5 Aralık 2024
Tevbe Sûresi 112-117 (204. Sayfa)
Tevbe Sûresi 112. Ayet

اَلتَّٓائِبُونَ الْعَابِدُونَ الْحَامِدُونَ السَّٓائِحُونَ الرَّاكِعُونَ السَّاجِدُونَ الْاٰمِرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَالنَّاهُونَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَالْحَافِظُونَ لِحُدُودِ اللّٰهِۜ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ  ...


Bunlar, tövbe edenler, ibâdet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar, rükû’ ve secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah’ın koyduğu sınırları hakkıyla koruyanlardır. Mü’minleri müjdele.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 التَّائِبُونَ tevbe edenler ت و ب
2 الْعَابِدُونَ ibadet edenler ع ب د
3 الْحَامِدُونَ hamdedenler ح م د
4 السَّائِحُونَ seyahat edenler س ي ح
5 الرَّاكِعُونَ rüku edenler ر ك ع
6 السَّاجِدُونَ secde edenler س ج د
7 الْامِرُونَ emredip ا م ر
8 بِالْمَعْرُوفِ iyiliği ع ر ف
9 وَالنَّاهُونَ ve men’edenler ن ه ي
10 عَنِ -ten
11 الْمُنْكَرِ kötülük- ن ك ر
12 وَالْحَافِظُونَ ve koruyanlar ح ف ظ
13 لِحُدُودِ sınırlarını ح د د
14 اللَّهِ Allah’ın
15 وَبَشِّرِ ve müjdele ب ش ر
16 الْمُؤْمِنِينَ mü’minleri ا م ن

“Dünyada yolcu gibi yaşayanlar” şeklinde tercüme ettiğimiz “es-sâihûn” kelimesinin sözlük anlamı “seyahat edenler”dir. Birçok sahâbî, Hz. Peygamber’in “Ümmetimin seyahati oruçtur” meâlindeki bir hadisine dayanarak âyetteki bu kelimeyi “oruç tutanlar” şeklinde yorumlamışlardır (Taberî, XI, 28). Seyahat ve oruç arasındaki benzerlik daha çok şu şekilde açıklanmıştır: Her ikisinde kişi birtakım zorluklara ve mahrumiyetlere katlanır; seyahatte kişi görmediği, bilmediği yerleri ve durumları görüp gözlemleyebilir, oruç tutan mümin de ruhen yücelerek melekût âleminin birtakım özel hallerine muttali olabilir. Bazı ilk dönem müfessirleri bir başka hadise dayanarak aynı kelimeyi, “cihad edenler” biçiminde açıklamışlardır. Kelimeyi sözlük anlamına göre yorumlayanlar, “yer yüzünde seyahat edenler”, “Mekke’den Medine’ye göç edenler”, “ilim öğrenmek için yolculuğa çıkanlar”, “Allah’ın birlik ve kudretini gösteren delilleri gözlemlemek ve onlardan sonuçlar çıkarmak için yollara düşenler” gibi açıklamalar yapmışlardır (İbn Atıyye, III, 89; Elmalılı, IV, 2625; Kur’an’ın dersler çıkarma amacıyla yeryüzünde gezip dolaşmayı özendirmesi hakkında bk. Âl-i İmrân 3/137). Tercümemize esas olan düşünceyi de şöyle özetlemek mümkündür: Bu dünyanın fâni olduğunu unutmayanlar, ömür sermayelerini olabildiğince ebedî mutluluğa yatıranlar, dünya hayatlarını hep bir yolcunun şuuru içinde yaşarlar; bu ebediyet yolcuları, kelimenin yorumunda zikredilen güzel davranışlar içinde bulunurlar.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 3 Sayfa: 64-65

Riyazus Salihin, 1348 Nolu Hadis
Ebû Ümâme radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, sahâbeden bir adam:
–Yâ Resûlallah! Seyahata çıkmam için bana izin ver, dedi. Bunun üzerine Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:
–”Şüphesiz ki ümmetimin seyahati Azîz ve Celîl olan Allah yolunda cihada çıkmaktır” buyurdu.
(Ebû Dâvûd, Cihâd 6)
سيح Seyaha : ساحَةٌ geniş mekan demektir. Aslen سَائِحٌ kelimesi geniş bir mekanda (ساحَةٌ) devamlı akan su manasına gelir. Bu anlamdan yola çıkarak ساحَ fiili de bir arazinin içinden ya da yeryüzünde bir ساحَ gibi geçip gitti demek olur. Kuran-ı Kerim’de iki defa geçen سائِحٌ kelimesi oruç tutan anlamındadır. Oruç ise iki çeşittir: 1- Hükmi oruç: Yiyeceği ve cinsi münasebeti terk etmeyi ifade eder. 2- Hikemî oruç: Kulak, göz ve dil gibi organları günahlardan korumaktır. Ayeti kerimelerde kastedilen سائِحٌ ibareleri birinci türden değil ikinci türden oruçtur. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de iki türeviyle 3 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri seyahat ve seyyahtır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

اَلتَّٓائِبُونَ الْعَابِدُونَ الْحَامِدُونَ السَّٓائِحُونَ الرَّاكِعُونَ السَّاجِدُونَ الْاٰمِرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَالنَّاهُونَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَالْحَافِظُونَ لِحُدُودِ اللّٰهِۜ

 

İsim cümlesidir.  اَلتَّٓائِبُونَ الْعَابِدُونَ الْحَامِدُونَ السَّٓائِحُونَ الرَّاكِعُونَ السَّاجِدُونَ الْاٰمِرُونَ  kelimeleri mahzuf mübtedanın haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır. Mahzuf mübtedanın takdiri  هم  şeklindedir.

بِالْمَعْرُوفِ  car mecruru   الْاٰمِرُونَ ’ye müteallıktır.  النَّاهُونَ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  الْاٰمِرُونَ’ye matuf olup  ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

عَنِ الْمُنْكَرِ  car mecruru  النَّاهُونَ ‘ye müteallıktır.

الْحَافِظُونَ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  الْاٰمِرُونَ ’ye matuf olup  ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

لِحُدُودِ اللّٰهِ  car mecruru  الْحَافِظُونَ ’ye müteallıktır.

اَلتَّٓائِبُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan توب  fiilinin ism-i failidir.

الْعَابِدُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan عبد  fiilinin ism-i failidir.

الْحَامِدُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan حمد fiilinin ism-i failidir.

السَّٓائِحُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  سيح  fiilinin ism-i failidir.

الرَّاكِعُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  ركع  fiilinin ism-i failidir.

السَّاجِدُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  سجد  fiilinin ism-i failidir.

الْاٰمِرُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan أمر  fiilinin ism-i failidir.

النَّاهُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  نهي  fiilinin ism-i failidir.

الْحَافِظُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan  حفظ  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْمَعْرُوفِ  kelimesi sülâsî mücerred olan  عرف  fiilinin ism-i mef’ûludur.

الْمُنْكَر  sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl  babının ism-i mef’ûludur.

 

 وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. بَشِّرِ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت dir.  الْمُؤْمِن۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

الْمُؤْمِن۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بَشِّرِ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  بشر ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

اَلتَّٓائِبُونَ الْعَابِدُونَ الْحَامِدُونَ السَّٓائِحُونَ الرَّاكِعُونَ السَّاجِدُونَ الْاٰمِرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَالنَّاهُونَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَالْحَافِظُونَ لِحُدُودِ اللّٰهِۜ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Sübut ifade eden cümlede takdiri  هم  olan mübteda, mahzuftur.  اَلتَّٓائِبُونَ  haberdir. Müteakip  الْعَابِدُونَ الْحَامِدُونَ ,السَّٓائِحُونَ ,الرَّاكِعُونَ ,السَّاجِدُونَ ,الْاٰمِرُونَ  kelimeleri de haberin ardından gelen haberlerdir.  وَالنَّاهُونَ  tezat sebebiyle,  وَالْحَافِظُونَ  tezâyüf sebebiyle makabline atfedilmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Ayette hem müsnedin hem müsnedün ileyhin marife gelmesi kasr ifade etmiştir. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuf babında hakiki kasrdır. Cümle faide-i haber inkârî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Tövbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, seyahat edenler, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredenler ve kötülükten men edenler ve Allah’ın sınırlarını koruyanlar tek tek sayılmış, sonra mü’min olmaları ve müjdelendikleri hükmünde birleştirilmiştir. Bu üslup bedî’ sanatlardan cem’ sanatıdır. Bu sanatın yapıldığı kelamı dinleyen muhatabın merakı artar ve hükmü heyecanla bekler.

“Secde edenler ve rükû edenler” sözlerinden namaz kastedilmiştir. Cüz söylenmiş kül kastedilmiştir. Mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Namazın en önemli erkânından oldukları için bu ikisi zikredilmiştir. (Sâbûnî)

السَّٓائِحُونَ [Seyahat edenler] “oruç tutanlar” demektir, çünkü aleyhis-salatü ve’s-selam Efendimiz, “Ümmetimin seyahati oruçtur.” buyurmuştur. Orucun seyahata benzetilmesi şehvetleri engellemesinden ya da mülk ve melekûtun gizemlerinden haberdar olmak için nefis mücadelesi olmasındandır. Ya da cihat veya ilim öğrenmek için seyahat edenlerdir. (Beyzâvî) 

Bu kelimenin oruç tutanlar için kullanılması, oruçluların yemek, içmek ve şehvetten uzak durup Allah yolunda manevi bir yolculuğa çıkması nedeniyledir.

Bu kelimelerin hepsi aynı vezinle, ism-i fail olarak gelmiştir. Devamlılık ifade eder. 

Atfın terkedilmesiyle sanki bunlar tek bir sıfatmış hissi uyandırılmış ve bir mevsufta bu sıfatların toplandığı ifade edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الْاٰمِرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَالنَّاهُونَ عَنِ الْمُنْكَرِ  [Marufu emredip münkerden nehyedenler]  ibaresinde ikili mukabele vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

الْمُنْكَر - بِالْمَعْرُوفِ  ve النَّاهُونَ - الْاٰمِرُونَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab vardır.

اَلتَّٓائِبُونَ - الْعَابِدُونَ - الْحَامِدُونَ - السَّٓائِحُونَ - الرَّاكِعُونَ - السَّاجِدُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

السَّٓائِحُونَ  seyyahlar, gezginler yani oruçlular. Çünkü Peygamber Efendimiz, سَيَاحَةُ اُمَّت۪ى الصَّوْمُ  “Ümmetimin seyahati oruçtur.” (Süyuti, ed-Dürrü’l-mensur, IV, 297) buyurmuştur. 

Orucun seyahata benzerliği vardır: Seyahat eden kimse, işin icabı olarak gerek yiyip içmek, gerek dinlenmek ve daha başka nefsinin istekleri hususunda tutumlu davranmak ve bazı sıkıntılara katlanmak zorunda kalır. Oruç tutmak da insanı nefsani arzulardan uzak tutmak açısından çok önemli bir yolculuğa benzer.

Seyahat, insanın görmediği, bilmediği bir takım şeylerle karşılaşmasına vesile olan bir dış dünya yolculuğudur. Bunun gibi oruç da insanın kendi iç dünyasında gizli kalmış bir takım özelliklerin tanınmasına, mülk ve melekût aleminin bir takım sırlarına vakıf olmasına vesile olur. Seyahat bir bedeni riyazet olduğu gibi oruç da bir ruhi riyazet ve seyahattır. (Elmalılı Hamdi Yazır)

Cenab-ı Hakk, önceki ayette müminlerin canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın aldığını beyan edince bu ayette de, o müminlerin dokuz sıfatla mevsuf olan kimseler olduklarını beyan buyurmuştur.

Ayetteki, bu dokuz sıfatın merfû oluşu hususunda şu izahlar yapılmıştır:

1. Bunlar, medh üzere merfû olup, takdiri;  هُمُ التَّائِبُونَ الْعَابِدُونَ  “Onlar, tövbe edici olan, hamd edici olan kimselerdir.” şeklindedir. Bu, “Şüphesiz ki Allah, müminlerden canlarını ve mallarını satın aldı.” ayetinde bahsedilen müminler tövbe eden, ibadet eden müminlerdir" manasına gelir.

2. Zeccâc şöyle demiştir: “Ayetteki  التَّائِبُونَ (ve diğer sıfatlar), haberi mahzuf olan birer mübtedadır ve takdiri;  وَكُلًّا وَعَدَ اللّٰهُ الْحُسْنٰى  ‘Cihat etmeseler dahi tövbe eden, ibadet eden.. kimseler de cennet ehlindendir.” şeklinde olabilir. Bu güzel bir izahtır. Çünkü buna göre cennet vaadi bütün müminler için söz konusu olmuş olur. Fakat biz,  التَّائِبُونَ (ve devamını) kendinden önceki ayetle ilgili kılarsak o zaman cennet vaadi sadece mücahitler için söz konusu olur.”

Bu ayette dokuz sıfatla ilgili açıklama:

  1. Tövbe ederler: Usulcüler de buna, “Her türlü günah ve masiyetten tövbe edenler” manasını vermişlerdir. Bu mana daha uygundur. Çünkü tövbe, bazen küfürden (inkârdan) bazen de günahtan dolayı yapılır. Ayetteki  التَّائِبُونَ  kelimesi, başında elif-lâm bulunan umum bir kelimedir. O halde bu, bunların hepsini (her ikisini de) içine alır. Bu sebeple, bunu küfürden tövbeye tahsis etmek, bir tahakkümdür (delilsiz iddiadır).
  2. İbadet ederler,
  3. Hamd ederler,
  4. Oruç tutup, ilim için gurbete çıkarlar,

5-6. Kâdî şöyle demektedir: “Cenab-ı Hakk, rükû ve secdeyi namazdan kinaye olarak zikretmiştir. Çünkü namaz kılanın (namazdaki) diğer şekilleri, âdetine (her zamanki hallerine) uygundur. Bu da onun kalkması ve oturmasıdır. Bu hususta, âdetin dışına çıkan şey, rükû ve secdedir. İşte bu ikisi ile namaz kılan ve kılmayan arasındaki fark ortaya çıkmaktadır.” Şöyle de denebilir: Kıyam (ayakta durma), Allah için gösterilen tevazunun ilk basamağı; rükû, ortası; secde ise en son basamağıdır. Bundan dolayı namaz kılmaktan maksadın, alabildiğine huşû, hudû ve tazim gösterme olduğuna dikkat çekmek üzere huşûnun ve kulluğun nihai noktasına delalet ettikleri için (namaz kılma manasında) bilhassa rükû ve secde zikredilmiştir.

7-8. Bu ifadede cihadın farz kılınışına bir işaret vardır. Çünkü marufun (iyiliğin) başı Allah’a iman; münkerin (kötülüğün başı) ise Allah’ı inkârdır. Cihat, imana teşviki ve küfürden alıkoymayı gerektirir. Bundan dolayı cihat, marufu emir ve münkeri nehiy konusuna dahildir.

وَالنَّاهُونَ... ifadesinin başına vav edatının getirilmesi ile ilgili şu izahlar yapılmıştır: Birinci izah: Eşitlik bazen vav ile bazen de vavsız olarak gösterilir.

İkinci İzah: Bu ayetlerin maksadı, cihada teşvik etmektir. Dolayısıyla Cenab-ı Hakk önce bu altı sıfatı zikretmiş, daha sonra da “marufu emredenler, münkerden nehyedenler...” buyurmuştur. Buna göre kelamın takdiri, “Şu altı sıfatı taşıyanlar, marufu emredip münkerden nehyedenlerdir” şeklinde olur. Biz, emr-i maruf nehy-i münkerin başının cihat olduğunu söyledik. O halde bu ifadenin başına vav getirilmesinin maksadı, bahsettiğimiz bu hususa dikkat çekmektir.

Bu kelimelerin başına vav harfi getirilmiş olmasının üçüncü izahı şudur: Geçen her sıfat insanın kendisi için yaptığı ibadetler olup, onların başkasıyla ilgisi ve alakası yoktur. Ama nehy-i münker meselesi ise başkasıyla ilgisi olan bir ibadettir. Bu nehiy ve yasaklama, öfkenin kabarmasına ve düşmanlığın ortaya çıkmasına sebebiyet verir. Çoğu kez nehyedilen kimse, kendisini nehyedeni dövmeye ve onu öldürmeye yeltenir. Böylece nehy-i münker, ibadet ve taat çeşitlerinin en zoru olmuş olur. İşte bu sebeple daha çok sıkıntı ve meşakkatin bulunduğuna dikkat çekmek için  النَّاهُونَ  kelimesinin başına vav getirilmiştir.

9. Allah’ın sınırlarını korurlar (Fahreddin er-Râzî) 

Bazı alimler  والنّاهُونَ عَنِ المُنْكَرِ  ifadesindeki  و  harfinin  واوَ الثَّمانِيَةِ  olduğunu söylemiştir. Araplar herhangi bir şeyi sayarken 8.de bu harfi zikrederler. (Âşûr)


 وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ

 

وَ  istînâfiyyedir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Bu ayette müjdele emriyle görevli bulunan kişi Rasulullah (s.a.) olduğu gibi herkes de olabilir. İşte bu, daha güzel ve yerinde bir yorumdur. Çünkü burada söz konusu hususun, müjdeleyebilecek herkes tarafından müjdelenmeyi hak edecek kadar önemli ve muazzam bir husus olduğu iması söz konusudur. (Bakara Suresi, 25)

Bu cümlede müjdesi verilen şeyin hazfedilmesi tazim içindir. Sanki, “Onları fehimlerin anlamayacağı ve sözlerin ifade edemeyeceği şeylerle müjdele!” buyurmuştur. (Beyzâvî)

وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ  ifadesinde önemlerine ve şereflerine binaen zamir yerine zahir isim getirilmiştir. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, Ebüsuûd)
Tevbe Sûresi 113. Ayet

مَا كَانَ لِلنَّبِيِّ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْ يَسْتَغْفِرُوا لِلْمُشْرِك۪ينَ وَلَوْ كَانُٓوا اُو۬ل۪ي قُرْبٰى مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمْ اَنَّهُمْ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ  ...


Cehennem ehli oldukları açıkça kendilerine belli olduktan sonra, -yakınları da olsalar- Allah’a ortak koşanlar için af dilemek ne Peygambere yaraşır, ne de mü’minlere.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَا
2 كَانَ yoktur ك و ن
3 لِلنَّبِيِّ peygamber için ن ب ا
4 وَالَّذِينَ ve kimseler için
5 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
6 أَنْ
7 يَسْتَغْفِرُوا mağfiret dilemek غ ف ر
8 لِلْمُشْرِكِينَ ortak koşanlar için ش ر ك
9 وَلَوْ ve şayet
10 كَانُوا olsalar ك و ن
11 أُولِي akraba bile ا و ل
12 قُرْبَىٰ ق ر ب
13 مِنْ
14 بَعْدِ sonra ب ع د
15 مَا
16 تَبَيَّنَ belli olduktan ب ي ن
17 لَهُمْ onların
18 أَنَّهُمْ muhakkak
19 أَصْحَابُ halkı oldukları ص ح ب
20 الْجَحِيمِ cehennem ج ح م

Âyetlerin, Hz. Peygamber’in amcası Ebû Tâlib’in veya annesinin bağışlanması için dua etmesi yahut bazı müminlerin müşrik olarak ölen yakınlarının bağışlanmaları için dua etmeleri sebebiyle indiğine dair değişik rivayetler bulunmaktadır (bk. Taberî, XI, 40-43). Sûrenin iniş zamanı ile ilgili bilgiler, 113. âyette hem Hz. Peygamber hem de müminlerden söz edildiği ve ardından gelen âyette de Hz. İbrâhim örneğine değinildiği göz önüne alınırsa, asıl amacın belirli bir olayla ilgili bir hüküm veya açıklama getirmek değil, bu konuda bir ilkeye dikkat çekmek olduğu anlaşılır ki bu da, hayatındaki bütün fırsatları bir kenara itip Allah’a şirk koşmakta ısrar ettiği ve o hal üzere öldüğü bilinen kişilerin bağışlanması için duada bulunmanın Allah katında tasvip edilen bir davranış olmadığıdır. Bazı müfessirlerce belirtildiği üzere, burada müşrikler için istiğfarda bulunma yasağı, onların şirk üzere öldüklerinin bilinmesi haliyle sınırlıdır. Bir kimse hayatta iken onun kâfir olarak öleceği bilinemeyeceğine göre, müminlerin henüz sağ olan inançsız bir kişinin hidayete ermesi ve bağışlanması için dua etmelerine bir engel yoktur (Taberî, XI, 43-44). Bu bağlamda Resûl-i Ekrem’in Hz. İbrâhim’in soyundan olduğu, hayatta olduğu sürece hiç kimseyi imansız öleceğini varsayarak Allah düşmanı ilân etmediği, hatta münafıkların reisi Abdulah b. Übey öldüğünde iyi bir mümin olan oğlunun onun cenaze namazını kıldırması yönündeki ricasını dahi reddetmemeye çalıştığı da hatırlanmalıdır.

 Hz. İbrâhim’in babası için duadan vazgeçmesi, birçok müfessir tarafından, babasının müşrik olarak öldüğünden emin olması üzerine istiğfarı bırakması şeklinde açıklanmıştır. Bazı müfessirler ise bir rivayetten yola çıkarak, âhirette babasının sırattan geçebilmek için kendisinden yardım isteyeceği, fakat müşrik olarak öldüğünü açıkça görmesi üzerine yardımda bulunmayı reddedeceği yorumunu yapmışlardır; fakat bunu teyit eden sağlam bir delil bulunmamaktadır. İbn Atıyye bu yorumun zayıf olduğunu belirtmekte (III, 91), Taberî de birinci yorumu daha isabetli bulmaktadır (XI, 45-47; Hz. İbrâhim hakkında bilgi için bk. Bakara 2/124; Âl-i İmrân 3/65-68).

“Çok duyarlı” diye tercüme ettiğimiz evvâh kelimesine, bazı hadislerde-ki kullanımlar da dikkate alınarak, “çok dua eden, merhameti bol, derin anlayış sahibi, yürekten inanmış, Allah’ı çok tesbih eden, Allah kelâmını çok okuyan, mânevî ıstıraplardan ötürü derin teessürleri olan, kalbi yanık, âh edip inleyen, kavrama gücü yüksek, huşû içinde Allah’a yalvaran” gibi mânalar da verilmiştir (Taberî, XI, 47-53).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri

 Cilt: 3 Sayfa: 66-67

Müseyyeb bin Hazn rivayet ediyor. Ebû Talib’e ölüm alâmetleri geldiği sırada ona Resulullah geldi. Ve amcasının yanında Ebû Cehil bin Hişam ile Abdullah bin Ebî Ümeyye’yi buldu. Resulullah (a.s.m.) Ebû Tâlib’e, “Ey amca! ‘Lâ ilâhe illallah’ de. Allah katında kendisiyle sana şehadet ve şefaat edeyim. Bu mübarek kelimeyi söyle.” buyurdu.
Ebû Cehil ve Abdullah bin Ebî ümeyye: “Ey Ebû Tâlib! Abdülmuttalib milletinden yüz mü çevireceksin?” diye onu vazgeçirdiler.
Resul-i Ekrem (a.s.m.) amcasına Kelime-i Tevhidi arza devam ediyordu. Bu ikisi de mütemâdiyen o sözlerini tekrar ediyorlardı. Nihayet Ebû Talib bunlara söylediği son söz olarak:
“O, yâni ben, Abdülmuttalib milleti üzeredir.” dedi ve Lâ ilâhe illallah demekten çekindi.
Resulullah (a.s.m.): “İyi bil, amcacığım! Yemin ederim ki ben, hakkında mağfiret dilemekten nehyolunmadıkça her halde Allah Teâlâ’dan senin için af ve mağfiret dilerim.” dedi.
Bunun üzerine Cenab-ı Hak şu meâldeki âyet-i kerimeyi indirdi:
“Akraba bile olsalar, onların Cehennemlik oldukları ortaya çıktıktan sonra müşrikler hakkında Allah’tan af dilemek, ne Peygambere ne de îman edenlere uygun düşmez.”
(Buhâri, Ceâiz 80, Menâkıbü’l-Ensâr 40, Tefsir 9/16; Müslim, Îman 39).

مَا كَانَ لِلنَّبِيِّ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْ يَسْتَغْفِرُوا لِلْمُشْرِك۪ينَ

 

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

لِلنَّبِيِّ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, atıf harfi  وَ ’la  لِلنَّبِيِّ ’ye matuf olup mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُٓوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰمَنُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  كَانَ ‘nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur.

يَسْتَغْفِرُوا  fiili  نَ ’un hazfiyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

لِلْمُشْرِك۪ينَ  car mecruru  يَسْتَغْفِرُوا   fiiline müteallıktır.  الْمُشْرِك۪ينَ ’nin cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْمُشْرِك۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَسْتَغْفِرُوا  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  غفر ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.


وَلَوْ كَانُٓوا اُو۬ل۪ي قُرْبٰى مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمْ اَنَّهُمْ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ

 

وَ  haliyyedir. لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.  كَانُوا  şart fiili olup nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانُوا ’nun ismi olan cemi müzekker  و, muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.

اُو۬ل۪ي  kelimesi  كَانُوا ’nun haberi olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için  ي  ile nasb olurlar.

قُرْبٰى  muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

مِنْ بَعْدِ  car mecruru  يَسْتَغْفِرُوا  fiiline müteallıktır. 

مَا  ve masdar-ı müevvel,  بَعْدِ ’nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur.

تَبَيَّنَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  لَهُمْ  car mecruru  تَبَيَّنَ  fiiline müteallıktır.

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

هُمْ  zamiri,  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. اَصْحَابُ  kelimesi  اَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  الْجَح۪يمِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

أَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  تَبَيَّنَ  fiilinin faili olarak mahallen merfûdur.    

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri,  لو كانوا ... فما كان لهم أن يستغفروا  şeklindedir.

مَا كَانَ لِلنَّبِيِّ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْ يَسْتَغْفِرُوا لِلْمُشْرِك۪ينَ وَلَوْ كَانُٓوا اُو۬ل۪ي قُرْبٰى مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمْ اَنَّهُمْ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır.  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.

كَانَ  ,لِلنَّبِيِّ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.

كَانَ ’nin haberine matuf olan has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası  اٰمَنُٓوا, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. 

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يَسْتَغْفِرُوا  cümlesi, masdar teviliyle  كَانَ ’nin muahhar ismidir.

Masdar-ı müevvel cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sebep bildiren harf-i cer  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  لِلْمُشْرِك۪ينَ  cümlesi, mecrur mahalde  يَسْتَغْفِرُوا  fiiline müteallıktır. Her iki masdar cümlesindeki muzari fiiller hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

مَا كَانُ li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, 3/79)

Hal  وَ ’ıyla gelen şart üslubundaki …وَلَوْ كَانُٓوا اُو۬ل۪ي قُرْبٰى مِنْ بَعْدِ  cümlesi haberî isnaddır. كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden cümle, şarttır. Takdiri, ...فما كان لهم أن يستغفروا  (Onlar istiğfar edecek değillerdi) olan cevap cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzufla birlikte terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Masdar harfi  مَا ’yı takip eden … تَبَيَّنَ لَهُمْ اَنَّهُمْ  cümlesi müspet mazi fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Masdar-ı müevvel  بَعْدِ ’nin muzâfun ileyhidir.

تَبَيَّنَ  fiilinin faili konumundaki masdar-ı müevvel ise  اَنَّ  ile tekid edilmiş, faide-i haber inlârî kelamdır.

Bu cümlede car-mecrur  لَهُمْ, önemine binaen faile takdim edilmiştir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedin tahkir ifade eden  الْجَح۪يمِ  kelimesine muzâf olması, müsnedün ileyhin de tahkirini ifade eder.

اَصْحَابِ الْجَح۪يمِ  izafeti, muzâfın tahkiri içindir.

اَصْحَابِ الْجَح۪يمِ ifadesinde istiare vardır. Cehennemde bulunmak, arkadaşlığa benzetilmiştir. Arkadaşlar birbirinin karakterini taşır.

Burada Allah Teâlâ Peygamberi (s.a.) ve müminleri, müşrikler için af dilemenin doğru olmadığını haber vererek onları müşrikler için af dilememeleri konusunda uyarmak maksadıyla haber cümlesini kurmuştur. (Muhammed Fatih Ergen, Tevbe Sûresinin Meânî İlmi Açısından Tahlili)

لِلْمُشْرِك۪ينَ - اٰمَنُٓوا   kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

كَانُٓوا - كان  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَصْحَابُ  -  اُو۬ل۪ي قُرْبٰى  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

مَا  isminin tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Nehiy üslubunun lam-ı cuhûd ile gelmesi istiğfardan uzak olduklarını mübalağalı olarak ifade etmek içindir. 

ولَوْ كانُوا أُولِي قُرْبى  ifadesinin eklenmesi; bahane aramaları konusunda mübalağa içindir. Vasliyye manasındaki  لَوِ  harfi de bunun için gelmiştir. ‘’Yakın akrabam için bile istiğfar etmiyorsam yakın akrabam olmayan için hiç istiğfar olmaz demektir. Bu mübalağa; muhalefet etmek için mazeret üretilmesinin önünü keser ve aldanan kişinin eğitimine kapı açar. (Âşûr)

 
Tevbe Sûresi 114. Ayet

وَمَا كَانَ اسْتِغْفَارُ اِبْرٰه۪يمَ لِاَب۪يهِ اِلَّا عَنْ مَوْعِدَةٍ وَعَدَهَٓا اِيَّاهُۚ فَلَمَّا تَبَيَّنَ لَـهُٓ اَنَّهُ عَدُوٌّ لِلّٰهِ تَبَرَّاَ مِنْهُۜ اِنَّ اِبْرٰه۪يمَ لَاَوَّاهٌ حَل۪يمٌ  ...


İbrahim’in, babası için af dilemesi, sadece ona verdiği bir söz yüzündendi. Onun bir Allah düşmanı olduğu kendisine açıkça belli olunca, ondan uzaklaştı. Şüphesiz İbrahim, çok içli, yumuşak huylu bir kişiydi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve
2 كَانَ değildir ك و ن
3 اسْتِغْفَارُ mağfiret dilemesi غ ف ر
4 إِبْرَاهِيمَ İbrahim’in
5 لِأَبِيهِ babası için ا ب و
6 إِلَّا başka bir şey
7 عَنْ -den
8 مَوْعِدَةٍ bir söz- و ع د
9 وَعَدَهَا verdiği و ع د
10 إِيَّاهُ ona
11 فَلَمَّا fakat
12 تَبَيَّنَ belli olunca ب ي ن
13 لَهُ kendisine
14 أَنَّهُ onun
15 عَدُوٌّ düşmanı olduğu ع د و
16 لِلَّهِ Allah’a
17 تَبَرَّأَ uzak durdu ب ر ا
18 مِنْهُ ondan
19 إِنَّ gerçekten
20 إِبْرَاهِيمَ İbrahim
21 لَأَوَّاهٌ çok içli idi ا و ه
22 حَلِيمٌ yumuşak huylu idi ح ل م

وَمَا كَانَ اسْتِغْفَارُ اِبْرٰه۪يمَ لِاَب۪يهِ اِلَّا عَنْ مَوْعِدَةٍ وَعَدَهَٓا اِيَّاهُۚ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

اسْتِغْفَارُ  kelimesi كَانَ nin ismi olup lafzen merfûdur.  اِبْرٰه۪يمَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِاَب۪يهِ  car mecruru اسْتِغْفَارُ ’ye müteallıktır. اِلَّا  hasr edatıdır.  عَنْ مَوْعِدَةٍ  car mecruru  كَانَ’nin  mahzuf haberine müteallıktır.  

وَعَدَهَٓا اِيَّاهُ  cümlesi  مَوْعِدَةٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَعَدَهَٓا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Muttasıl zamir  هَٓا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

Munfasıl zamir  اِيَّاهُ  ikinci mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  

 

فَلَمَّا تَبَيَّنَ لَـهُٓ اَنَّهُ عَدُوٌّ لِلّٰهِ تَبَرَّاَ مِنْهُۜ 

 

فَ  atıf harfidir. لَمَّا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. 

تَبَيَّنَ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir.  لَـهُٓ  car mecruru  تَبَيَّنَ  fiiline müteallıktır.

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

هُ  zamiri,  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. عَدُوٌّ kelimesi اَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.   

أَنَّ  ve masdar-ı müevvel, تَبَيَّنَ  fiilinin faili olarak mahallen merfûdur.

لِلّٰهِ   car mecruru  عَدُوٌّ ’e müteallıktır.

Şartın cevabı   تَبَرَّاَ مِنْهُ ’dur. تَبَرَّاَ   fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

مِنْهُ  car mecruru  تَبَرَّاَ  fiiline müteallıktır.

تَبَيَّنَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  بين ’dir.

تَبَرَّاَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  برأ ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.


 اِنَّ اِبْرٰه۪يمَ لَاَوَّاهٌ حَل۪يمٌ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

اِبْرٰه۪يمَ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur.  لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.

اَوَّاهٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  حَل۪يمٌ  kelimesi  اَوَّاهٌ ’un ikinci haberi olup lafzen merfûdur.

وَمَا كَانَ اسْتِغْفَارُ اِبْرٰه۪يمَ لِاَب۪يهِ اِلَّا عَنْ مَوْعِدَةٍ وَعَدَهَٓا اِيَّاهُۚ

 

وَ  istînâfiyyedir. Menfi  كَانَ ’nin dahil olduğu ilk cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedün ileyh, veciz ifade yollarından olan izafetle gelmiştir.  اِبْرٰه۪يمَ ’e muzâf olması  اسْتِغْفَارُ  kelimesine şeref ve itibar kazandırmıştır.

مَا  ve  اِلَّا  ile oluşmuş kasr,  كَانَ ’nin ismiyle mahzuf olan haberi arasındadır.  عَنْ مَوْعِدَةٍ, mahzuf habere müteallıktır. 

Mübteda, maksûr/mevsûf; haber, maksûrun aleyh/sıfattır. Yani kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ, isim cümlesi ve kasr sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

وَعَدَهَٓا اِيَّاهُۚ  cümlesi  مَوْعِدَةٍ  için sıfattır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle mazi fiil sıygasında gelerek temekkün, hudûs ve istikrar ifade etmiştir.

مَا كَانُ li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî,Safvetu't Tefasir, 3/79)


 فَلَمَّا تَبَيَّنَ لَـهُٓ اَنَّهُ عَدُوٌّ لِلّٰهِ تَبَرَّاَ مِنْهُۜ 

 

فَ  atıftır. Şart manalı zaman zarfının dahil olduğu cümlede  تَبَيَّنَ  şart fiili, muzâfun ileyhtir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar ve tekid harfi  اَنَّ  ve akabindeki isim cümlesi, masdar teviliyle  تَبَيَّنَ  fiilinin failidir. Masdar-ı müevvel, faide-i haber inkârî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  تَبَرَّاَ مِنْهُ  cümlesi, şartın cevabıdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.


 اِنَّ اِبْرٰه۪يمَ لَاَوَّاهٌ حَل۪يمٌ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ, isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Bu ayette Allah Teâlâ muhataplarına Hz. İbrahim ile ilgili daha önce bilmedikleri bir hususu bildirmesinden dolayı bu haber, fâide-i haberdir. (Muhammed Fatih Ergen, Tevbe Sûresinin Meânî İlmi Açısından Tahlili)

Baba anlamındaki  اَب۪  kelimesi umumi bir kelimedir. Baba, amca, dede için kullanılabilir.  والد  ise sadece biyolojik baba için kullanılır.

مَوْعِدَةٍ - وَعَدَهَٓا  arasında cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.

اَوَّاهٌ, şefkat ve ayrılık nedeniyle ah eden, yalvaran demektir. (Muhyiddin Derviş)

لَاَوَّاهٌ حَل۪يمٌ [Çok ah edendir] ibaresi aşırı merhametinden ve kalbinin yufkalığından kinayedir. (Beyzâvî)

اَوَّاهٌ ; mübalağa sıyasıyla ‘çok ah eden’ demektir. Bilindiği üzere, ah ve of bir acıya ve hüzne işaret için kullanılır. İnsanoğlu şiddetli bir acı duyduğu zaman adeta yüreği yanar ve nefesi daralır, boğulacak gibi olur, yanan nefesini çıkarırken zaruri olarak bir ah çeker. Bunun için çok ah çekmenin çok acı çekmeye, bağrı yanıklığa, aşka ve Allah korkusuna delaleti vardır. Burada “evvah” işte böyle bir mana ilişkisinden dolayı kinaye olarak kullanılmıştır.  (Elmalılı Hamdi Yazır)

 
Tevbe Sûresi 115. Ayet

وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُضِلَّ قَوْماً بَعْدَ اِذْ هَدٰيهُمْ حَتّٰى يُبَيِّنَ لَهُمْ مَا يَتَّقُونَۜ اِنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ  ...


Doğru yola ilettikten sonra, sakınacakları şeyleri kendilerine apaçık bildirmedikçe, Allah bir toplumu saptıracak değildir. Şüphesiz Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا
2 كَانَ değildir ك و ن
3 اللَّهُ Allah
4 لِيُضِلَّ onları saptıracak ض ل ل
5 قَوْمًا bir kavmi ق و م
6 بَعْدَ sonra ب ع د
7 إِذْ
8 هَدَاهُمْ doğru yola ilettikten ه د ي
9 حَتَّىٰ kadar
10 يُبَيِّنَ açıklayıncaya ب ي ن
11 لَهُمْ kendilerine
12 مَا şeyleri
13 يَتَّقُونَ sakınacakları و ق ي
14 إِنَّ şüphesiz
15 اللَّهَ Allah
16 بِكُلِّ her ك ل ل
17 شَيْءٍ şeyi ش ي ا
18 عَلِيمٌ bilendir ع ل م

Yüce Allah 115. âyette İslâmiyet’in temel ilkelerinden birini hatırlatmakta, sakınacakları hususlarda yeterli bir bildirim gerçekleşmeden insanların sorumlu tutulmayacaklarını belirtmektedir. Ayrıca, gerek bu gerekse müteakip âyette, hidayete erdirenin Allah olduğuna ve O’ndan başka tam mânasıyla güvenilip dayanılacak dost bulunmadığına dikkat çekilmektedir. Şu var ki, Kur’an’ın başka âyetleri ışığında, Allah Teâlâ’nın bu hidayeti nasip etmesinin kulun niyet ve irade sınavındaki başarısıyla irtibatlı olduğu göz ardı edilmemelidir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 3 Sayfa: 67

وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُضِلَّ قَوْماً بَعْدَ اِذْ هَدٰيهُمْ حَتّٰى يُبَيِّنَ لَهُمْ مَا يَتَّقُونَۜ

 

وَ  istînâfiyyedir. Atıf olması da caizdir.

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

اللّٰهُ  lafza-i celâli,  كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur. يُضِلَّ  fiiline dahil olan  لِ, lam-ı cuhûddur. Muzariyi gizli  أن ’le nasb ederek masdara çevirmiştir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harfi ile birlikte  كَانَ nin mahzuf haberine müteallıktır.

يُضِلَّ  mansub muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. 

قَوْماً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  بَعْدَ  zaman zarfı, يُضِلَّ  fiiline müteallıktır.

اِذْ  zaman zarfı, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

هَدٰيهُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

هَدٰيهُمْ  elif üzere fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. 

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidir.  يُبَيِّنَ  mansub muzari fiildir.  Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde  كَانَ nin mahzuf haberine müteallıktır. 

حَتّٰٓى  edatı 3 şekilde kullanılabilir: 1) Harf-i cer olarak gelir. 2) Başlangıç edatı olarak gelir. 3) Atıf edatı olarak gelir. Burada harf-i cer olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَهُمْ  car mecruru  يُبَيِّنَ  fiiline müteallıktır.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَتَّقُونَ dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يَتَّقُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يَتَّقُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındadır. Sülâsîsi  وقي ’dır.

Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.

يُبَيِّنَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  بين ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


 اِنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur.

بِكُلِّ  car mecruru  عَل۪يم’e müteallıktır.  شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  عَل۪يمٌ  ise  اِنَّ ’nin haberi olarak lafzen merfûdur.

عَل۪يمٌ  lafzı hem mübalağalı ism-i fail hem de sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır. Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Sıfat-ı müşebbehe: Benzeyen sıfat demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُضِلَّ قَوْماً بَعْدَ اِذْ هَدٰيهُمْ حَتّٰى يُبَيِّنَ لَهُمْ مَا يَتَّقُونَۜ

 

وَ  istînâfiyyedir.

كَانَ ’nin dahil olduğu menfi isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlin  كَانَ ’nin ismi olarak gelmesi, telezzüz, teberrük ve kalplerde ünsiyet uyandırmak içindir. Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle  اللّٰهُ  isminde tecrîd sanatı vardır.

مَا كَانُ li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, 3/79)

Lam-ı cuhûdun dahil olduğu …لِيُضِلَّ  cümlesi, masdar teviliyle  كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Müsnedin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Zaman zarfı  اِذْ, yine zaman zarfı olan  بَعْدَ ’ye muzâfun ileyh olmuştur.  هَدٰيهُمْ  mazi fiil cümlesi,  اِذْ ’in muzâfun ileyhidir. Mazi fiil sıygası temekkün ve istikrar ifade etmiştir. 

Gaye ve cer harfi  حَتّٰى  ve masdar yaptığı  يُبَيِّنَ لَهُمْ  cümlesi, mecrur mahalde olan  لِيُضِلَّ  fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Masdar harfi  مَا  ve  يَتَّقُونَۜ  cümlesi, masdar teviliyle  يُبَيِّنَ  fiilinin mef’ûlü yerindedir. Cümledeki üç masdar-ı müevvel, muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

 

 اِنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

إِنَّ  ile tekid edilmiş, isme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ, isim cümlesi ve car mecrurun takdiminin tahsis ifade etmesi nedeniyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

شَيْء ’deki tenvin, kesret ve nev ifade eder.

بِكُلِّ شَيْءٍ amiline takdim edilmiştir. Bu takdim, isnadın Allah Teâlâ’ya olması karinesiyle hasr ifade eder. Yani O, her şeyi bilir, bilmediği hiçbir şey yoktur. Mamulun amiline kasrını, başka bir deyişle de olumlu ifadenin yanında bir de olumsuz mana ifade eder.  بِكُلِّ شَيْءٍ  maksûrun aleyh,  عَل۪يمٌ۟  ise maksûrdur.

عَل۪يمٌ۟ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

عَل۪يمٌ  ismi nekre gelerek bu ilmin tarifsiz olduğuna dikkat çekilmiştir.

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

حَتّٰى يُبَيِّنَ لَهُمْ مَا يَتَّقُونَ [Sakınılması gereken şeyi onlara açıklayıncaya kadar] ifadesi sanki Resulün (s.a.) amcasına yahut müşrik geçmişlerine, men edilmeden önceki istiğfarı için özür gibidir. Şöyle de denilmiştir: Bu, işin başında kıble, içki vb. şeylerde geçen bir topluluk hakkındadır. Özetle gafilin mükellef olmadığına delildir. (Beyzâvî)

 لِيُضِلَّ - هَدٰيهُمْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

لِيُضِلَّ  kelimesinin ‘terk etmek’ manasında olduğu da söylenmiştir.

 
Tevbe Sûresi 116. Ayet

اِنَّ اللّٰهَ لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ يُحْـي۪ وَيُم۪يتُۜ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ  ...


Şüphesiz göklerin ve yerin hükümranlığı yalnız Allah’ındır. O, diriltir ve öldürür. Sizin için Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 اللَّهَ Allah
3 لَهُ O’nundur
4 مُلْكُ mülkü م ل ك
5 السَّمَاوَاتِ göklerin س م و
6 وَالْأَرْضِ ve yerin ا ر ض
7 يُحْيِي yaşatandır ح ي ي
8 وَيُمِيتُ ve öldürendir م و ت
9 وَمَا ve yoktur
10 لَكُمْ sizin
11 مِنْ
12 دُونِ başka د و ن
13 اللَّهِ Allah’tan
14 مِنْ hiçbir
15 وَلِيٍّ dost و ل ي
16 وَلَا ne de
17 نَصِيرٍ yardımcınız ن ص ر

اِنَّ اللّٰهَ لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ يُحْـي۪ وَيُم۪يتُۜ 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

اللّٰهَ  lafza-i celâli,  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur.

لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  مُلْكُ السَّمٰوَاتِ  muahhar mübtedadır.  السَّمٰوَاتِ  kelimesi muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.

لِ  harf-i ceri mecruruna tahsis, sahiplik, istihkak, sebep gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْاَرْضِ  kelimesi atıf harfi   وَ’la  السَّمٰوَاتِ  kelimesine matuftur.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُحْـي۪  fiili  لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ  cümlesinin bedelidir.  يُحْـي۪  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

وَ  atıf harfidir. يُم۪يتُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.


 وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ

 

وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  لَكُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

مِنْ دُونِ  car mecruru  وَلِيٍّ nin mahzuf haline müteallıktır.  مِنْ  harfi zaiddir.  وَلِيٍّ  lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.

وَ  atıf harfidir.  لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. نَص۪يرٍ  kelimesi  atıf harfi  وَ la  وَلِيٍّ e matuftur.

اِنَّ اللّٰهَ لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ يُحْـي۪ وَيُم۪يتُۜ

 

اِنَّ  ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesi, faide-i haber inkâri kelamdır.

اِنَّ ’nin haberi olan  لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ  isim cümlesinde, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  اِنَّ  ,لَهُ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.

Az sözle çok anlam amacıyla gelen  مُلْكُ السَّمٰوَاتِ  izafeti,  اِنَّ nin muahhar haberidir.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يُحْـي۪  cümlesi  اِنَّ ’nin ikinci haberidir. Aynı üslupta gelen  وَيُم۪يتُۜ  cümlesi makabline matuftur. Atıf sebebi tezattır.

Haber konusunda bir şüphe söz konusu değilken  اِنَّ ’nin gelmesi; sadece önemi sebebiyledir. Böylece ta’lil ve tefri’ için gelen  ف  harfi gibidir. (Âşûr)

يُحْـي۪ وَيُم۪يتُ  cümlelerinin ilavesi; insanlara mülkün manasını en açık olarak hissedebilecekleri şekilde ifade etmek içindir. Çünkü bu konuda Allah’tan başka kimsenin tasarrufu yoktur. (Âşûr)

 

 وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ

 

 

Cümle istînâfa  وَ  ile atfedilmiştir. Menfi isim cümlesi formunda gelmiş faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  مَا لَكُمْ  mahzuf habere müteallıktır. Zaid  مِنْ  harfinin dahil olduğu  وَلِيٍّ  muahhar mübtedadır. 

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, olumsuz isim cümlesi ve zaid harfler sebebiyle tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ  ve  وَلِيٍّ - نَص۪ي  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

يُحْـي۪ - يُم۪يتُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Tevbe Sûresi 117. Ayet

لَقَدْ تَابَ اللّٰهُ عَلَى النَّبِيِّ وَالْمُهَاجِر۪ينَ وَالْاَنْصَارِ الَّذ۪ينَ اتَّبَعُوهُ ف۪ي سَاعَةِ الْعُسْرَةِ مِنْ بَعْدِ مَا كَادَ يَز۪يغُ قُلُوبُ فَر۪يقٍ مِنْهُمْ ثُمَّ تَابَ عَلَيْهِمْۜ اِنَّهُ بِهِمْ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌۙ  ...


Andolsun Allah; Peygamber ile içlerinden bir kısmının kalpleri eğrilmeğe yüz tuttuktan sonra, sıkıntılı bir zamanda ona uyan muhacirlerle ensarın tövbelerini kabul etmiştir. Evet, onların tövbelerini kabul etmiştir. Şüphesiz O, onlara çok şefkatli ve çok merhametlidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَقَدْ andolsun
2 تَابَ affetti ت و ب
3 اللَّهُ Allah
4 عَلَى
5 النَّبِيِّ Peygamberi ن ب ا
6 وَالْمُهَاجِرِينَ ve Muhacirleri ه ج ر
7 وَالْأَنْصَارِ ve Ensarı ن ص ر
8 الَّذِينَ
9 اتَّبَعُوهُ ona uyan ت ب ع
10 فِي
11 سَاعَةِ sa’atinde س و ع
12 الْعُسْرَةِ güçlük ع س ر
13 مِنْ
14 بَعْدِ O zaman ب ع د
15 مَا iken
16 كَادَ neredeyse ك و د
17 يَزِيغُ kaymağa yüz tutmuş ز ي غ
18 قُلُوبُ kalbleri ق ل ب
19 فَرِيقٍ bir kısmının ف ر ق
20 مِنْهُمْ içlerinden
21 ثُمَّ yine de
22 تَابَ tevbesini kabul etti ت و ب
23 عَلَيْهِمْ onların
24 إِنَّهُ çünkü O
25 بِهِمْ onlara karşı
26 رَءُوفٌ çok şefkatli ر ا ف
27 رَحِيمٌ çok merhametlidir ر ح م

Tevbe kelimesi Allah’a izâfe edildiğinde, “Allah’ın, kulunun durumunu daha iyi bir hale çevirmesi, ona tövbe nasip etmesi ve tövbesini kabul etmesi” mânalarına gelir. Âyetteki (tevbe kökünden türetilmiş olan) birinci fiili, “kulun durumunu daha iyiye çevirme” mânasında anlamak bağlama daha uygun düşmektedir. Allah Teâlâ Hz. Peygamber’e Tebük Seferi’nin meşakkatlerine katlanıp bu seferi başarıyla tamamlamayı, büyük sevap ve müslümanlar için hayırlı neticeler elde etmeyi nasip etmiş, önceki durumuna göre onu daha mütekâmil bir duruma getirmiştir. Resûlullah’a bağlılıklarını koruyan muhacir ve ensara da bu zorlu sınav ile kusurlarından daha bir arınma ve ilâhî rızâya daha fazla yaklaşma fırsatı sağlamıştır. Moralleri bozulmaya yüz tutanlara, yani Hz. Peygamber’in sefer kararını birtakım tereddüt ve olumsuz düşüncelerle karşılayan veya sefer sırasındaki güçlüklerden ötürü geri dönmeyi akıllarından geçirmeye başlayanlara gelince, bağışlamak suretiyle onları bu aşağı mertebeden kurtarıp durumlarını iyileştirmiştir (İbn Atıyye, III, 92-93). 
 “Sıkıntılı zaman” tamlamasıyla Tebük Seferi’nin kastedildiği hemen bütün müfessirlerce kabul edilir. Gerek bu sefere hazırlık esnasında gerekse sefer sırasında Resûlullah ve müslümanlar büyük sıkıntılar çekmişlerdir. Siyer ve tefsir kitaplarında bazı sahâbîlerin yaptıkları fedakârlıklar, bir damla suya, bir lokma yiyeceğe ihtiyaç duyar hale gelen İslâm ordusunun bu sıkıntıdan kurtulması için Resûl-i Ekrem’in yaptığı dualar ve bunların mûcizevî sonuçlarıyla ilgili birçok rivayet yer alır (meselâ bk. Taberî, XI, 54-56; İbn Atıyye, III, 93).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 68-69

عسر Asera : عُسْرٌ zorluk demektir. Kolaylık ve kolay olmak anlamındaki يُسْرٌ sözcüğünün zıddıdır. عُسْرَةٌ malın zor ve az bulunmasıdır. Kuran-ı Kerim’de bir defa geçen تَعاسَرَ fiili işi zora sokup güçleştirmek istedi manasındadır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de 12 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim’de 10’dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

لَقَدْ تَابَ اللّٰهُ عَلَى النَّبِيِّ وَالْمُهَاجِر۪ينَ وَالْاَنْصَارِ الَّذ۪ينَ اتَّبَعُوهُ ف۪ي سَاعَةِ الْعُسْرَةِ مِنْ بَعْدِ مَا كَادَ يَز۪يغُ قُلُوبُ فَر۪يقٍ مِنْهُمْ

 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

تَابَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

عَلَى النَّبِيِّ  car mecruru  تَابَ  fiiline müteallıktır.

الْمُهَاجِر۪ينَ وَالْاَنْصَارِ  kelimeleri atıf harfi وَ ’la  النَّبِيِّ ye matuftur.  الْمُهَاجِر۪ينَ nin cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl, الْمُهَاجِر۪ينَ وَالْاَنْصَارِ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  اتَّبَعُوهُ dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اتَّبَعُوهُ  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

ف۪ي سَاعَةِ  car mecruru  اتَّبَعُوهُ fiiline müteallıktır.  الْعُسْرَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

مِنْ بَعْدِ  car mecruru  تَابَ  fiiline müteallıktır.

مَا  masdar harfidir.  مَا  ve masdar-ı müevvel,  بَعْدِ nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur.

كَادَ  mukarebe fiillerindendir. Nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

كَادَ nin  ismi olan şan zamiri mahzuftur.

يَز۪يغُ قُلُوبُ  cümlesi  كَادَ nin haberi olarak mahallen mansubtur.  يَز۪يغُ  merfû muzari fiildir.  قُلُوبُ  fail olup lafzen merfûdur.  فَر۪يقٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

مِنْهُمْ  car mecruru  فَر۪يقٍ  mahzuf sıfatına müteallıktır.

الْمُهَاجِر۪ينَ  kelimesi, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan mufaâle babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اتَّبَعُوهُ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


 ثُمَّ تَابَ عَلَيْهِمْۜ 

 

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَابَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

عَلَيْهِمْ car mecruru  تَابَ  fiiline müteallıktır.


اِنَّهُ بِهِمْ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌۙ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

هُ  muttasıl zamiri  إِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.

بِهِمْ  car mecruru   رَؤُ۫فٌ e müteallıktır.

رَؤُ۫فٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  رَح۪يمٌۙ  kelimesi ise  اِنَّ ’nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur.

رَؤُ۫فٌ  -  رَح۪يمٌۙ  isimleri mübalağa sıygasındadır. “Son derece affeden ve son derece merhamet eden” demektir.

Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَقَدْ تَابَ اللّٰهُ عَلَى النَّبِيِّ وَالْمُهَاجِر۪ينَ وَالْاَنْصَارِ الَّذ۪ينَ اتَّبَعُوهُ ف۪ي سَاعَةِ الْعُسْرَةِ مِنْ بَعْدِ مَا كَادَ يَز۪يغُ قُلُوبُ فَر۪يقٍ مِنْهُمْ ثُمَّ تَابَ عَلَيْهِمْۜ 

 

لَ, mahzuf kasemin cevabına gelen harftir. Kasem cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayr-ı talebî inşâî isnaddır.

Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda, vurgu kasemin cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur’an'da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)

قَدْ  tahkik harfiyle tekid edilmiş  تَابَ اللّٰهُ عَلَى النَّبِيِّ  cümlesi muksemun aleyhtir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

الْمُهَاجِر۪ينَ  ve  الْاَنْصَارِ nin sıfatı konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ nin sılası olan  اتَّبَعُوهُ ف۪ي سَاعَةِ الْعُسْرَةِ, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. 

Masdar harfi  مَا  ve akabindeki  كَادَ يَز۪يغُ قُلُوبُ فَر۪يقٍ مِنْهُمْ  cümlesi, masdar teviliyle  بَعْدِ ’ye muzâfun ileyhtir. Nakıs fiil  كَادَ ’nin dahil olduğu isim cümlesinde  كَادَ ’nin ismi olan şan zamirinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

فَر۪يقٍ ’daki tenvin cins ifade eder. 

Burada Allah Teâlâ’nın Peygamberi, güçlük zamanında ona uyanları, muhacirleri ve Ensar’ı affedip tövbelerini kabul ettiği haberinin kesinliğini ifade için  قَدْ  tekid edatı ile bu cümleyi tekid etmiştir. (Muhammed Fatih Ergen, Tevbe Suresinin Meânî İlmi Açısından Tahlili)

Allah’a tövbe edenler nebi, muhacir ve ensar şeklinde sayılmıştır. Taksim sanatı vardır. Bütün kısımlar sayılmıştır.

تَابَ - اتَّبَعُوهُ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

ثُمَّ -  بَعْدِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır

الْمُهَاجِر۪ينَ - الْاَنْصَارِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

تَابَ - عَلَى  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

ف۪ي سَاعَةِ الْعُسْرَةِ  [Zorluk saati] ibaresiyle Tebük Seferi’ndeki durum kastedilmiştir. (Beyzâvî)

يَز۪يغُ قُلُوبُ فَر۪يقٍ مِنْهُمْ  ibaresi istiaredir. Çünkü “eğrilme” (ز۪يغُ) gerçek anlamıyla (cisimlere özgü) “eğri büğrü olmak, (bir tarafa ) kaymak” demektir. Onun için (bu ayetle) kastedilen, “maruz kaldığı büyük hüsran ve kayıp sebebiyle onların kalplerinin neredeyse yerinden oynayacak, ilahi rahmetin inmesinden az kalsın ümit kesecek duruma gelmesi” manasıdır. Artık o yüzden o kalpler dosdoğru iken eğrilen, yerinde sabit-sağlam duruyorken bir tarafa meyledip yatmış bir nesne gibi olmuştur. (Şerîf er-Radî)

Cenab-ı Hakk, hem ayetin başında hem de sonunda tövbeden bahsetmiştir. “O halde bu tekrarın faydası nedir?” denilirse biz deriz ki:

Birinci izah: Allah Teâlâ, onların kalplerini hoşnut etmek için (sözüne) günahlarından bahsetmeden önce tövbeyi zikrederek başlamış; sonra, onların günahlarından bahsetmiş, daha sonra da bunun peşinden tekrar tövbeden bahsetmiştir ki Cenab-ı Hakk'ın bundan maksadı onları övmektir. (Fahreddin er-Râzî)

Resulullah'a (s.a.) uymakla vasıflandırılmış olmaları, tövbeye olan ihtiyacın ne kadar büyük olduğunu belirtmek içindir. Onların bu durumları kendilerini tövbeden müstağni kılmadığına göre başkaları tövbeden hiç müstağni olamazlar. (Ebüssuûd)

Cümlenin  قَدْ  tahkik harfiyle gelmesi; geçmişte gerçekleşmiş olayları anlatan cümleyi tekid içindir. (Âşûr) 

المُهاجِرُونَ والأنْصارُ  kelimelerinin sıfatının ism-i mevsûlle gelmesi bu mağfiretin sebebini bildirmek içindir. (Âşûr)

 

 اِنَّهُ بِهِمْ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌۙ

 

Ayetin fasılası ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede car mecrur, önemine binaen amiline takdim edilmiştir.

Allah’ın  رَؤُ۫فٌ  ve  رَح۪يمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder.

Haber olan iki vasfın arasında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. 

رَؤُ۫فٌ -  رَح۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

Raûf ve Rahîm, Allah’ın birer sıfatı olup manaları birbirlerine yakındır. Re’fet’in, zararı gidermek, rahmetin ise fayda ulaştırmak için çalışmaktan ibaret sayıldığı anlaşılmaktadır. Bunlardan birisinin, geçmiş olan rahmet için diğerinin de gelecek, müstakbel rahmet için kullanıldığı da söylenmiştir. (Fahreddin er-Râzî, Ebüssuûd)


Günün Mesajı

Seyyahlar, gezginler yani oruçlular. Çünkü Peygamber (s.a.v) Efendimiz, سَيَاحَةُ اُمَّت۪ى الصَّوْمُ Ümmetimin seyahati oruçtur.” (Süyuti, ed-Dürrü’l-mensur, IV, 297.) buyurmuştur. Orucun seyahata benzerliği vardır: Seyahat eden kimse, işin icabı olarak gerek yiyip içmek, gerek dinlenmek ve daha başka nefsinin istekleri hususunda tutumlu davranmak ve bazı sıkıntılara katlanmak zorunda kalır. Oruç tutmak da insanı nefsani arzulardan uzak tutmak açısından çok önemli bir yolculuğa benzer. Seyahat, insanın görmediği, bilmediği bir takım şeylerle karşılaşmasına vesile olan bir dış dünya yolculuğudur. Bunun gibi, oruç da insanın kendi iç dünyasında gizli kalmış bir takım özelliklerin tanınmasına, mülk ve melekut aleminin bir takım sırlarına vakıf olmasına vesile olur. Seyahat bir bedeni riyazet olduğu gibi, oruç da bir ruhi riyazet ve seyahattır. (Elmalılı Hamdi Yazır)

Kur'an'da İbrahim peygamber'in babası olarak ifade edilen Âzer için eb kelimesi kullanılmıştır. Bu kişinin onun babası mı, babalığı mı, yoksa dedesi mi olduğu konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. İbrahim Peygamber, Âzer'e onun için Allah'tan bağışlanma dileyeceğine söz vermişti. (Meryem/47) Bunun için Şuara/86 da "Ebimi affet, çünkü o sapkınlar içindedir" diye istiğfar etmiştir. Ancak daha sonra onun Allah düşmanı olduğu kendisine iyice belli olunca bu istiğfara son vermiştir. İbrahim peygamberin, Hz. İsmail ve Hz İshak olduktan sonra İbrahim suresi 41. ayette "Rabbimiz beni ve anne babamı (valideyye) bağışla" diye dua ettiğini görüyoruz. Hz İbrahim bu duasında "ebeveyn" yerine "valideyn" kelimesini kullanmıştır. Bu kullanım da Âzer'in onun gerçek babası olmadığına işaret eder. Arapçada valid gerçek biyolojik baba için kullanılırken eb kelimesi baba, babalık, dede, ata için de kullanılır.



Sayfadan Gönüle Düşenler

Dünya, müslümanın yolculuğunda, bir durak noktası. Asıl hedefe varmadan önce, pasaport ya da kimlik kontrol masası. Asıl amaç; kontrolden rahat geçmek için ahiret biletini almak, sicilini temiz tutmak, gerekenleri yanına almak ve gereksiz yüklerden kurtulmak. Kiminin yolculuğu kısa, kimininki uzun. Yolculuk sırasında ne yaşarsa yaşasın, evine vardığında ve sevdiklerine kavuştuğunda, elhamdulillah diyebilmek hepsinin telafisi.

 

Ey hayatı ve ölümü yaratan! Ey bize düşünmeyi nasip eden Allahım! Bizi; tövbekarlardan, ibadet edenlerden, hamdedenlerden, secdeye varanlardan, iyiliğe teşvik edip kötülükten alıkoyanlardan, Senin sınırlarını gözetenlerden eyle. Bizi; müjdelediğin salih kullarının zümresine yaz.

Ey göklerin ve yerin hükümdarı olan Allahım! Dünyadan ahirete olan yolculuğumuzun, her aşamasını kolaylaştır. Yolculuğumuz sırasında, Sana düşman olanlardan ve onların şerlerinden, Sana sığınırız. Yolculuğumuzun bittiği gün; elhamdulillah diyenlerden, Allah’ın nimetlerine, sevdiklerine ve sevdiklerimize kavuşanlardan olmak duasıyla.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji