وَالَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مَسْجِداً ضِرَاراً وَكُفْراً وَتَفْر۪يقاً بَيْنَ الْمُؤْمِن۪ينَ وَاِرْصَاداً لِمَنْ حَارَبَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ مِنْ قَبْلُۜ وَلَيَحْلِفُنَّ اِنْ اَرَدْنَٓا اِلَّا الْحُسْنٰىۜ وَاللّٰهُ يَشْهَدُ اِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَالَّذِينَ |
|
|
2 | اتَّخَذُوا | edinenler var |
|
3 | مَسْجِدًا | bir mescid |
|
4 | ضِرَارًا | zarar vermek (için) |
|
5 | وَكُفْرًا | ve nankörlük etmek (için) |
|
6 | وَتَفْرِيقًا | ve ayrılık sokmak (için) |
|
7 | بَيْنَ | arasını |
|
8 | الْمُؤْمِنِينَ | mü’minlerin |
|
9 | وَإِرْصَادًا | ve gözetlemek (için) |
|
10 | لِمَنْ | kimseyi |
|
11 | حَارَبَ | savaşan |
|
12 | اللَّهَ | Allah |
|
13 | وَرَسُولَهُ | ve Elçisiyle |
|
14 | مِنْ |
|
|
15 | قَبْلُ | önceden |
|
16 | وَلَيَحْلِفُنَّ | ve yemin edecekler |
|
17 | إِنْ |
|
|
18 | أَرَدْنَا | biz istemedik |
|
19 | إِلَّا | başkasını |
|
20 | الْحُسْنَىٰ | iyilik(ten) |
|
21 | وَاللَّهُ | oysa Allah |
|
22 | يَشْهَدُ | şahidtir |
|
23 | إِنَّهُمْ | onların |
|
24 | لَكَاذِبُونَ | yalan söylediklerine |
|
Yesrib’deki (Medine) Hazrec kabilesinin ileri gelenlerinden Ebû Âmir isimli bir şahıs Hıristiyanlığı benimsemiş ve bu alanda bilgilerini ilerletip papaz olmuştu. Resûlullah’ın Medine’ye göç etmesi bu ve benzeri kimselerin menfaatlerine ters düşüyordu. Bu yüzden Ebû Âmir, Medine’ye geldiği günden itibaren Hz. Peygamber’e muhalefet etti ve onun düşmanları olan Mekkeli müşriklerle ittifak içine girdi. Bu muhalefeti sürdürebilmek için bazı adamlarıyla birlikte Mekke’ye gitti ve Bedir Savaşı’nda müslümanlara karşı savaştı. Bedir yenilgisine müşriklerden daha fazla üzüldü ve onların intikam duygularını harekete geçirdi. Ayrıca gerek Uhud gerekse Hendek savaşlarında hazır bulunup Medineli hemşehrilerini Resûlullah ve müslümanlar aleyhine tahrik etmeye çalıştı. Bunda başarılı olamayınca Mekke’ye yerleşti. Mekke müslümanlar tarafından fethedilince Tâif’e geçti. Huneyn Savaşı’nda Hevâzin kabilesi yenilgiye uğrayınca da Şam’a kaçtı. Şam’a kaçarken münafıklara, “Olabildiğince hazırlık yapın, ben Bizans imparatoruna gidip kuvvet getireceğim, Muhammed’i ve arkadaşlarını Medine’den çıkaracağım” diye haber gönderdi. Ebû Âmir’in Medine’deki münafıklarla yaptığı iş birliği çerçevesinde hazırlanan oyunlardan biri mescid süsü verilen bir toplanma yeri inşa edilmesiydi. Münafıklar gerçekte kötü niyetle, fakat Mescid-i Kubâ ve Mescid-i Nebî’ye uzakta oturan yaşlıların cemaate yetişemediklerini, diğer insanların da soğuk ve yağmurlu gecelerde anılan mescidlere ulaşmalarındaki zorlukları bahane ederek Sâlim b. Avf kabilesinin bulunduğu yerde bir mescid inşa ettiler. Resûlullah’ın onayını alıp bu yapıya meşruiyet kazandırmak üzere kendisinden mescidi ibadete açmasını ve dua etmesini istediler. Hz. Peygamber o sırada Tebük Seferi’nin hazırlıklarıyla meşgul olduğunu belirtti ve “İnşaallah döndüğümüzde orada namaz kılarız” buyurdu. Tebük Seferi dönüşünde münafıklar tekrar aynı taleple müracaatta bulundular. İşte Resûlullah gerçekte fesat ve nifak yuvası olarak inşa edilen bu mescidde namaz kılmak üzere oraya gitmeye hazırlanırken bu âyetler nâzil oldu. Âyetteki bu uyarı üzerine Hz. Peygamber anılan mescidi yıktırdı. Âyetteki “zararlı eylemler gerçekleştirmek üzere yapılmış mescid” anlamına gelen ifadeden hareketle siyer ve İslâm tarihi ile ilgili eserlerde, yıkılan bu yapı Mescid-i Dırâr adıyla anılagelmiştir (Taberî, XI, 23-26; Hüseyin Algül, “Mescid-i Dırâr”, İFAV Ans., III, 206-207).
108. âyette “daha ilk günden takvâ temeli üzerine kurulduğu” bildirilen mescidin hangisi olduğu hususunda ilk dönem İslâm âlimlerinden nakledilen rivayetler iki noktada toplanır. Bunlardan birine göre maksat Mescid-i Nebevî, diğerine göre Kuba Mescidi’dir. Taberî birinci görüşü destekleyen rivayetleri daha sağlam bulmaktadır (bk. XI, 26-28).
110. âyette geçen ve “huzursuzluk kaynağı” diye çevirdiğimiz rîbe kelimesi, “kuşku, erişilmez emel, pişmanlık ve kin” gibi mânalara gelmektedir. Bunlardan hareketle şu yorumlar yapılmıştır: Münafıkların mescidi yaparken içlerinde taşıdıkları kuşku ve nifak sürüp gidecektir; o binayı yaparken gözettikleri amaç erişilmez bir hayal olarak kalacaktır; böyle bir iş yapmaktan duydukları pişmanlığı hep yaşayacaklardır; binanın yıktırılmasından dolayı duydukları kin devam edip gidecek ve bütün bu duygular sebebiyle devamlı bir huzursuzluk içinde yaşayacaklardır. Âyetin “yürekleri paramparça oluncaya kadar” diye çevirdiğimiz kısmıyla, kalplerinin bu konuyla olan bağı tamamen kopuncaya kadar devam edeceğine işaret edilmektedir. Müfessirlerin çoğunluğu bu bağın kopmasını “ölüm” olayı ile açıklamışlar ve âyete “Onlar ölmedikleri sürece bu konudaki kuşkuları sürer gider” şeklinde mâna vermişlerdir. Bununla birlikte, “Onlar yaptıkları aşırılıktan yüreklerini parçalayacak derecede pişmanlık ve üzüntü duyarak tövbe edinceye kadar kuşkuları devam eder” yorumu da yapılmıştır (Râzî, XVI, 198; Şevkânî, II, 460).
Bu âyetler belirli bir olay vesilesiyle inmiş olmakla beraber, özellikle 109. âyette soyut bir anlatım biçimiyle ortaya konan ölçü dikkate alınırsa, burada temsilî bir örnekten hareketle şu mesaja ağırlık verildiği görülür: İki yüzlü davrananlar arasında zararlı eylemler planlayan, inkârcılığı örgütlemeye ve müminlerin arasına ayrılık sokmaya çalışanlara karşı uyanık olunmalı, onların iyi niyet iddiaları ihtiyatla karşılanmalıdır; Allah’ın rızâsına takvâ esası üzerine kurulu işlerle erişilir ve Allah kötülüklerden arınmayı samimi olarak isteyen kişileri sever; iki yüzlü davranmayı huy haline getirenlerin yürekleri kuşkunun esiri olur ve ölünceye kadar kendi kişiliklerini bulamadan bu kuşkunun girdabında bocalar dururlar; dünyada böyle bir bunalımı yaşadıkları gibi âhirette de acı bir sonla karşılaşacaklardır, zira onların akıllarınca başarı gibi görünen eylemleri aslında uçurumun kenarına yapılmış binadan farksızdır, kısa bir süre sonra bu bina onların cehenneme yuvarlanmaları sonucunu doğurur.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 60-62
وَالَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مَسْجِداً ضِرَاراً وَكُفْراً وَتَفْر۪يقاً بَيْنَ الْمُؤْمِن۪ينَ وَاِرْصَاداً لِمَنْ حَارَبَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ مِنْ قَبْلُۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, mahzuf mukaddem haberin muahhar mübtedası olarak mahallen merfûdur. Takdiri, منهم الذين اتّخذوا مسجدا şeklindedir.
İsm-i mevsûlün sılası اتَّخَذُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اتَّخَذُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اتَّخَذُوا fiili değiştirme manasına gelen kalp fiillerdendir. Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar,
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamulü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَسْجِداً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. ضِرَاراً sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclih olup fetha ile mansubdur. Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. Mef’ûlün lieclihi veya Mef’ûlün min eclihi de denir. Mef’ûlün leh mansubdur. Fiile “neden, niçin?” soruları sorularak bulunur.
Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.
2 tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı. 2) Harf-i cerli kullanımı
Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:
a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.
b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.
c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.
d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.
e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.
Not: Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كُفْراً وَتَفْر۪يقاً kelimeleri atıf harfi وَ ’la ضِرَار ’e matuftur.
بَيْنَ mekân zarfı, تَفْر۪يقاً ’e müteallıktır. الْمُؤْمِن۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ي harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُؤْمِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِرْصَاداً kelimesi atıf harfi وَ ’la ضِرَاراً ’e matuftur. مَنْ müşterek ism-i mevsûl, لِ harf-i ceriyle birlikte اِرْصَاداً ’e müteallıktır. İsm-i mevsûlün sılası حَارَبَ اللّٰهَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
حَارَبَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
اللّٰهَ lafza-i celâli, mef’ûlün bih olup lafzen mansubdur. رَسُولَهُ kelimesi atıf harfi وَ ’la lafza-i celâle matuftur.
Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ قَبْلُ car mecruru حَارَبَ fiiline müteallıktır. قَبْلُ cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.
قَبْلَ ve بَعْدَ muzâfun ileyhleri hazf edilince damme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir. قَبْلَ zarfı, hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَيَحْلِفُنَّ اِنْ اَرَدْنَٓا اِلَّا الْحُسْنٰىۜ
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen tekid harfidir.
Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda, vurgu kasem cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazfedilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur’an'da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’ân-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
يَحْلِفُنَّ fiilinin sonundaki nun, tekid ifade eden nûn-u sakiledir.
Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَرَدْنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. الْحُسْنٰى mef’ûlün bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
Maksûr isimlerin marife halinde sonundaki elif-i maksûre kelimenin kök harflerinden biriyse (yani kelimenin üçlü kökünün üçüncü harfini oluşturuyorsa) de veya kök harflerinden biri değilse de bütün îrab halleri takdiren olur.
Maksûr isimlerin nekre halinde sonundaki elif-i maksûre kelimenin kök harflerinden biriyse bütün îrab halleri takdiren olur ve tenvinli fetha ile yazılır ve okunur. Eğer ki kök harflerinden biri değilse bütün îrab halleri yine takdiren olur, ancak tek fetha ile yazılır ve okunur. Çünkü sondaki illet harfi ilave olunca kelime gayri munsarif olup cer ve tenvini kabul etmez. Buradaki الْحُسْنٰى kelimesi illet harfi ilave olunan gayri munsarif bir kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاللّٰهُ يَشْهَدُ اِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.
يَشْهَدُ fiili haber olarak mahallen merfûdur. يَشْهَدُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هُمْ muttasıl zamiri, اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
كَاذِبُونَ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
كَاذِبُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan كذب fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مَسْجِداً ضِرَاراً وَكُفْراً وَتَفْر۪يقاً بَيْنَ الْمُؤْمِن۪ينَ وَاِرْصَاداً لِمَنْ حَارَبَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ مِنْ قَبْلُۜ
Ayet önceki ayetteki وَاٰخَرُونَ ’ye وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi tezâyüftür.
Faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. Merfû mahaldeki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, takdiri منهم olan mahzuf mukaddem haberin, muahhar mübtedasıdır. Bahsi geçenleri tahkir amacıyla gelen mevsûlün sılası اتَّخَذُوا مَسْجِداً cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ضِرَاراً ,وَكُفْراً ,وَتَفْر۪يقاً ,وَاِرْصَاداً kelimeleri mef’ûlün lieclih veya hal konumunda masdardır. Bu masdarların mef’ûlün mutlak olduğu da söylenmiştir.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَنْ başındaki harf-i cerle birlikte اِرْصَاداً ’e müteallıktır. Sılası حَارَبَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ مِنْ قَبْلُ, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. İsmi mevsûl tahkir kastıyla gelmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
رَسُولِه۪ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan رَسُولِ şan ve şeref kazanmıştır.
الَّذ۪ينَ - مَنْ ve اللّٰهَ - رَسُولَهُ ve ضِرَاراً - كُفْراً - حَارَبَ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
كُفْراً - الْمُؤْمِن۪ينَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
وَلَيَحْلِفُنَّ اِنْ اَرَدْنَٓا اِلَّا الْحُسْنٰىۜ
وَ atıftır. Müspet muzari fiil sıygasındaki cümle mukadder kasemin cevabıdır. لَ, kasemin cevabının başına gelen harftir. Mahzuf kasemle birlikte cümle, kasem üslubunda gayri talebî inşâî isnaddır.
Âşûr bu cümlenin itiraziyye veya hal cümlesi olduğu görüşündedir.
Cümledeki nefy harfi اِنْ ve istisna edatı اِلَّا, kasr oluşturmuştur. Kasr üslubuyla tekid edilmiş menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelam olan cümle, kasemin cevabına tefsir niteliğindedir.
Kasr fiille mef’ûlü arasındadır. Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başka mef’ûllere değil zikredilen mef’ûle tahsis edilmiştir. Ama o mef’ûlde vaki olan başka fiiller de olabileceği gibi kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef’ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meânî İlmi)
Cümledeki اَرَدْنَٓا fiilinde iltifat sanatı vardır.
اِنْ ve اِلَّا ile yapılan kasrlar, ما ve اِلَّا ile yapılandan daha kuvvetlidir.
الْحُسْنٰى “hayır” manasındadır. (Âşûr)
وَاللّٰهُ يَشْهَدُ اِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ
وَ istînâfiyyedir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Âşûr bu cümlenin itiraziyye cümlesi olduğu görüşündedir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi ikaz içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, kalplerde mehabet ve haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Müsned olan يَشْهَدُ, muzari fiil şeklinde gelerek hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. İsnadın Allah Teâlâ’ya olması, istimrarın da mevcut olduğuna ve müsnedün ileyhin bu işi tekrarlayarak yaptığına işaret eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde olay muhatabın muhayyilesinde (hayal gücünde) canlanır ve anlaşılması kolaylaşır.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka olmak üzere iki unsurla tekid edilen isim cümlesi اِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ, faide-i haber inkârî kelamdır. Bu cümle nasb mahallinde يَشْهَدُ fiilinin mef’ûlü yerindedir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette 7 tane tekid unsuru vardır: لَ kasem harfi, şeddeli nun (2 tekid sayılır), kasr üslubu (2 tekid sayılır), اِنَّ ve lam-ı muzahlaka.
Mescid edinenlerin; zarar vermek, inkâr etmek, müminlerin arasına tefrika sokmak ve daha evvel Allah ve Resulü ile savaşan kişinin yolunu gözlemek şeklinde sıfatları sayılarak taksim sanatı yapılmıştır.
مِنْ قَبْلُ (daha evvel) buyruğundan maksad “Dırar Mescidinin yapımından önce” demektir.
Cenab-ı Hakk, bu mescidi bu dört vasıfla niteleyince,
وَلَيَحْلِفُنَّ اِنْ اَرَدْنَا اِلَّا الْحُسْنٰى [Bununla iyilikten başka bir şey kastetmedik.] diye yemin edeceklerdir, buyurdu. Bu, “Onlar, bu mescidi yapmakla, güzel bir iş yaptıklarına yemin ederler.” demektir. Bu güzel iş de zayıflarının, hastalarının ve Allah Resulü’nün mescidine gidemeyen acizlerin işlerini kolaylaştırmak amacıyla, Müslümanlara duydukları şefkattir! Bu böyledir, zira onlar Allah'ın Resulüne, “Biz, hastalıklı ve muhtaç olanlar ile yağmurlu ve soğuk gecelerden dolayı bir mescit yaptık.” diyorlardı.
Daha sonra Cenab-ı Hakk, وَاللّٰهُ يَشْهَدُ اِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ [Allah şahitlik eder ki onlar kesinlikle yalancıdırlar.] buyurmuştur. Bu, “Allah, Resulünü onların yalan yere yemin ettikleri yemine muttali kıldı.” demektir. Bil ki bu ayetin başındaki وَالَّذٖينَ kelimesi, mübteda olmak üzere mahallen merfû olup, haberi hazf edilmiştir. Kelamın takdiri de وَ مِمَّنْ ذَكَرْنَا الَّذِينَ “Mescit yapanlar da bahsettiklerimizdendir.” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)
لَا تَقُمْ ف۪يهِ اَبَداًۜ لَمَسْجِدٌ اُسِّسَ عَلَى التَّقْوٰى مِنْ اَوَّلِ يَوْمٍ اَحَقُّ اَنْ تَقُومَ ف۪يهِۜ ف۪يهِ رِجَالٌ يُحِبُّونَ اَنْ يَتَطَهَّرُواۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُطَّهِّر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَا |
|
|
2 | تَقُمْ | namaza durma |
|
3 | فِيهِ | orada |
|
4 | أَبَدًا | asla |
|
5 | لَمَسْجِدٌ | mescid (ise) |
|
6 | أُسِّسَ | kurulan |
|
7 | عَلَى | üzere |
|
8 | التَّقْوَىٰ | takva |
|
9 | مِنْ |
|
|
10 | أَوَّلِ | ilk |
|
11 | يَوْمٍ | günden |
|
12 | أَحَقُّ | elbette daha uygundur |
|
13 | أَنْ |
|
|
14 | تَقُومَ | (namaza) durmana |
|
15 | فِيهِ | içinde |
|
16 | فِيهِ | onda vardır |
|
17 | رِجَالٌ | erkekler |
|
18 | يُحِبُّونَ | seven |
|
19 | أَنْ |
|
|
20 | يَتَطَهَّرُوا | temizlenmeyi |
|
21 | وَاللَّهُ | ve Allah |
|
22 | يُحِبُّ | sever |
|
23 | الْمُطَّهِّرِينَ | temizlenenleri |
|
لَا تَقُمْ ف۪يهِ اَبَداًۜ
Fiil cümlesidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تَقُمْ meczum muzari fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri أنت ’dir.
ف۪يهِ car mecruru لَا تَقُمْ fiiline müteallıktır. اَبَداً zaman zarfı, لَا تَقُمْ fiiline müteallıktır.
لَمَسْجِدٌ اُسِّسَ عَلَى التَّقْوٰى مِنْ اَوَّلِ يَوْمٍ اَحَقُّ اَنْ تَقُومَ ف۪يهِۜ
لَ lam-ı ibtida harfidir. مَسْجِدٌ mübteda olup lafzen merfûdur. اُسِّسَ fiili مَسْجِدٌ ’un sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat,
2. Sebebi sıfat.
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sıfatlar:
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: Cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır:
1. İsim cümlesi olan sıfatlar,
2. Fiil cümlesi olan sıfatlar,
3. Şibh-i cümle olan sıfatlar. Burada sıfat fiil cümlesi formunda gelmiştir.
Not: Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُسِّسَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
عَلَى التَّقْوٰى car mecruru اُسِّسَ fiiline müteallıktır. عَلَى harf-i ceri mecruruna istila, rağmen, karşı, hal gibi manalar kazandırabilir. Buradaki عَلَى harf-i ceri istila manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
التَّقْوٰى maksûr bir isim olduğu için elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
Maksûr isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi ى olan isimlere maksûr isimler denir. Maksûr isimler genellikle ى ile biter. Fakat çok az olarak ا ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere elif-i maksûre denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi.
Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile mansub halinde takdiri fetha ile mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ اَوَّلِ car mecruru اُسِّسَ fiiline müteallıktır. مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, baz, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel – karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada ibtidaiyye manasında gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَوْمٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. يَوْمَ hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında اَنْ bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَحَقُّ haber olup lafzen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mahzuf ب harf-i ceriyle birlikte اَحَقُّ ’ya müteallıktır.
تَقُومَ mansub muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir. ف۪يهِ car mecruru تَقُومَ fiiline müteallıktır.
اُسِّسَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi أسس ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اَحَقُّ kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ şeklindedir. Çok kullanıldıklarından Arap dilinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ف۪يهِ رِجَالٌ يُحِبُّونَ اَنْ يَتَطَهَّرُواۜ
ف۪يهِ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
فِي harf-i ceri mecruruna mekân zarfı, zaman zarfı, söz ve görüş konusu olarak, vardır-mevcuttur, hal, sebep, mukayese, karşılaştırma gibi manalar kazandırabilir. Burada mekân zarfı ve “vardır/mevcuttur” manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رِجَالٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
Mübteda nekre olup haber car-mecrur ve zarftan oluşursa mübteda haberden sonra gelir; bu tür cümlelerde anlam verilirken “vardır, mevcuttur” anlamları eklenir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُحِبُّونَ fiili, رِجَالٌ ‘un sıfatı olarak mahallen merfûdur. يُحِبُّونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, يُحِبُّونَ fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. يَتَطَهَّرُوا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يَتَطَهَّرُوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi طهر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُطَّهِّر۪ينَ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur.
يُحِبُّ الْمُطَّهِّر۪ينَ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يُحِبُّ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
الْمُطَّهِّر۪ينَ mef’ûlün bih olup nasb alameti ي harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُطَّهِّر۪ينَ sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan تَفَعَّلَ babından ism-i faildir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُحِبُّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi حبب ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder.
لَا تَقُمْ ف۪يهِ اَبَداًۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)
لَمَسْجِدٌ اُسِّسَ عَلَى التَّقْوٰى مِنْ اَوَّلِ يَوْمٍ اَحَقُّ اَنْ تَقُومَ ف۪يهِۜ
Ta’liliyye olan cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümleye dahil olan lam, tekid ifade eden ibtida lamıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan … اُسِّسَ cümlesi لَمَسْجِدٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
İsm-i tafdil kalıbında gelen لَمَسْجِدٌ ,اَحَقُّ ’un haberidir.
Müsnedün ileyhin nekre gelişi tazim içindir.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki müspet muzari fiil cümlesi تَقُومَ ف۪يهِ, masdar tevilinde, takdir edilen ب harf-i ceriyle birlikte اَحَقُّ ’ya müteallıktır.
Kuba Mescidi için kullanılan اَحَقُّ (daha layık, daha doğru) ifadesinden murad, “yegâne doğru ve yegâne layık” manasıdır. Çünkü mescid-i dırar için liyakat ve doğruluk söz konusu değildir. Bunun bu şekilde tafdil kipi ile ifade edilmesi, kendisinin faziletinden dolayıdır. (Ebüssuûd)
لَا تَقُمْ - تَقُومَ arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
İlk günden takva üzere kurulan mescidden kasıt Kuba Mescidi veya Resulullah'ın (s.a.) mescididir.
Ayet-i kerimedeki kıyamdan murad namazdır. Namazın bir cüzü (parçası) olan kıyam, külü (tamamı) olan namaz manasında kullanılmıştır. Cüz-kül alakasıyla mecaz-ı mürseldir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ف۪يهِ رِجَالٌ يُحِبُّونَ اَنْ يَتَطَهَّرُواۜ
Ta’liliyye olan cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. ف۪يهِ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. رِجَالٌ muahhar mübtedadır. يُحِبُّونَ cümlesi رِجَالٌ kelimesi için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki müspet muzari fiil cümlesi يَتَطَهَّرُوا, masdar tevilinde, يُحِبُّونَ fiilinin mef’ûlüdür. Cümledeki fiillerin muzari sıygada gelişleri, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
يَتَطَهَّرُوا kelimesinde irsâd sanatı vardır.
رِجَالٌ ’ün tenvinli gelişi bu kişileri tazim içindir.
Burada art arda gelen ف۪يهِ ifadelerinden ikincisi, birincinin lafzî tekidiymiş vehmini uyandırmaktadır. Gerçekte ise ilk ف۪يهِ kelimesi, تَقُومَ fiilinin mef’ûlün fihi, ikinci ف۪يهِ ise mübteda olan رِجَالٌ ’un öne geçmiş haberidir. (Yunus Çakır, Arap Dili ve Belâğatında Tıbâk ve Yansımaları)
وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُطَّهِّر۪ينَ
وَ istînâfiyyedir. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi, teberrük ve telezzüz amacına matuftur.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini (hayal gücünü) harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Cümle, mesel tarikinde tezyîldir. (Âşûr) Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Tezyîl cümlesi önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
يُحِبُّونَ - يُحِبُّ ve يَتَطَهَّرُوا - الْمُطَّهِّر۪ينَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Buradaki وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُطَّهِّر۪ينَ cümlesinde mana açısından fail olan اللّٰهُ kelimesinin يُحِبُّ fiilinden önce mübteda olarak zikredilmesi ile Allah’ın tertemiz olanları sevdiği; Allah’ın onları her an sevdiği ve sevginin sübutunu ifade etmek şeklinde isim cümlesiyle ifade edilerek tekid edilmiştir. (Muhammed Fatih Ergen, Tevbe Sûresinin Meânî İlmi Açısından Tahlili)
اَفَمَنْ اَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلٰى تَقْوٰى مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانٍ خَيْرٌ اَمْ مَنْ اَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلٰى شَفَا جُرُفٍ هَارٍ فَانْهَارَ بِه۪ ف۪ي نَارِ جَهَنَّمَۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَفَمَنْ | kimse mi? |
|
2 | أَسَّسَ | kuran |
|
3 | بُنْيَانَهُ | yapısını |
|
4 | عَلَىٰ | üzerine |
|
5 | تَقْوَىٰ | korku |
|
6 | مِنَ |
|
|
7 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
8 | وَرِضْوَانٍ | ve rıza |
|
9 | خَيْرٌ | hayırlıdır |
|
10 | أَمْ | yoksa |
|
11 | مَنْ | kimse mi? |
|
12 | أَسَّسَ | kuran |
|
13 | بُنْيَانَهُ | yapısını |
|
14 | عَلَىٰ |
|
|
15 | شَفَا | kenarına |
|
16 | جُرُفٍ | bir uçurum |
|
17 | هَارٍ | çökecek |
|
18 | فَانْهَارَ | ve yuvarlanan |
|
19 | بِهِ | onunla birlikte |
|
20 | فِي |
|
|
21 | نَارِ | ateşine |
|
22 | جَهَنَّمَ | cehennem |
|
23 | وَاللَّهُ | ve Allah |
|
24 | لَا |
|
|
25 | يَهْدِي | doğru yola iletmez |
|
26 | الْقَوْمَ | topluluğunu |
|
27 | الظَّالِمِينَ | zalimler |
|
أسّ Esse : اُسٌّ üzerine bir bina inşa etmek için bir temel atmak/ kâide koymaktır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de yalnızca tef’il babında ve 3 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri tesis ve müessesedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
شفا Şefâ : شَفاً kuyu, nehir ve benzeri şeyin ucu ve kenarı demektir. Helâke yakınlıkla ilgili mesel olarak kullanılır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de sadece 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli şefevî (harfler= dudak harfleri) dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
جرف Cerafe : Suyun/selin yiyerek yıktığı/alıp götürdüğü yere جُرُفٌ denir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de yalnızca 1 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli ise cüruf (çöp)tur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اَفَمَنْ اَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلٰى تَقْوٰى مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانٍ خَيْرٌ
Hemze istifham harfi, فَ istînâfiyyedir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası اَسَّسَ بُنْيَانَهُ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اَسَّسَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
بُنْيَانَهُ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَلٰى تَقْوٰى car mecruru اَسَّسَ fiiline müteallıktır. تَقْوٰى elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi ى olan isimlere maksûr isimler denir. Maksûr isimler genellikle ى ile biter. Fakat çok az olarak ا ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere elif-i maksûre denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi.
Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile mansub halinde takdiri fetha ile mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak îrab edilir. Burada تَقْوٰى kelimesi maksûr isim olduğu için takdiri îrab edilmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنَ اللّٰهِ car mecruru تَقْوٰى ‘ya müteallıktır. رِضْوَانٍ kelimesi atıf harfi وَ ’la تَقْوٰى ’ya matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خَيْرٌ kelimesi مَنْ ’in haberi olup lafzen merfûdur.
خَيْرٌ kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. İsm-i tafdil; bir vasfın bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ şeklindedir. Çok kullanıldıklarından Arap dilinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَمْ مَنْ اَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلٰى شَفَا جُرُفٍ هَارٍ فَانْهَارَ بِه۪ ف۪ي نَارِ جَهَنَّمَۜ
اَمْ atıf harfidir. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini tayin ve tercih etmesini zorunlu kılar.
Not: Genellikle soru edatı olan hemze ile ( اَ ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır:
1. Muttasıl اَمْ
2. Munkatı اَمْ
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası اَسَّسَ بُنْيَانَهُ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اَسَّسَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
بُنْيَانَهُ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَلٰى شَفَا car mecruru اَسَّسَ fiiline müteallıktır. شَفَا elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Burada شَفَا kelimesi maksûr isim olduğu için takdiri îrab edilmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جُرُفٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. هَارٍ kelimesi جُرُفٍ ’in sıfatı olup mahzuf ی üzere mukadder kesra ile mecrurdur. هَارٍ kelimesi ism-i mankustur. Mankus isimler: Sondan bir önceki harfi kesralı olup son harfi de ي olan isimlere mankus isimler denir. Mankus isimlerin îrab durumu şöyledir:
a. Merfû halinde takdiri damme ile ( رَاعٍ – اَلرَّاعِي gibi),
b. Mansub halinde lafzi olarak yani fetha ile (رَاعِيًا – اَلرَّاعِيَ gibi),
c. Mecrur halinde takdiri kesra ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي gibi) îrab edilir.
Yani mankus isimler ref ve cer durumlarında maksûr isimler gibi takdiri îrab edilir. Bu durumda damme ve kesra harekeleri son harflerinin üzerinde açıkça görülmez, fakat var olduğu kabul edilir. Nasb hallerinde ise lafzî olarak îrab edilir, son harfin üzerinde fetha harekesi açık bir şekilde görünür.
Mankus isimler nekre halinde yani başlarında elif lam olmaksızın kullanıldığında ref ve cer durumlarında sonlarındaki ي harfi düşürülür. Ancak meydana gelen bu değişikliğe işaret olmak üzere kelimenin sonundaki kesra harekesi tenvinli kesra olur. Îrabı ise yine takdiren olur. Burada هَارٍ kelimesi mankus isim olduğu için takdiri îrab edilmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sıfatlar:
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: Cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır:
1. İsim cümlesi olan sıfatlar,
2. Fiil cümlesi olan sıfatlar,
3. Şibh-i cümle olan sıfatlar.
Burada هَارٍ kelimesi hakiki ve müfred sıfat olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
انْهَارَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
بِه۪ car mecruru انْهَارَ fiiline müteallıktır. ف۪ي نَارِ car mecruru انْهَارَ fiiline müteallıktır.
جَهَنَّمَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf ( اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ )” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
انْهَارَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İnfiâl babındadır. Sülâsîsi هور ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, mücerred yapıdaki asıl anlamıyla kullanılması gibi anlamlar katar.
وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.
لا يَهْدِي mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَهْدِي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
الْقَوْمَ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. الظَّالِم۪ينَ kelimesi الْقَوْمَ ’nin sıfatı olup nasb alameti ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
الظَّالِم۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَفَمَنْ اَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلٰى تَقْوٰى مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانٍ خَيْرٌ اَمْ مَنْ اَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلٰى شَفَا جُرُفٍ هَارٍ فَانْهَارَ بِه۪ ف۪ي نَارِ جَهَنَّمَۜ
فَ istînâfiyye, hemze takriri istifham harfidir. (Âşûr) İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlede müşterek ism-i mevsûl مَنْ, mübteda olarak mahallen merfûdur. Sılası olan اَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلٰى تَقْوٰى مِنَ اللّٰهِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder.
فَ harfi, istifham harfinin (öncelik) hakkı olduğu için soru hemzesinden sonra getirilmiştir. (Âşûr)
خَيْرٌ mübtedanın haberidir. Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, sonraki habere dikkat çekme amacının yanında bahsi geçenlere tazim ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Aynı üslüpla gelen …اَمْ مَنْ اَسَّسَ بُنْيَانَهُ cümlesi اَمْ atıf harfiyle makabline (kendinden öncesine) atfedilmiştir.
Takdiri خَيْرٌ olan haberin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu ayette temsîli istiare vardır. İman ehliyle nifak ve küfür ehli hakkında bir mesel getirilmiştir. Takva ve Allah korkusuyla bina yapan, Allah’ın rızasını isteyen ve sağlam bir binaya sahip olan kişi mümine, binasını bir uçurumun kenarına eğreti bir şekilde yapan ve yıkılarak sahibini de helak edecek bir evi olan kişi de münafığa benzetilmiştir. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)
Başka bir açıdan düşünüldüğünde اَفَمَنْ اَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلٰى تَقْوٰى sözünde istiare-i mekniyye vardır. Zira takva ve rıza, üzerine bina yapılan sağlam ve sert bir yere benzetilmiştir. Müşebbehün bih hazfedilmiş, onun levâzımından olan “اَسَّسَ/tesis” kelimesi ile onu işaret edilmiştir. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, Âşûr)
Onların dini, üzerine bina ettikleri temeller batıl olmak ve çabucak ortadan kalkmak bakımından yıkılmak üzere bulunan bir uçurumun kenarına kurulan yapıya benzetilmiş ve bu teşbihi güçlendirmek için cehenneme yuvarlanma vasfı ilave edilmiştir. Bu vasfın, ilâhi rızanın karşılık olarak zikredilmesi de şu gerçeğe dikkat çekmek içindir:
Binanın takva temeli, üzerine kurulması, onları cehennem ateşinden korur ve ilâhi rızaya eriştirir ki bunun asgari sonucu cennete girmektir.
Binasını uçurumun kenarına kuranlar da her an cehenneme yuvarlanmak üzeredirler; sonra şüphesiz hepsinin varacağı yer cehennemdir.
Onların zalim olmaları, haktan uzak kalmakla kendi nefislerine zulmetmelerinden dolayıdır. (Ebüssuûd)
Zemahşerî, ayetteki جُرُفٍ هَارٍ (göçük, yar -kaymak üzere olan bir uçurumun kenarı-) ifadesinin mecazî olarak batılı nitelediğini, daha sonra “göçertme” fiiliyle terşîh edildiğini belirtir. Mecazın aynı çerçevedeki öğelerle desteklenmesi muhatabı bir bakıma sahnenin içine çekmiş ve böylece düşünce süreci derinleştirilmiş olur. (Zemahşerî, el-Keşşâf, II, 301)
جُرُفٍ : Dere kenarında sel sularının dibini yalayıp oyduğu, bıçık (dere yatağı) üzerinde kalan toprak veya çamur çıkıntısıdır ki her an yıkılmaya hazır durumda bulunan bir yerdir. هَارٍ ’da bunun geriden çatlamış devrilmek üzere olan bir çeşididir ki, bunun üzerine yapıldığı düşünülen binanın ne kadar çürük bir yere, ne kadar çabuk göçecek bir zemine oturtulmuş olduğu ve ne kadar çabuk çökmeye mahkum bulunduğu tasavvur olunsun. İşte din işlerini nifak ve fitne üzerine bina edenlerin vaziyeti tam buna benzer. (Elmalılı)
هَارٍ - فَانْهَارَ Bu iki kelime arasında cinas-ı nakıs vardır. Bu da bedî’ sanatlarındandır. (Safvetü't Tefasir, Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an'ın Işığında Belâgat Dersleri, Bedî’ İlmi)
اَفَمَنْ اَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلٰى تَقْوٰى مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانٍ خَيْرٌ cümlesiyle اَمْ مَنْ اَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلٰى شَفَا جُرُفٍ هَارٍ فَانْهَارَ بِه۪ ف۪ي نَارِ جَهَنَّمَ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
اَمْ - مَنْ - اَسَّس - بُنْيَانَهُ - عَلٰى kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
اَفَمَنْ اَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلٰى تَقْوٰى مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانٍ خَيْرٌ [Binasını Allah korkusu ve rızası üzerine kuran kimse mi hayırlıdır.'] buyurmuştur. Bu ifadeyle ilgili birkaç bahis vardır:
Birinci bahis: Bünyan tıpkı gufran gibi bir masdar olup, ism-i mef'ûl yani “bina edilen şey” manası kastedilmiştir. Masdarın, ism-i mef'ûl yerinde kullanılması, meşhur bir mecazdır. Nitekim Arapçada, “onun dövdüğü ve onun dokuduğu” anlamında olmak üzere هَذَا ضَرْبُ الْاَمِيرِ وَ نَسْجُ زَيْدٍ denir. Vahidî şöyle demektedir: بُنْيَانَ kelimesi isim kabul edildiğinde بُنْيَانَةٌ kelimesinin çoğulu olması mümkündür. Zira Araplar, bu kelimenin müfredinde بُنْيَانَةٌ demektedirler.
İkinci bahis: Nâfi ve İbn Âmir, meçhul olarak, اَفَمَنْ اُسِّسَ بُنْيَانَهُ şeklinde okumuşlardır ki bu meçhul fiilin (hazf edilen) faili, onu yapan ve onu tesis edendir. Cenab-ı Hakk'ın, عَلٰى تَقْوٰى مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانٍ ifadesi, “Allah'ın ikâbından (azabından) korkma ve O'nun mükâfatını umma üzerine” demektir. Bu böyledir, zira taat ancak böyle bir korku ve böyle bir ümit bulunduğu zaman taat adını alır. Netice olarak diyebiliriz ki bunu yapan kimse bu binayı; Allah rızası, O'nun ikâbından korunmak ve mükâfatını da ummak için yapınca bu bina, bu yapı, Allah'ı inkâr etmeye ve kullarına zarar vermeye sebep olsun diye o kimsenin yaptığı o binadan daha üstün ve daha mükemmel olur. (Fahreddin er-Râzî)
وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ
وَ istînâfiyyedir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esmayı bünyesinde toplayan اللّٰهَ ismiyle marife oluşu ve zamir gelebilecekken zahir ismin zikri, kalbe korku salmak ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Menfi fiil cümlesi formunda gelen müsned, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de muzari fiil olması hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini (hayal gücünü) harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Buradaki وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ cümlesinde mana açısından fail olan اللّٰهُ kelimesinin لَا يَهْدِي fiilinden önce mübteda olarak zikredilmesi ile Allah’ın zalim kavmi hidayete erdirmeyeceği, hidayete erdirmeme durumunun sübutuna işaret etmek üzere isim cümlesiyle ifade edilerek tekid edilmiştir.
Müsnedün ileyhin müsnede takdimi ve nefy harfinin müsnedün ileyhten sonra gelmesi, hükmü takviye etmiştir.
Cümle, mesel tarikinde tezyîldir. (Âşûr) Tezyîl cümleleri önceki anlamı tekid etme kastıyla gelen ıtnâb sanatıdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, isim cümlesi ve isnadın tekrar edilmesi sebebiyle tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
Son cümlede “Allah zalim kavme hidayet etmez.” sözünden, Peygamberin gerçekten peygamber olduğuna tanıklık ettikten sonra kendilerine tanıklar yani peygamberliği ispat eden Kur’an gibi mucizeler geldikten sonra hala nankörce inkâr eden kimselerin zalim oldukları anlaşılmaktadır.
تَقْوٰى - رِضْوَانٍ - خَيْرٌ - يَهْدِي kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.
Edebi açıdan bu ayet kadar etkilisini; batılın hakikatini, gizini bundan daha iyi anlatan bir söz bulamazsın! (Keşşâf)لَا يَزَالُ بُنْيَانُهُمُ الَّذ۪ي بَنَوْا ر۪يبَةً ف۪ي قُلُوبِهِمْ اِلَّٓا اَنْ تَقَطَّعَ قُلُوبُهُمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَا |
|
|
2 | يَزَالُ | ileri gitmez |
|
3 | بُنْيَانُهُمُ | binaları |
|
4 | الَّذِي |
|
|
5 | بَنَوْا | inşa ettikleri |
|
6 | رِيبَةً | bir kuşku olmaktan |
|
7 | فِي |
|
|
8 | قُلُوبِهِمْ | yüreklerinde |
|
9 | إِلَّا | dışında |
|
10 | أَنْ |
|
|
11 | تَقَطَّعَ | parçalanması |
|
12 | قُلُوبُهُمْ | kalbleri |
|
13 | وَاللَّهُ | Allah |
|
14 | عَلِيمٌ | bilendir |
|
15 | حَكِيمٌ | hüküm ve hikmet sahibidir |
|
لَا يَزَالُ بُنْيَانُهُمُ الَّذ۪ي بَنَوْا ر۪يبَةً ف۪ي قُلُوبِهِمْ اِلَّٓا اَنْ تَقَطَّعَ قُلُوبُهُمْۜ
لَا يَزَالُ istimrar fiillerindendir. Devamlılık ifade eder. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.
بُنْيَانُهُم kelimesi لَا يَزَالُ ’nun ismi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الَّذ۪ي müfred müzekker has ism-i mevsûl, بُنْيَانُهُمُ sıfatı olarak mahallen merfûdur. Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sıfatlar:
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: Cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır:
1. İsim cümlesi olan sıfatlar,
2. Fiil cümlesi olan sıfatlar,
3. Şibh-i cümle olan sıfatlar.
Burada الَّذ۪ي hakiki ve müfred sıfat olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsm-i mevsûlün sılası بَنَوْا ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
بَنَوْا mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
ر۪يبَةً kelimesi لَا يَزَالُ ’nun haberi olup lafzen mansubdur. Muzâf hazf edilmiştir. Takdiri, سبب ريبة şeklindedir.
ف۪ي قُلُوبِهِمْ car mecruru ر۪يبَةً ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Süreklilik bildiren nakıs fiillerin isim ve haber alabilmeleri ve devamlılık manası ifade etmeleri için kendilerinden önce nefy, nehiy, dua, istifham-ı inkârî (kınama ve sitem amaçlı soru) edatlarından birinin bulunması gerekir. Başlarındaki مَا menfilik harfi olmasına rağmen, fiile olumsuzluk değil, devamlılık manası kazandırır. مَا زَالَ fiilinin muzarisi لَا يَزَالُ şeklinde gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِلَّٓا istisna harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, müstesna olarak mahallen mansubdur. Fiili muzarinin başına اَنْ harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi) denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَقَطَّعَ mansub muzari fiildir. قُلُوبُهُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَقَطَّعَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi قطع ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
Tefe'ul babı aynı zamanda fiile teksir manası da katar. Burada teksir manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَقَتَقَطَّعَطَّعَ ’nın aslı تَتَقَطَّعَ ’dır. (Beyzâvî) تَ ’lerden biri hafiflik için hazf olmuştur.
وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ۟
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. عَل۪يمٌ haber olup lafzen merfûdur. حَك۪يمٌ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
عَل۪يمٌ - حَك۪يمٌ isimleri mübalağa sıygasındadır. Her işi hikmetli olan ve son derece bilen demektir.
Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا يَزَالُ بُنْيَانُهُمُ الَّذ۪ي بَنَوْا ر۪يبَةً ف۪ي قُلُوبِهِمْ اِلَّٓا اَنْ تَقَطَّعَ قُلُوبُهُمْۜ
Ayet fasılla gelmiş müstenefedir. İstimrar fiili لَا يَزَالُ ’nun dahil olduğu isim cümlesinde الَّذ۪ي has ism-i mevsûlü بُنْيَانُهُمُ için sıfattır. Sılası بَنَوْا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. لَا يَزَالُ ,ر۪يبَةً ’nun haberidir.
بَنَوْا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
لَا يَزَالُ ’nun isminin izafetle gelmesi az sözle çok anlam ifade etme yollarından birisi olması yanında tahkir de ifade eder.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki تَقَطَّعَ قُلُوبُهُمْ cümlesi, masdar teviliyle müstesnadır.
ف۪ي قُلُوبِهِمْ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla kalp içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü kalp hakiki manada zarfiyyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak bu kimselerin kalplerine kuşkunun verdiği zararı, etkili bir şekilde ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Beyân İlmi Kur’an Işığında Belâğat Dersleri)
بُنْيَانُهُمُ - بَنَوْا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
قُلُوبُهُمْ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
تَقَطَّعَ قُلُوبُهُمْ (Kalpleri parçalayıncaya kadar) ifadesiyle -pişmanlık tasvirinde abartılı anlatım üslubu kullanılarak- “kalplerini parçalayacak derecede pişman olup bundan tövbe etmelerine kadar” anlamının kastedildiği de belirtilir. Bu konudaki başka bir görüşe göre bu ifade, “tövbe edip de adeta o sapkın tutumu benimseyen kalpleri parçalanıncaya, bedenleri ve kemikleri eskiyip çürüyene kadar (kalplerinde sürekli bir kuşku ve endişe bulunacak)” anlamına gelir. (Şerîf er-Radî)
Bu ayet, onların kurdukları binanın keyfiyetini, çürük ve temelsiz bir yapı olduğunu gösterir. Yani münafıkların bina ettikleri mescid-i dırar gerek ayakta iken gerek yıkıldıktan sonra onlar ölüp de kalpleri, idrak ve gizleme kabiliyeti kalmayacak şekilde çürüyüp parçalanıncaya kadar yüreklerinde bir şüphe kaynağı olarak kalacaktır. Kelbî diyor ki: “Bu ifade, onların kurmuş oldukları binanın, kendileri için hayıflanma ve pişmanlık kaynağı olacağı anlamına gelir.”
Bir görüşe göre ise bu ifade, işledikleri cürme, kalpleri parçalanırcasına pişmanlık ve üzüntü duyarak tövbe edinceye kadar, demektir. (Ebüssuûd)
ر۪يبَةً kelimesi her türlü belirsizlik, kararsızlık, korku ve şüpheyi ifade eder. Kur’an’da 17 kere Kur’an ya da yeniden diriliş konularında yer almıştır. Yakînin tam zıddıdır. لَا ر۪يبَ yakîn demektir. İkiden fazla ihtimal taşıyan şeyler için kullanılır. Uzaktan görünen karaltı insan, hayvan, ağaç vesaire olabilir.
شك ihtimal ikiye düşerse kullanılır. Uzaktan görünen karaltının insan olduğu bellidir ama kadın mı erkek mi olduğu belirsizdir.
يقين ise ihtimallerin teke indiği durumda kullanılır. Bu tek ihtimal yakîndir, nefyedilirse rayb (şüphe) olur. (İsmail Yakıt).
اِلَّٓا اَنْ تَقَطَّعَ قُلُوبُهُمْۜ sözü tehekkümî istisnadır. (Âşûr)
وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ۟
وَ istînâfiyyedir. Cümle, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâllerde tecrîd, teşvik ve ikaz için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
عَل۪يمٌ - حَك۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Allah’ın عَل۪يمٌ ve حَك۪يمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder.
(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’ân Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ۟ cümlesi muhteşem yaratılış ve güzel hükümler için münasip bir tezyîldir. Cümlenin bu şekilde kurulması onlara dünyada ve ahirette pişmanlık sebebi olduğu içindir. (Âşûr)
اِنَّ اللّٰهَ اشْتَرٰى مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ اَنْفُسَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَۜ يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَيَقْتُلُونَ وَيُقْتَلُونَ وَعْداً عَلَيْهِ حَقاًّ فِي التَّوْرٰيةِ وَالْاِنْج۪يلِ وَالْقُرْاٰنِۜ وَمَنْ اَوْفٰى بِعَهْدِه۪ مِنَ اللّٰهِ فَاسْتَبْشِرُوا بِبَيْعِكُمُ الَّذ۪ي بَايَعْتُمْ بِه۪ۜ وَذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | اللَّهَ | Allah |
|
3 | اشْتَرَىٰ | satın almıştır |
|
4 | مِنَ | -den |
|
5 | الْمُؤْمِنِينَ | mü’minler- |
|
6 | أَنْفُسَهُمْ | canlarını |
|
7 | وَأَمْوَالَهُمْ | ve mallarını |
|
8 | بِأَنَّ |
|
|
9 | لَهُمُ | kendilerinin olmak üzere |
|
10 | الْجَنَّةَ | cennet |
|
11 | يُقَاتِلُونَ | savaşırlar |
|
12 | فِي |
|
|
13 | سَبِيلِ | yolunda |
|
14 | اللَّهِ | Allah |
|
15 | فَيَقْتُلُونَ | öldürürler |
|
16 | وَيُقْتَلُونَ | ve öldürülürler |
|
17 | وَعْدًا | bir sözdür |
|
18 | عَلَيْهِ | üstlendiği |
|
19 | حَقًّا | gerçek |
|
20 | فِي |
|
|
21 | التَّوْرَاةِ | Tevrat’ta |
|
22 | وَالْإِنْجِيلِ | ve İncil’de |
|
23 | وَالْقُرْانِ | ve Kur’an’da |
|
24 | وَمَنْ | ve kim |
|
25 | أَوْفَىٰ | daha çok durabilir |
|
26 | بِعَهْدِهِ | sözünde |
|
27 | مِنَ |
|
|
28 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
29 | فَاسْتَبْشِرُوا | o halde sevinin |
|
30 | بِبَيْعِكُمُ | alışverişinizden |
|
31 | الَّذِي |
|
|
32 | بَايَعْتُمْ | yaptığınız |
|
33 | بِهِ | O’nunla |
|
34 | وَذَٰلِكَ | ve işte |
|
35 | هُوَ | o |
|
36 | الْفَوْزُ | başarıdır |
|
37 | الْعَظِيمُ | büyük |
|
Bazı tefsirlerde bu âyetin Hicret’ten az önce İkinci Akabe Biatı sırasında Resûlullah ile ona destek sözü veren Medineli müslümanlar arasında geçen bir konuşma üzerine nâzil olduğuna dair bir rivayet yer almaktadır (İbn Atıyye, III, 87; Taberî iniş zamanını belirtmeksizin bu rivayetin ortak unsuru olan Abdullah b. Revâha’nın sözüne yer verir, bk. XVI, 35-36). Nakledilen bu konuşmanın anılan görüşmeler sırasında cereyan etmiş olması muhtemel olmakla beraber, âyetin içeriği ve bağlamı Tebük Seferi’ne yakın bir tarihte indiği kanaatini güçlendirici niteliktedir ve daha Mekke dönemindeyken indiğini kabul etmeye elverişli görünmemektedir (Derveze, XII, 222-223). Âyetin Medine’de Mescid-i Nebevî’de indiğini, müslümanlar tarafından büyük bir sevinçle karşılandığını ve ensardan bir kişinin yukarıda işaret edilen konuşmada geçen, “Doğrusu bu kârlı bir alışveriş! Artık ne vazgeçer ne vazgeçilmesine razı oluruz” ifadesini kullandığını belirten rivayet de bu kanaati desteklemektedir (İbn Ebû Hâtim, VI, 1886).
Esasen evrendeki bütün varlıklar, bu arada insanların can ve malları Allah’ın hükümranlığı altında olmakla beraber, insanın yine ilâhî iradeyle tâbi tutulduğu sınavın bir uzantısı olarak yüce Allah “canlar”ı ve “mallar”ı müminlere izâfe etmiş, onların bu sınavdaki seçme özgürlüğüne dikkat çekmiştir. Âyette müminler için kâr, kazanç, başarı kavramlarının dünya ile sınırlı olamayacağı, mutluluk anlayışının dünyevî hazlar içine hapsedilemeyeceği fikri, satım sözleşmesi benzetmesinden yola çıkan edebî bir üslûp kullanılarak işlenmektedir. Müslümanların kritik bir durumda bulundukları sırada onları düşmana karşı savaşmaya özendiren bu âyette dahi ölümü ve öldürmeyi göze almanın ancak Allah’ın rızâsını kazanma amacını taşıdığı ve Allah’ın huzurunda yapılan bir antlaşma çerçevesinde, yani O’nun koyduğu ilkelere uygun biçimde cereyan ettiği takdirde bir değer ifade edeceğinin belirtilmesi, beşerî ihtiraslar ve dünyevî çıkarlar uğrunda canını ortaya koymanın budalaca bir cengâverlik veya sonuçları dünya hayatıyla sınırlı bir kumarbazlık, bu amaçla başkalarının canına kıymanın da altından kalkılamaz bir vebal olduğunu gösterir (Kur’an’ın öldürme konusundaki ifadeleriyle ilgili bir açıklama için bu sûrenin 5. âyetinin tefsirine bk.).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 63-64
اِنَّ اللّٰهَ اشْتَرٰى مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ اَنْفُسَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli, اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.
اشْتَرٰى fiili اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اشْتَرٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ car mecruru اشْتَرٰى fiiline müteallıktır. الْمُؤْمِن۪ينَ ’nin cer alameti ي harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُؤْمِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْفُسَهُمْ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَمْوَالَهُمْ kelimesi atıf harfi وَ ’la اَنْفُسَهُمْ ‘e matuftur.
أَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
أَنَّ ve masdar-ı müevvel mecrur mahalde olup بِ harf-i ceriyle birlikte اشْتَرٰى fiiline müteallıktır.
بِ harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman – mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada karşılık – bedel manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَهُم car mecruru أَنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
الْجَنَّةَ kelimesi أَنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
اشْتَرٰى fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftiâl babındadır. Sülâsîsi شري ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
لَهُمُ الجَنَّةَ ‘deki لِ harf-i ceri sahiplik ve istihkak içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi - Âşûr)
يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَيَقْتُلُونَ وَيُقْتَلُونَ وَعْداً عَلَيْهِ حَقاًّ فِي التَّوْرٰيةِ وَالْاِنْج۪يلِ وَالْقُرْاٰنِۜ
Fiil cümlesidir. يُقَاتِلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
ف۪ي سَب۪يلِ car mecruru يُقَاتِلُونَ fiiline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَ atıf harfidir. يَقْتُلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû malum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
فَ : Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَعْداً kelimesi mahzuf fiilin mef’ûlün mutlak olup fetha ile mansubdur. Takdiri; وعدهم وعدا (Onlara bir vaat verdi) şeklindedir.
Mef’ûlü mutlakın fiili şu durumlarda hazf edilebilir: 1) Emir ve nehiy fiillerinin yerini alırsa, 2) Dua ifade eden fiilin yerini alırsa, 3) Sonucu açıklamak için getirildiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَلَيْهِ car mecruru وَعْداً ‘e müteallıktır. حَقاًّ kelimesi mahzuf fiilin mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur. Takdiri; حقّ ذلك الوعد حقّا şeklindedir.
فِي التَّوْرٰيةِ car mecruru وَعْداً ‘in mahzuf sıfatına müteallıktır.
الْاِنْج۪يلِ وَالْقُرْاٰنِۜ kelimeleri atıf harfi وَ ’la التَّوْرٰيةِ ‘e matuftur.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُقَاتِلُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi قتل ’dur.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
وَمَنْ اَوْفٰى بِعَهْدِه۪ مِنَ اللّٰهِ فَاسْتَبْشِرُوا بِبَيْعِكُمُ الَّذ۪ي بَايَعْتُمْ بِه۪ۜ
وَ itiraziyyedir. مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.
اَوْفٰى şart fiili olup elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ‘dir. مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.
بِعَهْدِه۪ car mecruru اَوْفٰى fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنَ اللّٰهِ car mecruru اَوْفٰى fiiline müteallıktır.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن بايعتم اللَّه على الجنّة فاستبشروا ببيعكم şeklindedir.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt) ف ‘si gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt) ف ‘si gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt) ف ‘si gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اسْتَبْشِرُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِبَيْعِكُمُ car mecruru اسْتَبْشِرُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كُمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الَّذ۪ي müfred müzekker has ism-i mevsûl, بَيْعِكُمُ ‘un sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlün sılası بَايَعْتُمْ بِه۪ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
بَايَعْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
بِه۪ car mecruru بَايَعْتُمْ fiiline müteallıktır.
اسْتَبْشِرُوا fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi بشر ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
بَايَعْتُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi بيع ’ dur.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
وَذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟ cümlesi ذٰلِكَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
Munfasıl zamir هُوَ ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur. الْفَوْزُ haber olup lafzen merfûdur. الْعَظ۪يمُ ise الْفَوْزُ kelimesinin sıfatıdır.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ ) dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: Cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar.
Not: Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur.
Burada sıfat müfred olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ اللّٰهَ اشْتَرٰى مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ اَنْفُسَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَۜ
Fasılla gelmiş müstenefedir. اِنَّ ile tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ’nin isminin lafza-i celâlle marife olması, mehabet ve muhabbet duyguları uyandırmak içindir. اِنَّ ’nin haberi olan اشْتَرٰى ‘nın mazi fiille gelmesi sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)
Cümlenin tekid harfi اِنَّ ile başlaması, habere verilen öneme binaendir. İstifham-i inkârî sıygasıyla ilk olarak cihada teşviğin vurgulandığı bu ayet ile, bir işe yönelmek için niyetlenen ancak ardından bulunduğu yere yığılıp kalan kişinin halini temsilen gelen ما لَكم إذا قِيلَ لَكُمُ انْفِرُوا في سَبِيلِ اللَّهِ اثّاقَلْتُمْ إلى الأرْضِ ayetinin; yaptığı cihadın mükafatının cennet olduğu hususunda kesin inanca sahip olan müminleri, bu hususta tereddüte düşen kimseler menziline koyması münasip olmuştur. (Âşûr)
Müminler ifadesiyle en açık olarak kastedilen, bu ümmetin müminleridir. (Âşûr)
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi اَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَ , faide-i haber inkârî kelamdır. بِ harfi dolayısıyla mecrur mahaldeki masdar-ı müevvel اشْتَرٰى fiiline müteallıktır. Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
اَنَّ , لَهُمُ ‘nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. الْجَنَّةَ muahhar ismidir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
اِنَّ اللّٰهَ اشْتَرٰى cümlesinde istiare-i tebeiyye vardır. Müminlerin, canlarını ve mallarını feda etmeleri ve buna karşılık olarak onlara cennetin verilmesi, alışverişe benzetilmiştir. Müminin Rabbiyle yaptığı alışverişte kâr kesin bir şekilde garantilidir. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Bu istiarede Yüce Allah, müminlere, kendi dinini ve elçisini -salat ve selam olsun- savunma uğrunda yapacakları cihadda canlarını ve mallarını feda etmelerini emredip, bunun karşılığında onlara cennet nimetleri içinde ebedi kalmayı ve cehennemden güvende olmayı garanti edince, (ayette) onların canları ve malları “satılık mal ve ticaret metaı” yerine konulmuş; bunların karşılığında ödenecek bedeller (cennet nimetleri) ise belirlenmiş fiyatlar gibi anlatılmıştır. Ödenecek bedeller, ticari metalardan daha çok hatta değer olarak kat kat fazla olduğundan, yapılan bu ticaret çok kârlı olmuştur. Sözün özü, menfaat elde etme amacı taşıması itibariyle bütün ibadetler ticaret kollarına benzer. Şu var ki; ibadetlerle ahiret menfaatleri, ticaretlerle ise dünya menfaatleri elde edilmek istenir. (Şerîf er-Radî)
Allah Teâlâ müminleri, Kendi yolunda feda ettikleri canları ve malları karşılığında cennetle mükâfatlandırmayı, mecazî olarak satın almak şeklinde ifade ediyor. Burada akdin konusu olan şey (mebî), müminlerin canları ve malları; satılan şeyin karşılığı olan bedel de cennet olarak gösterilmiştir. Dikkati çeken şudur:
"Allah, müminlere cenneti canları ve malları karşılığında satmıştır" ifadesi kullanılmamıştır.
Bu da müminlerin canlarının ve mallarının son derece önemsendiğini belirtmek içindir. (Ebüssuûd ve Âşûr)
Meânî alimleri şöyle demişlerdir: Allah'ın, gerçekte herhangi bir şeyi satın alması söz konusu değildir. Çünkü müşteri, sahip olmadığı şeyi satın alır. İşte bundan ötürü, Hasan el-Basrî bu ayete: "Allah, bazı canları satın aldı ki onları zaten kendisi yaratmıştı. Yine bazı malları da satın aldı ki o malları, onlara rızık olarak veren de zaten kendisidir. Fakat Cenab-ı Hak bunu, lütufkâr bir şekilde taata çağırmak için böyle beyan buyurmuştur. Bunun özü şudur: Mümin, ne zaman Allah yolunda savaşır ve bu uğurda öldürülür, ruhu çıkar ve malı da Allah yolunda harcanırsa, ahirette Allah Teâlâ'dan, yaptığı bu şeylere karşılık cenneti alır. Böylece bu, bir değiş-tokuş ve bir alış-veriş olmuş olur ki işte ayetteki, "Allah karşılığında cenneti بِالْجَنَّةِ vererek canlarını ve mallarını satın almıştır" ifadesi bu manadadır" demiştir.(Fahreddin er-Râzî)
لَهُمُ الجَنَّةَ ‘deki لِ harf-i ceri mülkiyet ve istihkak içindir. (Âşûr)
Her müşterinin, mutlaka bir satıcısı bulunması gereklidir. Burada ise satan da alan da Allah Teâlâ'dır. Satanın ve alanın aynı kimse olması ancak alışverişte faydasına olan şeylere aklı ermeyen bir çocuğun işlerini yerine getiren kayyim hakkında doğru olur. Bu alış-veriş, memnunluk verici olması şartına bağlıdır. Bundan dolayı ayetteki bu mesel (benzetme), kulun, adeta kendi işlerini yürütemeyen bir çocuğa; Allah Teâlâ'nın da iyi ve mükemmel bir kayyime benzetildiğini gösterir. Bundan maksat, Cenab-ı Hakk'ın müsamahakâr olup günahları affedeceğine ve kullarını her türlü hayır ve saadet mertebelerine ulaştıracağına işaret etmektir.
İkinci incelik: Allah Teâlâ, (onların canları ve malları) diye kulların kendisine izafe etmiştir. Dolayısıyla canların ve malların kullara nispet edilmesi, kulların kendilerinin dışında iki şeyin bulunmasını gerektirir. Aslında durum da böyledir. Çünkü insan, devamlı kalan aslî cevherden ibarettir. Bu beden, o aslî cevherin aleti, edevatı ve bineği durumundadır. Mal da bu bineğin faydasına olarak yaratılmıştır. İşte Hak Teâlâ insandan bu bineği ile malını, cennet karşılığında satın almıştır. Doğrusu da budur. Çünkü insanın, bu durmadan değişen maddeler âleminin faydalarına mal ve bedenle ilgili faydalara kalbi bağlı kaldığı müddetçe, yüce mutluluklara ve kıymetli derecelere ulaşması imkânsız olur. Fakat insanın bu faydalara olan ilgisi kesilir ve bu ilgi, bedeni ölüme; malı da Allah'ın rızasını kazanmak için harcama derecesine gelirse, o kimse, hidayeti heva-i hevesine; Mevlâ'yı dünyaya, ahireti ûlâ'ya (dünyaya) tercih etmiş olur. Dolayısıyla da saitlerden, iyiler (ebrâr) den, faziletli ve hayırlı kimselerden olur. O halde, burada aslında satıcı olan, (insanın) o kutsi ruh cevheridir, müşteri (satın alan) de Allah Teâlâ'dır. Bu iki bedelden birisi çürümeye mahkûm beden ile fani maldır, diğeri ise devamlı cennet ve baki mutluluklardır. O halde büyük bir kazanç elde edilmiş, gam ve keder zail olmuş olur. İşte bundan ötürü Cenab-ı Hak, "O halde (ey müminler) yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin" buyurmuştur.(Fahreddin er-Râzî)
يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَيَقْتُلُونَ وَيُقْتَلُونَ وَعْداً عَلَيْهِ حَقاًّ فِي التَّوْرٰيةِ وَالْاِنْج۪يلِ وَالْقُرْاٰنِۜ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üslupla gelen فَيَقْتُلُونَ ve وَيُقْتَلُونَ cümleleri, tezâyüf nedeniyle يُقَاتِلُونَ cümlesine atfedilmiştir.
ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla Allah’ın yolu, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü Allah yolu hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak Allah'ın emrine uymanın önemini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
سَب۪يلِ اللّٰهِ izafetinde lafzâ-i celâle muzâf olması سَب۪يلِ için tazim ve şeref ifade eder.
سَب۪يلِ اللّٰهِ ibaresinde istiare vardır. سَب۪يلِ kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir.
Lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. Çünkü ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır.
وَعْداً mahzuf fiilin mef’ûlün mutlakıdır. Takdiri; وعدهم وعدا (Onlara bir vaat verdi)’dir. حَقاًّ da aynı şekilde takdiri حقّ (Gerçek oldu) olan mahzuf fiilin, önceki manayı tekid eden mef’ûlü mutlakıdır. Yani cümle حقّ ذلك الوعد حقّا (Bu vaat gerçek olarak vuku buldu) şeklindedir. Mef’ûlü mutlakların amillerinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Müteakip car-mecrurların müteallakı, وَعْداً ’in mahzuf sıfatıdır. (Mahmud Sâfî)
فِي التَّوْرٰيةِ وَالْاِنْج۪يلِ وَالْقُرْاٰنِۜ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla Tevrat, İncil, Kur’an, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü bu sayılanlar hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak bu kitaplardakilerin hak gerçek olduğunu etkili bir şekilde ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
يُقَاتِلُونَ (Savaşırlar) ifadesinde, tıpkı “Siz Allah ve Resulüne iman edersiniz; mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihat edersiniz.” [Saf 61/11] ayetinde olduğu gibi emir anlamı vardır. (Keşşâf, Ebüssuûd)
"Onlar Allah yolunda savaşırlar (mukatele ederler), öldürürler ve öldürülürler."
Bu kelam, makabli (kendinden öncesi) için bir izah mahiyetindedir. Fakat bu izah, satın almanın amacını beyan için olmadığı gibi kendisini beyan için de değildir. Çünkü müminlerin Allah Teâlâ yolunda savaşması, Allah'ın, onların canlarını ve mallarını satın almasından değil, fakat onların kendi canlarını ve mallarını Allah yolunda feda etmelerindendir. Sanki:
"- Onlar canlarını ve mallarını cennet karşılığında nasıl satıyorlar?"
diye sorulmuş da buna cevap olarak:
"- Onlar Allah yolunda savaşırlar..." denilmiştir.
İşte bu, onların, canlarını ve mallarını Allah Teâlâ yolunda feda etmeleri demektir. " Öldürürler ve öldürülürler" ifadesi de bunu açıklar niteliktedir. Çünkü Allah Teâlâ yolunda savaşan kimse, sağ, salim ve ganimetlerle geri dönmüş olsa bile Allah Teâlâ yolunda canını feda etmiş sayılır. Ayetteki "öldürürler ve öldürülürler" vasıflandırması, her ikisinin veya birinin şart olduğunu belirtmek için değil, fakat küllün (bütünün), ba'zın (cüzün) vasfıyla tavsifi kabilindendir. (Ebüssuûd)
يَقْتُلُونَ (öldürürler) kelimesinin, يُقْتَلُونَ (öldürülürler) kelimesinden önce zikredilmesi, savaşın, canları feda etmek demek olduğu noktasında iki sonuç arasında fark olmadığını bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
المُقاتَلَةِ في سَبِيلِ اللَّهِ ibaresinin öldürülmeye, işkenceye vb. şeylere karşı sabır manasında kullanımı mecazdır. Bu şekilde يُقاتِلُون fiili hem gerçek hem de mecaz anlamıyla kullanılmış olur. (Âşûr)
Bu ayette Allah Teâlâ, müminlerden istediklerini emir kalıbında değil, haber cümlesi kalıbında beyan etmiştir. (ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, II, 302)
فَيَقْتُلُونَ - يُقْتَلُونَ kelimeleri, şekil bakımından birbirinden farklı olduğu için burada cinas-ı nakıs vardır. Bu da edebi sanatlardandır. (Safvetü't Tefasir)
وَمَنْ اَوْفٰى بِعَهْدِه۪ مِنَ اللّٰهِ
وَ itiraziyyedir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır. Cümle istifham üslubunda gelmiş, talebî inşâî isnaddır. İstifham ismi مَنْ ’in haberi اَوْفٰى , mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen cihada teşvik amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
وَمَنْ اَوْفٰى بِعَهْدِه۪ مِنَ اللّٰهِ (Sözünü Allah'tan daha çok yerine getiren kimdir) sorusu gerçek manada soru değildir, vaadi yerine getirmede mübalağadır ve hak olduğunu onaylatmadır. (Beyzâvî)
"Ahdinde Allah'tan daha vefalı kim olabilir?" cümlesi, makablinin mefhûmunu yani vaadin hak olduğunu, ziyadesiyle açıklar. Çünkü Allah Teâlâ’nın, ahdine herkesten daha çok bağlı olduğunu bildirir. Çünkü vaadi gözetmemek, üstün ahlak sahibi insanlardan sadır olacak bir hareket değil iken bütün kâinatın yaratıcısı ve alemlerden müstağni olan Cenab-ı Allah'tan sadır olması nasıl düşünülebilir? (Ebüssuûd)
مِن harf-i ceri karşılaştırma (efdaliyet) içindir. Sîbeveyh’e göre ise ibtidaiyyedir. Yani mecazi ibtida’ içindir. Allah azze ve celle’nin kemal sıfatlarının manasının tamamının zihinde canlandırılması için zamir yerine ism-i celâl kullanılmıştır.
(Âşûr)
فَاسْتَبْشِرُوا بِبَيْعِكُمُ الَّذ۪ي بَايَعْتُمْ بِه۪ۜ
فَ mahzuf şartın cevabı için rabıta harfidir. Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan … اسْتَبْشِرُوا cümlesi şartın cevabıdır.
بِبَيْعِكُمُ için sıfat konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ‘nin sılası بَايَعْتُمْ بِه۪ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Takdiri … إن بايعتم اللَّه على الجنّة (Cennet üzerine Allah'a biat edersen) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzufla birlikte terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
التَّوْرٰيةِ - الْاِنْج۪يلِ - الْقُرْاٰنِ ve وَعْداً - بِعَهْدِه۪ ve بَيْعِكُمُ - اشْتَرٰى kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
يُقَاتِلُونَ - فَيَقْتُلُونَ - يُقْتَلُونَ ve بِبَيْعِكُمُ - بَايَعْتُمْ kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu cümlede hitap zamirine iltifat edilmiştir. (Mahmud Sâfî)
وَذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Fasıl zamiri ve haberin tarifi ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsme isnad edilmiş bu isim cümlesi sübut ifade eder.
الْفَوْزُ mübtedanın haberidir. Müsnedin ال takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin ال ile marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife olması sebebiyle üç katlı tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Cümlede ذٰلِكَ ile müminlerin mükâfatına işaret edilmiştir.
ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan, istiare oluşur. Câmi’ her ikisindeki vücudun tahakkukudur.
ذٰلِكَ sözünde cem’ ve iktidâb vardır. Olayı özetleyen bir kelimedir.
Zamir makamında gelen işaret ismi ذٰلِكَ bunun son derece belli, müşahede edilebilir cinsten sayıldığını bildirir. Bunun uzaklık manasını içermesi de işaret edilen davranışın derecesinin yüksek ve mertebesinin uzak olduğunu bildirir.
(Ebüssuûd, Maide/32)
ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟ cümlesindeki uzaklık belirten işaret ismi, kazancın ulaşılması güç bir başarının sonucu olduğunu vurgulamak ve tazim ifadesi için gelmiştir.
Bu ayette iki tezyîl vardır. Birincisi, Allah Teâlâ’nın وَعْدًا عَلَيْهِ حَقًّا sözüdür. Bu sözden önce kelam tamam olmuştu. Allah, öncesini pekiştirmek için bu sözü getirmiştir.
İkincisi, Allah Teâlâ’nın َوَمَنْ اَوْفٰى بِعَهْدِه۪ مِنَ اللّٰهِ sözüdür. Bu söz, öncesini pekiştirmek için mesel-i sâir olarak getirilmiştir. Bu, birinci tezyîl için ikinci tezyîldir. (İbn Münkız, el-Bedî‘, s. 125; İbn Ebi’l-İsba‘, Tahrîru’t-Tahbîr, s. 387; Bedî‘u’l-Kur’an, II, 156; İbn Hicce, Hızânetu’l-Edeb, I, 242; Allân, el-Bedî‘ fi’l-Kur’an, s. 622.) (Mahmud Sâfî)
ذَلِكَ هو الفَوْزُ العَظِيمُ cümlesi, az lafızla çok mana ifade eden tezyîl cümlesidir. Cümlenin başındaki işaret zamiri ise bu alışverişin tüm vasıflarını karşılıklarıyla birlikte ihtiva eder. Fasıl zamiri, isim cümlesi ve ehemmiyet manası veren العَظِيمُ sıfatıyla ise bu mana tekid edilmiştir. (Âşûr)
107. ayeti kerimede zikredilen Dirâr Mescidi ifadesinde geçen dirâr kelimesi Türkçe'de zarar şeklinde kullandığımız kelimedir. Kur'an-ı Kerim bu ayetler vasıtasıyla Müslümanları münafık ve Yahudileri karşı uyanık olmayı tavsiye etmiştir.
Kişi başka bir kula – popüler ifadeyle – aşık olduğunda, normalde başkaları için yap(a)mayacağı işleri seve seve yapar. Yeter ki sevdiği memnun kalsın diye. Kişi sevdiğiyle beraberken, elindeki iş ya da bulunduğu ortam, bütün sıkıntılardan sıyrılır. Zorluklar ya kolaylığa dönüşür ya da içindeki güzellik ortaya çıkar. Gösterilen çaba lezzetlenir ve tek başına bir mutluluk kaynağı haline gelir. Ve bu sadece kendisi gibi bir ölümlüye aşık olanın kapasitesidir.
Peki aynı kişi, kendisini yaratana ve kendisine sonsuz huzuru vaat edene aşık olsa, kendisine neler nasip olurdu?
Allah’ın merhameti o kadar mükemmel ve bütün eksikliklerden münezzeh ki, kişi yaptığı her işi Allah rızası için yapabilmenin sırrını keşfetse, hem yaptığı en basit görünümlü iş bile Allah katında değer kazanır, hem de etrafındaki insanların da gönlünü almış olur. Allah rızası için çabalayan kişinin nefsi bir çok zincirden (hırs, kibir vb.) özgürleşir çünkü o artık iyiliği dokunduğu kişiden karşılık beklememektedir. Mükafatını hakikatin sahibinden beklediğinde, artık kalbi ve zihni hakikatle meşguldur. Nefsani duygu ve düşünceler geri plana itilir. Hakiki huzur da, orada gizlidir.
Allahım! Yaptığım her şeyi Senin rızan için yapmam da yar ve yardımcım ol. Attığım adımlar, aldığım kararlar ve sevdiğim insanlar yalnız Senin için olsun. Başladığım ve niyet ettiğim her işte, aklıma ilk gelen Seni memnun etmek olsun. Halim; canını ve malını, Senin yolunda, Senin rızan için feda eden kullarının hali gibi güzelleşsin. Ahiret ticaretinden kazançlı çıkanlardan olmak duasıyla.
Amin.
***
Şair ruhlu bir insan şöyle der;
Zalime sorsan, zulmünün bir kılıfı,
Köşeye sıkıştırsan, onun da bir kalbi vardır.
Gösterdiğine baksan, zifiri karanlıktı,
Kendi elleriyle hiçliğe gidenin adı insandır.
Ey gözlerden gizlenen kalbin halini bilen Allahım!
Senden hiçbir şey saklayamayacağımıza iman ettik. Şüphesiz ki Sen niyetlerimizin gerçek yüzünden haberdar olansın.
Bizi Senin rızanı kazanmak niyetiyle uyananlardan,
Hakikat ve batıl arasındaki farkı görenlerden,
Niyetlerimizin hedefini Sana kavuşmak diye belirleyenlerden,
Sahip olduğumuz her uzvumuzun dahil olduğu herhangi bir işi; doğru ve dürüstlükle yapanlardan eyle.
Ey dilediğini rezil eden, dilediğine izzet veren Allahım!
Hakkımızda hayırsız olacak ve bize zarar getirecek işlerin kölesi olmaktan Sana sığınırız. Şüphesiz ki rızık, huzur ve izzet Senin katındandır.
Bizi maddi ve manevi anlamda rahmetinle, muhabbetinle ve bereketinle doyurduklarından,
Karanlıklardan sıyırıp, nurunla tamamladıklarından; alçaklıktan kurtarıp, katında yükselttiklerinden,
Nimetlerinin kıymetini bilip Sana şükür ile koşanlardan,
Canı yandığında ise kalkıp hemen Sana sığınanlardan eyle.
Amin.