بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
فَلَوْلَا كَانَتْ قَرْيَةٌ اٰمَنَتْ فَنَفَعَهَٓا ا۪يمَانُهَٓا اِلَّا قَوْمَ يُونُسَۜ لَمَّٓا اٰمَنُوا كَشَفْنَا عَنْهُمْ عَذَابَ الْخِزْيِ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَمَتَّعْنَاهُمْ اِلٰى ح۪ينٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَلَوْلَا | bulunsaydı ya! |
|
2 | كَانَتْ |
|
|
3 | قَرْيَةٌ | bir kasaba |
|
4 | امَنَتْ | iman eden |
|
5 | فَنَفَعَهَا | kendine yarar sağlayan |
|
6 | إِيمَانُهَا | imanı |
|
7 | إِلَّا | dışında |
|
8 | قَوْمَ | kavminin |
|
9 | يُونُسَ | Yunus |
|
10 | لَمَّا | ne zaman ki |
|
11 | امَنُوا | iman ettiler |
|
12 | كَشَفْنَا | kaldırdık |
|
13 | عَنْهُمْ | üzerlerinden |
|
14 | عَذَابَ | azabını |
|
15 | الْخِزْيِ | rezillik |
|
16 | فِي |
|
|
17 | الْحَيَاةِ | hayatında |
|
18 | الدُّنْيَا | dünya |
|
19 | وَمَتَّعْنَاهُمْ | ve onları yararlandırdık |
|
20 | إِلَىٰ | -ye kadar |
|
21 | حِينٍ | belli bir süre- |
|
فَلَوْلَا كَانَتْ قَرْيَةٌ اٰمَنَتْ فَنَفَعَهَٓا ا۪يمَانُهَٓا اِلَّا قَوْمَ يُونُسَۜ
ف atıf harfidir. لَوْلَٓا cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için هلا yani “değil mi?” manasındadır.
كَانَتْ nakıs mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
قَرْيَة kelimesi كَانَتْ ’in ismi olup lafzen merfûdur.
اٰمَنَتْ cümlesi كَانَتْ ’in haberi olarak mahallen mansubtur.
اٰمَنَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى'dir. نَفَعَهَٓا ا۪يمَانُهَٓا cümlesi atıf harfi فَ ile اٰمَنَتْ cümlesine atfedilmiştir.
نَفَعَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هَٓا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
ا۪يمَانُ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هَٓا muzâfun ileyh olarak mahallen merfûdur.
اِلَّا istisna harfidir. قَوْمَ müstesna olup fetha ile mansubdur.
يُونُسَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
İsimler îrab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından ikiye ayrılır:
1. Munsarif isimler: Tenvin ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.
2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.
Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayri munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمَّٓا اٰمَنُوا كَشَفْنَا عَنْهُمْ عَذَابَ الْخِزْيِ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَمَتَّعْنَاهُمْ اِلٰى ح۪ينٍ
لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
اٰمَنُوا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اٰمَنُوا damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Şartın cevabı كَشَفْنَا عَنْهُمْ عَذَابَ ’dir.
كَشَفْنَا şart cümlesi olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
عَنْهُمْ car mecruru كَشَفْنَا fiiline müteallıktır.
عَذَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْخِزْيِ muzâfun ileyh olup lafzen mecrurdur.
فِي الْحَيٰوةِ car mecruru عَذَابَ 'ye müteallıktır.
الدُّنْيَا kelimesi الْحَيٰوةِ ‘nin sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sıfatlar:
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsufuna: cinsiyet, adet, marifelik-nekrelik ve îrab bakımından uyar:
Not: Gayr-ı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle Olan SIfatlar:
Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَتَّعْنَاهُمْ cümlesi atıf harfi وَ ‘la şartın cevabına matuftur.
مَتَّعْنَاهُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِلٰى ح۪ينٍ car mecruru مَتَّعْنَا fiiline müteallıktır.
مَتَّعْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi متع ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
فَلَوْلَا كَانَتْ قَرْيَةٌ اٰمَنَتْ فَنَفَعَهَٓا ا۪يمَانُهَٓا اِلَّا قَوْمَ يُونُسَۜ
فَ atıftır. Ayet, önceki ayetteki istînâfa atfedilmiştir.
لَوْلَا tevbih ve pişmanlığa teşvik için gelmiştir.
Menfi nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Cümledeki istisnanın muttasıl olduğu da (قَرْيَةٌ kelimesinden maksat orada yaşayan halk olduğu için) munkatıa olduğu da söylenmiştir. قَوْمَ يُونُسَۜ, müstesnadır.
Cümlenin başındaki لَوْلَٓا tahdid (teşvik) harfidir. Tevbih manasına gelmiştir. Bu mana sözün gelişinden anlaşılır. Bu harften sonra fiil gelir.
Bu cümlenin olumsuz manasında olması da caizdir, çünkü teşvik edatı لَوْلَا bu manayı içermektedir. O zaman istisna muttasıl olur. Çünkü kentlerden maksat halklarıdır. Sanki şöyle demiş gibidir: Asi şehir halklarından bu durumda iman edip de imanı fayda veren biri olmadı, ancak Yunus kavmi bundan müstesnadır. Bedel olarak ref kıraati da bunu desteklemektedir. (Beyzâvî)
اٰمَنَتْ - ا۪يمَانُهَٓا - اٰمَنُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
Bu harf hep maziye dahil olur ve pişmanlığa delalet eder. Sanki muhâtabın yaptığı işe pişman olmasını ister. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
قَرْيَةٌ - قَوْمَ kelimeleri arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu ayet, Yunus’un (a.s.) kavminin, inkâr ettikten sonra iman ettiklerine ve o imanlarından da yararlandıklarına delalet eder ki, bu da kâfirlerin iki kısım olduğunu gösterir:
Bu ayetteki لَوْلَا ’nın açıklanması hakkında iki izah bulunmaktadır:
a. Olumsuzluk manasınadır.
b. لَوْلَا, hellâ (keşke..., olsaydı ya!) anlamındadır. (Fahreddin er-Râzî)
لَوْلا ’nın anlamlarından biri de tevbihdir. İşte burada, yapılan hataya kinaye olarak, tevbihi gerektiren bir manada kullanılmıştır. Çünkü ayette geçen memleket halkı helak olmuştur(gelip geçmiştir). Bu sebeple لَوْلا ifadesinin asıl manası التَّحْضِيضُ yani bir fiilin yapılmasını, teşvik ederek talep etmektir. Fiille geldiği vakit fiil vuku bulmuş ise yapılan işin yanlışlığı veyahut kaçırılan işten dolayı pişmanlık ve kınanma manaları taşır. (Âşûr)
لَمَّٓا اٰمَنُوا كَشَفْنَا عَنْهُمْ عَذَابَ الْخِزْيِ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَمَتَّعْنَاهُمْ اِلٰى ح۪ينٍ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Muzâfun ileyh olan şart cümlesi اٰمَنُوا, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cevap cümlesi كَشَفْنَا عَنْهُمْ عَذَابَ الْخِزْيِ, faide-i haber ibtidaî kelam olan müspet mazi fiil cümlesidir.
Aynı üsluptaki وَمَتَّعْنَاهُمْ اِلٰى ح۪ينٍ cümlesi, şartın cevabına matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
الْخِزْيِ kelimesi, عَذَابَ 'nin muzafun ileyhidir. İzafet, az sözle çok anlam ifade yollarından biridir.
جَٓاءَ fiilinin ayetlere isnadı, aklî mecazdır.
ح۪ينٍ - لَمَّٓا ve عَذَابَ - الْخِزْيِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الدُّنْيَا - الْاٰخِرَة kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Bu ayet makablini, yani iman imkânına sahip oldukları halde kötü seçimlerinden dolayı, Allah'ın hükmü aleyhlerinde tecelli eden ve iman etmeleri imkânsız olan insanların durumunu açıklar. (Ebüssuûd)
وَلَوْ شَٓاءَ رَبُّكَ لَاٰمَنَ مَنْ فِي الْاَرْضِ كُلُّهُمْ جَم۪يعاًۜ اَفَاَنْتَ تُكْرِهُ النَّاسَ حَتّٰى يَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَوْ | ve şayet |
|
2 | شَاءَ | dileseydi |
|
3 | رَبُّكَ | Rabbin |
|
4 | لَامَنَ | iman ederdi |
|
5 | مَنْ | kimseler |
|
6 | فِي | bulunan |
|
7 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
8 | كُلُّهُمْ | hepsi |
|
9 | جَمِيعًا | topluca |
|
10 | أَفَأَنْتَ | sen mi? |
|
11 | تُكْرِهُ | zorlayacaksın |
|
12 | النَّاسَ | insanları |
|
13 | حَتَّىٰ | kadar |
|
14 | يَكُونُوا | oluncaya |
|
15 | مُؤْمِنِينَ | mü’min |
|
وَلَوْ شَٓاءَ رَبُّكَ لَاٰمَنَ مَنْ فِي الْاَرْضِ كُلُّهُمْ جَم۪يعاًۜ
وَ atıf harfidir. لَوۡ gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.
شَٓاءَ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. رَبُّكَ fail olup lafzen merfûdur.
Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır.
اٰمَن fetha üzere mebni mazi fiildir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ fail olarak mahallen merfûdur.
فِي الْاَرْضِ car mecruru ism-i mevsûlun mahzuf sılasına müteallıktır.
كُلُّ ism-i mevsûl için manevi tekidi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَم۪يعاً ism-i mevsûlun hali olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَفَاَنْتَ تُكْرِهُ النَّاسَ حَتّٰى يَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَ
Hemze istifham harfi , ف atıf harfidir. Munfasıl zamir اَنْتَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
تُكْرِهُ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
تُكْرِهُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir.
النَّاسَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir. يَكُونُوا muzari fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde لَا تُكْرِهُ fiiline müteallıktır.
يَكُونُوا nakıs mansub muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. يَكُونُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.
مُؤْمِن۪ينَ kelimesi يَكُونُوا ‘nun haberi olup ي ile mansubdur. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
مُؤْمِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُكْرِهُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi كره ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin ( imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَوْ شَٓاءَ رَبُّكَ لَاٰمَنَ مَنْ فِي الْاَرْضِ كُلُّهُمْ جَم۪يعاًۜ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi şart üslubunda gelmiş haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidai kelamdır.
لَوْ gayr-ı cazim şart edatıdır.
Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler لَوۡ edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Bu tanıma göre لَوۡ edatı cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi))
لَوۡ, muzari fiilin başına gelince teşvik, mazinin başına gelince kınama manası ifade eder. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, 5/63)
Şart fiili شَاۤءَ ’dir. Mazi fiil sıygasıyla gelen şart cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Rabıta harfinin dahil olduğu لَاٰمَنَ مَنْ فِي الْاَرْضِ كُلُّهُمْ جَم۪يعاًۜ cümlesi ise لَوْ ’in cevabıdır. Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidai kelamdır. Fail konumundaki müşterek ism-i mevsul مَنْ ’in sılasının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Car mecrur فِي الْاَرْضِ mahzuf sılaya müteallıktır.
كُلُّهُمْ, fail için manevi tekiddir. Hal konumundaki جَم۪يعاًۜ, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Rabb isminin رَبُّكَ şeklinde, peygambere ait zamire muzâf olması peygamberin makamını şereflendirmek ve teselli hususunda son derece lütuf ile muamele etmek içindir.
Mazi fiil sübuta, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidi, Vakafat, s. 147)
Şart için mazi fiil kullanılışı, oluşa ve oluşun devamının istikrarına işaret eder. (Halidi , Vakafat, s. 114)
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 88)
Genel olarak شَٓاءُ fiilinin mef’ûlü bu cümlede olduğu gibi hazfedilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb bir şey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كُلُّهُمْ ve جَم۪يعاً şeklinde iki tekid arka arkaya gelerek manayı pekiştirmiştir. Bu iki kelime arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Alimlerimiz, kâinattaki her şeyin, Allah’ın meşîeti (dilemesi) ile meydana geldiğine dair görüşlerinin doğruluğuna bu ayeti delil getirerek şöyle demişlerdir: لَوْ (eğer) edatı, bir şey bulunmadığı için diğer bir şeyin de olmayacağını ifade eder. O halde ayetteki, “Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündeki kimselerin hepsi topyekün elbette iman ederdi.” buyruğu, bu dilemenin tahakkuk etmediğini, dolayısıyla yeryüzündeki insanların tamamının iman etmediklerini gösterir. Bu ise Cenab-ı Hakk’ın herkesin iman etmesini irade etmediğine delalet eder. (Fahreddin er- Râzî)
اَفَاَنْتَ تُكْرِهُ النَّاسَ حَتّٰى يَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Hemze inkârî manadadır.
Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kınama, azarlama veya taciz kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır. Çünkü ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi, dolayısıyla müsnedün ileyhin fiile takdimi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Gaye bildiren harf-i cer حَتّٰى ’nın gizli أنْ ’le masdar yaptığı يَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَ cümlesi, mecrur mahalde تُكْرِهُ fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel, كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
تُكْرِهُ - شَٓاءَ kelimeleri arasında tıbak-ı hafî sanatı vardır.
اٰمَنَ - مُؤْمِن۪ينَ kelimeleri arasında cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
Ayet-i kerîmedeki اَفَاَنْتَ تُكْرِهُ ifadesindeki istifhâm, inkârîdir. Ayrıca meşiet-i ilahinin dışında bir şeyin olmasının mümkün olmadığına ve bunun zorla elde edilemeyeceğine delalet etmesi için zamir fiile takdim edilmiştir. (Zuhaylî, c. VI, s. 287; Beyzâvî, c. III, s. 125)
Yani ”Ey Muhammed! Şayet Rabbin yeryüzündeki herkese Senin getirdiğin kitaba iman etme izni verseydi ve onlarda imanı yaratsaydı, (dilese) bunu yapar ve bütün hepsi iman ederdi. Ancak Allah Teâlâ’nın yaptığı her şeyde nice hikmetler vardır (bu sebeple böyle yapmamıştır). Öyleyse ya Muhammed, Sen mi insanları zorlayıp iman etmeye mecbur kılacaksın? Bu, Senin üzerine vazife değil, Sana düşmez. Bu tamamen Allah’a aittir. İman ikrah, zorlama, ve mecbur bırakmakla ele geçmez, sadece gönüllü olmak ve tercih etmekle hasıl olur. Senin görevin ancak müjdelemek ve uyarmak suretiyle tebliğ etmektir.” manasındadır. (Zuhaylî, c. VI, s. 291)
İbni Âşûr da şöyle demektedir: Buradaki istifhâm inkârîdir. Nebi’nin (s.a.) Mekkelilerin iman etmelerine hırslı olması ve bunun için uygun olan her vesileye başvurması sebebiyle onları imana zorlayan kimse konumuna konmuştur. Bir de burada müsnedün ileyhin takdim edilmesi tahsis ve kasr ifade etmek için değildir. Zira makam kasr ifade etmeye elverişli değildir. (İbni Âşûr, c. XI, s. 293)
“İnsanları sen mi zorlayacaksın (içlerinden Allah’ın dilemediklerini) mümin olmaları için” cümlesinde önce istifham harfinin, arkasından فَ harfinin gelişi, fiilin muhataptan südurunu inkâr içindir, zamirin de fiilden önce gelmesi “dilemenin olmadığı” bir şeyin imkânsızlığını göstermek içindir. Onu zorla elde etmek mümkün değildir. Kaldı ki teşvik ve kışkırtma ile! (Beyzâvî)
أفَتُكْرِهُ النّاسَ veya أفَأنْتَ مُكْرِهُ النّاسِ şeklinde değil de أفَأنْتَ تُكْرِهُ النّاسَ denilerek müsnedün ileyhin müsnede takdimi hükmü takviye ifade eder. Bununla birlikte Nebi aleyhisselam’dan sadır olan zorlama(ikrah) manasını da güçlendirir ki bu güçlendirme durumu inkar-kabul etmeme anlamındadır. İşte burada, Nebi aleyhisselama sena (övgü) ile birlikte tariz olup inanmayanların ona icabet etmemesi hususunda mazur görüldüğü ifade edilmiştir. Nitekim kim ki bir konuda yeterli çaba ve gayreti göstermiştir, o halde o, netice hususunda mazur görülebilir. (mazereti kabul edilir) (Âşûr)
Müsnedün ileyhin takdimi burada tahsis yani kasr için değildir. Çünkü buradaki bağlam, takdimi kasr olarak yorumlamaya uygun olmaz. Burada sadece Nebi’yi, daveti ulaştırdığı kişilerin iman etmesi için duymuş olduğu yüksek arzu ve istek sebebiyle, insanları cebren iman etmeye zorlayan kişinin haline benzetme vardır. (Âşûr)وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ اَنْ تُؤْمِنَ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَيَجْعَلُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ لَا يَعْقِلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | değildir |
|
2 | كَانَ | mümkün |
|
3 | لِنَفْسٍ | hiç kimsenin |
|
4 | أَنْ |
|
|
5 | تُؤْمِنَ | iman etmesi |
|
6 | إِلَّا | dışında |
|
7 | بِإِذْنِ | izni |
|
8 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
9 | وَيَجْعَلُ | O gönderir |
|
10 | الرِّجْسَ | iğrenç azabı |
|
11 | عَلَى | üzerlerine |
|
12 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
13 | لَا |
|
|
14 | يَعْقِلُونَ | akıl erdiremeyen(ler) |
|
وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ اَنْ تُؤْمِنَ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
لِنَفْسٍ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, كَانَ ’nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur.
تُؤْمِنَ mansub muzari fiildir. اِلَّا hasr edatıdır.
بِإِذۡنِ car mecruru تُؤْمِنَ ’deki failinin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri, إلّا ملتبسة بإذن الله (Allah’ın izniyle kuşamaları dışında) şeklindedir. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَيَجْعَلُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ لَا يَعْقِلُونَ
Cümle mukadder cümleye matuftur. Takdiri, فيأذن لبعض في الإيمان ويجعل (Bazılarına iman konusunda izin verir ve… yapar) şeklindedir.
وَ atıf harfidir. يَجْعَلُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو 'dir.
الرِّجْسَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, عَلَى harf-i ceriyle birlikte يَجْعَلُ fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlune müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası لَا يَعْقِلُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَعْقِلُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek
2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek.
Bu ayette “bir halden başka bir hale geçmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ اَنْ تُؤْمِنَ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ
وَ atıf harfidir. Ayetin ilk cümlesi, olumsuz كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. كَانَ ,لِنَفْسٍ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
Masdar harfi اَنْ ’i takib eden …تُؤْمِنَ cümlesi masdar teviliyle كَانَ ’nin ismi konumundadır.
مَا nefy edatı ve اِلَّا istisna edatı ile yapılan kasr fiil ve car-mecrur arasında, kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.
مَا ve اِلَّا kasr ifade eder. “Allah’ın izni olmadan hiçbir kimsenin iman etmesi mümkün değildir.” anlamı kasr üslubuyla tekidli bir şekilde söylenmiştir.
مَا كَانُ ’li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Tefsir 3/79)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
بِاِذْنِ اللّٰهِ izafetinde lafza-i celâle muzâf olan اِذْنِ şan ve şeref kazanmıştır.
لِنَفْسٍ ’deki tenvin, “hiç bir nefis” anlamındadır. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre umum ifade eder.
Nahivciler, ayetin başındaki مَا edatının iki manaya gelebileceğini söylemişlerdir: Nefy harfi veya istifham-ı inkârîdir. (Fahreddin er-Râzî)
الواوُ burada muhatap zamirinden dolayı hal durumunda olabilir. Yani “Hiç kimse Allah’ın izni olmadan iman edemeyecek iken nasıl olur da insanları iman etmeleri için zorlayabilirsin?” anlamındadır. (Âşûr)
وَيَجْعَلُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ لَا يَعْقِلُونَ
Cümle mukadder cümleye matuftur. Takdiri; فيأذن لبعض في الإيمان ويجعل (Bazılarına iman konusunda izin verir ve… yapar) şeklindedir.
Müspet muzari fiil cümlesi faide-i haber ibtidai kelamdır. Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası لَا يَعْقِلُونَ, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Maddi ve manevi pislikler vardır. Maddi olanlar; mizac ve akıl bakımından leş, şer’i açıdan içki ve kumardır. Manevi olanlar da putlar ve günahlardır.
Aklı kullanmamak, nefisten gelen ilk dürtüleri kontrol etmemek demektir.
الرِّجْسَ : Alimlerimiz, “Küfrü de imanı da yaratan Allah'tır.” şeklindeki görüşlerinin doğruluğuna, ayetteki, “O, akıllarını kullanmayanlara murdarlık verir.” ifadesini delil getirerek şöyle demişlerdir. “Murdarlık (الرِّجْسَ)” kelimesi ile bazan kötü amel murad edilir. Nitekim Hakk Teâlâ, “Allah sizden ancak ricsi gidermek ve sizi tertemiz yapmak diler ey ehl-i Beyt…” (Ahzab Suresi, 33) buyurmuştur ki bu ifadedeki “rics” ile ister küfür ister masiyet şeklinde olsun, kötü amel; “tertemiz yapma” ile de kulun küfür ve günah ricsinden, iman ve taat temizliğine geçirilmesi kastedilmiştir. Binaenaleyh Allah Teâlâ önceki ayette imanın ancak kendi iradesi ve yaratmasıyla meydana geldiğini belirtince bu ayette ricsin de kendi yaratması ve var etmesiyle meydana geldiğini bildirmiştir. İmanın mukabili olarak zikredilen bu rics, küfürden başka birşey değildir. Binaenaleyh bu ayetin, küfrün ve imanın Allah’ın yaratmasıyla olduğuna delalet ettiği sabit olmuş olur.” (Fahreddin er- Râzî)
الرِّجْسَ pislik, küfür demektir. Makablinin karînesiyle küfür olduğu anlaşılmaktadır.
Küfrün, tiksinti veren müstekreh, çirkin anlamında الرِّجْسَ kelimesiyle ifade edilmesi, küfrün, çirkinlik ve istikrahın sembolü olmasndandır.
Diğer bir görüşe göre ise الرِّجْسَ, azap, azaba sebep olan bedbahtlık demektir. (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî)
قُلِ انْظُرُوا مَاذَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَمَا تُغْنِي الْاٰيَاتُ وَالنُّذُرُ عَنْ قَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلِ | de ki |
|
2 | انْظُرُوا | bir bakın |
|
3 | مَاذَا | neler olduğuna |
|
4 | فِي |
|
|
5 | السَّمَاوَاتِ | göklerde |
|
6 | وَالْأَرْضِ | ve yerde |
|
7 | وَمَا |
|
|
8 | تُغْنِي | bir şey kazandırmaz |
|
9 | الْايَاتُ | ayetler |
|
10 | وَالنُّذُرُ | ve uyarılar |
|
11 | عَنْ |
|
|
12 | قَوْمٍ | bir topluluğa |
|
13 | لَا |
|
|
14 | يُؤْمِنُونَ | iman etmeyen |
|
قُلِ انْظُرُوا مَاذَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
Fiil cümlesidir. قُلِ sükûn üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir.
Mekulü’l-kavli, انْظُرُوا ’dir. قُلِ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
انْظُرُوا fiili, نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَاذَا istifham ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.
ذَا ism-i mevsûl olup haber olarak mahallen merfûdur. Ya da her ikisi birlikte istifham ismi olarak mübtedadır.
فِي السَّمٰوَاتِ car mecruru mahzuf habere müteallıktır. الْاَرْضِ kelimesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
وَمَا تُغْنِي الْاٰيَاتُ وَالنُّذُرُ عَنْ قَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ
وَ itiraziyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تُغْنِي fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.
الْاٰيَاتُ faildir. النُّذُرُ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
عَنْ قَوْمٍ car mecruru تُغْنِي fiiline müteallıktır.
لَا يُؤْمِنُونَ cümlesi قَوْمٍ ’nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُؤْمِنُونَ fiili ن ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُؤْمِنُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin ( imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلِ انْظُرُوا مَاذَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلِ fiiiilinin mekulü’l-kavli olan انْظُرُوا cümlesi de emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda talebi inşaî isnad olan مَاذَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ cümlesi, انْظُرُوا fiilinin mef’ûlü konumundadır. Cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır. İstifham ismi مَاذَا, müsnedün ileyhtir. فِي السَّمٰوَاتِ, mahzuf habere müteallıktır. İstifham üslubunda gelen bu cümle, gerçek manada soru kastı taşımadığından mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Nahivciler, ayetin başındaki مَا edatının şu iki manaya gelebileceğini söylemişlerdir:
a. Bu ayetler ve inzârlar, “Allah’ın, iman etmeyeceklerine hükmettiği kimselere bir fayda vermez” manasında mâ-i nâfiye’dir. Bu senin, “infak etmezsen malın sana fayda vermez” sözün gibi olur.
b. Bu, “onlardan o azabı hangi şey def edebilir ki” manasında, istifham ifade eden مَا edatıdır. Buna göre bu cümle istifham-ı inkârî olmuş olur. (Fahreddin er- Râzî)
Ayetteki انْظُرُوا emri düşünün anlamında mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
مَا ’larda cinas, السَّمٰوَاتِ ve الْاَرْضِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
Cümle, içerdiği muhtevanın önemine binaen قُلْ emriyle başlamıştır. (Âşûr)
وَمَا تُغْنِي الْاٰيَاتُ وَالنُّذُرُ عَنْ قَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ
وَ itiraziye, مَا nafiyedir. Cümle menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İtiraz cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.
لَا يُؤْمِنُون cümlesi, قَوْمٍ için sıfattır. Cümlenin muzari fiil sıygasında gelmesi, bu sıfatın yenilenerek devam ettiğine işaret etmiştir.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğine işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
فَهَلْ يَنْتَظِرُونَ اِلَّا مِثْلَ اَيَّامِ الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِهِمْۜ قُلْ فَانْتَظِرُٓوا اِنّ۪ي مَعَكُمْ مِنَ الْمُنْتَظِر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَهَلْ | mı? |
|
2 | يَنْتَظِرُونَ | bekliyorlar |
|
3 | إِلَّا | başkasını |
|
4 | مِثْلَ | benzerinden |
|
5 | أَيَّامِ | (başlarına gelen) günlerin |
|
6 | الَّذِينَ |
|
|
7 | خَلَوْا | geçmiş olanların |
|
8 | مِنْ |
|
|
9 | قَبْلِهِمْ | kendilerinden önce |
|
10 | قُلْ | de ki |
|
11 | فَانْتَظِرُوا | bekleyin bakalım |
|
12 | إِنِّي | şüphesiz ben de |
|
13 | مَعَكُمْ | sizinle birlikte |
|
14 | مِنَ |
|
|
15 | الْمُنْتَظِرِينَ | bekleyenlerdenim |
|
فَهَلْ يَنْتَظِرُونَ اِلَّا مِثْلَ اَيَّامِ الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِهِمْۜ
فَ istînâfiyyedir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هَلْ istifham harfidir. يَنْظُرُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِلَّٓا hasr edatıdır. مِثْلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَيَّامِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası خَلَوْا مِنْ قَبْلِهِمْ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
خَلَوْا mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْ قَبْلِهِمْ car mecruru خَلَوْا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَنْتَظِرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi نظر ’dır.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ فَانْتَظِرُٓوا اِنّ۪ي مَعَكُمْ مِنَ الْمُنْتَظِر۪ينَ
Fiil cümlesidir. قُل sükûn üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن كنتم تنتظرون ذلك فانتظروا (Beklediğiniz şey buysa o halde bekleyin.) şeklindedir.
Mekulü’l-kavl, şart ve cevabı cümlesidir.
انْتَظِرُٓوا fiili ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
Muttasıl zamir olan ي harfi اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
مَعَ mekân zarfı, الْمُنْتَظِر۪ينَ ’ye müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنَ الْمُنْتَظِر۪ينَ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. الْمُنْتَظِر۪ينَ ’nin cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
انْتَظِرُٓوا fiili, sülasi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftiâl babındandır. Sülâsî mücerredi نظر ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
مُنْتَظِرُونَ sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَهَلْ يَنْتَظِرُونَ اِلَّا مِثْلَ اَيَّامِ الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِهِمْۜ
فَ istînâfiyyedir. هَلْ istifham harfidir. Nefy ve inkârî manadadır.
Cümle, istifham üslubunda talebî inşaî isnaddır. Vaz edildiği istifham anlamından çıkarak inkârî mana kazanan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
هَلۡ istisna edatı إِلَّاۤ ile kasr oluşturmuştur. Kasr, يَنْتَظِرُونَ fiiliyle mef’ûlü arasındadır.
Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması caizdir. Yani fiil, mef'ûle tahsis edilmiştir.
Ayetteki istifham gerçek soru anlamında değildir. “Onlar, ancak geçmiş ümmetlerin başına gelen günler (azaplar) gibi günlerin başlarına gelmesini beklerler.” demek olup bununla geçmiş peygamberlerin, zamanlarındaki kâfirleri, çeşit çeşit azapların bulunacağı günlerin gelmesi ile tehdit ettikleri ve o ümmetlerin, onları yalanlayıp alay ederek o azapların hemen gelmesini isteyişleri kastedilmiştir.
يَنْتَظِرُونَ kelimesinde irsâd sanatı vardır.
قَبْلِهِمْ ve خَلَوْا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.
هَلْ ile gelen istifham, soru ile sorulan şeyin gerçekleştiğini ifade ettiğinden soru manasında olmayıp, sorulan sorunun tahakkuk ettiğine/edeceğine delalet eder. Bu sebeple gelecek olan cevap da tahakkuk manasıyla olacaktır. İstifham bu yüzden mecazî, tehekkümî ve inkâridir. Bu ifadeyle bu kimseler, iman etmeleri için kendilerine bir şeyin gelmesini bekleyen kimselerin konumuna indirilmiş olup bu bekleyişleri bir şeyin düzelmesini bekleyiş değildir. Bilakis onlar bu halleriyle ancak geçmiş ümmetlerin içerisinde helak oldukları günlerin kendi başlarına gelmesini beklemektedirler. (Âşûr)
قُلْ فَانْتَظِرُٓوا
Fasılla gelen cümle istînâfiyyedir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Emir üslubunda talebî inşaî isnad olan cümle, takdiri إن كنتم تنتظرون ذلك فانتظروا (Beklediğiniz şey buysa o halde bekleyin.) şeklinde olan mahzuf şartın cevabıdır.
Şartın cevabı emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen tehaddi ve tahkir manalarına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Mahzuf şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Aynı zamanda قُلْ, fiilinin mekulü’l-kavlidir.
فَانْتَظِرُٓوا (Bekleyin!) emir kipi burada tehdit, gözdağı verme, korkutma, zarar göreceğini bildirme anlamında kullanılmıştır. Mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
اِنّ۪ي مَعَكُمْ مِنَ الْمُنْتَظِر۪ينَ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنّ۪ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مَعَكُمْۜ ’un müteallakı olan اِنّ۪ ’nin haberi mahzuftur.
يَنْتَظِرُونَ - فَانْتَظِرُٓوا - الْمُنْتَظِر۪ينَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
Birbirine benzer lafızların tekrarıyla mana, muhatabın zihnine daha kolay yerleşir.
ثُمَّ نُنَجّ۪ي رُسُلَنَا وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كَذٰلِكَۚ حَقاًّ عَلَيْنَا نُنْجِ الْمُؤْمِن۪ينَ۟
ثُمَّ نُنَجّ۪ي رُسُلَنَا وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كَذٰلِكَۚ
Cümle ثُمَّ atıf harfiyle mukadder kelama atfedilmiştir. Takdiri, نهلك الأمم ثمّ ننجي رسلنا (Milletleri helak ederiz. Sonra Resullerimizle kurtarırız.) şeklindedir.
Fiil cümlesidir. ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نُنَجّ۪ي fiili ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur.
رُسُلَنَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
و atıf harfidir. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl رُسُلَنَا ’ya matuf olup mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
كَ harf-i cerdir. مثل (gibi) demektir. Bu ibare, amili نُنَجّ۪ي olan mahzuf mef’ûlu mutlakına müteallıktır.
ذا işaret ismi, sükun üzere mebni, mahallen mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
نُنَجّ۪ي fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
Tef’il babındandır. Sülâsîsi نجو ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَقاًّ عَلَيْنَا نُنْجِ الْمُؤْمِن۪ينَ۟
حَقاًّ mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakı olup fetha ile mansubdur. Takdiri, حقّ ذلك حقّا ( Bu gerçekten haktır.) şeklindedir.
عَلَيْنَا car mecruru حَقاًّ ’a müteallıktır. Muttasıl zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
نُنْجِ fiili mahzuf ى üzere mukadder damme ile merfu muzari fiildir. Resmi mushafta ى harfi hazf edilmiştir. Çünkü iki sakin birleştiğinde lafızdan ى harfi düşer. (Mahmut Safî) Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
الْمُؤْمِن۪ينَ۟ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
الْمُؤْمِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ثُمَّ نُنَجّ۪ي رُسُلَنَا وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كَذٰلِكَۚ
ثُمَّ atıf harfiyle mukadder kelama atfedilen bu ayet, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Takdiri, نهلك الأمم ثمّ ننجي رسلنا (Milletleri helak eder, sonra resullerimizi kurtarırız.) şeklindedir.
Mef’ûl konumundaki ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan اٰمَنُوا, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
رُسُلَنَا izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan رُسُلَ, şan ve şeref kazanmıştır.
Car mecrur كَذٰلِكَۚ, amili نُنَجّ۪ي olan mahzuf mef’ûlü mutlaka müteallıktır.
كَذٰلِكَۚ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذٰ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/28, s. 101)
كَذٰلِكَ [İşte böyle], aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki istimali, işaret edilen nimetin derecesinin faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
ثُمَّ نُنَجّ۪ي رُسُلَنَا ibaresinde mazideki bir olayı anlatırken muzari sıygasının kullanılması, olayın meydana geliş şeklini gözler önüne getirmek suretiyle işin önemini ve büyüklüğünü göstermek içindir. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)
Kurtarmanın helaktan sonra zikredilmesi,
[Üzerimize bir hak olmak üzere müminleri böylece selamete erdiririz.] cümlesiyle bağlantı sağlamak içindir. Yani müminleri her türlü şiddet ve azaptan selamete erdiririz. (Ebüssuûd)
حَقاًّ عَلَيْنَا نُنْجِ الْمُؤْمِن۪ينَ۟
İtiraziyye olan cümle fasılla gelmiştir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. حَقاًّ, mahzuf bir fiilin mef’ûlü mutlakıdır. Takdiri, حقّ ذلك حقّا (Bu; hak olarak gerçekleşti.)’dir. Mahzufla birlikte cümle faide-i haber talebî kelamdır.
نُنْجِ - نُنَجّ۪ي kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
Ayrıca bu kelimeler arasında filin iki sıygası arasında güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâğatı İltifat Sanatı)
الْمُؤْمِن۪ينَ۟ - اٰمَنُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
حَقًّا عَلَيْنا itiraz cümlesidir çünkü masdar, fiilden bedeldir. Yani bu iş (müminleri kurtarmak) gerçekten üzerimize hak oldu manasındadır. (Âşûr)
قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنْ كُنْتُمْ ف۪ي شَكٍّ مِنْ د۪ين۪ي فَلَٓا اَعْبُدُ الَّذ۪ينَ تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلٰكِنْ اَعْبُدُ اللّٰهَ الَّذ۪ي يَتَوَفّٰيكُمْۚ وَاُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
3 | النَّاسُ | insanlar |
|
4 | إِنْ | eğer |
|
5 | كُنْتُمْ | iseniz |
|
6 | فِي | içinde |
|
7 | شَكٍّ | bir kuşku |
|
8 | مِنْ | -den |
|
9 | دِينِي | benim dinim- |
|
10 | فَلَا | (bilin ki) |
|
11 | أَعْبُدُ | ben tapmıyorum |
|
12 | الَّذِينَ | şeylere |
|
13 | تَعْبُدُونَ | sizin taptıklarınız |
|
14 | مِنْ |
|
|
15 | دُونِ | başka |
|
16 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
17 | وَلَٰكِنْ | ancak |
|
18 | أَعْبُدُ | kulluk ederim |
|
19 | اللَّهَ | Allah’a |
|
20 | الَّذِي |
|
|
21 | يَتَوَفَّاكُمْ | sizin canınızı alacak olan |
|
22 | وَأُمِرْتُ | ve ben emrolundum |
|
23 | أَنْ |
|
|
24 | أَكُونَ | olmakla |
|
25 | مِنَ | -den |
|
26 | الْمُؤْمِنِينَ | mü’minler- |
|
قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنْ كُنْتُمْ ف۪ي شَكٍّ مِنْ د۪ين۪ي فَلَٓا اَعْبُدُ الَّذ۪ينَ تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli, nida ve cevabıdır. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَٓا nida harfidir. أَیُّ münada nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. ٱلنَّاسُ münadadan bedeldir.
Münadanın başında harf-i tarif varsa önüne müzekker isimlerde اَيُّهَا, müennes isimlerde اَيَّتُهَا getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı اِنْ كُنْتُمْ ف۪ي شَكٍّ cümlesidir.
اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. كُنْتُمْ ’un dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. ف۪ي شَكٍّ car mecruru كُنْتُمْ’un mahzuf haberine müteallıktır.
مِنْ د۪ين۪ي car mecruru شَكٍّ ’e müteallıktır.
ف şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
لا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَعْبُدُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انا ’dir.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mef’ûlun bih olarak olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası تَعْبُدُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
تَعْبُدُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مِنْ دُونِ car mecruru, ism-i mevsûlun mahzuf ait zamirinin haline müteallıktır. Takdiri, تعبدونه كائنا من دون الله (Allah’ın dışında ona kulluk ediyorsunuz.) şeklindedir.
اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَلٰكِنْ اَعْبُدُ اللّٰهَ الَّذ۪ي يَتَوَفّٰيكُمْۚ
وَ atıf harfidir. لٰكِنْ istidrak harfidir.
اَعْبُدُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انا ’dir. اللّٰهَ lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي, lafza-i celâlin sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَتَوَفّٰيكُمْ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَتَوَفّٰي elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
يَتَوَفّٰي fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi وفي ’dır.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۙ
وَ atıf harfidir. اُمِرْتُ sükun üzere mebni, meçhul mazi fiildir.
Muttasıl zamir تُ naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mahzuf ب harf-i ceriyle birlikte اُمِرْتُ fiiline müteallıktır.
اَكُونَ nakıs mansub muzari fiildir. اَكُونَ ’nin ismi, müstetir olup takdir انا ’dir.
مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ car mecruru اَكُونَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. الْمُؤْمِن۪ينَ ’nin cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُؤْمِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنْ كُنْتُمْ ف۪ي شَكٍّ مِنْ د۪ين۪ي فَلَٓا اَعْبُدُ الَّذ۪ينَ تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلٰكِنْ اَعْبُدُ اللّٰهَ الَّذ۪ي يَتَوَفّٰيكُمْۚ
İstînâfiyye olan ayet, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mekulü’l-kavl olan يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nidanın cevabı …اِنْ كُنْتُمْ ف۪ي شَكٍّ cümlesi, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart cümlesi كَان ’nin dahil olduğu, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi olan فَلَٓا اَعْبُدُ الَّذ۪ينَ تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. لَٓا اَعْبُدُ fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsul الَّذ۪ينَ ’nin sılası تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ف۪ي شَكٍّ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla شَكٍّ, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü شَكٍّ, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. (Âşûr)
مِنْ دُونِ اللّٰهِ izafeti gayrının tahkiri içindir.
مِنْ دُونِ اللّٰهِ tabirinin, Allah'tan gayrı ve Allah'la beraber olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı, Dergâhü’l Kur’an, c. 8, s. 723)
لٰكِنْ ’in dahil olduğu وَلٰكِنْ اَعْبُدُ اللّٰهَ الَّذ۪ي يَتَوَفّٰيكُمْۚ cümlesi, şartın cevabına matuftur. İstidrak harfi cümlede amel etmemiştir.
Lafza-i celâl için sıfat konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ’nin sılası olan يَتَوَفّٰيكُمْۚ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ şeklindeki hitapla arkadan gelen mananın önemine dikkat çekilmiştir.
Bu hitap surenin Mekkî olduğuna delalet eder.
يَتَوَفّٰيكُمْ yerine يَتَوَفّٰاني gelmesi gerekirdi. İltifat vardır. Burada dikkat çekmek ve aklıllarını başlarına almalarını istemek kasdı vardır.
Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak tekrar zikredilmesi, ibadet edilecek tek mabudun Allah Teâlâ olduğunu vurgular.
Bu tekrarda ıtnâb ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
تَعْبُدُونَ - اَعْبُدُ - اَعْبُدُ ve كُنْتُمْ - اَكُونَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
Hüsn-i intihâ ve berâat-i intihâ olduğu söylenebilir.
Burada asıl muhatapların müşrikler olduğu halde bütün insanlara hitabın tercih edilmesi ve başında tenbih harfinin zikredilmesi, tebliği genelleştirmek ve tebliğ konusuna son derece önem verildiğini göstermek içindir.
Ayette, Allah'tan başkasına ibadeti terk, Allah'a ibadete takdim edilmiştir. Çünkü tahliye, süsleme (tehliye)den önce getir. Nitekim tevhid kelimesinde de böyledir. (Ebüssuûd)
Dindeki (dinde olan) şüphe, dinin varlığı ve o varlığın Allah kaynaklı olması hususunda kişinin gerçek manada duyduğu şüphedir. İşte bu şüphe, dinin hakikatindeki öze dair kamil bir tasavvurun olmayışı ve inanç temellerindeki delillendirmenin oluşmayışı neticesinde vuku bulur. Dindeki gerçeklik-doğruluk hususundaki şüphe, beraberinde dinin mahiyeti hususundaki (esası,varlığı) şüpheyi getirecektir. Nitekim onlar, eğer dinin özünü kavramış olsalardı, onun doğruluğundan şüpheye düşmeyeceklerdi. (Âşûr)
وَاُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۙ
لَٓا اَعْبُدُ cümlesine atfedilen cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlenin müsnedi olan اُمِرْتُ fiili meçhul bina edilerek, mef’ûle dikkat çekilmiştir. Müsned konumundaki mazi fiil hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade eder.
Masdar harfi اَنْ ve اَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ cümlesi, masdar tevilinde takdir edilen ب harfi ile birlikte اُمِرْتُ fiiline müteallıktır.
كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formundaki masdar-ı müevvelde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrurun müteallakı olan كَانَ ’nin haberi, mahzuftur.وَاَنْ اَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّ۪ينِ حَن۪يفاًۚ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ
وَاَنْ اَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّ۪ينِ حَن۪يفاًۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اَنْ tefsiriyyedir. اَقِمْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir.
وَجْهَكَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِلدّ۪ينِ car mecruru اَقِمْ fiiline müteallıktır.
حَن۪يفاًۚ kelimesi اَقِمْ ’deki failin hali olarak fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَكُونَنَّ fetha üzere mebni nakıs muzari fiildir. Fiilin sonundaki nun, tekid ifade eden nûn-u sakiledir.
تَكُونَنَّ ’nin ismi müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ car mecruru تَكُونَنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel/karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada ba’z (yani bir kısmı) manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُشْرِك۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاَنْ اَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّ۪ينِ حَن۪يفاًۚ
وَ atıf harfi, اَنْ, tefsiriyyedir. Tefsir harfinin dahil olduğu cümle masdar teviliyle لَٓا اَعْبُدُ cümlesine atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اَنْ masdar harfi emir fiilin önüne gelerek manayı masdara çevirir. Temel cümleye “...diye” şeklinde bağlanır.
Bu ayette bedî’ sanatlardan istitbâ sanatı vardır. İstitbâ‘, birbirine tâbi, bağlı ve iç içe iki övgü unsuru arasında olur. Övgünün peşinden yerginin, yerginin peşinden de övgünün getirilmesi caiz değildir. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî’ İlmi ve Sanatları.)
اَنْ ’in sılası emir sıygası ile anlatılmıştır, maksatta ikisi (haber veya talep) arasında fark yoktur. Çünkü gaye onun masdar manasını içeren şeye bağlanmasıdır ki ona delalet etsin. Bütün fiil sıygaları öyledir, ister haber ister talep olsun. (Beyzâvî)
اَقِمْ وَجْهَكَ ibaresi istiaredir. Bununla kastedilen, “Dinin üzerinde dosdoğru ol, yolunda daim ve sabit ol.” anlamıdır. İfadede özellikle وَجْهَكَ ’in zikredilmesi, insanın bütününün hedeflenen cihete doğru yönelişi ancak yüzü ile bilindiği içindir. Yine اَقِمْ وَجْهَكَ ile kastedilen -Allahu a’lem- “Onu, cihetinden asla sapmadan daima kıble olan Kâbe yönüne doğrult.” şeklinde (gerçek manada) olması da caiz olabilir. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)
Hanef; doğruya yönelmek, cenef ise doğrudan yanlışa yönelmek demektir. (Müfredat)
وَ harfinin kullanımı çok geniştir. Atfedildiği fiil manasında da kullanılır. (Sîbeveyhi) Yani bu ayetteki وَ harfi أُمِرْتُ manasındadır. Sırf atıf değil, fiilin tekrarı kastedilmiştir. Sîbeveyhi Kitap’ında اَنْ harfi; وَ harfinin atfedildiği fiil manasında olduğunu açıklayan tefsir harfi olduğunu söylemiştir. Yani وأُمِرْتُ بِإقامَةِ وجْهِيَ لِلدِّينِ حَنِيفًا (Yüzümü hanif olan dine çevirmekle emrolundum.) demektir. (Âşûr) اَقِمْ fiili de ifal babından muhataba emirdir.
Ayette bahsedilen, “ikâmetu’l-vech” ifadesi, aklı tamamiyle dini talep edip, onu araştırmaya yöneltmekten ibarettir. Çünkü bir şeye alabildiğine bakmak isteyen kimse kendisini az olsun çok olsun hiçbir şeyin ondan çeviremeyeceği bir biçimde yüzünü o şeye doğru yöneltir. Zira o kimse, yüzünü o şeyden çok az olsa dahi çevirdiğinde, o şeyin tam mukabilinde olma hali yok olmuş olur. Bu, tam mukabilinde olma işi batıl ve yok olunca da görme haleldar olur. İşte bundan dolayı, yüzü dine doğru ikame etmenin, aklın tamamıyla dini talep etmeye yöneltilmesinden bir kinaye kılınmış olması güzel ve yerinde olmuş olur. حَن۪يفاًۚ kelimesinin manası, “Tamamıyla ona yönelmiş, onun dışında kalanlardan ise tamamıyla yüz çevirmiş kimse olarak” demektir ki, bu sözün neticesi de tam bir ihlası ve başkasına iltifat etmemeyi gösterir. O halde onun ilk önce “Bana, müminlerden olmam emredilmiştir.” demiş olması, imanın temelini ve aslını elde etmeye, “Ve yüzünü tevhid dinine döndür.” sözü de tamamıyla iman nuruna gark olmaya ve onun dışında kalanlardan da tamamıyla yüz çevirmeye bir işaret olmuş olur. (Fahreddin er-Râzî)
وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ
Ayetin son cümlesi makabline matuftur. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır. Cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. كَانَ ’nin dahil olduğu bu isim cümlesinde car mecrurun müteallakı mahzuftur. Bu hazif îcâz-ı hazif sanatıdır.
تَكُونَنَّ fiilinin sonundaki nun, tekid içeren nûn-u sakiledir.
وَلَا تَدْعُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُكَ وَلَا يَضُرُّكَۚ فَاِنْ فَعَلْتَ فَاِنَّكَ اِذاً مِنَ الظَّالِم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا | ve |
|
2 | تَدْعُ | tapma |
|
3 | مِنْ |
|
|
4 | دُونِ | bırakıp |
|
5 | اللَّهِ | Allah’ı |
|
6 | مَا | şeylere |
|
7 | لَا |
|
|
8 | يَنْفَعُكَ | sana yararı dokunmayan |
|
9 | وَلَا | ne de |
|
10 | يَضُرُّكَ | sana zararı dokunmayan |
|
11 | فَإِنْ | eğer |
|
12 | فَعَلْتَ | böyle yaparsan |
|
13 | فَإِنَّكَ | şüphesiz sen |
|
14 | إِذًا | o zaman |
|
15 | مِنَ |
|
|
16 | الظَّالِمِينَ | zalimlerden olursun |
|
وَلَا تَدْعُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُكَ وَلَا يَضُرُّكَۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تَدْعُ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir.
مِنْ دُونِ car mecruru müşterek ism-i mevsûlun mahzuf haline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası لَا يَنْفَعُكَ cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَنْفَعُكَ merfû muzari fiildir.
Muttasıl zamir ك mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
لَا يَضُرُّكَ cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
فَاِنْ فَعَلْتَ فَاِنَّكَ اِذاً مِنَ الظَّالِم۪ينَ
ف istînâfiyyedir. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder.
فَعَلْتَ şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
eder.
كَ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
اِذَا cevap harfidir.
مِنَ الظَّالِم۪ينَ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealllıktır. Cer alameti ى ’dir. Çünkü cemi müzekker isimler harfle îrablanırlar.
الظَّالِم۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا تَدْعُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُكَ وَلَا يَضُرُّكَۚ
Ayet önceki ayetteki أقم cümlesine veya daha önceki ayetteki …قل يأيّها الناس cümlesine matuftur. وَ ’ın istinafiye olmasıda caizdir.
Cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
مِنْ دُونِ اللّٰهِ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
مِنْ دُونِ اللّٰهِ tabirinin Allah'tan gayrı ve Allah'la beraber olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı, Dergâhü’l Kur’an, c. 8, s. 723)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Mef’ûl konumunda olan müşterek ism-i mevsûlün sılası لَا يَنْفَعُكَ cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cenab-ı Hakk, ayetin sonunda “Eğer böyle yaparsan o takdirde şüphesiz ki sen kendine yazık etmişlerden olursun.” buyurmuştur. Bu, “Şayet sen, menfaat ve zararı, Allah’tan başkasından beklemekle meşgul olursan zalimlerden olursun.” demektir. Çünkü zulüm, bir şeyin olması gereken yerden başka bir mevkiye konulması demektir. Şu halde hakkın dışında kalanlar, tasarrufta bulunmaktan uzak olunca tasarrufun hakk’ın dışındaki varlıklara mal edilmesi, bir şeyi olması gereken yerden başka bir yere koymak olur ki bu da zulümdür. (Fahreddin er- Râzî)
يَنْفَعُكَ ve يَضُرُّكَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
مِنْ دُونِ اللّٰهِ ifadesi تَدْعُ fiiliyle mef’ûlu arasında itiraz olarak gelmiştir. Bunda Allah’a duaya teşvik manası da idmâc edilmiştir. (Âşûr)
فَاِنْ فَعَلْتَ فَاِنَّكَ اِذاً مِنَ الظَّالِم۪ينَ
فَ istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart cümlesi فَعَلْتَ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şartın cevabı olan فَاِنَّكَ اِذاً مِنَ الظَّالِم۪ينَ cümlesi ise اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cevap harfi اِذاً, burada amel etmemiştir.
فَاِنْ فَعَلْتَ [Yapacak olursan…] yani Allah’tan başka sana fayda ve zarar vermeyecek varlıklara dua edersen -Yapmak fiili (فَعَلْتَ), dua etmekten kinaye olarak kullanılmış olmaktadır. فَاِنَّكَ اِذاً مِنَ الظَّالِم۪ينَ [O zaman şüphesiz sen de zalimlerden olursun!] اِذاً ِkelimesi, şart cümlesinin cezası ve mukadder bir sualin cevabıdır. Sanki soru soran biri putlara tapmanın doğurduğu sonucu sormuştur. Böyle biri zalimlerden kılınmıştır; çünkü şirkten daha büyük zulüm yoktur. (Keşşâf)
Bu ayet “Şayet sen, menfaat ve zararı Allah’tan başkasından beklemekle meşgul olursan zalimlerden olursun.” demektir. Çünkü zulüm, bir şeyin olması gereken yerden başka bir mevkiye konulması demektir. Şu halde hakkın dışında kalanlar, tasarrufta bulunmaktan uzak olunca tasarrufun, hakkın dışındaki varlıklara mal edilmesi, bir şeyi olması gereken yerden başka bir yere koymak olur ki bu da zulümdür. (Fahreddin er-Razi, Ebüssuûd, Elmalılı Hamdi Yazır, Âşûr)Nedendir bilmem ama hz. Yunus’u, iman eden kavmini ve helak edilen diğer kavimleri düşünürken, aklıma yıllar önce yazdığım son şiirlerden biri geldi.
11 yaşından 19 yaşına kadar çok şiir yazdım. Okula taşıdığım defterlere karalardım. Gönlümden ve zihnimden geçenleri ifade etmeyi şiir yazarak sevdim. Üniversite yıllarımda ise şiirlerim düz yazıya dönüştü ve şiir yazmayı bıraktım. Hem zamanım yoktu. Hem de şiirlerimi okuyanlar, hangi şairleri okuduğumu soruyordu. Diyemiyordum ki okumuyorum. Şiir yazmasını sevdiğim kadar okumasını sevmiyordum. Ve artık düşündüğüm gibi serbest yazmaktan daha çok keyif aldığımı farkettim. Filmin sonunda vurucu konuşmayı yapan iç ses gibi hissediyordum kendimi.
Aklıma gelen şiir:
Beyaz Kelebekler
Habersiz gidişler son bulmayacak,
Gidenlerin ardındakiler, buna da alışacak.
Yaşayamam diyenler, hayatın akışına kapıldı,
Ansızın terk edenlerin yerini başkaları aldı.
Geride kalanlar da kervana katılınca,
İlk gidenleri hatırlayan kalmayınca,
Hatırası olmasa yaşadığı ispatlanmayacak,
Azı hariç, gelip gidenlerin ismi anılmayacak.
Beyaz kelebekler uçtu,
Gidenlerin ruhuna dokundu.
Kanatlarıyla toprağa vurdu,
Anladılar, onlar da unutuldu.
06 Şubat 2008
Ey kudretine ve rahmetine iman ettiğim Rabbim! Bizi; dünyada verdiğin süreyi hakkıyla değerlendirenlerden, yüzünü hak dine çevirenlerden, şirkin her halinden uzak duranlardan, samimiyetle iman edenlerden ve kurtuluşuna layık kullarından eyle. Azabını bekleyenlerden ve onların şerlerinden koru.
Rabbim! Hepimize hayırlı ölüm nasip et. Bizi, ardında hayırlar bırakan salih kullarının arasına kat. Dünyada ve ahirette yaptıklarından dolayı unutulanlardan olmaktan muhafaza buyur.
Amin.
***
Ömrünü, İslam’ı tebliğ etmeye adamış biri yaşardı. Yaşının getirdiği kısıtlamalardan dolayı, artık sadece genç davetçileri eğitiyordu. Her seferinde ilk derste şöyle söylerdi:
Hakikat yolunun yolcusu, herkes bu huzuru tatsın ister. Öyle ki içlerinden bazısı sünnet yolunu takip ederek kendisini, başkalarını İslam’a davete adar. Tebliğ yolunda nefsi susturmak gerekir. Zira ben diye bir şeye yer yoktur. Söz konusu bile değildir.
Nefsinle çıktığın yolda ya acelecisindir ya da tembel hayvan kadar ağır. Bir şeyleri başarma ya da dünyevi bir çeşit yarar sağlama derdindesindir. Halbuki senin işin anlatmaktır. Söylediklerini kabul ettirecek ve doğru yola iletecek olan Allah’tır.
Ben demeyi bırakmazsa eğer. Nefsin tükenir gider. Başarısızlık diye adlandırdıklarına takılır, vesile kılındığı hayırları göremeyecek hale gelir. Boşa kürek çekiyormuş hissiyle boğuşur ve her ne yapıyorsa bırakıp gitmeyi diler.
İşlerin bazısı çölde yürümeye benzer. Rüzgarla yer değiştiren kumlardan dolayı; yolun ne başlangıcı ne de sonu bellidir. Bu yüzden de ne kadar ilerlendiği meçhuldur. Allah rızası için yapan kişi, bilinmezliğin doğurduğu huzursuzluktan uzaktır.
Hakikat yolunun yolcusu bilir ki; Allah katında hiçbir şey boşa değildir. İnsan gözüne görünmeyen, Allah katında bellidir. Dünya tabiriyle başardığı zaman der ki: elhamdulillah, beni bu hayırlı işe vesile kılan Allah’a hamd olsun, daha niceleri nasip olsun.
Ey Allahım! Yapılan ve yapılmayan her işten haberdar olansın. Senin rızan için yaşayanlardan ve çabalayanlardan eyle. İslam’ı doğru yaşayan ve doğru temsil edenlerden eyle. Nefsin heveslerini ve gizlemeye çalıştıklarını görensin. Ben’likten sıyrılıp Sana layığıyla kul olanlardan eyle. Ömrünü salih amellerle dolduranlardan ve yardımınla gönüllere ferahlık getiren nice hayırlara vesile kıldıklarından eyle.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji