وَاِنْ يَمْسَسْكَ اللّٰهُ بِضُرٍّ فَلَا كَاشِفَ لَهُٓ اِلَّا هُوَۚ وَاِنْ يُرِدْكَ بِخَيْرٍ فَلَا رَٓادَّ لِفَضْلِه۪ۜ يُص۪يبُ بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ وَهُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِنْ | eğer |
|
2 | يَمْسَسْكَ | sana verirse |
|
3 | اللَّهُ | Allah |
|
4 | بِضُرٍّ | bir sıkıntı |
|
5 | فَلَا | yoktur |
|
6 | كَاشِفَ | giderecek |
|
7 | لَهُ | onu |
|
8 | إِلَّا | başka |
|
9 | هُوَ | O’ndan |
|
10 | وَإِنْ | ve eğer |
|
11 | يُرِدْكَ | senin için dilerse |
|
12 | بِخَيْرٍ | bir iyilik |
|
13 | فَلَا | yoktur |
|
14 | رَادَّ | geri çevirecek |
|
15 | لِفَضْلِهِ | O’nun lütfunu |
|
16 | يُصِيبُ | verir |
|
17 | بِهِ | bunu |
|
18 | مَنْ | kimseye |
|
19 | يَشَاءُ | dilediği |
|
20 | مِنْ | -ndan |
|
21 | عِبَادِهِ | kulları- |
|
22 | وَهُوَ | ve O |
|
23 | الْغَفُورُ | bağışlayıcıdır |
|
24 | الرَّحِيمُ | merhamet edicidir |
|
104-109.Ayetlerin Tefsiri;
Peygamberlerin görevi Allah tarafından bildirileni olduğu gibi insanlara tebliğ etmek ve ilâhî mesajın doğru anlaşılması için gereken çabayı sarfedip insanları aydınlatmaya çalışmaktır (105. âyetteki “hak din” diye çevirdiğimiz “hanîf” kelimesinin açıklaması için bk. Bakara 2/135). İnsan bir taraftan kendi sorumluluğunu göz ardı etmeden üzerine düşeni yerine getirmeye çalışırken, bir taraftan da hiçbir güç ve iradenin yüce Allah’ın güç ve iradesine sınır getiremeyeceğinin bilincinde olmalı ve yalnız O’ndan yardım dilemeli, O’na sığınmalıdır.
وَاِنْ يَمْسَسْكَ اللّٰهُ بِضُرٍّ فَلَا كَاشِفَ لَهُٓ اِلَّا هُوَۚ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. يَمْسَسْكَ şart fiili olup meczum muzari fiildir.
Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اللّٰهُ fail olup lafzen merfudur. بِضُرٍّ car mecruru يَمْسَسْكَ fiiline müteallıktır.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa اِنْ kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. İsmini nasb haberini ref eder. كَاشِفَ kelimesi لَا ’nın ismi olarak mahallen mansubdur. لَهُٓ car mecruru لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi: başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف‘si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِلَّا istisna harfidir.Munfasıl zamir هُوَ mahzuf haberin zamirinden bedeldir.
İstisna: bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.
İstisnanın 3 unsuru vardır:
1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.
2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.
3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.
Not: Müstesna minh;
a) Ya birden fazla olmalı, b) Ya umumi manalı bir kelime olmalı,
(Bir ismin umumi manalı olması için nefy, nehiy veya istifhamdan sonra nekre olarak gelmesi gerekir.), c) Ya da kısımları bulunan müfred bir lafız olmalı.
(Kısımları bulunan müfred: Mesela sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür… gibi isimlerdir.)
Not: Müstesna, istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubdur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.
İstisnanın kısımları üçe ayrılır:
1. Muttasıl istisna
2. Munkatı’ istisna
3. Müferrağ istisna
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَاشِفَ kelimesi sülâsî mücerred olan كشف fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنْ يُرِدْكَ بِخَيْرٍ فَلَا رَٓادَّ لِفَضْلِه۪ۜ
وَ atıf harfidir. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. يُرِدْ şart fiili olup meczum muzari fiildir.
Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بِخَيْرٍ car mecruru يُرِدْ fiiline müteallıktır.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir
لَا cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. İsmini nasb haberini ref eder.
رَٓادَّ kelimesi لَا ’nın ismi olarak mahallen mansubtur.
لِفَضْلِ car mecruru لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır.
Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُص۪يبُ بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ
Fiil cümlesidir. يُص۪يبُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
بِه۪ car mecruru يُص۪يبُ fiiline müteallıktır.
مَنْ müşterek ism-i mevsûlu يُص۪يبُ fiilinin mef’ûlu bihi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
يَشَٓاءُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
مِنْ عِبَادِ car mecruru يَشَٓاءُ fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâfun ileyhtir.
Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُص۪يبُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’âl babındandır. Sülâsîsi صوب ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin ( imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَهُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
الْغَفُورُ haber olup lafzen merfûdur. الْغَفُورُ ikinci haberdir.
الْغَفُورُ - الرَّح۪يمُ isimleri mübalağa sıygasındadır. Son derece affeden ve son derece merhamet eden demektir.
Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنْ يَمْسَسْكَ اللّٰهُ بِضُرٍّ فَلَا كَاشِفَ لَهُٓ اِلَّا هُوَۚ
وَ istînâfiyyedir. Şart üslubunda haberî isnad olan cümlede يَمْسَسْكَ şart fiilidir.
Şart cümlesi muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi فَلَا كَاشِفَ لَهُٓ اِلَّا هُوَۜ ise cinsini nefyeden لَا ’nın dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiştir.
Cevap cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. لَا ’nın haberi mahzuftur. لَا , هُوَۜ ‘nın isminden bedeldir. Bedel, ıtnâb sanatı babındandır.
Nefy harfi لَا ve istisnâ harfi اِلَّٓا ile oluşan kasrla cümle tekid edilmiştir. Kasr, لَا ’nın ismiyle bedel arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani ‘Sadece kâşif olan odur, başka kâşif yoktur’ demektir.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip de faide-i haber inkârî kelamdır.
Allah Teâlâ, zarar dokundurmadan bahsedince, bu zararı kendisinden başka giderecek kimsenin bulunmayacağını da beyan etmiştir ki bu, O’nun zararları gidereceğine delalet eder. Çünkü, olumsuzluktan yapılan istisna, isbat ifade eder. O, hayrı zikrederken de, “ben onu def ederim” dememiş, aksine “Kimse onu geri çeviremez” demiştir ki bu da hayrın zat gereği matlub, şerrin de arızî olarak matlub olduğuna delalet eder. Nitekim Cenab-ı Hak, bir hadis-i kudsîsinde, “Rahmetim, gazabımı geçmiştir” demiştir. (Fahreddin er-Râzî)
المَسُّ kelimesi hakikatte elini bir cisim üzerine koymaktır. Burada isabet manasında mecaz-ı mürsel olarak kullanılmıştır. (Âşûr)
وَاِنْ يُرِدْكَ بِخَيْرٍ فَلَا رَٓادَّ لِفَضْلِه۪ۜ
Önceki şart cümlesine matuf, şart üslubunda haberî isnad olan cümlede يُرِدْكَ şart fiilidir.
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi olan فَلَا رَٓادَّ لِفَضْلِه۪ۜ , menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip de şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiiller hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca tecessüm özelliğiyle muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek onu etkiler. Mazi fiil ise hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade eder.
لِفَضْلِه۪ۜ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan فَضْلِ , şan ve şeref kazanmıştır.
يُرِدْكَ ve رَٓادَّ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs vardır.
ضُرٍّ - خَيْرٍ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab vardır.
ضُرٍّ - خَيْرٍ kelimelerinin nekre gelişi azlık ve çokluk için yerinde, isabetli bir neviyyet içindir. (Âşûr)
وَاِنْ يَمْسَسْكَ اللّٰهُ بِضُرٍّ ve وَاِنْ يُرِدْكَ بِخَيْرٍ cümleleri arasında hoş bir mukabele sanatı vardır. Bu da edebi sanatlardandır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)
وَاِنْ يُرِدْكَ بِخَيْرٍ فَلَا رَٓادَّ لِفَضْلِه۪ [Eğer sana bir hayır isterse reddedecek yoktur, def edecek de yoktur O’nun lütfunu] sana murad ettiği şeyi. Belki de her ikisi birbirine bağlı olmakla beraber hayırla birlikte iradeyi, zararla beraber de dokunmayı zikretmesi şuna dikkat çekmek içindir ki, hayır doğrudan murad edilmiştir, zarar ise onlara dolaylı olarak dokunmuştur. لِفَضْلِه۪ ‘ın zamir yerine kullanılması şunu göstermek içindir ki Allah onlara murad ettiği hayrı lütfundan vermektedir, hak ettikleri için değil. Bundan istisna da yapmamıştır çünkü Allah'ın muradını çevirmek mümkün değildir. (Beyzâvî)
يُص۪يبُ بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ
Fasılla gelen cümle beyani istînâftır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يُص۪يبُ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ , muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
عِبَادِه۪ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait olan zamire muzâf olması عِبَادِ ’ye şan ve şeref kazandırmıştır.
Burada sarih olarak isabet (başa getirmek, ulaştırmak) fiilinin kullanılması, hayır tarafına daha önem verdiğini göstermek içindir. Yani Allah (cc) kullarından dilediği kimseyi kendi lütfundan sınırsız ve muntazam hayırlara erdirir. (Ebüssuûd)
وَهُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ
وَ atıf harfidir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber inkârî kelamdır. الْغَفُورُ birinci haber, الرَّح۪يمُ ikinci haberdir.
Müsnedin الْ takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında (Fatma Serap Karamollaoğlu, Meânî İlmi, s. 218), isnadın Allah Teâlâ’ya olduğu karînesiyle kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin الْ takısıyla marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.
Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemâl derecededir. Bu iki vasıfta kemâl dereceye sahip olan Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 24)
Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında وَ olmadan gelmesi, bu vasıfların ikisinin birden O’nda mevcudiyetini gösterir.
الْغَفُورُ- الرَّح۪يمُ sıfatlarının ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbıdır.
الْغَفُورُ - الرَّح۪يمُ - خَيْرٍ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.