2 Aralık 2024
Tevbe Sûresi 94-99 (201. Sayfa)
Tevbe Sûresi 94. Ayet

يَعْتَذِرُونَ اِلَيْكُمْ اِذَا رَجَعْتُمْ اِلَيْهِمْۜ قُلْ لَا تَعْتَذِرُوا لَنْ نُؤْمِنَ لَكُمْ قَدْ نَبَّاَنَا اللّٰهُ مِنْ اَخْبَارِكُمْۜ وَسَيَرَى اللّٰهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ ثُمَّ تُرَدُّونَ اِلٰى عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ  ...


Onlara döndüğünüzde, size mazeret beyan edeceklerdir. De ki: “Mazeret beyan etmeyin. Size kesinlikle inanmayız. Çünkü Allah bize sizin durumunuzu bildirdi. Bundan böyle davranışlarınızı Allah da Resûlü de görecek. Sonra hepiniz, gaybı da görülen âlemi de bilene döndürüleceksiniz de yapmakta olduğunuz şeyleri size haber verecek.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَعْتَذِرُونَ özür dilerler ع ذ ر
2 إِلَيْكُمْ sizden
3 إِذَا zaman
4 رَجَعْتُمْ geri dönüp geldiğiniz ر ج ع
5 إِلَيْهِمْ onların yanına
6 قُلْ de ki ق و ل
7 لَا hiç
8 تَعْتَذِرُوا özür dilemeyin ع ذ ر
9 لَنْ asla
10 نُؤْمِنَ inanmayız ا م ن
11 لَكُمْ size
12 قَدْ muhakkak
13 نَبَّأَنَا bize bildirdi ن ب ا
14 اللَّهُ Allah
15 مِنْ
16 أَخْبَارِكُمْ sizin haberlerinizi خ ب ر
17 وَسَيَرَى ve görecektir ر ا ي
18 اللَّهُ Allah
19 عَمَلَكُمْ yaptığınızı ع م ل
20 وَرَسُولُهُ ve Elçisi de ر س ل
21 ثُمَّ sonra
22 تُرَدُّونَ döndürüleceksiniz ر د د
23 إِلَىٰ
24 عَالِمِ bilene ع ل م
25 الْغَيْبِ görülmeyeni غ ي ب
26 وَالشَّهَادَةِ ve görüleni ش ه د
27 فَيُنَبِّئُكُمْ O size haber verecek ن ب ا
28 بِمَا ne
29 كُنْتُمْ varsa ك و ن
30 تَعْمَلُونَ yaptıklarınız ع م ل

يَعْتَذِرُونَ اِلَيْكُمْ اِذَا رَجَعْتُمْ اِلَيْهِمْۜ 

 

Fiil cümlesidir.  يَعْتَذِرُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و’ı fail olup mahallen merfûdur.

اِلَيْكُمْ  car mecruru  يَعْتَذِرُونَ  fiiline müteallıktır.

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

رَجَعْتُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

رَجَعْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

 اِلَيْهِمْ  car mecruru   رَجَعْتُمْ  fiiline müteallıktır.

يَعْتَذِرُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  عذر ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


  قُلْ لَا تَعْتَذِرُوا لَنْ نُؤْمِنَ لَكُمْ قَدْ نَبَّاَنَا اللّٰهُ مِنْ اَخْبَارِكُمْۜ 

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir.

Mekulü’l-kavli,  لَا تَعْتَذِرُوا ’dur.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَعْتَذِرُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ı fail olarak mahallen merfûdur.

لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder.  نُؤْمِنَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

لَكُمْ  car mecruru  نُؤْمِنَ  fiiline müteallıktır.

قَدْ   tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  نَبَّاَنَا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. مِنْ اَخْبَارِ  car mecruru  mukadder ikinci mef’ûlun bihin mahzuf sıfatına müteallıktır. Takdiri,  طرفا من أخباركم  şeklindedir.

نَبَّاَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  نبأ ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


 وَسَيَرَى اللّٰهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  سَيَرَى  fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.

سَيَرَى  elif üzere mukadder  damme ile merfû muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

عَمَلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

رَسُولُهُ  kelimesi atıf harfi  وَ’la lafza-i celâle matuftur.  Muttasıl zamir  هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

 

 ثُمَّ تُرَدُّونَ اِلٰى عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ 

 

Fiil cümlesidir.  ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  تُرَدُّونَ fiili  نَ ’un sübutuyla meçhul merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

اِلٰى عَالِمِ  car mecruru  تُرَدُّونَ  fiiline müteallıktır.  الْغَيْبِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

الشَّهَادَةِ kelimesi atıf harfi   وَ ’la   الْغَيْبِ ’ye matuftur. 


 فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

 

فَ  atıf harfidir.  يُنَبِّئُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

مَا  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  يُنَبِّئُكُمْ  fiiline müteallıktır. 

كُنْتُمْ  İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.

تَعْمَلُونَ  fiili  كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubdur.

تَعْمَلُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يَعْتَذِرُونَ اِلَيْكُمْ اِذَا رَجَعْتُمْ اِلَيْهِمْۜ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart manasından mücerret, zaman zarfı  اِذَا ’nın muzâf olduğu  رَجَعْتُمْ  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlarda kullanılan zaman zarfıyla gelmiş mazi fiil, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. 

Bu ayetteki  يَعْتَذِرُونَ  müsneddir. İbn Âşûr’a göre muzari fiil olarak teceddüd ve tekrar ifade etmektedir. Bu durum özür dileme davranışının sürekli yapılan ve tekrar edilen bir fiil olduğunu göstermektedir. Yani, münafıkların defalarca özür dileyecekleri, müsnedin muzari fiil olarak kullanımından anlaşılmaktadır. Onun verdiği bilgiden de münafıkların, Peygamberimiz ve arkadaşlarından bu özür dileme davranışını tekrar ettikleri anlaşılmaktadır. (Âşûr)

Zaman zarfı  اِذَا, bu ayette mazi manada kullanılmıştır. Çünkü sure Tebük Gazvesi’nden sonra nazil olmuştur. (Âşûr) 

Rivayet olunur ki bu seferden geri kalanlar, seksen küsur adam idi. Resulullah (s.a.) seferden kendilerinin yanına döndüğünde Resulullah'a (s.a.) gelip asılsız özürler beyan ettiler.

Bu ayetin muhatabı, Resulullah (s.a.) ile ashabıdır. Çünkü seferden geri kalanlar, yalnız Resulullah'a (s.a.) değil, fakat aynı zamanda ashaba da özür beyan ediyorlardı. "Medine'ye döndüğünüzde" değil de ‘’kendilerine döndüğünüzde" denmesi, şunu ifade eder:

Seferden geri kalanların özür beyan etmelerinin zamanı, Medine'ye dönüş zamanı değil, fakat kendilerinin bulundukları yere dönüşün gerçekleştiği zamandır. Çünkü onların bazıları, Resulullah (s.a.) henüz Medine'ye varmadan gidip özür beyan etmiş olabilirler. (Ebüssûud)


 قُلْ لَا تَعْتَذِرُوا لَنْ نُؤْمِنَ لَكُمْ قَدْ نَبَّاَنَا اللّٰهُ مِنْ اَخْبَارِكُمْۜ 

 

Bundan önceki hitap, ashabı da kapsayan genellikte olmasına rağmen bu hitap, yalnız Resulullah'a (s.a.) tahsis edilmiştir. Çünkü onlara cevap vermek, Resulullah'ın (s.a.) vazifesidir. (Ebüssûud)

Cümle fasılla gelmiş beyânî istînâftır. Fasıl sebebi şibh-i kemâlî ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli  لَا تَعْتَذِرُوا  ise nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

يَعْتَذِرُونَ - لَا تَعْتَذِرُوا  fiilleri arasında tıbâk-ı selb vardır.

Ayetin bu cümlesi ta’liliye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Muzari fiili olumsuz istikbale çevirerek, asla manası katan  لَنْ, cümleyi tekid etmiştir.

Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

Cümle, ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Tahkik harfi  قَدْ ’la tekid edilmiş müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

نَبَّاَنَا - اَخْبَارِكُمْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

قَدْ نَبَّاَنَا اللّٰهُ مِنْ اَخْبَارِكُمْ   cümlesi, onların tasdik edilmemesinin sebebini belirtiyor. Şöyle ki: “Sizin başvurduğunuz şer ve fesat, kalplerinizde gizlediğiniz kötülükler, özür konusunda düzdüğünüz yalanlar bize vahiy yoluyla haber verilmiştir. Bu da sizi tasdik etmemize manidir.”

Ayette, iki yerde çoğul kipinin kullanılması, onların tasdik umutlarını re'sen iyice kesmek içindir. Çünkü bu ifade ile onların özürlerinin hiçbir mümin yanında geçerli olmadığı belirtilmiş olur. Bir de bu ifade, onların bütün müminler arasında rezil-rüsvay olduklarını belirtir. (Ebüssûud)


وَسَيَرَى اللّٰهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ 

 

Cümle وَ ’la makabline matuftur. Cümleye dahil olan istikbal harfi  سَ  vaid siyakında gelerek tekid ifade etmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî 

Kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

رَسُولِه۪  izafetinde Allah Teâlâ'ya ait zamire muzâf olan  رَسُولِ  şan ve şeref kazanmıştır.

اللّٰهُ  - رَسُولُهُ  kelimeleri arasında müâât-ı nazîr sanatı vardır.


 ثُمَّ تُرَدُّونَ اِلٰى عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ

 

Cümle  ثُمَّ  ile makabline atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede müsnedin muzari fiil olması hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil, tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )

Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.

تُرَدُّونَ  fiili  رجع  fiili manasında kullanılmıştır. (Âşûr)

عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ  ifadesi, Allah Teâlâ’dan kinayedir. 

الْغَيْبِ - الشَّهَادَةِ  kelimeleri arasında tıbak-ı hafî sanatı vardır.

Muktezâ-i zâhire göre ayetteki  اِلٰى عَالِمِ الْغَيْبِ  ifadesinin  اِليه  şeklinde zamirle gelmesi beklenirdi. Ancak nazmı celil bu şekilde değil de ayetteki gibi geldi. Bundaki hikmeti Beyzâvî şöyle açıklar: “Burada Allah’ın gizli ve açık her şeye muttali olduğuna ve onların (Tebük Gazvesi’ne katılmayan münafıkların) amellerinden ve niyetlerinden hiçbir şeyin O’ndan uzak olamayacağına delalet etmek üzere zamir yerine sıfat kullanılmıştır. Yani “O’na döndürüleceksiniz.” ifadesi yerine “Gizliyi de açığı da bilene döndürüleceksiniz.” ifadesi kullanılmıştır.” (Beyzâvî)

الغَيْبِ - الشَّهَادَةِ  daki  اِلٰ, istiğrak içindir. (Âşûr)


  فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

 

Ayetin son cümlesi, …تُرَدُّونَ  cümlesine  فَ  ile atfedilmiştir. Faide-i  haber ibtidaî kelamdır. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûlün sılası  كان ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.  كان ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder.

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve  geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

Bu ayet, her iki fırka için de hem vaat hem de vaîddir. Yine ayet, hiç kimsenin başkasının amelinden dolayı sorumlu tutulamayacağını beyan eder. (Ebüssuûd; Maide Suresi, 105)

Bu cümle hidayette olanlar için bir mazeret, dalalette olanlar için uyarıdır. (Âşûr; Maide Suresi, 105)

”Size yaptıklarınızı haber verecek.” cümlesinde bir mana için gelen kelamın içine başka bir mana sokmak demek olan idmâc sanatı vardır. Yani size haber vermekle kalmaz, bunun karşılığında gerekeni de yapar demektir.

عَمَلَكُمْ - تَعْمَلُونَ  ve  نَبَّاَنَا - يُنَبِّئُكُمْ  arasında cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
Tevbe Sûresi 95. Ayet

سَيَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ لَكُمْ اِذَا انْقَلَبْتُمْ اِلَيْهِمْ لِتُعْرِضُوا عَنْهُمْۜ فَاَعْرِضُوا عَنْهُمْۜ اِنَّهُمْ رِجْسٌۘ وَمَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۚ جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ  ...


Yanlarına döndüğünüz zaman, kendilerini rahat bırakmanız için size Allah adıyla yemin edeceklerdir. Artık onların peşini bırakın. Çünkü onlar pistir. Kazandıklarının karşılığı olarak, varacakları yer de cehennemdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 سَيَحْلِفُونَ yemin edecekler ح ل ف
2 بِاللَّهِ Allah’a
3 لَكُمْ siz
4 إِذَا zaman
5 انْقَلَبْتُمْ yanlarına geldiğiniz ق ل ب
6 إِلَيْهِمْ onların
7 لِتُعْرِضُوا vazgeçmeniz için ع ر ض
8 عَنْهُمْ kendilerinden
9 فَأَعْرِضُوا vazgeçin ع ر ض
10 عَنْهُمْ onlardan
11 إِنَّهُمْ çünkü onlar
12 رِجْسٌ murdardır ر ج س
13 وَمَأْوَاهُمْ ve varacakları yer ا و ي
14 جَهَنَّمُ cehennemdir
15 جَزَاءً cezası olarak ج ز ي
16 بِمَا şeylerin
17 كَانُوا ك و ن
18 يَكْسِبُونَ kazandıkları ك س ب
حلف Halefe : حِلْفٌ insanlar arasındaki ahid, sözleşme ya da ittifaktır. حَلِفٌ sözcüğü ise insanların birbirinden sözün doğruluğuna dair aldıkları yemindir. Daha sonra her tür yemin de bu kelimeyle ifade edilir olmuştur. حَلاَّفٌ kelimesi çokça yemin eden anlamındadır. حلف kelimesi Kuran ı Kerim de geçtiği yerlerin tamamında istisnasız olarak yalan yere yemin etmek anlamında kullanılmıştır. Çoğunlukla fiil münafıklara isnad edilerek gelmiştir. Kuranin apaçık uslubunu gözönüne alarak, القسم’i الحلف ile tefsir etmemiz kesinlikle uygun olmaz. Kuran’ın bu iki kelimeyi kullanımı, aradaki ince farkı gözler önüne sermektedir. Her ne kadar sadakatle söylenen her yemin için – hakiki yada vehmi- القسم’dir diyemesekte, yalan yere söylenen yemin kesin olarak الحلف’dir, zira Kuran’ın beliğ uslubunda gördüğüm üzere القسم mutlak olan umumi mana için kullanılırken, الحلف yalan yere yemine mahsustur (Müfredat – Ayse Abdurrahman) Kuran’ı Kerim’de 13 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli hılf (ul fudûl) (faziletlilerin yemin anlaşması)dur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

سَيَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ لَكُمْ اِذَا انْقَلَبْتُمْ اِلَيْهِمْ لِتُعْرِضُوا عَنْهُمْۜ

 

Fiil cümlesidir.  سَيَحْلِفُونَ  fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. 

سَيَحْلِفُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ı fail olup mahallen merfûdur.

بِاللّٰهِ  car mecruru  سَيَحْلِفُونَ  fiiline müteallıktır.  لَكُمْ   car mecruru  سَيَحْلِفُونَ  fiiline müteallıktır.

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

انْقَلَبْتُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

انْقَلَبْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

اِلَيْهِمْ  car mecruru   انْقَلَبْتُمْ  fiiline müteallıktır.

لِ  harfi,  تُعْرِضُوا  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  سَيَحْلِفُونَ  fiiline müteallıktır.

تُعْرِضُوا  fiili,  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَنْهُمْ  car mecruru  تُعْرِضُوا  fiiline müteallıktır.

انْقَلَبْتُمْ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İnfiâl babındadır. Sülâsîsi  قلب dir.

Bu bab fiile mutavaat, mücerred yapıdaki asıl anlamıyla kullanılması gibi anlamlar katar. 


 فَاَعْرِضُوا عَنْهُمْۜ

 

 فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri,  إن حلفوا لكم... فأعرضوا  şeklindedir.

اَعْرِضُوا   fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَنْهُمْ  car mecruru  اَعْرِضُوا  fiiline müteallıktır.

اَعْرِضُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  عرض ’dır.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder. 


اِنَّهُمْ رِجْسٌۘ وَمَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۚ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

هُمْ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  رِجْسٌۘ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.

وَ  atıf harfidir.  مَأْوٰيهُمْ  mübteda olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  جَهَنَّمُ  haber olup gayri munsariftir.

Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ

 

جَزَٓاءً  sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclihtir.

Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. Mef’ûlün lieclihi, Mef’ulün min eclihi veya Mef’ûlün leh de denir. Mef’ulün leh mansubdur. Fiile “neden, niçin?” soruları sorularak bulunur.

Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.

İki tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı, 2) Harf-i cerli kullanımı.

Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:

a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.

b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.

c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.

d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.

e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.

Not: Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki beş şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  جَزَٓاءً ’e müteallıktır.

بِ  harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık-bedel, istiane, zaman-mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.

يَكْسِبُونَ۟  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.

يَكْسِبُونَ۟  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

سَيَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ لَكُمْ اِذَا انْقَلَبْتُمْ اِلَيْهِمْ لِتُعْرِضُوا عَنْهُمْۜ 

 

 Fasılla gelen ayet, beyânî istînâftır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

وَسَيَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ  cümlesi, istikbal harfi ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. 

Bu fiil pekiştirme ifade eden  سَ  harfiyle birlikte gelerek tekitli olarak ifade edilmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikri tecrîd sanatıdır.

Şart manasından mücerret, zaman zarfı  اِذَا ’nın muzâf olduğu  انْقَلَبْتُمْ اِلَيْهِمْ  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin durumlarda gelen zaman zarfıyla gelmiş mazi fiil, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Sebep bildiren harf-i cer  لِ nin gizli  أنْ le masdar yaptığı  لِتُعْرِضُوا  cümlesi, mecrur mahalde  سَيَحْلِفُونَ  fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

حْلِفُ  fiili Kur’an’da 13 kere geçmiş ve istisnasız hepsinde de bozulan yemin için kullanılmıştır. (Dr. Ayşe Abdurrahman bintü’ş Şâtî, İ’câzü’l Beyânî li’l Kur’an, s. 221)


فَاَعْرِضُوا عَنْهُمْۜ 

 

Rabıta harfi  فَ  ile gelen bu cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Cümle, öncesinin delaletiyle hazfedilen şartın cevabıdır. Takdiri,  إن حلفوا لكم [Eğer size yalan yemin ederlerse…] olan mahzuf şartla birlikte cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cevap cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

لِتُعْرِضُوا عَنْهُمْ  ifadesi münafıkların Müslümanlardan kendilerini kınamamalarını istemesi ile ilgili iken aynı kelime, aynı harf-i cer ve zamirle fakat kelimenin hangi anlamda olduğu ile ilgili bir açıklama yapılmaksızın onların kastetmedikleri anlamda, Müslümanlara  اَعْرِضُوا عَنْهُمْ  emri ile gelmiştir. (Âşûr)

Bazı müfessirler el-ḳavlu bi’l-mûcib sanatındaki anlamı taşıdığı için diyalog içerisinde geçen ifadeleri de bu sanata dahil etmişlerdir.

تُعْرِضُوا  – اَعْرِضُوا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


اِنَّهُمْ رِجْسٌۘ وَمَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۚ

 

Allah bu ayette, Hz. Peygamber (s.a.) ve müminlerin durumunu gözeterek ve zihinlerindeki “Ne için?” sorusunu dikkate alarak münafıkların durumunu açıklarken tekid edatı kullandığından bu haber talebî haber olmuştur. (Muhammed Fatih Ergen, Tevbe Suresinin Meânî İlmi Açısından Tahlili) 

Yüz çevirmenin ta’lili olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

Tezâyüfle makabline atfedilen  وَمَأْوٰيهُ جَهَنَّمُۚ, mübteda ve haberden müteşekkil olup sübut ifade eder. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede müsnedün ileyhin izafetle gelmesi, veciz ifade kastının yanında tahkir içindir.

Ehl-i meâni de şöyle demiştir: Onlardan yüz çevirmenin vacip olmasının sebebini zikrederek “Çünkü onlar murdardır.” buyurdu. Bu, “Zira onların içlerindeki pislik ve necaset, ruhani bir pisliktir, maddi pisliklerden kaçınıldığına göre manevi pisliklerin  insana sirayet etmesinden kaçınmak ve insanın tabiatının o tür amellere meyletmesinden sakınmak için onlardan uzaklaşmak öncelikle gerekli olur.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)

Âşûr da  رِجْسٌۘ  için manevi pislik olduğunu belirtir.

مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۚ  ifadesinde geçen  مَأْوٰي  aslında barınılacak, korunulacak, ikramlanacak yerdir. Ayette cehennemin onların me’vası olduğunu söylemekle; aynı “cehennemle müjdele“ cümlesinde olduğu gibi tehekküm ve alay üslubu ile uyarma söz konusudur.


جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ

 

جَزَٓاءً  mef’ûlün lieclih olarak mahsubtur. Veya mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakıdır. Takdiri;,  يجزون  (cezalandırılırlar) şeklindedir.  جَهَنَّمُۚ  ,جَزَٓاءً ’den haldir. (Âşûr)

Mecrur mahaldeki masdar harfi  مَا  ve akabindeki  كَانُوا يَكْسِبُونَ  cümlesi, masdar tevilinde  بِ  harfi ile birlikte  جَزَٓاءً ’e müteallıktır. 

كان nin haberinin muzari fiille gelmesi, hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

كان nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

كَان ’nin  haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)
Tevbe Sûresi 96. Ayet

يَحْلِفُونَ لَكُمْ لِتَرْضَوْا عَنْهُمْۚ فَاِنْ تَرْضَوْا عَنْهُمْ فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يَرْضٰى عَنِ الْقَوْمِ الْفَاسِق۪ينَ  ...


Kendilerinden razı olasınız diye, size yemin edeceklerdir. Siz onlardan razı olsanız bile, Allah o fasıklar topluluğundan asla razı olmaz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَحْلِفُونَ yemin ediyorlar ح ل ف
2 لَكُمْ size
3 لِتَرْضَوْا razı olmanız için ر ض و
4 عَنْهُمْ kendilerinden
5 فَإِنْ eğer
6 تَرْضَوْا siz razı olsanız bile ر ض و
7 عَنْهُمْ onlardan
8 فَإِنَّ şüphesiz
9 اللَّهَ Allah
10 لَا
11 يَرْضَىٰ razı olmaz ر ض و
12 عَنِ -tan
13 الْقَوْمِ topluluk- ق و م
14 الْفَاسِقِينَ yoldan çıkan ف س ق

يَحْلِفُونَ لَكُمْ لِتَرْضَوْا عَنْهُمْۚ 

 

Fiil cümlesidir.  يَحْلِفُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و’ı fail olup mahallen merfûdur.

لَكُمْ  car mecruru  يَحْلِفُونَ  fiiline müteallıktır.

لِ  harfi,  تَرْضَوْا  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  تَرْضَوْا  fiiline müteallıktır.

تَرْضَوْا  fiili,  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَنْهُمْ  car mecruru  تَرْضَوْا  fiiline müteallıktır.


فَاِنْ تَرْضَوْا عَنْهُمْ فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يَرْضٰى عَنِ الْقَوْمِ الْفَاسِق۪ينَ

 

فَ  istînâfiyyedir.  اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  تَرْضَوْا  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

اللّٰهَ  lafza-i celâli,  اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur.  لَا يَرْضٰى  fiili  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَرْضٰى  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

عَنِ الْقَوْمِ  car mecruru  لَا يَرْضٰى   fiiline müteallıktır.

الْفَاسِق۪ينَ  kelimesi   الْقَوْمِ nin sıfatı olup cer alameti  ي harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْفَاسِق۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  فسق  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَحْلِفُونَ لَكُمْ لِتَرْضَوْا عَنْهُمْۚ

 

Ayet fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Önceki ayetteki …سَيَحْلِفُونَ cümlesinden bedel-i iştimâl olan cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Sebep bildiren harf-i cer  لِ ‘nin gizli  أنْ ‘le masdar yaptığı  لِتَرْضَوْا  cümlesi,  يَحْلِفُونَ  fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Önceki ayet gibi yalan yere yemin etmek manasındaki  حلف  fiiliyle başlamıştır. 

İki cümle arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Münafıklar, kendilerinden razı olmanız ve kendileriyle olan eski ilişkilerinizi sürdürmeniz için size yemin ederler. Yemin konusu açık olduğu için ayette sarahaten zikredilmemiştir. Fakat eğer onların maksadına uygun olarak siz onlardan razı olsanız ve bu konuda onlara yardım etseniz bile Allah, o fasıklar güruhundan asla razı olmaz. Sizin rızanız ise onlara bir fayda sağlamaz. Çünkü Allah onlara buğzetmiştir ve O'nun buğzu karşısında sizin rızanızın bir tesiri olamaz.

Burada amaç, muhatapları, onlardan hoşnut olmaktan ve onların yalan özürlerine aldanmaktan en belâgatlı ve kuvvetli şekilde nehyetmektir. Çünkü Allah'ın razı olmadığı kimseden razı olmak, müminden sadır olacak bir şey değildir.  (Ebüssûud)


 فَاِنْ تَرْضَوْا عَنْهُمْ فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يَرْضٰى عَنِ الْقَوْمِ الْفَاسِق۪ينَ

 

فَ  istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi  تَرْضَوْا عَنْهُمْ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiilde teceddüt ve tecessüm özelliği vardır. 

Takdiri,  لا ينفعهم رضاكم  [Sizin rızanız onlara fayda vermez.] olan cevap mahzuftur. Cevabın, öncesinin delaletiyle hazfedilmesi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Önceki cümledeki mukadder cevap için ta’liliyye olarak gelen cümlede  فَ, cevabın başına gelen rabıtadır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır.

Bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlin müsnedün ileyh konumunda gelmesi telezzüz, teberrük ve muhabbet duyguları uyandırmak içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu durumda lafza-i celâlde tecrîd sanatı söz konusu olur.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meani İlmi)

تَرْضَوْا  - لَا يَرْضٰى   kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

لَا يَرْضٰى عَنِ الْقَوْمِ الْفَاسِق۪ينَ  cümlesinde zamir yerine açık isim getirmesi, onları daha çok kınamak ve yermek içindir. Bunun aslı  لَا يَرْضٰى عَنِهُمْ  [Allah onlardan razı olmaz.] şeklindedir. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekid etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekid etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

 
Tevbe Sûresi 97. Ayet

اَلْاَعْرَابُ اَشَدُّ كُفْراً وَنِفَاقاً وَاَجْدَرُ اَلَّا يَعْلَمُوا حُدُودَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ عَلٰى رَسُولِه۪ۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ  ...


Bedevîler inkâr ve nifak bakımından daha ileri ve Allah’ın peygamberine indirdiği hükümlerin sınırlarını tanımamaya daha yatkındırlar. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الْأَعْرَابُ bedevi Araplar ع ر ب
2 أَشَدُّ daha yamandır ش د د
3 كُفْرًا küfürde ك ف ر
4 وَنِفَاقًا ve iki yüzlülükte ن ف ق
5 وَأَجْدَرُ ve daha müsaittirler ج د ر
6 أَلَّا
7 يَعْلَمُوا tanımamaya ع ل م
8 حُدُودَ sınırlarını ح د د
9 مَا şeylerin
10 أَنْزَلَ indirdiği ن ز ل
11 اللَّهُ Allah’ın
12 عَلَىٰ
13 رَسُولِهِ Elçisine ر س ل
14 وَاللَّهُ ve Allah
15 عَلِيمٌ bilendir ع ل م
16 حَكِيمٌ hüküm ve hikmet sahibidir ح ك م

Riyazus Salihin, 228 Nolu Hadis
Hz. Âişe radıyallahu anhâ  şöyle dedi:
Çölde yaşayan bedevîlerden bir grup Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ in huzuruna geldiler ve:

Siz çocuklarınızı öpüyor musunuz? diye sordular. Peygamberimiz:
– “Evet” buyurdu. Onlar:

Fakat biz, Allah’a yemin ederiz ki, onları öpmüyoruz, dediler. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Allah sizin kalblerinizden merhamet duygusunu çıkarıp almışsa, ben ne yapabilirim ki!” buyurdu. 
(Buhârî, Edeb 18; Müslim, Fezâil 164. Ayrıca bk. İbni Mâce, Edeb 3) (Tülay yılmaz)

جدر Cedara : جِدَارٌ duvar demektir. Arapçada kendi gibi duvar demek olan حائِطٌ kelimesiyle arasındaki fark حائِطٌ da mekanı kuşatması ve etrafını çevirmesi anlamını, جِدَارٌ da ise duvarın çıkıntılı ve yüksek oluşu öne çıkarılmıştır. Çoğulu جُدُرٌ şeklinde gelir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de isim olan iki türevde 4 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli cidar (duvar)dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

اَلْاَعْرَابُ اَشَدُّ كُفْراً وَنِفَاقاً وَاَجْدَرُ اَلَّا يَعْلَمُوا حُدُودَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ عَلٰى رَسُولِه۪ۜ 

 

İsim cümlesidir.  اَلْاَعْرَابُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  اَشَدُّ  haber olup lafzen merfûdur.  كُفْراً  temyiz olup fetha ile mansubdur.  نِفَاقاً  kelimesi atıf harfi  وَ ‘la  كُفْراً ‘e matuftur.

اَجْدَرُ  kelimesi  atıf harfi  وَ ‘la  اَشَدُّ ‘ye matuftur.

اَنْ  masdar harfidir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  mahzuf  ب  harf-i ceriyle birlikte اَجْدَرُ  fiiline müteallıktır.

يَعْلَمُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

حُدُودَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Müşterek ism-i mevsûl  مَٓا, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَنْزَلَ اللّٰهُ dır. Îrabdan mahalli yoktur.

اَنْزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.

عَلٰى رَسُولِهٖ  car mecruru  اَنْزَلَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl  zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَشَدُّ  - اَجْدَرُ  kelimeleri ism-i tafdil kalıbındadır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur.

عَلٖيمٌ  haber olup lafzen merfûdur.  حَكٖيمٌ  ikinci haber olup lafzen merfûdur.

عَلٖيمٌ - حَكٖيمٌ  isimleri mübalağa sıygasındadır. “Son derece affeden” ve “son derece merhamet eden” demektir.

Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلْاَعْرَابُ اَشَدُّ كُفْراً وَنِفَاقاً وَاَجْدَرُ اَلَّا يَعْلَمُوا حُدُودَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ عَلٰى رَسُولِه۪ۜ



Ayet istînâfiyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Temyiz olan  كُفْراً  ve  نِفَاقاً  kelimelerindeki tenvin kesret ve tahkir ifade eder.  اَجْدَرُ, haber olan  اَشَدُّ ’ye tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir.

اَشَدُّ  - اَجْدَرُ  kelimeleri ism-i tafdil kalıbındadır. İsm-i tafdil; bir vasfın bir hususun bir varlıkta, diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. 

Hem isim cümlesi hem müsnedin ism-i tafdil kalıbında olması, mübalağa yoluyla onların durumunu ortaya koymuştur.

Masdar harfi  ان  ve akabindeki menfi muzari fiil cümlesi, takdir edilen  ب  harfiyle birlikte masdar-ı müevvel olarak  اَجْدَرُ ’ya müteallıktır.

حُدُودَ ’nin muzâfun ileyhi konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası  اَنْزَلَ اللّٰهُ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması, telezzüz ve teberrük içindir.

كُفْراً - نِفَاقاً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

رَسُولِه۪  izafetinde Allah Teâlâ'ya ait zamire muzâf olan  رَسُولِ  şan ve şeref kazanmıştır.

اللّٰهُ - رَسُولِه۪  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Arapların, Arap olarak isimlendirilmesi şundandır: Çünkü, Hz. İsmail'in çocukları Arebe’de doğup büyümüşlerdir. Arebe ise Tihâme (çöl) bölgesindendir. Böylece o çocuklar, beldelerine nispet edilmişlerdir. Arap yarımadasında meskûn olan ve onların dillerini konuşanlar da onlardandır. Çünkü bunlar da Hz. İsmail'in çocuklarındandır.

Yine, Arapların Arap adını almalarının sebebinin, onların lisanlarının kalplerindeki şeyleri îrab yani ifade etmesi olduğu da ileri sürülmüştür. Arapçanın, diğer dillerde bulunmayan pek çok fesahat ve akıcılık üslubu ihtiva ettiğinden de şüphe yoktur.

Hikmet erbabından birinin, yazmış olduğu bir kitapta şöyle dediğini gördüm: “Rumların hikmeti beyinlerindedir. Zira onlar, çok acayip terkipler meydana getirebilirler. Hindlilerin hikmeti vehimlerinde, Yunanlıların hikmeti ise kalplerindedir. Bu böyledir, zira çok mal elde etmek akılla alakalı bir şeydir. Arapların hikmeti de lisanlarındadır. Bu, onların lafızlarının çok tatlı ve ibarelerinin de çok çekici olmasındandır.” (Fahreddin er-Râzî)


وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ

 

Cümle istînâfiye olarak fasılla gelmiştir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması, telezzüz ve teberrük içindir.

Mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, ayetteki lafza-i celâllerde tecrîd, teşvik ve ikaz için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

عَل۪يمٌ  - حَك۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Allah’ın  عَل۪يمٌ  ve  حَك۪يمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. 

(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

يَعْلَمُوا - عَل۪يمٌ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ  cümlesinin manası Allah, Alîm’dir; yaşayanların hallerini bilir. Allah Hakîm’dir; iyilik ve kötülük edenlere sevap ve ceza vermede hikmet sahibidir şeklindedir. (Beyzâvî)

 
Tevbe Sûresi 98. Ayet

وَمِنَ الْاَعْرَابِ مَنْ يَتَّخِذُ مَا يُنْفِقُ مَغْرَماً وَيَتَرَبَّصُ بِكُمُ الدَّوَٓائِرَۜ عَلَيْهِمْ دَٓائِرَةُ السَّوْءِۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ  ...


Bedevîlerden öyleleri vardır ki, (Allah yolunda) harcayacakları şeyi bir zarar sayar ve (bundan kurtulmak için) size belâlar gelmesini beklerler. Kötü belâlar kendi başlarına olsun. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمِنَ ve
2 الْأَعْرَابِ bedevi Araplardan ع ر ب
3 مَنْ kimi var ki
4 يَتَّخِذُ sayar ا خ ذ
5 مَا şeyi
6 يُنْفِقُ verdiği ن ف ق
7 مَغْرَمًا angarya غ ر م
8 وَيَتَرَبَّصُ ve gözetler ر ب ص
9 بِكُمُ size
10 الدَّوَائِرَ belalar gelmesini د و ر
11 عَلَيْهِمْ onların
12 دَائِرَةُ bela başına gelsin د و ر
13 السَّوْءِ kötü س و ا
14 وَاللَّهُ Allah
15 سَمِيعٌ işitendir س م ع
16 عَلِيمٌ bilendir ع ل م

وَمِنَ الْاَعْرَابِ مَنْ يَتَّخِذُ مَا يُنْفِقُ مَغْرَماً وَيَتَرَبَّصُ بِكُمُ الدَّوَٓائِرَۜ 

 

وَ  atıf harfidir.  مِنَ الْاَعْرَابِ  car mecruru  mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Takdiri, بعض من الأعراب  şeklindedir.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  يَتَّخِذُ مَا يُنْفِقُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

يَتَّخِذُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası  يُنْفِقُ مَغْرَماً ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يُنْفِقُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  مَغْرَماً   kelimesi  يَتَّخِذُ  fiilinin ikinci mef’ûlun bihi olup lafzen mansubdur.

وَ  atıf harfidir.  يَتَرَبَّصُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

بِكُمُ  car mecruru  يَتَرَبَّصُ  fiiline müteallıktır. الدَّوَٓائِرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.   

يَتَّخِذُ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  أخذ ’dır.

İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 

يَتَرَبَّصُ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  ربص ’dir. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.


عَلَيْهِمْ دَٓائِرَةُ السَّوْءِۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ

 

عَلَيْهِمْ  car mecruru  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  دَٓائِرَةُ   muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.

السَّوْءِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. سَمِیعٌ  birinci haberi olup lafzen merfûdur.  عَلِیمࣱ  ise ikinci haberdir.

سَمٖيعٌ - عَلٖيمٌ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَمِنَ الْاَعْرَابِ مَنْ يَتَّخِذُ مَا يُنْفِقُ مَغْرَماً وَيَتَرَبَّصُ بِكُمُ الدَّوَٓائِرَۜ 

 

Ayet önceki ayetteki  اَلْاَعْرَابُ اَشَدُّ  cümlesine matuftur. Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.  مِنَ الْاَعْرَابِ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  مَنْ  muahhar mübtedadır.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )

Bazı kimseler şöyle demiştir: Başında elif-lâm bulunan çoğul kelimelerde asıl olan, onun daha önce geçmiş belirli bir şeye ait olmasıdır. Binaenaleyh daha önce geçmiş belirli bir şey bulunmazsa, bu kelime zorunlu olarak istiğrak manasına hamledilir. Zira, çoğul sıygaların manalarının tahakkuk etmesinde üç veya daha fazla miktarın bulunması kâfidir. Elif-lâm, tarif ifade eder. Öyleyse daha önce geçmiş, malum olan bir topluluk bulunursa bu kelimenin onlara hamledilmesi gerekir. Yok eğer bulunmazsa mücmellikten kaçınmak için istiğrak manasına hamledilmesi gerekir. Bu sabit olunca biz deriz ki: Cenab-ı Hakk'ın  الْاَعْرَابِ kelimesiyle muayyen bir grup bedevi münafık kastedilmiştir ki onlar, Medineli münafıklarla dost idiler. Binaenaleyh bu lafız onlara aittir. (Fahreddin er-Râzî)

Müsnedün ileyh konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası  يَتَّخِذُ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَتَّخِذُ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası  يُنْفِقُ مَغْرَماً, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Bu bedevi Araplardan öylesi de vardır ki görünürde Allah yolunda harcadığı, sadaka olarak verdiği malı zorunlu bir angarya ve hüsran sayar. Zira onlar, mallarını Allah'tan sevap beklemek niyetiyle harcamıyorlar ki kendileri için bir ganimet, bir kazanç olsun.Onlar riya ve takiyye için harcıyorlar. Bu yüzden de o harcama sadece angarya oluyor. (Ebüssûud)

Aynı üslupta gelen  يَتَرَبَّصُ بِكُمُ الدَّوَٓائِرَ  cümlesi, müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılasına matuftur.

Cümledeki fiiller muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

İman etmeyen bedevilerin özelliklerinin sayılması taksim sanatıdır.

وَيَتَرَبَّصُ بِكُمُ الدَّوَٓائِرَ  cümlesinde istiare vardır. Çünkü burada الدَّوَٓائِرَ  [dönme]  ile nitelenebilecek hiçbir şey bulunmamaktadır. Bununla kastedilen, nimetten belaya, sevinçten üzüntüye dönüşen haldir. Bunun anlamının  عليهم أيّام السوء (Kötü günler onlara gelsin.) şeklinde olması da caizdir. Çünkü günler ve aylara istiare yoluyla [dönenler]  الدَّوَٓائِرَ  adı verebilir. Böyle denmesi bizzat kendileri döndüğü için değil, sadece emsal ve benzerleri döndüğü içindir. (Şerîf er-Radî)

الدَّوَٓائِ  -  دَٓائِرَةُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

دَٓائِرَةُ  kelimesinin tekil bir kelime olması mümkün olduğu gibi bunun sıfat-ı galibe, mevsufu hazf olan bir sıfat olması da mümkündür. Bu ancak tıpkı bir daire gibi insanı kuşatan ve kendisinden kurtulunması mümkün olmayan bir bela, bir musibet hakkında kullanılır. (Fahreddin er-Râzî)


عَلَيْهِمْ دَٓائِرَةُ السَّوْءِۜ 

 

İtiraziyye olan cümle fasılla gelmiştir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır. Sübut ifade eden bu isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.  عَلَيْهِمْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır. دَٓائِرَةُ السَّوْءِ  muahhar mübtedadır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümle haberî isnad şeklinde gelmiş olmasına rağmen beddua manası taşıdığı için muktezâ-i zâhirin hilafına durum oluşmuştur. Bu nedenle cümle, mecaz-ı mürsel mürekkebtir. 

Müsned izafetle gelerek daha fazla mana ifade etmiştir. İzafet az sözle çok mana ifade etme yollarından biridir.

Bu bir beddua cümlesi olup ara cümledir; onlara kendi sözleri ile cevap verilmiştir. Tıpkı [Yahudiler, “Allah’ın eli bağlıdır.” dediler! Bu söylediklerinden ötürü kendi elleri bağlandı. (Maide Suresi, 64)] ayetinde olduğu gibi. (Keşşâf)

Ebu Ali el-Farisî de şöyle demiştir: “Şayet  دَٓائِرَةُ  kelimesi,  السَّوْءِ  kelimesine muzâf kılınmazsa, bundan (doğrudan doğruya) kötülük manası murad edilir. Zira ‘zamanın bela ve musibeti’ tabiri ancak, kötülük hakkında kullanılır.” Buna göre mana, “Bela ve hüzün, onlar üzerinde dönüp dolaşsın. Onlar, Muhammed (s.a.) ve O'nun dini hususunda ancak kendilerini üzen şeyi görsünler.” şeklinde olur. (Fahreddin er-Râzî)


وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ

 

Bu cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsim cümlesi sübut ifade eder. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet hissettirme kastına matuftur.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Cümlede  عَل۪يمٌۙ  ve  سَم۪يعٌ  şeklinde haberlerin tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğunu, aralarında و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu  sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Kelimelerin arasındaki vezin uyumu ise muvazene sanatıdır.

[Allah iyi işitici ve iyi bilicidir.] sözü zımnen onlardan sadır olmaması gereken bazı söz ve fiillerin sadır olduğunu gösterir. (Ebüssuûd) 

Ayetin hitabı Efendimize (s.a.) olduğu için muktezâ-i zâhirin hilafına, kelamdan bileni bilmeyen yerine koymaktır. 

عليم  ve  سَم۪يعٌ  kelimeleri feîl vezninde mübalağa sıygasındadır. Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. 

Tezyîl cümlesi önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.


Tevbe Sûresi 99. Ayet

وَمِنَ الْاَعْرَابِ مَنْ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَيَتَّخِذُ مَا يُنْفِقُ قُرُبَاتٍ عِنْدَ اللّٰهِ وَصَلَوَاتِ الرَّسُولِۜ اَلَٓا اِنَّهَا قُرْبَةٌ لَهُمْۜ سَيُدْخِلُهُمُ اللّٰهُ ف۪ي رَحْمَتِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟  ...


Bedevîlerden kimileri de vardır ki, Allah’a ve ahiret gününe inanır. Harcayacaklarını, Allah katında yakınlığa ve Peygamberin dualarını almağa vesile sayarlar. Bilesiniz ki bu, (Allah katında) onlar için yakınlıktır. Allah, onları rahmetine sokacaktır. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمِنَ
2 الْأَعْرَابِ bedevi Araplardan ع ر ب
3 مَنْ kimi de var ki
4 يُؤْمِنُ inanır ا م ن
5 بِاللَّهِ Allah’a
6 وَالْيَوْمِ ve gününe ي و م
7 الْاخِرِ ahiret ا خ ر
8 وَيَتَّخِذُ ve vesile sayar ا خ ذ
9 مَا şeyi
10 يُنْفِقُ verdiği ن ف ق
11 قُرُبَاتٍ yakınlaşmaya ق ر ب
12 عِنْدَ katında ع ن د
13 اللَّهِ Allah
14 وَصَلَوَاتِ ve du’alarını almaya ص ل و
15 الرَّسُولِ Elçinin ر س ل
16 أَلَا iyi bilin ki
17 إِنَّهَا gerçekten o
18 قُرْبَةٌ yakınlık vesilesidir ق ر ب
19 لَهُمْ kendileri için
20 سَيُدْخِلُهُمُ onları sokacaktır د خ ل
21 اللَّهُ Allah
22 فِي içine
23 رَحْمَتِهِ rahmetinin ر ح م
24 إِنَّ muhakkak ki
25 اللَّهَ Allah
26 غَفُورٌ bağışlayandır غ ف ر
27 رَحِيمٌ esirgeyendir ر ح م
غرب Ğarabe : غَرْبٌ güneşin ufkun içinde kaybolmasıdır. غَرَبَ – يَغْرُبُ fiilinin mastarı غَرْبٌ ve غُرُوبٌ şeklinde gelir. غَرِيبُ hem uzakta olan hem de cinsleri arasında benzeri olmayan herşeye denmiştir. غُرَابٌ kargadır, uzaklaşır şekilde uçmasından dolayı bu isim verilmiştir. Fâtır 35/27 ayeti kerimesindeki غَرَابِيبٌ sözcüğü ifade edildiğine göre siyahlık yönünden kargaya benzeyen bir şeydir ve müfredi(tekili) غَربِيبٌ olarak kullanılır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 19 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri garp, garip, garâbet, gurabâ, gurbet, mağrip ve gurûb (güneşin batışı) dur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَمِنَ الْاَعْرَابِ مَنْ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ 

 

وَ  atıf harfidir.  مِنَ الْاَعْرَابِ  car mecruru  mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Takdiri,  بعض من الأعراب  şeklindedir.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ dur. Îrabdan mahalli yoktur.

يُؤْمِنُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

بِاللّٰهِ  car mecruru  يُؤْمِنُ  fiiline müteallıktır.

الْيَوْمِ  kelimesi atıf harfi  و ’la  بِاللّٰهِ ’ye matuftur.  الْاٰخِرِ  kelimesi  الْيَوْمِ ’nin sıfatıdır.

يُؤْمِنُ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder. 


 وَيَتَّخِذُ مَا يُنْفِقُ قُرُبَاتٍ عِنْدَ اللّٰهِ وَصَلَوَاتِ الرَّسُولِۜ 

 

 

Fiil cümlesidir.  يَتَّخِذُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُنْفِقُ مَغْرَماً dir. Îrabdan mahalli yoktur.

يُنْفِقُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  قُرُبَاتٍ  kelimesi  يَتَّخِذُ  fiilinin ikinci mef’ûlun bihi olup cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.

عِنْدَ  mekân zarfı,  يَتَّخِذُ  fiiline müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

صَلَوَاتِ  kelimesi  قُرُبَاتٍ e matuftur.  الرَّسُولِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

يُنْفِقُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  نفق ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder.

 

 اَلَٓا اِنَّهَا قُرْبَةٌ لَهُمْۜ سَيُدْخِلُهُمُ اللّٰهُ ف۪ي رَحْمَتِه۪ۜ 

 

İsim cümlesidir. اَلَٓا  tenbih harfidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

هَا  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  قُرْبَةٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.

لَهُمْ  car mecruru  قُرْبَةٌ ’un mahzuf sıfatına müteallıktır.  سَيُدْخِلُهُمُ  fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.

سَيُدْخِلُهُمْ  merfû muzâri fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir  هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

فٖى رَحْمَتِهٖ  car mecruru  سَيُدْخِلُ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه  muzâfun ileyh olarak mecrurdur.   


 اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنَّ nin ismi olup lafzen mansubdur.

غَفُورٌ  kelimesi اِنَّ nin  haberi olup lafzen merfûdur.  رَحٖيمٌ  ikinci haber olup lafzen merfûdur.

غَفُورٌ - رَحٖيمٌ  isimleri mübalağa sıygasındadır. Son derece affeden ve son derece merhamet eden demektir.

Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَمِنَ الْاَعْرَابِ مَنْ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَيَتَّخِذُ مَا يُنْفِقُ قُرُبَاتٍ عِنْدَ اللّٰهِ وَصَلَوَاتِ الرَّسُولِۜ

 

Ayet, önceki ayetteki …وَمِنَ الْاَعْرَابِ  cümlesine matuftur. Önceki ayetteki cümlenin mukabili olarak gelen, sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.  مِنَ الْاَعْرَابِ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  مَنْ  muahhar mübtedadır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Müsnedün ileyh konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ in sılası  يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupta gelen  وَيَتَّخِذُ مَا يُنْفِقُ قُرُبَاتٍ عِنْدَ اللّٰهِ  cümlesi, müşterek ism-i mevsûl  مَنْ in sılasına matuftur.

وَيَتَّخِذُ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا nın sılası  …يُنْفِقُ قُرُبَاتٍ عِنْدَ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümledeki fiiller muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

İmanlı bedevilerin özelliklerinin sayılması taksim sanatıdır.

عِنْدَ اللّٰهِ  izafetinde Allah Teâlâ'ya ait zamire muzâf olan  عِنْدَ  şan ve şeref kazanmıştır.

قُرُبَاتٍ - عِنْدَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

قُرُبَاتٍ  lafzı, Allah’ın rızası ve cennette yüksek dereceler manasında mecazdır.

(Âşûr)

Keşşâf sahibi şöyle demektedir:  قُرُبَاتٍ  kelimesi,  يَتَّخِذُ  (edinir) fiilinin ikinci mef'ûlüdür. Buna göre mana, “Onun infakı, Allah'a yakınlığın ve Resulünün dualarının meydana gelmesi içindir; çünkü Resul, tasadduk edenlere hayır ve bereket duaları edip onlar için mağfiret talebinde bulunur.” şeklinde olur. Bu Hz. Peygamberin tıpkı “Allah'ım, Sen Ebu Evfâ'nın aile ve çoluk çocuğuna rahmet et!” demesi gibidir. Cenab-ı Hakk da “Onlara dua et!” (Tevbe Suresi, 103) buyurmuştur. Binaenaleyh o kimsenin infak ettiği şeyler, Allah'a yaklaşma ve Resulünün dualarının meydana gelme vesilesi olunca “O, infak ettiği şeylere, Allah'a yakınlık ve Resulünün dualarına bir vesile edindi.” denilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)


اَلَٓا اِنَّهَا قُرْبَةٌ لَهُمْۜ

 

Tenbih ve tekid harfi  اَلَٓا ’nın dahil olduğu cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ  ile tekid edilen cümle faide-i haber inkârî kelamdır.

ف۪ي رَحْمَتِه۪  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla küfür içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü küfür hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

[Haberiniz olsun ki bu, onlar için gerçek bir yakınlıktır.] buyurmuştur. Bu ifade, Allah tarafından, tasaddukta bulunan kimse için infakının Allah'a yakınlaşma ve Peygamberinin dualarına vesile olduğuna dair inancı konusunda bir şehadettir. Cenab-ı Hakk bu şehadetini, hem harf-i tenbih olan  اَلَٓا  (Dikkat edin, iyi bilin!) edatı hem de tahkik harfi olan   اِنَّ  edatı ile tekid etmiştir.

Daha sonra bu tekidi iyice arttırarak [Allah onları rahmetine koyacaktır.] buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)

قُرْبَةٌ   bu kelime tıpkı  كُتُب (kitaplar),  رُسُل (peygamberler) ve  طُنُب (uzun ip) kelimelerinde olduğu gibi tahfifle okunmuştur. Bu kelimelerde de aslolan ötre ile okumaktır. Bu harfleri sükunla okumak, tahfif ile okumak demektir. (Fahreddin er-Râzî)

قُرْبَةٌ ’deki nekre, tazim ifade eder. (Âşûr)


سَيُدْخِلُهُمُ اللّٰهُ ف۪ي رَحْمَتِه۪ۜ 

 

Müstenefe olarak fasılla gelen cümle istikbal harfi ile tekid edilmiştir. İstikbal harfi سَ, vaat ve vaîd siyakında tekid ifade eder.

Cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

رَحْمَتِه۪  izafetinde Allah Teâlâ'ya ait zamire muzâf olan  رَحْمَتِ  şan ve şeref kazanmıştır.

سَ  harfi Allah’ın “Onları rahmetine sokacaktır.” vaadinin gerçekleşeceğine işarettir. (Beyzâvî)

Rahmet sıfattır. İnsanın girebileceği bir mekân değildir. Burada rahmetten kasıt Allah’ın rahmetinin indirileceği mekân olan cennettir. Ayette hal-mahal alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır. Veya sıfatla mevsuf kastedilmiştir. (Sâbûnî) Rahmetin en çok tecelli ettiği yer cennettir.


  اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟

 

Ta’liliyye olan cümle fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması, telezzüz ve teberrük içindir.

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Allah’ın  غَفُورٌ  ve  رَح۪يمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder.

Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. 

Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ’nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)

غَفُورٌ -  رَح۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

قُرْبَةٌ - قُرُبَاتٍ  ve  رَح۪يمٌ۟ - رَحْمَتِه۪ۜ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Son iki ayet birlikte düşünüldüğünde tefrik sanatı olduğu görülür.

Tefrik, cem’in zıddıdır. İki şey zikredilir sonra bunlar bir hükümde birleştirilmez, aksine aralarındaki farklılık zikredilir. Daha çok medh, zem ve benzeri durumlarda söz konusu olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’  İlmi)
Günün Mesajı

Bedevilerin çoğu cahil, kaba, inatçı ve merhametsizdi. Asırlar boyu kökleşmiş inançlarını, hayat tarzlarını, adetlerini değiştirmeleri zordu. Çok basit alışkanlıklarımızı bile değiştirmek çok zorken bu kişiler İslamiyetle birlikte büyük bir değişim göstermişlerdir.

 



Sayfadan Gönüle Düşenler

Erdemler Şehri’nin sakini olan Adalet, uğradığı dünyalardan birinde tanıştığı adamı anlatıyordu:

Sabahın erken saatlerinde, yaşlı bir adam, dükkanının kapısını açardı. Bilmeyen biri baksa, ne küçük dükkanı, ne de yaşlı adamı bir şeye benzetirdi. Yaşlı adam şerefli bir soydan geliyordu ve dünyada ondan başka Mazerethane işleten yoktu. Onunki isteyerek seçilmiş bir meslek değildi, soyuna verilmiş bir sorumluluğa mecburi sahip çıkıştı.

Dükkanın adı, burada sunulan hizmeti açıklar mahiyetteydi. Bu dünyanın insanları, yanlış bir iş yaptıklarında, Mazerethane’ye gelir, mazeretlerini sunarlardı. Bir nevi sapmış gönülleri, geçici bir süre rahatlatmak görevini görüyordu. İnsanların türlü bahanelerini dinleyen Mazeret Dede (işinden dolayı, öyle tanınıyordu), yaşı ilerledikçe bu işi sık sık sorgular olmuştu. Aile büyüklerinden kimse, bu işe sırtlarını dönme riskini almamış, tavsiye de etmemişti.

Yaşlı adamın her günü belliydi. Akşama kadar sunulan mazeretleri, hiçbir yorum yapmadan ve yüzündeki tek bir kası bile oynatmadan dinliyordu. Hepsini kayıt altına alıyor ve ayrı ayrı kutulara kilitliyordu. Mazeretin sahibi öldüğü zaman, kutuyu açıp kontrol ediyordu. Eğer sahibi tövbe ettiyse, kayıt silinmiş oluyordu. Yok eğer silinmemişse, mezar taşına varıp mazeretini çarpıyordu.

İnsanların, her yaptığına bir mazereti vardı. Allah’ın emirlerine itaatsizliklerini, asiliklerini, adiliklerini, kötülüklerini, ırkçılıklarını, adaletsizliklerini ve daha nicelerini örtmeyen bahaneleri hep hazırdı. Mazeretlerin bazısı sıkıcı, bazısı saçma, bazısı ise tiksindiriciydi. Mazeret Dede, zaman zaman, sebebini anlamak isteyen haksızlığa uğramışların tehditleriyle ya da saldırılarıyla karşılaşıyordu. Anlatamıyordu ki; hakikatin karşısında, mazeretlerin hepsini toplasan, bir kuşun midesini bile doldurmaya yetmeyecekleri gibi rüzgara bıraksan, dağılıp kaybolur giderlerdi.

Bir sabah, başkan dolaşırken bakmış ki, Mazerethane’nin önünde uzuk bir kuyruk. Bahanelerine dalmış akılsızların hiçbiri düşünmemiş ki, kapıda asılı kağıdı okusun. Kağıtta şunlar yazılıymış:

 

Hiçbir aile büyüğümün cesaret edemediğini yapmaya karar verdim. Mazerethane’yi kapatıyorum. Mazeret Dede’ciliği ise tarihe gömüyorum. Israrlarınıza dayanamaz dönerim korkusundan dolayı da, Adalet’le beraber gidiyorum.

Ey neyi neden yaptığımdan haberdar olan Allahım! Her işimden önce niyetimi halisleştir, Başladıklarımı da hayırla sonuçlandır, Hakla batıl arasındaki farkı idrak ettir ve daima Hak olanı seçtir. Cahilce kendimi kandırmaktan, Kendisini kandıranı dinlemekten, Nefsimle yalnız kalmaktan, Şeytanın tohumlarını beslemekten, Vesveselere kulak vermekten, Yanlışlarımda ısrar etmekten, İnkarcılıkla iki yüzlülükten, Başkalarının kötülüğünü istemekten ve Huzuruna tövbesiz çıkmaktan; Sana sığınırım. Ey kullarını rahmetiyle kuşatan Rabbim! Beni; Sana yakın ve peygamberlerinle Peygamber Efendimiz (sav)’in hayır dualarına dahil salih kullarından eyle.

Amin.

***

Bazen her şeyi bilmek istediğini ya da her düşüncesini dile getirip sevdikleriyle paylaşması gerektiğini düşünür. Halbuki, bazı şeylerin gizli kalmasının bir hikmeti olduğu gibi bilinmezliğin verdiği ferahlık da şükredilesi sebeplerdendir. Zira çoğu zaman faydasız bilgiler ve bildiriler, birer yükten ibarettir. 

Bir müslümanın, iç ve dış dünyaları arasındaki dengeyi koruması önemlidir. Allah’a kulluğu öğrendikçe ve yaşadıkça, en ufak denge bozukluklarına karşı hassaslaşır. Hata yaptığında telafi etme yoluna gider. Şüpheli durumların yakınlarında huzursuzluğu artar. İçeriden dışarıya bir mücadele başlar.

Tüketmek ve daha çok tüketmek üzerine kurulu hale gelen dünyanın en can sıkıcı telkinlerinden biri, içinde tutmamak özgürlüktür ifadesidir. Artık çocuklar da bu yönde yetiştirilmektedir. Halbuki her şeyi gözler önüne sererek tasdik edildiğini bilmek nefsin isteğidir. Bu da bir çeşit hapis hayatı yaşatan bağımlılıktır.

Allah’a iman ile teslim olan kulun bilinç boyutu farklıdır. Nefsinin her isteği üzerine hareket etmemesi gerektiğini bilir. Aklından geçen duygu ve düşünceleri dile getirmeden önce düşünür. İçeriden dışarıya taşanlar hakkında kendisini terbiyeden geçirir. Açığa çıkmadan önce yuttuğu sırları için Allah’a şükreder.

Ey Allahım! Hata işlediğinde mazeretlerin arkasında saklanmaya çalışarak boşa zaman kaybetmekten muhafaza buyur. Fazla konuştuğu için sırları ifşa etmekten, dedikodu yapmaktan ve kalp kırmaktan muhafaza buyur. Her şeyi bildiğini düşündüğü için ön yargılı yaklaşmaktan, yanlışlarında ısrar etmekten ve Senin katında değersizleşmekten muhafaza buyur.

Ey Allahım! Saygıdan dolayı veya kırmak yerine susmanın; her şeyi bilemeyeceğini ve anlayamayacağını kabullenmenin getirdiği huzurun; iç ve dış alemleri arasındaki dengeyi koruyabilmenin; her aklından geçeni ya da her yaptığını paylaşmadığı için alınan kimi kararlardan sessizce vazgeçebilmenin ve mazeretlerin ardına saklanmaktansa hatalarından dönebilmenin; nefsiyle kalbinin sesini karıştırmadan Allah’a teslimiyeti arzulayan kalbinin sesini işitmenin kıymetini bilenlerden ve Senin rızan için bu yönde yaşayanlardan eyle.

Ey Allahım! Şüphesiz ki Senin mağfiretine ve merhametine muhtacız. Bizi affet. Günahlarımızı açığa çıkarmadan ve hatalarımızı yüzümüze çarpmadan rahmetinle affet. Sevdiklerimizi ve bütün müslümanları affet. Hepimizi, Senin katındaki hakiki özgürlüğe kavuşanlardan eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji