اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۙ
İnsanlar maddî ve mânevî hayatlarını düzenlerken doğrunun yanında yanlış da yapmışlar; hatalı, çıkmaz, saptırıcı yollara da yönelmişlerdir. Sapmanın ve yanılmanın baş sebebi insanın kendini yeterli sanması, bilgi ve güç almak için Allah’a yönelmeyi reddetmesidir. “Gerçek şu ki insan, kendini kendine yeterli görerek ille de azgınlaşmaktadır! Oysa (kuldaki) her şey yalnız rabbine aittir (O’na dönecektir)” (Alak 96/6-8). “Bize doğru yolu göster” duası aynı zamanda rabbin, kullarına bir irşad ve uyarısıdır; eğer insan kendine yeterli olsaydı, doğru yolu görmesi ve bulması için bir başkasına ihtiyacı olmazdı. Yaratıcı bu tâlimatı verdiğine göre kula düşen, ilâhî irşada kulak vermek, insanî bilgi ve kabiliyetlerini bu irşad doğrultusunda kullanarak her adımını doğru atması için O’nun tarafından sağlanan imkânları gerektiği gibi kullanmaktır. “Doğru yol” (sırât-ı müstakîm) İslâm’dır. Allah’ın peygamberleri ile kullarına gönderdiği dinlerin genel adı da İslâm’dır. Yaratan ile yaratılan, Allah ile kul, akıl ile vahiy, hürriyet ile cebir, haksızlık ile adalet, iyi ile kötü... ancak İslâm’da yerli yerine konmuş, doğru ilişkiler ve dengeler kurulmuş, kurulma yolları gösterilmiştir. Hadiste yer alan bir örnekle açıklanacak olursa dosdoğru bir yol, yolun iki tarafında iki duvar, duvarlarda açılmış perdeli kapılar ve yolun başında da bir çağırıcı var ve o, “Ey insanlar! Hepiniz doğru yola giriniz, dağılıp parçalanmayınız!” diye sesleniyor. Birisi perdeli kapılardan birine girmek istediğinde yukarıdan bir başka çağırıcı sesleniyor: “Sakın o perdeyi kaldırma! Kaldırırsan girer gidersin!” (Müsned, IV, 182-183; Şevkânî, I, 20). Bu örnekteki yol İslâm’dır, duvarlar Allah’ın koyduğu sınırlardır, kapılar haramlardır, yolun başındaki çağırıcı Allah’ın kitabıdır, yukarıdaki çağırıcı ve uyarıcı, her müminin kalbindeki ilâhî öğütçüdür. Böylece İslâm’da vahiy, vicdan ve akıl birlikte işletilerek doğru yol bulunmaktadır.
Ne irfandır veren ahlâka yükseklik ne vicdandır
Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.
اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۙ
Fiil cümlesidir. اِهْدِنَا dua manasında, illet harfinin hazfiyle mebni emir fiildir. Fiilin başında yer alan, elif vasıl elifi olup Basralılara göre aslı kesredir. Kûfelilere göre ise vasıl elifinin aslı sükûn olup hem kendisinin hem de daha sonra gelen harfin sükûn olması sebebiyle kesre harekesini almıştır.(Fatiha Suresi’nin Arap Dili Açısından Tahlili / Murat Ataman)
Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Mütekellim zamir نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الصِّرَاطَ kelimesi ikinci mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
الْمُسْتَق۪يمَۙ kelimesi, الصِّرَاطَ kelimesinin sıfatı olup fetha ile mansubdur. Lafzın aslı مُسْتَقْوِمَ iken kesrenin و harfinde siklet oluşturması kesrenin ق harfine intikal etmesine neden olmuştur. Böylelikle و harfi sakin, kendisinden önceki harfte kesre olduğundan kaide gereğince ي harfine dönüşmüştür. (Fatiha Suresi’nin Arap Dili Açısından Tahlili / Murat Ataman)
المستقيم sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الصِّرَاطَ lafzı ikinci mef‘ûlün bih olup mansub veya hazf olunmuş bir harf-i cerle mecrur iken, harf-i cerin hazfedilmiş olmasından ötürü mefu‘lün bih olarak nasp edilmiştir. Böyle bir takdirin gerekliliği هدى fiilinin ikinci mef'ûlü harf-i cer vasıtasıyla erişiyor olmasındandır. Nasb alameti fethadır. (Fatiha Suresi’nin Arap Dili Açısından Tahlili / Murat Ataman)
اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۙ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Emir üslubunda gelmesine karşın, emir değil dua manası içermektedir. Dolayısıyla mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
الصراط kelimesinin başındaki ال takısı ahd-i zihnî içindir. Zira talep edilen yol sıradan bir yol olmayıp varlığı gönüllerde olan, eğri büğrü olmayan bir yoldur. Doğal olarak talep edilen biricik, eşi benzeri olmayan yoldur. (Âşûr ve Fatiha Suresi’nin Arap Dili Açısından Tahlili / Murat Ataman)
Ayette özellikle hidayet kelimesinin seçilmiş olması, hidayetin nazikçe, şefkatle delalet etmek manasında olmasındandır. Zira sıratı müstakimi isteyen kimseler hayrı talep ettiklerinden; münasip olan onların şefkatle, lütufla irşad edilmeleridir. (Ebüssuûd)
اِهْدِنَا - الصِّرَاطَ - الْمُسْتَق۪يمَۙ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Hidayeti talep eden kimselerin zaten hidayette oldukları halde hidayet talep etmeleri, hidayetin ilâhî lütuf ile artmasının talep edilmesi anlamındadır. Emir kipi ile dua kipi aynıdır, çünkü her ikisi de taleptir. Farklılıkları ise (kendisinden talepte bulunulan zatın) mertebe(si) açısındandır. (Keşşâf)
الْمُسْتَق۪يمَ kelimesi الصِّرَاطَ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Buradaki الصِّرَاطَ kelimesi iki tevilden birine göre istiâredir. Çünkü sırat sözlük anlamıyla yol (tarik) manasında bir isimdir. Halbuki burada din kelimesinden kinayedir. Çünkü din, müntesiplerini sevap kazanmaya, ceza ve azaptan kurtulmaya götürdüğü için, kurtuluş ve esenlik yurduna, ikamet edilecek güvenli diyara götüren yol gibidir. Yüce Allah dini, doğru yol ve açık çığır olarak ifade edince, zatını da din yolunu gösterme konusunda doğru yol gösteren kılavuz konumuna koyarak ''bizi doğru yola ilet'' buyurmuştur. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları)
صراط ; maddî veya manevî olarak açık ve geniş yol demektir. Sâd harfi ortaya çıkmaya delâlet eder. Ra ve tı harfleri de istilâ harfleridir. Dolayısıyla genişliğe ve yüceliğe delâlet eder. Elif med ve lîn harfidir. Uzunluğa delâlet eder. Aslında طريق kelimesindeki harfler de aynı özelliktedir. Tı, ra ve kâf harfleri istilâ harfleridir. Ya harfi de med ve lîn harfidir, ancak ya harfi ve kesre harekesi elife mukâbil azalmaya delâlet eder.
Sırât kelimesi; bir noktaya ulaştırması veyâ bir ameli gerektirmesi bakımından değil zâtı bakımından açık yol demektir.