وَلَقَدْ اَهْلَكْنَا الْقُرُونَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَمَّا ظَلَمُواۙ وَجَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ وَمَا كَانُوا لِيُؤْمِنُواۜ كَذٰلِكَ نَجْزِي الْقَوْمَ الْمُجْرِم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَقَدْ | ve andolsun |
|
2 | أَهْلَكْنَا | helak ettik |
|
3 | الْقُرُونَ | nice nesilleri |
|
4 | مِنْ |
|
|
5 | قَبْلِكُمْ | sizden önce |
|
6 | لَمَّا |
|
|
7 | ظَلَمُوا | haksızlık ettiklerinden |
|
8 | وَجَاءَتْهُمْ | kendilerine geldiği halde |
|
9 | رُسُلُهُمْ | peygamberleri |
|
10 | بِالْبَيِّنَاتِ | apaçık delillerle |
|
11 | وَمَا |
|
|
12 | كَانُوا |
|
|
13 | لِيُؤْمِنُوا | ve iman etmeyecekleri için |
|
14 | كَذَٰلِكَ | işte böyle |
|
15 | نَجْزِي | cezalandırırız |
|
16 | الْقَوْمَ | topluluğunu |
|
17 | الْمُجْرِمِينَ | suçlular |
|
İnsanın yaratılış amacı doğrultusunda geçen tarihi özetleniyor: Arka arkaya nesiller, peygamberlerin çağrılarına muhatap olan ümmetler gelip geçiyor, inkâr ve isyan yolunu seçenler helâk edilip tarih sahnesinden çekiliyor, yerlerine başkaları geliyor. Şimdi de son peygamberin ümmeti aynı imtihana tâbi tutuluyor. Çağrıya uyanlar icâbet ümmeti, çeşitli bahanelerle çağrıya karşı direnenlerse, “davet edilmiş ve edilmekte olanlar” mânasında davet ümmeti olarak nöbetlerini geçirmiş oluyorlar. İmtihanın iki temel konusu tevhid ve adalettir. Tevhid inancına sadık kalan ve adalete riayet edenler imtihanı kazanmış, kendilerine tahsis edilen yurdun, oradaki hayatın ve nimetlerin hakkını vermiş olacaklar; buna karşılık şirke ve zulme sapanlar ise kısmen dünyada, eksiksiz olarak da âhirette bunun cezasını çekeceklerdir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 90
وَلَقَدْ اَهْلَكْنَا الْقُرُونَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَمَّا ظَلَمُواۙ
وَ atıf harfidir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
اَهْلَكْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
الْقُرُونَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مِنْ قَبْلِكُمْ car mecruru اَهْلَكْنَا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَمَّا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
ظَلَمُوا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ظَلَمُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, لمّا ظلموا أهلكناهم şeklindedir.
اَهْلَكْنَا sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi هلك ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin ( imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَجَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ وَمَا كَانُوا لِيُؤْمِنُواۜ
Cümle قَدْ takdiriyle hal olarak mahallen mansubtur. وَ haliyyedir.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal mazi fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müsbet (olumlu) mazi fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “وَقَدْ” gelir. Bazen sadece و gelir. Nadiren و’sız gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَٓاءَتْهُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تۡ te’nis alametidir.
Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
رُسُلُهُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamiri هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِالْبَيِّنَاتِ car mecruru جَٓاءَتْهُمْ fiiline müteallıktır. اَلْبَيِّنَاتِ kelimesi cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.
يُؤْمِنُٓوا fiiline dahil olan لِ, lam-ı cuhûddur. Muzariyi gizli أن ’le nasb ederek masdara çevirmiştir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, كَانُوا ’nun mahzuf haberine müteallıktır.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُؤْمِنُٓوا fiili, نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يُؤْمِنُٓوا sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin ( imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
كَذٰلِكَ نَجْزِي الْقَوْمَ الْمُجْرِم۪ينَ
كَ harf-i cerdir. مثل (gibi) demektir. Bu ibare, amili نَجْزِي olan mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır. Takdiri, جزاءً مثلَ ذلك نجزي (Bunun benzeri bir cezayla cezalandırırız.) şeklindedir.
ذا işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
نَجْزِي fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
الْقَوْمَ mef’ûlun bih olup nasb alameti fethadır. الْمُجْرِمِينَ sıfat olup nasb alameti ى harfidir.Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُجْرِم۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babından ism-i faildir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَقَدْ اَهْلَكْنَا الْقُرُونَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَمَّا ظَلَمُواۙ
وَ atıf harfi, لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. قَدْ ve لَ tekid edilmiş cevap cümlesi …لَقَدْ اَهْلَكْنَا الْقُرُونَ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Hitap, Mekke halkına yöneliktir. Tekidi ile beraber yeminle başlayan hitabın Mekke halkına çevrilmesi, tehdidi daha da ağırlaştırmak içindir.
Burada vurgulanmak istenen gerçek şudur: O eski kavimler, peygamberleri kendilerine, doğruluklarına delalet eden, yalanlanması imkânsız apaçık deliller getirdikleri halde iman etmediler; peygamberleri yalanladılar, azgınlık ve dalalete devam ettiler; Biz de geciktirmeden onları helak ettik. (Ebüssuûd, Âşûr)
Ve bu ayet, onların misallerinin ne olduğu konusunda bir tehdit ve bir öğüttür. (Âşûr)
Tehdit ve korkuyu vurgulamak için kasem lam-ı ve tahkik için gelen قَدِ ile cümleyi kuvvetlendirmiştir. (Âşûr)
Keşşâf sahibi şöyle demektedir: لَمَّا kelimesi اَهْلَكْنَا fiilinin zarfı; وَجَاءَتْهُمْ ifadesindeki وَ da haliyye vavıdır. Buna göre mana: “Peygamberleri onlara, kendilerinin sıdklarına dair delil ve şahitler getirdiği halde onlar yalanlayarak zulmetmişlerdi.” şeklinde olur. Peygamberlerinin getirdiği deliller ise onların mucizeleridir. Cenab-ı Hakk'ın, وَمَا كَانُوا لِيُؤْمِنُوا [imana gelmedikleri için] ifadesinin, ظَلَمُوا [zulmettiler] ifadesine atıf olması caiz olduğu gibi bunun bir itiraziyye cümlesi olması da caizdir. لِيُؤْمِنُوا kelimesinin başındaki lam da olumsuzluğu tekid için gelmiştir. Bu, “Allah, onların küfürlerinde ısrar edeceklerini biliyordu.” demektir. İşte bu, Allah'ın onları sırf peygamberlerini tekzip etmelerinden dolayı helak ettiğine delalet eder. Binaenaleyh O, tıpkı bunun gibi her günahkârı cezalandırır. Bu ifade, Allah'ın Resulünü yalanlamalarından dolayı Mekkeliler için bir tehdittir. (Fahreddin er-Râzî)
Şart manalı zaman zarfı لَمَّا ’nın dahil olduğu ظَلَمُواۙ mazi fiil cümlesi, cevabı mahzuf şart fiilidir. Takdiri, أهلكناهم (Onları helak etmiştik.) olan cevap cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Şart ve cevap cümlelerinden meydana gelen terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda, vurgu kasem cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazfedilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur’an'da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
وَلَقَدْ اَهْلَكْنَا الْقُرُونَ مِنْ قَبْلِكُمْ [Sizden önceki nice köyleri helak ettik.] الْقُرُونَ yerleşim yerleri demektir. Asıl helak edilen köyler değil oradaki halktır. Hal-mahal alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
القُرُونُ kelimesi قَرْنٍ ’ın çoğuludur ve aslında uzun zaman demektir. القُرُونُ ile murad edilen o zamanda yaşayan halktır. (Âşûr)
الْقُرُونَ [nesiller]’den murad, Nuh kavmi, Ad kavmi gibi eski kavimlerdir. (Ebüssuûd)
وَجَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ وَمَا كَانُوا لِيُؤْمِنُواۜ
وَ ’la gelen cümle haldir. قَدْ harfi takdir edilmiştir. Cümlenin ظَلَمُواۙ cümlesine matuf olduğu da söylenmiştir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
وَمَا كَانُوا لِيُؤْمِنُوا cümlesi ظَلَمُواۙ cümlesine matuftur. Menfi كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لِيُؤْمِنُوا cümlesine dahil olan لِ, cümleyi gizli bir أن ’le sebep bildiren masdara çevirmiştir. Masdar-ı müevvel, cer mahallinde كَان ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
مَا كَانُ ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, 3/79)
لِيُؤْمِنُوا - رُسُلُهُمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَجَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ : Bir cümlede fail âkil, cem’i müzekker-i gayr-i salim veya cem’i müennes-i gayr-i salim ise fiil müzekker veya müennes kılınabilir. (Ahmet Şimşek, Arap Dilinde Müzekkerlik ve Müenneslik Uyumu )
“Resulleri kendilerine beyyineler (apaçık delil, mucize) getirdikleri halde” ifadesi, o kâfirlerin zulümde ne kadar aşırı gittiklerini ve büyüklük tasladıklarını gösterir. (Ebüssuûd)
كَذٰلِكَ نَجْزِي الْقَوْمَ الْمُجْرِم۪ينَ
İstînâfiyye veya itiraziyye olarak fasılla gelen cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. كَذٰلِكَ, mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakına müteallıktır. Amili نَجْزِي ’dir. Takdiri, جزاءً مثلَ ذلك نجزي (Bunun benzeri bir cezayla cezalandırırız.) şeklindedir.
كَذٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذٰ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 5, Duhan Suresi 28, s. 101)
Cümle müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
“Günahkârlar toplumunu böyle cezalandırırız.” bütün günahkârları böyle cezalandırırız yahut sizi böyle cezalandırırız. Zamirin yerine zahir ismin gelmesi günahlarının kemâle erdiğini ve onların bu konuda tanınır olduklarını bildirmek içindir. (Beyzâvî)
كَذَلِكَ نَجْزِي القَوْمَ المُجْرِمِينَ cümlesi tezyîldir. (Âşûr)
القَوْمَ المُجْرِمِينَ kelimesindeki tarif, istiğrak içindir. Böyle olunca geçmiş nesilleri ve muhatapları kapsar. Bu, onların başlarına gelenlerin kendi başlarına geleceğine dair Kureyş'e bir uyarıdır. Günahkârlıktan kastedilen ise en uç nokta olan şirktir. (Âşûr)