3 Aralık 2024
Tevbe Sûresi 100-106 (202. Sayfa)
Tevbe Sûresi 100. Ayet

وَالسَّابِقُونَ الْاَوَّلُونَ مِنَ الْمُهَاجِر۪ينَ وَالْاَنْصَارِ وَالَّذ۪ينَ اتَّبَعُوهُمْ بِاِحْسَانٍۙ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ وَاَعَدَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي تَحْتَهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ  ...


İslâm’ı ilk önce kabul eden muhâcirler ve ensar ile, iyilikle onlara uyanlar var ya, Allah onlardan razı olmuş; onlar da O’ndan razı olmuşlardır. Allah, onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük başarıdır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالسَّابِقُونَ öne geçenlerden س ب ق
2 الْأَوَّلُونَ ilk olanlar ا و ل
3 مِنَ -den
4 الْمُهَاجِرِينَ Muhacirler- ه ج ر
5 وَالْأَنْصَارِ ve Ensardan ن ص ر
6 وَالَّذِينَ ve kimseler
7 اتَّبَعُوهُمْ ona tabi olan(lar) ت ب ع
8 بِإِحْسَانٍ güzelce ح س ن
9 رَضِيَ razı olmuştur ر ض و
10 اللَّهُ Allah
11 عَنْهُمْ onlardan
12 وَرَضُوا onlar da razı olmuşlardır ر ض و
13 عَنْهُ O’ndan
14 وَأَعَدَّ ve hazırlamıştır ع د د
15 لَهُمْ onlara
16 جَنَّاتٍ cennetler ج ن ن
17 تَجْرِي akan ج ر ي
18 تَحْتَهَا altlarından ت ح ت
19 الْأَنْهَارُ ırmaklar ن ه ر
20 خَالِدِينَ kalacakları خ ل د
21 فِيهَا içinde
22 أَبَدًا ebedi ا ب د
23 ذَٰلِكَ işte budur
24 الْفَوْزُ kurtuluş ف و ز
25 الْعَظِيمُ büyük ع ظ م
Önceki âyetlerde bedevî Araplar’ın içinde hem münafıkların hem de samimi müminlerin bulunduğu belirtildiği gibi 101-106. âyetlerde müminlerin çevresinde gerçek iman ve ona uygun amel sahibi olup olmama bakımından farklı grupların bulunduğuna değinilecektir. Bu âyette ise, en zor şartlar altında Hz. Peygamber’e ilk desteği veren, İslâm mesajının insanlığa ulaştırılması uğruna kendilerini feda etmeyi göze alan örnek nesle özel bir gönderme yapılmış, onların Allah’ın hoşnutluğunu kazandığında şüphe bulunmadığı ifade edilmiş ve iyilik yolunda onları kendileri için model kişilikler olarak görüp onlar gibi davranmaya çalışanların da bu övülen gruba dahil olacağı bildirilmiştir.
Sözlükte muhâcirûn “bir yeri terkeden, ülkesinden ayrılıp başka yere göç eden kişi” anlamındaki muhâcir kelimesinin çoğuludur. İslâmî terminolojide muhâcirûn kelimesiyle, Allah’a ve Hz. Muhammed’in O’nun peygamberi olduğuna iman ettikleri ve müslümanca yaşamak istedikleri için Mekkeli müşriklerce çeşitli eziyetlere uğratılan ve yurtlarından çıkmaya mecbur edilen kimseler kastedilir. Bu baskılar karşısında gerçekleşen ilk hicret, peygamberliğin beş ve altıncı yıllarında az sayıda müslümanın Habeşistan’a göç etmesi şeklinde olmuştur. Asıl büyük hicret ise peygamberliğin on üçüncü yılında Resûlullah’ın da katıldığı Medine’ye yapılan göçtür. Sözlükte ensar “çok yardım edenler” anlamına gelir; İslâmî bir terim olarak Resûlullah’a ve Mekke’den göç eden müminlere kucak açan Medineli müslümanları ifade eder. Bu topluluktan bir kişiyi belirtmek üzere ensarî kelimesi kullanılır. Hz. Peygamber’in zorlu iman mücadelesinde onun en yakınında yer alan muhacirlerle gerek onu gerekse muhacirleri bağırlarına basan ensar, birçok âyet ve hadiste övgüyle anılmışlardır.
 “Muhacir ve ensarın ilkleri” ifadesiyle kimlerin kastedildiği hakkında değişik yorumlar yapılmıştır. Bunların başlıcaları şöyledir: İki kıbleye (hem Mescid-i Aksâ’ya hem Mescid-i Harâm’a) doğru namaz kılmış olanlar, Bedir Savaşı’na katılanlar, Bey‘atürrıdvân’da hazır bulunanlar (Taberî, XI, 6-8; Râzî, XVI, 168). Râzî’ye göre âyette bu erdemli kişilerin hangi hususta “ilk” oldukları açıklanmadığına göre bu sözcüğü muhacir ve ensar nitelemesiyle birlikte kullanıldığı dikkate alınarak yorumlamak isabetli olur. Buna göre anılan ifadeyi “ilk hicret edenler ve Resûlullah’a ilk yardım edenler” şeklinde anlamak uygun olur (XVI, 168-169). Burada sahâbenin belirli bir kısmının değil, “muhacirler ve ensar olarak nitelenen ilk müslümanlar” anlamının yani bütün sahâbenin kastedildiği yorumu da yapılmıştır. Yine, âyetin “onlara güzelce uyanlar” diye tercüme ettiğimiz kısmını tâbiîn nesli şeklinde anlayanlar olduğu gibi, bu ifade “kıyamete kadar onların yolunda yürüyen müminler” şeklinde de tefsir edilmiştir. Öte yandan, “onlara güzelce uyanlar” denince hatıra ilk gelen mâna, onların iyi davranışlarının örnek alınmasıdır; ancak bu ifadeye “onları iyilikle ananlar, onların hâtırasına saygı duyanlar” anlamı da verilmiştir (İbn Atıyye, III, 75; Râzî, XVI, 171-172; Şevkânî, II, 452-453).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 51-52
فوز Feveze: فَوْزٌ selametle birlikte hayır elde etmektir. Kuran-ı Kerim’de üç defa geçen مَفازٌ ve مَفازَةٌ kelimeleri bu fiile ait mastarlardan biridir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 29 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli Fevzi’dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَالسَّابِقُونَ الْاَوَّلُونَ مِنَ الْمُهَاجِر۪ينَ وَالْاَنْصَارِ وَالَّذ۪ينَ اتَّبَعُوهُمْ بِاِحْسَانٍۙ 

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  السَّابِقُونَ  mübteda olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

الْاَوَّلُونَ   kelimesi  السَّابِقُونَ nin sıfatı olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

مِنَ الْمُهَاجِر۪ينَ  car mecruru  mübtedanın mahzuf haline müteallıktır.  الْمُهَاجِر۪ينَ nin cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْاَنْصَارِ  kelimesi atıf harfi  وَ la  الْمُهَاجِر۪ينَ ye matuf olup kesra ile mecrurdur.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, atıf harfi  وَ la  الْمُهَاجِر۪ينَ ye matuf olup mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  اتَّبَعُوهُمْ بِاِحْسَانٍ dir.

اتَّبَعُوهُمْ  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

بِاِحْسَانٍ  car mecruru   اتَّبَعُوهُمْ deki failin mahzuf haline müteallıktır. 

السَّابِقُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  سبق  fiilinin ism-i failidir.

الْمُهَاجِر۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan mufâale babının ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اتَّبَعُوهُمْ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ 

 

Fiil cümlesidir.  رَضِيَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

عَنْهُمْ  car mecruru  رَضِيَ  fiiline müteallıktır.

وَ  atıf harfidir.  رَضُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَنْهُ  car mecruru  رَضُوا  fiiline müteallıktır. 


وَاَعَدَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي تَحْتَهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ 

 

 

 Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اَعَدَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  لَهُمْ  car mecruru  mahzuf  mukaddem habere müteallıktır.

جَنَّاتٍ  kelimesi mef’ûlun bih olup cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.

تَجْر۪ي تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesi  جَنَّاتٍ  kelimesinin sıfatı olarak mahallen mansubdur.

تَجْر۪ي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  تَحْتِهَا  car mecruru, تَجْرِي fiiline müteallıktır. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri,  من تحت أشجارها  (ağaçlarının altından) şeklindedir.

الْاَنْهَارُ  kelimesi,  تَجْرِي  fiilinin  failidir.

خَالِد۪ينَ  hal olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler,  ي  ile nasb olurlar.  ف۪يهَا  car mecruru  خَالِد۪ينَ ’ye müteallıktır. 

خَالِد۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  خلد  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

الْفَوْزُ  haber olup lafzen merfûdur.  الْعَظ۪يمُ  ise  الْفَوْزُ  kelimesinin sıfatıdır.

وَالسَّابِقُونَ الْاَوَّلُونَ مِنَ الْمُهَاجِر۪ينَ وَالْاَنْصَارِ وَالَّذ۪ينَ اتَّبَعُوهُمْ بِاِحْسَانٍۙ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ

 

وَ  istînâfiyedir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir.  مِنَ الْمُهَاجِر۪ينَ, mübtedanın mahzuf haline müteallıktır.  الْاَنْصَارِ  ve  مِنَ الْمُهَاجِر۪ينَ  ,الَّذ۪ينَ’ye matuftur. Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûlün sılası mazi fiil sıygasında  اتَّبَعُوهُمْ بِاِحْسَانٍۙ  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

السَّابِقُونَ الْاَوَّلُونَ مِنَ الْمُهَاجِر۪ينَ وَالْاَنْصَارِ  ifadesinden murad, bütün Muhacir ve Ensardır.

(Ebüssuûd)

Ayetteki “Muhacirlerden ve Ensardan” ifadesinin başındaki  مِنَ  edatı tebiz için değil, aksine tebyin içindir. Buna göre bunun manası, “Muhacir ve Ensar olarak tavsif edilen sabikûn (öncüler)...” şeklindedir. Bu tıpkı, [O halde murdar putlardan kaçınınız. (Hac Suresi, 30)] ayetinde olduğu gibidir. Alimlerin çoğu bu görüşü benimsemişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)

Mübtedanın haberi olan  رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin mazi fiil cümlesi olması hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet duyguları uyandırma amacına matuftur. Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Aynı üsluptaki  وَرَضُوا عَنْهُ  cümlesi makabline atfedilmiştir. Aralarında mukabele sanatı vardır.

الْمُهَاجِر۪ينَ - الْاَنْصَارِ  arasında mürâât-ı nazîr,  رَضِيَ - رَضُوا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


وَاَعَدَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي تَحْتَهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ

 

Makabline matuf olan cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Car-mecrur  لَهُمْ, önemine binaen mef’ûle takdim edilmiştir.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir. Ve ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, tecessüm ve istimrara işaret eden تَجْر۪ي تَحْتَهَا الْاَنْهَارُ  cümlesi,  جَنَّاتٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

جَنَّاتٍ ’deki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder.

خَالِد۪ينَ  ise haldir. Hal ıtnâb babındandır.

“Altından nehirler akma” tabiri otoritenin onlara ait olduğunu gösterir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 4, Zuhruf/51, s. 239)

72. ayette ve Kuranda başka yerlerin hepsinde min harfiyle gelen “Altından nehirler akma” tabiri burada bu harf olmadan gelmiştir.

جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ ﴿٧٢﴾ 
[ İçinden ırmaklar akan cennetler ] (Tevbe/72)

 جَنَّاتٍ تَجْر۪ي تَحْتَهَا الْاَنْهَارُ
[ İçinden ırmaklar akan cennetler ] (Tevbe/100)
Diğer yerlerdeki min harfi ibtida manasındadır. Nehirler cennetlerden, yani bitişik olduğu yerden fışkırmaya başlarlar. Bu ifade bu ayettekine göre daha mükemmeldir. Çünkü 100. ayette cennetlerin altından nehirlerin aktığı zikredilmiştir, fakat bu nehirlerin cennetlerden fışkırdığı söylenmemiştir.
Bu tabir Kur'an'da sadece bu ayeti kerimede min harfi olmaksızın gelmiştir. Cennetlerin ve min harfinin zikredildiği ayetlerde kelam umumi olarak aralarında enbiya, resuller ve diğerlerinin de bulunduğu müminler hakkındadır ve bunların rütbesi  ilk iman eden muhacirlerden ve ensardan daha yüksektir. 100. ayetteki mükafatlar ise sadece ilk iman eden muhacirlere ve ensara mahsustur. Dolayısıyla 72. ayette min harfinin ilave edilmesi münasip olmuştur. Çünkü bunların arasında onlardan daha üst seviyede olan kişiler de vardır.
Dürretü't Tenzîl'de şöyle yazılıdır: Hepsine selam olsun enbiya ve diğerleri için hazırlanan cennetlerden fışkıran nehirlerden haber verilen ayetteki min  harfi ibtidai gaye içindir. Bu nehirler kaynakları dolayısıyla daha şereflidir. Cennetlerden fışkıran nehirler ve ağaçları diğerlerinden daha şereflidir. Min harfinin zikredilmediği cümle ise arasında peygamberlerin olmadığı bir kavme mahsustur.
Çünkü Kur'an'da bu ayetten başka cennetlerin ve onların altından fışkıran nehirlerin vaad edildiği ve bu vaadin verildiği kişiler arasında peygamberlerin olmadığı hiçbir yer yoktur. Bu; bütün Kur'an için geçerlidir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Tabiril Kurani)

اَعَدَّ اللّٰهُ  [Allah hazırladı.] ibaresinde de bu kişiler için tazim vardır. Misafire ikram ettiğimiz şeyler için “Ellerimle yaptım.” dememiz gibidir.

Zaman  zarfı  خَالِد۪ينَ  ,اَبَداً ’ye müteallıktır.


ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ

 

 

Ta’lil hükmünde, istînâfiyye olarak fasılla gelmiş, sübut ifade eden isim cümlesidir. Mübteda ve haberden müteşekkil faide-i haber talebî kelamdır.

Müsnedün ileyhin işaret ism-i  ذٰلِكَ  ile marife olması, işaret edilenin önemini belirterek tazim ve tecessüm ifade eder. 

Haberin marife oluşu bu vasfın müsnedün ileyhte kemâl derecede olduğunu belirtmek yanında tahsis ifade etmiştir. Haberin  sadece mübtedaya mahsus olması; başkasına ait olmaması demektir.

Uzak için kullanılan ve önceki ayetteki hayra ve felaha işaret eden  ذٰلِكَ, bunlara mazhar olanların şanının ve faziletinin yüceliğine delalet eder.

İşaret ismi ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

ذَ ٰ⁠لِكَ ile müşarun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşarun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)

ذٰلِكَ ’de iktidâb vardır. 

الْعَظ۪يمُ,  müsned olan  الْفَوْزُ  için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟  cümlesinde müminlerin mertebelerinin yüksekliği ve şerefli makamlarının yüceliğinden dolayı yakında olanlar için uzaklık ifade eden ism-i işaret yani   ذٰلِكَ  kullanılmıştır. (Safvetü't Tefasir)

Kur’an’da “altından ırmaklar akan” ibaresinde “مِنَ ” harfi kullanılmayan tek yer burasıdır. 

Bu ayet 89. ayete benziyor ama orada  اَبَداًۜ  gelmemiştir. Bu ayetle 89. ayet arasında  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Tevbe Sûresi 101. Ayet

وَمِمَّنْ حَوْلَكُمْ مِنَ الْاَعْرَابِ مُنَافِقُونَۜ وَمِنْ اَهْلِ الْمَد۪ينَةِ مَرَدُوا عَلَى النِّفَاقِ لَا تَعْلَمُهُمْۜ نَحْنُ نَعْلَمُهُمْۜ سَنُعَذِّبُهُمْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ يُرَدُّونَ اِلٰى عَذَابٍ عَظ۪يمٍۚ  ...


Çevrenizdeki bedevîlerden birtakım münafıklar vardır. Medine halkından da münafıklıkta direnenler var ki sen onları bilmezsin. Biz onları biliriz. Onlara iki defa azap edeceğiz. Sonra da büyük bir azaba itileceklerdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمِمَّنْ ve vardır
2 حَوْلَكُمْ çevrenizdeki ح و ل
3 مِنَ
4 الْأَعْرَابِ bedevi Araplardan ع ر ب
5 مُنَافِقُونَ münafıklar ن ف ق
6 وَمِنْ ve
7 أَهْلِ halkından ا ه ل
8 الْمَدِينَةِ Medine م د ن
9 مَرَدُوا iyice alışmış م ر د
10 عَلَى
11 النِّفَاقِ iki yüzlülüğe ن ف ق
12 لَا
13 تَعْلَمُهُمْ sen onları bilmezsin ع ل م
14 نَحْنُ biz
15 نَعْلَمُهُمْ onları biliriz ع ل م
16 سَنُعَذِّبُهُمْ onlara azabedeceğiz ع ذ ب
17 مَرَّتَيْنِ iki kere م ر ر
18 ثُمَّ sonra da
19 يُرَدُّونَ onlar itileceklerdir ر د د
20 إِلَىٰ
21 عَذَابٍ azaba ع ذ ب
22 عَظِيمٍ büyük ع ظ م
Hz. Peygamber çevresindeki bazı kişilerin gerçekte iman etmedikleri halde inanmış gibi davrandıklarını biliyordu. Âyette onun da bilmediği ve iki yüzlülüğü âdeta sanat haline getirmiş kimseler bulunduğu, onların daha ağır cezaya çarptırılacakları haber verilmektedir. Böylece bir taraftan Resûlullah ve müminler, çevrelerindeki insanların gerçek niyetleri konusunda daha ihtiyatlı davranmaları için uyarılmış, diğer taraftan da tehditkâr bir ifadeyle bu gibi kimselerin akıllarını başlarına almaları istenmiştir.
 İlk dönem müfessirlerinden, bu kimselerin iki defa cezalandırılacaklarına ve sonra çok büyük bir azaba itileceklerine ilişkin ifadeyi açıklayan değişik yorumlar nakledilmiştir. Bunların bir kısmında “iki defa” kaydı dünyadaki cezalarla ilgili kabul edilmiştir. Bu yorumların başlıcaları şöyledir: Önce müslümanların başarılarını görmenin ıstırabını yaşayarak derin bir acı tadacaklar veya münafıklıkları ortaya çıkıp herkese karşı rezil olacaklar yahut açlığa, esarete mâruz kalacaklar, öldürülecekler; sonra da –asıl âhiret azabından evvel– kabir azabına çarptırılacaklardır; önce kötü emellerine kavuşamamanın ve rezil rüsvâ olmanın bunalımını yaşayacaklar, sonra ölüm gelip çattığında bağışlanmaz günahlar işlemiş olduklarını anlayıp onun ağırlığı altında ezilerek cehenneme sevkedileceklerdir. “İki defa” kaydındaki ikinci defayı âhiret azabı olarak anlayanlar ise, “…ayrıca çok büyük bir azaba itilecekler” ifadesini âhirette cehennemin en dibine atılacakları yani ağırlaştırılmış bir azap görecekleri veya önce diğer inkârcılardan ayrı özel bir azaba çarptırılacakları şeklinde açıklamışlardır (Taberî, XI, 9-12; Şevkânî, II, 454; Reşîd Rızâ, XI, 19).

وَمِمَّنْ حَوْلَكُمْ مِنَ الْاَعْرَابِ مُنَافِقُونَۜ

 

وَ  atıf harfidir.  مَنْ  müşterek ism-i mevsûlü,  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

حَوْلَكُمْ  mekân zarfı, mahzuf sılaya müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مِنَ الْاَعْرَابِ  car mecruru  ism-i mevsûlun mahzuf haline müteallıktır.

مُنَافِقُونَ  muahhar mübteda olup  ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

مُنَافِقُونَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan mufâale babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَمِنْ اَهْلِ الْمَد۪ينَةِ مَرَدُوا عَلَى النِّفَاقِ لَا تَعْلَمُهُمْۜ 

 

وَ  atıf harfidir.  مِنْ اَهْلِ  car mecruru  mahzuf habere müteallıktır.  الْمَد۪ينَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

مَرَدُوا   damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَلَى النِّفَاقِ car mecruru   مَرَدُوا  fiiline müteallıktır.

لَا تَعْلَمُهُمْ  cümlesi  مَرَدُوا ’deki failin hali olarak mahallen mansubtur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَعْلَمُهُمْ  merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 


  نَحْنُ نَعْلَمُهُمْۜ

 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  نَحْنُ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  نَعْلَمُهُمْ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

نَعْلَمُهُمْ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İkinci mef’ûlu mahzuftur. Takdiri,  نعلمهم منافقين  şeklindedir.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller ‘etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi’ gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


سَنُعَذِّبُهُمْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ يُرَدُّونَ اِلٰى عَذَابٍ عَظ۪يمٍۚ

 

Fiil cümlesidir.  سَنُعَذِّبُهُمْ  fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.

سَنُعَذِّبُهُمْ  merfû muzari fiildir.  Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  مَرَّتَيْنِ  mef’ûlu mutlaktan naib olup müsenna olduğu için  ى  ile mansubtur.

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  يُرَدُّونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla meçhul merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

اِلٰى عَذَابٍ  car mecruru  يُرَدُّونَ  fiiline müteallıktır.  عَظ۪يمٍ  kelimesi  عَذَابٍ ‘in sıfatıdır.

 سَنُعَذِّبُهُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  عذب ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.    

وَمِمَّنْ حَوْلَكُمْ مِنَ الْاَعْرَابِ مُنَافِقُونَۜ وَمِنْ اَهْلِ الْمَد۪ينَةِ 

 

Ayet  وَ ’la önceki ayetteki istînâfa atfedilmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.  مِمَّنْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

Car-mecrurun takdimi sıfat değil haber olduğuna tenbih içindir.  مِمَّنْ حَوْلَكُمْ deki مِنْ tebiz için  مِنَ الْاَعْرَابِ ’daki  مِنْ  ise müşterek ismi mevsûl  مَنْ in beyanı içindir. (Âşûr)


مُنَافِقُونَ  muahhar mübtedadır. Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası mahzuftur. Mekân zarfı  حَوْلَكُمْ  bu mahzuf sılaya müteallıktır. 

مِمَّنْ  ,وَمِنْ اَهْلِ الْمَد۪ينَةِ ’e matuftur.

وَمِنْ اَهْلِ الْمَد۪ينَةِ  sözündeki  مِنْ  ba’d manasındadır.  مَرَدُوا  ise haberdir. Veya  مِنْ  mahzuf bir kısma delalet eden teb'izdir..Takdiri,  ومِن أهْلِ المَدِينَةِ جَماعَةٌ مَرَدُوا  (Medine halkından inad eden bir topluluk var) şeklindedir. (Âşûr)

 

 مَرَدُوا عَلَى النِّفَاقِ لَا تَعْلَمُهُمْۜ نَحْنُ نَعْلَمُهُمْۜ

 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle önceki manayı tekid hükmündedir. Bu cümlenin,  مُنَافِقُونَۜ ’den hal olması da caizdir. 

Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan bu cümle temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

مَرَدُوا  fiilinin failinden hal olan  لَا تَعْلَمُهُمْ  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal cümleleri anlamı açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır.

مَرَدُوا  kelimesi asıl itibari ile yumuşaklık, dokunmak ve başka şeylerden soyutlanmak anlamındadır. Sanki onlar her şeyden soyutlanarak münafıklığa girmiş gibidirler. Üzerinde bitki yeşermemiş bulunan “yumuşak kum” ifadesi ile üzerinde yaprak bulunmayan dal demek olan; (وغصن أمرد لا ورق عليه) ifadesi de

buradan gelmektedir. (Kurtubî, Fahreddin er-Râzî)

مَرَدُوا عَلَى النِّفَاقِ  sözündeki “nifakta inat” vasfına en uygun mana, önce çöl, sonra Medine çevresindeki bedevî Arapların daha sonra da Medine münafıklarının zikredilmesidir. (Ebüssuûd)

Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiş cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Sübut ifade eden isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlenin müsnedinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

نَعْلَمُهُمْ  fiili azamet zamirine isnad edilmiştir. Önceki ayetteki Allah lafzından sonra bu ayette azamet zamirine iltifat edilmiştir.

Allah Teâlâ Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 421) 

لَا تَعْلَمُهُمْ - نَعْلَمُهُمْ   kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı ve  لَا تَعْلَمُهُمْ  cümlesi ile  نَحْنُ نَعْلَمُهُمْ  cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.


سَنُعَذِّبُهُمْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ يُرَدُّونَ اِلٰى عَذَابٍ عَظ۪يمٍۚ

 

Gizli bir soruya cevap olarak gelen cümle beyanî istînâftır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâl olan cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Makabline matuf   يُرَدُّونَ اِلٰى عَذَابٍ عَظ۪يمٍۚ  cümlesi, yine muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Fiiller muzari sıygada gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

سَنُعَذِّبُهُمْ مَرَّتَيْنِ  cümlesinin başındaki gelecek zaman bildiren  سَ  harfi azabın mutlaka gerçekleşeceğinin göstergesidir. Tekid ifade eder. Ayrıca  سَنُعَذِّبُهُمْ  fiili tef’il babında gelerek çokluk anlamı kazandırmıştır.

عَذَابٍ عَظ۪يمٍۚ  tabirinin nekre gelişi bu azabın tahayyül edilemeyecek kadar büyük bir azap olduğunun işaretidir.

Medineliler arasında ve bedeviler arasında iki farklı grup olan münafıklar, azap edilecekleri konusunda cem’ edilmişlerdir. Bu üslup, cem' ma’at-taksim sanatıdır.

عَذَابٍ  ,عَظ۪يمٍۚ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

عَذَابٍ عَظ۪يمٍۚ  cehennem azabından kinayedir.

يُرَدُّونَ اِلٰى عَذَابٍ عَظ۪يمٍۚ  ayetiyle ilgili hayat, üç türlüdür: Dünya hayatı, kabir hayatı ve kıyamet hayatı. Binaenaleyh Cenab-ı Allah'ın bu ifadesinden murad, her türlüsü ile dünya azabı ve kabir azabıdır. Ayetteki, “Sonra da onlar daha büyük bir azaba döndürüleceklerdir.” ifadesi ile de onların üçüncü hayatta yani  kıyamet hayatında görecekleri azap kastedilmiştir.(Fahreddin er-Râzî, Ebüssuûd)

 
Tevbe Sûresi 102. Ayet

وَاٰخَرُونَ اعْتَرَفُوا بِذُنُوبِهِمْ خَلَطُوا عَمَلاً صَالِحاً وَاٰخَرَ سَيِّئاًۜ عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ  ...


Diğer bir kısmı ise, günahlarını itiraf ettiler. Bunlar salih amelle kötü ameli birbirine karıştırmışlardır. Umulur ki Allah tövbelerini kabul eder. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاخَرُونَ ve başka bir kısmı da ا خ ر
2 اعْتَرَفُوا itiraf ettiler ع ر ف
3 بِذُنُوبِهِمْ günahlarını ذ ن ب
4 خَلَطُوا birbirine karıştırdılar خ ل ط
5 عَمَلًا ameli ع م ل
6 صَالِحًا iyi ص ل ح
7 وَاخَرَ diğer ا خ ر
8 سَيِّئًا kötüsüyle س و ا
9 عَسَى belki ع س ي
10 اللَّهُ Allah
11 أَنْ
12 يَتُوبَ tevbesini kabul eder ت و ب
13 عَلَيْهِمْ onların
14 إِنَّ çünkü
15 اللَّهَ Allah
16 غَفُورٌ bağışlayandır غ ف ر
17 رَحِيمٌ esirgeyendir ر ح م
Esasen samimi bir imana sahip olmakla beraber, zaman zaman hakla bâtıl arasında med cezirler yaşayan ve bu yüzden dış dünyaya yansıyan davranışlarında gerçek mümine yaraşan ve yaraşmayanları birbirine karıştıran, hem iyi hem kötü şeyler yapan tipler de vardır. Bunlar dış etkilerin uzağında bir nefis muhasebesi yaptıklarında davranışlarındaki bu uyumsuzluğu farkedip pişmanlık duyarlar. Yukarıdaki bazı âyetlerde belirtildiği üzere, bunlar gerçek mânada inanmadığı halde inanmış gibi görünenlerin girdiği yola girmeyip kendilerini mâzur göstermeye çalışmazlar, günahlarını itiraf ederler. İşte âyette bunların bu pişmanlıklarının kendilerine fayda sağlayacağı, yüce Allah’ın onları bağışlayacağı ifade edilmiştir. “Umulur ki” şeklinde tercüme edilen “asâ” yardımcı fiilinin Cenâb-ı Allah hakkında kullanılması, belirtilen hususun gerçekleşeceği anlamındadır; zira Allah’ın keremine sınır yoktur, O bir işle ilgili ümit verici ifade kullanmışsa, bu o işin olacağını gösterir (Taberî, XI, 12; Şevkânî, II, 454).
 Âyetin inmesine vesile olan olayla ilgili rivayetlerin ayrıntılarında farklılıklar bulunmakla beraber bunlar, âyette, durumları müsait olduğu halde Tebük Seferi’ne katılmaktan kaçınıp sonra samimi olarak pişmanlık duyan ve mazeret üretme cihetine gitmeksizin hatalarını itiraf eden kişilere işaret edildiği noktasında birleşirler. Sayıları ve kimlikleri ile ilgili farklı rivayetler bulunan bu kişiler sefere çıkmaktan geri kalanlarla ilgili âyetleri duyunca öylesine bir vicdan azabı ve pişmanlık hissetmişlerdi ki, kendilerini Mescid-i Nebevî’nin direklerine bağlamışlar ve Resûlullah kendilerini çözmedikçe orayı terketmeyeceklerine yemin etmişlerdi. Hz. Peygamber seferden döndüğünde âdeti üzere önce mescide gitti, onları bu halde görünce sebebini sordu. Çevredekiler durumu açıklayınca, Resûlullah vahiy gelinceye kadar kendisinin de onları çözmeyeceğine ve özürlerini kabul etmeyeceğine yemin etti. Bunun üzerine bu âyet nâzil oldu ve Hz. Peygamber adam gönderip onları çözdürdü ve özürlerini kabul etti (Taberî, XI, 12-16).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 54-55
مرّ Merra : مُرُورٌ kelimesi yol almak, bir şeyi geçip gitmek ve uğramak demektir.مَرَّةٌ sözcüğü zamandan bir cüzü ifade eder. مُرٌّ ise tatlının zıddı olan acı demektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 35 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri istimrar, murur(-u zaman) ve mırra( kahve) dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَاٰخَرُونَ اعْتَرَفُوا بِذُنُوبِهِمْ خَلَطُوا عَمَلاً صَالِحاً وَاٰخَرَ سَيِّئاًۜ 

 

اٰخَرُونَ   kelimesi atıf harfi  وَ ‘la önceki ayetteki  مُنَافِقُونَ ’ye matuf olup ref alameti  وَ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

اعْتَرَفُوا  fiili  اٰخَرُونَ ’nin sıfatı olarak mahallen merfûdur.  اعْتَرَفُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِذُنُوبِهِمْ  car mecruru   اعْتَرَفُوا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

خَلَطُوا   fiili  اٰخَرُونَ ’nin ikinci sıfatı olarak mahallen merfûdur.  خَلَطُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَمَلاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  صَالِحاً  kelimesi  عَمَلاً ’in sıfatıdır.

اٰخَرَ  kelimesi atıf harfi  وَ ‘la  عَمَلاً ’e matuf olup  أفعل  vezninde  gayri munsarif olduğu için nasb alameti fethadır.  سَيِّئاً  kelimesi اٰخَرَ ’nin sıfatıdır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اعْتَرَفُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  عرف ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْۜ

 

عَسَى  elif üzere mukadder fetha ile mebni nakıs fiildir.  كَانَ  gibi ismini ref haberini nasb eder.

اللّٰهُ  lafza-i celâli,  عَسَى nın ismi olup lafzen merfûdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  عَسَى ’nın haberi olarak mahallen mansubtur.  يَتُوبَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

عَلَيْهِمْ  car mecruru   يَتُوبَ  fiiline müteallıktır. 

 

 اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur.

غَفُورٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin  haber olup lafzen merfûdur.  رَح۪يمٌ  ikinci haber olup lafzen merfûdur.

غَفُورٌ - رَح۪يمٌ  isimleri mübalağa sıygasındandır. Son derece affeden ve son derece merhamet eden demektir.

Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاٰخَرُونَ اعْتَرَفُوا بِذُنُوبِهِمْ خَلَطُوا عَمَلاً صَالِحاً وَاٰخَرَ سَيِّئاًۜ

 

اٰخَرُونَ, önceki ayette mübteda olan  مُنَافِقُونَ ’ye matuftur. Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  اعْتَرَفُوا  cümlesi,  اٰخَرُونَ  için sıfattır.

Aynı üslupla gelen  خَلَطُوا عَمَلاً صَالِحاً وَاٰخَرَ سَيِّئاً  cümlesi,  اٰخَرُونَ ’nin ikinci sıfatıdır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

اعْتَرَفُوا بِذُنُوبِهِمْ cümlesi veciz bir şekilde kısaca münafık olmadığı halde günah işleyip ve günahını itiraf edenlere delalet eder. Çünkü  ذُنُوبِ  ibaresi, iman durumundaki  kötü amelleri ifade eden cemi sıygasıyladır. Bu durumda günah işlemek ifadesi, salih amelin seyyie ile karışması anlamındadır. (Âşûr)

بِذُنُوبِهِمْ -  سَيِّئاً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

صَالِحاً - سَيِّئاً  arasında tıbâk-ı îcab vardır.

اعْتِرافُ  fiili, عَرَفَ fiilinin ifti’al babıdır. Marifetteki mübalağa içindir. Bundan dolayı bir şeyi kabul ve inkârı terk etmeyi ifade eder. Günahı itiraf etmek tabiri, tövbe etmekten kinayedir. Çünkü geçmiş günahı kabul etmek ancak pişmanlık ve bir daha yapmamaya kesin karar vermekle olur.

Bu ayet ihtibâk sanatı için gayet güzel bir örnektir. Her iki cümlecikten de mukabilleri hazfedilmiştir. Birinci cümlede bir karışımdan bahsedilmektedir, karışım için ise en az iki şey gereklidir. Birinci cümledeki  سَيِّئاًۜ , صَالِحاً’i; ikinci cümledeki  سَيِّئاًۜ  de  صَالِحاً ’i gerektirmektedir. Dolayısıyla burada birinci cümlecikte  سَيِّئاًۜ , ikincide de صَالِحاً  diğer zıtlarının kendilerine delalet etmesinden dolayı hazf edilmiştir.

İhtibâk bir belâgat terimi olarak: “İkinci cümlede benzeri zikredilen kelime veya ifadenin birinci cümleden, birinci cümlede benzeri zikredilenin de ikinci cümleden hazf edilmesi” şeklinde tanımlanır. Buna göre ihtibâk, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Beyzâvî)

Bu ayete konu olanlar, gazaya katılmayan fakat gazaya katılmayanlar hakkında nazil olan ayetleri duyduklarında affedilmeleri için kendilerini Medine Mescidinin direklerine bağlayan Müslümanlardır. (Ebüssuûd) 


 عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, gayr-ı talebî inşâî isnaddır.  عَسَى  terecci harfidir.

Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir. 

“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya şamil lafza-i celâlle gelmesi kalplerde korku hissettirmek içindir. Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla  اللّٰهُ  isminde tecrîd sanatı vardır. 

اَنْ ’den sonra gelen müspet muzari fiil cümlesi, masdar teviliyle  عَسَى ’nın haberi konumundadır. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

Şayet “Ayette henüz tövbeleri zikredilmemişken nasıl, [Allah bunların tövbesini kabul edecek.] buyurulmuş?” dersen şöyle derim: Günahlarını itiraf etmiş oldukları zikredilmiştir; bu da onların tövbesine delalet ettiği için, tövbeleri zikredilmiş sayılmaktadır. (Keşşâf)


اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittsâldir.

اِنَّ  ile tekid edilmiş cümle faide-i haber talebî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim, teberrük ve telezzüz içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde cümlede lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.  اِنَّ  ,غَفُورٌ ’nin birinci  رَح۪يمٌ  ikinci haberidir.

Allah’ın  غَفُورٌ ve  رَح۪يمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

غَفُورٌ -  رَح۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

Ayetin fasılası olan bu cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

 
Tevbe Sûresi 103. Ayet

خُذْ مِنْ اَمْوَالِهِمْ صَدَقَةً تُطَهِّرُهُمْ وَتُزَكّ۪يهِمْ بِهَا وَصَلِّ عَلَيْهِمْۜ اِنَّ صَلٰوتَكَ سَكَنٌ لَهُمْۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ  ...


Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka (zekât) al ve onlara dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir (Onların kalplerini yatıştırır.) Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 خُذْ al ا خ ذ
2 مِنْ
3 أَمْوَالِهِمْ onların mallarından م و ل
4 صَدَقَةً bir sadaka ص د ق
5 تُطَهِّرُهُمْ kendilerini temizleyeceğin ط ه ر
6 وَتُزَكِّيهِمْ ve yücelteceğin ز ك و
7 بِهَا onunla
8 وَصَلِّ ve du’a et ص ل و
9 عَلَيْهِمْ onlara
10 إِنَّ çünkü
11 صَلَاتَكَ senin du’an ص ل و
12 سَكَنٌ huzur verir س ك ن
13 لَهُمْ onlara
14 وَاللَّهُ ve Allah
15 سَمِيعٌ işitendir س م ع
16 عَلِيمٌ bilendir ع ل م

İmkânları olduğu halde Tebük Seferi’ne katılmayan ve bunun pişmanlığını yaşayan kişiler, mallarını getirip Resûlullah’a takdim etmişler, kendilerini arındırmak üzere bunları almasını ve sadaka olarak dağıtmasını, bir de bağışlanmaları için dua etmesini istemişlerdi. Hz. Peygamber ise kendisine böyle bir şey emredilmediğini ve onların mallarından alamayacağını söyledi. Âyet bunun üzerine indi (Taberî, XI, 16-18). Âyeti bu rivayeti esas alarak yorumlayan âlimlerin bir kısmı buradaki sadaka ile, günahlara kefâret olmak üzere alınan gönüllü bağışların kastedildiği kanaatindedir. Aynı rivayetin ışığında yorum yapan bazı âlimlere göre –yaptıklarından nedamet duyan bu kişiler– zaten zekât ile yükümlüydüler; âyet Resûlullah’tan onların daha önce vermekten kaçındıkları zekâtı kabul etmesini istemiş oldu. Fakihlerin çoğunluğuna göre ise âyet yeni bir sözün başlangıcıdır ve burada farz olan zekâtın alınması konusuna temas edilmektedir (Râzî, XVI, 177).  Kur’an daha Mekke döneminin ilk yıllarında Allah’ın birliği (tevhid) inancı ile sosyoekonomik dengenin kurulması ve korunması arasında çok sıkı bir bağ bulunduğunu müslümanların kafalarına ve gönüllerine yerleştirmiş, malî yükümlülükleri belirli kurallara bağlamadan önce toplumun bu yönde bilinçlendirilmesine ağırlık vermiştir. Bu arada Mekke döneminde inen sekiz âyette zekât kelimesi de kullanılmıştır; fakat bu âyetlerde geçen zekât kelimesiyle, Medine’de farz kılınan nisabı, nisbeti belirli, harcama yerleri gösterilmiş zekâtın kastedilmediği açıktır. Bu dönemde de zekât dinî bir yükümlülük olmakla birlikte, bu görev mutlak nitelikteydi, müslümanlar bunun miktarını durum ve şartlara göre belirliyorlardı. Hz. Peygamber’in Medine’ye hicreti sırasında ilk dinlenme yeri olan Kuba’da okuduğu hutbeden itibaren, malî yükümlülükler konusu âyetlerde ve hadislerde daha yoğun bir biçimde işlenmeye başlamış, bu dönemde yirmi iki âyette daha zekât kelimesi mârife (belirli isim) olarak kullanılmıştır. Bu arada Mekke döneminde olmayan ve zekât ile eş anlamlı kullanıldığı genellikle kabul edilen sadaka kelimesi on iki ayrı Medenî âyette yer almıştır. Zekâtla ilgili âyetler ve tarihî bilgiler ışığında nisabı ve miktarları belirli zekâtın –kesin olmamakla beraber– hicretin 2. yılında ramazan orucundan hemen sonra farz kılındığı anlaşılmaktadır. 9. yılda bu âyetle farz kılındığını ileri süren âlimlerin bu görüşünü ise, zekâtın devlet tarafından düzenli bir şekilde toplanıp dağıtılmaya bu tarihte başlanmış olduğu şeklinde açıklamak mümkündür. 
 Sözlükte “artma, çoğalma, arıtma, övgü ve bereket” gibi anlamlara gelen zekât, terim olarak, “Allah’ın Kur’an’da belirttiği yerlere harcanmak üzere farz kıldığı, dinen zengin sayılan kişilerin mallarından alınan belirli pay”ı ifade eder. Ayrıca, bu payın maldan çıkarılması işlemine de zekât denir. Malî bir ibadet olan zekâtın Kur’an’da ve hadislerde hemen her zaman, bedenî bir ibadet olan namazla birlikte zikredilmesi bu iki dinî görev arasındaki güçlü bağı gösterir. Her şeyden önce bir ibadet olan zekâtın, birçok insanî ve ahlâkî hedefleri ve iktisadî gayeleri vardır. Dolayısıyla Allah’ın buyruğuna uyarak O’nun hoşnutluğunu kazanmaamacıyla zekâtın yerine getirilmesi, kulun dünya ve âhiret mutluluğuna vesile olduğu gibi topluma da birçok fayda sağlar. 
 Zekâtın harcama yerleri Kur’an’da tek tek sayılmış olmakla beraber (Tevbe 9/60), zekât yükümlüleri, zekâta tâbi mallar, zekât yükümlülüğünün alt sınırı (nisab), ödenecek miktar, ödeme zamanı ve şekli gibi konular daha çok Hz. Peygamber’in söz ve uygulamaları ile açıklığa kavuşturulmuştur. Bununla birlikte âyet ve hadislerin yorumlanmasındaki farklılıklar sebebiyle bazı meselelerde fıkıh doktrinleri arasında görüş ayrılıkları bulunmaktadır (geniş bilgi için bk. Yûsuf el-Kardâvî, Fıkhü’zzekât, I-II; Mehmet Erkal, “Zekât”, İFAV Ans., IV, 519-574).
 Âyetin “arındırmak ve temize çıkarmak üzere” şeklinde tercüme ettiğimiz kısmında geçen arındırma ve temize çıkarma fiillerinin öznesinin Hz. Peygamber olduğu kanaati hâkimdir. Birinci fiilin sadakanın sıfatı olduğu görüşü esas alındığında ise âyete, “Onların mallarından, kendilerini temize çıkarmak üzere onları arındıracak sadaka al!” şeklinde mâna vermek gerekir. Bu fiillerden ilkinin masdarı olan tathîr, “günahların onların üzerinde bıraktığı kötü etkileri gidermek”, ikincisinin masdarı olan tezkiye ise “iyice temizlemek, bereketini arttırmak” mânasına gelir. Öte yandan “senin duan” diye tercüme edilen “salâteke” tamlaması, (Hz. Peygamber’e hitaben) “senin onlar için duada bulunman, günahlarının bağışlanmasını istemen” anlamıyla, “onlara huzur verir” diye tercüme edilen “sekenün lehüm” ifadesi de “Onlar için rahmettir, tövbelerinin kabul edildiği inancını sağlar ve gönüllerini huzura kavuşturur, onları şereflendirir” şeklinde açıklanmıştır (İbn Atıyye, III, 78; Zemahşerî, II, 170-171; Şevkânî, II, 454-455).

 

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 55-57

خُذْ مِنْ اَمْوَالِهِمْ صَدَقَةً تُطَهِّرُهُمْ وَتُزَكّ۪يهِمْ بِهَا وَصَلِّ عَلَيْهِمْۜ 

 

Fiil cümlesidir.  خُذْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir.

مِنْ اَمْوَالِهِمْ  car mecruru  خُذْ   fiiline müteallıktır.

Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  صَدَقَةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

تُطَهِّرُهُمْ   fiili  صَدَقَةً ’in sıfatı olarak mahallen mansubtur.  تُطَهِّرُهُمْ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

تُزَكّ۪يهِمْ بِهَا   cümlesi atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.

تُزَكّ۪يهِمْ  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir. Muttasıl zamir  هِمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

بِهَا  car  mecruru  تُزَكّ۪يهِمْ  fiiline müteallıktır.

وَ  atıf harfidir.  صَلِّ   illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

عَلَيْهِمْ  car mecruru  صَلِّ  fiiline müteallıktır.

تُزَكّ۪يهِمْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  زكو ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


اِاِنَّ صَلٰوتَكَ سَكَنٌ لَهُمْۜ 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

صَلٰوتَكَ  kelimesi ,  اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

سَكَنٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  لَهُمْ  car mecruru  سَكَنٌ ’e kelimesine müteallıktır.

 

وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. سَمِیعٌ  birinci haberi olup lafzen merfûdur.  عَلِیم  ise ikinci haberdir.

سَم۪يعٌ - عَل۪يمٌ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

خُذْ مِنْ اَمْوَالِهِمْ صَدَقَةً تُطَهِّرُهُمْ وَتُزَكّ۪يهِمْ بِهَا وَصَلِّ عَلَيْهِمْۜ

 

Ayet emir üslubunda gelmiş müstenefedir. Talebî inşâî isnaddır. Müspet muzari fiil sıygasında gelen  تُطَهِّرُهُمْ  cümlesi,  صَدَقَةً  için sıfattır.

Aynı üslupta gelen  تُزَكّ۪يهِمْ  cümlesi  تُطَهِّرُهُمْ ’a matuftur. Atıf sebebi temâsüldür. 

Sıfat cümlelerindeki fiillerin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

صَدَقَةً ’deki tenvin nev ve tazim içindir.

مِنْ اَمْوَالِهِمْ ’deki  مِنْ, ba'diyet ifade eder.

Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan  وَصَلِّ عَلَيْهِمْ  cümlesi,  خُذْ مِنْ اَمْوَالِهِمْ صَدَقَةً  cümlesine  وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

صَدَقَةً  kelimesi aslında  كذب ’in zıddıdır. İmanın göstergesi olduğu için sadakaya, fakire verilen paraya, isim olmuştur.

تُطَهِّرُهُمْ  - تُزَكّ۪يهِمْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


  اِنَّ صَلٰوتَكَ سَكَنٌ لَهُمْۜ

 

وَصَلِّ عَلَيْهِمْ  emrinin ta’lili olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin izafetle marife olması veciz ifade kastına matuftur. Ayrıca Hz. Peygambere ait zamire muzâf olan  صَلٰوتَ, bu izafetle şan ve şeref kazanmıştır.

اِنَّ صَلٰوتَكَ سَكَنٌ لَهُمْ  ibaresinde teşbih-i beliğ vardır. Çünkü mübalağa ifade etmek için Yüce Allah duayı, huzur ve sükunun kendisi kılmıştır. Bunun aslı,  كالسكن  (huzur ve sükûnet gibidir) şeklindedir. Teşbih edatı ile vech-i şebeh hazfedilerek teşbih-i beliğ olmuştur. (Safvetu't Tefasir)

سَكَنٌ  bir şeyin harekete geçtikten sonra sakinleşip eski haline dönmesi demektir. (Müfredat)

صَلٰوتَكَ - صَلِّ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümle ta’lil manasındadır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan bu isim cümlesi sübut ifade eder.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Allah’ın  سَم۪يعٌ  ve  عَل۪يمٌ  şeklindeki sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. 

سَم۪يعٌ - عَل۪يمٌ  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

Bu ayrımlar ayetin bağlamı ile alakalıdır. Yoksa elbette hepsinde kemalat anlamı ve tazim vardır.

Allah iyi işitici ve iyi bilendir (yani gereğini yapar). Lâzım söylenmiş, melzûm kastedilmiştir. Mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır.

Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

 
Tevbe Sûresi 104. Ayet

اَلَمْ يَعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ هُوَ يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِه۪ وَيَأْخُذُ الصَّدَقَاتِ وَاَنَّ اللّٰهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ  ...


Onlar, kullarının tövbesini kabul edenin ve sadakaları alanın Allah olduğunu; tövbeyi çok kabul edenin, çok merhametli olanın Allah olduğunu bilmediler mi?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَلَمْ
2 يَعْلَمُوا bilmediler mi ki ع ل م
3 أَنَّ şüphesiz
4 اللَّهَ Allah’tır
5 هُوَ O
6 يَقْبَلُ kabul eden ق ب ل
7 التَّوْبَةَ tevbeyi ت و ب
8 عَنْ
9 عِبَادِهِ kullarından ع ب د
10 وَيَأْخُذُ ve alan ا خ ذ
11 الصَّدَقَاتِ sadakaları ص د ق
12 وَأَنَّ ve şüphesiz
13 اللَّهَ Allah
14 هُوَ O
15 التَّوَّابُ tevbeyi çok kabul edendir ت و ب
16 الرَّحِيمُ çok esirgeyendir ر ح م
Gerek henüz tövbeye yönelmemiş olanlara gerekse tövbe edip de sonucu hakkında endişe duyanlara hitap edilerek, yalnız Allah’ın tövbeleri kabul etme yetkisine sahip olduğu ve başka kapılardan medet umanların hayal kırıklığına uğrayacakları hatırlatılmakta, Allah’ın engin rahmetine gönülden inanmış olanların ise samimiyetle yaptıkları tövbe ve yakarmanın, Allah katında mutlaka karşılık bulacağından şüphe etmemeleri istenmektedir. “Sadakaları kabul buyuran da O’dur” diye çevirdiğimiz cümle lafzî karşılığı, “Sadakaları da O alır” şeklindedir. Cenâb-ı Allah’ın kendisi hakkında bu ifadeyi kullanması şöyle açıklanabilir: Resûlullah’a sadakaları alması emredildikten sonra bu malî vecîbenin asıl kaynağının ilâhî irade, gerçek kabul merciinin de Allah Teâlâ olduğu belirtilerek, bu buyruğa konu olan fiilin ve buyruğa uyanların O’nun katında ne kadar değer taşıdığına işaret edilmiştir (İbn Atıyye, III, 79; Şevkânî, II, 455).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 57-58

اَلَمْ يَعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ هُوَ يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِه۪ وَيَأْخُذُ الصَّدَقَاتِ 

 

Hemze, istifham harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يَعْلَمُٓوا  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ı fail olarak mahallen merfûdur.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  يَعْلَمُٓوا  fiilinin iki mef’ûlu yerinde olarak mahallen mansubtur.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. Bilmek, sanmak, kalp yani zihin işi olduğundan bu fiillere kalp fiilleri denir. Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. 

Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir:

1. İki mef’ûl alanlar,

2. İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 

3. İki mef’ûlü hazif olanlar.

Bu ayette  يَعْلَمُٓوا  fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنَّ  isim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

اللّٰهَ  lafza-i celâli,  اَنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur.

هُوَ يَقْبَلُ  cümlesi  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

يَقْبَلُ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  يَقْبَلُ  merfû muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

التَّوْبَةَ   mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. عَنْ عِبَادِه۪  car mecruru  يَقْبَلُ  fiiline müteallıktır.

Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  يَأْخُذُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

الصَّدَقَاتِ  mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler îrabını hareke ile alırlar.  


 وَاَنَّ اللّٰهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

اللّٰهَ  lafza-i celâli,  اَنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubtur.

أَنَّ  ve masdar-ı müevvel , birinci masdar-ı müevvele matuf olup mahallen mansubdur.

هُوَ  fasıl zamiridir.  التَّوَّابُ  kelimesi  اَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  الرَّح۪يمُ  ise  اَنَّ’nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur.

التَّوَّابُ - الرَّح۪يمُ  isimleri mübalağa sıygasındandır. Son derece affeden ve son derece merhamet eden demektir.

Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلَمْ يَعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ هُوَ يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِه۪ وَيَأْخُذُ الصَّدَقَاتِ وَاَنَّ اللّٰهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ

 

Ayet istînâfiyyedir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze inkârî istifham harfidir. Cümle soru anlamında olmayıp, kınama/azarlama manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Maksat, tövbelerinin kabul olunacağını kalplerine yerleştirmektir.

اَلَمْ يَعْلَمُٓوا  şeklindeki soru “bilsinler” manasında emir hükmündedir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için istifhamda tecâhül-i ârif sanatı, lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’yi takip eden isim cümlesi, masdar teviliyle  يَعْلَمُٓوا  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Faide-i haber inkârî kelamdır. 

Bu isim cümlesinde  هُوَ  fasıl zamiri, kasr ifade eder.

اَنَّ ’nin haberi olan  يَعْلَمُ سِرَّهُمْ, muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmiş ve hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ, isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr, 1)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Allah, gereği gibi yapıldığı takdirde tövbeleri kabul edeceğini belirtmektedir.  يَقْبَلُ  fiilinin  عَنْ  harfiyle geçişli kılınması tecavüz manasını içermesindendir. (Beyzâvî)

Fahreddin er-Râzî’ye göre:  عَنْ  ve  مِنْ  harf-i cerleri, manaca biribirine yakın iki harftirler. Fakat  عَنْ  uzaklaşma manasını taşır. Mesela, “Falanca, padişahın sağ tarafına oturdu.” denildiğinde bu, o kimsenin sağ tarafta biraz uzağa oturduğunu ifade eder. O halde ayetteki  عَنْ عِبَادِه۪ lafzı da tövbe eden kimsenin o günahı sebebiyle Allah'ın kendisini kulluğuna kabulünden uzak düştüğüne inanıp efendisince kovulmuş olmadan ötürü gönlünde bir kırıklık ve burukluk olması gerektiğini ifade eder. İşte  عَنْ edatı, tövbe eden kimsenin bu şuuru taşıması gerektiğine üstü kapalı bir uyarı ihtiva eder.

Aynı üslupta gelerek اَنَّ ’nin haberine matuf olan  وَيَأْخُذُ الصَّدَقَاتِ  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَأْخُذُ الصَّدَقَاتِ [Sadakaları alır] ibaresinde  أْخُذُ  fiili  قبل  fiili yerine istiare edilmiştir. “Kabul etmek” manasındadır. أْخُذُ fiilinde mecaz-ı mürsel vardır da denilebilir. (Mahmud Sâfî

Bu ayet, onların tövbelerinin kabulünü, verdikleri sadakaların kendilerini temizlediğini, kalplerine huzur ve güven verdiğini tespit ve izah eder. Burada sadaka almak, temizlemek ve arındırmak, zahiren Peygambere (s.a.) isnat ediliyorsa da gerçekte onların tövbelerini kabul eden de sadakaları alan da Allah'tır. Bu kelam, “(Resulüm) sana biat edenler, gerçekte Allah'a biat ederler.” ayeti kabilinden olmak üzere Peygamberin (s.a.) şanını yüceltir. (Ebüssuûd)

Ayetteki ikinci masdar harfinin dahil olduğu  وَاَنَّ اللّٰهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ  cümlesi de faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, kalplerde muhabbet ve haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Müsnedin izafet terkibiyle gelmesi az sözle çok anlam ifadesi içindir.

هُوَ  şan zamiridir.  Allah’ın tövbeleri kabul edeceği manasını tekid eder.

التَّوَّابُ - الرَّح۪يمُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Masdar-ı müevvel  وَاَنَّ اللّٰهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ  cümlesi mesel tarikinde tezyîldir.

Tezyîl cümleleri önceki manayı tekid kastıyla yapılan ıtnâb sanatıdır.


Tevbe Sûresi 105. Ayet

وَقُلِ اعْمَلُوا فَسَيَرَى اللّٰهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ وَالْمُؤْمِنُونَۜ وَسَتُرَدُّونَ اِلٰى عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۚ  ...


De ki: “Çalışın, yapın. Yaptıklarınızı Allah da, Resûlü de, mü’minler de göreceklerdir. Sonra gaybı da, görülen âlemi de bilen Allah’ın huzuruna döndürüleceksiniz. O da size bütün yapmakta olduğunuz şeyleri haber verecektir.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقُلِ ve de ki ق و ل
2 اعْمَلُوا yapın (yapacağınızı) ع م ل
3 فَسَيَرَى görecek ر ا ي
4 اللَّهُ Allah
5 عَمَلَكُمْ yaptığınız işleri ع م ل
6 وَرَسُولُهُ ve Elçisi de ر س ل
7 وَالْمُؤْمِنُونَ ve mü’minler de ا م ن
8 وَسَتُرَدُّونَ sonra döndürüleceksiniz ر د د
9 إِلَىٰ
10 عَالِمِ bilene ع ل م
11 الْغَيْبِ görülmeyeni غ ي ب
12 وَالشَّهَادَةِ ve görüleni ش ه د
13 فَيُنَبِّئُكُمْ O size haber verecek ن ب ا
14 بِمَا şeyleri
15 كُنْتُمْ olduğunuz ك و ن
16 تَعْمَلُونَ yapıyor(lar) ع م ل
Bazı hatalı davranışlarda bulunmakla beraber bunlardan pişmanlık duyan ve Allah’tan bağışlanma dileyen kişilere, sırf tövbe ile yetinmeyip Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için durmadan çalışmaları ve hatalarını bu yolla da telâfi etme çabası içine girmeleri istenmektedir. Âyete kendi bağlamı içinde böyle mâna verilebilirse de, esasen hatasız kul olmadığı dikkate alınırsa burada daha genel bir hitabın bulunduğu, herkesin elindeki imkânları en iyi biçimde değerlendirerek çalışıp çabalamasının istendiği, fakat kendisini başı boş değil daima bir murâkabe altında hissetmesi gerektiğinin hatırlatıldığı söylenebilir. Burada ilginç bir nokta, Allah ve resulünün görmesinden başka müminlerin görmesinden söz edilmiş olmasıdır; böylece –insanın toplumsal yasaların etkisi altında davranışlarına çeki düzen vermesi tabii olmakla beraber– Allah katında önem taşıyan değerlendirmenin iman temeli üzerine kurulmuş ve âhiret sorumluluğu bilincine sahip toplumun değerlendirmesi olduğuna işaret edilmektedir. Fakat her hâlükârda nihaî hesabın Allah’ın huzurunda verileceği unutulmamalıdır; âyetin son cümlesinde bu hususa dikkat çekilmiştir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 58

وَقُلِ اعْمَلُوا فَسَيَرَى اللّٰهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ وَالْمُؤْمِنُونَۜ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  قُلِ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir.

Mekulü’l-kavli,  اعْمَلُوا ’dur.  قُلِ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

اعْمَلُوا fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

فَ  ta’liliyyedir.  سَيَرَى  fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.

سَيَرَى  elif üzere mukadder  damme ile merfû muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

عَمَلَكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

رَسُولُهُ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la lafza-i celâle matuftur. Muttasıl zamir  هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الْمُؤْمِنُونَ  kelimesi atıf harfi  وَ ‘la lafza-i celâle matuf olup  ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

الْمُؤْمِنُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَسَتُرَدُّونَ اِلٰى عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۚ

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  سَتُرَدُّونَ  fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.

تُرَدُّونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla meçhul merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

اِلٰى عَالِمِ  car mecruru  تُرَدُّونَ  fiiline müteallıktır.  الْغَيْبِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

الشَّهَادَةِ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la   الْغَيْبِ ’ye matuftur.

فَ  atıf harfidir.  يُنَبِّئُكُمْ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  يُنَبِّئُكُمْ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  كُنْتُمْ ’un dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.

كُنْتُمْ  isim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.

تَعْمَلُونَ  fiili  كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubtur.

تَعْمَلُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَقُلِ اعْمَلُوا 

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  قُلِ  fiilinin mekulü’l-kavli de emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.


فَسَيَرَى اللّٰهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ وَالْمُؤْمِنُونَۜ وَسَتُرَدُّونَ اِلٰى عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۚ

 

فَ, ta’liliyyedir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Cümleye dahil olan  سَ  harfi, Allah’ın amelleri gördüğü manasını tekid eder.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması, mehabet ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Bu kelam görünüşte ruhsat verip onları muhayyer bırakmakta ise de iç yüzü itibariyle teşvik ve uyarı ifade eder ve “Yaptığınızı Allah da... görecektir.” cümlesi, bu teşvik ve uyarıyı tekid eder. (Ebüssuûd)

رَسُولِه۪  izafetinde Allah Teâlâ'ya ait zamire muzâf olan  رَسُولِ  şan ve şeref kazanmıştır.

Bu cümlede mütekellim Hz. Peygamber olduğu için  رَسُولُهُ  ifadesinde tecrîd sanatı vardır.

وَسَتُرَدُّونَ اِلٰى عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ  cümlesi,  وَ  ile makabline atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.  سَ  harfi tekid ifade etmiştir. 

Cümlede müsnedin muzari fiil olması hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil, tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.

سَتُرَدُّونَ  fiili  رجع  fiili manasında kullanılmıştır. (Âşûr)

عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ  ifadesi, Allah Teâlâ’dan kinayedir. 

الْغَيْبِ - الشَّهَادَةِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

Muktezâ-i zâhire göre ayetteki  اِلٰى عَالِمِ الْغَيْبِ  ifadesinin  اِليه  şeklinde zamirle gelmesi beklenirdi. Burada, Allah’ın gizli ve açık her şeye muttali olduğuna ve onların amellerinden ve niyetlerinden hiçbir şeyin O’ndan uzak olamayacağına delalet etmek üzere zamir yerine sıfat kullanılmıştır. Yani “O’na döndürüleceksiniz.” ifadesi yerine [Gizliyi de açığı da bilene döndürüleceksiniz.] ifadesi kullanılmıştır.

الْغَيْبِ  (gizli), önce zikredilmiştir. Çünkü gayb aleminin, görünen alemden daha geniş ve daha önemli olduğunu belirtmeye gerek yoktur. Diğer bir görüşe göre ise gaybın önce zikredilmesinin sebebi, duyularla hissedilmeyen gizli varlıklar, hissedilen varlıkların illetleridir (varlık sebepleridir) veya illetleri gibidir. Ve illetleri bilmek de malumat sahibi olmanın illetidir. İşte bundan dolayı gayb ilmi, şehadet ilminden önce zikredilmiştir. (Ebüssuûd)

Bu cümlede, “Hesaba çekileceksiniz.” manasını da içerdiği için idmâc sanatı vardır. 

فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۚ  cümlesi,  فَ  ile makabline atfedilmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûlün sılası  كان ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. كان ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder.

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve  geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar  olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

[Size yaptıklarınızı haber verecek] cümlesinde bir mana için gelen kelamın içine başka bir mana sokmak demek olan idmâc sanatı vardır. Yani size haber vermekle kalmaz, bunun karşılığında gerekeni de yapar demektir. Lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Haber vermek, cezalandırmak manasında mecaz veya kinayedir. Yani hayır yaptıysanız hayır, şer yaptıysanız şerle cezalandırılırsınız demektir. Dolayısıyla cümlede vaat ve vaîd vardır. (Mahmut Sâfî)

اعْمَلُوا - عَمَلَكُمْ - عَالِمِ - تَعْمَلُونَۚ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve kendi aralarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

الْغَيْبِ  - الشَّهَادَةِ ve  الْغَيْبِ - عَالِمِ  kelime grupları arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır. 

Yukarıdan beri zikredilen ayetlerde -4 ayette- münafıklar ikiye ayrılmışlar. Bir ileri gidenler var, bir yaptıklarını itiraf edenler var. Onlar da ikiye ayrılmıştır. Bir kısmı: onların sadakalarını al ve onlar için dua et. Diğer kısmı da aşağıda anlatılacaktır. Cem’ ma’at-taksim ve’t-tefrik sanatı vardır.

 
Tevbe Sûresi 106. Ayet

وَاٰخَرُونَ مُرْجَوْنَ لِاَمْرِ اللّٰهِ اِمَّا يُعَذِّبُهُمْ وَاِمَّا يَتُوبُ عَلَيْهِمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ  ...


(Sefere katılmayanlardan) diğer bir kısmı da, Allah’ın emrine bırakılmışlardır. Bunlara ya azap eder ya da tövbelerini kabul eder. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاخَرُونَ ve başkaları da var ki ا خ ر
2 مُرْجَوْنَ bırakılmışlardır ر ج و
3 لِأَمْرِ emrine ا م ر
4 اللَّهِ Allah’ın
5 إِمَّا ya
6 يُعَذِّبُهُمْ onlara azabeder ع ذ ب
7 وَإِمَّا ya da
8 يَتُوبُ affeder ت و ب
9 عَلَيْهِمْ onları
10 وَاللَّهُ Allah
11 عَلِيمٌ bilendir ع ل م
12 حَكِيمٌ hüküm ve hikmet sahibidir ح ك م
Tefsirlerde genellikle, Tebük Seferi’ne katılmadıkları için pişmanlık duymakla beraber 102. âyette belirtilenlerin aksine hatalarını itiraf etmeyen ve süratle tövbeye yönelmeyen bir gruba işaret edildiği belirtilir. Yaygın rivayete göre burada sözü edilen kimseler, 118. âyette–çileli bir bekleyişten sonra– tövbelerinin kabul edildiği bildirilen üç kişidir (Taberî, XI, 21-22; bu kişiler hakkında bilgi için 118. âyetin tefsirine bk.). Bu husus dikkate alınarak âyetin baş kısmına, “Bir diğer grup ise umutlarını Allah’ın buyruğuna bağlamış beklemektedirler” şeklinde mâna vermek de mümkündür. Yine, âyetin “tövbelerini kabul edecektir” şeklinde tercüme ettiğimiz kısmını “onlara tövbe nasip edecektir” şeklinde çevirmek de mümkündür. Bu âyetle 107. âyet arasında bağ kurarak orada değinilen münafıklardan bir grubun kastedildiği yorumunu yapanlar olmuşsa da (İbn Atıyye, III, 80), bu yorum zayıf görünmektedir. Zira 101, 102 ve 106. âyetlerde üç farklı gruptan söz edilmekte, bunlardan ikinci ve üçüncü gruptakilerin sefere katılmamaktan ötürü pişmanlık duydukları anlaşılmakta, sonuncular hakkında ise kesin hüküm belirtilmemektedir; oysa müteakip âyetlerde değinilecek olan münafıklar kesin ifadelerle mahkûm edilmektedirler.
 Âyette değinilen kişilerin âkıbeti hakkında kullanılan ihtimalli ifade, kuşkusuz Cenâb-ı Allah açısından bir tereddüde işaret için değil, o kimselerin ruh hallerini açıklamak ve korku ile ümit arasında bulunduklarını belirtmek içindir (Râzî, XVI, 191-192).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 58-59

وَاٰخَرُونَ مُرْجَوْنَ لِاَمْرِ اللّٰهِ اِمَّا يُعَذِّبُهُمْ وَاِمَّا يَتُوبُ عَلَيْهِمْۜ 

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اٰخَرُونَ  mübteda olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

مُرْجَوْنَ  kelimesi  اٰخَرُونَ ’nin sıfatı olup  ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

لِاَمْرِ  car mecruru  مُرْجَوْنَ ’ye müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اِمَّا  yargıyı seçmeli olarak birbirine bağlayan bir tercih edatıdır.  اِمَّا  ile yapılan atıfta genellikle yargılardan yalnızca birinin gerçekleşmesi söz konusudur. el-Mâlekî talebî cümlelerden sonra kullanılan  اِمَّا  edatının tahyir ve ibaha, haberî cümlelerden sonra kullanılan  اِمَّا  edatının ise şek ve tereddüt ifade ettiğini söyler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, (Doktora Tezi))

يُعَذِّبُهُمْ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  يُعَذِّبُهُمْ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

وَ  atıf harfidir. Buradaki  اِمَّا  iki şeyden veya konudan birini seçmekte serbestlik ifade eder.

يَتُوبُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  عَلَيْهِمْ  car mecruru  يَتُوبُ  fiiline müteallıktır.

مُرْجَوْنَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûludur.

يُعَذِّبُهُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  عذب ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.   


 وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. عَل۪يمٌ  haber olup lafzen merfûdur.  حَك۪يمٌ  ikinci haber olup lafzen merfûdur.

عَل۪يمٌ -  حَك۪يمٌ  isimleri mübalağa sıygasındandır. Son derece bilen ve son derece hüküm ve hikmet sahibidir, demektir.

Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاٰخَرُونَ مُرْجَوْنَ لِاَمْرِ اللّٰهِ اِمَّا يُعَذِّبُهُمْ وَاِمَّا يَتُوبُ عَلَيْهِمْۜ

 

وَ, atıftır. İsim cümlesi formunda gelen ayet, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

مُرْجَوْنَ, mübtedanın sıfatıdır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

لِاَمْرِ  kelimesinin Allah lafzına muzâf oluşu, şeref ve itibarının yüksekliğini gösterir. 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  اِمَّا يُعَذِّبُهُمْ  cümlesi haberdir. 

Cümleye dahil olan  اِمَّا  edatı, eylemdeki ibhamdan dolayı şek ve tereddüt ilişkisi ifade etmiştir.

Tebük seferine katılmayan Medine halkından ve çevresindeki bedevi Araplardan günahlarını itiraf edenlerden başka diğer bir grup daha vardı ki onların durumu, Allah'ın (emrine ta'lik edilmişti. İbn Abbâs diyor ki: Bunlar Ka’b b. Mâlik, Mürare b. Rebî' ve Hilâl b. Ümeyye idi. Adları geçenler, Ebû Lübâbe ve arkadaşlarının yaptığı gibi tövbe ve özür beyanında acele etmeyen, kendilerini Mescidin direklerine bağlamayan; pişmanlık, üzüntü ve ıstıraplarını açıkça göstermeyenlerdi. (Ebüssuûd)

Aynı üsluptaki  وَاِمَّا يَتُوبُ عَلَيْهِمْۜ  cümlesi makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.

Fiillerdeki muzari sıygası hudûs, teceddüt ve tecessüme işaret eder. 

اِمَّا يُعَذِّبُهُمْ وَاِمَّا يَتُوبُ عَلَيْهِمْ  ayetindeki  اِمَّا  [Ya, ya da, yahut] Arapçada iki işten birisi için kullanılır. Şanı yüce Allah da işlerin akıbetinin ne olacağını elbetteki bilendir. Fakat burada kullara onların bildikleri üslup ile hitap edilmiştir. Yani size göre onların durumu (iyi şeyler) ümit etmek şeklinde olsun. Çünkü kullar için bundan fazla yapabilecekleri bir şey yoktur. (Ebüssuûd)

وَاِمَّا يَتُوبُ عَلَيْهِمْ  cümlesiyle  اِمَّا يُعَذِّبُهُمْ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır. 

يَتُوبُ عَلَيْ - يُعَذِّبُهُمْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

وَاٰخَرُونَ  tabirinden maksat Ka’b b. Malik, Hilal b. Ümeyye ve Mürare b. Rebi’dir. Resulullah (s.a.) ashabına bunlara selam vermemelerini ve bunlarla konuşmamalarını emretmiştir. Bunlar da bu durumu görünce niyetlerini temiz tutmuş ve işlerini Allah’a havale etmişlerdir. Allah da onlara merhamet etmiştir. (Beyzâvî)

Taksimden sıhhatü-l aksam sanatı vardır. Bütün ihtimaller sayılmıştır.


وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ

 

Müstenefe olan cümle, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâllerin tecrîd, teşvik ve ikaz için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

عَل۪يمٌ  - حَك۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

Haber olan iki vasfın aralarında و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Allah’ın  عَل۪يمٌ  ve  حَك۪يمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. 

(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

 وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ  cümlesinde zamir yerine Allah lafzının gelmesi konunun heybetini artırmak ve kalplere korku salmak içindir. (Safvetu’t Tefasir)

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

 
Günün Mesajı

100. ayeti kerimede sahabei kiramın ahiretteki derecelerini ifade eden özel bir durum söz konusudur. Kur'an'ı Kerim'de cennetin tasvirinde kullanılan "altından nehirler akan" şeklinde tercüme edilebilecek "cennetin tecrî min tahtihel enhar" ifadesi sadece burada "min" olmaksızın gelmiştir. Bu harf sınırlama ifade eder. Yani ırmakların akma yeri'nin başlangıcını veya bu yerin cennetin bir kısmında olduğunu ifade eder. Bu ayette bu harfin olmayışı cennetlerin tamamı ile ırmaklarla kaplı olduğunu ifade eder ki diğerlerine göre nimetlerin daha çok olduğunu vurgular.

 

Sayfadan Gönüle Düşenler

İki yüzlü bir adam vardı. Sık görülen bir hastalığı olmasına rağmen, o bu halinden şikayetçiydi ve kurtulmak istiyordu. Günün birinde, bir ses duydu: ‘İki yüzlülükten kurtulmak isteyenlere müjde! Çare ayağınıza geldi!’

İki yüzlü, evinin camından baktı. Bağıran adamı gözüne kestirdikten sonra evdekilere seslendi ve koşarak çıktı. Duyuruyu yapanı yakaladı ve nefeslerinin arasında yardımını istediğini anlattı.

Adam, iki yüzlüye kendisiyle beraber gelmesini söyledi. Dükkanına vardıktan sonra iki yüzlünün, iki yüzünü de inceledi. Bazı sorular sordu. İki yüzlü bir soru dışında, hepsini rahatlıkla cevapladı. Son soru şuydu: Hangisinden kurtulmak istiyorsun?

Aradan dakikalar geçmesine rağmen iki yüzlü ne diyeceğini bilmiyordu. Adam gülümsedi ve üzülmemesini söyledi. Bu sık karşılaşılan bir durumdu. Eve gitmesini, düşünmesini ve kendisini hazır hissedince tekrar gelmesini istedi.

Bu süre, önce günlere, sonra da haftalara dönüştü. İki yüzlü, gece gündüz düşünüyor ama sorunun cevabını bulamıyordu. Birinden kurtulmak istiyor ama ikisinin de kendisine hoş gelen taraflarını kaybetmek istemiyordu. Yalnız kaldığı zamanlarda ağlıyor, dualar ediyordu.

Bir sabah kahvaltı masasına oturunca, karısının şaşkın bakışlarıyla karşılaştı. Kadın sadece ‘yüzün’ diyor, cümlenin devamını getiremiyordu. Korkuyla aynaya koştu ve gözlerine inanamadı. Yüzlerinden biri düşmüştü. Artık iki yüzlü değildi.

O gün adamın dükkanına uğradı. Bu işin nasıl olduğunu sordu. Adam dedi ki: cevabını veremediğin soruyla, kalbini harekete geçirdik. İki yüzlülükten kurtulmak istiyordun ama bunu dışardan birinin senin için yapmasını umuyordun. Halbuki yüzlerin birinden ancak sen kendin kurtulabilirdin çünkü hangisinin hastalıklı olduğunu bilen yine kendi kalbindi.

Ey gizliyi de, açığı da bilen Rabbim! Ey kendime söylediğim her yalandan haberdar olan Rabbim!
Beni, Senin yolunda yavaşlatan ve ibadetlerinden alıkoyan her halden,
Kalbimdeki her türlü hastalıktan – şirkten, küfürden, iki yüzlülükten, kinden ve daha nice çirkinliklerden – koru ve bana yardım et.

 

Ey tövbeleri ve sadakaları kabul eden Rabbim! Ey tövbe kapısını açık tutan ve alemi rahmetiyle kuşatan Rabbim!
Beni; Tövbe edenlerden ve affettiklerinden.
Sadaka verenlerden, yolunda harcamayı sevenlerden ve itaatini kabul ettiklerinden eyle.
Allahım! Beni; ‘Rab olarak Senden, Din olarak İslam’dan, Peygamber olarak hz. Muhammed’den razıyım’ sözünü ihlasla söyleyenlerden eyle. Beni bağışla. Benden razı ol. Beni, Senden razı olan ve Senin razı olduğun kullarınla haşreyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji