وَاِذَا مَسَّ الْاِنْسَانَ الضُّرُّ دَعَانَا لِجَنْبِه۪ٓ اَوْ قَاعِداً اَوْ قَٓائِماًۚ فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُ ضُرَّهُ مَرَّ كَاَنْ لَمْ يَدْعُنَٓا اِلٰى ضُرٍّ مَسَّهُۜ كَذٰلِكَ زُيِّنَ لِلْمُسْرِف۪ينَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذَا | ve ne zaman ki |
|
2 | مَسَّ | dokunduğunda |
|
3 | الْإِنْسَانَ | insana |
|
4 | الضُّرُّ | bir darlık |
|
5 | دَعَانَا | bize dua eder |
|
6 | لِجَنْبِهِ | yan yatarken |
|
7 | أَوْ | veya |
|
8 | قَاعِدًا | otururken |
|
9 | أَوْ | yahut |
|
10 | قَائِمًا | ayakta |
|
11 | فَلَمَّا | ancak |
|
12 | كَشَفْنَا | giderdiğimizde |
|
13 | عَنْهُ | ondan |
|
14 | ضُرَّهُ | darlığını |
|
15 | مَرَّ | hareket eder |
|
16 | كَأَنْ | gibi |
|
17 | لَمْ |
|
|
18 | يَدْعُنَا | bize dua etmemiş |
|
19 | إِلَىٰ |
|
|
20 | ضُرٍّ | darlıktan dolayı |
|
21 | مَسَّهُ | kendisine dokunmuş olan |
|
22 | كَذَٰلِكَ | işte böyle |
|
23 | زُيِّنَ | süslü gösterilmiştir |
|
24 | لِلْمُسْرِفِينَ | aşırıya gidenlere |
|
25 | مَا | şeyler |
|
26 | كَانُوا | oldukları |
|
27 | يَعْمَلُونَ | yapıyor(lar) |
|
Bu iki âyet bize insanı tanıtmakta; onun tabiatı, eğilim ve zaafları konusunda önemli bilgiler vermekte, fıtratında din duygusu da bulunduğu halde bunu körelten ve yaratıcıyı inkâr yoluna sapanlara Allah’ın nasıl muamele ettiğini açıklamaktadır. Bütün peygamberlere ve müminlere karşı inkârcıların tipik bir tepkisi, “Dedikleriniz doğruysa Allah bizi hemen cezalandırsın” cümlesiyle ifade edilebilir. Halbuki Allah’ın irade ve kararı, bu dünyada kendisine inansın inanmasın bütün insanlara maddî nimetlerini belirli bir davranışa bağlı olarak değil, kendi dilediği biçimde hemen vermek, inkâr ve isyan edenlerin cezasını ise âhirete ertelemektir. Böyle yapmasa da inkârcılara bu dünyada nimetlerini verdiği gibi hak ettikleri ve hemen uygulanmasını istedikleri cezalarını da ertelemeden hemen verseydi ilk günahlarından itibaren hem onların hem de imtihan dünyasının sonu gelirdi; çünkü sonuçları açıklandıktan sonra imtihanın anlamı kalmaz.
İnkârcıların bir başka davranışı da sıkıştıkları zaman Allah’ı hatırlamaları, O’na sığınmaları, üstesinden gelemedikleri ağır yük ve musibetleri kaldırması için şuurlarının derinliklerinden veya açıkça Allah’a yakarmaları, sıkıntı geçer geçmez tekrar inkârcılıklarına dönmeleridir. Ama marifet, makbul olan iman ve kulluk, iyi ve kötü, zararlı ve faydalı, geniş ve dar, acı ve tatlı her durumda Allah’ı hatırlamak, ibadet, dua, tövbe, hamd, şükür gibi davranışlarla O’na yönelmektir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 88
جنب Cenebe : جَنْبٌ kelimesinin aslı bir organdır (yan/böğür) ve çoğulu جُنُوبٌ şeklinde gelir. جَنْبٌ yön olarak yan taraf şeklinde istiare edilmiştir. Nisa 4/36 ayeti kerimesinde جَنْبٌ yan komşu anlamında gelmiştir. جَنَبَ ve أجْنَبَ fiilleri uzaklaştırdı ve kenara koydu demektir. İftial babındaki إجْتَنَبَ ise terk etmek demek olan تَرَكَ fiilinden daha beliğdir. Cünüplüğün bu kökle ifade edilmesinin nedeni bu durumun fıkhi olarak namazdan uzak durmaya sebep olmasıdır. Son olarak جَنْبٌ mastarından türetilen fiil iki şekilde kullanılır: Birisi bir şeyin yanından ayrılarak, uzaklaşarak gitmek; diğeri bir şeye doğru gitmektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 33 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri cünüp, cenub, cânip, cenâbet, ecnebî, içtinab ve Cenâb’dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
كشف Keşefe : كَشَفَ fiili yüzden veya başka yerinden kendini örten örtüyü/elbiseyi kaldırmaktır. Aynı anlamda كَشَفَ غَمُّهُ tabiri Allah onun gamını, kederini giderdi şeklinde kullanılır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 20 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri keşif, kâşif, keşşaf, istikşaf ve inkişaftır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)وَاِذَا مَسَّ الْاِنْسَانَ الضُّرُّ دَعَانَا لِجَنْبِه۪ٓ اَوْ قَاعِداً اَوْ قَٓائِماًۚ
وَ atıf harfidir.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. إِذَا şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a. (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b. (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c. Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَسَّ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَسَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. الْاِنْسَانَ mukaddem mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
الضُّرُّ fail olup lafzen merfûdur.
Şartın cevabı دَعَانَا لِجَنْبِه۪ٓ ’dir. دَعَانَا elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لِجَنْبِه۪ٓ car mecruru دَعَانَا ’daki failin mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِ harf-i ceri mecruruna tahsis, sahiplik, istihkak, sebep, عَلَى harf-i cerinin yerine gibi manalar kazandırabilir. Burada عَلَى harf-i cerinin yerine kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَاعِداً اَوْ قَٓائِماً kelimeleri atıf harfi اَوْ ile mahzuf hale matuftur.
قَاعِداً kelimesi sülâsî mücerred olan قعد fiilinin ism-i failidir.
قَٓائِماً kelimesi sülâsî mücerred olan قوم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail, eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُ ضُرَّهُ مَرَّ كَاَنْ لَمْ يَدْعُنَٓا اِلٰى ضُرٍّ مَسَّهُۜ
فَ atıf harfidir. لَمَّا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
كَشَفْنَا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَشَفْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
عَنْهُ car mecruru كَشَفْنَا fiiline müteallıktır.
ضُرَّهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Şartın cevabı مَرَّ كَاَنْ لَمْ يَدْعُنَٓا ’dır. مَرَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
كَاَنْ şeddeliden tahfif edilmiştir. İsmi mahzuftur. Takdiri, كأنّه şeklindedir. لَمْ يَدْعُنَٓا cümlesi كَاَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.
Şan zamirleri: Müfred gaib ve gaibe (3. tekil şahıs zamiri)nde kendisine dikkat çekilmek istenen bir iş için kullanılır. İkisine birden iş zamiri denir.
Müzekkerine > zamir-i şan (هُوَ – هُ)
Müennesine > zamir-i kıssa (هِيَ – هَا)
Not: Zamirler normalde kendinden önceki ismi açıklarken, zamir-i şan/kıssa ise kendinden sonraki kısma dikkat çeker.
Şan zamiri, “Benden sonra bir cümle gelecek; gelecek olan o cümle çok önemli” mesajı verir.
İş zamirleri üçe ayrılır:
- Munfasıl (ayrı iş zamirleri >هُوَ – هِيَ) mübteda olarak kullanılır.
- Muttasıl (bitişik iş zamirleri >ىهُ – هَا) huruf-u müşebbehe bi’l fiil veya ef’ali kulûb ile kullanılır.
- Mahzuf iş zamiri (hazf olmuş iş zamiri) كَأَنَّ، أَنَّ، إنَّ ’nin muhaffefleri olan كَأَنْ ,أَنْ ,إِنْ’den sonra hazf edilmiş olarak gelir.
İş zamirlerinin özellikleri:
1. İş zamirinin haberi cümle olur. (Müfred olmaz)
2. İş zamiri munfasıl olduğunda mübteda olur.
3. Muttasıl olduğunda ya huruf-u müşebbehe bi’l fiilin ismi yahut ef’ali kulûb’un birinci mef’ûlu olur.
4. İş zamirleri kendisinden sonraki kısma dikkat çekmek için kullanılır.
5. Sadece müfred gaib ve gaibe (3. tekil şahıs) zamirlerinde kullanılır. Tesniye ve cemi sıygaları kullanılmaz.
6. İş zamirinin haberi isminin önüne geçmez.
7. Haberde iş zamirine ait bir zamir bulunmaz.
8. İş zamirinden sonra gelen cümleye tefsir cümlesi de denir. Bu cümlenin îrabdan mahalli vardır. Halbuki diğer tefsir cümlelerinin îrabdan mahalli yoktur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hafifletilmiş olan كَأَنْ aynı كَأَنَّ gibi isim cümlesinin başına gelir.
İsmi mahzuf şan zamiri, haberi de isim veya fiil cümlesi olur. Eğer müspet (olumlu) fiille başlayan fiil cümlesi olursa başına قَدْ, menfi (olumsuz) cümle olursa لَمْ gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَدْعُنَٓا fiili illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir.
Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
اِلٰى ضُرٍّ car mecruru يَدْعُنَٓا fiiline müteallıktır.
مَسَّهُ cümlesi ضُرٍّ kelimesinin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
مَسَّهُ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَذٰلِكَ زُيِّنَ لِلْمُسْرِف۪ينَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
كَ harf-i cerdir. مثل (gibi) demektir. Bu ibare, amili زُيِّنَ olan mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır. Takdiri, تزيينًا مثلَ ذلك زُيِّن للمسرفين (müsrifler için süslendiği gibi süsleyerek) şeklindedir.
ذٰ işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
زُيِّنَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. لِلْمُسْرِف۪ينَ car mecruru زُيِّنَ fiiline müteallıktır.
مَا ve masdar-ı müevvel, naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
كَانَ isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. يَعْمَلُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubtur.
يَعْمَلُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
زُيِّنَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
Tef’il babındandır. Sülâsîsi زين ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
الْكَافِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan كفر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذَا مَسَّ الْاِنْسَانَ الضُّرُّ دَعَانَا لِجَنْبِه۪ٓ اَوْ قَاعِداً اَوْ قَٓائِماًۚ
وَ atıftır. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Muzâfun ileyh olan مَسَّ الْاِنْسَانَ الضُّرُّ, şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede mef’ûl olan الْاِنْسَانَ, konudaki önemine binaen faile takdim edilmiştir.
مَسَّ الْاِنْسَانَ الضُّرُّ ifadesinde isnadın الضُّرُّ ’ya olması aklî mecazdır. Aynı zamanda cümlede tecessüm sanatı vardır.
ف۪ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi …دَعَانَا لِجَنْبِه۪ٓ اَوْ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden meydana gelen terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لِجَنْبِه۪ٓ اَوْ قَاعِداً اَوْ قَٓائِماًۚ şeklinde ihtimallerin hepsi sayılarak taksim sanatı yapılmıştır.
قَاعِداً - قَٓائِماًۚ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
قَاعِداً - قَٓائِماًۚ - جَنْبِه۪ٓ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Müfessirlerden bazıları, الإنْسانِ kelimesinde elif lamın ahd için olduğunu söylemiştir. (Âşûr)
أوْ قاعِدًا أوْ قائِمًا dua edilen haller hakkında yapılan genelleme ve tamamlama içindir. Çünkü ayette görülen ıtnâb sanatı, işte bu dua pozisyonlarının çokluğunu temsil içindir. Yani (o kişi) bize bulunduğu her pozisyon ve durumda dua etti, hiçbir şey onu bize yalvarmaktan, dua etmekten alıkoymadı demektir. (Âşûr)
فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُ ضُرَّهُ مَرَّ كَاَنْ لَمْ يَدْعُنَٓا اِلٰى ضُرٍّ مَسَّهُۜ
فَ atıf harfi, لَمَّا cümleye muzâf olan şart manalı zaman zarfıdır. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Muzâfun ileyh olan şart cümlesi ...كَشَفْنَا, müspet mazi fiil cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi مَرَّ كَاَنْ لَمْ يَدْعُنَٓا اِلٰى ضُرٍّ مَسَّهُ de mazi fiil cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Teşbih ve tekid harfi muhaffef كَاَنْ ’in dahil olduğu cümlede, îcâz-ı hazif sanatı vardır. كَاَنْ ’in takdiri هُ olan ismi mahzuftur. Haberi olan لَمْ يَدْعُنَٓا اِلٰى ضُرٍّ cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade eden مَسَّهُۜ cümlesi, ضُرٍّ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Bu ilâhî kelam, o sıfatı taşıyan bazı fertleri itibariyle cinsi (bütün insanları) o sıfatla vasıflandırmak kabilindendir. (Ebüssuûd)
Nasıl ki bir kimse nimet elde ettiğinde o nimeti verenle değil de nimetle meşgul oluyorsa, bela ve sıkıntı esnasında da o belaya düçar kılanla değil bela ile meşgul olur. Bu gibi kimseler de devamlı olarak bir bela içindedirler. Bela esnasında, onun bir bela içinde bulunduğunda bir şüphe yoktur. Ama nimetlerin elde edilmesi sırasında onun, o nimetlerin yok olmasına dair duyduğu endişeler bela çeşitlerinin en kuvvetlisi olur. Böylece her ne zaman nimet daha mükemmel, daha leziz, daha güçlü ve daha üstün olursa onun kaybedilme korkusu da eziyet cihetinden o nispette şiddetli; ürküntü verme cihetinden de o nispette güçlü olur. Nimet verenle, belaya müptela kılan aynı olunca o kimsenin bakışları devamlı olarak aynı gayeye, aynı matluba yönelik olur. Halbuki onun matlubu da değişmekten münezzeh ve berî olur. Kim böyle olursa bela ve nimet geldiği zamanlarda mutluluklar deryasına dalmış ve nihai mükemmelliklere ulaşmış olur.
Bu tür beyanlar, sahili olmayan bir ummandır. Ona ulaşmak isteyen kimse, haber dinleyenlerden değil, bizzat görüp vasıl olanlardan olur. (Fahreddin er-Râzî)
Nazm adlı eserin sahibi şöyle demektedir: “Cenab-ı Hakk'ın, وَاِذَا مَسَّ الْاِنْسَانَ
ifadesindeki اِذَا gelecek manasını ifade için konulmuş bir edattır. Daha sonra Cenab-ı Hakk, فَلَمَّا كَشَفْنَا ‘Açıp giderdik mi…’ buyurmuştur ki bu ifade mazi ifadesidir. Binaenaleyh, ayetin bu nazmı, ayetin manasının geçmişte böyle olduğuna, gelecekte de aynı şekilde olacağına delalet eder. O halde ayette istikbal ifade eden fiiller istikbal manasına; mazi fiili de mazi manasına delalet eder.” Ben derim ki aklî delil de bu manaya uygun olup bunu destekler. Çünkü insan, zayıf, aciz ve sabrı az olarak yaratılmıştır. Yine insan gururlu, şımarık, unutkan, inatçı ve asi olarak yaratılmıştır. Binaenaleyh onun başına bir bela geldiğinde acziyeti ve zayıflığı onu çokça dua etmeye, yalvarıp yakarmaya, huşû, hudû ve boyun eğme vasfını açığa çıkarmaya sevk eder. Başındaki sıkıntı yok olup rahata kavuştuğu zaman kendisine unutkanlık hakim olur da böylece Allah'ın kendisine olan lütfunu unutur, haddi aşma, azgınlık ve taşkınlık, küfür ve açıktan inkâr içine düşer. İşte bütün bu durumlar, onun tabiatının ve karakterinin bir neticesi ve yaratılışının ayrılmaz bir vasfıdır. Netice olarak diyebiliriz ki bu zavallılar mazeretleri olmadıkları halde mazurdurlar. (Fahreddin er-Râzî)
ضُرٍّ ’deki tenvin nev, kesret ve tahkir ifade eder.
كأنّ, çoğunlukla teşbih için kullanılır. Bu da haberin camid olduğu durumlardır. Ama bu ayette olduğu gibi haberi müştak olursa; genellikle teşbih ifade etmez. Haberin vuku bulacağına zan ifade eder. Bu harfi müşebbeh ve müşebbehün bih takip eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
دَعَانَا - يَدْعُنَٓا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ضُرٍّ - مَسَّهُۜ - اَوْ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
لَمَّا - اِذَا kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
İnsana dokunan sıkıntının yatarken, otururken ve ayaktayken şeklinde üç çeşidi zikredilmiştir. Bu üslup taksim sanatıdır. Yatarken bile dua etmesi, o sıkıntının aklından bir an bile çıkmadığını gösterir.
Bu yüzden فَلَمّا كَشَفْنا عَنْهُ ضُرَّهُ مَرَّ cümlesi, tefri’ ile ondan önceki kısımdan ayrıştırılmıştır. Çünkü bu tefri’ den maksat, tefri’ edilen ilk durumun, onu takip eden sonraki durum olmasa da övülen, methedilen bir durum olduğunu/olacağını ortaya koymaktır. (Âşûr)
Keşf; üzerinde bir örtü olan şeyi ortaya çıkarmaktır. Mutlak yani kayıtsız olarak herhangi bir şeyi izale etmek manasında kullanılması yaygındır. Itlak alakasıyla mecaz-ı mürsel olarak veya izale edilen bir şeyi örtülü bir şeyin açılmasına benzeterek istiare olarak da kullanılır. (Âşûr)
كَذٰلِكَ زُيِّنَ لِلْمُسْرِف۪ينَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayette îcâz-ı hazif vardır. كَذٰلِكَ, mahzuf bir mef’ûlü mutlaka müteallıktır. Takdiri, …تزيينا كذلك التزيين للمؤمنين [Müminler için süslendiği gibi süsleyerek…] şeklindedir.
كَذٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذٰ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi, s. 101)
كَذٰلِكَ [İşte böyle], aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki isti’mali, işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
… زُيِّنَ لِلْمُسْرِف۪ينَ cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
زُيِّنَ fiilinin naib-i faili konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası كَانُوا يَعْمَلُونَ şeklinde كَانَ ’nin dahil olduğu, sübut ifade eden isim cümlesidir.
كَاَنْ - كَانُو kelimeleri arasında cinas-ı nakıs vardır.
Bu ayette anlatılan şekilde davrananlar müsrif olarak isimlendirilmiştir. Âl-i İmran Suresi 191’e iktibas vardır.
İsraf; övgüye değer olmayan bir şeyde aşırıya ve çok fazlaya kaçmaktır. O halde burada müsriften maksat kâfirlerdir. المُسْرِفِينَ lafzının seçilmesi küfürlerindeki mübalağaya delalet etmek içindir. Ve المُسْرِفِينَ kelimesindeki tarif onlar hakkında konuşanları ve başkalarını da kapsaması için istiğraktır. (Âşûr)
O kötü sıfatları taşıyanlar müsrif olarak tavsif edilmiştir. Çünkü Allah, insanın malik olduğu bütün kuvvetleri ve duyguları, yerinde harcamak ve salih amel işlemek yolunda kullanmak için bahsetmiştir. Onlar ise bu sermayelerini gereksiz yerlere harcamış, sermayelerini açıkça israf ederek tüketmişlerdir. (Ebüssuûd)
كَذٰلِكَ زُيِّنَ لِلْمُسْرِف۪ينَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ cümlesi daha önce gelen cümleyi ve diğerlerini kapsayan tezyîl cümlesidir. Yani “İşte şeytanî tezyin böyle bir tezyindir ki onlara zikredilen misaldeki gibi geçmiş zamanlarında yaptıkları amelleri ve onun gibi nice yanılgılarını (sapkınlıklarını) güzel göstermiştir.” manasındadır. (Âşûr)
Burada yaptıkları davranışların كانُوا lafzıyla ifade edilmesi, fiillerin geçmiş zamanda vuku bulduğuna delalet eder. İşte bu yüzden şart cümlesinde de cevap cümlesinde de, bunlara atfedilen cümlelerde de hep mazi fiiler getirilmiştir. Çünkü geçmiş zamanda var olan bu durumları tescilli olduğundan, gelecekte aynı durumla karşılaşıldığında içlerinden kimilerinin bu ayetten ibret/ders alarak bu hataya tekrar düşmemesi veya hakikati fark etmesi umulur. (Âşûr)
Tebei istiare yoluyla zarar, aniden ortaya çıkan düşmana benzetilmiştir. Aniden çıkan düşman için onu aniden ortaya çıkaran ve def edecek zata dua edilir. (Âşûr)