Fâtiha Sûresi 7. Ayet

صِرَاطَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْۙ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّٓالّ۪ينَ  ...

Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil.  (6 - 7. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 صِرَاطَ yoluna ص ر ط
2 الَّذِينَ onlar ki
3 أَنْعَمْتَ ni’met verdin ن ع م
4 عَلَيْهِمْ kimselerin
5 غَيْرِ değil غ ي ر
6 الْمَغْضُوبِ gazabedilmiş olanların غ ض ب
7 عَلَيْهِمْ kendilerine
8 وَلَا ve değil
9 الضَّالِّينَ sapmışların ض ل ل
 
 

Burada tarihe bir atıf yapılarak yolun doğrusu ve eğrisi hakkında bir başka ölçüt ve delil daha verilmektedir. İslâm yalnızca Allah kitabında böyle buyurduğu için doğru yol değildir, aynı zamanda tarih boyunca ilâhî irşadı reddedenlerin tecrübeleri de doğru yolun İslâm olduğunu göstermektedir. Bu sebeple doğru yolu arayanlar ve üzerinde bulundukları yolun sağlamasını yapmak isteyenler, dönüp tarihe bakmak, gerçek mutluluğu bulanlarla sapanlar ve Allah’ın gazabına uğrayanların yol ve yöntemlerini incelemek durumundadırlar. Tarihte hem örnekler hem de ibretler vardır. Örnekler, peygamberlerin izlerinden giden fert ve ümmetlerde, ibretler ise onlara cephe alan ve Cenâb-ı Hakk’a meydan okuyanlarda görülmektedir. Bazı rivayetlerde sapanların “hıristiyanlar”, ilâhî gazaba uğrayanların da “yahudiler” olarak açıklanması (meselâ bk. Müsned, IV, 378; Tirmizî, “Tefsîr”, 2), yalnızca zaman ve mekân itibariyle yakın birer örnek olmalarından dolayıdır.

Müslim’in rivayet ettiği bir kutsî hadiste (bk. “Salât”, 38) Allah Teâlâ’nın, “Namazı (Fâtiha’yı) kulumla kendi aramda yarı yarıya paylaştım ve kulum dilediğini alacaktır” buyurduğu ifade edildikten sonra şöyle devam edilmiştir: Kul (namazda Fâtiha’yı okurken) “Hamd âlemlerin rabbi Allah’a mahsustur” deyince Allah, “Kulum bana hamdetti” buyurur. Kul “rahmân ve rahîm” deyince Allah, “Kulum beni övdü” der. “Ceza gününün tek sahibi” deyince “Kulum benim yüceliğimi dile getirdi” der. “Ancak sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz” deyince “Bu, kulumla benim aramda ortak olan kısımdır ve istediği kulumun olacaktır” buyurur. Kul “Bizi dosdoğru yola ilet; nimetine erdirdiklerinin yoluna; gazaba uğramışların yoluna da, doğrudan sapmışların yoluna da değil!” deyince Allah, “İşte bu, yalnızca kuluma aittir ve kuluma istediği verilecektir” buyurur. 

“Duamızı kabul buyur, böyle olsun, bizi eli boş çevirme” mânasına gelen “âmin” sözü, dilleri ne olursa olsun bütün müslümanların, hatta semavî din mensuplarının ortak ifadeleri haline gelmiştir. Bu cümle Fâtiha sûresine dahil olmadığı gibi âyet de değildir. Birçok hadiste Resûlullah’ın Fâtiha’dan sonra “âmin” dediği ve böyle denilmesini öğütlediği ifade edilmiştir (meselâ bk. Müslim, “Salât”, 72-76). Namazda veya namaz dışında Fâtiha’yı okuyan veya dinleyen kimse, sûrenin sonunda “âmin” deyince aynı zamanda meleklerin de “âmin” dedikleri, hem şehâdet hem de gayb âlemlerinde aynı anda dile getirilen bu duanın Allah tarafından kabul buyurulacağı hadislerde açıklanmıştır (bk. Buhârî, “Ezân”, 112-113; Müslim, “Salât”, 72-76). Yine sahih hadisler, Fâtiha sesli okunduğunda “âmin” duasının da sesli yapılacağı bilgisini getirdiği için fıkıh mezheplerinin çoğu bunu benimsemişlerdir (Şevkânî, Neylü’l-evtâr, II, 229-232). Hanefîler’e göre bu cümle namazda daima sessiz söylenir.


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 64-65
 
Bir kutsi hadis’te Allah teala şöyle buyurur: “Ben Fatiha’yı kulumla aramda ikiye ayırdım. Kulum “elhamdulillah” der, ben derim ki kulum bana sena etti. Son bölüm kuluma aittir, ona istediği verilmiştir.” O yüzden melekler ve biz “amin” deriz.  
 

صِرَاطَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْۙ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّٓالّ۪ينَ

صِرَاطَ  kelimesi bir önceki ayette geçen  الصِّرَاطَ  kelimesinden bedeli mutabık olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَنعَمْتَ ' dir. Îrabtan mahâlli yoktur.

اَنْعَمْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهِمْ  car mecruru  اَنْعَمْتَ  fiiline mütealliktir.  

غَيْرِ  kelimesi, cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ' den veya  عَلَيْهِم 'deki  zamirden bedeldir. Aynı zamanda muzâftır.

الْمَغْضُوبِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  عَلَيْهِمْ  car mecruru ism-i mef’ûl  الْمَغْضُوبِ  ‘un naib-i failidir.

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ile matufun aleyh arasında irab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  zaid harftir. لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. الضَّٓالّ۪ينَ  atıf harfi وَ ‘ la  غَيْرِ ‘ye matuf olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

Bedeller tıpkı sıfatların mevsuflarına îrab bakımından uydukları gibi, bedel olarak geldikleri lafızlara îrab bakımından uymaktadır. Bundan dolayı da mansub olarak gelmiştir. Aynı zamanda muzâftır. (Fatiha Suresi’nin Arap Dili Açısından Tahlili / Murat Ataman)

غَيْرِ  lafzı, çoğulu olmayan müfred müzekker bir isim olup ism-i fail manasında sıfattır. Bununla birlikte istisna edatı ve nefy edatı olarak gelmektedir. Ancak her ne anlamda gelirse gelsin hem lafzen hem de manen izafe olması zorunludur. Ne var ki izafe olduğunda - tıpkı ism-i failin izafe olduğunda marifelik kazanmaması gibi- marifelik kazanmamaktadır. (Fatiha Suresi’nin Arap Dili Açısından Tahlili / Murat Ataman)

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْعَمْتَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  نعم ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

الضَّٓالّ۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  ضلل  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْمَغْضُوبِ  kelimesi, sülâsî mücerred olan  غضب  fiilinin ism-i mef’ûlüdür.

 

صِرَاطَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْۙ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّٓالّ۪ينَ

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Atıf sebebi kemâl-i ittisâldir.

Önceki ayetteki  الصِّرَاط  kelimesinden bedel olarak gelmiştir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin, tefsir ve izah maksadıyla, bir kelimenin bir başka kelimeyle açıklandığı ıtnâb sanatıdır.

Arap dilinde bir kelimenin yerine kullanılan başka bir kelimenin atıf yapılmadan ve tefsîr maksatlı kullanılması “bedel” ile anlatılmaktadır. Bedel yapmanın amacı, kapalı olan kelamı açmak, açık olanı ise tekit etmektir. (Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi, İtnâb-îcâz)  

Nimet vermenin  اَنْعَمْتَ  şeklinde mâzi fiil vezninde gelmiş olması, nimetlendirmenin zamanını belirlemek ve geçmişte nimet verilmiş olan peygamberler, sıddıklar, şehitler, vb. ayetin kapsamında olduğuna işaret içindir. Muzari fiil daha ziyade şimdiki zamana işaret eder. (Sâmerrâî, Lemesâtun Beyâniyye s. 63-64.)

Ayette geçen  ٱلۡمَغۡضُوبِ  lafzının ism-i mef‘ûl vezninde olduğu görülmektedir. Bunun nedeni, ism-i mef‘ûllerin tıpkı meçhul fiillerde olduğu gibi faillerinin, yani müsnedün ileyhlerinin belirtilmemiş olmasıdır. Bilindiği üzere müsnedin ileyhin hazfedilmesi belagat açısından belirli bir maksada tabidir. Buradaki maksat Kur'ân'ın genel üslubuna riâyettir. Zira genel olarak Kuran'da rahmet, ihsan, nimet vb. Allah'a nispet edilmiş; ceza, ukubet gibi fiiller ise Allah'a nispet edilmemiştir. Dolayısıyla ayette de  غضب  lafzı meçhul gelerek, açıktan Allah'a nispet edilmemiştir. Hemayet asli olarak öfke, intikam gibi kavramları değil Allah'ın lütuf ve ihsanını ele aldığından, gazap ve intikam gibi kavramların açıktan Allah'a nispet edilmesi münasip düşmemiştir. Ayrıca  غضب  lafzı meçhul gelerek, gazap olunan kimselerin ağza alınmayacak derecede kötü, uzak durulması gereken kimseler olduğu vurgulamıştır. Zira meçhullük; yüz çevirme, kayda değer bulmama, uzak durma gibi manaları içermektedir. (Fatiha Suresi’nin Arap Dili Açısından Tahlili / Murat Ataman)

Ayette  المغضوب  lafzının  الضالين  lafzından önce geldiği görülmektedir. Bunun nedeni gazaba uğrayanların sapkınlara nisbeten daha yerilmiş kimseler olmalarıdır. Çünkü bu kimseler Allah'a bilerek asi olmuşlardır. Onların bu kötü halleri, lafızların takdim-tehiri yoluyla ifade edilmiş, onlar gibi olmaktan şiddetle kaçınılması gerektiği tenbih edilmiştir. Hem ayetin başında nimet verilenler geçtiğinden, buna mukabil nimetin zıttı olan, ٱلۡمَغۡضُوبِ  lafzının  ٱلضَّاۤلِّینَ  lafzından önce geçmiş olması belâgat ilminde ‘’terakki’’ sanatıyla ifade edilmektedir. Şöyle ki, ilk önce gazaba uğrayanlar, ardından durumları gazaba uğrayanlara nisbeten daha az kötü olan zümre zikredilmiştir.

Burada bir diğer önemli nokta da ayette gazaba uğrayanların ism-i mefu‘l vezninde, dalalet ehlinin ise ismi-i fail vezninde gelmiş olmasıdır. Bunun nedeni, gazaba uğrayanların gazaba Allah tarafından uğratılmış olmalarıdır. Dalalet ehli ise kendi iradeleriyle sapıtmış ve yoldan çıkmışlardır. Şâyet dalalet ehlinin durumu ism-i mef’ûl vezninde gelerek anlatılmış olsaydı, düştükleri bu hâl kendi iradeleriyle değil de Allah tarafından zorla meydana getirilmiş gibi bir algı oluşabilirdi. (Fâtiha Sûresi’nin Arap Dili Açısından Tahlili / Murat Ataman)  

Ayeti bir bütün olarak ele aldığımızda, belâgatta ‘mukabele/mutabaka’ diye isimlendirilen sanatın en güzel örneklerinden birini görürüz. Şöyle ki ayette geçen  أَنۡعَمۡتَ  lafzı Allah'ın rahmetini, inâyetini; ٱلۡمَغۡضُوبِ  ve  ٱلضَّاۤلِّینَ  lafızları ise intikamını ve cezalandırmasını ifade eder. Birbirine zıt bu zümreler, cümle içerisinde zikredilerek, aralarındaki fark, gözler önüne serilmiştir. Adeta muhataplara, "hangi zümreden olmak istiyorsanız ona göre tercihinizi yapın" denilmiştir. (Fâtiha Sûresi’nin Arap Dili Açısından Tahlili / Murat Ataman)

عليهم - الصِّرَاط  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

مغضوب - الضالنن , غَیۡرِ- لَا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

Nimet vermek Allah Teâlâya nisbet edilirken gazab meçhul olarak gelmiştir. Bu üslupta gazap edilenleri tahkir manası da vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

غَیۡرِ ٱلۡمَغۡضُوبِ عَلَیۡهِمۡ [Gazaba uğrayanların değil] terkibinden ''sırat'' kelimesi hazfedilmiştir. Bunun takdiri şöyledir: غَیۡرِ الصِّرَاط ٱلۡمَغۡضُوبِ عَلَیۡهِمۡ وَغَیۡرِ الصِّرَاط ٱلضَّاۤلِّینَ (Gazaba uğrayanların yoluna ve sapmış olanların yoluna değil) Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. (Safvetü't Tefâsir)