Yunus Sûresi 11. Ayet

وَلَوْ يُعَجِّلُ اللّٰهُ لِلنَّاسِ الشَّرَّ اسْتِعْجَالَهُمْ بِالْخَيْرِ لَقُضِيَ اِلَيْهِمْ اَجَلُهُمْۜ فَنَذَرُ الَّذ۪ينَ لَا يَرْجُونَ لِقَٓاءَنَا ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ  ...

Eğer Allah, insanlara onların hemen hayra kavuşmayı istedikleri gibi, şerri de acele verseydi, elbette onların ecellerine hükmolunurdu. İşte biz, bize kavuşmayı ummayanları, kendi azgınlıkları içinde bocalar hâlde bırakırız.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَوْ ve eğer
2 يُعَجِّلُ acele verseydi ع ج ل
3 اللَّهُ Allah
4 لِلنَّاسِ insanlara ن و س
5 الشَّرَّ kötülüğü ش ر ر
6 اسْتِعْجَالَهُمْ acele istemeleri gibi ع ج ل
7 بِالْخَيْرِ iyiliği خ ي ر
8 لَقُضِيَ hemen bitmiş olurdu ق ض ي
9 إِلَيْهِمْ onların
10 أَجَلُهُمْ süreleri ا ج ل
11 فَنَذَرُ böyle bırakırız و ذ ر
12 الَّذِينَ kimseleri
13 لَا
14 يَرْجُونَ ummayanları ر ج و
15 لِقَاءَنَا bize kavuşmayı ل ق ي
16 فِي
17 طُغْيَانِهِمْ taşkınlıkları içinde ط غ ي
18 يَعْمَهُونَ bocalar bir halde ع م ه
 

Bu iki âyet bize insanı tanıtmakta; onun tabiatı, eğilim ve zaafları konusunda önemli bilgiler vermekte, fıtratında din duygusu da bulunduğu halde bunu körelten ve yaratıcıyı inkâr yoluna sapanlara Allah’ın nasıl muamele ettiğini açıklamaktadır. Bütün peygamberlere ve müminlere karşı inkârcıların tipik bir tepkisi, “Dedikleriniz doğruysa Allah bizi hemen cezalandırsın” cümlesiyle ifade edilebilir. Halbuki Allah’ın irade ve kararı, bu dünyada kendisine inansın inanmasın bütün insanlara maddî nimetlerini belirli bir davranışa bağlı olarak değil, kendi dilediği biçimde hemen vermek, inkâr ve isyan edenlerin cezasını ise âhirete ertelemektir. Böyle yapmasa da inkârcılara bu dünyada nimetlerini verdiği gibi hak ettikleri ve hemen uygulanmasını istedikleri cezalarını da ertelemeden hemen verseydi ilk günahlarından itibaren hem onların hem de imtihan dünyasının sonu gelirdi; çünkü sonuçları açıklandıktan sonra imtihanın anlamı kalmaz.

 İnkârcıların bir başka davranışı da sıkıştıkları zaman Allah’ı hatırlamaları, O’na sığınmaları, üstesinden gelemedikleri ağır yük ve musibetleri kaldırması için şuurlarının derinliklerinden veya açıkça Allah’a yakarmaları, sıkıntı geçer geçmez tekrar inkârcılıklarına dönmeleridir. Ama marifet, makbul olan iman ve kulluk, iyi ve kötü, zararlı ve faydalı, geniş ve dar, acı ve tatlı her durumda Allah’ı hatırlamak, ibadet, dua, tövbe, hamd, şükür gibi davranışlarla O’na yönelmektir.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 3 Sayfa: 88

 

Riyazus Salihin, 1500 Nolu Hadis
Câbir radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kendinize beddua etmeyiniz; çocuklarınıza beddua etmeyiniz; mallarınıza da beddua etmeyiniz. Dileklerin kabul edildiği zamana denk gelir de Allah bedduanızı kabul ediverir.”
(Müslim, Zühd 74. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir 27  )

Riyazus Salihin, 921 Nolu Hadis
Ümmü Seleme radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, (vefat etmiş olan) Ebû Seleme’nin yanına girdi. Gözleri açık kalmıştı, onları kapattı. Sonra şöyle buyurdu:
“Ruh çıkınca gözler onu izler.”
Tam bu sırada Ebû Seleme’nin aile fertlerinden bazıları bağıra-çağıra ağlamaya başladılar. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem;
“Kendinize hayırdan başka bir şeyle dua etmeyin. Çünkü melekler dualarınıza âmin derler” buyurdu. Sonra şöyle dua etti:
“Allah’ım! Ebû Seleme’yi bağışla. Derecesini hidâyete ermişler seviyesine yükselt! Geride bıraktıkları için de sen ona vekil ol! Ey âlemlerin Rabbı! Bizi de onu da bağışla!. Kabrini genişlet ve nurla doldur!”
(Müslim, Cenâiz 7)
 

وَلَوْ يُعَجِّلُ اللّٰهُ لِلنَّاسِ الشَّرَّ اسْتِعْجَالَهُمْ بِالْخَيْرِ لَقُضِيَ اِلَيْهِمْ اَجَلُهُمْۜ

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.

يُعَجِّلُ  şart fiili olup merfû muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

لِلنَّاسِ  car mecruru  يُعَجِّلُ  fiiline  müteallıktır. 

الشَّرَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

اسْتِعْجَالَهُمْ  mef’ûlu mutlaktan naibdir. Muzâf hazf edilmiştir. Takdiri,  تعجيلا مثل استعجالهم بالخير  şeklindedir.

Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِالْخَيْرِ  car mecruru   اسْتِعْجَالَهُمْ ’e müteallıktır.

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır.  قُضِيَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.

اِلَيْهِمْ  car mecruru  قُضِيَ  fiiline müteallıktır.

اَجَلُهُمْ  naib-i fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

 

فَنَذَرُ الَّذ۪ينَ لَا يَرْجُونَ لِقَٓاءَنَا ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

فَ : Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نَذَرُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. Muzari fiillerin (أَنَا – أَنْتَ – نَخْنُ...) zamirleri fail (özne) konumunda olduklarında vücûben (zorunlu olarak) müstetir olurlar yani bariz zamir olarak açık şekilde yazılmaları mümkün olmadığı gibi bunların yerine açık bir isim söylenmesi de mümkün değildir. (هُوَ - هِيَ) zamirlerinin müstetir oluşu ise mazi fiilde de muzari fiilde de vücûben değil cevazendir yani bunların müstetir zamir olarak kullanılmaları zorunlu olmayıp bu zamirlerin yerine istenildiği takdirde açık isim getirilmesi de mümkündür. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَا يَرْجُونَ لِقَٓاءَنَا ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَرْجُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

لِقَٓاءَنَا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ف۪ي طُغْيَانِهِمْ  car mecruru  يَعْمَهُونَ۟  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَعْمَهُونَ۟  fiili  نَذَرُ  fiilinin mef’ûlünden hal olarak mahallen mansubtur. Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). 

Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında  “و ” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَعْمَهُونَ۟  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
 

وَلَوْ يُعَجِّلُ اللّٰهُ لِلنَّاسِ الشَّرَّ اسْتِعْجَالَهُمْ بِالْخَيْرِ لَقُضِيَ اِلَيْهِمْ اَجَلُهُمْۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart cümlesi يُعَجِّلُ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Bu cümle, Yunus Suresi 7. ayetteki  إنَّ الَّذِينَ لا يَرْجُونَ لِقاءَنا  cümlesine matuftur. (Âşûr)

Atıf harfinin bu ayetin başında gelmesi, belâgat ilmine göre ifadenin önceki ayete olan atfındaki hususiyeti ve önceki ifadeyle olan irtibatındaki güçlülüğü  ifade eder. İşte bu şekilde ayetin, ayet grubu içerisindeki konumunun uygunluğu belirtilmiş olur. (Âşûr)

Muzari fiiller hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder ve tecessüm özelliğiyle muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek onu etkiler.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikredilmesinde tecrîd sanatı vardır.

Rabıta harfi  لَ  ile gelen  لَقُضِيَ اِلَيْهِمْ اَجَلُهُمْ  cümlesi, şartın cevabıdır. Müspet mazi fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.

Car-mecrur  اِلَيْهِمْ, siyaktaki önemine binaen faile takdim edilmiştir.

الْخَيْرِ - الشَّرَّ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

يُعَجِّلُ  - اسْتِعْجَالَهُمْ -  اَجَلُهُمْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Müfessir dil ve belâgat kurallarını işleterek ayetin ilk bölümünün aslında şu içerikte olduğunu belirtir: “Allah, iyiliği çabucak istediklerinde -istedikleri iyiliği hemen vermesi- gibi kötülüğü de insanlara süratle vermiş olsaydı.” Aslında ayetin beklenen yapısı şöyledir:  لََوْ يُعَجِّلُ اللّهُ لِلنَّاسِ الشَّرَّ تعجيله لهم الخي

Müfessir ayette her iki kullanımda da  تعجيل  fiilinin kullanımı beklenirken yaşanan bab değişikliğini göstermektedir. Bu farklılık ise hayır dileklerini kabulde Allah’ın kullarını bekletmediğini hissettirir. (Zemahşerî, el-Keşşâf, II, 320)

Ayetin lafzında şöyle bir ihtilaf bulunmaktadır: Cenab-ı Hakk, تَعْجِيل  fiiline nasıl  اِسْتَعْجَلَ  fiiliyle mukabele etmiştir? O'nun,  تَعْجِيل  fiiline  تَعْجِيل, bir diğer fiil olan  اِسْتَعْجَلَ  fiiline de  اِسْتَعْجَلَ  ile mukabele etmesi gerekmez miydi? 

Keşşâf sahibi şöyle cevap vermektedir: “Bu ifadenin aslı, ‘Şayet Allah Teâlâ, hayrı insanlara hızlandırdığı gibi (ta'cîl), şerri de hızlandırsaydı (...)’ şeklindedir. Fakat Cenab-ı Hakk'ın onlara hemen icabet ettiğini, isteklerini hemen yerine getirdiğini üstü kapalı bir şekilde anlatmak için burada isti'câl, ta'cîl yerinde kullanılmıştır. Böylece onların hayrı istemeleri, (isti'câlleri) onlar için âdeta bir ta'cil (arzularının yerine getirilmesi) olarak ifade edilmiştir.” (Fahreddin er-Râzî

الشَّرَّ اسْتِعْجَالَهُمْ بِالْخَيْرِ  cümlesinde mücmel ve müekked teşbih vardır. Şer ve hayr kelimeleri arasında da tıbâk sanatı vardır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)

Zuhaylî’nin belirttiğine göre ayetteki  اسْتِعْجَالَهُمْ بِالْخَيْرِ  (acele hayra kavuşmak istedikleri gibi) sözünde teşbih-i müekked mücmel vardır. 

Acelecilik insanın mizacında vardır. İnsan daima hayırda acele eder, zira hayrı sevmektedir. Öfke anında, ahmaklık yaptığı ve canı sıkıldığı zaman da şerde acele eder. Allah insanların hayrı acele olarak istedikleri gibi şerri istemeleri durumunda da dualarını kabul etmekte hızlı ve acele davransaydı (istediklerini hemen verseydi) hepsi öldürülüp helak edilirlerdi. Fakat Allah lütfuyla mühlet vermektedir. (Zuhaylî, c. VI, s.125-126-127)


 فَنَذَرُ الَّذ۪ينَ لَا يَرْجُونَ لِقَٓاءَنَا ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ

 

Cümle, takdiri …لو يعجّل اللَّه الشرّ للناس لأهلكهم، لكننا نمهلهم فنذر  (Allah insanların şerri konusunda acele etseydi onları helak ederdi, ancak Biz onlara mühlet veriyoruz ve bırakıyoruz.) olan mukadder istinafa  فَ  ile atfedilmiştir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede mef’ûlün   ism-i mevsûlle gelmesi bahsedilen kişilerin bilinen bir grup olduğunu belirtmesi yanında bu kişilere tahkir ifade eder. 

İsm-i mevsûlün sılası olan …لَا يَرْجُونَ لِقَٓاءَنَا  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

لِقَٓاءَنَا  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  لِقَٓاءَ, şan ve şeref kazanmıştır.

لِقَٓاءَنَا  izafetindeki  نَا  zamiri Allah’a ait azamet zamiridir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 421)

ف۪ي طُغْيَانِهِمْ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  طُغْيَانِ, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  طُغْيَانِ  hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bu kimselerin azgınlığın içine ne kadar çok daldıklarına işaret etmek için bu üslup kullanılmıştır.

يَعْمَهُونَ۟  cümlesi  فَنَذَرُ  fiilinin mef’ûlunden haldir. Cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal, ıtnâb babındandır.

طُغْيَانِهِمْ  izafeti, hem muzâfı hem de muzâfun ileyhi tahkir içindir.

Önceki cümledeki Allah lafzından, bu cümlede azamet zamirine iltifat edilmiştir.

طُغْيَانِهِمْ - يَعْمَهُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

يَعْمَهُونَ - لَا يَرْجُونَ  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)