اَنْ رَاٰهُ اسْتَغْنٰىۜ
Müfessirlerin çoğunluğu 6. âyette eleştirilen “insan” ile bilhassa İslâm’ın en azılı düşmanlarından olan Ebû Cehil’in kastedildiğini belirtirler. Rivayete göre Ebû Cehil, “Lât ve Uzzâ’ya yemin olsun, Muhammed’i namaz kılarken görürsem mutlaka ensesine binip yüzünü toprağa sürteceğim!” diyerek onun namaz kılmasını engellemeye karar vermişti. Hz. Peygamber’i namaz kılarken gördüğünde yeminini yerine getirmek isteyince hemen geri döndüğü ve garip bir şekilde elleriyle kendini korumaya çalıştığı görülmüş; niçin böyle tuhaf hareketler yaptığı sorulunca, “Benimle onun arasında ateşten bir hendek, korkunç bir varlık ve bazı kanatlı şeyler meydana geldi” demiştir. Hz. Peygamber, “Eğer bana yaklaşsaydı melekler onu kapıp parça parça edeceklerdi!” buyurmuş, bu olay üzerine 6-19. âyetler inmiştir (bk. Müslim, “Münâfıkīn”, 38; İbn Kesîr, VIII, 461).
Bu âyetlerin nüzûlüne böyle bir olay sebep olsa da, burada ifade edilen evrensel gerçek, hangi devirde olursa olsun insanın hayat mücadelesinde Allah’ı unutup yalnız kendine güvenmesi, her durumda kendisini yeterli görüp Allah’ın yardım ve tevfikinden kendisini müstağni saymasıdır. Kur’an, Câhiliye putperestleri örneğinde, Allah’a karşı bu küstah tavrı çeşitli vesilelerle eleştirmektedir.
“Gerçek şu ki” diye çevirdiğimiz kellâ kelimesi olumsuzluk edatı olup devamında kendisinden sonra anlatılanların aslında olmaması gerektiğini ifade eder. Bu bağlamda, zenginliğine güvenerek şımaran ve kendini kendine yeterli görerek nankörlük eden, azgınlaşıp hakka sırt çeviren insanın böyle yapmaması gerektiğini vurgular. Zira gerçekte insan zayıf ve muhtaç bir varlıktır; sağlık, huzur, sükûn ve emniyet içerisinde hayatını devam ettirebilmesi için öncelikle Allah’a ve kendisinin de üyesi bulunduğu toplumun diğer fertlerine ihtiyacı vardır. İnsanların ellerinde bulunan bütün imkânların gerçek sahibi ise kendileri değil, onu yaratan ve istediği anda ellerinden alma gücüne sahip olan Allah Teâlâ’dır. Buna rağmen insanın sahip olduklarına aldanıp şımararak Allah’a itaatten uzaklaşması, kendini kendine yeterli ve başkalarından üstün görmesi, kaderinin kendi elinde olduğunu iddia etmesi vb. küstahça tutumları bilgi, iman ve basiret eksikliğinden kaynaklandığı için Allah tarafından kınanmıştır.
اَنْ رَاٰهُ اسْتَغْنٰىۜ
اَنْ ve masdar-ı müevvel mahzuf ل harf-i ceri ile يَطْغٰى fiiline müteallik olup mahallen merfûdur. Takdiri, لرؤية نفسه مستغنيا (Kendini ihtiyaçsız görmek için) şeklindedir. رَاٰهُ mahzuf elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اسْتَغْنٰى cümlesi رَاٰ ‘nın iki mef’ûlü yerinde olup mahallen mansubdur. رَاٰ bilmek anlamında kalp fiillerindendir.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اسْتَغْنٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
اسْتَغْنٰى fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi غني ‘dir.
Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
اَنْ رَاٰهُ اسْتَغْنٰىۜ
Ayette masdar harfi اَنْ ve masdar-ı müevvel takdir edilen لِ harf-i ceriyle birlikte önceki ayette haber olan لَيَطْغٰىۙ fiiline mütealliktir.
Masdar-ı müevvel olan رَاٰهُ اسْتَغْنٰى cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan اسْتَغْنٰى cümlesi, رَاٰ fiilinin ikinci mef’ûlü yerindedir.
اَنْ رَاٰهُ اسْتَغْنٰىۜ [Kendisini gördü diye] ayetinin başından لِ hazf edilmiştir. Nitekim: "Sizler zengin olduğunuzu gördüğünüz takdirde şüphesiz ki azarsınız" denilir. (Kurtubî)
اسْتَغْنٰىۜ fiili استفعال babındadır. Fiilin başındaki mezid harfler fiile olan isteği, dönüşmeyi, inanmayı ifade eder. Yani gani olma isteğini, bu hale gelmeyi ve gani olduğuna inanmayı ifade eder. Bunu şöyle de ifade edebiliriz: İnsan kendisi istediği ve çalıştığı için kazandığını, mal-mülk sahibi olduğunu vehmedip, sahip olduğu herşeyi Allah’ın verdiğinden gaflet ettiği için طاغىۙ olur. Zira çok çalıştığı halde hiçbir şey kazanamayan insanlar vardır.
اَنْ رَاٰهُ اسْتَغْنٰىۜ [kendisini (müstağni) gördüğü için…] demektir. Ef‘âl-i kulûbda رأيتُني (kendimi gördüm -sandım-) ve علِمتُني (kendimi bildim) denebilir. Bu, mezkûr fiillerin özelliklerinden biridir. Ayetteki görme de bilme anlamındadır; ‘gözle görmek’ anlamında olsaydı, fiilinde iki zamirin (fail ve mef‘ûl zamirlerinin) bir araya gelmesi imkansız olurdu. اسْتَغْنٰىۜ (ihtiyaçsız olduğu) ifadesi ikinci mef‘ûldür. (Keşşâf - Kurtubî)
Ferrâ da şöyle der: "Cenab-ı Hak اَنْ رَاٰهُ buyurmuş, fakat قتل نفسه (kendini öldürdü) denildiği gibi, رأى نفسه (kendini gördü) dememiştir. Çünkü رأى fiili de tıpkı ظنَّ ve حسب fiilleri gibi, isim ve haber alan fiillerdir. Araplar, bu tür fiilleri kullanırken, "nefs" kelimesini zikretmezler. Ve nitekim, sen de mesela, رأيتني , حسبتني , ظننتني dersin. O halde, bu demektir ki, .. اَنْ رَاٰهُ ifadesi de işte bu tür bir ifadedir. (Fahreddin er-Râzî - Âşûr)