بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اِنَّ بَطْشَ رَبِّكَ لَشَد۪يدٌۜ
اِنَّ بَطْشَ رَبِّكَ لَشَد۪يدٌۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. بَطْشَ kelimesi اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.
رَبِّكَ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
شَد۪يدٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
اِنَّ بَطْشَ رَبِّكَ لَشَد۪يدٌۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) بَطْشَ رَبِّكَ بَطْشَ رَبِّكَ izafeti اِنَّ ’nin ismi, لَشَد۪يدٌۜ haberidir.
Müsnedün ileyhin izafetle marife olması, veciz ifadenin yanında tazim içindir.
بَطْشَ رَبِّكَ izafetinde Hz. Peygamber’e ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olması Hz. Peygamber’e tazim ve destek ifade eder. Yine Rabb ismine muzâf olması بَطْشَ ‘ye şan ve şeref kazandırmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için رَبِّ isminde tecrîd sanatı vardır.
Rab lafzının Hz. Peygamber (sav)’e işaret eden zamire muzâf olarak gelmesi, Allah Resulüne teselli verirken; Mekkeli müşriklere tehdit içermektedir. (Mehmet Nurullah Aktaş, Burûc Suresinin Kimliği Ve Üslûbu Üzerine)
Haber olan شَد۪يدٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
بَطْشَ zaten sertçe yakalamak demektir; ayrıca bir daha sertlikle ( لَشَد۪يدٌ ) sıfatlanınca katmerlenmiş ve azameti artmıştır ki bu da zorba ve zalimleri Allah çok sert bir şekilde yakalayıp, azaba ve intikama uğratacak demektir. (Keşşâf, Ruhu’l Beyan)
Burada Peygamberimize hitap edilmesi, bunun ifade ettiği azaptan, onun kavminin kafirlerinin bol bir nasibi olduğunu bildirmektedir. Nitekim رَبِّكَ [Senin Rabbinin] ifadesi de buna işaret etmektedir. (Ebüssuûd)
Allahu Teâlâ bu ayet-i kerimeyle Hazret-i Muhammed (sav)’in ümmetini uyarmakta, onların, Hazret-i Muhammed'i yalanlamaları ve inkâr etmeleri yüzünden geçmiş ümmetler gibi cezalandırılabileceklerini hatırlatmaktadır. (Taberî)
اِنَّهُ هُوَ يُبْدِئُ وَيُع۪يدُۚ
اِنَّهُ هُوَ يُبْدِئُ وَيُع۪يدُۚ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. هُوَ يُبْدِئُ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. يُبْدِئُ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يُبْدِئُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. يُع۪يدُ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
يُبْدِئ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi بدأ ’dir.
يُع۪يدُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi عود ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِنَّهُ هُوَ يُبْدِئُ وَيُع۪يدُۚ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini ve sebebini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ , zamirin tekrarı ve isim cümlesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
اِنَّ ’nin haberi olan هُوَ يُبْدِئُ cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Aynı üsluptaki وَيُع۪يدُ cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يُبْدِئُ - يُع۪يدُۚ kelimeleri arasında tıbak-ı hafiy sanatı vardır.
هُوَ يُبْدِئُ cümlesindeki fasıl zamiri takviye içindir. Yani haberi tahkik etmek içindir. Burada kasır konumunda değildir. Çünkü Allah’tan başkasının yaratmayı başlatıp geri döndüreceği iddiasında bulunana red makamı değildir. (Âşûr)
İbn Abbas şöyle dedi: ”Ateş, cehennemlikleri yer, kömür haline gelirler. Allah onları yeniden yaratır. Ayetin işaret ettiği budur. Yahut da Allah insanı topraktan yaratır, tekrar toprağa iade eder veya onu spermden yaratır, ahirette tekrar eski haline döndürür."
Allah'ın sıfatı olan المبدئ , baştan yaratıp ortaya çıkaran, المعيد ise yok olduktan sonra tekrar eski haline getiren demektir. İade, ikinci başlangıçtır.
İmam Gazali şöyle dedi: ”el-Mübdiul-muîd in manası, icad eden demektir. Fakat icad, daha önce benzeri olmayan bir şeyi ortaya koymak şeklinde olursa buna ibda, önceden benzeri varsa buna da iade denir. Allah insanları yoktan var etmiş, sonra onları mahşerde tekrar var edecektir. Her şey O'ndan gelmiş yine O'na dönecektir." (Ruhu’l Beyan)
وَهُوَ الْغَفُورُ الْوَدُودُۙ
وَهُوَ الْغَفُورُ الْوَدُودُۙ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayete matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. الْغَفُورُ haber olup lafzen merfûdur. الْوَدُودُ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
الْغَفُورُ- الْوَدُودُ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَهُوَ الْغَفُورُ الْوَدُودُۙ
Cümle atıf harfi وَ’ la önceki ayetteki هُوَ يُبْدِئُ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsned olan الْغَفُورُ - الْوَدُودُ sıfatları marife gelmiştir. Müsnedin الْ takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında, bu vasıfların mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.
Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında وَ olmaması, bu vasıfların her ikisinin birden onda mevcudiyetini gösterir.
الْغَفُورُ - الْوَدُودُ kelimelerinin ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Cümle öncesindeki yargıyı pekiştirme amacı taşıyan ıtnâb üslûbunun bir çeşidi olan, mesel tarikinde olmayan tezyîldir.
Ayetin bu son cümlesi, ufak değişiklerle birçok ayette tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Bu tekrarlarda ıtnâb, tekrir ve ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, c. 7, s. 314)
الْوَدُودُۙ : pek seven; gerçek dostlarının günahlarını bağışlayarak onlara sevgi gösterendir. Mücahid: Gerçek dostlarına çokça sevgi gösteren demek olup, burada فعول veznindeki lafız ism-i fail anlamındadır. (Kurtubî)ذُوالْعَرْشِ الْمَج۪يدُۙ
ذُوالْعَرْشِ الْمَج۪يدُۙ
ذُوالْعَرْشِ , önceki ayetteki هُوَ ‘nin üçüncü haberi olup, harfle îrablanan beş isimden biri olarak ref alameti و ‘dır. الْعَرْشِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْمَج۪يدُ dördüncü haber olup lafzen merfûdur.
ذُوالْعَرْشِ الْمَج۪يدُۙ
ذُوالْعَرْشِ izafeti, 13. ayetteki هُوَ ’nin üçüncü, الْمَج۪يدُۙ ise 4. haberidir.
ذُوالْعَرْشِ , izafet formunda gelerek az sözle çok anlam ifade etmiştir.
Müsnedin الْ takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında, bu vasıfların mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.
الْمَج۪يدُۙ mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.فَعَّالٌ لِمَا يُر۪يدُۜ
فَعَّالٌ لِمَا يُر۪يدُۜ
İsim cümlesidir. فَعَّالٌ mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri, هو ‘dir. لِ zaid olup takviye içindir.
Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يُر۪يدُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
يُر۪يدُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
يُر۪يدُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رود ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَعَّالٌ لِمَا يُر۪يدُۜ
Fasılla gelen ayetin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. فَعَّالٌ , takdiri هو (o) olan mübteda için haberdir.
لِ zaid olup takviye içindir.
فَعَّالٌ sözcüğü; ‘’O, murad ettiğini mutlaka yapar’’ şeklinde bir cümle takdiriyle hazf edilmiş bir mübtedanın haberidir. Allah hakkında mübalağa sıygasıyla فَعَّالٌ denmesi, dileyip yaptıklarının son derece çok olmasındandır. (Keşşâf)
فَعَّالٌ ‘ün mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası olan يُر۪يدُ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mübalağa sıygasındaki فَعَّالٌ , kemiyet ve keyfiyette kesrete delalet eder. (Âşûr)
Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَعَّالٌ hazf edilmiş bir mübtedanın haberidir. Yaratmayı dilediğini yaratır, o da olur. Bunda kulların fiillerini yarattığına delalet vardır. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)
هَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ الْجُنُودِۙ
هَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ الْجُنُودِۙ
هَلْ istifham harfidir. Muzari fiile dahil olursa manayı istikbale çevirir. Ancak muzari fiil istikbal ifade ediyorsa bu fiile dahil olmaz.
Fiil cümlesidir. اَتٰيكَ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
حَد۪يثُ fail olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْجُنُودِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muzâf mahzuftur. Takdiri, جنود فرعون (Firavun’un ordusu) şeklindedir.هَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ الْجُنُودِۙ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. هَلْ , takriri manada istifham harfidir. Takrir; soru soran kimsenin karşı tarafın ikrarını sağlamak için kullandığı bir üsluptur.
Takrir: (itirafa zorlama) Muhatabın bildiği birşey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda olmasına rağmen soru manası taşımayıp muhatabın dikkat kesilmesini sağlamak amacıyla geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayette tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Müsnedün ileyh olan حَد۪يثُ الْجُنُودِ , tazim kastıyla izafet formunda gelerek, az sözle çok anlam ifade etmiştir.
اَتٰي fiilinin حَد۪يثُ ’ya isnadı mecaz-ı aklîdir. Haber bir şahıs yerine konularak önemi vurgulanmıştır.
اَتٰيكَ حَد۪يثُ ifadesinde istiare vardır. حَد۪يثُ (haber), اَتٰيكَ fiilinin faili yapılarak kişileştirilmiştir. haberin اَتٰي fiiline isnad edilmesi, olayın azametini artırmaktadır. Haber, iradesi olan bir canlıya benzetilmiştir. İstiare sanatı yoluyla haberin büyüklüğü, muhayyileyi harekete geçirerek mükemmel bir şekilde ifade edilmiştir.
هَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ الْجُنُودِۙ [Sana orduların haberi geldi mi?] ayetinde kıssayı dinlemeye teşvik üslubu vardır. (Safvetü’t Tefâsir)
هَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ الْجُنُودِۙ cümlesine bakıldığında ayetteki her lafzın dikkatle seçildiği görülmektedir. Ayette gelen هَلْ istifham harfi, الْجُنُودِ hadisesinin ürkütücü ve korkutucu hali için kullanılmıştır. Ayrıca burada müşriklere, Firavun ve Semud’un başına gelenlerin onların başına da gelebileceğini hatırlatır. Yine ayette gelen اَتٰيكَ , haberin ulaşması anlamında istiare olarak gelir. Ayette gelen حَد۪يثُ , haber demektir. الْجُنُودِ kelimesi, جند ‘ün cemisi olup, savaş için toplanan ordular için kullanıldığı gibi resullere mukavemet için toplanan milletler anlamını da ifade eder. Bu, جُندࣱ مَّا هُنَالِكَ مَهۡزُومࣱ مِّنَ ٱلۡأَحۡزَابِ [(Onlar) Şurada bozguna uğratılacak derme çatma bir ordudur.] (Sad/11) ayetinden anlaşılmaktadır. (Âşûr)
Soru takrir yani muhatabı ikrara sevk etmek içindir. حَد۪يثُ الْجُنُودِ [Orduların kıssası]’ ndan maksat da Peygamberlere karşı savaşan kâfirler topluluğunun haberi ki, bu haber, onların küfür ve sapıklıkta devamlarıdır. (Ruhu’l Beyan)
هَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ الْجُنُودِ [Orduların haberi sana geldi mi?] Bu soru, sorulan şeyin vuku bulduğunu anlatmak için sorulmuş bir sorudur. Yüce Allah'ın her istediğini yapıcı olduğunu ve yakalamasının şiddetini misal ile anlatmak ve düşmanlarına karşı Resulullah (sav)'a yardım vadetmek suretiyle teselli vermektir. الْجُنُودِۙ 'dan maksat, peygamberlere karşı toplanmış olan ordular, gruplardır. (Elmalılı)
فِرْعَوْنَ وَثَمُودَۜ
فِرْعَوْنَ وَثَمُودَۜ
فِرْعَوْنَ kelimesi الْجُنُودِ ‘den bedel olup fetha ile mecrurdur. Gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır. ثَمُودَ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye mübdelün minh denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فِرْعَوْنَ وَثَمُودَۜ
فِرْعَوْنَ , önceki ayetteki, الْجُنُودِ ’den bedeldir. Takdiri جنود (ordular) olan muzâfın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. ثَمُودَ kelimesi فِرْعَوْنَ kelimesine matuftur.
Bedel, atıf harfi getirilmeksizin, tefsir ve izah maksadıyla, bir kelimenin bir başka kelimeyle açıklandığı ıtnâb sanatıdır.
Bedel; Arap dilinde bir kelimenin yerine kullanılan başka bir kelimenin atıf yapılmadan ve tefsir maksatlı kullanılmasıyla yapılan ıtnâb sanatıdır. Bedel yapmanın amacı, kapalı olan kelamı açmak, açık olanı ise tekid etmektir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı: 1 Yıl: 2000)
فِرْعَوْنَ وَثَمُودَۜ .[Firavun ve Semûd’a.] ifadesi, ‘’ordulara dair’’ den bedeldir. فِرْعَوْنَ derken, kendisi ve hanedanı kastedilmektedir. Tıpkı, [Firavun ve hanedanının…] (Yûnus 10/83) ayetinde olduğu gibi. Buna göre mana, “Sen şu orduların, peygamberleri yalanlamalarını ve bu tekzipleri yüzünden başlarına gelenleri artık öğrenmiş bulunuyorsun.” şeklindedir. (Keşşâf)
فِرْعَوْنَ وَثَمُودَۜ [Firavun ve Semud'un.] Bu ikisinin جُنُودِۙ 'den bedel yapılması Firavundan kendisi ve kavminin murad edilmesindendir. Mana da şöyledir: Onların elçileri yalanladıklarını ve başlarına geleni bilmiş durumdasın; öyleyse teselli ol ve kavminin yalanlamalarına sabret ve onları ötekilerin başlarına gelenin misli ile ikaz et. (Beyzâvî)
Bu kelam, Allah'ın, âsi zalimleri ve azgın kâfirleri yakalamasının ne kadar çetin olduğunu, O'nun her dilediğini mutlaka yaptığını izah etmekte, ayrıca bu ordulara isabet eden cezanın, Peygamberimizin kavmine de isabet edeceğini zımnen bildirip onu teselli etmektedir. (Ebüssuûd)
بَلِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي تَكْذ۪يبٍۙ
بَلِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي تَكْذ۪يبٍۙ
بَلْ , idrâb ve atıf harfidir.Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir. ‘Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki’ anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. ف۪ي تَكْذ۪يبٍ car mecruru mahzuf habere mütealliktir.بَلِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي تَكْذ۪يبٍۙ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. بَلْ idrâb harfi, intikal içindir.
بَلِ , atıf edatlarındandır. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, sadece matufu îrab yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , mübteda konumundadır. Mevsulü her zaman takip eden sılası olan كَفَرُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Müsnedün ileyhin ismi mevsûlle gelmesi, bilinen kişiler olduğunu belirtmesi yanında, bahsi geçen kişileri tahkir içindir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. ف۪ي تَكْذ۪يبٍۙ car mecruru, الَّذ۪ينَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
تَكْذ۪يبٍۙ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Kelimedeki nekrelik, nev, kesret ve tahkir ifade eder.
ف۪ي تَكْذ۪يبٍۙ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi فِی harfi zarfiye manası içerir. Ayette yalanlama, içi olan bir şeye benzetilerek istiare yapılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. Bu istiareyle, içinde bulundukları durumun şiddetli kötülüğü, küfürlerinin onları kapalı bir mekân gibi tamamen kuşattığı ifade edilerek vurgulanmıştır.
تَكْذ۪يبٍۙ - كَفَرُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tefennün sanatları vardır.
Aksine, senin kavminin nankörce inkâr edenler’i, hala yalanlamakta, yani yalanlamakta ve azaba müstehak durumdadırlar! (Keşşâf)
Burada idrâb sanatının anlamı, müşriklerin durumunun, anlatılan kimselerin durumundan daha şaşırtıcı olmasıdır; çünkü onların hayat hikayelerini ve başlarına gelenleri işitip, onların mahvoluşlarının izlerini görmüş olmalarına rağmen ibret almamakta; onlarınkinden daha yoğun biçimde yalanlamaktadırlar! (Keşşâf)
Bu ayette kâfirler için kınama ve uyarı vardır. Çünkü inkâr edenler, Allah Teâla’ya sırt çevirip topluca heva ve şehvete yöneldiler. (Alûsi)
تَكْذ۪يبٍ kelimesinin nekre gelmesi de yalanın büyüklüğüne ve vehametine delalet eder. (Alusi)
بَلِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي تَكْذ۪يبٍ [Hayır, kâfirler yalanlamaktadır.] ondan vazgeçmezler, بَلْ edatının içerdiği idrâbın manası şudur: Onların halleri bunların hallerinden daha acayiptir; çünkü onların kıssalarını işittiler, helâk izlerini gördüler ve onlarınkinden daha şiddetli vaziyette yalanladılar. (Beyzâvî)
وَاللّٰهُ مِنْ وَرَٓائِهِمْ مُح۪يطٌۚ
وَاللّٰهُ مِنْ وَرَٓائِهِمْ مُح۪يطٌۚ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. اللّٰهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. مِنْ وَرَٓائِهِمْ car mecruru مُح۪يطٌ ‘a mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مُح۪يطٌ haber olup lafzen merfûdur.
مُح۪يطٌ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاللّٰهُ مِنْ وَرَٓائِهِمْ مُح۪يطٌۚ
Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki istinaf cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اللّٰهُ mübteda, مُح۪يطٌ haberdir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car mecrur مِنْ وَرَٓائِهِمْ , ihatanın manevi olmadığını vurgulamak için, amili olan مُح۪يطٌ ’e takdim edilmiştir.
Müsned olan مُح۪يطٌ , mezid bab افعال ‘nin ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
Oysa Allah onların hallerini bilmektedir, onlara gücü yeter! O’nu aciz bırakamazlar. Allah’ın onları çepeçevre kuşatması bir darbı meseldir; çünkü onlar, birinin çepeçevre kuşattığı şeyi kaçırmayacak olmasına benzer şekilde Allah’ı atlatamayacaklardır.
Bu ayette istiareyi temsiliyye vardır. Şihab şöyle der: Bu ayette kâfirler için engelleyici (ta’riz) bir azarlama (tevbih) vardır. Zira onlar Allah Teâlâ’nın çağrısına kulak asmadılar. Kendilerini iyice kaptırarak heva ve heveslere yönelttiler. (Kâsimî, Tefsirul Kâsimî, VII, 298)
Bu ayet ile kâfirler kınanmakta ve uyarılmaktadır. Çünkü inkâr edenler, Yüce Allah’a sırt çevirip topluca heva ve şehvete yönelmektedir. Kâfirlerin bu şekilde tehdit edilmesi müminlerin sahipsiz olmadığını da içermektedir. Bu ayette terhîb üslubu ile kâfirler uyarılmakta, terğîb üslubuyla da müminler teselli edilmektedir. (Mehmet Nurullah Aktaş, Burûc Suresinin Kimliği Ve Üslûbu Üzerine)
Tekziplerinin onları kuşatmasının karşılığı olarak, azabın kuşatması olması uygun olmuştur. وَاللّٰهُ مِنْ وَرَٓائِهِمْ مُح۪يطٌ sözü tehdit ve vaîd manasında kullanılmış bir haberdir. (Âşûr)
Bu kelam, onların, Allah'ın azabından kurtulamayacaklarının temsili ifadesidir. Yani kişinin, kaçacak delik bırakmayacak şekilde düşmanını çepeçevre kuşatmasına benzetilmiştir. (Ebüssuûd, Ruhu’l Beyan)
بَلْ هُوَ قُرْاٰنٌ مَج۪يدٌۙ
بَلْ هُوَ قُرْاٰنٌ مَج۪يدٌۙ
بَلْ , idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir. ‘Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki’ anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak ‘oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine’ manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. قُرْاٰنٌ haber olup lafzen merfûdur. مَج۪يدٌۙ kelimesi قُرْاٰنٌ ‘un sıfatı olup damme ile merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَلْ هُوَ قُرْاٰنٌ مَج۪يدٌۙ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. بَلْ idrâb harfi, intikal içindir. Mübteda ve haberden oluşan cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. هُوَ mübteda, قُرْاٰنٌ haberdir.
قُرْاٰنٌ ’un sıfatı olan مَج۪يدٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
قُرْاٰنٌ مَج۪يدٌۙ ifadesinde istiare vardır. Kur’an, مَج۪يدٌۙ ‘le sıfatlanarak kişileştirilmiştir. Bu tavsif, Kur'an'ın azametini artırmaktadır. Kur’an, iradesi olan bir canlıya benzetilmiştir. İstiare sanatı yoluyla onun yüceliği, muhayyileyi harekete geçirerek mükemmel bir şekilde ifade edilmiştir.
Aksine!.. Bu, yani şu yalanladıkları kitap, şanlı şerefli, yani kitaplar içerisinde, nazmında ve mucizeliğinde makamı yüksek bir Kur’an’dır. İfade; izafetle قُرْاٰنُ المجيدِ şeklinde de okunmuş olup (Bu, Şan ve Şeref Sahibi’nin yani Allah’ın Kur’an’ıdır.) anlamına gelir. (Keşşâf)
بَلْ هُوَ قُرْاٰنٌ مَج۪يدٌۙ ayetinde بَلْ idrâbı ile, Kur’an’ı yalanlayanları ve gerçeği yansıtmayan bilgilerle muhatabın zihin dünyasını şüphelerle doldurmaya çalışanları ikna etmeye çalışmaktadır. (Mehmet Nurullah Aktaş, Burûc Suresinin Kimliği Ve Üslûbu Üzerine)
قُرْاٰنٌ kelimesi, قُرِئَ fiilinin masdarıdır. Çokluk manasına delalet eden فُعْلانٍ vezninde gelmiştir. الشُّكْرانِ والقُرْبانِ gibi. (Âşûr)
Yalanladıkları bu şeyin mertebesi diğer kitapların hepsinden yüksek, nazmı ve icazı da onlardan daha yüce, şerefli bir Kur'an'dır. Bazılarının zannettiği gibi uydurulmuş değildir. Öncekilerin efsanesi de değildir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)
ف۪ي لَوْحٍ مَحْفُوظٍ
ف۪ي لَوْحٍ مَحْفُوظٍ
ف۪ي لَوْحٍ car mecruru قُرْاٰنٌ ‘un ikinci mahzuf sıfatına mütealliktir. مَحْفُوظٍ kelimesi لَوْحٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَحْفُوظٍ kelimesi, sülâsi mücerredi حفظ olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
ف۪ي لَوْحٍ مَحْفُوظٍ
ف۪ي لَوْحٍ car mecruru, önceki ayetteki قُرْاٰنٌ ‘un mahzuf ikinci sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
مَحْفُوظٍ kelimesi لَوْحٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Hak Teâlâ burada, "O, Levh-i Mahfuz'dadır" buyurmuş, bir başka ayette ise, اِنَّهُ لَقُرْاٰنٌ كَرٖيمٌۙ * فٖي كِتَابٍ مَكْنُونٍۙ [O meknûn (korunan) bir kitap, şerefli bir Kur'an'dır.] (Vakıa, 56/77-78) buyurmuştur. Binaenaleyh فٖي كِتَابٍ مَكْنُونٍ /meknûn kitap ile "levh-i mahfuz"un aynı şey olması muhtemeldir. Hem sonra Kur'an'ın mahfuz (korunmuş) oluşu ile, Hak Teâlâ'nın da, لَا يَمَسُّهُٓ اِلَّا الْمُطَهَّرُونَؕ [Ona ancak tertemiz olanlar dokunabilir.] (Vakıa, 56/79) ayetinde buyurduğu gibi, kendisine tertemiz olanların dışındakilerin dokunmasından mahfuz (korunmuş) olduğu manası kastedilebileceği gibi, mukarreb meleklerin dışında, herhangi bir mahlukatın kendisine muttali olmaktan korunmuş olduğu manası da kastedilmiş olabilir. Yine bu ifadeyle, onda hiçbir tağyir ve tebdilin olamayacağı manası da kastedilmiş olabilir. (Fahreddin er-Râzî)
Mücahid, ayette zikredilen levh-i mahfuzdan maksadın, Ümmül kitap olduğunu, Katade, Allah katında bulunan bir levha olduğunu, Enes b. Malik ise İsrâfîl'in alnı olduğunu söylemiştir. (Taberî)
Surenin son iki ayetinin, diğer ayetlerle son derece sıkı anlam bağlantısı olan ve dinleyiciye sözün sona erdiğini bildiren, onda sözün devamına dair hiçbir merak bırakmayan ayetler olduğu aşikardır. Benzeri hüsn-i hatime örnekleri, Kur’an-ı Kerim’in bütün surelerinde görülebilir.
Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaad ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَالسَّمَٓاءِ وَالطَّارِقِۙ
وَالسَّمَٓاءِ وَالطَّارِقِۙ
وَ harf-i cer olup, kasem harfidir. وَالسَّمَٓاءِ car mecruru mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, أقسم (Yemin ederim) şeklindedir. الطَّارِقِۙ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
الطَّارِقِۙ kelimesi, sülâsi mücerredi طرق olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالسَّمَٓاءِ وَالطَّارِقِۙ
Sure, berâat-i istihlâl sanatına uygun olarak, surenin konusuyla alakalı bir cümleyle başlamıştır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiştir. Ayrıca cümle, hüsn-i ibtidâ sanatının güzel bir örneğidir.
Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Surenin ilk ayeti ibtidaiyye olarak gelmiştir. وَ , kasem harfidir. Ayette, îcâz-ı hazif sanatı vardır. Muksemun bih olan وَالسَّمَٓاءِ car mecruru, takdiri اقسم (Yemin ederim) olan mahzuf fiile mütealliktir. Muksemun aleyh olan kasemin cevabı, 4. ayette gelmiştir.
السَّمَٓاءِ ve الطَّارِقِۙ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Kur’an-ı Kerîm’de onyedi surenin başında ve sure içlerinde, Allah’ın zatına, fiillerine ve mahlukatına yemin edilmektedir.
Kur’an’da yemin edilen varlığın önemine dikkatleri çekmek, muhatabın tereddüt etmesi veya inkârcı olması gibi durumlarda Allah’ın kendi zatına, Kur’ân’a, meleklere, güneş, ay, yıldız, zaman, gece, gündüz, incir ve zeytin gibi nesnelere yemin edilmiştir.
Bu sure on yedi ayet olup Mekkîdir ve mebde (ilk yaratılış) ve mead (ahiret) bilgilerini öğrenmeye teşvik eden bir suredir. (Fahreddin er-Râzî)
[Yemin olsun o göğe ve Târık'a.] Aslında الطَّارِقِۙ , geceleyin gelip kapıyı çalana denir. Mâverdî şöyle dedi: الطَّارِقِۙ 'ın aslı vurmaktır. Kendisiyle demire vurulduğu için çekice مِطْرِقَ denir. Geceleyin yola çıkana da genellikle kapı çalma ihtiyacı duyduğu için طَّارِقِۙ denir. Buradaki طَّارِقِۙ 'tan maksat, geceleyin ortaya çıkan yıldızdır. Râğıp el-Isfahanî dedi ki: ”Yıldıza طَّارِقِۙ denmesi, sırf geceleyin gözükmesinden dolayıdır." (Rûhu’l Beyân)
Yeminin faydası, yemin edilen şeyin önemine dikkati çekerek verilen haberi desteklemektir. Burada iki şeye yemin olunuyor. Birisi gök, birisi de târıktır.
الطَّارِقِۙ , aslında طرق kökünden ism-i faildir. طرق , bir ses işitilecek şekilde şiddetle vurmak, çarpmaktır. Bu asıl manasından genişletilerek bunun gerektirdiği birçok manada kullanılmıştır. ‘Çekiç’ ve ‘çomak’ manasına مِطْرَقَ bu köktendir. Yol manasına gelen طريق da bundan türetilmiştir. Zira yolcular ona ayak vururlar. Buna göre طريق , esasen ‘tokmak vurur gibi şiddetle vuran’ demek olduğu halde sonra ayak vurmak, yol tepmek manasıyla lügat örfünde yola giden yolcuya isim olmuş ve bu manada yaygın şekilde kullanılarak hakikat olmuştur. Sonra ‘gece gelen’ manasında özelleşmiştir ki geceleyin gelip kapı çalan veya gönül hoplatan ziyaretçi manasını ifade eder. Mastarı طَرْق ve طُرُق ‘tur. Sonra bu manadan genişletilerek her ne olursa olsun geceleyin ortaya çıkıp göze, gönüle çarpan her şeye, hatta hayalî görüntülere dahi طارق denilmiştir. (Elmalılı)
Bazıları ise târık kelimesinin 1960'larda keşfedilen nötron yıldızlarını (pulsar) anlattığını ileri sürmüş ve o şekilde tercüme etmişlerdir.
وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا الطَّارِقُۙ
وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا الطَّارِقُۙ
İsim cümlesidir. وَ itiraziyyedir. مَٓا istifham harfi mübteda olarak mahallen merfûdur. اَدْرٰيكَ mübteda مَٓا ‘nın haberi olarak mahallen merfûdur.
اَدْرٰيكَ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَدْرٰيكَ ‘bilmek’ anlamında kalp fiillerindendir.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller ‘etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi’ gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا الطَّارِقُۙ cümlesi اَدْرٰيكَ fiilinin iki mef’ûlü yerinde olup mahallen mansubdur.
مَٓا istifham harfi mübteda olarak mahallen merfûdur. الطَّارِقُۙ haber olup lafzen merfûdur. اَدْرٰيكَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi دري ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا الطَّارِقُۙ
وَ , itiraziyye, ayet muterizadır.
İtiraz, bir kelamın ortasında veya aralarında mana açısından benzerlik olan iki kelam arasında (ikincisi birincinin tekîdi, beyânı, bedeli veya matufu olma açısından) yer alan ve îrâbdan mahalli olmayan bir veya birkaç cümleye denir.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İtiraz cümleleri, tenzîh, ta‘zîm, dua, tenbîh, teberrük, takrîr, tasrîh.. gibi çeşitli gayelere binaen yapılan itnab sanatıdır.
Önceki ve sonraki ayetler arasında itiraziye olan cümlede istifham harfi مَا mübteda, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan اَدْرٰيكَ مَا الطَّارِقُ cümlesi, haberdir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi olarak gelmiş, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
مَا الطَّارِقُ cümlesi, اَدْرٰيكَ fiilinin iki mef’ûlu yerindedir. İstifham harfi مَا , mübteda olarak mahallen merfûdur. الطَّارِقُ haberdir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
مَٓا , istifham harfinin ve الطَّارِقُ isminin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayetteki cümleler, istifham üslubunda olmasına rağmen, soru anlamında değildir. Cümleler, vaz edildiği anlamdan çıkarak tazim ve uyarı anlamına gelmesi nedeniyle mecazı mürsel mürekkeptir. Ayrıca bu istifhamlarda tecahül-i ârif sanatı söz konusudur.
Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Hak Teâlâ وَالطَّارِقِ buyurunca, bu, dinleyenin kendisini mutlaka bilmek isteyeceği şeyler cümlesinden olmuş olur. Binaenaleyh Cenab-ı Hak bunun peşisıra وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا الطَّارِقُ [Tarık'ın ne olduğunu sana hangi şey bildirdi?] demiştir. Süfyan b. Uyeyne, "Kur'an'da وَمَٓا اَدْرٰيكَ şeklinde gelen her şeyi, Cenab-ı Hak, peygamberine haber vermiş, ne olduğunu bildirmiş; ama ماَ يُدْريكَ şeklinde gelenleri ise, haber vermemiş, cevabının ne olduğunu bildirmemiştir. Mesela, وَمَا یُدۡرِیكَ لَعَلَّ ٱلسَّاعَةَ قَرِیبࣱ [Ne bilirsin belki de kıyamet yakındır.] (Şura, 17) ayetinde olduğu gibidir" demiştir. (Fahreddin er-Râzî - Âşûr)
Tâhir bunun belki de bu kullanım sıygalarına mahsus bir şey olduğunu, bu konuda düşünülmesi gerektiğini söylemiştir. Belki de Şeyh Tâhir mazi fiille kullanımda konunun açıklanmasını ve muzari fiilden sonra ise konunun açıklanmaması hususunu araştırmayı kastetmiştir. Ben bu konuda Şeyh'in tavsiye ettiği gibi düşündüm ve bulabildiğim tek şey şu oldu: Mazi fiil geçmişte olan bir şeyi ifade eder, dolayısıyla bilinmesi gereken yerlerde kullanılır. “Onu sana ne bildirdi?” sorusu, onu sana bildiren şey hakkında değildir. Sual geçmiş hakkındadır. Yani bu olayın üzerinden zaman geçti, ama sen bilmediğin için biz şimdi sana bunu bildiriyoruz dercesine arkadan açıklama gelmiştir. Halbuki muzari fiille olan soru bu manada değildir. Çünkü muzari ya hale ya da geleceğe delalet eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.130)
İbn Âşûr’a göre, bu rivayetler sahihse Kur’an’daki ما أدْراكَ ifadelerinin mef’ûllerinin kesinlikle gerçekleşeceğinin bildirildiği, وما يُدْرِيكَ ifadelerinin mef’ûllerinde ise böyle bir bilginin verilmediği söylenebilir. Bu yaklaşımın, birinci ifadedeki istifhamın korkutma ve olayın vahametini ortaya koyma, ikinci ifadedeki istifhamın ise inkâr amacıyla yapılmış olduğu öncülünden hareket etmesi mümkündür. Bunun yanında birinci ifadedeki sorunun geçmiş zaman, ikinci ifadedeki sorunun şimdiki-gelecek zaman kipinde sorulmuş olması da böyle bir anlam doğurabilir. Hatta geçmiş zaman kipi ile sorulan sorunun, cevabın şimdiki-gelecek zamanda bildirileceğine dair bir mesaj taşıdığı da söylenebilir. (Muhammed İsa Yüksek, Kur’an’daki ‘ve-mâ edrâke’ Kalıbı Bağlamında Metafizik Varlıkların Mahiyet Tespitinde Dilin İmkânı)
Tarık, yemin ile tazim edildikten sonra bu ifade ile de onun şanı yüceltilmekte ve onun kadrinin, insanların idrakinin erişemediği yükseklikte olduğuna dikkat çekilmektedir. O halde onun kadrini, Hallâk-i Alîm'den (her şeyi yaratan ve her şeyi bilen Allah'tan) telakki etmek gerekir. (Ebüssuûd)
اَلنَّجْمُ الثَّاقِبُۙ
اَلنَّجْمُ الثَّاقِبُۙ
İsim cümlesidir. اَلنَّجْمُ mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, هو ‘dir. الثَّاقِبُ kelimesi اَلنَّجْمُ ‘ nun sıfatı olup damme ile merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الثَّاقِبُ kelimesi, sülâsi mücerredi ثقب olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلنَّجْمُ الثَّاقِبُۙ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. اَلنَّجْمُ , takdiri هو (o) olan mübteda için haberdir.
الثَّاقِبُ kelimesi, اَلنَّجْمُ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Cümle kasemle cevabı arasında itiraziyye veya الطَّارِقُۙ ’dan bedeldir.
الثَّاقِبُۙ - الطَّارِقُۙ kelimeleri arasında muvazene, diğer adıyla muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
[Delip geçen yıldızdır.] Parlaktır, sanki karanlığı ışığıyla deler geçer ya da gökleri deler geçer. Ondan yıldız cinsi murat edilmiştir ya da bilinen yıldızdır ki, o da Zühal (Satürn) dür. Ondan evvela genel bir sıfatla (tarıkla) tabir etti, sonra da onu (delme) özelliği ile tefsir etti; bu da şanını yüceltmek içindir. (Beyzâvî, Ruhu’l Beyan)
اَلنَّجْمُ 'deki marifeliğin cins için olması caizdir. (Âşûr)
اِنْ كُلُّ نَفْسٍ لَمَّا عَلَيْهَا حَافِظٌۜ
اِنْ كُلُّ نَفْسٍ لَمَّا عَلَيْهَا حَافِظٌۜ
Ayet, kasemin cevabıdır. اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. İsim cümlesidir. كُلُّ mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. نَفْسٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لَمَّا ; muzârinin başında cezm, kalb ve nefy harfi, mazinin başında ise zaman zarfıdır.
لَمَّا ; maziden önce vakta ki,...dığı zaman, manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)
عَلَيْهَا حَافِظٌ cümlesi كُلُّ ‘nün haberi olarak mahallen merfûdur.
لَمَّا harfi إلاَّ manasında hasr içindir. عَلَيْهَا car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. حَافِظٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
حَافِظٌ kelimesi, sülâsi mücerredi حفظ olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ كُلُّ نَفْسٍ لَمَّا عَلَيْهَا حَافِظٌۜ
Fasılla gelen ayetin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Ayet kasemin cevabıdır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. كُلُّ نَفْسٍ mübteda, عَلَيْهَا حَافِظٌ cümlesi haberdir.
Cümle nefy harfi اِنْ ve إلاَّ manasında olan لَمَّا harfinin oluşturduğu kasrla tekit edilmiştir.
لَمَّا burada istisna harfi manasını taşır. Bu durumda isim cümlesi veya mazi fiille başlayan cümleye dahil olur. (İtkan)
Kasr, mübteda ve haber arasındadır. كُلُّ نَفْسٍ maksûr/mevsûf عَلَيْهَا حَافِظٌۜ , maksurun aleyh/sıfat, olmak üzere kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Yani müsnedün ileyhin, bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir.
Müsnedün ileyh كُلُّ نَفْسٍ şeklinde izafet formunda gelerek az sözle çok anlam ifade etmiştir.
نَفْسٍ ‘deki nekrelik nev, kesret ve cins ifade eder.
كُلُّ نَفْسٍ ‘in haberi konumundaki عَلَيْهَا حَافِظٌ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. عَلَيْهَا , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. حَافِظٌ muahhar mübtedadır.
Müsnedün ileyh olan حَافِظٌ kelimesinin nekre gelmesi kesret, nev ve tazim içindir.
اِنْ ; nefy manası ifade eder, isim ve fiil cümlelerinin başına gelir. اِنْ ’den sonra istisna edatı olan إلاَّ veya لَمَّا gelebilir. İstisna edatının gelmediği de olur.
Surenin başındaki mahzuf kasem ve bu ayetteki cevabından oluşan terkip, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.
حَافِظٌ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
Son üç ayetin fasılaları olan الطارق - الثاقب - حافظ kelimeleri vezin uygunluğu olan muvazene sanatının örnekleridir.
[Her nefsin üzerinde mutlaka vardır] yani durum şöyledir ki, her nefsin üzerinde mutlaka bir koruyucu, gözcü vardır. اِنْ edatı اِنَّ 'den tahfif edilmiştir, لَ da fasıladır, مَّا edatı da zâittir. İbn Âmir, Âsım ve Hamze لَمَّا okumuşlardır, o da إلاَّ manasınadır, اِنْ de nâfiyedir, cümle de her iki ihtimale göre kasemin cevabıdır. (Beyzâvî)
Şayet “Yeminin cevabı nedir?” dersen şöyle derim: اِنْ كُلُّ نَفْسٍ لَمَّا عَلَيْهَا حَافِظٌۜ [Herkesin başında mutlaka bir bekçi var.] ayetidir; çünkü اِنْ şu iki şeyin dışında kalmaz: Ya - لَمَّا ’yı إلاَّ anlamında- şeddeli okuyana göre olumsuzluk edatıdır ya da مَّا sıla olarak şeddesiz (le-mâ) okuyana göre اِنَّ ’nin şeddesizi olan اِنْ ’dir. Hangisi olursa olsun, yemini karşılayabilecek türdendir. (Keşşâf)
Kasemin cevabı bu ayettir. Maksada işaret eden sembolik bir metafordur. (Âşûr)
Bu cümle, zikredilen yeminin cevabıdır. Yemin cümlesi ile bu cümle arasındaki cümleler ise, ara cümleleri (itiraz cümleleri) olup yemin edilen şeyin tazimini tekîd etmektedir. Bu da, yemin konusunun tekidini gerektirmektedir. (Ebüssuûd)
فَلْيَنْظُرِ الْاِنْسَانُ مِمَّ خُلِقَۜ
فَلْيَنْظُرِ الْاِنْسَانُ مِمَّ خُلِقَۜ
فَ istînâfiyyedir. Fiil cümlesidir. لْ , emir lam’ıdır. يَنْظُرِ sukün üzere mebni emir fiildir. الْاِنْسَانُ fail olup lafzen merfûdur. مِمَّ car mecruru خُلِقَۜ fiiline mütealliktir.
مِمَّ cer harfi مِنْ ile istifham harfi ما ‘nın bileşimi olan bu edatın anlamı, ‘neden?’ şeklindedir. Cer harfinden sonra istifham harfi geldiğinde elif hazf edilir. (Arap Dilinde Edatlar, Hasan Akdağ)
مِمَّ خُلِقَ cümlesi amili يَنْظُرِ ‘un mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
خُلِقَۜ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir.فَلْيَنْظُرِ الْاِنْسَانُ مِمَّ خُلِقَۜ
فَ istînâfiyye, لْ emr-i gaib harfidir. Ayet, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Emir üslubunda olmasına rağmen cümle, gerçek manada emir değildir. Cümle vaz edildiği anlamdan çıkarak tenbih ve uyarı anlamına gelmesi nedeniyle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan مِمَّ خُلِقَۜ cümlesi لْيَنْظُرِ fiilinin iki mef’ûlu yerindedir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car mecrur مِمَّ , sadaret hakkı sebebiyle, amili olan خُلِقَۜ ‘ya takdim edilmiştir.
Car mecrur مِمَّ ’nin aslı مِنْ - ما ’dır. Harf-i cerle birleştiğinde soru harfinden elif düşmüştür.
خُلِقَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kur’an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
İstifham, مِن أيِّ شَيْءٍ خَلَقَهُ şeklindeki Abese/8 ayetinde de olduğu gibi bilinmesi gereken durumlarda tenbih ve uyarı olarak kullanılır. Burada da bu şekilde gelmiş mecaz-ı mürsel mürekkebdir. (Âşûr)
الْاِنْسَانُ ile özellikle ba’sı inkar edenler kastedilmiştir.(Âşûr)
Öyleyse insan neden yaratıldığına bir baksın. Mizanı, haşri ve neşri inkâr eden, cehalet ve unutma ile iç içe olan insan, neden yaratıldığını bir düşünsün de asla hayat kokusu koklamayan maddelerden kendisini yaratan Allah Teâlâ’nın onu tekrar diriltmeye kādir olduğunu, hatta akıl ölçüsüne göre daha kadir olduğunu anlasın ve ahiret günü için kendisine faydalı olacak şeyleri yapsın, kendisini uçuruma götürecek günahları meleğe yazdırmasın. (Rûhu’l Beyân)
مِمَّ خُلِقَ [Neden yaratılmış?] lafzı bir sorudur. "Hangi şeyden yaratılmış" demektir. (Kurtubî)
خُلِقَ مِنْ مَٓاءٍ دَافِقٍۙ
خُلِقَ مِنْ مَٓاءٍ دَافِقٍۙ
Fiil cümlesidir. خُلِقَ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir. مِنْ مَٓاءٍ car mecruru خُلِقَ fiiline mütealliktir. دَافِقٍۙ kelimesi مَٓاءٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
دَافِقٍ kelimesi, sülâsi mücerredi دفق olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خُلِقَ مِنْ مَٓاءٍ دَافِقٍۙ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
Car mecrur مِنْ مَٓاءٍ , meçhul fiil خُلِقَ ’ya mütealliktir. دَافِقٍ kelimesi مَٓاءٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
خُلِقَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
دَافِقٍۙ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin hudûs ve yenilenmesine işaret etmiştir.
مَٓاءٍ ’in nekre gelişi nev ve tahkir ifade eder.
خُلِقَ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
دَافِقٍ ism-i faildir. İsm-i mef’ûl olan مَدْفُقٍ yerine kullanılmıştır. Mef’ûliyye alakasıyla mecaz-ı mürseldir. Atılan şey, atılmaktaki hızı sebebiyle atan şeklinde ism-i fail ile nitelenmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
[Dökülen bir sudan] ifadesi istifhamın cevabıdır. مَٓاءٍ دَافِقٍۙ ise, ذي دِفْقٍ (dökülen) manasınadır. O da iterek dökmektir. Maksat da rahimde iki sudan karışandır. (Beyzâvî)
الدفق : Gerçekte sahibine aittir. Bunun suya isnadı ise mecazdır. Dilbilimcilerden birinin şöyle dediği nakledilmiştir:
دفقت الماء دفقا صببته (suyu şiddetle döktüm.) demektir. دفق الماء بنفسه (su kendi kendine döküldü.) demektir.
Rahimde karıştığı ve yaratılışının başlarıgıcında (sular) birleştikleri için ماءين iki sudan dememiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)
Bu, mukadder bir soruya cevap olmak üzere gelmiştir. Sanki şöyle sorulmuş: مم خلق [Peki o neden yaratıldı?] Bunun üzerine şöyle cevap verilmiş: خلق من ماء ذى دفق [Atılan bir sudan yaratıldı.] Bu, süratle akıp yerinden fırlayan bir sudur. Yani rahme dökülen menidir. Maksat, karı kocanın rahimde birleşen sperm ve yumurtalarıdır. (Ruhu’l Beyan)
مَٓاءٍ kelimesinin başındaki مِنْ başlangıç ifade eder. ‘Bir kısım’ manasına gelmesi de "Suyun hepsinden çocuk olmaz." sahih hadisinin manasına uygun olur ki, "atan bir suyun bir kısmından yaratıldı" demek olur. مَٓاءٍ kelimesinin sonundaki tenvin de küçümseme, değersizlik, âdilik ifade eder. Değersiz, basit bir sudan manasındadır. (Elmalılı)
يَخْرُجُ مِنْ بَيْنِ الصُّلْبِ وَالتَّرَٓائِبِۜ
يَخْرُجُ مِنْ بَيْنِ الصُّلْبِ وَالتَّرَٓائِبِۜ
يَخْرُجُ cümlesi مَٓاءٍ ‘in ikinci sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. يَخْرُجُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مِنْ بَيْنِ car mecruru يَخْرُجُ fiiline mütealliktir.
الصُّلْبِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. التَّرَٓائِبِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
يَخْرُجُ مِنْ بَيْنِ الصُّلْبِ وَالتَّرَٓائِبِۜ
Ayet kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelmiştir. Cümle önceki ayetteki مَٓاءٍ için ikinci sıfattır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İstimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مِنْ بَيْنِ الصُّلْبِ car mecruru, يَخْرُجُ fiiline mütealliktir. الصُّلْبِ , mekân zarfı بَيْنِ ’nin muzâfun ileyhidir. التَّرَٓائِبِ kelimesi الصُّلْبِ ’ye matuftur.
التَّرَٓائِبِۜ - الصُّلْبِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. Sırt kemiği ile göğüs kemiği birbirine uyumludur. Sırt kemiği tekil, göğüs kemiğinin çoğul gelmesi kadının göğüs kemiğiyle çevresinin ve onu kuşatan şeylerin de kastedilmesi dolayısıyladır. (https://tafsir.app/aljadwal/85/19, Mahmut Sâfi, Îrab)
‘’Bel ile göğüs kaburgalarının arasından çıkar” buyurmuştur. Erkeğin beli ile kadının تَّرَٓائِبِۜ denilen göğüs kemikleri arasından çıkar. (Beyzâvî)
بَيْنِ (arasında) sözünün söylenmesi, meninin bedenin her tarafından süzülüp meydana gelmesine işarettir. Bundan dolayı genellikle çocuk, ana ve babaya benzer. Erkeğin menisi sırtında, kadın menisi de göğüs kemikleri arasında birikir ve yerlerinden hareket ederler. Sıcaklık o menileri adeta pişirip beyaz hale getirir. Omurga meni ile dolunca meni oradan çıkmak ister. (Ruhu’l Beyan)
اِنَّهُ عَلٰى رَجْعِه۪ لَقَادِرٌۜ
اِنَّهُ عَلٰى رَجْعِه۪ لَقَادِرٌۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
عَلٰى رَجْعِه۪ car mecruru قَادِرٌ ‘a mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. قَادِرٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
قَادِرٌ kelimesi, sülâsi mücerredi قدر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّهُ عَلٰى رَجْعِه۪ لَقَادِرٌۜ
Ayet, istînâfiye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Allah Teâlâ’ya ait olan, هُ muttasıl zamiri, اِنَّ ’nin ismidir. عَلٰى رَجْعِه۪ car mecruru, haber olan قَادِرٌ ’a mütealliktir.
اِنَّهُ ‘daki zamir Hâlık'a aittir, خُلِقَ lafzı da bunu göstermektedir. (Beyzâvî)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car mecrur عَلٰى رَجْعِه۪ , ihtimam için amili olan لَقَادِرٌۜ ‘e takdim edilmiştir.
Müsned olan قَادِرٌ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi Manaya Delaleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)
5. ayetten itibaren gelen cümlelerde, kelamcıların usulünce kesin aklî delillerle konuşmak şeklinde tarif edilen mezheb-i kelâmî sanatı vardır.
رَجْعِه۪ , ba’stan kinayedir.يَوْمَ تُبْلَى السَّرَٓائِرُۙ
يَوْمَ تُبْلَى السَّرَٓائِرُۙ
يَوْمَ zaman zarfı, önceki ayetteki رَجْعِه۪ ‘ye mütealliktir. تُبْلَى ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تُبْلَى elif üzere mukadder damme ile merfû meçhul müzari fiildir. السَّرَٓائِرُ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
يَوْمَ تُبْلَى السَّرَٓائِرُۙ
Önceki ayetin devamı olan ayette zaman zarfı يَوْمَ , önceki ayette geçen masdar veznindeki رَجْعِه۪ ’ye mütealliktir.
يَوْمَ zaman zarfına muzâfun ileyh olan تُبْلَى السَّرَٓائِرُ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
تُبْلَى fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kur’an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
السَّرَٓائِرُ kelimesi سرير ’nin çoğuludur. سرير ise sır, yani gizlenen, saklanan şey demektir. Yani kalplerde gizlenen niyet, inanç ve diğer şeylerle gizlenen ameller o gün açığa çıkar, gözden geçirilir. İyi ve kötü olanlar birbirinden ayırt edilir. إبلي , ibtilâ yani imtihan demektir. Allah'ın, kullarını emir ve yasaklarla imtihan etmesi, ezelde malum olan şeylerin ortaya çıkması içindir. (Rûhu’l Beyân, Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)
Ayetteki يَوْمَ kelimesi ilk bakışta zannedilebileceği gibi قَادِرٌ kelimesinin mef'ûlü değil, رَجْعِه۪ yani geri çevirme kelimesinin mef'ûludür. Çünkü Allah'ın buna kudreti o gün ile kayıtlı değil, her zaman için mutlaktır. Onun için bunun, arada mukadder bir soruya cevap olan başlangıç cümlesi olması daha uygundur. Yani, "o geri çevirme ne vakit olacak? denilirse, "o, sırların ortaya çıkarılacağı gün olacaktır" demek olur. (Elmalılı)
فَمَا لَهُ مِنْ قُوَّةٍ وَلَا نَاصِرٍۜ
فَمَا لَهُ مِنْ قُوَّةٍ وَلَا نَاصِرٍۜ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إذا بعث يوم القيامة فما له …(Kıyamet günü diriltildikleri zaman onlar için yoktur.) şeklindedir.
مَا nefî harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مِنْ harf-i ceri zaiddir. قُوَّةٍ lafzen mecrur, haber olarak mahallen merfûdur.
لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. نَاصِرٍ atıf harfi وَ ‘la قُوَّةٍ ‘e matuftur.
نَاصِرٍ kelimesi, sülâsi mücerredi نصر olan fiilin ism-i failidir.
فَمَا لَهُ مِنْ قُوَّةٍ وَلَا نَاصِرٍۜ
Fasılla gelen ayet müstenefedir.
Rabıta harfi فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuştur. Cevap cümlesi olan فَمَا لَهُ مِنْ قُوَّةٍ وَلَا نَاصِرٍ , sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur لَهُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مِنْ zaid harftir. قُوَّةٍ , lafzen mecrur, mahallen merfû, muahhar mübtedadır. لَا نَاصِرٍ ifadesi atıf harfi وَ ‘la قُوَّةٍ ‘e matuftur. Cihet-i camiâ, tezâyüftür. Nefy harfinin tekrarı tekid ifade eder.
Takdiri, … إذا بعث يوم القيامة (Kıyamet günü diriltildikleri zaman ...) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)
Mübteda olan نَاصِرٍۜ ve قُوَّةٍ ‘deki nekrelik kıllet, nev ve umum ifade eder. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre umum ve şümule işarettir. Tekid ifade eden zaid مِنْ harfi de kelimeye ‘hiçbir’ anlamı katmıştır.
نَاصِرٍۜ - قُوَّةٍ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
İnsan, uğrayacağı azabı savacak bir güce, dışarıdan herhangi bir yardımcıya sahip değildir. Herkes o gün ameliyle bağlıdır. Başına gelen iyi veya kötü akıbet ile meşguldür.
وَالسَّمَٓاءِ ذَاتِ الرَّجْعِۙ
وَالسَّمَٓاءِ ذَاتِ الرَّجْعِۙ
وَ harf-i cer olup, kasem harfidir. وَالسَّمَٓاءِ car mecruru mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, أقسم (Yemin ederim) şeklindedir.
ذَاتِ kelimesi السَّمَٓاءِ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. الرَّجْعِۙ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالسَّمَٓاءِ ذَاتِ الرَّجْعِۙ
وَ , kasem harfidir. Ayette, îcâz-ı hazif sanatı vardır. Muksemun bih olan وَالسَّمَٓاءِ ذَاتِ الرَّجْعِ car mecruru, takdiri اقسم (Yemin ederim) olan mahzuf fiile mütealliktir.
السَّمَٓاءِ için sıfat olan ذَاتِ الرَّجْعِ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
8. ayetteki ba’s manasındaki رَجْعِه۪ ile bu ayetteki yağmur manasındaki الرَّجْعِۙ arasında tam cinas vardır. (Âşûr)
Kasemin cevabı 13. ayette gelmiştir.
السَّمَٓاءِ ‘nin ذَاتِ الرَّجْعِۙ ile sıfatlanmasında istiare vardır. Canlılara mahsus sahip olma özelliği, semaya nispet edilmiş, böylece bir canlı yerine konmuştur. Aynı zamanda cümlede tecessüm sanatı vardır.
ذَاتِ الرَّجْعِ yağmur manasında hal-mahal alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
[Yemin olsun o yağmurlu göğe.] رَّجْعِۙ , yağmur demektir. Yağmura رَّجْعِۙ (dönüş) denmesi, Arapların, bulutların suyu yeryüzündeki denizlerden alıp tekrar yere döndürdüğüne inanmalarından ötürüdür. Veya yağmurun yere dönmesmi arzu etmelerinden, yahut da Allahü teâlâ 'nın yaratıp ortaya çıkardıktan sonra göğü, kademe kademe eski haline döndüreceğinden böyle denmiştir. (Rûhu’l Beyân)
Zeccâc şöyle demektedir: "Buradaki الرَّجْعِۙ i kelimesiyle, tekrar tekrar geldiği için, yağmur kastedilmiştir." Bil ki, Zeccâc'ın ve diğer dilcilerin, الرَّجْعِۙ kelimesinin, ta baştan yağmur manasında vaz olunmuş bir isim olmadığı, tam aksine yağmura, mecazî olarak bu ismin verildiği hususu gayet açıktır. (Fahreddin er-Râzî)
وَالْاَرْضِ ذَاتِ الصَّدْعِۙ
وَالْاَرْضِ ذَاتِ الصَّدْعِۙ
الْاَرْضِ , atıf harfi وَ ‘la önceki ayete matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ذَاتِ kelimesi الْاَرْضِ ‘ın sıfatı olup kesra ile mecrurdur. الصَّدْعِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَالْاَرْضِ ذَاتِ الصَّدْعِۙ
الْاَرْضِ , atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki muksemun bih olan السَّمَٓاءِ ‘ye atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.
الْاَرْضِ için sıfat olan ذَاتِ الصَّدْعِ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
الْاَرْضِ ‘nin, ذَاتِ الصَّدْعِۙ ile sıfatlanmasında istiare vardır. Canlılara mahsus sahip olma özelliği dünyaya nispet edilmiş, böylece bir canlı yerine konmuştur. Aynı zamanda cümlede tecessüm sanatı vardır.
الصَّدْعِۙ , bütün cinslere şamil olan masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Ayrıca masdarlar, bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerir. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
ال , masdarın başına gelirse genellikle cins ifade eder. Bazen de ahd ifade edebilir. (Âşûr Bakara/229).
السَّمَٓاءِ - الْاَرْضِ kelimeleri arasında tıbak-ı icâb ve mürâât-ı nazîr sanatları, ذَاتِ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ذَاتِ الصَّدْعِ ifadesinde hal mahal-alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır.
Yeryüzüne ki, insanların kabirlerden çıkmaları, bitkilerin yarılan topraktan çıkmalarına benzer. صَّدْعِ 'dan maksat, bitkilerdir. Çünkü toprağı yaran bitkilerdir. Lügatte صَّدْعِ , ‘yarmak, delmek’ manasındadır. (Rûhu’l Beyân)
Burada yerin yarılmasından murad, onun, bitkilerle yarılmasıdır. Yoksa kimilerinin dediği gibi su pınarları ile yarılması değildir. Zira tekrar diriltilmeyi bildiren Kur’an'ın hak olduğuna gök ile yere yemin edilirken, mezkûr iki vasfın zikredilmesi, bu iki vasfın da haddizatında tekrar dirilmenin kanıtlarından olduklarına işaret etmek içindir. Nitekim Kur’an'ın birçok yerinde bu husus (bitkilerin, tekrar dirilmenin bir örneği olduğu) zikredildi. (Ebüssuûd)
اِنَّهُ لَقَوْلٌ فَصْلٌۙ
اِنَّهُ لَقَوْلٌ فَصْلٌۙ
Kasemin cevabıdır. İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. قَوْلٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. فَصْلٌۙ kelimesi قَوْلٌ ‘ün sıfatı olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّهُ لَقَوْلٌ فَصْلٌۙ
Ayet kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelmiştir. Kasemin cevabı, muksemun aleyhtir.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَصْلٌ kelimesi قَوْلٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
الصَّدْعِۙ , bütün cinslere şamil olan masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Ayrıca masdarlar, bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ismi mef’ûlü de ifade eder.
فَصْلٌ , ‘ayırmak’ manasında masdardır. Maksat; Kur’ânın hakla batılı ayırmasıdır. Yani hakkı açıklar ve batılı iptal eder. Bu özellik إنَّهُ لَقَوْلٌ فاصِلٌ şeklinde ism-i fail kalıbıyla değil de, daha mübalağalı olması için masdar kalıbıyla gelmiştir. (Âşûr)
Dolayısıyla burada mecazî isnad vardır.
اِنَّهُ ‘daki zamir Kur’an’a aittir. فَصْلٌۙ (ayırma/ayrım) kelimesi ‘hak ile batılı birbirinden ayıran’ anlamındadır. Tıpkı Kur’an’a ayıran anlamında Furkân dendiği gibi. (Keşşâf)
İsm-i fail olarak فاصل değil de masdar olarak الفصل şeklinde gelişi mübalağa içindir. Fârık'ın yerine Furkân denmesi de aynı şekilde mübalağa ifade eder. (Ruhu’l Beyan)
وَمَا هُوَ بِالْهَزْلِۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | ve değildir |
|
2 | هُوَ | O |
|
3 | بِالْهَزْلِ | şaka |
|
وَمَا هُوَ بِالْهَزْلِۜ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la kasemin cevabına matuftur. İsim cümlesidir. مَا olumsuzluk harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder. هُوَ munfasıl zamiri مَا ‘nın ismi olarak mahallen merfûdur.
بِ harf-i ceri zaiddir. الْهَزْلِۜ lafzen mecrur, مَا ‘nın haberi olarak mahallen mansubdur.
وَمَا هُوَ بِالْهَزْلِۜ
Ayet, önceki ayetteki kasemin cevabına وَ ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet sıygadan, menfi sıygaya geçişte iltifat sanatı vardır.
Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
مَٓا nefy harfi ليس gibi amel etmiştir. Müsned olan بِالْهَزْلِ ’deki بِ harfi zaiddir. Tekid ifade eder.
Olumlu cümlelerde لِ harfinin tekid ifade ettiği gibi, olumsuz cümlelerde de لَيْسَ ve مَٓا 'nın haberinin başında gelen بِ harfinin de tekid bildirdiğini söylenir. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, II, 142)
اِنَّهُ لَقَوْلٌ فَصْلٌ cümlesiyle ve وَمَا هُوَ بِالْهَزْلِ cümlesi arasında mukabele vardır. Bu cümle aynı zamanda önceki ayeti tekid eder.
الْهَزْلِۜ , bütün cinslere şamil olan masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Ayrıca masdarlar, bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ismi fâil (etkin sıfat) ve ismi mefûlü (edilgen sıfat) de ifade eder.
هَزْلِۜ , şaka demektir. Ciddinin zıddıdır. Kur'an'da hiçbir şey هَزْلِۜ şaibesi taşımaz, baştan sona ciddidir. İçinde şaka yoktur. Kendisiyle sapıkların hidayete ermesi, azgınların ona boyun eğmesi Kur'an’ın şanındandır. (Rûhu’l Beyân)
Kur’an'da bir gayri ciddilik şaibesi bile yoktur; onun tamamı, sırf ciddi konulardır; onda hiç hafife alınacak bir söz yoktur. Binaenaleyh taşkınlar, onunla hidayet bulmak ve azgınlar, ona boyun eğmelidir. (Ebüssuûd)
اِنَّهُمْ يَك۪يدُونَ كَيْداًۙ
اِنَّهُمْ يَك۪يدُونَ كَيْداًۙ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُمْ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. يَك۪يدُونَ fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَك۪يدُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. كَيْداًۙ mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)اِنَّهُمْ يَك۪يدُونَ كَيْداًۙ
Ayet, istînâfiye olarak fasılla gelmiştir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ , isnadın tekrarı ve isim cümlesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelam olan يَك۪يدُونَ كَيْداً cümlesi, اِنَّ ‘nin haberidir. Cümle mef’ûlu mutlakla tekid edilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiil gelerek yapılan amellerin zihinde canlanması sağlanmıştır.
İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mef’ûlu mutlaklı ifadelerde masdarlar, mecazî anlam ifade etmez. Masdar fiiliyle birlikte kullanıldığında mecaz olma ihtimali ortadan kalkar ve hakiki anlam devreye girer. (Doç.Dr. M. Akif Özdoğan, ARAP Dilinde Muhatabı İkna Etme Açısından Haberî Cümlede Tekîd Edatlarinin Rolü, Ksü İlahiyat Fakültesi Dergisi, 17 (2011))
كَيْداًۙ - يَك۪يدُونَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Tekid, haberin garipliğinden dolayıdır. Bunun için arkadan gelen وأكِيدُ كَيْدًا ifadesi tetmim, idmâc ve onu işitenler için uyarıdır. (Âşûr)
هُمْ (Onlar) sözü ile Mekke müşriklerini kastedilmiştir. Onlar, Allah'ın (cc) emrini iptal ve hakkın nurunu söndürmek için tuzaklar kurmaktadırlar. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)وَاَك۪يدُ كَيْداًۚ
وَاَك۪يدُ كَيْداًۚ
وَاَك۪يدُ كَيْداً cümlesi hal olup mahallen mansubdur. Fiil cümlesidir. اَك۪يدُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir. كَيْداً mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)وَاَك۪يدُ كَيْداًۚ
Ayet, haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. İstimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Fiil, Allah Teâlâ’nın zatına isnadla tazim edilmiştir.
اَك۪يدُ - كَيْداً - يَك۪يدُونَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِنَّهُمْ يَك۪يدُونَ كَيْداًۙ cümlesiyle, وَاَك۪يدُ كَيْداًۚ cümlesi arasında mukabele ve müşakele sanatları vardır.
كَيْداً kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Önceki ayette hile anlamına gelen كَيْد lafzı, kâfirler için hakiki anlamda kullanılmıştır. Ancak bu ayette Allah’a nispet edilen كَيْد lafzı ise, hakiki anlamda kullanılmamıştır. Çünkü Allah’ın hileye ihtiyacı yoktur. Allah hile kurmaktan münezzehtir. Burada Allah’a nispet edilen كَيْد ’den maksat, işlenen suça şekil ve benzeriyle karşılık vermektir. Dolayısıyla bu ayette müşâkele sanatı kullanılmıştır. (Mehmet Soysaldı,Kur’an-ı Kerim’de Müşâkele Sanatı)
Ben de bir tuzak kurarım. Ben de onlara karşı kurtulamayacakları bir tuzak kurarım. Bilmedikleri yönden onlara fırsat veririm, onlar bu fırsatla aldanırlar. Fani, zayıf ve aciz birinin hilesi, güçlü kuvvetli ve ezelî olan Allah'ın hilesiyle boy ölçüşemez. Dünyada kılıç, ahirette ise ateşle intikam almanın tuzak olarak isimlendirilmesi, müşâkele kabilindendir. Yani yaptıkları fiillerin karşılığı olarak kullanılmaktadır. Aksi halde tuzak; hile ve desise demek olduğu için hakiki manası kastedilerek Allahü teâlâ ya isnad edilemez. Bir şeyin cezasının o şeyin kendisinin adıyla söylenmesi yaygın bir ifadedir. Buna müşâkele denir.
Önceki ayetteki tekid, haberin garipliğinden dolayıdır. Bunun için arkadan gelen وأكِيدُ كَيْدًا ifadesi tetmim, idmâc ve onu işitenler için uyarıdır.
وَاَك۪يدُ كَيْداً cümlesi Resulullahı (sav) yardımla takviye etme, ona sebat verme vaadidir. (Âşûr) Dolayısıyla idmâc vardır.
Dünyada kılıç, ahirette ise ateşle intikam almanın tuzak olarak isimlendirilmesi, müşâkele kabilindendir. Yani yaptıkları fiillerin karşılığı olarak kullanılmaktadır. Aksi halde tuzak; hile ve desise demek olduğu için hakiki manası kastedilerek Allah Teâlâ’ya isnad edilemez. Bir şeyin cezasının o şeyin kendisinin adıyla söylenmesi yaygın bir ifadedir. Buna müşâkele denir. (Ruhu’l Beyan)
فَمَهِّلِ الْـكَافِر۪ينَ اَمْهِلْهُمْ رُوَيْداً
فَمَهِّلِ الْـكَافِر۪ينَ اَمْهِلْهُمْ رُوَيْداً
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن كادوا لك فمهّلهم (Sana hile kurarlarsa onlara mühlet ver) şeklindedir.
مَهِّلِ sukün üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. الْـكَافِر۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
اَمْهِلْهُمْ sukün üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. رُوَيْداً masdardan naib mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.
مَهِّلِ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi مَهل ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اَمْهِلْهُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi مَهل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
كَافِر۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerredi كفر olan fiilin ism-i failidir.
فَمَهِّلِ الْـكَافِر۪ينَ اَمْهِلْهُمْ رُوَيْداً
Müstenefe olan cümlede rabıta harfi فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuştur. Cevap cümlesi olan فَمَهِّلِ الْـكَافِر۪ينَ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Takdiri, إن كادوا لك (Sana hile kurarlarsa …) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayetin ikinci cümlesi olan اَمْهِلْهُمْ رُوَيْداً , önceki cümleyi tekid için istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, kemâl-i ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
مَهِّلِ ‘nin muradifi olan رُوَيْداً , mahzuf mef’ûlu mutlaktan naibdir.
اَمْهِلْ - مَهِّلِ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları, iki sıyga arasında iltifat sanatı vardır.
Ayette, aynı kökten iki emir fiil, iki farklı babdan ( افعال - تفعيل ) gelmiştir. Bu bab farklılığının belâgî bir sırrı olduğuna inanan Beyzâvî bu sırrı şöyle açıklar: Fiilin tekrar etmesi ve yapısının (babının) değişmesi, sükunet ve sabrın artırılması içindir. Yani Allah Teâlâ’nın مَهِّلِ (mühlet ver) sözünden sonra tekrar اَمْهِلْ (mühlet ver) demesi, Hz. Peygamber’i ziyadesiyle teskin etmek ve sabrını artırmak içindir.
Çünkü birinci emir تفعيل , ikinci emir ise افعال babındandır. Bu da Hz. Peygamber’i fazlasıyla teskin etmek içindir. Zira bir şeyden değişik iki ibare ile söz edildiği zaman, her birinde müstakil, değişik bir mana kastedildiği görülür. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)
Dolayısıyla, mühlet ver sen bu inkârcı nankörlere; yani helak olmaları için dua etme; bu konuda acele etme, azıcık bir mühlet tanı; kendi hallerine bırak onları! Allah Teâlâ burada, Peygamber’i fazlasıyla teskin etmek ve güzelce sabretmesini sağlamak için aynı anlamda iki farklı lafız getirmiş olmaktadır. (Keşşâf)
مَهِّلِ - رُوَيْداً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Küfürlerini zemmetmek ve onları küfürle suçlayarak seslenmek için, zamir makamında kafirler şeklinde zahir isim gelmiştir. Burada kâfirlerin hepsi değil, bilakis tanınan kâfirler kastedilmiştir. (Âşûr)
رُوَیۡدَ , mahzuf mef’ûlu mutlakın naibidir. Bu kelime terhimle son harfi düşürülüp, tasgir sıygasında gelmiştir. Kelimedeki tenkir, tarif edilmeksizin herhangi bir ferdi ifade eder.
Bilindiği gibi tekid, kendinden önceki cümlenin delalet ettiği mananın gerçekleştiğini yeni bir lafızla ifade eder. Yanlış anlamayı önler. Lafzî veya manevî olabilir. Bunların arasında fasıl yapmak gerekir. Yalnız burada belirtmek gerekir ki; burada bahsedilen tekid nahivdeki tekid değildir. Burada ikinci birinciyi, mana bakımından tekid eden cümledir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
رُوَيْداً (Yavaş ve ağır) demektir. رُوَيْدكَ ; mühlet ver, süre ver anlamındadır. Sondaki كَ eğer: افعل (Yap) emir anlamını veriyor ise gelir, başka anlamlarda getirilmez. Dal harfinin harekelenmesi ise iki sakinin arka arkaya gelmesinden ötürüdür. Bundan dolayı mastarlar gibi nasb edilmiştir. Bu ise emir anlamında küçültme lafzıdır. Zira bu küçültme; أَرْوِدْ ‘den yapılan terhimden bir küçültmedir ve bu; أوْرَدَ kelimesi يُوْرِدُ ’nun masdarıdır. (Kurtubî)
Ey Resulüm! Sen şimdi o kâfirlere mühlet ver; onlardan intikam almakla meşgul olma; onların helakı için dua da etme. Yahut onların acilen helakını isteme.
Bu kelamın, Resulullah (sav) için büyük bir teselli ve kalbi için teskin olduğu gayet açıktır. (Ebüssuûd)
Sakin ve sabırlı olmaya teşviki artırmak için “mühlet ver” kelimesini ayrı ayrı lafızlarla tekrar etti. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)
Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Surenin ayetlerinin hepsi, kısa seci örnekleridir.
Kasabaların birinde, belli anlarda belirip kaybolan biri yaşardı. Ne adını, ne de soyunu bilen vardı. Nereden geldiği ya da nereye gittiği bilinmezdi. Haksızlığa uğrayanların gönüllerindeki ferahlıktı. Kibrine yenik düşenlerin can sıkıntısıydı. İçi ve dışı bir olmayanların kabusuydu. Rezil olma korkusu ile yalancılar, kibirliler, kindarlar ve zalimler susmaya çalışırlardı. Ancak hallerindeki bozukluk sebebiyle sık sık nefislerine yenilirlerdi. Teninin renginden, mertebesinin yüksekliğinden, evlatlarının çokluğundan, bedeninin güzelliğinden ya da cebindeki parasından dolayı kibirlenenin karşısına çıkardı. Üzerine toprak atar ve kibrinin sebebini elinden alır ve şöyle derdi: Ey herkes gibi yaratılan ve dünyaya gelen. Ey ölüm geldiğinde herkes gibi toprağa düşecek olan. Tek bir kıvılcımla kaybedebileceklerine güvenme. Her şeyin ve senin sahibin olan Allah’a nankörlük etme. Gücünün ve yardımcının olmayacağı günden kork ve hazırlanmaya başla. Bu sözlerin işitenlerden kimisi tevbe eder ve kibirden arınırdı. Onlara dünyadaki üstünlükleri geri iade edilirdi. O gün tevbe etmeyenler ise toplumdan kaçar gider ve sonları yeryüzündekilere sır kalırdı. Ey yıldızların ve göklerin rabbi olan Allahım! Kalplerimizdeki fazilet yıldızlarının ışığını güçlendir ve yollarımızı aydınlat, hallerimizi de güzelleştir. Kibrin ve nankörlüğün her halinden, inkarcıların da zulmünden Sana sığınırız. Bizi, kibre ve nankörlüğe yaklaştıracak hallerden, sözlerden, bilgilerden ve insanlardan uzaklaştır. Üstünlüğün dünyanın geçici nimetlerinde olmadığını bilenlerden, rahmetin ile Senin katındaki nefsani her türlü hevesten arınmış hakiki üstünlüklere kavuşanlardan eyle.
Amin.
Zeynep Poyraz: @zeynokoloji