اِنَّ رَبَّكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ يُدَبِّرُ الْاَمْرَۜ مَا مِنْ شَف۪يعٍ اِلَّا مِنْ بَعْدِ اِذْنِه۪ۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُۜ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | رَبَّكُمُ | sizin Rabbiniz |
|
3 | اللَّهُ | Allah’tır |
|
4 | الَّذِي | ki |
|
5 | خَلَقَ | yarattı |
|
6 | السَّمَاوَاتِ | gökleri |
|
7 | وَالْأَرْضَ | ve yeri |
|
8 | فِي |
|
|
9 | سِتَّةِ | altı |
|
10 | أَيَّامٍ | günde |
|
11 | ثُمَّ | sonra |
|
12 | اسْتَوَىٰ | kuşattı |
|
13 | عَلَى |
|
|
14 | الْعَرْشِ | Arş’ı |
|
15 | يُدَبِّرُ | düzene koydu |
|
16 | الْأَمْرَ | işleri |
|
17 | مَا | yoktur |
|
18 | مِنْ | kimse |
|
19 | شَفِيعٍ | şefaat edecek |
|
20 | إِلَّا | dışında |
|
21 | مِنْ |
|
|
22 | بَعْدِ |
|
|
23 | إِذْنِهِ | O’nun izni |
|
24 | ذَٰلِكُمُ | işte budur |
|
25 | اللَّهُ | Allah |
|
26 | رَبُّكُمْ | Rabbiniz olan |
|
27 | فَاعْبُدُوهُ | O’na kulluk edin |
|
28 | أَفَلَا |
|
|
29 | تَذَكَّرُونَ | Düşünüp öğüt almaz mısınız? |
|
Bu kümede yer alan dört âyet tevhid ilkesiyle ilgili önemli açıklama ve kanıtlar ihtiva etmektedir. Müşrikler, Allah hakkında bilgi sahibi olmadıkları halde O’nunla ilgili değerlendirmeler yapıp, fiil ve iradesine tanım ve sınırlar getiriyorlardı. Bu çerçevede onlar putlar edinmişler, bunlara Allah katında kendileri için şefaatçi olma işlevi yüklemişler ve O’nun bir insana vahiy göndermesini de yadırgamışlardı. Böyle bir inancın, tavır ve düzenlemenin tutarlı olabilmesi için Allah’ın niteliklerini ve muradını bilmeye ihtiyaç vardır. Allah bu âyette, putperestleri düşündürmek ve yanlış yoldan dönmelerine yardımcı olmak için kendi fiil ve sıfatlarından bahsediyor, sonra da “kendi izin vermedikçe nezdinde kimsenin şefaatçi olamayacağı” gerçeğini açıklıyor. Putperestlerin inancının mâkul bir dayanağı olabilmesi için, “Allah’ın, putlarına şefaat yetkisi verdiği” bilgisine sahip olmaları gerekir, âyet böyle bir salâhiyetin söz konusu olmadığını ifade ederek putperestliğin önemli bir dayanağını ortadan kaldırmış oluyor. Şefaatle ilgili âyetlerin tefsirinde (bk. Bakara 2/255) ifade edildiği üzere Allah âhirette, diğer peygamberler ve özellikle Hz. Peygamber olmak üzere bazı kullarına şefaat izni verecektir, ancak bu kulların en önemli özellikleri put veya yedek tanrılar değil, Allah’ın kulu olmaları, O’na iman ve itaat etmiş bulunmalarıdır.
Altı günde yaratma ve arşa hâkim olma konusu daha önce geçen ilgili âyetlerde açıklanmıştır (bk. A‘râf 7/54).
Allah’ın kendini “her işi yöneten” şeklinde nitelemesi, tarihî olarak müşriklere ve bazı düşünce sistemlerine cevap teşkil etmektedir. Allah her işi yönettiğine göre, belli işler için başka tanrılar edinmeye gerek yoktur. Ayrıca Allah, yarattıktan sonra varlıklarla ilgisini kesmediğine, bütün yaratılmışları çerçeveleyen arşa hâkim olduğuna, her an yarattığına ve her işi yönettiğine göre “Tanrı yarattıktan sonra varlıklarla ilgisini kesmiş, haşa istirahata çekilmiştir” diyen din ve felsefelerin düşünceleri isabetli değildir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 83-84
اِنَّ رَبَّكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
رَبَّكُمُ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olarak lafzen mansubtur. Muttasıl zamir كُمُ muzafun ileyh olup mahallen mecrurdur.
اللّٰهُ lafza-i celâli, اِنَّ ’nin haberi olarak lafzen merfudur.
Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي , lafza-i celâlinin sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası خَلَقَ السَّمٰوَاتِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
خَلَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. السَّمٰوَاتِ mef’ûlun bih olup cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
الْاَرْضَ kelimesi atıf harfi و ’la السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur.
ف۪ي سِتَّةِ car mecruru خَلَقَ fiiline müteallıktır. اَيَّامٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Burada önceki ayetteki gaib zamirden muhatap zamirine iltifat yapılmıştır. Konunun önemi ve kendi üzerimize alınarak üzerinde düşünmemiz için olabilir.
ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ يُدَبِّرُ الْاَمْرَۜ
Fiil cümlesidir. ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اسْتَوٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ‘dir.
عَلَى الْعَرْشِ car mecruru اسْتَوٰى fiiline müteallıktır.
يُدَبِّرُ الْاَمْرَ cümlesi اِنَّ ‘nin ikinci haberi olarak mahallen merfûdur.
يُدَبِّرُ merfû muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. الْاَمْرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
اسْتَوٰى fiili, sülasi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftiâl babındandır. Sülâsîsi سوي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
يُدَبِّرُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi دبر ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
مَا مِنْ شَف۪يعٍ اِلَّا مِنْ بَعْدِ اِذْنِه۪ۜ
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. مِنْ zaiddir. شَف۪يعٍ lafzen mecrur, mübteda olarak mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. مِنْ بَعْدِ car mecruru mahzuf mübtedanın haberine müteallıktır.
اِذْنِه۪ muzafun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir ه۪ muzafun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُۜ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكُمْ , mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
اللّٰهُ lafza-i celâli, haber olup lafzen merfûdur. رَبُّكُمْ lafza-i celâlden bedeldir.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن أقررتم بألهوهيّته فاعبدوه (Eğer O’nun ulûhiyetini kabul ettiyseniz O’na ibadet edin.) şeklindedir.
اعْبُدُوهُ fiili ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَفَلَا تَذَكَّرُونَ
Hemze istifham edatıdır. فَ atıf harfidir. لا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
تَذَكَّرُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
تَذَكَّرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ذكر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
اِنَّ رَبَّكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ يُدَبِّرُ الْاَمْرَۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Bundan önce kâfirlerin akıbetleri açıklanmıştı. Şimdi burada kâinatın yaratılışının başlangıcı anlatılıyor.
Sizi yaratan Allah bütün ulvî (yukarı) ve süfli (aşağı) cisimleri altı günde, altı vakitte veya altı güne eşit bir zamanda yarattı.
İnsan örfüne göre gün, güneşin doğuşundan batışına kadar geçen bir zamandır. Oysa yaradılış sırasında henüz gün yoktu.
Allah Teâlâ'nın, eşyayı defaten, bir anda yaratmaya muktedir bulunduğu halde tedricî olarak meydana getirmesi, bu yaratmanın ihtiyarî olduğuna delilidir. Bu durum akıl gözüyle bakanlar için ibret vericidir. İnsanlar da işlerini teenni ile yapmalıdır. (Ebüssuûd)
Müsnedin, bütün esma-i hüsnaya ve kemal sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
اِنَّ ’nin haberi رَبُّكُمْ , veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir. Bu izafette Rabb isminin muzâf olduğu كُمْۚ zamiri şan ve şeref kazanmıştır.
Aralarında mürâât-ı nazîr sanatı bulunan رَبُّ ve اللّٰهُ isimlerinin zikri tecrîd sanatıdır.
Allah lafzı ile birlikte Rabb isminin de geçmesi; Rabbin sadece Allah olduğunu ifade eder. Çünkü burada cümlenin iki rüknü de marife olarak gelmiş ve kasr üslubu oluşmuştur.
Lafza-i celâl için sıfat konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ’nin sılası olan خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Sıfat, tabi olduğu mevsufun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Gökler için السَّمٰوَاتِ şeklinde çoğul kullanılması, göklerin, tabiatları, eserleri ve hükümleri birbirlerinden farklı cisimler oldukları içindir. (Ebüssuûd)
Tertip ve terahi ifade eden ثُمَّ ile sıla cümlesine atfedilen ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِنَّ ’nin ikinci haberi olan يُدَبِّرُ الْاَمْرَ müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ ibaresinde istiare vardır. Çünkü gerçek anlamda istiva ile sadece yükselen-alçalan, doğrulan-eğrilen cisimler nitelenir.
Buradaki istiva ile bir mahal ve mekânı işgal etmek değil de “kudret ve saltanat bakımından hakim olmak” anlamı kastedilmiştir. Bu ifade, “Falanca kral krallığının tahtına kuruldu; buyruk-yasak kürsüsüne (‘Arş üzerine istiva etti.’ sözü, ‘Tahta oturdu, tahta geçti, tahta kuruldu.’ anlamında temsîli istiaredir. Allah Teâlâ’nın varlıkların bizzat yönetimini ve murakabesini elinde bulundurması hali, kralın tebaasını yönetmek üzere tahta geçip oturması durumu ile temsil edilmiştir.) malik oldu” anlamında ”Falanca kral, kraliyet tahtına oturdu/kuruldu” denmesi gibidir. (Allah Teâlâ’nın) -gerçekte üzerine oturacağı tahtı ve el ile işaret edilecek (şekilde maddi yapıda) yüksek bir yeri bulunmasa da -bu şekilde (arşı olmakla) nitelenmesi güzel olmuştur. (Şerîf er-Radî)
[O Rahman arşa istiva etmiştir.] Burada اسْتَوٰى [istiva etti] sözcüğünün akla gelen ilk anlamı oturmaktır. Ancak bu, İslam inancına zıttır. Çünkü oturma, Allah’ın cisim olmasını ve bir mekân edinmesini gerektirir. Bundan dolayı burada sözcüğün uzak anlamı kuşatmak, istila etmek kastedilmiştir. Ayette istiva sözcüğünden önce veya sonra, yakın ya da uzak anlamına delalet eden bir karîne (ipucu) zikredilmediği için burada tevriye-i mücerrede vardır. (Dr Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî’ İlmi ve Sanatları)
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ifadesinde tağlîb sanatı vardır. Yer gök ve ikisi arasındaki herşey anlamındadır.
Tedbir; güzel sonuçlar vermesi için işlerin sonuna ve akıbetine dikkatle bakmaktır. Burada tedbirden murad, en mükemmel veçhile takdir etmektir. Tedbir edilen işlerden murad göklerin, yerin ve arşın hükümranlığı ile bunların dışında değişik biçimlerde zat, sıfat, zaman ve vakit olarak sayısız münasebetler ve farklılıklar gösteren yönleriyle tedricen, azar azar, meydana gelen cüziyattır. Yani Allah (cc) kâinatı, bütün varlıkları, olabilecek her şeyi, takdir eder, gerek vücut gerekse beka olarak hepsinin sebeplerini, belli vakitlerini hazırlar ve üstün hikmetinin gereği en mükemmel şekilde düzenler. (Ebüssuûd)
Bu vasıfları Allah’a tatbik etmek, nefisleri için لا يَخْلُقُونَ شَيْئًا وهم يُخْلَقُونَ (Nahl Suresi, 20) ayetinde buyurulduğu gibi, bilmeyen ve yaratamayan putları ilâh sayan müşriklere cevap olarak tarizdir. (Âşûr)
مَا مِنْ شَف۪يعٍ اِلَّا مِنْ بَعْدِ اِذْنِه۪ۜ
اِنَّ ’nin üçüncü haberi olarak gelen bu cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir. Faide-i haber inkârî kelam olan menfi isim cümlesinde mübtedaya dahil olan مِنْ harfi zaiddir.
Cümlede haberin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. مِنْ بَعْدِ اِذْنِه۪ۜ , mahzuf habere müteallıktır.
Mübteda ve haber arasındaki kasr, kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve zaid harf sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
بَعْدِ اِذْنِه۪ izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olmaları بَعْدِ ve اِذْنِ kelimelerine şan ve şeref kazandırmıştır.
ثُمَّ - بَعْدِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُۜ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkarî kelamdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilene dikkat çekmek ve önemini vurgulamak içindir. Ayrıca tazim ve tecessüm ifade eder.
Müsnedin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük, mehabet ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
İsm-i işaret ve lafza-i celâl marife kelimelerdir. Hem müsnedin hem müsnedün ileyhin marife gelmesi kasr ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri Gâfir/64, s. 318)
İkinci haber olan رَبُّكُمْۚ , veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir. Bu izafette Rabb isminin muzâfı olduğu كُمْۚ zamiri şan ve şeref kazanmıştır.
Aralarında mürâât-ı nazîr sanatı bulunan رَبُّ ve اللّٰهُ isimlerinin zikri tecrîd sanatıdır.
Allah lafzı ile birlikte Rabb isminin de geçmesi; Rabbin sadece Allah olduğunu ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 1, s. 234)
Ayetin başında yer alan ذٰلِكُمُ şeklindeki işaret ismi yüce sıfatlarla mevsuf olan Allah Teâlâ’ya işaret eder. Uzak işaretinin kullanılması onun büyüklüğünü, yüceliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd, Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)
Hem Rabb hem Allah lafzı bir arada gelerek hem rububiyet hem de ulûhiyet özellikleri vurgulanmıştır.
Ayetin hem başında hem sonunda geçen رَبُّكُمْ ifadelerinde ve lafza-i celâlin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
فَاعْبُدُوهُ cümlesi takdiri …تنبهوا (Dikkat edin) olan istînâfa فَ ile atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اَفَلَا تَذَكَّرُونَ
İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle, mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, أغفلتم فلا تذكّرون (unuttunuz, hatırlamıyorsunuz) olabilir.
İnkârî istifham olan bu cümle, kınama ve azarlama manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Cümle muzari fiil sıygasında gelerek hudus, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Taaccüp ve azarlamak için gelmiş inkâri istifhamdır. Tezekkür sebeplerinin çokluğuna rağmen cehaletleri devam etmektedir. (Âşûr, Ebüssuûd)
Kur’an’daki fasılalar, kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan تَعَقُّل kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ gibi tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكُّر) geleceğe yol bulmaları (تَدَبُّر) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise تَفَقُّه kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)