27 Aralık 2024
Yunus Sûresi 107-109 / Hûd Sûresi 1-5 (220. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Yunus Sûresi 107. Ayet

وَاِنْ يَمْسَسْكَ اللّٰهُ بِضُرٍّ فَلَا كَاشِفَ لَهُٓ اِلَّا هُوَۚ وَاِنْ يُرِدْكَ بِخَيْرٍ فَلَا رَٓادَّ لِفَضْلِه۪ۜ يُص۪يبُ بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ وَهُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ  ...


Eğer Allah sana herhangi bir zarar verecek olursa, bil ki onu, O’ndan başka giderebilecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse, O’nun lütfunu engelleyebilecek de yoktur. O, bunu kullarından dilediğine eriştirir. O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنْ eğer
2 يَمْسَسْكَ sana verirse م س س
3 اللَّهُ Allah
4 بِضُرٍّ bir sıkıntı ض ر ر
5 فَلَا yoktur
6 كَاشِفَ giderecek ك ش ف
7 لَهُ onu
8 إِلَّا başka
9 هُوَ O’ndan
10 وَإِنْ ve eğer
11 يُرِدْكَ senin için dilerse ر و د
12 بِخَيْرٍ bir iyilik خ ي ر
13 فَلَا yoktur
14 رَادَّ geri çevirecek ر د د
15 لِفَضْلِهِ O’nun lütfunu ف ض ل
16 يُصِيبُ verir ص و ب
17 بِهِ bunu
18 مَنْ kimseye
19 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
20 مِنْ -ndan
21 عِبَادِهِ kulları- ع ب د
22 وَهُوَ ve O
23 الْغَفُورُ bağışlayıcıdır غ ف ر
24 الرَّحِيمُ merhamet edicidir ر ح م

104-109.Ayetlerin Tefsiri;

Peygamberlerin görevi Allah tarafından bildirileni olduğu gibi insanlara tebliğ etmek ve ilâhî mesajın doğru anlaşılması için gereken çabayı sarfedip insanları aydınlatmaya çalışmaktır (105. âyetteki “hak din” diye çevirdiğimiz “hanîf” kelimesinin açıklaması için bk. Bakara 2/135). İnsan bir taraftan kendi sorumluluğunu göz ardı etmeden üzerine düşeni yerine getirmeye çalışırken, bir taraftan da hiçbir güç ve iradenin yüce Allah’ın güç ve iradesine sınır getiremeyeceğinin bilincinde olmalı ve yalnız O’ndan yardım dilemeli, O’na sığınmalıdır.

وَاِنْ يَمْسَسْكَ اللّٰهُ بِضُرٍّ فَلَا كَاشِفَ لَهُٓ اِلَّا هُوَۚ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  يَمْسَسْكَ  şart fiili olup meczum muzari fiildir.

Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

اللّٰهُ  fail olup lafzen merfudur.  بِضُرٍّ  car mecruru  يَمْسَسْكَ  fiiline müteallıktır. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa  اِنْ kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. İsmini nasb haberini ref eder.  كَاشِفَ  kelimesi  لَا ’nın ismi olarak mahallen mansubdur.  لَهُٓ  car mecruru  لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır.

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi: başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف‘si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اِلَّا  istisna harfidir.Munfasıl zamir  هُوَ  mahzuf haberin zamirinden bedeldir.

İstisna: bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.

İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

Not: Müstesna minh;

a) Ya birden fazla olmalı, b) Ya umumi manalı bir kelime olmalı,

(Bir ismin umumi manalı olması için nefy, nehiy veya istifhamdan sonra nekre olarak gelmesi gerekir.), c) Ya da kısımları bulunan müfred bir lafız olmalı.

(Kısımları bulunan müfred: Mesela sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür… gibi isimlerdir.)

Not: Müstesna, istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubdur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.

İstisnanın kısımları üçe ayrılır:

1. Muttasıl istisna

2. Munkatı’ istisna

3. Müferrağ istisna

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَاشِفَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  كشف  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَاِنْ يُرِدْكَ بِخَيْرٍ فَلَا رَٓادَّ لِفَضْلِه۪ۜ 

 

وَ  atıf harfidir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  يُرِدْ  şart fiili olup meczum muzari fiildir.

Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

بِخَيْرٍ  car mecruru  يُرِدْ  fiiline müteallıktır. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir

لَا  cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. İsmini nasb haberini ref eder.

رَٓادَّ  kelimesi  لَا ’nın ismi olarak mahallen mansubtur.

لِفَضْلِ  car mecruru  لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır.

Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


يُص۪يبُ بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ

 

Fiil cümlesidir.  يُص۪يبُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

بِه۪  car mecruru  يُص۪يبُ  fiiline müteallıktır.

مَنْ  müşterek ism-i mevsûlu  يُص۪يبُ  fiilinin  mef’ûlu bihi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاءُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

يَشَٓاءُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

مِنْ عِبَادِ  car mecruru  يَشَٓاءُ  fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâfun ileyhtir. 

Muttasıl zamir  ه۪   muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يُص۪يبُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’âl babındandır. Sülâsîsi  صوب ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin ( imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَهُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

الْغَفُورُ  haber olup lafzen merfûdur.  الْغَفُورُ  ikinci haberdir.

 الْغَفُورُ -  الرَّح۪يمُ  isimleri mübalağa sıygasındadır. Son derece affeden ve son derece merhamet eden demektir.

Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِنْ يَمْسَسْكَ اللّٰهُ بِضُرٍّ فَلَا كَاشِفَ لَهُٓ اِلَّا هُوَۚ

 

وَ  istînâfiyyedir. Şart üslubunda haberî isnad olan cümlede  يَمْسَسْكَ  şart fiilidir.

Şart cümlesi muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

فَ  karînesiyle gelen cevap cümlesi  فَلَا كَاشِفَ لَهُٓ اِلَّا هُوَۜ  ise cinsini nefyeden  لَا ’nın dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiştir.

Cevap cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır.  لَا ’nın haberi mahzuftur.  لَا  , هُوَۜ ‘nın isminden bedeldir. Bedel, ıtnâb sanatı babındandır. 

Nefy harfi  لَا  ve istisnâ harfi  اِلَّٓا  ile oluşan kasrla cümle tekid edilmiştir. Kasr,  لَا ’nın ismiyle bedel arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani ‘Sadece kâşif olan odur, başka kâşif yoktur’ demektir.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip de faide-i haber inkârî kelamdır.

Allah Teâlâ, zarar dokundurmadan bahsedince, bu zararı kendisinden başka giderecek kimsenin bulunmayacağını da beyan etmiştir ki bu, O’nun zararları gidereceğine delalet eder. Çünkü, olumsuzluktan yapılan istisna, isbat ifade eder. O, hayrı zikrederken de, “ben onu def ederim” dememiş, aksine “Kimse onu geri çeviremez” demiştir ki bu da hayrın zat gereği matlub, şerrin de arızî olarak matlub olduğuna delalet eder. Nitekim Cenab-ı Hak, bir hadis-i kudsîsinde, “Rahmetim, gazabımı geçmiştir” demiştir. (Fahreddin er-Râzî)

المَسُّ kelimesi hakikatte elini bir cisim üzerine koymaktır. Burada isabet manasında mecaz-ı mürsel olarak kullanılmıştır. (Âşûr)


 وَاِنْ يُرِدْكَ بِخَيْرٍ فَلَا رَٓادَّ لِفَضْلِه۪ۜ 

 

Önceki şart cümlesine matuf, şart üslubunda haberî isnad olan cümlede  يُرِدْكَ  şart fiilidir.

فَ  karînesiyle gelen cevap cümlesi olan  فَلَا رَٓادَّ لِفَضْلِه۪ۜ ,  menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip de şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiiller hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca tecessüm özelliğiyle muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek onu etkiler. Mazi fiil ise hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade eder.

لِفَضْلِه۪ۜ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  فَضْلِ , şan ve şeref kazanmıştır.

يُرِدْكَ  ve  رَٓادَّ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs vardır.

ضُرٍّ - خَيْرٍ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab vardır.

ضُرٍّ - خَيْرٍ  kelimelerinin nekre gelişi azlık ve çokluk için yerinde, isabetli bir neviyyet içindir. (Âşûr)

وَاِنْ يَمْسَسْكَ اللّٰهُ بِضُرٍّ  ve  وَاِنْ يُرِدْكَ بِخَيْرٍ  cümleleri arasında hoş bir mukabele sanatı vardır. Bu da edebi sanatlardandır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir) 

وَاِنْ يُرِدْكَ بِخَيْرٍ فَلَا رَٓادَّ لِفَضْلِه۪  [Eğer sana bir hayır isterse reddedecek yoktur, def edecek de yoktur O’nun lütfunu] sana murad ettiği şeyi. Belki de her ikisi birbirine bağlı olmakla beraber hayırla birlikte iradeyi, zararla beraber de dokunmayı zikretmesi şuna dikkat çekmek içindir ki, hayır doğrudan murad edilmiştir, zarar ise onlara dolaylı olarak dokunmuştur.  لِفَضْلِه۪ ‘ın zamir yerine kullanılması şunu göstermek içindir ki Allah onlara murad ettiği hayrı lütfundan vermektedir, hak ettikleri için değil. Bundan istisna da yapmamıştır çünkü Allah'ın muradını çevirmek mümkün değildir. (Beyzâvî) 


يُص۪يبُ بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ 

 

Fasılla gelen cümle beyani istînâftır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

يُص۪يبُ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası  يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ , muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.  

عِبَادِه۪ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait olan zamire muzâf olması عِبَادِ ’ye şan ve şeref kazandırmıştır.

Burada sarih olarak isabet (başa getirmek, ulaştırmak) fiilinin kullanılması, hayır tarafına daha önem verdiğini göstermek içindir. Yani Allah (cc) kullarından dilediği kimseyi kendi lütfundan sınırsız ve muntazam hayırlara erdirir. (Ebüssuûd) 


وَهُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ

 

وَ  atıf harfidir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber inkârî kelamdır. الْغَفُورُ  birinci haber,  الرَّح۪يمُ  ikinci haberdir.

Müsnedin  الْ  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında (Fatma Serap Karamollaoğlu, Meânî İlmi, s. 218), isnadın Allah Teâlâ’ya olduğu karînesiyle kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin  الْ  takısıyla marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder. 

Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemâl derecededir. Bu iki vasıfta kemâl dereceye sahip olan Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 24) 

Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında  وَ  olmadan gelmesi, bu vasıfların ikisinin birden O’nda mevcudiyetini gösterir.

الْغَفُورُ- الرَّح۪يمُ  sıfatlarının ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. 

الْغَفُورُ - الرَّح۪يمُ - خَيْرٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Yunus Sûresi 108. Ayet

قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَكُمُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْۚ فَمَنِ اهْتَدٰى فَاِنَّمَا يَهْتَد۪ي لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ ضَلَّ فَاِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَاۚ وَمَٓا اَنَا۬ عَلَيْكُمْ بِوَك۪يلٍۜ  ...


De ki: “Ey insanlar, size Rabbinizden gerçek (Kur’an) gelmiştir. Artık kim doğru yola girerse, ancak kendisi için girer. Kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapar. Ben sizden sorumlu değilim.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 يَا أَيُّهَا ey
3 النَّاسُ insanlar ن و س
4 قَدْ muhakkak
5 جَاءَكُمُ size gelmiştir ج ي ا
6 الْحَقُّ hak ح ق ق
7 مِنْ -den
8 رَبِّكُمْ Rabbiniz- ر ب ب
9 فَمَنِ kim
10 اهْتَدَىٰ hidayet bulursa ه د ي
11 فَإِنَّمَا şüphesiz
12 يَهْتَدِي hidayet bulmuştur ه د ي
13 لِنَفْسِهِ kendi yararına ن ف س
14 وَمَنْ ve kim de
15 ضَلَّ sapıtırsa ض ل ل
16 فَإِنَّمَا şüphesiz
17 يَضِلُّ sapıtmıştır ض ل ل
18 عَلَيْهَا kendi aleyhine
19 وَمَا değilim
20 أَنَا ben
21 عَلَيْكُمْ sizin üzerinize
22 بِوَكِيلٍ bir vekil و ك ل

قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَكُمُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْۚ 

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili ise müstetir zamir  أنت ’dir. 

Mekulü’l-kavli,  يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ  cümlesidir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.  النَّاسُ  münadadan bedel veya atf-ı beyan olarak mahallen mansubdur.

Münada: kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayri maksude. Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı,  قَدْ جَٓاءَكُمُ الْحَقُّ  cümlesidir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.

Muttasıl zamir  كُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

الْحَقُّ  fail olup lafzen merfudur.

مِنْ رَبِّكُمْ  car mecruru  جَٓاءَكُمُ  fiiline  müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كُمُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


فَمَنِ اهْتَدٰى فَاِنَّمَا يَهْتَد۪ي لِنَفْسِه۪ۚ 

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنِ  iki fiili cezm eden şart ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  

اهْتَدٰى  şart fiili olup elif üzere mukadder  fetha ile mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Fail ise müstetir zamir هو ‘dir. Aynı zamanda  مَن ‘in haberidir.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

اِنَّمَا , kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden anlamında olup, buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  إنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  ما  demektir.

يَهْتَد۪ي  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili ise müstetir zamir هو ‘dir.

لِنَفْسِه۪  car mecrur  يَهْتَد۪ي  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف‘si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَهْتَد۪ي  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  هدي ‘dir.

İftial babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَمَنْ ضَلَّ فَاِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَاۚ 

 

وَ  atıf harfidir.  مَنْ  iki fiili cezm eden şart ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur. 

ضَلَّ  şart fiili olup fetha üzerine mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. 

Fail ise müstetir zamir هو’dir. Aynı zamanda  مَن ‘in haberidir. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

اِنَّمَا , kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden anlamında olup, buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  إنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  ما  demektir.

يَضِلُّ  merfû muzari fiildir. Faili ise müstetir zamir takdiri هو’dir.

عَلَيْهَا  car mecrur  يَضِلُّ  fiiline müteallıktır.


وَمَٓا اَنَا۬ عَلَيْكُمْ بِوَك۪يلٍۜ

 

Cümle nidanın cevabına atıf harfi وَ ‘la  atfedilmiştir.

مَٓا  nefy harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini nasb haberini ref eder.  اَنَا۬  munfasıl zamir  مَٓا ‘nın ismi olarak mahallen merfûdur.

عَلَيْكُمْ  car mecruru  وَك۪يلٍ ‘e müteallıktır.  بِ  harf-i ceri zaiddir.  وَك۪يلٍ  lafzen mecrur,     مَٓا ‘nın haberi olarak mahallen mansubdur.

وَك۪يلٍ  mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَكُمُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْۚ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Mekulü’l-kavl olan  يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ  cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı tahkik harfiyle tekid edilmiş, müspet mazi fiil cümlesidir. Faide-i haber talebî kelamdır.

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ  [Ey insanlar] nidasıyla başlamıştır. Nida; heyecan uyandırır, dikkat çeker, muhatabı dinlemeye teşvik eder. 

رَبِّكُمْ  izafeti, muzâfun ileyhin şanı içindir.

Allah’tan bir tebliğ olduğuna uyarmak için  قُلْ  ile başlamıştır. Bu tebliği almaya O daha layıktır. (Âşûr)  


فَمَنِ اهْتَدٰى فَاِنَّمَا يَهْتَد۪ي لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ ضَلَّ فَاِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَاۚ 

 

Cümle, şart üslubunda gelmiş haberî isnaddır. Şart cümlesi  مَنِ اهْتَدٰى  şeklinde isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin mazi fiil sıygasında cümle olması hükmü takviye, hudûs, sebat temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Şartın cevabı olan  اِنَّمَا يَهْتَد۪ي لِنَفْسِه۪  cümlesi  اِنَّمَا  kasr edatıyla tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Kasr, fiille car mecrur arasındadır. Hidayet üzere olmanın, insanın sadece kendi menfaatine olduğu  vurgulanmıştır. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.

Aynı üslupta gelen  وَمَنْ ضَلَّ فَاِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَاۚ  cümlesi, makabline atfedilmiştir. İnşaî olmak bakımından aralarında mutabakat bulunan iki cümlenin birbirine atıf sebebi tezattır.

اِنَّمَا  kasr edatı, siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

فَمَنِ اهْتَدٰى فَاِنَّمَا يَهْتَد۪ي لِنَفْسِه۪ۚ  cümlesiyle  وَمَنْ ضَلَّ فَاِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَاۚ  cümleleri arasında güzel bir mukabele sanatı vardır.

اِنَّمَا  ve  مَنِ ’lerin tekrarında reddü'l-acüz ale's-sadr,  ضَلَّ - يَضِلُّ ve  يَهْتَد۪ي - اهْتَدٰى  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır. 

عَلَيْهَاۚ  ve  لِنَفْسِه۪ۚ  ile  ضَلَّ - اهْتَدٰى  arasında tıbâk-ı îcab vardır.

Ayette iki kez  اِنَّمَا  edatı ile gelen kasr üslubu ifadeye kuvvet kazandırmıştır.

Allah Teâlâ tevhid, nübüvvet ve ahiretle ilgili delilleri iyice izah edip, bu surenin sonunu da yaratma, yoktan var etme, tekvîn ve ibdâda zatının tek olduğuna delalet eden bu açıklamalarla süsleyince, bu sureyi çok kıymetli ve yüce olan bu ifadelerle hitama erdirmiştir. (Fahreddin er-Râzî)


وَمَٓا اَنَا۬ عَلَيْكُمْ بِوَك۪يلٍۜ

 

Ayetin son cümlesi nidanın cevabına matuftur. Menfi isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır. 

مَٓا  nefy harfi  ليس  gibi amel etmiştir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  عَلَيْهِمْ  amili  بِوَك۪يلٍ ’e takdim edilmiştir. Müsned olan  بِوَك۪يلٍ ’deki  بِ  harfi zaiddir. Tekid ifade eder.

Müsnedün ileyhin nefyden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması durumunda bu takdim kesinlikle tahsis ifade eder. Olumsuz mananın yanında bir de olumlu mana ifadesi vardır. Bu kaide, haber fiile benzer bir lafız olduğu zaman da geçerlidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Menfi isim cümlesiyle gelmesi, bu hükmün kalıcılığına ve her halükârda istikrarlı olduğuna delalet etmek içindir. (Âşûr)


Yunus Sûresi 109. Ayet

وَاتَّبِعْ مَا يُوحٰٓى اِلَيْكَ وَاصْبِرْ حَتّٰى يَحْكُمَ اللّٰهُۚ وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِم۪ينَ  ...


(Ey Muhammed!) Sana vahyolunana uy ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret. O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاتَّبِعْ uy ت ب ع
2 مَا şeye
3 يُوحَىٰ vahyedilen و ح ي
4 إِلَيْكَ sana
5 وَاصْبِرْ ve sabret ص ب ر
6 حَتَّىٰ kadar
7 يَحْكُمَ hükmünü verinceye ح ك م
8 اللَّهُ Allah
9 وَهُوَ ve O
10 خَيْرُ en hayırlısıdır خ ي ر
11 الْحَاكِمِينَ hüküm verenlerin ح ك م

وَاتَّبِعْ مَا يُوحٰٓى اِلَيْكَ وَاصْبِرْ حَتّٰى يَحْكُمَ اللّٰهُۚ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اتَّبِعْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mef’ûlun bih  olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يُوحٰٓى

'dır. Îrabtan mahalli yoktur.

يُوحٰٓى  fiili elif üzere mukadder damme ile merfû meçhul muzari fiildir. Naib-i faili  müstetir zamir takdiri  هو ‘dir.  

اِلَيْكَ  car mecruru يُوحٰٓى  fiiline müteallıktır.

اصْبِرْ  fiili atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. اصْبِرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir. 

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidir.  يَحْكُمَ  muzari fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde  اصْبِرْ  fiiline müteallıktır.

يَحْكُمَ  mansub muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olarak lafzen merfûdur.

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِم۪ينَ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. خَيْرُ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.

الْحَاكِم۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar. 

الْحَاكِم۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  حكم  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

خَيْرٌ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir. (Âşûr)

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. ‘Daha’ manası verir. Müfret müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاتَّبِعْ مَا يُوحٰٓى اِلَيْكَ وَاصْبِرْ حَتّٰى يَحْكُمَ اللّٰهُۚ 

 

وَ  atıf haridir. Cümle önceki ayetteki  قُلْ  fiiline matuftur.

Ayetin ilk cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اتَّبِعْ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılası  يُوحٰٓى اِلَيْكَ , faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs teceddüt, tecessüm ve istimrar ifade etmiştir.

Yine emir üslubunda gelerek makabline atfedilen  وَاصْبِرْ حَتّٰى يَحْكُمَ اللّٰهُۚ  cümlesinin atıf sebebi, hükümde ortaklıktır.

Cümleye dahil olan gaye bildiren cer harfi  حَتّٰى , cümleyi gizli bir  أن ’le masdara çevirmiştir. Masdar-ı müevvel, cer mahallinde, وَاصْبِرْ  fiiline müteallıktır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

يَحْكُمَ  ve  الْحَاكِم۪ينَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.

Ayet-i kerimede tabi olunacak şey ve sabredilecek konular açıkça söylenmemiştir. Bu da merak uyandırıp düşünmeye sevk eder.

يَحْكُمَ  lafzı sözün sonunda  حَاكِم۪ينَ  lafzının geleceğine işaret etmektedir. Ayette bir sözü, sözün başını işitenin sonunu anlayacağı şekilde getirmek olan irsâd sanatı vardır.

Kur’an'ın insanlara ulaşımının, gelmek; Peygamberimize (sav) ulaşımının vahiy olarak ifade edilmesi, iki mertebe arasındaki uzak farka dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd) 


وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِم۪ينَ

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayetin son cümlesi, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsned az sözle çok anlam ifade eden izafet şeklinde gelmiştir. 

İsim cümleleri zamandan bağımsız olarak sübut ifade eder. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الْحَاكِم۪ينَ ‘deki marifelik, tezyîl karînesiyle istiğrak içindir. (Âşûr) 

Kur’an-ı Kerim’in bütün surelerinde olduğu gibi Yunus Suresinin de son ayetleri hüsn-i intihâ sanatının mükemmel örneğidir.


Hûd Sûresi
Mekke döneminde inmiştir. 123 âyettir. Sûre, adını içinde söz konusu edilen Hûd peygamberden almıştır. Sûre de başlıca tevhit, peygamberlik, öldükten sonra dirilme ve ceza konuları ele alınmakta ve bunlar bazı peygamberlerin kıssalarıyla desteklenmektedir.
Mushaftaki sıralamada on birinci, iniş sırasına göre elli ikinci sûredir. Yûnus sûresinden sonra, Yûsuf sûresinden önce Mekke döneminin son bir yılı içinde nâzil olmuştur. 12, 17 ve 114. âyetlerinin Medine’de indiği yolundaki görüş müfessirlerin çoğunluğunca kabul edilmemiştir (İbn Âşûr, XI, 311; Reşîd Rızâ, XII, 2; Ateş, IV, 291).
Hûd sûresi hem üslûp hem de içerik bakımından bir önceki Yûnus sûresiyle büyük bir benzerlik göstermektedir. Bu sûrede de ağırlıklı olarak Allah’ın varlığı, birliği, O’nun iradesinin peygamberleri aracılığıyla vahyedildiği gerçeği ve peygamberlik olgusunun gelmiş geçmiş toplumlardaki görünümü ele alınmakta, bazı peygamberlerin kıssalarına Yûnus sûresinde özet olarak, burada ise daha geniş bir şekilde yer verilmektedir. Nûh, Hûd, Sâlih, İbrâhim, Lût, Şuayb ve Mûsâ peygamberlerin kıssaları anlatılmakta; Kur’an’ın mûcize oluşu, öldükten sonra dirilme, hesap ve âhiret hayatıyla ilgili konulara yer verilmektedir.
Hz. Peygamber, “Cuma günü Hûd sûresini okuyunuz” (Dârimî, “Fezâilü’l-Kur’ân”, 17) buyurarak sûrenin faziletine, “Hûd sûresi ve kardeşleri beni ihtiyarlattı” meâlindeki hadisiyle de ağır sorumlulukları hatırlatan bir içeriğe işaret etmektedir. Hûd sûresinin kardeşleri aynı hadisin devamında “Vâkıa, Hâkka, Mürselât, Nebe’ ve Tekvîr” sûreleri olarak belirtilmiştir (Tirmizî, “Tefsîr”, 57/3297; ayrıca bk. Şevkânî, II, 544; Kurtubî, XI, 1). Bu sûrelerde çok etkileyici bir üslûpla daha önceki peygamberlerin tevhid mücadelesinden kesitler verilmiş ve kıyamet sahnelerinin tasvir edilmiş olmasının Resûlullah’ı kendi sorumluluğu ve özellikle ümmetinin geleceği açısından derinden düşündürmüş olduğu anlaşılmaktadır.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Hûd Sûresi 1. Ayet

الٓـرٰ۠ كِتَابٌ اُحْكِمَتْ اٰيَاتُهُ ثُمَّ فُصِّلَتْ مِنْ لَدُنْ حَك۪يمٍ خَب۪يرٍۙ  ...


1-2. Ayetler Meal  :   
Elif Lâm Râ.Bu Kur’an; âyetleri, hüküm ve hikmet sahibi (bulunan ve her şeyden) hakkıyla haberdar olan Allah tarafından muhkem (eksiksiz, sağlam ve açık) kılınmış, sonra da Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye ayrı ayrı açıklanmış bir kitaptır. (De ki:) “Şüphesiz ben size O’nun tarafından gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الر Elif Lâm Râ
2 كِتَابٌ bir Kitap’tır ك ت ب
3 أُحْكِمَتْ sağlamlaştırılmış ح ك م
4 ايَاتُهُ ayetleri ا ي ي
5 ثُمَّ sonra
6 فُصِّلَتْ etraflıca açıklanmış ف ص ل
7 مِنْ
8 لَدُنْ tarafından ل د ن
9 حَكِيمٍ hikmet sahibi ح ك م
10 خَبِيرٍ ve her şeyden haberdar خ ب ر
Bazı sûrelerin başında bulunan “elif-lâm-râ” ve benzeri harflere “hurûf-ı mukattaa” adı verilmektedir (bu harfler hakkında bilgi için bk. Bakara 2/1).
 Âyet, bu kitabın yani Kur’ân-ı Kerîm’in herhangi bir insan tarafından ortaya konmuş bir eser olmadığını, bilâkis hikmetiyle her şeyi yerli yerinde yapan ve ilmiyle her şeyden haberdar olan yüce Allah tarafından sağlam bir şekilde tanzim edilmiş ve açıklanmış bir kitap olduğunu ifade etmektedir. Âyetlerin sağlam kılınmasından maksat, onların hem lafız hem de anlam bakımından bozukluk, eksiklik, noksanlık ve çelişkiden uzak olmasıdır. Kur’ân-ı Kerîm gerek lafız gerekse anlam bakımından Arap dili ve edebiyatının şaheseri olup benzerini getirmeleri için insanlığa meydan okuduğu halde nüzûlünden günümüze kadar benzeri ortaya konamamış; hiçbir kimse ikna edici bir delil göstererek onun ifadelerinde bozukluk veya çelişki bulunduğunu söyleyememiştir (bu konuda bilgi için bk. Bakara 2/23; Yûnus 10/38).
 Bir görüşe göre âyetlerin sağlam kılınmasından maksat, onların başka bir kitap tarafından neshedilmemiş (hükmü değiştirilmemiş, kaldırılmamış) olmasıdır. Buna karşılık Tevrat, İncil ve benzeri ilâhî kitaplardan, önce inmiş olanın birçok hükmü bir sonrakiyle neshedildiği gibi Kur’an ile de neshedilmiştir.
 Âyetlerin “açıklanmış” olması müfessirler tarafından başlıca üç şekilde yorumlanmıştır: a) Kur’an’ın sûrelere, sûrelerin âyetlere; âyetlerin de emir, nehiy, helâl, haram, sevap, günah, ceza ve benzeri çeşitli alanlarla ilgili hükümleri, öğüt, kıssa, haber, vaad ve uyarıları kapsayan içeriklere ayrılmış olması; Allah’ın varlığı ve birliği, peygamberlik, öldükten sonra dirilip Allah huzurunda toplanılacağına dair delilleri ihtiva etmesi; b) Kur’an âyetlerinde insanların dünya ve âhiret hayatlarında muhtaç oldukları şeylerin, helâl ve haramların ana hatlarıyla veya yerine göre ayrıntılı olarak açıklanmış olması; c) Kur’an âyetlerinin yirmi üç yılda ihtiyaçlara göre parça parça inmiş olması (geniş bilgi için bk. Şevkânî, II, 545; Elmalılı, IV, 2751).

الٓـرٰ۠ كِتَابٌ اُحْكِمَتْ اٰيَاتُهُ ثُمَّ فُصِّلَتْ مِنْ لَدُنْ حَك۪يمٍ خَب۪يرٍۙ

 

الٓـرٰ۠  hurûf-u mukatta harfidir.  كِتَابٌ  mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, هذا القرآن (Bu Kur’ândır) şeklindedir. 

اُحْكِمَتْ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. تْ  te’nis alametidir.  اٰيَاتُهُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ثُمَّ  hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.)  açısından terahi ifade eder. (Âşûr) Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فُصِّلَتْ  fetha üzere mebni, meçhul  mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Naib-i fail müstetir olup takdiri  هى ‘dir. 

مِنْ لَدُنْ  car mecruru  فُصِّلَتْ  veya  اُحْكِمَتْ  fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır.

حَك۪يمٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. خَب۪يرٍ  kelimesi ise  حَك۪يمٍ ‘den bedel ya da onun sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

حَك۪يمٍ - خَب۪يرٍ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الٓـرٰ۠ كِتَابٌ اُحْكِمَتْ اٰيَاتُهُ ثُمَّ فُصِّلَتْ مِنْ لَدُنْ حَك۪يمٍ خَب۪يرٍۙ

 

Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâet-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. Hurûf-u mukattaa ile başlayan bütün sureler buna örnektir. Çünkü muhatabın dikkatini celbeder ve dinlemeye teşvik eder. (Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi).

Tefsir alimleri surelerin başlarındaki bu harfler hakkında farklı görüşlere sahiptir. Âmir eş-Şâbi, Süfyan es-Sevri ve bir grup muhaddis şöyle demiştir: Bunlar Allah'ın Kur’an-ı Kerim’de sakladığı bir sırdır. Yüce Allah’ın, her bir kitabında böyle bir sırrı vardır. Bunlar, yüce Allah’ın bilgisini yalnızca kendisine sakladığı müteşabih ayetler arasında yer alırlar. Bunlar hakkında bir şey söylemek gerekmez. Biz bunlara iman eder ve Allah’tan geldikleri gibi okuruz. (Kurtubî)

Aynı mukattaa harfleriyle başlayan surelerin aralarında mana veya konu açısından bir yakınlık vardır.

Surenin ilk ayeti ibtidaiyyedir. 

İsim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  كِتَابٌ ’un takdiri  هذا القرآن [Bu Kur’an’dır] olan mübteda mahzuftur. 

كِتَابٌ  deki tenkir, nev içindir. (Âşûr)

Müsnedün ileyhin nekre gelişi özel bir nev olduğunu belirtmenin yanında tazim ifade eder.

Meçhul mazi fiil sıygasında gelerek mef’ûle dikkat çekilen  اُحْكِمَتْ اٰيَاتُهُ  cümlesi,  كِتَابٌ  için sıfat konumundadır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

ثُمَّ  ile  اُحْكِمَتْ  cümlesine atfedilen فُصِّلَتْ مِنْ لَدُنْ حَك۪يمٍ خَب۪يرٍۙ  cümlesi, aynı üslupta gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin meçhul bina edilmesi mef’ûlün önemini vurgulamıştır.

خَب۪يرٍۙ  kelimesi,  حَك۪يمٍ ‘den bedel veya onun için sıfattır. Bu iki kelime arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır.

Ayetteki  فُصِّلَتْ  ifadesinin başındaki  ثُمَّ  edatı, zaman bakımından değil, durum bakımından sonralığı ifade eder. (Fahreddin er- Râzî)

حَك۪يمٍ  ve  خَب۪يرٍۙ  kelimelerini nekre oluşu kesret ve tazime delalet eder.

حَك۪يمٍ - اُحْكِمَتْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.

تفص اﻻيات  ibaresinde istiare vardır. Çünkü Kur’an ayetlerinin bir kısmında sevap ve cezaların, bazısında helal ve haramların zikredilmesi; keza önce bir vaat sonra bir tehdit, yine önce bir uyarı sonra bir müjde zikredilerek aynı üslubun devam etmesi sebebiyle Kur’an, benzer ve zıt mücevher taşları arasında kâh benzerlerin kâh zıtların uyumunun sağlandığı, mücevher dizisine belirli aralıklarla daha iri ve farklı mücevherlerin (fasıla) yerleştirildiği mükemmel dizilmiş (en-nezaîm el-mufassale) gerdanlıklara benzetilmiştir. Dizimin daha güzel, istifinin daha hoş olması için böyle yapılmıştır. Bu eşsiz istiarelerdendir. Ayetlerin gerdanlığa teşbihi ve gerdanlığa özgü tafsil ‘’in (fasılalı dizim) ayetlere isnat edilmesiyle istiare-i mekniyye-i tahyiliyye olur. (Şerîf er-Radî, Kur’ân Mecazları)

Bu ayet-i kerime’de kitap; güzel vasıflarla vasıflanmıştır ve bu nedenle de fiiller meçhul gelmiş, müsnedin ileyhler hazfedilmiştir.  (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

Kur’an-ı Kerim’de ayet sonlarında yer alan Allah’ın (cc) sıfatlarını, içeriğin birebir yansıması olması halinde leff-u neşr sanatından kabul etmek mümkündür. Bu ayetin takdiri aslında  أحكمها حكيم وفصّلها خبير  şeklindedir. (Âlûsî, Şihâbuddîn, Rûhu’l-Meânî fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-’Azîm ve’s-Seb’i’l-Mesânî)

(Bu kitap,) yani Kur'an-ı Hakîm ve her şeyden haberdar olan Allah tarafından... Bu, kitabın sıfatlarındandır. Nitekim diğer sıfatı da, onun  اُحْكِمَتْ اٰيَاتُهُ [ayetleri muhkem kılınmış]  bir kitap oluşudur. Bu sıfat, kitabın bizzat kendi değerini ortaya koyduğu halde, ilk sıfat, onu Allah'a nisbet etmektedir. Bu nisbet de ‘tarafından’ anlamına gelen  مِنْ لَدُنْ  kelimesiyle yapılmıştır. Bu kelime, aynı anlama gelen  عِنْدَ  kelimesinden farklıdır. Çünkü  لَدُنْ , en yakın anlam için, عِنْدَ ise hem yakın, hem uzak için kullanılır... Evet, Allah ”Hakîm"dir, çünkü indirdiğini yerli yerince indirmiştir. ”Her şeyden haberdardır, ‘’Çünkü emrine uyanla yüz çevireni hakkıyla bilir. (Ruhu’l Beyân)
Hûd Sûresi 2. Ayet

اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ اِنَّن۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ وَبَش۪يرٌۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَلَّا öyle ki
2 تَعْبُدُوا kulluk etmeyin ع ب د
3 إِلَّا başkasına
4 اللَّهَ Allah’tan
5 إِنَّنِي şüphesiz ben
6 لَكُمْ size
7 مِنْهُ O’nun tarafından
8 نَذِيرٌ bir uyarıcıyım ن ذ ر
9 وَبَشِيرٌ ve müjdeleyiciyim ب ش ر
İlk âyette kitapta açıklanmış olduğu haber verilen konuların bu âyetlerde yüce Allah’ın emriyle Hz. Peygamber tarafından insanlığa tebliğ edilmiş olduğu bildirilmektedir. Buna göre Hz. Peygamber herhangi bir insan olarak değil, Allah tarafından gönderilmiş uyarıcı ve müjdeleyici bir peygamber olarak insanlığı Allah’tan başkasına kulluk etmemeye çağırmış, Allah’a itaat edenlerin cennete gireceğini müjdelemiş, isyan edenlerin de cezalandırılacağını haber vermiş; insanlığa, tövbe edip Allah’a yönelmelerini, O’na sığınıp lutuf ve bağışlamasını dilemelerini tavsiye etmiştir.
“Belirlenmiş bir vakit” diye tercüme ettiğimiz ecel-i müsemmâdan maksat ömrün sonudur (ecel-i müsemmâ hakkında bilgi için bk. En‘âm6/2).
 Allah’ın, tövbe edip kendisine yönelen insanları belirlenmiş bir vakte kadar dünya nimetlerinden güzelce yararlandırması iki türlü yorumlanabilir: 
 a) Tövbe edip Allah’a yönelen kimse Allah sevgisi ve O’na ibadetle meşgul olduğu için engin bir mânevî zevke ulaşır; Allah’a dayanıp güvendiği için huzuru, mutluluğu artar; maddî bakımdan sıkıntıları olsa dahi manen müreffeh ve mutlu olur. Allah’tan gelen kahrı da lutfu da hoş karşılar; böylece hayatı güzelleşir. Nitekim yüce Allah Nahl sûresinin 97. âyetinde sâlih amel işleyen erkek olsun, kadın olsun müminlere güzel bir hayat yaşatacağını vaad etmektedir. Bu tür bireylerin oluşturduğu aile de toplum da mutlu olur. Buna karşılık inkâr ve isyan içerisinde olan kimse hayattan güzel bir şekilde yararlanamaz, maddî bakımdan dünya nimetleri içerisinde yüzse dahi mânevî bakımdan huzur ve sükûn bulamaz; böylelerinden oluşan bir toplumda faziletin yerini rezalet alır, erdemli kimseler takdir edilmez, ahlâk ve faziletten yoksun kimseler öne çıkar; inançsızlık onları daima huzursuzluğa ve mutsuzluğa götürür.
 b) İnsanlar tövbe edip Allah’a yöneldikleri takdirde Allah onları ömürlerinin sonuna kadar bolluk ve bereket içinde, müreffeh bir şekilde yaşatacaktır. Âyetin zâhirinden böyle bir mânanın çıkarılması mümkün olmakla birlikte realitede yüce Allah, inanan ve doğru bir çizgi izleyen herkese her zaman dünyevî mutluluk ve maddî refah nasip etmediğine göre burada maksat bireysel değil, Allah’ın iradesine uygun ve gerçek anlamda Allah’a yönelenlerin oluşturduğu toplumun refahı olmalıdır (Reşîd Rızâ, XII, 7-8; Esed, 421).
 Meâlinde “fazlası” diye tercüme ettiğimiz fadl kavramı Allah için kullanıldığında “lutuf, kerem, inâyet” anlamına gelir; insanlar için kullanıldığında ise “ziyade, çok, erdem, üstünlük, seçkinlik” anlamlarını ifade etmektedir. Âyette, şirkten vazgeçerek tövbe edip Allah’a çokça itaat eden, erdemliliğe ulaşan herkese yaptığı iyi amellerin karşılığının hem dünyada hem de âhirette verileceği müjdelenmektedir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 146-147

اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ 

 

اَنْ  harfi masdariyyedir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

تَعْبُدُٓوا   fiili  ن ‘un hazfıyla mansub muzaridir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, mahzuf  پ harf-i ceri ile birlikte  فُصِّلَتْ  fiiline müteallıktır.

اِلَّا  hasr edatıdır.  اللّٰهَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.


                                                                                              اِنَّن۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ وَبَش۪يرٌۙ  


 

 İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

Muttasıl zamir olan  ي  harfi  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

لَكُمْ  car mecruru  نَذ۪يرٌ ‘e müteallıktır.  مِنْهُ  car mecruru  نَذ۪يرٌ ‘e müteallıktır. 

نَذ۪يرٌ  kelimesi  اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur.

 نَذ۪يرٌ  kelimesi atıf harfi  وَ ‘la بَش۪يرٌ ‘e matuftur.

نَذ۪يرٌ  -  بَش۪يرٌ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ 

 

Önceki ayetin devamı olan bu ayette, masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki menfi muzari fiil sıygasında  لَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ  cümlesi, masdar tevilinde, takdir edilen  بَ  harfiyle birlikte  فُصِّلَتْ  fiiline müteallıktır.

اَلَّا ; enneden tahfif edilmiş  اَنْ  ve lâm-ı nahiye veya masdariye olan  اَنْ  ve lâm-ı nafiyenin birleşmesiyle oluşmuş harftir. Olumsuzluk bildiren  لا  ile istisna harfi اِلَّا birlikte kasr ifade ederler. Bu ifadenin manası, “Allah’tan başkasına ibadeti yasaklayıp sadece Allah’a ibadeti emretmek” olur. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.

”Allah'tan başkasına ibadet etmeyin” emri, hem Allah’tan başkasına ibadeti yasaklamayı hem de Allah’a ibadeti teşviği ihtiva eden bir sözdür. Bu ibarede anlam içine anlam sokmak şeklinde tarif edilen idmâc sanatı vardır.

 

 اِنَّن۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ وَبَش۪يرٌۙ

 

Fasılla gelen cümle beyanî istînâf veya ta’liliyyedir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede car-mecrurlar önemine binaen amili olan  نَذ۪يرٌ ’a takdim edilmiştir.

Peygamber Efendimizin uyarıcı olma vasfı müjdeleme vasfından önce zikredilmiştir. 

Burada ”uyarıcılık özelliği öne alınmıştır. Çünkü korkutmak daha önemlidir. Şüphesiz günah ve inkâr pisliklerinden arınmak, sevap ve iman meziyetleriyle süslenmekten önce gelir. (Ruhu’l Beyan)

Cümlede cem' ma’at-taksim sanatı vardır. Müjdeleyici ve uyarıcı olma özelliği, ben zamirinde cem’ edilmiştir.

Bu ayette “Ben size, O’nun tarafından gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeciyim” şeklindeki itiraz cümlesiyle peygamberin uyarıcı ve müjdeleyici olduğu ifade edilerek tenbih ve uyarıda bulunulmuştur.

مِنْهُ  kelimesindeki zamir, daha önce geçmiş olan  حَك۪يمٍ  ve  خَب۪يرٍ  lafızlarına racidir. Dolayısıyla mana, “Ben sizin için, O Hakîm ve Habîr (Allah) tarafından gönderilmiş bir nezir ve bir beşirim” şeklindedir. (Fahreddin er- Râzî)

بَش۪يرٌ  ve نَذ۪يرٌ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve muvazene sanatları vardır.

إني  yerine  إنٌني  gelmiştir.  إني  de gelebilirdi. Kelimedeki harf sayısı artınca tekid de artar.


Hûd Sûresi 3. Ayet

وَاَنِ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِ يُمَتِّعْكُمْ مَتَاعاً حَسَناً اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى وَيُؤْتِ كُلَّ ذ۪ي فَضْلٍ فَضْلَهُۜ وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ كَب۪يرٍ  ...


Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra da O’na tövbe edin ki sizi belirlenmiş bir süreye (ömrünüzün sonuna) kadar güzel bir şekilde yararlandırsın ve her fazilet sahibine faziletinin karşılığını versin. Eğer yüz çevirirseniz, ben sizin adınıza büyük bir günün azabından korkuyorum.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَنِ ve
2 اسْتَغْفِرُوا bağışlanma dileyin غ ف ر
3 رَبَّكُمْ Rabbinizden ر ب ب
4 ثُمَّ sonra
5 تُوبُوا tevbe edin ت و ب
6 إِلَيْهِ O’na
7 يُمَتِّعْكُمْ sizi yararlandırsın م ت ع
8 مَتَاعًا nimetlerden م ت ع
9 حَسَنًا güzel ح س ن
10 إِلَىٰ -ye kadar
11 أَجَلٍ bir süre- ا ج ل
12 مُسَمًّى belirli س م و
13 وَيُؤْتِ ve versin ا ت ي
14 كُلَّ her ك ل ل
15 ذِي sahibine
16 فَضْلٍ ihsan ف ض ل
17 فَضْلَهُ kendi ihsanını ف ض ل
18 وَإِنْ ve eğer
19 تَوَلَّوْا yüz çevirirseniz و ل ي
20 فَإِنِّي gerçekten ben
21 أَخَافُ korkarım خ و ف
22 عَلَيْكُمْ sizin hakkınızda
23 عَذَابَ azabından ع ذ ب
24 يَوْمٍ bir günün ي و م
25 كَبِيرٍ büyük ك ب ر

وَاَنِ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِ يُمَتِّعْكُمْ مَتَاعاً حَسَناً اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى وَيُؤْتِ كُلَّ ذ۪ي فَضْلٍ فَضْلَهُۜ

 

وَ  atıf harfidir.  اَنْ  harfi masdariyyedir.  اسْتَغْفِرُوا  fiili  ن ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel , önceki ayetteki  اَلَّا تَعْبُدُٓوا ‘ye matuf olup mahallen mansubdur. 

رَبَّكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ثُمَّ  hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiş)  açısından terahi ifade eder. (Âşûr) Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تُوبُٓوا  fiili  ن ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اِلَيْهِ  car mecruru  تُوبُٓوا   fiiline müteallıktır.

يُمَتِّعْكُمْ مَتَاعاً حَسَناً  cümlesi  فَ  bitişmeksizin gelmiş mukadder şartın cevabıdır. Takdiri; إن تتوبوا يمتّعكم (Tövbe ederseniz sizi metalandırır) şeklindedir.

يُمَتِّعْكُمْ  talebin cevabı olduğu için meczum muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir olup takdiri  هو ’dir. Yani  اللّٰهَ ’dır.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

مَتَاعاً  mef’ûlu mutlaktan naibtir.  حَسَناً  kelimesi  مَتَاعاً ‘in sıfatıdır. اِلٰٓى اَجَلٍ  car mecruru  يُمَتِّعْكُمْ  fiiline müteallıktır. 

مُسَمًّى  kelimesi  اَجَلٍ ‘in sıfatı olup mukadder kesra ile  mecrurdur.

يُؤْتِ  fiili,  يُمَتِّعْكُمْ  cümlesine atıf harfi  وَ ‘la  atfedilmiştir.  يُؤْتِ  fiili, illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili ise müstetir zamir olup takdiri  هو’dir. 

كُلَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.

ذ۪ي  muzâfun ileyh olup cer alameti  ي ‘dir.  ذِي , harfle îrab olan beş isimden biridir. فَضْلٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

فَضْلَهُ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مُسَمًّى  kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûludur.



وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ كَب۪يرٍ

 

وَ  istînâfiyyedir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  تَوَلَّوْا  şart fiili olup  ن’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

Muttasıl zamir olan  ي  harfi  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

اَخَافُ  fiili  اِنّ۪ٓ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.  اَخَافُ  merfû muzari fiildir. Faili ise müstetir zamir olup takdiri  أنا ‘dir.

 عَلَيْكُمْ  car mecruru  اَخَافُ  fiiline müteallıktır.  عَذَابَ  mefûlun bih olup fetha ile mansubdur aynı zamanda muzâftır.

 يَوْمٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. كَب۪يرٍ  kelimesi  يَوْمٍ ‘nin sıfatıdır.

كَب۪يرٍ  mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاَنِ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِ 

 

وَ  atıftır. Masdar harfi  اَنِ ’in dahil olduğu  اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ  cümlesi, masdar tevili ile önceki ayetteki masdara atfedilmiştir. Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Aynı üsluptaki  ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِ  cümlesi de masdar teviliyle makabline matuftur. 

رَبَّكُمْ  izafetinde Rabb isminin muzâf olduğu  كُمْ  zamiri şan ve şeref kazanmıştır. Bu izafette Allah Teâlâ’nın iman edenlere ziyadesiyle lütufkâr olduğunu belirtmek üzere rububiyet vasfını öne çıkaran Rabb ismi kullanılmıştır.

اسْتَغْفِرُوا - تُوبُٓوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

وَاَنِ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ  [Rabbinizden mağfiret isteyin] cümlesi ve  ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِ  [sonra O’na tövbe edin] cümlelerinde anlatılan konunun izahı hakkında alimler şu değişik izahları yapmışlardır:

Birinci izah: Ayetteki  اَنِ اسْتَغْفِرُوا  kelimesi “Rabbinizden, günahlarınızı bağışla­masını isteyiniz” manasındadır. Cenab-ı Hak, daha sonra, bağışlanmanın tevbe vasıtası ile isteneceğini beyan ederek, “sonra O’na tövbe edin” buyurmuştur. Çünkü tövbeye götüren ve ona teşvik eden şey mağfiret istemek demek olan istiğfardır. Bu da, Allah’tan mağfiret talep etmenin yolunun, ancak tövbe etmekten geçtiğine delalet eder. Durum da gerçekten böyledir. Çünkü günahkâr, hak yoldan yüz çevirmiş demektir. Hak yoldan yüz çevirmeye devam eden kimsenin, bundan dönmediği (tövbe etmediği) müddetçe, bizzat maksûd olana yönelmesi mümkün değildir. O halde bizzat maksûd olan, matlûba yönelmektir. Fakat bu da, ancak matlûba zıt şeylerden yüz çevirmekle mümkün olur. Binaenaleyh istiğfarın bizzat matlûb olmasından ve tövbenin de istiğfarın tamamlayıcısı olmasından dolayı, matlûb oldukları ortaya çıkar. Varlık bakımından sonra olan, istenme hususunda önce olabilir. İşte bundan dolayı istiğfar tevbeden önce zikredilmiştir.

İkinci izah: Bu, “Geçmiş günahlarınızdan mağfiret talep edin ve gelecek günahlarınız hususunda da Allah’a tövbe edin, yani yönelin” demektir.

Üçüncü izah: Bu, “şirkten ve günahlardan istiğfar edin, sonra da batıl işlerden Allah’a dönün” demektir.

Dördüncü izah: İstiğfar, Allah’tan, uygun olmayan şeyi gidermesini istemek; tövbe de, insanın uygun olmayan şeyleri gidermeye sa’y-ü gayret etmesidir. Binaenaleyh kişinin, ancak Mevlasından istemesine delalet etsin diye, önce istiğfar zikredilmiştir. Çünkü insanı ona muktedir kılan, Allah Teâlâ’dır. İstiğfardan sonra tövbe zikredilmiştir. Çünkü tövbe, insanın yaptığı ve sayesinde kötülükleri giderebildiği bir ameldir. Allah’ın fazlından medet ummak, kişinin kendi gayretinden medet ummasından önce gelir.


 يُمَتِّعْكُمْ مَتَاعاً حَسَناً اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى وَيُؤْتِ كُلَّ ذ۪ي فَضْلٍ فَضْلَهُۜ

 

Fasılla gelen cümlede … يُمَتِّعْكُمْ , mukadder şartın cevabıdır. Emir fiil sıygasında talebi inşaî isnadır. Mahzuf şartın takdiri; …إن تتوبوا  [Eğer tövbe ederseniz...] şeklindedir.

Mahzufla birlikte terkip, şart üslubunda, talebî inşâî isnaddır.

مَتَاعاً , mahzuf mef’ûlü mutlaktan naibdir.  حَسَناً  de onun sıfatıdır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

اَجَلٍ ’deki tenvin kıllet ifade eder.

Aynı üslupla gelerek makabline atfedilen  وَيُؤْتِ كُلَّ ذ۪ي فَضْلٍ فَضْلَهُۜ  cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

فَضْلٍ ’deki tenvin kesret ve tazim ifade eder.

فَضْلَهُۜ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzaf olan  فَضْلَ , şan ve şeref kazanmıştır.

يُمَتِّعْكُمْ - مَتَاعاً  ve  فَضْلٍ - فَضْلَهُۜ  kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır. 

حَسَناً - فَضْلٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Niçin dünya menfaatlerine meta adı verilmiştir? Cevap: Onların adiliğine ve ahiret yanında azlığına dikkat çekmek için. Ayrıca Cenab-ı Hak, “Belirlenmiş bir müddete kadar” ifadesi ile de, dünya menfaatlerinin sonlu olduklarına dikkat çekmiştir. Böylece bu ayet, dünya menfaatlerinin değersiz, adi ve sonlu olduklarına delalet etmiş olur. (Fahreddin er- Râzî)

  

وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ كَب۪يرٍ

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümle şart  üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır. Şart cümlesi  تَوَلَّوْا  müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

فَ  karînesiyle gelen cevap cümlesi  اِنَّ  ile tekid edilmiş bir haber cümlesidir. Sübut  ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır. 

Haber cümlesinin şart üslubunda sunulması, belagî açıdan çok daha etkili bir ifade biçimidir.

اِنَّ ’nin haberi, mazi fiil sıygasında cümle formunda gelerek hükmü takviye, hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Azabın güne isnad edilmesi zamana isnad babında aklî mecazdır.

يَوْمٍ - اَجَلٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

عَذَابَ يَوْمٍ كَب۪يرٍ  [Büyük bir günün azabı] ibaresinde azabın büyük güne izafeti, azabın korkunçluğunu ve şiddetini ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsîr, Âşûr)

يَوْمٍ كَب۪يرٍ ‘ deki tenvin, büyük günün azamet ve önemine binaendir.  فَضْلٍ  ve  مَتَاعاً ’deki tenkir teksir ifade eder.  فَضْلَهُ ‘daki  هُ  zamiri Allah’a racidir.
Hûd Sûresi 4. Ayet

اِلَى اللّٰهِ مَرْجِعُكُمْۚ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ  ...


Dönüşünüz ancak Allah’adır. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِلَى
2 اللَّهِ Allah’adır
3 مَرْجِعُكُمْ dönüşünüz ر ج ع
4 وَهُوَ ve O
5 عَلَىٰ üzerine
6 كُلِّ her ك ل ل
7 شَيْءٍ şey ش ي ا
8 قَدِيرٌ güç yetirendir ق د ر

اِلَى اللّٰهِ مَرْجِعُكُمْۚ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

 

اِلَى اللّٰهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  مَرْجِعُكُمْۚ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْۚ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

وَ  atıf  harfidir. Haliyye olması da caizdir.

Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  عَلٰى كُلِّ  car mecruru قَد۪يرٌ ‘e müteallıktır.  كُلِّ  muzâftır.  شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. قَد۪يرٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.

عَلَى  harf-i ceri mecruruna istila, rağmen, karşı, hal gibi manalar kazandırabilir. Burada istila manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَد۪يرٌ   mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِلَى اللّٰهِ مَرْجِعُكُمْۚ 

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ifade eden cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.

اِلَى اللّٰهِ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  مَرْجِعُكُمْ  muahhar mübtedadır. Bu takdim, kasr ifade eder. Müsnedün ileyh, müsnede tahsis edilmiştir. Cümle faide-i haber inkârî kelamdır.

Car mecrurun amiline takdim edilmesi, ihtimam ve takviye içindir. Bununla murad edilen kasr manası değildir. Çünkü öldükten sonra geri döndürüleceklerine değil, başkasına döneceklerini zannederler. (Âşûr) 

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

اِلَى اللّٰهِ مَرْجِعُكُمْۚ  ibaresinde car mecrur takdim edilmiştir. Bu söz, hasr (sadece) manası ifade eder. Yani, “Dönüşünüz başkasına değil, sadece Allah’a olacaktır” demektir. 

Binaenaleyh bu ayet, orada Allah’tan başka bir yöneticinin ve tasarruf edenin olmadığına delalet eder. Durum, bu dünya hayatında da aynıdır. (Fahreddin er- Râzî)

Bu kelam, günün büyüklüğü için bir açıklama ve korku için de illet mahiyetindedir. (Ebüssuûd)


 وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

 

İstînâfa matuf olan cümlede atıf sebebi tezâyüftür.

Sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. Takdim kasrıyla tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır.

عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ  amiline takdim edilmiştir. Bu cümle, mamulün amile kasrını başka bir deyişle de olumlu ifadenin yanında bir de olumsuz mana ifade eder. O, her şeye kādirdir. Muktedir olmadığı hiçbir şey yoktur.  قَد۪يرٌ  ifadesi maksûr,  عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ  ise maksûrun aleyhdir. 

شَيْءٍ ’deki tenvin kesret, tazim ve nev ifade eder.

قَد۪يرٌ۟  mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.


Hûd Sûresi 5. Ayet

اَلَٓا اِنَّهُمْ يَثْنُونَ صُدُورَهُمْ لِيَسْتَخْفُوا مِنْهُۜ اَلَا ح۪ينَ يَسْتَغْشُونَ ثِيَابَهُمْۙ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَۚ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ  ...


İyi bilin ki onlar, O’ndan gizlenmek için kalplerindeki düşmanlığı gizliyorlar. Yine iyi bilin ki, elbiselerine büründükleri zaman bile, Allah onların gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilir. Çünkü O, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَلَا iyi bilin ki
2 إِنَّهُمْ onlar
3 يَثْنُونَ bükerler ث ن ي
4 صُدُورَهُمْ göğüslerini ص د ر
5 لِيَسْتَخْفُوا gizlenmek için خ ف ي
6 مِنْهُ ondan
7 أَلَا yine iyi bilin ki
8 حِينَ ne zaman ح ي ن
9 يَسْتَغْشُونَ bürünseler غ ش و
10 ثِيَابَهُمْ elbiselerine ث و ب
11 يَعْلَمُ bilir ع ل م
12 مَا şeyleri
13 يُسِرُّونَ gizledikleri س ر ر
14 وَمَا ve şeyleri
15 يُعْلِنُونَ açığa vurdukları ع ل ن
16 إِنَّهُ şüphesiz O
17 عَلِيمٌ bilendir ع ل م
18 بِذَاتِ olanı
19 الصُّدُورِ gönüllerde ص د ر
Müşriklerin Hz. Peygamber’e sırtlarını dönmeleri mecazi anlamda olup onun Allah’tan getirdiği gerçekleri kabul etmediklerini, bu çağrıya kulak vermediklerini ifade etmekte, aynı zamanda akıl ve kalplerini bâtıl inançlarla örtmüş olduklarına, bu sebeple gerçeklere karşı kapalı ve duyarsız kaldıklarına işaret etmektedir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Nûh’un davetini kabul etmeyen inkârcıların davranışları hakkında da bu tür ifadeler kullanılmıştır (krş. Nûh 71/7).
 Bazı rivayetlere dayanarak âyeti zâhirî anlamında alıp “Hz. Peygamber yanlarından geçerken müşriklerin onu görmemek ve ondan Allah kelâmını işitmemek için sırtlarını çevirdikleri, elbiselerini başlarına çektikleri” şeklindeki yorum (bk. Râzî, XVII, 185; Elmalılı, IV, 2755) bizce zayıftır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 147-148

ثنى Seneye : Bu kelimede iki asıl anlam mevcuttur. Biri katlamak, bükmek veya iki kat yapmak; diğeri ise sayı olan iki anlamıdır. Dolayısıyla bu köke ait kelimelerin kullanımlarında ya sayı anlamı ya da içinde bulunan tekrarlama manası göz önünde bulundurulur. Allah-u Teala Kuran-ı Kerim’de sureleri مَثانِي olarak adlandırmıştır. Çünkü sureler zaman geçtikçe tekrar tekrar okunur/ yazılır ve yinelenir. Kuran için مَثانِي denmesi şu açıdan da doğrudur; zaman içinde şartlar ve durumlar değiştikçe O’nun faydaları yenilenerek ve tekrarlanarak ortaya çıkmaktadır. Birde bu kelimenin senâdan gelme ihtimali de vardır ve ثَناءٌ hakkında da şöyle denmiştir: Senâ insanların zikredilen/anılan övgüye değer özellikleri ya da işleridir. Bunlar zamanla tekrarlanırlar. مَثْنَى ise ikişer demektir. Bu köke ait Türkçede de kullandığımız اِثْتِثْناء istisnâ sözcüğü daha önce geçen bir ifadenin genel hükmü içinden bir bölümü dışarıda tutmak ya da sözün tamamının hükmünü kaldırmaktır. ألإثْنَيْنِ ise (Arap literatüründe haftanın pazar günü başladığı göz önüne alınarak) ikinci gün olan pazartesinin ismidir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 29 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri (medhu) senâ, esnâ, saniye, müsennâ, istisnâ, müstesnâ ve mesnevîdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

  ثوب Sevebe : ثَوْبٌ : Bu kelimenin aslı bir şeyin daha önce bulunduğu hale ya da düşünce olarak amaçlanmış ve düzenlenmiş hale dönmesidir. Tarifin ikinci kısmı için aynı kökten gelen elbise ثَوْبٌ kelimesini örnek vererek şöyle bir izah yapılabilir: öncesinde düşünce olarak elbise şeklinde tasarlanarak eğrilmiş olan ipin elbise haline gelmesiyle sanki düşüncedeki haline geri döndüğüdür. Çoğulu أثْوابٌ ve ثِيابٌ dur. Elbise kelimesinin bazı ayetlerde kişinin nefsinden kinaye olduğu da söylenmiştir. Bu kökten olan ثَوابٌ sevap ibaresi insanın yaptıklarının karşılığı olarak geri dönen şeydir. Sevap kelimesi iyilik için de kötülük için de kullanılır. Fakat yaygın anlamı daha çok iyilikle/hayırla olanıdır. إثابَةٌ İsâbet sözcüğü sevilen, hoşlanılan şeylerle alakalı kullanılır. Ancak bazen istiare yoluyla kerih görülen/ hoşlanılmayan şeyler hakkında da kullanılmıştır. Tef’il babındaki ثَوَّبَ/ تَثْوِيبٌ formu ise Kuran’da yalnızca hoşa gitmeyen şeyler hakkında kullanılmıştır. Yine bu köke ait مَثابَةٌ kelimesi Kuran’da ya insanların zamanlar boyunca kendisinden sevap kazandığı yer ya da içinde sevabın kazanıldığı yer anlamında geçmiştir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 28 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri sevap, esvap ve mesâbedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

اَلَٓا اِنَّهُمْ يَثْنُونَ صُدُورَهُمْ لِيَسْتَخْفُوا مِنْهُۜ 

 

اَلَٓا  tenbih edatıdır.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

هُمْ  Muttasıl zamir  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

يَثْنُونَ  fiili, اِنَّ ’nin  haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَثْنُونَ  fiili  نَ’ nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

صُدُورَهُمْ  mef’ûlun bih olarak fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لِ  harfi,  لِيَسْتَخْفُوا   fiilini gizli  اَنْ  ile nasb ederek anlamını sebep bildiren masdara çevirmiştir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  يَثْنُونَ  fiiline müteallıktır.

يَسْتَخْفُوا  fiili,  نَ’ nun  hazfıyla mansub muzari fiildir.  Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مِنْهُ  car mecruru  لِيَسْتَخْفُوا  fiiline müteallıktır.


 اَلَا ح۪ينَ يَسْتَغْشُونَ ثِيَابَهُمْۙ 

 

اَلَا  tenbih edatıdır.d ح۪ينَ  zaman zarfı ,  يَعْلَمُ  fiiline müteallıktır.

يَسْتَغْشُونَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَسْتَغْشُونَ  fiilid نَ’ nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

ثِيَابَهُمْ  mefûlun bih olarak fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَۚ 

 

Fiil cümlesidir.  يَعْلَمُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir takdiri  هو ‘dir.

Müşterek ism-i mevsul  مَا , mefûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُسِرُّونَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.

 يُسِرُّونَ  fiili  نَ’ nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

مَا يُعْلِنُونَ  cümlesi atıf harfi  وَ  ile  مَا يُسِرُّونَ  cümlesine matuftur.


 اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

عَل۪يمٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olarak lafzen merfûdur.  بِذَاتِ  car mecruru  عَل۪يمٌ fiiline müteallıktır. الصُّدُورِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. .

عَل۪يمٌ  lafzı hem mübalağalı ism-i fail hem de sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır. Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Sıfat-ı müşebbehe: Benzeyen sıfat demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلَٓا اِنَّهُمْ يَثْنُونَ صُدُورَهُمْ لِيَسْتَخْفُوا مِنْهُۜ اَلَا ح۪ينَ يَسْتَغْشُونَ ثِيَابَهُمْۙ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اَلَٓا  ve  إنَّ  ile tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedin muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.

Sebep  bildiren harf-i cer  لِ ‘nin gizli  أنْ ‘le masdar yaptığı  لِيَسْتَخْفُوا مِنْهُۜ  cümlesi, يَثْنُونَ  fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede ikinci tenbih harfi  اَلَا , tekid içindir. Zaman zarfı  ح۪ينَ ’nin müteallakı,  يَعْلَمُ  fiilidir. Müteallakın mahzuf olduğu da söylenmiştir.

Muzâfun ileyh konumundaki  يَسْتَغْشُونَ ثِيَابَهُمْۙ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لِيَسْتَخْفُوا - يَسْتَغْشُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

صُدُورَهُمْ  kelimesinde irsâd sanatı vardır.

يَثْنُونَ صُدُورَهُمْ  ibaresi Hak’tan dönerler/vazgeçerler/O’na muhalif olurlar/uzaklaşırlar ve O’ndan ayrılırlar demektir. Çünkü bir şeye yönelen/kabul eden ona göğsünü/yüzünü/ ön cephesini döner. Kim yüz çevirir ve saparsa sırtını döner. (Keşşâf II.359)

ثني الصدر  ibaresinde istiare vardır. Çünkü  ثني ’in gerçek anlamı olan ‘’dürme” göğüsler (kalpler) için uygun düşmez. O yüzden -Allahu a’lem- bununla kastedilen, onların Allah’a ve elçisine -Allah ona ve ehline salat etsin- düşmanlığı kalpleri içinde dürüp saklamalarıdır.  هذا لامرفي الطى الضمير (Şu iş kalbimin katmanı içindedir) diyenin sözü gibidir ki ‘’kalbim onu kaplamıştır’’ demektir. Bu durumda Allah Teala’nın  يَثْنُونَ صُدُورَهُمْ   [göğüslerini bükerler] (bu şekilde güya içlerindeki kötü fikirlerin üstünü örtüp saklarlar) ifadesi  يطأون صدورهم (göğüslerini katlayıp dürerler) sözü konumundadır. Burada  يَثْنُونَ   lafzı tınısı kulağa daha hoş geldiği ve daha güzel mecaz (Göğüs bükmek/dürmek, kalp içinde bir şey gizlemekten kinaye veya istiare mecazı olur) olduğu için   يطأون ye yeğlenmiştir. Yine denildiğine göre bu tabirin anlamı şöyledir. Münafıklar bir araya geldiklerinde aralarında fısıltıyla konuşurlar; konuştuklarını Müslümanların işitmesinden, gözlerin görmesinden, insanların suizanda bulunmasından çekindikleri için ikili konuşmaları esnasında sırtlarını dönüp birbirlerine yaslanırlar. Böylece akılları sıra, sırtları arkaya eğilince de kalpleri örtülmüş (kötülükleri saklanmış) olur. İşte bu sebeple Allah Teâlâ, onlar konuşmalarını kimse duymasın diye kapılarını kapasalar, perdelerini çekseler, elbiselerine bürünseler veya -bir görüşe göre – başlarını elbiselerinin içine soksalar bile, onların göğüslerinin içindeki gaip/gizemli şeyleri, kalpleri içindeki saklı sırları, gözlerindeki bakışları, dillerinden çıkan kurnazca ifadeleri bilmektedir. (Şerîf er-Radî, Kur’ân Mecazları) 

Ayetteki  اَلَا  edatı dikkat çekmek içindir. Binaenaleyh Cenab-ı Hak ilk önce, Hazret-i Peygamber'den hallerini saklamak için ondan yüz çevirdiklerine dikkat çekmiş, sonra da onların bu gizlemeyi istedikleri vakte yani elbiselerine büründükleri zamana dikkat çekmek için  اَلَا  lafzını tekrar etmiştir. Buna göre sanki şöyle denilmiştir: "Dikkat et ki onlar, Allah'tan saklamak için, O'ndan yüz çeviriyorlar. Dikkat et ki onlar, elbiselerine büründüklerinde birşeyler saklıyorlar." Daha sonra Cenab-ı Hak, onların bu saklayıp gizlemelerinde bir fayda olmadığını, "Allah onların gizlediklerini de açığa vurduklarını da biliyor" ifadesiyle belirtmiştir. (Fahreddin er-Râzî) 


 يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَۚ 

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَعْلَمُ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılası olan  يُسِرُّونَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede aynı üslupla gelen ikinci mevsûl, öncekine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.

يُعْلِنُونَۚ  -  يُسِرُّونَ  arasında tıbâk-ı îcab vardır.  يَثْنُونَ - يَسْتَخْفُوا  ve  يُسِرُّونَ - يَسْتَغْشُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.

Ayette sırrın, gizli olanın, açıkça bilinenden önce zikredilmesi,

- onların yaptıklarını daha baştan teşhir etmek,

- rezil rüsva olacaklarını bildirmek,

- kaçındıkları halin gerçekleşeceğini haber vermek,

- Allah'ın (cc) iki ilminin eşit olduğunu en mükemmel şekilde tespit etmek içindir. (Ebüssuûd) 


اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Cümle  اِنَّ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ  cümlesinde lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır. Lâzım; Allah sînelerin özünü bilir. Melzûmu; Allah içinizdekilerini bilir ve bu fikirlerin tersine davranmanızdan dolayı sizi hesaba çeker.  

Ayrıca bu cümlede tağlîb sanatı vardır. Allah Teâlâ her şeyi bilir. Özellikle ‘sînelerin özünü bilir’ buyurulması, kalpteki duyguların insanın hareketlerinde temel teşkil etmesindendir.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Ayetin fasılası Kur’an-ı Kerim’in diğer ayetlerinde de ufak değişikliklerle mevcuttur.

Böyle tekrarlanan öğeler kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murat sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 7, Ahkaf/29)

صُدُورَهُمْ - الصُّدُورِ  ve  يَعْلَمُ  - عَل۪يمٌ  kelimeleri arasında,  اَلَٓا , هُمْ  ve  مَا ’ların tekrarında reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır.

بِذَاتِ الصُّدُورِ  kelimesinden murad, kalpler de olabilir. Yani Allah kalpleri ve hallerini hakkıyla bilendir. Onun için hiçbir sır O'na gizli kalmaz. (Ebüssuûd)

Günün Mesajı

Hud/1. ayette “ayetlerin sağlam kılınması”ndan maksat, onların hem lafız hem de anlam bakımından bozukluk, eksiklik ve çelişkiden uzak bulunması, başka bir kitap tarafından hükmünün kaldırılmamış olmasıdır.

Ayetlerin “açıklanmış” olması ise şu şekillerde de yorumlanmıştır:

a) Kur'an'ın sûrelere, sûrelerin ayetlere ayrılmış, ayetlerin de farklı konulara ait olması;

b) Ayetlerde insanların dünya ve âhiret hayatlarında muhtaç oldukları şeylerin, ana hatlaryla açıklanmış olması;

c) Ayetlerin yirmi üç yılda ihtiyaçlara göre parça parça inmiş olması.

Sayfadan Gönüle Düşenler

Güneşin alnında, bilinmezliğe yürüyen iki kişi. Biri yetişkin, diğeri çocuk.

Belirsizliklerin gölgesindeki endişelerle meşgul olmak yerine, çocuğun annesi, kendi babasından işittiği öğütleri anlatıyordu. Sonrasında çocuğa tekrar ettiriyor, yanlış anladığı yerleri düzeltiyordu:

Canım evladım! Söyleyeceklerimi iyi dinle. İnanarak kalbinde barındır. Dünya zorluklarla dolu ama hepsi geçici. Sonsuz olan Allah’ın merhameti ve ahireti. Nefsin kendisini yalnızlaştırmaya meyilli ama Rabbin seninle. Vesveseler yaşadıklarını anlamsızlaştırmaya meyilli ama Allah katında her anın kayıtlı ve her çaban kıymetli.

Hem ahiretinde, hem de dünyanda kazanmak için elinden geleni yap. Hem kalbini, hem de bedenini kötülüklerden korumak için her türlü tedbiri almaya bak. Dualarını yalnız dilinle değil, halinle de destekle. İyilikle ya da kötülükle karşılaştığında, her emek tanesini bilen ve mükafatsız bırakmayacak olana dayan.

Binlerce parçalık yapbozun, bir kaç eksik parçasının peşinden, ısrarla koşma. Sahip olamadıklarına üzülmekle vakit kaybetmeden, sahip olduklarının değerini bil ve onlarla yürü. Her şeye kadir olduğunu inandığın Allah’a olan dualarını kendi dilinle ve hareketlerinle daraltma, olabildiğince ferah tut. Bildiğini sandığın tek bir hayra odaklanma. Allah’ın nice hayırlarının içinden, senin için hem hayırlı, hem de gönlünü aydınlatacak olanları vermesini dile.

Zorlandığında-başardığında, üzüldüğünde-sevindiğinde, kırıldığında-affettiğinde, daraldığında ya da ferahladığında. Hangi halin içinde olursan ol, daima Rabbine koş. Dünyada dermanı verilen, ahirette de mükafatı kazanılan her derde. Zorlukların ardından gelen kolaylıklara, istemeden nasip edilen güzelliklere hamd edesin. Nefsinin şikayetlerinden ötesini, kalbinin Allah’la huzur bulan halini işitesin. Allah’ın rızasını kazananlarla yarışasın, razı olduğu kullarıyla beraber anılasın. Maddi ve manevi, her türlü eziyet zerresinden arınacağın cennet hayatına kavuşasın.

 

Ey kalplerimizin içini bilen Allahım! Bizi; iki cihanda da iyilik verdiğin, bağışladığın, razı olduğun, azabından koruduğun ve merhametinle kuşattığın kullarından eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji