Yunus Sûresi 106. Ayet

وَلَا تَدْعُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُكَ وَلَا يَضُرُّكَۚ فَاِنْ فَعَلْتَ فَاِنَّكَ اِذاً مِنَ الظَّالِم۪ينَ  ...

Yine bana şöyle emredildi: “Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dîne çevir. Sakın Allah’a ortak koşanlardan olma. Allah’ı bırakıp da sana ne fayda ve ne de zarar verebilecek olan şeylere yalvarma. Eğer böyle yaparsan, şüphesiz ki sen zâlimlerden olursun.”  (105 - 106. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا ve
2 تَدْعُ tapma د ع و
3 مِنْ
4 دُونِ bırakıp د و ن
5 اللَّهِ Allah’ı
6 مَا şeylere
7 لَا
8 يَنْفَعُكَ sana yararı dokunmayan ن ف ع
9 وَلَا ne de
10 يَضُرُّكَ sana zararı dokunmayan ض ر ر
11 فَإِنْ eğer
12 فَعَلْتَ böyle yaparsan ف ع ل
13 فَإِنَّكَ şüphesiz sen
14 إِذًا o zaman
15 مِنَ
16 الظَّالِمِينَ zalimlerden olursun ظ ل م
 
Peygamberlerin görevi Allah tarafından bildirileni olduğu gibi insanlara tebliğ etmek ve ilâhî mesajın doğru anlaşılması için gereken çabayı sarfedip insanları aydınlatmaya çalışmaktır (105. âyetteki “hak din” diye çevirdiğimiz “hanîf” kelimesinin açıklaması için bk. Bakara 2/135). İnsan bir taraftan kendi sorumluluğunu göz ardı etmeden üzerine düşeni yerine getirmeye çalışırken, bir taraftan da hiçbir güç ve iradenin yüce Allah’ın güç ve iradesine sınır getiremeyeceğinin bilincinde olmalı ve yalnız O’ndan yardım dilemeli, O’na sığınmalıdır.
 
نفع Nefe’a : نَفْعٌ kelimesi hayra ulaşmak için kendisinden yardım ya da destek istenen şeydir. Hayra vasıta olan şey de hayırdır. Öyleyse نَفْعٌ bir hayırdır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 50 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri nafi, intifa ve menfaattir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
 

وَلَا تَدْعُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُكَ وَلَا يَضُرُّكَۚ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.

تَدْعُ  illet harfinin  hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت ’dir. 

مِنْ دُونِ  car mecruru müşterek ism-i mevsûlun mahzuf haline müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَا يَنْفَعُكَ  cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَنْفَعُكَ  merfû muzari fiildir.

Muttasıl zamir  ك  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

لَا يَضُرُّكَ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur. 


 فَاِنْ فَعَلْتَ فَاِنَّكَ اِذاً مِنَ الظَّالِم۪ينَ

 

ف  istînâfiyyedir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder. 

فَعَلْتَ  şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

eder. 

كَ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  

اِذَا  cevap harfidir. 

مِنَ الظَّالِم۪ينَ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealllıktır. Cer alameti  ى ’dir. Çünkü cemi müzekker isimler harfle îrablanırlar. 

الظَّالِم۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  ظلم  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَلَا تَدْعُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُكَ وَلَا يَضُرُّكَۚ 

 

Ayet önceki ayetteki  أقم  cümlesine veya daha önceki ayetteki …قل يأيّها الناس  cümlesine matuftur. وَ ’ın istinafiye olmasıda caizdir. 

Cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

مِنْ دُونِ اللّٰهِ  izafeti, gayrının tahkiri içindir.

مِنْ دُونِ اللّٰهِ  tabirinin Allah'tan gayrı ve Allah'la beraber olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı, Dergâhü’l Kur’an, c. 8, s. 723)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Mef’ûl konumunda olan  müşterek ism-i mevsûlün sılası  لَا يَنْفَعُكَ  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Cenab-ı Hakk, ayetin sonunda “Eğer böyle yaparsan o takdirde şüphesiz ki sen kendine yazık etmişlerden olursun.” buyurmuştur. Bu, “Şayet sen, menfaat ve zararı, Allah’tan başkasından beklemekle meşgul olursan zalimlerden olursun.” demektir. Çünkü zulüm, bir şeyin olması gereken yerden başka bir mevkiye konulması demektir. Şu halde hakkın dışında kalanlar, tasarrufta bulunmaktan uzak olunca tasarrufun hakk’ın dışındaki varlıklara mal edilmesi, bir şeyi olması gereken yerden başka bir yere koymak olur ki bu da zulümdür. (Fahreddin er- Râzî)

يَنْفَعُكَ  ve  يَضُرُّكَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

مِنْ دُونِ اللّٰهِ  ifadesi  تَدْعُ  fiiliyle mef’ûlu arasında itiraz olarak gelmiştir. Bunda Allah’a duaya teşvik manası da idmâc edilmiştir. (Âşûr)


 فَاِنْ فَعَلْتَ فَاِنَّكَ اِذاً مِنَ الظَّالِم۪ينَ

 

فَ  istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart cümlesi  فَعَلْتَ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Şartın cevabı olan  فَاِنَّكَ اِذاً مِنَ الظَّالِم۪ينَ  cümlesi ise  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cevap harfi  اِذاً, burada amel etmemiştir.

فَاِنْ فَعَلْتَ [Yapacak olursan…] yani Allah’tan başka sana fayda ve zarar vermeyecek varlıklara dua edersen -Yapmak fiili (فَعَلْتَ), dua etmekten kinaye olarak kullanılmış olmaktadır. فَاِنَّكَ اِذاً مِنَ الظَّالِم۪ينَ  [O zaman şüphesiz sen de zalimlerden olursun!]  اِذاً  ِkelimesi, şart cümlesinin cezası ve mukadder bir sualin cevabıdır. Sanki soru soran biri putlara tapmanın doğurduğu sonucu sormuştur. Böyle biri zalimlerden kılınmıştır; çünkü şirkten daha büyük zulüm yoktur. (Keşşâf)

Bu ayet “Şayet sen, menfaat ve zararı Allah’tan başkasından beklemekle meşgul olursan zalimlerden olursun.” demektir. Çünkü zulüm, bir şeyin olması gereken yerden başka bir mevkiye konulması demektir. Şu halde hakkın dışında kalanlar, tasarrufta bulunmaktan uzak olunca tasarrufun, hakkın dışındaki varlıklara mal edilmesi, bir şeyi olması gereken yerden başka bir yere koymak olur ki bu da zulümdür. (Fahreddin er-Razi, Ebüssuûd, Elmalılı Hamdi Yazır, Âşûr)