَا) görebiliriz. لِئَلَّا şeklinde yazılır. Bazen ise bu اَنْ ’den önce (لِ) harf-i ceri ve nafiye lâ’sının (لَا) hazfedildiğini görebiliriz. Ancak lafızda olmadığı halde manaları geçerlidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُجَاهِدُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi جهد ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
وَقَالُوا لَا تَنْفِرُوا فِي الْحَرِّۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, لَا تَنْفِرُوا ’dur. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَنْفِرُوا fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
فِي الْحَرّ car mecruru تَنْفِرُوا fiiline müteallıktır.
قُلْ نَارُ جَهَنَّمَ اَشَدُّ حَراًّۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli, نَارُ جَهَنَّمَ اَشَدُّ ’dur. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
نَارُ mübteda olup lafzen merfûdur. جَهَنَّمَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler kesra yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَشَدُّ haber olup lafzen merfûdur. حَراًّ temyiz olup fetha ile mansubtur.
اَشَدُّ kelimesi ism-i tafdil kalıbındadır.
Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “...bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَ لَوْ كَانُوا يَفْقَهُونَ
لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.
كَانُوا şart fiili olup nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و, muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.
يَفْقَهُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يَفْقَهُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri, ما تخلّفوا şeklindedir.
فَرِحَ الْمُخَلَّفُونَ بِمَقْعَدِهِمْ خِلَافَ رَسُولِ اللّٰهِ وَكَرِهُٓوا اَنْ يُجَاهِدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَقَالُوا لَا تَنْفِرُوا فِي الْحَرِّۜ
İstînâfiyye olan ayetin ilk cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
رَسُولِ kelimesinin Allah lafzına izafeti veciz ifade yanında, onun şeref ve itibarının yüksekliğini gösterir.
رَسُولِ - اللّٰهِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
فَرِحَ - كَرِهُٓوا kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
فَرِحَ ve وَكَرِهُٓوا şeklindeki haber cümlelerinin müsnedün ileyhleri aynıdır ve iki fiil birbirinin zıddıdır, bunun için vasıl yapılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
خِلَافَ - الْمُخَلَّفُونَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki müspet muzari fiil sıygasındaki …يُجَاهِدُوا بِاَمْوَالِهِمْ cümlesi, masdar tevilinde كَرِهُٓوا fiilinin mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla Allah’ın yolu, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü Allah yolu, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak Allah'ın emrine uymanın önemini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
سَب۪يلِ اللّٰهِ izafetinde lafzâ-i celâle muzâf olması سَب۪يلِ için tazim ve şeref ifade eder.
سَب۪يلِ اللّٰهِ ibaresinde istiare vardır. سَب۪يلِ kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir.
فَرِحَ الْمُخَلَّفُونَ بِمَقْعَدِهِمْ خِلَافَ رَسُولِ اللّٰهِ cümlesiyle وَكَرِهُٓوا اَنْ يُجَاهِدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Bu ayette münafıklar Allah yolunda cihada çıkmaktan hoşlanmadıkları için yerilirken, Beyzâvî’nin yorumuna göre bir taraftan da malları ve canlarıyla Allah yolunda cihat etmeyi evlerinde oturmaya tercih eden ve Allah’ın rızasını kazanmak için büyük fedakârlıklar yapan müminler, tariz yoluyla övülmektedirler. Ayetin devamında ise sıcaklığı bahane ederek savaştan geri kalanların cezalandırılacakları hususu yine ima yollu anlatılmaktadır. Burada cehennem ateşinin daha şiddetli olduğu ifade edilmekle birlikte, asıl anlatılmak istenen, dünyanın geçici sıcaklığını bahane ederek savaştan geri kalanların, sıcaklığı daha şiddetli olan cehennem ateşine girecekleri gerçeğidir. (Beyzâvî, II, 286)
Genel kabule göre tariz sanatına tenkit, alay, yerme, iğneleme, dokundurma gibi maksatlarla başvurulurken müfessirimizin anlayışına göre zaman zaman övme ve doğruyu gösterme gibi amaçlarla da bu sanat icra edilmektedir.
Bu ayette münafıkların cihattan geri kalmaya sevinmelerine -ki قعود cihadın zıddı bir anlam taşımaktadır- cihada çıkılmasından hoşlanmamaları ve buna üzülmeleriyle muḳabele edilmiştir. Yani فرح ve قعود kelimeleriyle كره ve جهاد kelimeleri arasında muḳabele vardır. (Dr. Besyûnî Abdü’l Fettah Feyyûd, İlmu’l Bedî’, s. 154)
İstînâfiyyeye matuf olan وَقَالُوا لَا تَنْفِرُوا فِي الْحَرّ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli لَا تَنْفِرُوا فِي الْحَرّ cümlesi ise menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
نْفِرُ fiilinde hem nefret etmek, hem de ürküp kaçmak manası vardır. Grup ve birey anlamındaki nefer kelimesi de bu kökten türemiştir.
الْمُخَلَّفُونَ kelimesi, gidenlerden geri kalan kimse anlamına gelir. (Fahreddin er-Râzî)
Bu ayette münafıklar, küfür ve dalaletin üç hasletini kendi nefislerinde toplamış oldular. Bu üç haslet de şunlardır:
قُلْ نَارُ جَهَنَّمَ اَشَدُّ حَراًّۜ
Beyânî istînâf olan cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlede mekulü’l-kavl, isim cümlesi formunda, faide-i haber haber inkârî kelamdır.
نَارُ - حَراًّۜ - جَهَنَّمَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
قُلْ - قَالُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
حَراًّ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Cehennem ateşinin sıcağının, kurak yaz sıcağından daha şiddetli olduğu malum olduğundan burada amaç bunu bildirme-haber verme değildir. Malum olan bu durumun görmezden-bilmezden gelindiği kinayeli şekilde belirtilerek hatırlatma yapılmıştır. Nitekim onlar az olan bir sıcaklıktan sakınıp kendilerini (kıyas dahi edilemeyecek) çok daha şiddetli bir sıcaklığın içine sürüklemişlerdir. Yani seferde olacak olan sıcaklığa katlanmazlarsa cehennem ateşinin sıcaklığına katlanmak zorunda olacakları kinayeli bir şekilde hatırlatılmıştır. Ayrıca cehennem ateşine doğru bu şekilde yol alışlarında da kinaye vardır. (Âşûr)
لَوْ كَانُوا يَفْقَهُونَ
Ayetin fasılası, istînâfiyye olarak fasılla gelen şart cümlesidir. كان ’nin dahil olduğu cümle şarttır. Şartın takdiri ما تخلّفوا (Geride kalmazlardı) olan cevabı, mahzuftur. Bu îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu hazif, muhatabın muhayyilesini kısıtlamadan serbestçe düşünebilmesini sağlar.
Şart ve mukadder cevap cümlesinden meydana gelen terkip, şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin muzari fiille gelmesi, hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
لَوْ كانُوا يَفْقَهُونَ cümlesi, görmezden-bilmezden gelme ve hatırlatma hususunda tetmim cümlesidir. (Âşûr)
فَلْيَضْحَكُوا قَل۪يلاً وَلْيَبْكُوا كَث۪يراًۚ جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
فَلْيَضْحَكُوا قَل۪يلاً وَلْيَبْكُوا كَث۪يراًۚ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن فرحوا وكروا وقالوا şeklindedir.
لْ emir lam’ıdır. يَضْحَكُوا fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
قَل۪يلاً mef’ûlu mutlaktan naibdir. Takdiri, ضحكًا قليلا şeklindedir.
وَ atıf harfidir. لْ emir lam’ıdır. يَبْكُوا fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
جَزَٓاءً sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclihtir.
Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. Mef’ûlün lieclihi” veya Mef’ûlün min eclihi de denir. Mef’ûlün leh mansubdur. Fiile, “neden, niçin?” soruları sorularak bulunur.
Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.
İki tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı, 2) Harf-i cerli kullanımı.
Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:
a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.
b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.
c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.
d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.
e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.
Not: Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki beş şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا ve masdar-ı müevvel, بِ harf-i ceriyle birlikte جَزَٓاءً ’e müteallıktır.
بِ harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman-mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.
يَكْسِبُونَ۟ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubtur.
يَكْسِبُونَ۟ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.فَلْيَضْحَكُوا قَل۪يلاً وَلْيَبْكُوا كَث۪يراًۚ جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
Mukadder şartın cevabı olarak فَ karinesiyle gelen ayette يَضْحَكُوا قَل۪يلاً, emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Mahzuf şartın takdiri …إن فرحوا وكروا وقالوا (Eğer sevinir, saldırır ve …. derlerse) şeklindedir. Aynı üsluptaki وَلْيَبْكُوا كَث۪يراًۚ cümlesi, cevap cümlesine matuftur.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda, talebî inşâî isnaddır.
جَزَٓاءً mef’ûlü lieclih olarak mahsubtur. Amili لْيَضْحَكُوا veya لْيَبْكُوا ’dur.
Mecrur mahaldeki masdar harfi مَا ve akabindeki كَانُوا يَكْسِبُونَ cümlesi, masdar tevilinde بِ harfi ile birlikte جَزَٓاءً ’e müteallıktır.
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mutat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)
Beyzâvî ayetin tefsîrinde şunları kaydetmektedir: فَلْيَضْحَكُوا [gülsünler] ve وَلْيَبْكُوا [ağlasınlar] emir sıygaları haber manası ifade eden inşâ cümleleridir. Yani onlar az gülecek ve çok ağlayacaklar demektir. Onların dünya ve ahirette az gülüp çok ağlamalarının kaçınılmaz olduğunu göstermek için emir kalıbıyla gelmişlerdir. Müfessirimizin izahından da anlaşılacağı üzere ayette emri gaib sıygasıyla gelen bu iki fiil, konuldukları asli mananın dışına çıkarak haber verme manasında kullanılmışlardır. (Beyzâvî, III, 163) Dolayısıyla mecaz-ı mürsel mürekkeb vardır.
فَلْيَضْحَكُوا قَل۪يلاً [Az gülsünler] - وَلْيَبْكُوا كَث۪يراًۚ [çok ağlasınlar] cümleleri arasında ikili mukabele vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
لْيَضْحَكُوا - لْيَبْكُوا ,قَل۪يلاً - كَث۪يراًۚ kelimeleri grupları arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Masdardan naib, mef’ûlü mutlak olan كَث۪يراًۚ ve قَل۪يلاً kelimelerinin tenkiri mübalağa ifade eder.
Azlığın yokluk, çokluğun da süreklilikten kinaye olarak kullanılmış olması da mümkündür. (Ebüssuûd)
جَزَٓاءً kelimesi mahzuf fiile müteallık, mef’ûlu mutlaktır. (Muhyiddin Derviş)
Cümle, her ne kadar emir sıygasıyla gelmiş bir ifade ise de bunun manası, durumun ileride vaki olacağını bildirmektir. (Fahreddin er-Râzî) Yani mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
جَزاءً بِما كانُوا يَكْسِبُونَ ifadesi onlara ait zamirden haldir. Yani çokça ağlayıp az gülmeleri, yaptıklarının karşılığı olarak başlarına gelen durumu göstermektedir. Az bir süre gülmelerine karşılık kazandıkları, peşi sıra gelen ağlayışlarıdır. Çünkü yaptıkları, içinde oldukları nimeti ellerinden çekip almış ve onları büyük bir felakete uğratmıştır.
Kazandıklarıysa nifaklarının (iki yüzlülüklerinin) sonucu olan amelleridir. İfadede بِما ibaresiyle mevsûl kullanılması, kapsamlı mananın kısaltılarak ifade edilmesi içindir. (Âşûr)
فَاِنْ رَجَعَكَ اللّٰهُ اِلٰى طَٓائِفَةٍ مِنْهُمْ فَاسْتَأْذَنُوكَ لِلْخُرُوجِ فَقُلْ لَنْ تَخْرُجُوا مَعِيَ اَبَداً وَلَنْ تُقَاتِلُوا مَعِيَ عَدُواًّۜ اِنَّكُمْ رَض۪يتُمْ بِالْقُعُودِ اَوَّلَ مَرَّةٍ فَاقْعُدُوا مَعَ الْخَالِف۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَإِنْ | eğer |
|
2 | رَجَعَكَ | seni döndürürse |
|
3 | اللَّهُ | Allah |
|
4 | إِلَىٰ |
|
|
5 | طَائِفَةٍ | bir topluluğa |
|
6 | مِنْهُمْ | onlardan |
|
7 | فَاسْتَأْذَنُوكَ | senden izin isterlerse |
|
8 | لِلْخُرُوجِ | çıkmak için |
|
9 | فَقُلْ | de ki |
|
10 | لَنْ |
|
|
11 | تَخْرُجُوا | çıkmayacaksınız |
|
12 | مَعِيَ | benimle |
|
13 | أَبَدًا | asla |
|
14 | وَلَنْ | ve asla |
|
15 | تُقَاتِلُوا | savaşmayacaksınız |
|
16 | مَعِيَ | benimle beraber |
|
17 | عَدُوًّا | düşmanla |
|
18 | إِنَّكُمْ | şüphesiz siz |
|
19 | رَضِيتُمْ | razı olmuştunuz |
|
20 | بِالْقُعُودِ | oturmağa |
|
21 | أَوَّلَ | ilk |
|
22 | مَرَّةٍ | önce |
|
23 | فَاقْعُدُوا | öyle ise oturun |
|
24 | مَعَ | beraber |
|
25 | الْخَالِفِينَ | geri kalanlarla |
|
فَاِنْ رَجَعَكَ اللّٰهُ اِلٰى طَٓائِفَةٍ مِنْهُمْ فَاسْتَأْذَنُوكَ لِلْخُرُوجِ فَقُلْ لَنْ تَخْرُجُوا مَعِيَ اَبَداً وَلَنْ تُقَاتِلُوا مَعِيَ عَدُواًّۜ
فَ istînâfiyyedir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. رَجَعَكَ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur.
Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. اِلٰى طَٓائِفَةٍ car mecruru رَجَعَكَ fiiline müteallıktır. مِنْهُمْ car mecruru طَٓائِفَةٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.
فَ atıf harfidir. اسْتَأْذَنُوكَ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
لِلْخُرُوجِ car mecruru اسْتَأْذَنُوكَ fiiline müteallıktır.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli, لَنْ تَخْرُجُوا ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder. تَخْرُجُوا fiili, نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَعِيَ mekân zarfı, لَنْ تَخْرُجُوا fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَبَداً zaman zarfı, لَنْ تَخْرُجُوا fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder.
تُقَاتِلُوا fiili, نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَعِيَ mekân zarfı, لَنْ تُقَاتِلُوا fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَدُواًّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
اسْتَأْذَنُوكَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi أذن ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
تُقَاتِلُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi قتل ’dur.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
اِنَّكُمْ رَض۪يتُمْ بِالْقُعُودِ اَوَّلَ مَرَّةٍ فَاقْعُدُوا مَعَ الْخَالِف۪ينَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
كُمْ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. رَض۪يتُمْ fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
رَض۪يتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
بِالْقُعُودِ car mecruru رَض۪يتُمْ fiiline müteallıktır.
اَوَّلَ kelimesi mef’ûlu mutlaktan naibtir. مَرَّةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن رضيتم بالقعود أوّل مرّة فاقعدوا مع الخالفين في كلّ مرّة şeklindedir.
اقْعُدُوا fiili نَ ’un hazfiyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَعَ mekân zarfı, اقْعُدُوا fiiline müteallıktır. الْخَالِف۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti
ی ’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْخَالِف۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan خلف fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاِنْ رَجَعَكَ اللّٰهُ اِلٰى طَٓائِفَةٍ مِنْهُمْ فَاسْتَأْذَنُوكَ لِلْخُرُوجِ فَقُلْ لَنْ تَخْرُجُوا مَعِيَ اَبَداً وَلَنْ تُقَاتِلُوا مَعِيَ عَدُواًّۜ
فَ, istînâfiyyeiyedir. Şart üslubunda talebî inşaî isnad olan ayette رَجَعَكَ اللّٰهُ اِلٰى طَٓائِفَةٍ مِنْهُمْ şart cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üslupta gelen فَاسْتَأْذَنُوكَ لِلْخُرُوجِ cümlesi, şart cümlesine tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَقُلْ لَنْ تَخْرُجُوا مَعِيَ اَبَداً, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Aynı üslupta gelen وَلَنْ تُقَاتِلُوا مَعِيَ عَدُواًّ cümlesi mekulü’l-kavle matuftur.
لِلْخُرُوجِ - لَنْ تَخْرُجُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Beyzâvî burada haber cümlesinin anlamıyla ilgili olarak şöyle bir açıklama yapmıştır: “Bu, mübalağa için nehiy manasında haber cümlesidir”. (Beyzâvî, III, 163)
[Bundan sonra artık, siz benimle beraber herhangi bir savaşa katiyen çıkamazsınız.] Bu, onları tenkit etme, rahmetten uzaklaştırma ve nifaklarını ve rüsvalıklarını ortaya koyma, teşhir etme yerine geçen bir ifadedir. Zira Müslümanları cihada teşvik etmek, Hz. Muhammed’in getirmiş olduğu dinde zaruri olarak yer alan bir hükümdür. Onların, savaşa çıkmak için izin talebinde bulunmaya yönelmelerinden sonra, bundan men edilmeleri, onların İslâm’dan çıktıklarının, çeşitli hile ve desiselerle nitelenmiş olduklarının açık bir delilidir. Zira Hz. Peygamber (s.a.) onları, hile ve tuzaklarından korunmak amacıyla savaşa katılmaktan men etmiştir. İşte bu husus, bu bakımdan onları lanetleme ve tardetme, kovma gibi olmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
Ayetin başındaki الفاءُ bağlacı(harfi), قُلْ نارُ جَهَنَّمَ أشَدُّ حَرًّا ayetiyle verilen haberin akabindeki detaylandırma içindir. Hz. Peygamber’in (s.a.) onları müslümanlarla birlikte savaşmaktan men ederek onlara olan öfkesini belirtmesi ve tehdidi onlar için ayrıca bir cezalandırmadır. (Âşûr)
لَنْ ile yapılan nefiy ile birlikte أبَدًا kelimesi’nin aynı cümlede kullanımı, savaştan geri kalan münafıkların bundan sonra müslümanlarla herhangi bir savaşa çıkma ihtimallerinin olmadığı manasını kat’i surette teyit etmektedir. (Âşûr)
اِنَّكُمْ رَض۪يتُمْ بِالْقُعُودِ اَوَّلَ مَرَّةٍ
Taliliye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır. رَض۪يتُمْ mazi fiil cümlesi اِنَّ ’nin haberidir. اَوَّلَ kelimesi, amili الْقُعُودِ olan masdardan naib mef’ûlü mutlaktır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr Suresi, 1)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Bu ayette geçen مَرَّةٍ (kere) kelimesiyle ilgili olarak Keşşaf sahibi şu açıklamayı yapar: Hakk Teâlâ’nın bu ayetteki مَرَّةٍ kelimesi, مَرَّات (defaatle, birçok kere) anlamında olmak üzere zikredilmiştir. Bu kelimeye اَوَّلَ kelimesi muzâf kılınmıştır. اَوَّلَ kelimesi, مَرَّات kelimesinin müfredine delalet etmiş, onun yerine kullanılmıştır. (Fahreddin er-Râzî)
İsmi tafdil kalıbı(siygası), nekra kelimeye izafe olursa; bu muzafun ileyh müfred ve müzekker olmasa bile müfret ve müzekker olur. Çünkü muzafun ileyh maksada delalet etmeye kafidir. (Âşûr)
فَاقْعُدُوا مَعَ الْخَالِف۪ينَ
فَ mukadder şartın cevabına gelen harftir. Mahzuf şartla birlikte cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Takdiri …إن رضيتم بالقعود أوّل مرّة (İlk defasında oturmaya razı olduysanız) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Şartın cevabı olan اقْعُدُوا مَعَ الْخَالِف۪ينَ, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen ihâne (hor görmek) ve tahkir (aşağılamak) kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
اقْعُدُوا - الْقُعُودِ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مَعَ ve لَنْ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
وَلَا تُصَلِّ عَلٰٓى اَحَدٍ مِنْهُمْ مَاتَ اَبَداً وَلَا تَقُمْ عَلٰى قَبْرِه۪ۜ اِنَّهُمْ كَفَرُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَمَاتُوا وَهُمْ فَاسِقُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا | ve |
|
2 | تُصَلِّ | namaz kılma |
|
3 | عَلَىٰ | üzerine |
|
4 | أَحَدٍ | birinin |
|
5 | مِنْهُمْ | onlardan |
|
6 | مَاتَ | ölen |
|
7 | أَبَدًا | asla |
|
8 | وَلَا | ve |
|
9 | تَقُمْ | durma |
|
10 | عَلَىٰ | başında |
|
11 | قَبْرِهِ | onun kabri |
|
12 | إِنَّهُمْ | çünkü onlar |
|
13 | كَفَرُوا | inkar ettiler |
|
14 | بِاللَّهِ | Allah’ı |
|
15 | وَرَسُولِهِ | ve Elçisini |
|
16 | وَمَاتُوا | ve öldüler |
|
17 | وَهُمْ | onlar |
|
18 | فَاسِقُونَ | yoldan çıkmış olarak |
|
وَلَا تُصَلِّ عَلٰٓى اَحَدٍ مِنْهُمْ مَاتَ اَبَداً وَلَا تَقُمْ عَلٰى قَبْرِه۪ۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Atıf olması da caizdir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تُصَلِّ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri أنت’dir.
عَلٰٓى اَحَدٍ car mecruru لَا تُصَلِّ fiiline müteallıktır. مِنْهُمْ car mecruru اَحَدٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.
مَاتَ cümlesi اَحَدٍ ’in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
مَاتَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
اَبَداً zaman zarfı, لَا تُصَلِّ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تَقُمْ meczum muzari fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri أنت ’dir.
عَلٰى قَبْرِه۪ car mecruru لَا تَقُمْ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تُصَلِّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi صلو ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اِنَّهُمْ كَفَرُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَمَاتُوا وَهُمْ فَاسِقُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
هُمْ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. كَفَرُوا fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِاللّٰهِ car mecruru كَفَرُوا fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. بِرَسُولِه۪ car mecruru كَفَرُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَاتُوا fiili atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. مَاتُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمۡ mübteda olarak mahallen merfûdur. فَاسِقُونَ haber olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
فَاسِقُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan فسق fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا تُصَلِّ عَلٰٓى اَحَدٍ مِنْهُمْ مَاتَ اَبَداً وَلَا تَقُمْ عَلٰى قَبْرِه۪ۜ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin önceki ayetteki اِنْ رَجَعَكَ اللّٰهُ cümlesine matuf olması da caizdir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Aynı üsluptaki وَلَا تَقُمْ عَلٰى قَبْرِه۪ cümlesi makabline hükümde ortaklık sebebiyle atfedilmiştir.
Mazi fiil sıygasındaki fiil cümlesi اَحَدٍ ,مَاتَ için sıfattır. Sıfat ıtnâb babındandır.
Zaman zarfı اَبَداً ’in müteallakı, لَا تُصَلِّ fiilidir.
Cümlede اَحَدٍ kelimesi “hiçbir” manasına gelmiştir. Bilindiği gibi menfi siyakta nekre, umum ifade eder.
لَا تُصَلِّ ifadesi, ya nefy işinin ya da nefy edilen şeyin tebîdini (ebediyen yapılmamasını) ifade edebilir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّهُمْ كَفَرُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَمَاتُوا وَهُمْ فَاسِقُونَ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümle اِنَّ, isim cümlesi ve isnadın tekrarı olmak üzere üç unsurla tekid edilmiş çok muhkem bir yapıya sahiptir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )
Ayette mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir. Dolayısıyla اللّٰهِ isminin zikredilmesinde tecrîd sanatı vardır.
اِنَّ ’nin haberinin mazi fiil sıygasında fiil cümlesi olarak gelmesi hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade eder.
رَسُولِه۪ izafetinde Allah Teâlâ'ya ait zamire muzâf olan رَسُولِ şan ve şeref kazanmıştır.
Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan وَمَاتُوا cümlesi, اِنَّ ’nin haberine veya ta’lil cümlesine matuftur.
İsim cümlesi formunda, sübut ifade eden, faide-i haber ibtidaî kelam olan وَهُمْ فَاسِقُونَ cümlesi, hal konumundadır. Hal cümleleri anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.
مَاتَ - مَاتُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كَفَرُوا - فَاسِقُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اَحَدٍ - اَبَداً kelimeleri arasında cinas-ı nakıs sanatı vardır.
مَاتَ (öldü) kelimesi, اَحَدٍ (hiç kimse) kelimesinin sıfatıdır. Mana gelecek zamana dair olduğu halde مَاتَ (öldü) ve مَاتُوا (öldüler) ifadelerinin mazi/geçmiş zaman kipi olarak kullanılmasının sebebi, onların öleceklerinin kesin ve kaçınılmaz olmasıdır. اِنَّهُمْ كَفَرُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ [Çünkü onlar inkâr ettiler.] ifadesi de yasağın gerekçesidir. (Keşşâf)
Bu cümle mezkur nehyin sebebini açıklar. Yani ölüye af dilemek ve mezarının başında durmak, ancak onun salih bir kul olmasını temenni etmek içindir. Bu ise münafıklar hakkında imkânsızdır. Zira onlar hayatları boyunca Allah ile Resulünü (s.a.) inkâr etmeyi, sürdürmüşler ve küfürde inat ve ısrar ederek ve haddi aşarak ölmüşlerdir. (Ebüssuûd)
إنَّهم كَفَرُوا بِاللَّهِ ورَسُولِهِ cümlesi sebep(ta’lil) cümlesidir. Bu sebeple atıfla gelmemiş ve baştaki إنَّ edatının varlığı önceki kullanımlarda olduğu gibi tefri’(detaylandırma) için gelen فاءِ ‘yı gerektirmemiştir. (Âşûr)
إنَّهم كَفَرُوا - وماتُوا - وهم فاسِقُونَ ibarelerindeki zamirler أحَدٍ ‘e aittir. Çünkü أحَدٍ nekra oluşuyla nehiy bağlamında umumiyet ifade eder, nehiy’se nefiy gibidir. Ayetteki ماتَ fiilinin müfred olarak gelişi ise; mevsuf lafzı itibarıyladır. Çünkü sıfatta asıl olan mevsufa uymasıdır. (Âşûr)
وَلَا تُعْجِبْكَ اَمْوَالُهُمْ وَاَوْلَادُهُمْۜ اِنَّمَا يُر۪يدُ اللّٰهُ اَنْ يُعَذِّبَهُمْ بِهَا فِي الدُّنْيَا وَتَزْهَقَ اَنْفُسُهُمْ وَهُمْ كَافِرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا | ve |
|
2 | تُعْجِبْكَ | seni imrendirmesin |
|
3 | أَمْوَالُهُمْ | onların malları |
|
4 | وَأَوْلَادُهُمْ | ve evladları |
|
5 | إِنَّمَا | şüphesiz |
|
6 | يُرِيدُ | istiyor |
|
7 | اللَّهُ | Allah |
|
8 | أَنْ |
|
|
9 | يُعَذِّبَهُمْ | onlara azabetmeyi |
|
10 | بِهَا | bunlarla |
|
11 | فِي |
|
|
12 | الدُّنْيَا | dünyada |
|
13 | وَتَزْهَقَ | ve çıkmasını |
|
14 | أَنْفُسُهُمْ | canlarının |
|
15 | وَهُمْ | onlar |
|
16 | كَافِرُونَ | kafir olarak |
|
وَلَا تُعْجِبْكَ اَمْوَالُهُمْ وَاَوْلَادُهُمْۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تُعْجِبْكَ meczum muzari fiildir.
Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اَمْوَالُهُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. لَٓا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. اَوْلَادُهُمْ kelimesi اَمْوَالُهُمْ kelimesine matuftur.
تُعْجِبْكَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’âl babındandır. Sülâsîsi عجب ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِنَّمَا يُر۪يدُ اللّٰهُ اَنْ يُعَذِّبَهُمْ بِهَا فِي الدُّنْيَا وَتَزْهَقَ اَنْفُسُهُمْ وَهُمْ كَافِرُونَ
اِنَّمَا, kâffe ve mekfufedir. Kâffe; “men eden, alıkoyan” anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا harfidir.
يُر۪يدُ merfû muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, يُر۪يدُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
يُعَذِّبَ mansub muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
بِهَا car mecruru يُعَذِّبَهُمْ fiiline müteallıktır.
فِي الْحَيٰوةِ car mecruru يُعَذِّبَهُمْ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. تَزْهَقَ mansub muzari fiilidir. اَنْفُسُهُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
هُمْ كَافِرُونَ cümlesi hal olarak mahallen mansubtur.
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. كَافِرُونَ haber olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
كَافِرُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan كفر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُر۪يدُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’âl babındandır. Sülâsîsi رود ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَلَا تُعْجِبْكَ اَمْوَالُهُمْ وَاَوْلَادُهُمْۜ
وَ, atıftır. Ayet, önceki ayetteki …وَلَا تُصَلِّ عَلٰٓى cümlesine matuftur. İlk cümle, nehiy üslubunda talebi inşâî isnaddır.
Cümlede cem' ma’at-taksim sanatı vardır. Mallar ve evlat hoşa gitmek hükmünde cem’ edilmiştir. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Tekrar edilen لَٓا olumsuzluğu tekid etmiştir.
Çocuklar, maldan daha aziz olduğu halde malın çocuklardan önce zikredilmesinin değişik sebepleri olabilir. Şöyle ki:
1. Herkes ihtiyaçlarını karşılamak için mal sahibi olmak zorundadır. Çünkü ihtiyaçları karşılayan en önemli vasıta maldır. Bütün analar, babalar ve çocuklar dünya malına muhtaçtır. Öyle ki çocukları olup da malı olmayan kimseler büyük müzayaka (darlık) ve sıkıntı içindedir. Çocuk sahibi olmak ise ancak baba olma çağına girmiş olan kimseler için söz konusudur.
2. Mala olan ihtiyaç, nefsin bekası içindir; evlada olan ihtiyaç ise nev'in bekası içindir,
3. Mal sahibi olmak çocuklardan önce gelir. Çünkü insanın büyüyüp gelişmesi ancak gıda ile mümkündür. (Ebüssuûd)
اِنَّمَا يُر۪يدُ اللّٰهُ اَنْ يُعَذِّبَهُمْ بِهَا فِي الدُّنْيَا وَتَزْهَقَ اَنْفُسُهُمْ وَهُمْ كَافِرُونَ
Beyânî istînâf olduğu için fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّمَا kasr edatıyla tekid edilmiş müspet muzari fiil cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Kasr, faille mef’ûlü arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. يُر۪يدُاللّٰهُ maksûr/mevsuf, اَنْ يُعَذِّبَهُمْ بِهَا فِي الدُّنْيَا maksûrun aleyh/sıfattır.
Muhatabın bildiği ve itiraz etmediği konularda kasr اِنَّمَا ile yapılır. Ancak bunun aksi durumlarda da اِنَّمَا ile kasrın yapıldığı görülmektedir. Yani muhatabın inkâr ettiği durumlarda, inkâr etmiyormuş menzilesine konarak اِنَّمَا ile kasr yapılır. Böylece tariz yoluyla başka bir maksat için gelmiş olur. اِنَّمَا edatı; siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يُعَذِّبَهُمْ بِهَا فِي الدُّنْيَا cümlesi, يُر۪يدُ fiilinin mef’ûlüdür. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelen وَتَزْهَقَ اَنْفُسُهُمْ cümlesi, masdar-ı müevvel cümlesine atfedilmiştir.
Hal وَ ’ıyla gelen وَهُمْ كَافِرُونَ, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal cümleleri anlamı açıklayan ıtnâb sanatıdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
تَزْهَقَ fiili burada vefat ettirdi manasındadır.
Bu ayet, aynısıyla Tevbe Suresi 55. ayette geçmişti. Burada da zikredilmiştir. Bu iki ayet arasında, lafız bakımından farklılıklar bulunmaktadır:
1. Önceki ayette ف harfiyle فلَا تُعْجِبْكَ buyurmuştur. Bu ayette ise و harfiyle وَلَا تُعْجِبْكَ şeklindedir.
Önceki ayette, Cenab-ı Hakk bu ifadeyi, “Onlar Allah yolunda mal harcadıklarında ancak isteksiz harcarlar.” (Tevbe Suresi, 54) ayetinin hemen peşinden getirmiş, böylece onları infâk etmekten hoşlanmamakla vasfetmiştir. Onlar bu infakı, o malların çokluğundan hayrete düşüp onlara meftun olduklarından dolayı kerih görmüşlerdir. İşte böyle bir sebepten dolayı Allah Teâlâ onları, bu meftun oluştan, imrenmeden, başında takibiyye fâ’sı bulunan ifadeyle nehyederek فَلَا تُعْجِبْكَ buyurmuştur. Ama bu ayette, sözün daha önceki kısımla münasebeti olmadığı için bu nehiy, vav harfiyle getirilmiştir.
2. Cenab-ı Hakk’ın, önceki ayette وَلاَاَوْلَادُهُمْ dediği halde, bu ayette وَاَوْلَادُهُمْ demesidir. Böylesi sıralamalar en düşüğünden başlayarak en kıymetlisine doğru yükselir. Bu ayetteki sıralama ise onlar nezdinde bu iki şey arasında bir fark bulunmadığına delalet eder.
3. Cenab-ı Hakk’ın, önceki ayette لِيُعَذِّبَهُمْ buyurup buradaysa اَنْ يُعَذِّبَهُمْ demesidir. Bu farklılığın faydası, Allah Teâlâ’nın hükümlerinin herhangi bir illete bağlanmasının muhal olduğuna ve her nerede ta’lil ل ’ı gelirse, bu ل ’ın ان manasına geldiğine dikkat çekmektir.
4. Önceki ayette فِى الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا bu ayette ise فِى الدُّنْيَا buyurulmuş olmasıdır. Cenab-ı Hakk bu ayette, dünya hayatının değersizlikte “hayat” olarak isimlendirilemeyecek bir seviyede bulunduğuna dikkat çekmek için اَلْحَيَاةُ kelimesini zikretmemiştir. Yine onun değersizliğine dikkat çekmek için dünya zikredildiğinde, sadece bu lafızla yetinmek gerektiğine dikkat çekmiştir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)
Bu ayetin niçin mükerrer olduğunun izahı şudur: Kalpleri en fazla kendisine çeken ve gönülleri dünya ile meşgul olmaya sevk eden şeyler, mal ve evlat ile meşgul olmaktır. Böyle olan şeylerden defalarca sakındırmak gerekir. Netice olarak diyebiliriz ki buradaki tekrar, tekid ve iyice sakındırmak içindir.
Aynı sözün farklı zamanlarda, birçok yerde birçok defa birçok kimseyle birlikte zikredilmesine ihtiyaç duyulduğunda, o sözün onlardan bazılarının yanında zikredilip söylenmesi, onun, diğerlerinin yanında da söylenmesine mani olmaz ve tekrarlanmasından müstağni kılmaz. (Fahreddin er-Râzî)
وَاِذَٓا اُنْزِلَتْ سُورَةٌ اَنْ اٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَجَاهِدُوا مَعَ رَسُولِهِ اسْتَأْذَنَكَ اُو۬لُوا الطَّوْلِ مِنْهُمْ وَقَالُوا ذَرْنَا نَكُنْ مَعَ الْقَاعِد۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذَا | zaman |
|
2 | أُنْزِلَتْ | indirildiği |
|
3 | سُورَةٌ | bir sure |
|
4 | أَنْ | diye |
|
5 | امِنُوا | inanın |
|
6 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
7 | وَجَاهِدُوا | ve cihadedin |
|
8 | مَعَ | beraber |
|
9 | رَسُولِهِ | Elçisiyle |
|
10 | اسْتَأْذَنَكَ | senden izin istediler |
|
11 | أُولُو | sahibi olanlar |
|
12 | الطَّوْلِ | servet |
|
13 | مِنْهُمْ | içlerinden |
|
14 | وَقَالُوا | ve dediler |
|
15 | ذَرْنَا | bizi bırak |
|
16 | نَكُنْ | olalım |
|
17 | مَعَ | beraber |
|
18 | الْقَاعِدِينَ | oturanlarla |
|
وَاِذَٓا اُنْزِلَتْ سُورَةٌ اَنْ اٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَجَاهِدُوا مَعَ رَسُولِهِ اسْتَأْذَنَكَ اُو۬لُوا الطَّوْلِ مِنْهُمْ
وَ istînâfiyyedir. اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
اُنْزِلَتْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اُنْزِلَتْ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. تۡ te’nis alametidir. سُورَةٌ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
اَنْ tefsiriye harfidir. اٰمِنُوا fiili نَ ’un hazfiyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِاللّٰهِ car mecruru اٰمِنُوا fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. جَاهِدُوا fiili نَ ’un hazfiyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَعَ mekân zarfı, جَاهِدُوا fiiline müteallıktır. رَسُولِهِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Şartın cevabı اسْتَأْذَنَكَ ’dir. اسْتَأْذَنَكَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اُو۬لُوا fail olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için ref alameti و ’dır.
الطَّوْلِ muzâfun ileyh olarak mecrurdur. مِنْهُمْ car mecruru اُو۬لُوا الطَّوْلِ ’nin mahzuf haline müteallıktır.
اسْتَأْذَنَكَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi أذن ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
جَاهِدُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi جهد ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
وَقَالُوا ذَرْنَا نَكُنْ مَعَ الْقَاعِد۪ينَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, ذَرْنَا ’dur. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
ذَرْنَا sükun üzere mebni emir fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri أنت ’dir.
نَكُنْ talebin cevabı olduğu için meczum muzari fiildir. نَكُنْ ’un ismi müstetir olup takdiri نحن ’dur.
مَعَ mekân zarfı, نَكُنْ ’un mahzuf haberine müteallıktır. الْقَاعِد۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْقَاعِد۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan قعد fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذَٓا اُنْزِلَتْ سُورَةٌ اَنْ اٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَجَاهِدُوا مَعَ رَسُولِهِ اسْتَأْذَنَكَ اُو۬لُوا الطَّوْلِ مِنْهُمْ وَقَالُوا ذَرْنَا نَكُنْ مَعَ الْقَاعِد۪ينَ
وَ, istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Muzâfun ileyh olan …اُنْزِلَتْ سُورَةٌ şart cümlesi, mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَنْ, tefsiriyedir. Akabindeki اٰمِنُوا بِاللّٰهِ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Aynı üsluptaki وَجَاهِدُوا مَعَ رَسُولِهِ cümlesi tefsir cümlesine tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
رَسُولِه۪ izafetinde Allah Teâlâ'ya ait zamire muzâf olan رَسُولِ şan ve şeref kazanmıştır.
Müspet mazi fiil sıygasında gelen اسْتَأْذَنَكَ اُو۬لُوا الطَّوْلِ مِنْهُمْ, şartın cevabı aynı zamanda اِذَٓا ’nın müteallakıdır.
Aynı üslupta gelen وَقَالُوا ذَرْنَا cümlesi şartın cevabına وَ ’la atfedilmiştir. قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli ذَرْنَا, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayetin son cümlesi talebin cevabı olarak meczum gelmiştir. Bu cümlenin mahzuf şartın cevabı olması da caizdir. كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesinde müsnedin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. مَعَ الْقَاعِد۪ينَ bu mahzuf habere müteallıktır.
اُو۬لُوا الطَّوْلِ ibaresi, gücü ve imkânı olanlar anlamında kinayedir.
سُورَةٌ ’deki tenvin nev ve tazim ifade eder.
Ayette dünya lafzından sonra ”hayatı” kelimesi mahzuftur. Bu hazfin amacı dünyayı zemmetmektir.
Bizi bırak anlamındaki ذَرْنَا fiilinin sadece muzari ve emir kalıpları kullanılır. (Muhyiddin Derviş)
Cehennem ateşine dayanmak dünyadaki her sıkıntıdan çok daha zordur. Bunu hatırlamak yaşadığımız sıkıntıları hafifletir.
Medresede dersimi çalışıyordum. Sınav habercisi geldi ve: ‘Hadi! Seni bekliyor.’ dedi.
Sınav odasının kapısını açmadan önce: ‘Allah zihin ve kalp açıklığı versin.’ dedi.
Karanlık odaya girdiğim anda, kapıyı kapattığını duydum.
Ne ile karşılaşacağımı ve ne yapmam gerektiğini bilmeden, endişeyle bekliyordum. Ayakta durmaktan ve stresten, terlemeye ve yorulmaya başlamıştım. Oturma hayali kurarken, ışıklar açıldı. Biraz ilerideki koltuğa, hiç düşünmeden kendimi bıraktım. Boğazımın kurumasını hissettiğim anda, gözüme çarpan bardağı başıma diktim. Neden geldiğimi unutmuş, odanın tadını çıkarmaya başlamıştım.
Birden yalnız olmadığımı hissettim ve yan tarafıma baktığımda, onu gördüm. Böylesine muhteşem bir şeyi daha önce görmemiş ve duymamıştım. Hayranlıkla; gözlerim bakışlarına ve kulaklarım sesine takılmıştı. Melodiyle: ‘Adım Dünya.’ dedi. Sohbetiyle ve ikramlarıyla, gönlümü hoş tutuyordu. Bir süre sonra, kalktı ve gitmesi gerektiğini söyledi. Durması için yalvardım. Kalamayacağını ama istersem, onunla gidebileceğimi hatırlattı ve elini uzattı. Tam tutacakken, bir el kolumu geri çekti. Kalbimin müdahalesiyle ortalık karışmıştı. Odanın sunduğu her rahatlık, ızdıraba dönüşmüştü. Orada içtiğim sıvı da adeta içimi kavuruyordu.
Sınav habercisini duydum. Sabrı hatırlatıyordu. Gözümün ucuyla, açık kapıdan, sınıf arkadaşlarımdan birinin girdiğini gördüm. Koşarak geldi ve Dünya’nın bana uzattığı eli tuttu. Önce, yüzündeki huzuru görünce, kıskançlıkla doldum. Sonra, acıyla attığı çığlıklarından dolayı korkuyla titredim. Dünya’nın elinden çıkan, arkadaşımın eline batan bıçaklara hayretle bakıyordum. Dünya’yla gözgöze geldiğimizde, çirkinleşen çehresi tekrar güzelleşti ve öteki elini uzattı. Bana karşı hep iyi olacağı sözlerine meyil eden nefsimi sürükleyerek, Dünya’ya arkamı döndüm. Kapıya doğru koştum ve odadan çıktım. Tebrik ve tekbir seslerine rağmen, artık kalbimin ne dediğini daha net duyuyordum: ‘Cehennem ateşi daha sıcak. Cehennem ateşi daha çetin.’
Allah’ın bağışladığı kullarından,
Allah’ın ve Rasulunun çağrısına uyanlardan,
Ahiret işlerini zor gösteren, dünya kolaylıklarından kaçanlardan,
Batıl karşısında, kalbinin hakkı hatırlatan sesine kulak verenlerden,
Canıyla ve malıyla Allah yolunda, Allah’ın rızasını kazanma umuduyla çabalayanlardan,
Cehennem ateşinden korunanlardan,
Kurtuluşa erenlerden,
Cennette, Allah’ın selamıyla ve tekbirlerle karşılananlardan olmak duasıyla.
Amin.
***
Sevgili Nefs’im,
Başarıları sahiplenmekten ve biraz da övülmekten hoşlanırsın. Bazen yaşadığın zorlukların sorumluluğunu tamamen başkalarına yüklemeye çalışırsın. Belki yeterince çabalarsan (çabalasaydın), istediğin sonuca ulaşırsın (ulaşırdın). Kimi zaman olanla yetinmeyi bilmenin veya olmayanı kabullenmenin önemini unutursun.
Kızgınlık, kıskançlık ve kırgınlık gibi nefsani duygulara takılıp kalmayacaksın. İçinde diri tuttuğun bu olumsuzluklarla sadece kendini yorarsın. Hislerini ve düşüncelerini hiç büyütmeyeceksin. Kimsenin Allah katındaki değerinin; senin sevmenle yükselmeyeceği gibi nefretinle de alçalmayacağını bileceksin.
Yapılması gerektiğini düşündüklerine değil, kendi yapman gerekenlere kafa yoracaksın. Yürümediğin yolun hesaplarıyla meşgul olursan eğer, kendi yolunda ilerleyemezsin. Vesile kılınana değil, vesile kıldırana bakacaksın. Zira bazen birine bir şeyi defalarca söylersin ama o başkasının bir kere söylemesiyle aniden akıllanır.
Ey Allahım! Bizi olanlarda ve olmayanlarda Sana şeksiz ve şüphesiz güvenenlerden eyle. Kendimizi gözümüzde büyütme ve nefsani duygu-düşünceleri devamlı yanımızda taşıma hastalıklarından muhafaza buyur. Bizi affet. Sevdiklerimizi affet. Ümmet-i Muhammed’i affet. Kalplerimizi ve zihinlerimizi Seninle ve Senin sevdiklerinle doldur.
Amin.