Mushafta 10.sure, nüzul açısından 51. Suredir.
Elif-Lam-Ra ile başlayan ve arka arkaya gelen üç surenin ilkidir.
Yunus peygamberle birlikte 4 peygamberden daha bahsedilir. Peygamber ismi taşıyan surelerden biri. Yunus, Hud ve Yusuf sureleri arka arkaya gelir, hepsi peygamber ismi taşır, hepsi de elif-lam-ra ile başlamış ama bu başlangıç hiç birinde müstakil bir ayet değildir.
40,94,95 ve 96. âyetler Medine döneminde, diğerleri Mekke döneminde inmiştir.109 âyettir. Sûrede temel konu olarak Allah’ın rahmetinin gazabına üstünolduğu vurgulanmaktadır. Sûrede, Yûnus, Nûh ve Mûsâ peygamberlerile bunların kavimlerinin kıssalarına yer verilmektedir. Sûre, adını içindeki Yûnus kıssasından almıştır.بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
الٓـرٰ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ الْحَك۪يمِ
Kur’ân-ı Kerîm, fert ve toplum olarak insanların muhtaç bulunduğu birçok hüküm (irşad, tâlimat, tavsiye vb.) ihtiva etmektedir; getirdiklerinin ölçülü, yerinde ve faydalı olması da onun “hikmetli” niteliğini oluşturmaktadır.
Kur’an’ı vahyeden Allah, daha hiçbir âyet göndermeden kitabın içeriğini bildiği için, bilgisindeki kitaba işaret ederek “bu kitap…” diyebilir veya birkaç âyet geldikten sonra, o zamana kadar gelenlerle ondan sonra gelecek olanlara işaret ederek “bu kitap…” demiş olabilir. Her iki durumda da kitaptan maksat Kur’an’dır.
(Diyanet Tefsiri/)الٓـرٰ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ الْحَك۪يمِ
الٓـرٰ۠ hurûf-u mukattaa harfleridir.
İsim cümlesidir. İsmi işaret olan تِلْكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
اٰيَاتُ haber olup lafzen merfûdur. الْكِتَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الْحَك۪يمِ kelimesi الْكِتَابِ ’nin sıfatıdır.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ve mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْحَك۪يمِ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الٓـرٰ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ الْحَك۪يمِ
Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâaet-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. Hurûf-u mukattaa ile başlayan bütün sureler buna örnektir. Çünkü muhatabın dikkatini celbeder ve dinlemeye teşvik eder. (Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Tefsir alimleri surelerin başlarındaki bu harfler hakkında farklı görüşlere sahiptir. Âmir eş-Şâbi, Süfyan es-Sevri ve bir grup muhaddis şöyle demiştir: “Bunlar Allah'ın Kur’an-ı Kerim’de sakladığı bir sırdır. Yüce Allah’ın her bir kitabında böyle bir sırrı vardır. Bunlar, yüce Allah’ın bilgisini yalnızca kendisine sakladığı müteşabih ayetler arasında yer alırlar. Bunlar hakkında bir şey söylemek gerekmez. Biz bunlara iman eder ve Allah’tan geldikleri gibi okuruz.” (Kurtubî)
Aynı mukattaa harfleriyle başlayan surelerin aralarında mana veya konu açısından bir yakınlık vardır.
Surenin ilk ayeti ibtidaiyyedir.
Mübteda ve haberden müteşekkil ilk cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin uzak için kullanılan işaret ismiyle marife oluşu, işaret edilenin yani ayetlerin mertebesinin yüceliğini gösterir.
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiâre olur. Câmi; her ikisinde de “vücûdun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyan İlmi)
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemini vurgular ve ona tazim ifade eder. ذَ ٰلِكَ ve تِلْكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)
تِلْكَ [işte bunlar] işareti, surenin içerdiği bir kısım ayetler için olmalıdır. Bu takdirde işaret edilenler ayetlerin tamamı değil, bir kısım olması gerekir. Çünkü ayetlerin tamamı, surenin bizzat kendisidir. Onun için ayetlerin tamamına işaret edilmiş olsa bu ifadenin bir anlamı ve hikmeti kalmaz; kemal sıfatlarıyla methetme anlamı hasıl olmaz. (Ebüssuûd, Beyzâvî)
Kitaptan kasıt Kur’an’dır. O halde kitabın marife oluşu ahd içindir. Kitap cinsindeki kemâl manaya işaret etmesi de caizdir. (Âşûr)
اٰيَاتُ الْكِتَابِ الْحَك۪يمِ izafeti, hem muzâf hem de muzâfun ileyhin şanı içindir.
اٰيَاتُ الْكِتَابِ الْحَك۪يمِ mübtedanın haberidir. Müsnedin izafetle marife olması, az sözle çok anlam amacı taşımasının yanında işaret edilene tazim ifade eder. Sübut ifade eden bu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )
الْكِتَابِ الْحَك۪يمِ cümlesinde ism-i fail kalıbı, ism-i mef’ûl manasında kullanılmıştır. Yani kendisine bozukluk gelemeyen, yalan ve çelişki arız olmayan [sağlam kitap]
demektir. (Sâbûnî, Safvetu’t Tefâsîr)
Kitabın hikmetli olması; fail-mef’ûl alakasıyla mecazî isnattır.
Kur’an için sabit kemal sıfatların arasından الْحَك۪يمِ vasfının seçilmesi; الر تِلْكَ آياتُ الكِتابِ الحَكِيمِ sözünden sonra icazı, izhar açısından makama en münasibi olması dolayısıyladır. (Âşûr)اَكَانَ لِلنَّاسِ عَجَباً اَنْ اَوْحَيْنَٓا اِلٰى رَجُلٍ مِنْهُمْ اَنْ اَنْذِرِ النَّاسَ وَبَشِّرِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنَّ لَهُمْ قَدَمَ صِدْقٍ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ قَالَ الْكَافِرُونَ اِنَّ هٰذَا لَسَاحِرٌ مُب۪ينٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَكَانَ | mı geldi? |
|
2 | لِلنَّاسِ | insanlara |
|
3 | عَجَبًا | tuhaf |
|
4 | أَنْ |
|
|
5 | أَوْحَيْنَا | vahyetmemiz |
|
6 | إِلَىٰ |
|
|
7 | رَجُلٍ | bir adama |
|
8 | مِنْهُمْ | içlerinden |
|
9 | أَنْ | diye |
|
10 | أَنْذِرِ | uyarsın |
|
11 | النَّاسَ | insanları |
|
12 | وَبَشِّرِ | ve müjdelesin |
|
13 | الَّذِينَ | kimselere |
|
14 | امَنُوا | iman edenlere |
|
15 | أَنَّ | (ki) şüphesiz |
|
16 | لَهُمْ | onlar için vardır |
|
17 | قَدَمَ | makamı |
|
18 | صِدْقٍ | doğruluk |
|
19 | عِنْدَ | katında |
|
20 | رَبِّهِمْ | Rableri |
|
21 | قَالَ | dediler ki |
|
22 | الْكَافِرُونَ | kâfirler |
|
23 | إِنَّ | şüphesiz |
|
24 | هَٰذَا | bu |
|
25 | لَسَاحِرٌ | bir büyücüdür |
|
26 | مُبِينٌ | apaçık |
|
Dinin temelini Allah-kul ilişkisi oluşturur, bu ilişki önce inanmak, sonra da Allah’a ibadet ve itaat etmek suretiyle kurulur; dünyada dine uygun yaşamanın, Allah katında biriken ve korunan meyveleri de âhirette devşirilir. Âyet dinin bu temel ilkesini zikrederek “Allah’ın, insanlar içinden seçtiği bir kimseye, vahiy yoluyla, bu ilkeleri içeren bir din göndermesinde, bu dini, peygamberi aracılığıyla kullarına öğretmesinde niçin şaşılacak bir taraf bulunduğunu” soruyor, daha doğrusu buna şaşılmasını yadırgıyor. Vahiy tecrübesinden habersiz olan Arap müşriklerinin, kendisine vahiy gelene kadar aklına ve ahlâkına güvendikleri bir zatı büyücülükle suçlamalarını da şaşkınlıklarının bir örneği olarak gösteriyor.
“Allah katındaki değerli yer”den maksat, itaatkâr kulların dünyadaki amellerine uygun derecedir, Allah’a mânevî yakınlıktır, çeşitli ödüllerdir. Bir başka âyette bu ödül “doğruluğun hâkim olduğu bir ortamda, hoşnut olunacak güzel bir yerde, dost meclisinde, boş sözler konuşulmayan, günah işlenmeyen, hak ve hakikat meclisinde” bulunma mânasında olmak üzere “mak‘ad-i sıdk” şeklinde ifade edilmiştir (Kamer 54/55).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 81
Resûl-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurdu:” Biz müslumanlar Yahudi ve hıristiyanlara göre dünyaya en sonra gelen, ama kıyamet gününde fazîlet bakımından en başa geçecek olanlarız. “
( Buhâri, Vudû ‘ 68 , Cum’a 1,12, Eymân 1; Müslim, Cum’a 19-21).
اَكَانَ لِلنَّاسِ عَجَباً اَنْ اَوْحَيْنَٓا اِلٰى رَجُلٍ مِنْهُمْ
Hemze, istifham harfidir. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
لِلنَّاسِ car mecruru عَجَباً ’in mahzuf haline müteallıktır.
عَجَباً kelimesi كَانَ ’nin mukaddem haberi olup lafzen mansubtur
اَنْ ve masdar-ı müevvel, كَانَ ’nin muahhar ism-i olarak mahallen merfûdur.
اَوْحَيْنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَٓا fail olarak mahallen merfûdur.
اِلٰى رَجُلٍ car mecruru اَوْحَيْنَٓا fiiline müteallıktır. مِنْهُمْ car mecruru رَجُلٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.
اَنْ اَنْذِرِ النَّاسَ وَبَشِّرِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنَّ لَهُمْ قَدَمَ صِدْقٍ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ
اَنْ tefsiriyye harfidir. اَنْذِرِ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
النَّاسَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. بَشِّرِ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsmi mevsûlun sılası اٰمَنُٓوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel mahzuf ب harf-i ceriyle birlikte بَشِّرِ fiiline müteallıktır.
لَهُمْ car mecruru انَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
قَدَمَ kelimesi اَنَّ ’nin muahhar ismi olup lafzen mansubtur. صِدْقٍ muzafun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
عِنْدَ mekân zarfı, قَدَمَ صِدْقٍ ’ın mahzuf sıfatına müteallıktır. رَبِّهِمْ muzafun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Muttasıl zamiri هِمْ muzafun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَالَ الْكَافِرُونَ اِنَّ هٰذَا لَسَاحِرٌ مُب۪ينٌ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. الْكَافِرُونَ fail olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
Mekulü’l-kavli, اِنَّ هٰذَا لَسَاحِرٌ مُب۪ينٌ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هٰذَا işaret ismi اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. سَاحِرٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
مُب۪ينٌ kelimesi ise سَاحِرٌ ’un sıfatıdır. Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sıfatlar:
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsufuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:
Not: Gayr-ı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle Olan Sıfatlar:
Üçe ayrılır:
1. İsim cümlesi olan sıfatlar,
2. Fiil cümlesi olan sıfatlar,
3. Şibh-i cümle olan sıfatlar.
Burada مُب۪ينٌ kelimesi hakiki ve müfred sıfat olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَاحِرٌ kelimesi sülâsî mücerred olan سحر fiilinin ism-i failidir.
مُب۪ينٌ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
الْكَافِرُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan كفر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail, eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَكَانَ لِلنَّاسِ عَجَباً اَنْ اَوْحَيْنَٓا اِلٰى رَجُلٍ مِنْهُمْ
Ayet istînâfi beyâniyye olarak fasılla gelmiştir. (Âşûr)
Hemze inkârî manadadır.
Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kınama ve azarlama kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır. Çünkü mütekellim Allah Teâlâ’dır.
Soru inkâridir. Gerçek soru anlamından çıkıp taaccüp ve ret manasına gelmiştir. Mecaz-ı mürsel mürekkebtir. (Beyzâvî, Âşûr)
كَانَ ’nin dahil olduğu bu isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.
Ayette insanlardan murad, Mekke kâfirleridir. Onların bu şaşmalarının sebebi, küfürleridir. Böyle olduğu halde kâfirler değil de insanlar olarak ifade edilmesi, Resulullah (sav) ile aralarındaki ortak vasfı tespit etmek, kendi iddialarına göre taaccüp sebebini belirlemek, sonra inkâr ve taaccüplerini belirterek onların hatalarını ve iddialarının batıl olduğunu açıklamak içindir. (Ebüssuûd, Âşûr)
كَانَ , لِلنَّاسِ عَجَباً ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. Masdar harfi انَ ve akabindeki اَوْحَيْنَٓا اِلٰى رَجُلٍ مِنْهُمْ cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Faide-i haber ibtidaî kelam olan masdar-ı müevvel, كَانَ ’nin muahhar ismidir.
رَجُلٍ kelimesindeki nekrelik teşrif ve tazim içindir.
اَنْ اَنْذِرِ النَّاسَ وَبَشِّرِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنَّ لَهُمْ قَدَمَ صِدْقٍ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ
Fasılla gelen cümlede اَنْ , tefsiriyyedir. (Âşûr) Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Aynı üsluptaki …وَبَشِّرِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا cümlesi, hükümde ortaklık sebebiyle makabline atfedilmiştir.
بَشِّرِ fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsul الَّذ۪ينَ ’nin sılası اٰمَنُٓوا , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir..
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu اَنَّ لَهُمْ قَدَمَ صِدْقٍ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ cümlesinde, takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.
اَنَّ , لَهُمْ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. اَنَّ , قَدَمَ صِدْقٍ ’nin muahhar ismidir. Faide-i haber inkârî kelam olan bu isim cümlesi masdar tevilinde, takdir edilen بَ harfiyle birlikte بَشِّرِ fiiline müteallıktır.
عِنْدَ رَبِّهِمْ izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olması هِمْۜ zamirine, Rabb ismine muzâf olması عِنْدَ ’ye şan ve şeref kazandırmıştır.
اَوْحَيْنَٓا ve رَبِّهِمْۜ kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâğatı İltifat Sanatı)
Vahyedilen kişi; uyarıcı ve müjdeleyici olarak iki vasıfla açıklanmıştır. Taksim sanatı vardır.
بَشِّرِ ve اَنْذِرِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
اَنْذِرِ النَّاسَ cümlesiyle وَبَشِّرِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
قَدَمَ صِدْقٍ iman sebebiyle ulaşılan yüksek derece ve âli menzil anlamındadır. Bu; alet ismiyle temsil babıdır. يد kelimesiyle nimet kastedildiği gibi قَدَمَ kelimesiyle de öne geçmek, ilerlemek kastedilir. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)
قَدَمَ صِدْقٍ tabiri alet alakasıyla mecaz-ı mürseldir. (Kur’an Işığında Belağat Dersleri Beyan İlmi)
قَدَمَ kelimesinin صِدْقٍ kelimesine muzâf olması bunun gerçekleşeceğine ve bu makamın ancak doğru söz ve niyetle elde edileceğine dikkat çekmek içindir. Ayette, geçmenin ve ilerlemenin sebebi/aleti olan ayak zikredilip onun eseri olan geçmek kastedilmiştir. (Beyzâvî)
قَدَمَ صِدْقٍ (Sadakat payesi, doğruluk ayağı, doğruluk makamı)” ifadesi öncelik, üstünlük ve üstün konum anlamlarına gelir. Zira Allah’ın rızasını kazanmada emek, emekte ise ayağın rolü önceliklidir. Nimete el ve kulaç ismi verilmesi de bu kabildendir. Bu yaklaşım sözde erdemlerin anlamsızlığını, gayret ve hareketten yoksun iddiaların gerçek makamlar olmadığı vurgusuyla öne çıkmaktadır. (Zemahşerî, el-Keşşâf, II, 315; Fahreddin er-Râzî)
قَدَمَ kelimesi müsteardır. Çünkü buradaki kadem ile kastedilen, imanda birinci gelmek, ihlasta öne geçmektir. Bu anlamın قَدَمَ (ayak) lafzıyla ifade edilmesi son derece beliğdir. Çünkü yarışta birinci gelmek ve öne geçmek ancak ayak ile olduğundan öne geçme de قَدَمَ diye isimlendirilmiştir. Gerçi öne geçmek ayağın adımlarıyla olduğu gibi sona kalmakta onun adımıyla olur; ancak yine de burada onun en değerli hali ve üstün konumu (öne geçme) ile isimlenme yapılmıştır. Bu konuda bazıları şöyle demiştir: İnananların dünyadaki imanları ahirette önlerine gelecek hazırlıktır. Çünkü Arapçada قَدَمَ ’in anlamı, işini görmek üzere hazır olsun diye önüne koyup öncelik verdiğin şeydir. Bazıları da burda قَدَمَ ’in temsil ve teşbih (temsili istiare) yoluyla zikredildiğini söylemişlerdir. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)
قَالَ الْكَافِرُونَ اِنَّ هٰذَا لَسَاحِرٌ مُب۪ينٌ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidâi kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, mütekellimin, işaret edilene verdiği önemi belirtmesinin yanında tahkir ifade eder.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmesi sebebiyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına اِنَّ edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida, اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
مُب۪ينٌ , istimrar ifade eden ism-i fail kalıbındaki müsnedin sıfatıdır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Sıfat olarak kullanılan ism-i fail, isimleşse de zaman özelliğini kaybetmez. Mesela, المدرس kelimesi ders veren anlamında bir sıfat fiildir. Bu kelime hoca anlamında kullanılsa da hocaya hoca adı ders vermesinden dolayı verildiğinden, sıfat fiil ve zaman özelliği devam eder ve muzari fiil anlamında kullanılır. İsm-i fail âdet/örf, hikmet ve ilmî kurallar gibi konularda kullanıldığında, zaman özelliği taşımaz. (Yrd. Doç. Dr. M. Akif Özdoğan, KSÜ. İlahiyat Fakültesi Dergisi 10 (2007), s. 55-90, Arapçada İsm-i Fail ve İşlevleri)
[Kâfirlerin, bu apaçık bir sihirbazdır] demeleri, Hz. Peygamberde olağanüstü durumlar gördükleri ve bunları anlamada acze düştükleri anlamına da gelir. Bu üslup bir mana için gelen kelamın içine başka bir mana daha ilave etmek olarak tanımlanan idmâc sanatıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Kâfirlerin, Kur'an-ı Kerim'i “sihir” diye nitelemeleri, onlar katında, Kur'an-ı Kerim'in değerinin büyüklüğüne, onun bir mucize olduğuna ve onların buna karşı durmalarının, muarazada bulunmalarının imkânsız olduğuna delalet eder. İşte bundan dolayı onlar bu sözü söyleme ihtiyacını duymuşlardır. (Fahreddin er-Râzî)
اٰمَنُٓوا - الْكَافِرُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab vardır.
اِنَّ رَبَّكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ يُدَبِّرُ الْاَمْرَۜ مَا مِنْ شَف۪يعٍ اِلَّا مِنْ بَعْدِ اِذْنِه۪ۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُۜ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | رَبَّكُمُ | sizin Rabbiniz |
|
3 | اللَّهُ | Allah’tır |
|
4 | الَّذِي | ki |
|
5 | خَلَقَ | yarattı |
|
6 | السَّمَاوَاتِ | gökleri |
|
7 | وَالْأَرْضَ | ve yeri |
|
8 | فِي |
|
|
9 | سِتَّةِ | altı |
|
10 | أَيَّامٍ | günde |
|
11 | ثُمَّ | sonra |
|
12 | اسْتَوَىٰ | kuşattı |
|
13 | عَلَى |
|
|
14 | الْعَرْشِ | Arş’ı |
|
15 | يُدَبِّرُ | düzene koydu |
|
16 | الْأَمْرَ | işleri |
|
17 | مَا | yoktur |
|
18 | مِنْ | kimse |
|
19 | شَفِيعٍ | şefaat edecek |
|
20 | إِلَّا | dışında |
|
21 | مِنْ |
|
|
22 | بَعْدِ |
|
|
23 | إِذْنِهِ | O’nun izni |
|
24 | ذَٰلِكُمُ | işte budur |
|
25 | اللَّهُ | Allah |
|
26 | رَبُّكُمْ | Rabbiniz olan |
|
27 | فَاعْبُدُوهُ | O’na kulluk edin |
|
28 | أَفَلَا |
|
|
29 | تَذَكَّرُونَ | Düşünüp öğüt almaz mısınız? |
|
Bu kümede yer alan dört âyet tevhid ilkesiyle ilgili önemli açıklama ve kanıtlar ihtiva etmektedir. Müşrikler, Allah hakkında bilgi sahibi olmadıkları halde O’nunla ilgili değerlendirmeler yapıp, fiil ve iradesine tanım ve sınırlar getiriyorlardı. Bu çerçevede onlar putlar edinmişler, bunlara Allah katında kendileri için şefaatçi olma işlevi yüklemişler ve O’nun bir insana vahiy göndermesini de yadırgamışlardı. Böyle bir inancın, tavır ve düzenlemenin tutarlı olabilmesi için Allah’ın niteliklerini ve muradını bilmeye ihtiyaç vardır. Allah bu âyette, putperestleri düşündürmek ve yanlış yoldan dönmelerine yardımcı olmak için kendi fiil ve sıfatlarından bahsediyor, sonra da “kendi izin vermedikçe nezdinde kimsenin şefaatçi olamayacağı” gerçeğini açıklıyor. Putperestlerin inancının mâkul bir dayanağı olabilmesi için, “Allah’ın, putlarına şefaat yetkisi verdiği” bilgisine sahip olmaları gerekir, âyet böyle bir salâhiyetin söz konusu olmadığını ifade ederek putperestliğin önemli bir dayanağını ortadan kaldırmış oluyor. Şefaatle ilgili âyetlerin tefsirinde (bk. Bakara 2/255) ifade edildiği üzere Allah âhirette, diğer peygamberler ve özellikle Hz. Peygamber olmak üzere bazı kullarına şefaat izni verecektir, ancak bu kulların en önemli özellikleri put veya yedek tanrılar değil, Allah’ın kulu olmaları, O’na iman ve itaat etmiş bulunmalarıdır.
Altı günde yaratma ve arşa hâkim olma konusu daha önce geçen ilgili âyetlerde açıklanmıştır (bk. A‘râf 7/54).
Allah’ın kendini “her işi yöneten” şeklinde nitelemesi, tarihî olarak müşriklere ve bazı düşünce sistemlerine cevap teşkil etmektedir. Allah her işi yönettiğine göre, belli işler için başka tanrılar edinmeye gerek yoktur. Ayrıca Allah, yarattıktan sonra varlıklarla ilgisini kesmediğine, bütün yaratılmışları çerçeveleyen arşa hâkim olduğuna, her an yarattığına ve her işi yönettiğine göre “Tanrı yarattıktan sonra varlıklarla ilgisini kesmiş, haşa istirahata çekilmiştir” diyen din ve felsefelerin düşünceleri isabetli değildir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 83-84
اِنَّ رَبَّكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
رَبَّكُمُ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olarak lafzen mansubtur. Muttasıl zamir كُمُ muzafun ileyh olup mahallen mecrurdur.
اللّٰهُ lafza-i celâli, اِنَّ ’nin haberi olarak lafzen merfudur.
Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي , lafza-i celâlinin sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası خَلَقَ السَّمٰوَاتِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
خَلَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. السَّمٰوَاتِ mef’ûlun bih olup cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
الْاَرْضَ kelimesi atıf harfi و ’la السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur.
ف۪ي سِتَّةِ car mecruru خَلَقَ fiiline müteallıktır. اَيَّامٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Burada önceki ayetteki gaib zamirden muhatap zamirine iltifat yapılmıştır. Konunun önemi ve kendi üzerimize alınarak üzerinde düşünmemiz için olabilir.
ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ يُدَبِّرُ الْاَمْرَۜ
Fiil cümlesidir. ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اسْتَوٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ‘dir.
عَلَى الْعَرْشِ car mecruru اسْتَوٰى fiiline müteallıktır.
يُدَبِّرُ الْاَمْرَ cümlesi اِنَّ ‘nin ikinci haberi olarak mahallen merfûdur.
يُدَبِّرُ merfû muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. الْاَمْرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
اسْتَوٰى fiili, sülasi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftiâl babındandır. Sülâsîsi سوي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
يُدَبِّرُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi دبر ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
مَا مِنْ شَف۪يعٍ اِلَّا مِنْ بَعْدِ اِذْنِه۪ۜ
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. مِنْ zaiddir. شَف۪يعٍ lafzen mecrur, mübteda olarak mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. مِنْ بَعْدِ car mecruru mahzuf mübtedanın haberine müteallıktır.
اِذْنِه۪ muzafun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir ه۪ muzafun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُۜ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكُمْ , mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
اللّٰهُ lafza-i celâli, haber olup lafzen merfûdur. رَبُّكُمْ lafza-i celâlden bedeldir.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن أقررتم بألهوهيّته فاعبدوه (Eğer O’nun ulûhiyetini kabul ettiyseniz O’na ibadet edin.) şeklindedir.
اعْبُدُوهُ fiili ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَفَلَا تَذَكَّرُونَ
Hemze istifham edatıdır. فَ atıf harfidir. لا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
تَذَكَّرُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
تَذَكَّرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ذكر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
اِنَّ رَبَّكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ يُدَبِّرُ الْاَمْرَۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Bundan önce kâfirlerin akıbetleri açıklanmıştı. Şimdi burada kâinatın yaratılışının başlangıcı anlatılıyor.
Sizi yaratan Allah bütün ulvî (yukarı) ve süfli (aşağı) cisimleri altı günde, altı vakitte veya altı güne eşit bir zamanda yarattı.
İnsan örfüne göre gün, güneşin doğuşundan batışına kadar geçen bir zamandır. Oysa yaradılış sırasında henüz gün yoktu.
Allah Teâlâ'nın, eşyayı defaten, bir anda yaratmaya muktedir bulunduğu halde tedricî olarak meydana getirmesi, bu yaratmanın ihtiyarî olduğuna delilidir. Bu durum akıl gözüyle bakanlar için ibret vericidir. İnsanlar da işlerini teenni ile yapmalıdır. (Ebüssuûd)
Müsnedin, bütün esma-i hüsnaya ve kemal sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
اِنَّ ’nin haberi رَبُّكُمْ , veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir. Bu izafette Rabb isminin muzâf olduğu كُمْۚ zamiri şan ve şeref kazanmıştır.
Aralarında mürâât-ı nazîr sanatı bulunan رَبُّ ve اللّٰهُ isimlerinin zikri tecrîd sanatıdır.
Allah lafzı ile birlikte Rabb isminin de geçmesi; Rabbin sadece Allah olduğunu ifade eder. Çünkü burada cümlenin iki rüknü de marife olarak gelmiş ve kasr üslubu oluşmuştur.
Lafza-i celâl için sıfat konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ’nin sılası olan خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Sıfat, tabi olduğu mevsufun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Gökler için السَّمٰوَاتِ şeklinde çoğul kullanılması, göklerin, tabiatları, eserleri ve hükümleri birbirlerinden farklı cisimler oldukları içindir. (Ebüssuûd)
Tertip ve terahi ifade eden ثُمَّ ile sıla cümlesine atfedilen ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِنَّ ’nin ikinci haberi olan يُدَبِّرُ الْاَمْرَ müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ ibaresinde istiare vardır. Çünkü gerçek anlamda istiva ile sadece yükselen-alçalan, doğrulan-eğrilen cisimler nitelenir.
Buradaki istiva ile bir mahal ve mekânı işgal etmek değil de “kudret ve saltanat bakımından hakim olmak” anlamı kastedilmiştir. Bu ifade, “Falanca kral krallığının tahtına kuruldu; buyruk-yasak kürsüsüne (‘Arş üzerine istiva etti.’ sözü, ‘Tahta oturdu, tahta geçti, tahta kuruldu.’ anlamında temsîli istiaredir. Allah Teâlâ’nın varlıkların bizzat yönetimini ve murakabesini elinde bulundurması hali, kralın tebaasını yönetmek üzere tahta geçip oturması durumu ile temsil edilmiştir.) malik oldu” anlamında ”Falanca kral, kraliyet tahtına oturdu/kuruldu” denmesi gibidir. (Allah Teâlâ’nın) -gerçekte üzerine oturacağı tahtı ve el ile işaret edilecek (şekilde maddi yapıda) yüksek bir yeri bulunmasa da -bu şekilde (arşı olmakla) nitelenmesi güzel olmuştur. (Şerîf er-Radî)
[O Rahman arşa istiva etmiştir.] Burada اسْتَوٰى [istiva etti] sözcüğünün akla gelen ilk anlamı oturmaktır. Ancak bu, İslam inancına zıttır. Çünkü oturma, Allah’ın cisim olmasını ve bir mekân edinmesini gerektirir. Bundan dolayı burada sözcüğün uzak anlamı kuşatmak, istila etmek kastedilmiştir. Ayette istiva sözcüğünden önce veya sonra, yakın ya da uzak anlamına delalet eden bir karîne (ipucu) zikredilmediği için burada tevriye-i mücerrede vardır. (Dr Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî’ İlmi ve Sanatları)
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ifadesinde tağlîb sanatı vardır. Yer gök ve ikisi arasındaki herşey anlamındadır.
Tedbir; güzel sonuçlar vermesi için işlerin sonuna ve akıbetine dikkatle bakmaktır. Burada tedbirden murad, en mükemmel veçhile takdir etmektir. Tedbir edilen işlerden murad göklerin, yerin ve arşın hükümranlığı ile bunların dışında değişik biçimlerde zat, sıfat, zaman ve vakit olarak sayısız münasebetler ve farklılıklar gösteren yönleriyle tedricen, azar azar, meydana gelen cüziyattır. Yani Allah (cc) kâinatı, bütün varlıkları, olabilecek her şeyi, takdir eder, gerek vücut gerekse beka olarak hepsinin sebeplerini, belli vakitlerini hazırlar ve üstün hikmetinin gereği en mükemmel şekilde düzenler. (Ebüssuûd)
Bu vasıfları Allah’a tatbik etmek, nefisleri için لا يَخْلُقُونَ شَيْئًا وهم يُخْلَقُونَ (Nahl Suresi, 20) ayetinde buyurulduğu gibi, bilmeyen ve yaratamayan putları ilâh sayan müşriklere cevap olarak tarizdir. (Âşûr)
مَا مِنْ شَف۪يعٍ اِلَّا مِنْ بَعْدِ اِذْنِه۪ۜ
اِنَّ ’nin üçüncü haberi olarak gelen bu cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir. Faide-i haber inkârî kelam olan menfi isim cümlesinde mübtedaya dahil olan مِنْ harfi zaiddir.
Cümlede haberin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. مِنْ بَعْدِ اِذْنِه۪ۜ , mahzuf habere müteallıktır.
Mübteda ve haber arasındaki kasr, kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve zaid harf sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
بَعْدِ اِذْنِه۪ izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olmaları بَعْدِ ve اِذْنِ kelimelerine şan ve şeref kazandırmıştır.
ثُمَّ - بَعْدِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُۜ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkarî kelamdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilene dikkat çekmek ve önemini vurgulamak içindir. Ayrıca tazim ve tecessüm ifade eder.
Müsnedin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük, mehabet ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
İsm-i işaret ve lafza-i celâl marife kelimelerdir. Hem müsnedin hem müsnedün ileyhin marife gelmesi kasr ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri Gâfir/64, s. 318)
İkinci haber olan رَبُّكُمْۚ , veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir. Bu izafette Rabb isminin muzâfı olduğu كُمْۚ zamiri şan ve şeref kazanmıştır.
Aralarında mürâât-ı nazîr sanatı bulunan رَبُّ ve اللّٰهُ isimlerinin zikri tecrîd sanatıdır.
Allah lafzı ile birlikte Rabb isminin de geçmesi; Rabbin sadece Allah olduğunu ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 1, s. 234)
Ayetin başında yer alan ذٰلِكُمُ şeklindeki işaret ismi yüce sıfatlarla mevsuf olan Allah Teâlâ’ya işaret eder. Uzak işaretinin kullanılması onun büyüklüğünü, yüceliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd, Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)
Hem Rabb hem Allah lafzı bir arada gelerek hem rububiyet hem de ulûhiyet özellikleri vurgulanmıştır.
Ayetin hem başında hem sonunda geçen رَبُّكُمْ ifadelerinde ve lafza-i celâlin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
فَاعْبُدُوهُ cümlesi takdiri …تنبهوا (Dikkat edin) olan istînâfa فَ ile atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اَفَلَا تَذَكَّرُونَ
İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle, mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, أغفلتم فلا تذكّرون (unuttunuz, hatırlamıyorsunuz) olabilir.
İnkârî istifham olan bu cümle, kınama ve azarlama manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Cümle muzari fiil sıygasında gelerek hudus, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Taaccüp ve azarlamak için gelmiş inkâri istifhamdır. Tezekkür sebeplerinin çokluğuna rağmen cehaletleri devam etmektedir. (Âşûr, Ebüssuûd)
Kur’an’daki fasılalar, kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan تَعَقُّل kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ gibi tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكُّر) geleceğe yol bulmaları (تَدَبُّر) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise تَفَقُّه kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
اِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ جَم۪يعاًۜ وَعْدَ اللّٰهِ حَقاًّۜ اِنَّهُ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ بِالْقِسْطِۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَهُمْ شَرَابٌ مِنْ حَم۪يمٍ وَعَذَابٌ اَل۪يمٌ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِلَيْهِ | O’nadır |
|
2 | مَرْجِعُكُمْ | dönüşü |
|
3 | جَمِيعًا | hepinizin |
|
4 | وَعْدَ | vaadi |
|
5 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
6 | حَقًّا | gerçektir |
|
7 | إِنَّهُ | O’dur |
|
8 | يَبْدَأُ | ilk kez başlatan |
|
9 | الْخَلْقَ | yaratmayı |
|
10 | ثُمَّ | sonra |
|
11 | يُعِيدُهُ | onu tekrarlayan |
|
12 | لِيَجْزِيَ | karşılıklarını vermek üzere |
|
13 | الَّذِينَ | kimselere |
|
14 | امَنُوا | iman eden(lere) |
|
15 | وَعَمِلُوا | ve ameller işleyen(lere) |
|
16 | الصَّالِحَاتِ | salih |
|
17 | بِالْقِسْطِ | adaletli bir şekilde |
|
18 | وَالَّذِينَ | ve kiimselere |
|
19 | كَفَرُوا | inkâr eden(lere) |
|
20 | لَهُمْ | vardır |
|
21 | شَرَابٌ | bir içecek |
|
22 | مِنْ | -dan |
|
23 | حَمِيمٍ | kaynar su- |
|
24 | وَعَذَابٌ | ve bir azap |
|
25 | أَلِيمٌ | acıklı |
|
26 | بِمَا | dolayı |
|
27 | كَانُوا | olmalarından |
|
28 | يَكْفُرُونَ | inkâr ediyor(lar) |
|
İnsanlar yok iken Allah onları yaratmış ve onlara imtihan dünyasında hür iradeyle yaşama, iyi veya kötü olma gibi imkânlar vermiştir. O dileseydi imtihanın sonucu da dünyada açıklanır, her kişi ettiğini blur, ektiğini biçerdi. Allah’ın muradı böyle olmamış, hem insanlar ve hem dünya için bir ömür biçilmiştir, vakti geldiğinde insanlar ölecek, kıyamet kopacak, dünya hayatı son bulacaktır. Allah, ölenlere yeniden hayat verecek, yok olanları yeniden yaratacak, geri aldığı varlığı ve hayatı iade edecektir. Dünyada geçirilen imtihanın sonucunu bu ikinci ve ebedî âlemde açıklayacak, verdiği imkân ve nimetlerin hesabını soracak; iman edip iyi işler yapanların ödüllerini, adaletle yani haksızlığa uğratılmadan verecek; inkârcıları ise hak ettikleri şekilde cezalandıracaktır.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 84
اِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ جَم۪يعاًۜ وَعْدَ اللّٰهِ حَقاًّۜ
اِلَيْهِ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
مَرْجِعُكُمْ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَم۪يعاً kelimesi hitap zamirinin hali olup lafzen mansubtur. وَعْدَ mahzuf bir fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Takdiri; وعد (vadetti.) şeklindedir.
اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
حَقًّا kelimesi mahzuf حق fiilinin mef’ûlu mutlakı olup lafzen mansubtur.
اِنَّهُ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ بِالْقِسْطِۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هُ muttasıl zamiri اِنَّ’ nin ismi olarak mahallen mansubtur. يَبْدَؤُا fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَبْدَؤُا merfu muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. الْخَلْقَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. يُع۪يدُهُ merfu muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir ه mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
لِ harfi, يَجْزِيَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harfi ile birlikte يُع۪يدُهُ fiiline müteallıktır.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذين , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsi mevsûlun sılası اٰمَنُٓوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir.
عَمِلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الصَّالِحَاتِ mef’ûlun bih olup cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
بِالْقِسْطِ car mecruru يَجْزِيَ fiiline müteallıktır.
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَهُمْ شَرَابٌ مِنْ حَم۪يمٍ وَعَذَابٌ اَل۪يمٌ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ
وَ istînâfiyyedir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
لَهُمْ شَرَابٌ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. شَرَابٌ muahhar mübtedadır.
مِنْ حَم۪يمٍ car mecruru شَرَابٌ ’un mahzuf sıfatına müteallıktır.
عَذَابٌ atıf harfi وَ ’la شَرَابٌ ’e matuftur. اَل۪يمٌ kelimesi عَذَابٌ ’un sıfatıdır.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ve mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا ve masdar-ı müevvel, بِ harf-i ceriyle birlikte عَذَابٌ ‘e müteallıktır.
كَانُوا nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nin ismi, cemi müzekker olan وا , muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.
يَكْفُرُونَ۟ fiili كَانُوا ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.
يَكْفُرُونَ۟ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.اِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ جَم۪يعاًۜ وَعْدَ اللّٰهِ حَقاًّۜ
Ayet, fasılla gelmiş müstenefedir.
Sübut ifade eden isim cümlesinde, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. اِلَيْهِ, mahzuf mukaddem habere müteallıktır. مَرْجِعُكُمْ muahhar mübtedadır.
Bu takdim kasr ifade eder. Müsnedün ileyh yani ‘’sizin geri dönüşünüz’’ sadece müsnede tahsis edilmiştir. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. (Âşûr)
Cümle faide-i haber inkârî kelamdır. جَم۪يعاًۜ da bu manayı tekid etmiştir.
مَرْجِعُكُمْ ,جَم۪يعًا ’daki muhatap zamirinden haldir. Hal, anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.
Tekid hükmündeki cümle fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. وَعْدَ , mahzuf bir fiilin mef’ûlü mutlakıdır. Takdiri, وعد (vadetti)’dir. Mahzufla birlikte cümle faide-i haber talebî kelamdır.
حَقًّا da mahzuf حَقًّ fiilinin mef’ûlü mutlakıdır. Mahzufla birlikte beyanî istînâf olan fiil cümlesidir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
وَعْدَ kelimesinin Allah lafzına izafesi, şeref ve itibarının yüksekliğini gösterir.
وَعْدَ اللّٰهِ حَقاًّ [Allah'ın vaadi haktır.] ifadesi, dönüşten muradın, ölümden sonraki diriliş (ba's) ve Allah'a dönüş olduğuna delildir. (Ebüssuûd)
اِنَّهُ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ بِالْقِسْطِۜ
Ta’liliyye olan cümle fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan …يُع۪يدُهُ لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ cümlesi, اِنَّ ‘nin haberine ثُمَّ ile atfedilmiştir.
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِيَجْزِيَ cümlesi, mecrur mahalde يُع۪يدُهُ fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لِيَجْزِيَ fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan اٰمَنُوا , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Aynı üslupla gelen وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ بِالْقِسْطِۜ cümlesi sılaya matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
بِالْقِسْطِ kelimesindeki بِ , ceza fiilinin tadiyesi ve karşılık manasını ifade etmesi için uygundur. قِسْطِۜ , adalet demektir. İki şeyin bir sıfata eşit şekilde sahip olması ve bunlara verilen cezanın eşitliğini ifade eder.
Özet olarak burada بِ harfi; iman edip ameli salih yapanların halini tazimle beraber, amellerin salih oluşuna denk bir mükâfatın olduğuna işaret eder. (Âşûr)
يَبْدَؤُا - يُع۪يدُهُ ve يَبْدَؤُا - الْخَلْقَ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَهُمْ شَرَابٌ مِنْ حَم۪يمٍ وَعَذَابٌ اَل۪يمٌ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ
وَ istînâfiyyedir.
Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ifade eden isim cümlesidir.
Mübteda konumundaki has ism-i mevsul الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan كَفَرُوا , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
لَهُمْ شَرَابٌ cümlesi الَّذ۪ينَ ’nin haberidir. İsim cümlesi formunda gelen haberde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
Muahhar mübteda olan شَرَابٌ ’daki ve ona matuf olan عَذَابٌ ’daki tenvin nev, tazim ve teksir ifade eder.
عَذَابٌ - شَرَابٌ ve حَم۪يمٍ - اَل۪يمٌ kelime grupları arasında muvazene vardır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl عَذَابٌ , مَا ‘a müteallıktır. Sılası كَانُوا يَكْفُرُونَ۟ cümlesi, كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı: 41)
كَفَرُوا - اٰمَنُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
يَكْفُرُونَ - كَفَرُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الَّذ۪ينَ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.هُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ الشَّمْسَ ضِيَٓاءً وَالْقَمَرَ نُوراً وَقَدَّرَهُ مَنَازِلَ لِتَعْلَمُوا عَدَدَ السِّن۪ينَ وَالْحِسَابَۜ مَا خَلَقَ اللّٰهُ ذٰلِكَ اِلَّا بِالْحَقِّۜ يُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | هُوَ | O’dur |
|
2 | الَّذِي |
|
|
3 | جَعَلَ | yapan |
|
4 | الشَّمْسَ | güneşi |
|
5 | ضِيَاءً | bir ışık |
|
6 | وَالْقَمَرَ | ve ayı |
|
7 | نُورًا | bir nur |
|
8 | وَقَدَّرَهُ | ve düzenleyen |
|
9 | مَنَازِلَ | belli menzillere göre |
|
10 | لِتَعْلَمُوا | bilmeniz için |
|
11 | عَدَدَ | sayısını |
|
12 | السِّنِينَ | yılların |
|
13 | وَالْحِسَابَ | ve hesabını |
|
14 | مَا |
|
|
15 | خَلَقَ | yaratmamıştır |
|
16 | اللَّهُ | Allah |
|
17 | ذَٰلِكَ | bütün bunları |
|
18 | إِلَّا | dışında |
|
19 | بِالْحَقِّ | hak olmak |
|
20 | يُفَصِّلُ | etraflıca açıklıyor |
|
21 | الْايَاتِ | ayetlerini |
|
22 | لِقَوْمٍ | bir topluluk için |
|
23 | يَعْلَمُونَ | bilen |
|
Meâldeki “aydınlatıcı” kelimesinin metindeki karşılığı zıyâ, “aydınlık”ın karşılığı ise nurdur. Sözlük mânası bakımından zıyâ “güçlü ışık”, nur ise “güçlü olsun olmasın ışık” demektir. Bilimsel araştırmalar güneşin ışığının kendinden olduğunu, ayın –güneşe nisbetle zayıf olan, gece gerektiği kadar aydınlık veren, ama istirahati de engellemeyen– ışık ve aydınlığının ise güneşten geldiğini ve aydan yansıdığını ortaya koymuştur.
Dünya kendi etrafında günde bir, güneş etrafında ise yılda bir defa dönmektedir. Günlük dönüş gece ile gündüzü, yıllık dönüş ve eğim ise mevsimleri oluşturmaktadır. Ay, yörünge düzlemine oranla 83 derece 30 dakikalık eğime sahip bir eksen etrafında döner. Dönüş süresi, ayın yer etrafındaki dolanım süresine eşittir. Yerin, ay üzerindeki çekim etkisinin sebep olduğu gelgit olayı bu eşitliği sağlamıştır. Bu sebeple ayın yeryüzünden daima aynı yüzü gözlenir. Ayın yer etrafındaki dönüşü 27 gün7 saat 43 dakika 25 saniyedir; fakat yerin, güneşin çevresinde dönmesi sebebiyle bu hareketini 29 gün 12 saat 44 dakika 3 saniyede tamamlar. Ay, güneş ve dünyanın birbirine nisbetle açısal durumu, konumu ve ışık etkisi sebebiyle biz ayı, o değişmediği halde her gece ayrı bir yerden doğarken ve farklı şekillerde görürüz. Ayın gökyüzündeki hareketi için, her biri bir günlük yola tekabül etmek üzere 13’er derecelik yaylardan oluşan 28 menzil tesbit edilmiş ve bu kavram, ayın safhalarını tanımlamak için kullanılmıştır. Menzilin sözlük mânası “inilecek yer ve durak”tır (ay ve güneş hakkında bilgi için bk. Mahmut Kaya-Muammer Dizer, “Ay”, DİA, IV, 182-186; Celal Yeniçeri-Yavuz Unat, “Güneş”, DİA, XIV, 288-294; ayrıca bk. Yâsîn 36/38-40). Güneş ve ayın doğup batması, ayın menzil ve şekil değiştirerek görünmesi insanların takvim yapmalarını, gün, ay ve yıl hesapları yapabilmelerini, işlerini plan ve programa bağlayabilmelerini mümkün kılmıştır. Sahip oldukları zihnî melekelerini doğru kullanabilenler, varlığın ve hayatın anlamını derinden kavramaya çalışanlar; gerçek, kararlı ve iyi niyetli arayış içinde olanlar için Allah’a imana götüren deliller, işaretler ve imanı güçlendiren kanıtlar vardır. Bilimin her keşfi, her buluşu âlemdeki ilâhî sanatı, incelikleri, güzellikleri gittikçe daha açık ve detaylı olarak, gören gözlerin önüne sermektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 84-85
هُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ الشَّمْسَ ضِيَٓاءً وَالْقَمَرَ نُوراً وَقَدَّرَهُ مَنَازِلَ
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası جَعَلَ الشَّمْسَ ضِيَٓاءً ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. الشَّمْسَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
ضِيَٓاءً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri; ذات ضياء şeklindedir.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek
2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek.
Bu ayette bir halden başka bir hale geçmek manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْقَمَرَ نُوراً cümlesi atıf harfi وَا ’la makabline matuftur.
وَ atıf harfidir. قَدَّرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مَنَازِلَ mekân zarfı, قَدَّرَهُ fiiline müteallıktır.
لِتَعْلَمُوا عَدَدَ السِّن۪ينَ وَالْحِسَابَۜ
لِ harfi, تَعْلَمُٓوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara
çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte قَدَّرَ fiiline müteallıktır.
تَعْلَمُٓوا fiili ن ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَدَدَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. السِّن۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْحِسَابَ kelimesi atıf harfi وَ ’la عَدَدَ ’ye matuftur.
مَا خَلَقَ اللّٰهُ ذٰلِكَ اِلَّا بِالْحَقِّۜ
Fiil cümlesidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. خَلَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir.
اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. İşaret ismi ذٰلِكَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
اِلَّا hasr edatıdır. بِالْحَقّ car mecruru lafza-i celâlin mahzuf haline müteallıktır.
يُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
Fiil cümlesidir. يُفَصِّلُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
الْاٰيَاتِ mef’ûlun bih olup cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
لِقَوْمٍ car mecruru يُفَصِّلُ fiiline müteallıktır.
يُفَصِّلُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi فصل ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
يَعْلَمُونَ fiili قَوْمٍ kelimesinin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَعْلَمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat,
2. Sebebi sıfat.
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar,
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sıfatlar:
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik-nekrelik ve îrab bakımından uyar:
Not: Gayr-ı âkil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar üçe ayrılır:
1. İsim cümlesi olan sıfatlar,
2. Fiil cümlesi olan sıfatlar,
3. Şibh-i cümle olan sıfatlar. Burada sıfat, fiil cümlesi şeklinde gelmiştir.
هُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ الشَّمْسَ ضِيَٓاءً وَالْقَمَرَ نُوراً وَقَدَّرَهُ مَنَازِلَ لِتَعْلَمُوا عَدَدَ السِّن۪ينَ وَالْحِسَابَۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması, tazim kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir.
Cümle kasrla tekid edilmiştir. İki taraf yani mübteda ve haber marife olduğu için kasr ifade eder. Kasr-ı sıfat ale’l mevsuf babında hakiki kasrdır. (Âşûr, Enam Suresi, 2)
Haber konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ’nin sılası جَعَلَ الشَّمْسَ ضِيَٓاءً , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Aynı üslupta gelen …وَقَدَّرَهُ مَنَازِلَ لِتَعْلَمُوا cümlesi, sıla cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِتَعْلَمُوا cümlesi, mecrur mahalde قَدَّرَهُ fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
جَعَلَ الشَّمْسَ ضِيَٓاءً وَالْقَمَرَ نُوراً [Güneşi ziya, kameri ay kıldı.] cümlesinde teşbih-i mefruk vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Beyân İlmi)
جَعَلَ الشَّمْسَ ضِيَٓاءً وَالْقَمَرَ نُوراً [Güneşi ziya, ayı nur kıldık.] cümlesinde müteaddit şeyler zikredildikten sonra herbirine ait hallerin sayılması olarak tarif edilen taksim sanatı vardır.
الشَّمْسَ - الْقَمَرَ ve ضِيَٓاءً -نُوراً , ve جَعَلَ - خَلَقَ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
تَعْلَمُوا - يَعْلَمُونَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ضِيَٓاءً kelimesi kıyam gibi masdardır ya da ضواء kelimesinin çoğuludur. “Ayı da nur yaptı.” Nurlu yaptı ya da mübalağa için ona nur dedi. نُوراً , bilindiği gibi ضواء ’dan daha geneldir. Doğrudan olana ziya, dolaylı olana da nur denilir. (Beyzâvî)
وَقَدَّرَهُ ’daki zamir güneş ve ayın her birine veya sadece aya raci olabilir. Onu özel olarak zikretmesi hızlı hareket etmesinden ve menzillerinin gözle görülmesinden ve hükümlerin ona bağlanmasındandır. Bunun içindir ki illetini belirtmiş ve “yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için” buyurmuştur. (Beyzâvî)
مَا خَلَقَ اللّٰهُ ذٰلِكَ اِلَّا بِالْحَقِّۜ يُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Nefy harfi ve istisna edatıyla oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir.
Kasr, fail ile hal arasındadır. Fail, hale hasredilmiştir. Kasr-ı mevsûf ale’l- sıfattır. اللّٰهُ maksûr/mevsuf, بِالْحَقِّۜ ’nın müteallakı olan mahzuf hal, maksûrun aleyh/sıfattır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
İşaret ismi ذٰلِكَ ’de istiare vardır. ذٰلِكَ ile Allah Teâlâ’nın yaratmasına işaret edilmiştir. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücûdun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
الْحَقّ sözündeki بِ mülabese içindir. Hak burada batılın mukabilidir. Hikmet ve fayda anlamındadır. (Âşûr)
خَلَقَكُمْ - جَعَلَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
جَعَلَ الشَّمْسَ ve اللّٰهُ arasında izmar ve izhar şeklinde güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı) Yani Allah Teâlâ’dan bir kere هُوَ şeklinde gizli zamir, bir kere de Allah ismiyle bahsedilmiştir.
Lafza-i celâlden hal olan يُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ cümlesi, fasılla gelmiş hal-i müekkededir. Muzari fiille gelerek teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.
Cümle müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayetin sonundaki muzari fiil sıygasındaki يَعْلَمُونَ cümlesi, لِقَوْمٍ için sıfattır. Sıfatlar ıtnâb babındandır.
قَوْمٍ ’deki tenvin nev ve tazim ifade eder.
اِنَّ فِي اخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَمَا خَلَقَ اللّٰهُ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَّقُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | فِي |
|
|
3 | اخْتِلَافِ | ardarda gelmesinde |
|
4 | اللَّيْلِ | gece |
|
5 | وَالنَّهَارِ | ve gündüzün |
|
6 | وَمَا |
|
|
7 | خَلَقَ | yarattıklarında |
|
8 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
9 | فِي |
|
|
10 | السَّمَاوَاتِ | göklerde |
|
11 | وَالْأَرْضِ | ve yerde |
|
12 | لَايَاتٍ | ayetler vardır |
|
13 | لِقَوْمٍ | bir topluluk için |
|
14 | يَتَّقُونَ | sakınan |
|
اِنَّ فِي اخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَمَا خَلَقَ اللّٰهُ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَّقُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
فِي اخْتِلَافِ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. الَّيْلِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
النَّهَارِ kelimesi الَّيْلِ ’ye matuftur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , atıf harfi وَ ’la اخْتِلَافِ ’ye matuf olup mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası خَلَقَ اللّٰهُ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
خَلَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
فِي السَّمٰوَاتِ car mecruru خَلَقَ fiiline müteallıktır. الْاَرْضِ kelimesi السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
اٰيَاتٍ kelimesi إِنَّ ’nin muahhar ismidir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
لِقَوْمٍ car mecruru اٰيَاتٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.
يَتَّقُونَ fiili قَوْمٍ kelimesinin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ve mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَتَّقُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يَتَّقُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındadır. Sülâsîsi وقي ’dır.
Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
اِنَّ فِي اخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَمَا خَلَقَ اللّٰهُ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَّقُونَ
Ayet fasılla gelmiş müstenefedir. اِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. اِنَّ , فِي اخْتِلَافِ الَّيْلِ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
Bu çıkarımın اِنَّ harfiyle tekid edilmesi; bu delillerle tevhide girmeyen muhataplar, ilmin gereğine aykırı olarak bu ayetlerin vahdaniyet delili olduğunu inkâr edenler menziline konduğu içindir. (Âşûr)
Lam-ı muzahlakanın dahil olduğu لَاٰيَاتٍ ise اِنَّ ’nin muahhar ismidir. İki unsurla tekid edilen, sübut ifade eden cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ’nin ismi olan لَاٰيَاتٍ ’deki tenvin tazim ve nev ifade eder.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl فِي اخْتِلَافِ , مَا ’ye matuftur. Sılası خَلَقَ اللّٰهُ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
ف۪ي خَلْقِ [Yaratılışında] ifadesindeki ف۪ي harfinin gelişi istiare-i tebeiyyedir. Bilindiği gibi ف۪ي harfinde zarfiyet manası vardır. Gerçek manada mazruf özelliği taşımayan خَلْقِ , içi olan bir nesneye benzetilmiştir. Câmi’ her ikisindeki mutlak irtibattır.
Yeryüzü, gökyüzü, gece ve gündüz sayıldıktan sonra لَاٰيَاتٍ ’de cem’ edilmiştir. Cem' ma’at-taksim sanatıdır.
السَّمٰوَاتِ ve الْاَرْضِ ’ın başındaki ال istiğrak-ı hakiki ve cins içindir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an Âl-i İmran Suresi 160)
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ ve الَّيْلِ - النَّهَارِ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.
يَتَّقُونَ muzari fiil cümlesi, لِقَوْمٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Bu ayet önceki ayetle irtibatlıdır. Orada güneş ve ay vardı, burada ise onların neticesi olan gece ve gündüz vardır. Manevi tekid vardır, o cümle burada başka bir şekilde tekrar edilmiştir.
3. ayeti kerimede ''Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı gün içinde (altı evrede) yaratan, sonra da Arş’a kurulup işleri yerli yerince düzene koyan Allah’tır. O'nun izni olmaksızın, hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte O, Rabbiniz Allah’tır. O halde O'na kulluk edin. Hala düşünmüyor musunuz?'' buyurulmuştur.
Allahü teâlâ'nın, eşyayı defaten, bir anda yaratmaya muktedir bulunduğu halde tedricî olarak meydana getirmesi, bu yaratmanın ihtiyarî olduğuna delilidir. Bu durum akıl gözüyle bakanlar için ibret vericidir. İnsanlar da işlerini teenni ile yapmalıdır. (Ebüssuûd)
Mekke ve Medine topraklarında, gönlünden birer parça bırakan adamı anlatırlarmış. Gözlerini, bir gece Mekke’de, bir gece Medine’de açarmış. Kimselere yanaşmadan bir köşeye çekilirmiş. Vaktinin çoğunu ibadetle geçirir, küçük bir kısmında ise insanları takip ederken tefekküre dalarmış. Kabe’deyken Haceru’l Esved’e ulaşmak ve Mescid-i Nebevi’deyken Ravza’ya yaklaşmak için birbirini itenlere, ezenlere üzülürmüş. Kutsal topraklardayken dahi, dili ve ırkı farklı diye, kardeşine burun kıvıranın ukalalığına şaşarmış. Kendine bakmadan önce, yanındakini suçlayanı ayıplarmış. Kibirden arındığımızda ve edep elbisesine büründüğümüzde, anlaşmazlıklar son bulur diye düşünürmüş. Ezanla beraber toparlanan ve Allah’ın emriyle; az önce ittiği, suçladığı ya da küçümsediği kardeşiyle, aynı namaza duranlara ve aynı duaya amin diyenlere bakıp hayran kalırmış. Her şeyin sonunda, yalnız Allah’ın sözünün geçerli oluşuna şahit olur ve şahitliğini kalbiyle tasdik edermiş.
Ey Allahım! Öldüren de, dirilten de Sensin. Bahar mevsimi gelmiş gibi imanınla hallerimizi dirilt. Unutturan da, hatırlatan da Sensin. Hiç kaybetmemişiz gibi rahmetinle kardeşliğimizi hatırlat. Daraltan da, genişleten de Sensin. Beslediğimiz kini akıtarak, muhabbetinle kalplerimizi genişlet. Bizi; karanlıktansa aydınlığı, batıldansa hakkı, azabındansa mükafatını, dalalettense hidayeti, düşmanlıktansa kardeşliği, körlüktense görmeyi, sağırlıktansa işitmeyi ve ahmaklıktansa akletmeyi seçenlerden eyle. Ey güneşi, ayı ve yıldızları, tayin ettiği menzilde tutan Allahım; ayaklarımızı yolunda sabit kıl ve gönlümüzdeki imanını daim eyle.
Amin.
***
İnsan yaşı ilerledikçe deneyimlediği gerçekler karşısında doğru tepkiler vermeyi öğrenir. Eğer Allah yolunda yürüyen bir kulsa verdiği tepkilerine derin manalar yükler. O’nun yolundan ayrılanların tepkileri ise kendilerini ileriye taşıyamayacak kadar sığ kalır.
Ezan sesini duyanlardan birisi duymazdan gelme tepkisini benimserken, diğeri Allah’ın davetini hatırlar ve icabet etmek için harekete geçer. Yeryüzünün renklerini veya doğal akışını seyreden birisi sadece sebeplere tutunurken, diğeri o sebepleri de yaratan rabbi olan Allah’ı şükürle anar.
İnkarcıların, Allah’ın elçilerine verdikleri şaşkınlık, alay ve hatta öfke gibi tepkilerin hepsini küçük bir çocuk da verebilir. Yani henüz kalbiyle düşünme yeteneğini geliştirmediği için nefsin ani tepkilerinin sığlığından sıyrılamamıştır. Hakikati reddetikçe gözlerine inen perde kalınlaşır.
Ey Allahım! Her şeyi olduğu gibi tepkilerini de dünyalık boyuttan uhrevi boyuta taşıyabilenlerden, nefse hitap eden dünyalık kılıfların ardına bakabilenlerden ve böylece tepkilerini de rızana uygun bir hale getirenlerden eyle. Sığlıktan ve cahillikten muhafaza buyur. Bizi kendisini geliştirenlerden, öğrendikleriyle amel edenlerden, iki cihanda da kazananlardan ve etrafına da fayda sağlayanlardan eyle.
Amin.