يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قَاتِلُوا الَّذ۪ينَ يَلُونَكُمْ مِنَ الْكُفَّارِ وَلْيَجِدُوا ف۪يكُمْ غِلْظَةًۜ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُتَّق۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | قَاتِلُوا | savaşın |
|
5 | الَّذِينَ | kimselerle |
|
6 | يَلُونَكُمْ | yakınınızda bulunan |
|
7 | مِنَ | -den |
|
8 | الْكُفَّارِ | kafirler- |
|
9 | وَلْيَجِدُوا | ve bulsunlar |
|
10 | فِيكُمْ | sizde |
|
11 | غِلْظَةً | bir katılık |
|
12 | وَاعْلَمُوا | ve bilin ki |
|
13 | أَنَّ | şüphesiz |
|
14 | اللَّهَ | Allah |
|
15 | مَعَ | beraberdir |
|
16 | الْمُتَّقِينَ | korunanlarla |
|
Vedâ haccı öncesinde bütün Arap beldeleri İslâm’ı kabul etmişti; İslâm coğrafyasına en yakın düşman toprakları hıristiyan Araplar’ın oturduğu, Bizans hâkimiyetindeki Suriye bölgesiydi. Buraya yapılan Tebük Seferi’nde savaş cereyan etmemiş, Mûte Savaşı için bir misilleme yapılmamıştı. Dolayısıyla bu bölge, müslümanların varlıklarını koruyabilmeleri ve İslâm’ın başka yerlerdeki insanlara tebliği açısından oldukça stratejik bir önem taşıyordu. Âyetin tarihî şartlar ışığında yorumlanması halinde, bunu o dönemde müslümanların yakın çevrelerini güvence altına alacak bir fetih hareketini sürdürmeleri yönünde bir buyruk olarak anlamak uygun olur. Nitekim Hz. Peygamber vefatından kısa bir süre önce, Mûte Savaşı’na sebebiyet veren Kudüs-Şam arasındaki hıristiyan Araplar’a karşı bir ordu sevketmeye karar vermiş ve Üsâme b. Zeyd’i bu orduya kumandan tayin etmişti.
Öte yandan âyetin bütün zamanlar için geçerli olmak üzere müslümanlara yönelttiği buyruk, kendi varlıklarını tehdit eden düşmanlarla savaşmaları ve bu konuda özgüven duygularını daima koruduklarını gösteren bir azim ve kararlılık içinde olmalarıdır. Âyetin “yakınınızda bulunan” diye çevrilen kısmından hareketle düşmanlara karşı savaşma yükümlülüğünde mekân faktörünü öne çıkaran yorumlar yapılmışsa da, düşmanın coğrafî faktör yanında başka yönlerden de yakın tehdit haline gelip gelmemiş olduğunun ölçü alınması gerektiği açıktır. Bu buyruğa Kur’an’ın bütünlüğü içinde bakıldığında, burada müslümanların yakın çevrelerindeki gayri müslimlerle hep savaş içinde olmaları gerektiği gibi bir mânanın bulunmadığı, sadece düşmanlık edenlere karşı ortaya konacak tavırdan söz edildiği kolayca anlaşılır. Bu arada dikkat edilmesi gereken diğer bir husus, âyette ortaya konması istenen sertlik ve güç, savaş şartlarının câri olduğu durumlarda tâvizsiz ve kararlı davranma anlamındadır; normal şartlarda yürütülen insan ilişkilerinde, meselâ turizm ve ticaret gibi alanlarda müslüman olmayanlara karşı bu buyruğun işletilmesi düşünülemez (Râzî, XVI, 230).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 75-76
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قَاتِلُوا الَّذ۪ينَ يَلُونَكُمْ مِنَ الْكُفَّارِ وَلْيَجِدُوا ف۪يكُمْ غِلْظَةًۜ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. الَّذٖينَ münadadan sıfat veya bedeldir.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada nekre-i maksude olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Nidanın cevabı قَاتِلُوا الَّذٖينَ ’dır. قَاتِلُوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذٖينَ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَلُونَكُمْ مِنَ الْكُفَّارِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَلُونَكُمْ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنَ الْكُفَّارِ car mecruru يَلُونَكُمْ ’deki failin mahzuf haline müteallıktır.
لْ emir lam’ıdır. يَجِدُوا fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
فٖيكُمْ car mecruru يَجِدُوا fiiline müteallıktır. غِلْظَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
قَاتِلُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi قتل ’dir.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُتَّق۪ينَ
وَ atıf harfidir. اعْلَمُٓوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, اعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlu yerinde olup mahallen mansubdur.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mâmulü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.
Bu ayette اعْلَمُٓوا fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli اَنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. مَعَ mekân zarfı, اَنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
الْمُتَّقٖينَ kelimesi مَعَ ’nın muzâfun ileyhi olduğundan mecrurdur. الْمُتَّقٖينَ ’nin cer alameti ي harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُتَّقٖينَ sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قَاتِلُوا الَّذ۪ينَ يَلُونَكُمْ مِنَ الْكُفَّارِ وَلْيَجِدُوا ف۪يكُمْ غِلْظَةًۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi onları tazim ve sonraki konuya dikkat çekmek içindir. Sılası اٰمَنُوا, mazi fiil sıygasında haberî isnaddır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lâmlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, s. 43)
Bazı salihler Allah Teâlâ’nın, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا [Ey iman edenler] sözünü işitince sanki Allah’ın nidasını işitmiş gibi لبيك وسعديك “Emret Allah'ım, emrine amadeyim.” der. Böyle söylemek Kur’an’ın edebidir.
Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا hitabıyla Kur’an’ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Muhataplara “Ey müminler!” diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin Allah’ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Safvetü't Tefasir)
يَٓا nida harfi uzağa seslenmek için kullanılır. Allah Teâlâ kullarına şah damarından da yakın olduğu halde iman edenlere “ya” nida harfiyle hitap etmiştir. Maksat, muhatabın dikkatini çekerek gelecek olan emir veya nehye odaklanmasını sağlamaktır. Yakın birine bu nida harfiyle seslenmek söylenen şeyi ciddi şekilde tekid eder.
”Yakınınızdaki kâfirlerden” maksat Medine’nin çevresindeki Kurayza, Nadir ve Hayber Yahudileridir. Veya bunlar Rumlardır, çünkü onlar Şam’da otururlardı, orası da Medine’ye yakındı. (Beyzâvî)
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
Nidanın cevabı …قَاتِلُوا cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قَاتِلُوا fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası يَلُونَكُمْ مِنَ الْكُفَّارِ, müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mef’ûlün ism-i mevsûlle gelmesi sonraki habere dikkat çekmek ve bu kişileri tahkir içindir.
Farklı grupları bildiren iki mevsûl arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
“Sen kendi yakın akrabanı uyar!” (Şuara Suresi, 214) emri ile Resulullah'a evvela en yakın aşiretinin inzar edilip uyarılması emredilmiş olduğu gibi müminler de her şeyden önce en yakın düşmanlara karşı savaşmak ve vuruşmakla emrolunmuşlardır. Zira yakın olanlar sevgi ve kurtarılmaya daha layıktırlar. Zarar da yakından gelir. En yakın tehlike demek olan yakın düşmanları bırakıp da uzaktaki, isteseler de Müslümanlara fazla bir zarar veremeyecek durumdaki düşmanlarla uğraşmak savaşın hikmetine aykırı bir tutumdur. (Elmalılı)
Emir lamının dahil olduğu وَلْيَجِدُوا ف۪يكُمْ غِلْظَةًۜ cümlesi nidanın cevabına matuftur. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.
وَلْيَجِدُوا ف۪يكُمْ غِلْظَةًۜ ifadesinde istiare vardır. Zarar verici davranmak anlamında kullanılmıştır. İnsanların karakterindeki eğilmezlik ve kararlılık maddi bir şeyin sertliğine benzetilmiştir. Müşebbeh ve teşbih edatı hazfedilmiş, müşebbehün bih olan ف۪يكُمْ غِلْظَةًۜ , zikredilmiştir.
الغِلْظَةُ sertlik ve hissilikte ziyadeliktir. Burada واغْلُظْ عَلَيْهِمْ ayetindeki gibi zararlı bir davranış için müstear olarak kullanılmıştır. Keşşafta ise: işte bu, savaşmada ve esir almada çarpışma ve sertliğe yönelik cesaret ve sabrı cem eden bir haldir, denmiştir.(Âşûr)
الْكُفَّارِ- اٰمَنُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُتَّق۪ينَ
Hükümde ortaklık nedeniyle nidanın cevabına atfedilen cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi اَنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُتَّق۪ينَ , faide-i haber inkârî kelamdır. اَنَّ ve masdar-ı müevvel, اعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
اَنَّ‘nin isminin lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet duyguları uyandırma kastıyladır. Lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Cümlede اَنَّ ’nin haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. مَعَ الْمُتَّق۪ينَ , bu mahzuf habere müteallıktır.
الْمُتَّق۪ينَ - اٰمَنُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
”Allah’ın (cc) müttakilerle beraber olması” onları koruması ve yardım etmesidir. Lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
Ebüssuûd bunun daimi velayet olduğunu söylemiştir.
Bu takva sahiplerinden murat:
- Ya muhataplardır; buna göre zamir makamında zahir ismin kullanılması (takva sahipleri yerine onlar denmemesi), iman ile savaşmanın takva babından olduğunu sarahatle belirtmek ve onların da takva sahipleri zümresine dahil olduklarına şehadet etmek içindir;
- Ya da takva sahiplerinden murad, bütün takva sahipleridir ve muhataplar da önceki de onlara dahildir.
Allah'ın takva sahipleriyle beraber olmasından murad, daimi velayettir. (Ebüssuûd)
وَاِذَا مَٓا اُنْزِلَتْ سُورَةٌ فَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ اَيُّـكُمْ زَادَتْهُ هٰذِه۪ٓ ا۪يمَاناًۚ فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فَزَادَتْهُمْ ا۪يمَاناً وَهُمْ يَسْتَبْشِرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذَا | ve ne zaman |
|
2 | مَا |
|
|
3 | أُنْزِلَتْ | indirilse |
|
4 | سُورَةٌ | bir sure |
|
5 | فَمِنْهُمْ | onlardan |
|
6 | مَنْ | kimi |
|
7 | يَقُولُ | der |
|
8 | أَيُّكُمْ | hanginizin |
|
9 | زَادَتْهُ | artırdı |
|
10 | هَٰذِهِ | bu |
|
11 | إِيمَانًا | imanını |
|
12 | فَأَمَّا | fakat |
|
13 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
14 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
15 | فَزَادَتْهُمْ | artırır |
|
16 | إِيمَانًا | imanını |
|
17 | وَهُمْ | ve onlar |
|
18 | يَسْتَبْشِرُونَ | sevinirler |
|
Sûrede ağırlıklı bir yere sahip olan münafıklar konusuna tekrar değinilmekte, onların alaycı ve çirkin davranışlarının müminlere bir zarar veremediği, hatta yürekten inanmış insanların imanlarını daha da güçlendirdiği, bu tutumlarının ancak kendi zararlarını arttırdığı ifade edilmektedir.
126. âyette sözü edilen musibetler hakkında çeşitli açıklamalar yapılmışsa da (bk. Taberî, XI, 73-74), münafıkların değişik vesilelerle gerçek ve çirkin yüzlerinin ortaya çıkmasına, rezil rüsvâ olmalarına rağmen bunlardan ders çıkarmadıklarına ve iki yüzlülükte ısrar ettiklerine işaret edildiği anlaşılmaktadır.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 77
وَاِذَا مَٓا اُنْزِلَتْ سُورَةٌ فَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ اَيُّـكُمْ زَادَتْهُ هٰذِه۪ٓ ا۪يمَاناًۚ
وَ istînâfiyyedir. اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
مَٓا اُنْزِلَتْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَٓا zaiddir.
اُنْزِلَتْ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. تۡ te’nis alametidir. سُورَةٌ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. مِنْهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ , muahhar mübteda olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَقُولُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
يَقُولُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
Mekulü’l-kavli, اَيُّـكُمْ زَادَتْهُ هٰذِهٖٓ اٖيمَاناًۚ ‘dir. يَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اَيُّ istifham ismi, mübteda olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
زَادَتْهُ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. زَادَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
İşaret ismi هٰذَا fail olarak mahallen merfûdur. اٖيمَاناً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اُنْزِلَتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder.
فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فَزَادَتْهُمْ ا۪يمَاناً وَهُمْ يَسْتَبْشِرُونَ
فَ istînâfiyyedir. اَمَّا tafsil manasında şart harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذٖينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.
Şart, tafsil ve tekid bildiren اَمَّا edatı, cevabının başındaki ف harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında ف harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-yı Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. زَادَتْهُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اٖيمَاناً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
هُمْ يَسْتَبْشِرُونَ cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
يَسْتَبْشِرُونَ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَسْتَبْشِرُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يَسْتَبْشِرُونَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi بشر ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızdır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذَا مَٓا اُنْزِلَتْ سُورَةٌ فَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ اَيُّـكُمْ زَادَتْهُ هٰذِه۪ٓ ا۪يمَاناًۚ
وَ atıftır. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Muzâfun ileyh olan مَٓا اُنْزِلَتْ سُورَةٌ, şart cümlesi, فَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ اَيُّـكُمْ زَادَتْهُ هٰذِه۪ٓ ا۪يمَاناًۚ cevap cümlesidir.
Şart ve cevap cümlelerinden meydana gelen terkip de faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart cümlesine dahil olan مَٓا , tekid ifade eden zaid harftir.
سُورَةٌ ’deki tenvin cins ve tazim ifade eder.
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi مِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ اَيُّـكُمْ زَادَتْهُ هٰذِه۪ٓ ا۪يمَاناًۚ , sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. فَمِنْهُمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muahhar mübteda konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası يَقُولُ اَيُّـكُمْ زَادَتْهُ هٰذِه۪ٓ ا۪يمَاناًۚ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. يَقُولُ fiiilinin mekulü’l-kavli istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Bu cümlede muhatabın kastı soruya cevap beklemek değil istihza olduğu için terkip, mecâz-ı mürsel mürekkebtir.
Sureyi işaret etmek üzere gelen هٰذِه۪ٓ , inkârcıların alay ve tahkir amaçlarına işaret eder.
”Surenin imanı arttırması” ibaresinde istiare vardır. Çünkü sure ne inkârlara inkâr katar ne de kalplerin (küfür ve nifak) hastalığını artırır. Aksine sure gönüllere şifa, kalplere ciladır. Ancak sure indiğinde münafıkların körlüğüne körlük katılıp kalplerinin şüphe ve hastalığı artınca -dil ehlinin maruf üslubu üzere- bu (artırışın) sureye nispet edilmesi güzel olmuştur. (Şerîf er-Radî)
Beyzâvî, bu cümlenin habere de bedduaya da ihtimali olduğunu belirtir. Ebüssuûd da müfessirimizin bu görüşünü benimser. (Beyzâvî, III, 181; krş. Ebüssuûd, IV, 114)
فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فَزَادَتْهُمْ ا۪يمَاناً وَهُمْ يَسْتَبْشِرُونَ
فَ istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, arkadan gelen habere dikkat çekmek içindir. Bunun yanında tazim ve teşvik ifade eder.
Merfû mahaldeki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası اٰمَنُوا , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi فَزَادَتْهُمْ ا۪يمَاناً , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Cevap cümlesi aynı zamanda الَّذ۪ينَ ’nin haberidir.
فَزَادَتْهُمْ fiilindeki هُمْ zamirinden hal olan وَهُمْ يَسْتَبْشِرُونَ cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Hal cümleleri anlamı açıklayan ıtnâb sanatıdır.
اَمَّا şart anlamı içeren bir harftir, bu yüzden de cevabı فَ ile birlikte gelir. Cümle içerisinde kullanılmasının anlama katkısı ise ilave bir tekid sağlamasıdır. Nitekim Zeyd’in gideceğini anlatmak istediğinde زَيْدٌ ذاهِبٌَ dersin. Ama bunu tekid ederek Zeyd’in mutlaka gideceğini ve gitmekte kararlı olduğunu belirtmek istediğinde; اما زيد مذاهب “Zeyd’e gelince mutlaka gidecek.” dersin. Bu sebeple Sîbeveyhi bunun izahında; “Her ne olursa olsun Zeyd gidecektir.” demiştir. Bu izah iki fayda celb etmektedir; ilki onun tekid anlamı ihtiva etmesi, ikincisi de şart anlamı ihtiva etmesidir. (Keşşâf)
اٰمَنُوا - ا۪يمَاناً kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ا۪يمَاناً ’deki tenvin, tazim ve kesret ifade eder.
Bu ayette üslub-u ḥakîm sanatı vardır.
Münafıkların sorusuna bekledikleri tarzda istatiksel bir cevap değil, devam eden ayetlerle “inananların imanını artırdığı, kalplerinde hastalık olanların ise pisliklerine pislik kattığı” şeklinde cevap verilmiştir. (Âşûr, c. XI, s. 65)
الِاسْتِبْشار; müjdeyi hatırlayıp durmaktır. Zira kişi, her ne zaman o nimeti hatırlarsa o zaman beşaret, müjde de meydana gelmiş olur. Binaenaleyh o, bu hatırlama işini yenilemek vasıtasıyla beşareti de yenilemek ister. (Fahreddin er-Râzî)
وَاَمَّا الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ فَزَادَتْهُمْ رِجْساً اِلٰى رِجْسِهِمْ وَمَاتُوا وَهُمْ كَافِرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَأَمَّا | fakat gelince |
|
2 | الَّذِينَ | kimselere |
|
3 | فِي |
|
|
4 | قُلُوبِهِمْ | yüreklerinde |
|
5 | مَرَضٌ | hastalık olan(lara) |
|
6 | فَزَادَتْهُمْ | katmıştır onların |
|
7 | رِجْسًا | pislik |
|
8 | إِلَىٰ |
|
|
9 | رِجْسِهِمْ | pisliklerine |
|
10 | وَمَاتُوا | ve ölürler |
|
11 | وَهُمْ | onlar |
|
12 | كَافِرُونَ | kafirler olarak |
|
وَاَمَّا الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ فَزَادَتْهُمْ رِجْساً اِلٰى رِجْسِهِمْ وَمَاتُوا وَهُمْ كَافِرُونَ
وَ istînâfiyyedir. اَمَّا tafsil manasında şart harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذٖينَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
İsm-i mevsûlun sılası فٖي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
Şart, tafsil ve tekid bildiren اَمَّا edatı, cevabının başındaki ف harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında ف harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)
فٖي قُلُوبِهِمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَرَضٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
فَزَادَتْهُمْ رِجْساً cümlesi الَّذٖينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. زَادَتْهُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
رِجْساً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اِلٰى رِجْسِهِمْ car mecruru رِجْساً ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَاتُوا cümlesi atıf harfi وَ ’la زَادَتْهُمْ fiiline matuftur.
هُمْ كَافِرُونَ cümlesi مَاتُوا ’deki failin hali olarak mahallen mansubdur.
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. كَافِرُونَ haber olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
كَافِرُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan كفر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاَمَّا الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ فَزَادَتْهُمْ رِجْساً اِلٰى رِجْسِهِمْ وَمَاتُوا وَهُمْ كَافِرُونَ
Matuf olduğu فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا cümlesinin mukabili olarak gelen ayet isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mübteda konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sıla cümlesinde îcâz-ı hazif ve tekdim-tehir sanatları vardır. ف۪ي قُلُوبِهِمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muahhar mübteda olan مَرَضٌ ’daki tenvin kesret, nev ve tahkir ifade eder.
Bahsi geçen kişilerin ism-i mevsûlle ifade edilmeleri sonradan gelen habere dikkat çekmenin yanında bu kişileri tahkir ifade eder.
Münafıklar hakkındaki bu ayet-i kerimede مَرَضٌ kelimesinde istiare yapılmıştır. Maraz bedenî bir hastalıktır, kalbî bir hastalık olan nifak için müstear olmuştur. Aralarındaki benzerlik her ikisinin de yakaladıkları şeyi ifsad etmesidir. Maraz bedeni, nifak ve küfür kalbi ifsad eder. Bu kelimenin hakiki manasında kullanılmayıp müstear olduğunun delili yani karine-i mânia ayet-i kerimenin küfürlerini gizleyip Müslüman olduklarını izhar eden münafıkları zem siyakında olmasıdır. Bedenî hastalıkları değil, kalbî fesatları zemmedilmektedir. Ayette hakiki manadan mecazi manaya geçişin sebebi; nifakın bir hastalık gibi kanlarında dolaşacak kadar etkili hale geldiğini ifade etmektir.
Hak Teâlâ'nın [“Fakat kalplerinde bir maraz bulunanlara gelince”] ifadesi, ruhun da hastalığının bulunduğuna delalet eder. Binaenaleyh, ruhun hastalığı küfür ve kötü huy; sıhhati de ilim ve üstün ahlaktır. (Fahreddin er-Râzî)
ف۪ي قُلُوبِهِمْ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla kalp içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü kalp hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak bu kimselerin fikirlerindeki yanlışlığı etkili bir şekilde ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Beyân İlmi Kur’an Işığında Belâğat Dersleri)
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi فَزَادَتْهُمْ رِجْساً اِلٰى رِجْسِهِمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Aynı üslupta gelen وَمَاتُوا , cevap cümlesine matuftur.
Cevap cümlesi aynı zamanda الَّذ۪ينَ ’nin haberidir.
مَاتُوا fiilinin failinden hal olan وَهُمْ كَافِرُونَ cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Kuran-ı Kerim’in ayetleri hiçbir ricsi (kötü davranış) artırmaz. Aksine o gönüllere şifa, kalplere ciladır.” Onların ricslerini artırır.” sözü Allah kelamını inkâr edenler için onların fitne ve dalaletleri kastedilmek üzere mecaz yoluyla gelmiştir. Yani kalplerinde nifak ve şek hastalığı bulunan münafıkların nifakları, küfürleri, dalalet ve ricsleri artacaktır. Kur’an’ın hidayetinden faydalanamayacaklardır. رِجْساً daha çok manevi işlerde, نجس ise daha çok maddi, hissi işlerde kullanılır. Elbisedeki necaset gibi. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)
İmanın artması veya eksilmesini, kuvvetlenmesi veya zayıflaması şekilde anlamak ve tercüme etmek gerekir.
رِجْساً ’deki tenvin kesret ve tahkir ifade eder.
رِجْساً kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Son iki ayette cem’ ma’at-taksim ve’t-tefrik vardır.
اَوَلَا يَرَوْنَ اَنَّهُمْ يُفْتَنُونَ ف۪ي كُلِّ عَامٍ مَرَّةً اَوْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ لَا يَتُوبُونَ وَلَا هُمْ يَذَّكَّرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَوَلَا |
|
|
2 | يَرَوْنَ | görmüyorlar mı? |
|
3 | أَنَّهُمْ | kendilerinin |
|
4 | يُفْتَنُونَ | sınandıklarını |
|
5 | فِي |
|
|
6 | كُلِّ | her |
|
7 | عَامٍ | yıl |
|
8 | مَرَّةً | bir kez |
|
9 | أَوْ | veya |
|
10 | مَرَّتَيْنِ | iki kez |
|
11 | ثُمَّ | yine de |
|
12 | لَا |
|
|
13 | يَتُوبُونَ | tevbe etmiyor |
|
14 | وَلَا | ve |
|
15 | هُمْ | onlar |
|
16 | يَذَّكَّرُونَ | öğüt almıyorlar |
|
اَوَلَا يَرَوْنَ اَنَّهُمْ يُفْتَنُونَ ف۪ي كُلِّ عَامٍ مَرَّةً اَوْ مَرَّتَيْنِ
Hemze, istifham harfidir. وَ atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَرَوْنَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, يَرَوْنَ fiilinin iki mef’ûlun bihi yerinde olarak mahallen mansubdur.
هُمْ muttasıl zamiri اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
يُفْتَنُونَ fiili, اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يُفْتَنُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
فٖي كُلِّ car mecruru يُفْتَنُونَ fiiline müteallıktır. عَامٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مَرَّةً mef’ûlu mutlaktan naibdir. Takdiri; فتنة واحدة şeklindedir.
مَرَّتَيْنِ kelimesi atıf harfi اَوْ ile مَرَّةً ’e matuf olup müsenna olduğu için ي ile mansubdur.
اَوْ : Türkçede “veya, yahut, ya da yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ثُمَّ لَا يَتُوبُونَ وَلَا هُمْ يَذَّكَّرُونَ
Fiil cümlesidir. ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَتُوبُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
هُمْ يَذَّكَّرُونَ cümlesi atıf harfi وَ ‘la يُفْتَنُونَ fiiline matuftur. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.
Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. يَذَّكَّرُونَ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَذَّكَّرُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يَذَّكَّرُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ذكر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
اَوَلَا يَرَوْنَ اَنَّهُمْ يُفْتَنُونَ ف۪ي كُلِّ عَامٍ مَرَّةً اَوْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ لَا يَتُوبُونَ
Ayet mukadder istînâfa matuftur. Menfi muzari fiil cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkâr ve tevbih manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi يَرَوْنَ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr, 1)
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Alimler, ayette bahsedilen fitne hususunda şu izahları yapmışlardır:
İbni Abbas (ra) şöyle demiştir: “Onlar her yıl bir veya iki defa hastalıklara müptela olurlardı da yine de nifaklarından tövbe etmez ve müminler hastalandığında bundan ders aldıkları gibi onlar bu hastalıklarından ibret almazlardı. Zira mümin hastalandığında günahlarını ve Allah'ın huzuruna çıkıp duracağını hatırlar, bu da onun imanını ve Allah'a karşı olan saygı ve haşyetini arttırır. Böylece de bu, o mümin kimsenin daha fazla rahmete ve Allah'tan olan bir rızaya müstehak olmasına sebep olmuş olur.
Mücahid, onların kıtlık ve açlıkla imtihan olduklarını söylemiştir.
Katâde, onların savaş ve cihatla imtihan edildiklerini, zira Allah Teâlâ'nın, savaş ve cihadı emrettiğini, böylece de onların savaşa katılmamaları halinde lanet, kepazelik ve kötü bir şekilde yad edilmek suretiyle insanların diline düşeceklerini; kâfir olarak savaşa katılmaları durumunda da kendi inançlarına göre kendilerini boşu boşuna ölüme, mallarını da yağma edilmeye maruz bıraktıklarını söylemiştir.
Mukâtil şöyle demiştir: “Allah'ın Resulü, onların nifak ve küfürlerini ortaya koymak suretiyle onları rezil ve rüsva ediyordu.”
Şu da ileri sürülmüştür: “Onlar, Hz. Peygamberi (sav) tenkit etmek üzere bir araya geliyorlardı. Cibril (as) Hz. Peygambere gelerek, onların kendisi hakkında ne söylediklerini O'na haber veriyordu. Hz. Peygamber de hakkında söylenenleri onlara anlatıyor, onları bundan dolayı azarlıyor ve onlara nasihat ediyordu. Ama onlar ne nasihat dinliyorlar ne de bu işten vaz geçiyorlardı.” (Fahreddin er-Râzî)
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ف۪ي كُلِّ عَامٍ ifadesindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla “sene” içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü “sene” hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
اَنَّ ’nin haberine ثُمَّ ile atfedilen لَا يَتُوبُونَ cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مَرَّةً اَوْ مَرَّتَيْنِ [Bir veya iki defa] ifadesi teksir için gelmiştir. Münafıklar, bela ve musibet sınıfı, nasihat dinlemez, dönüş yapamaz. Çünkü kalpleri ölüdür. Ölmüş kalp Allah’a yönelemez. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)
مَرَّةً - مَرَّتَيْنِ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كُلِّ عَامٍ ibaresi Kur’an’da verimli yıllar için kullanılmıştır. Demek ki fitneye düşürülmek insanın hayatında verimli sonuçlanabiliyor. Çünkü fitne insanın içindeki cevherin ortaya çıkarılması yani rafine işlemidir.
وَلَا هُمْ يَذَّكَّرُونَ
و ile اَنَّ ‘nin haberine atfedilen son cümle, faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir. Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmektedir. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.
Cümlede müsnedün ileyhin, fiil cümlesi formunda gelen müsnede takdimi ve nefy harfinin de müsnedün ileyhden önce gelmesi tahsis ifade etmiştir. Bu tahsis onların hiçbir şekilde düşünmediklerini ifade ederken başkalarının düşündüğünü de ifade etmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr, 1)
Müsnedün ileyhin nefyden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması durumunda bu takdim kesinlikle tahsis ifade eder. (Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَاِذَا مَٓا اُنْزِلَتْ سُورَةٌ نَظَرَ بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍۜ هَلْ يَرٰيكُمْ مِنْ اَحَدٍ ثُمَّ انْصَرَفُواۜ صَرَفَ اللّٰهُ قُلُوبَهُمْ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَفْقَهُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذَا | ve ne zaman ki |
|
2 | مَا |
|
|
3 | أُنْزِلَتْ | indirildi |
|
4 | سُورَةٌ | bir sure |
|
5 | نَظَرَ | bakarlar |
|
6 | بَعْضُهُمْ | kimisi |
|
7 | إِلَىٰ |
|
|
8 | بَعْضٍ | diğerine |
|
9 | هَلْ | mu? |
|
10 | يَرَاكُمْ | sizi görüyor |
|
11 | مِنْ |
|
|
12 | أَحَدٍ | birisi |
|
13 | ثُمَّ | sonra |
|
14 | انْصَرَفُوا | sıvışırlar |
|
15 | صَرَفَ | çevirmiştir |
|
16 | اللَّهُ | Allah |
|
17 | قُلُوبَهُمْ | onların kalblerini |
|
18 | بِأَنَّهُمْ | oldukları için |
|
19 | قَوْمٌ | bir topluluk |
|
20 | لَا |
|
|
21 | يَفْقَهُونَ | anlamaz |
|
وَاِذَا مَٓا اُنْزِلَتْ سُورَةٌ نَظَرَ بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍۜ
وَ istînâfiyyedir. اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
مَٓا اُنْزِلَتْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَٓا zaiddir.
اُنْزِلَتْ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. تۡ te’nis alametidir. سُورَةٌ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
Şartın cevabı نَظَرَ بَعْضُهُمْ ’dur. نَظَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. بَعْضُهُمْ fail olup lafzen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلٰى بَعْضٍ car mecruru نَظَرَ fiiline müteallıktır.
اُنْزِلَتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder.
هَلْ يَرٰيكُمْ مِنْ اَحَدٍ ثُمَّ انْصَرَفُواۜ
Cümle mukadder sözün mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubdur. Takdiri, يقولون هل يراكم şeklindedir.
هَلْ istifham harfidir. يَرٰيكُمْ elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مِنْ zaiddir. اَحَدٍ lafzen mecrur, يَرٰيكُمْ ‘un faili olarak mahallen merfûdur.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.
ثُمَّ : Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
انْصَرَفُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
انْصَرَفُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İnfiâl babındadır. Sülâsîsi صرف ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, mücerret yapıdaki asıl anlamıyla kullanılması gibi anlamlar katar.
صَرَفَ اللّٰهُ قُلُوبَهُمْ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَفْقَهُونَ
Fiil cümlesidir. صَرَفَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
قُلُوبَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
أَنَّ ve masdar-ı müevvel mecrur mahalde olup بِ harf-i ceriyle birlikte صَرَفَ fiiline müteallıktır. بِ harfi ceri, sebebiyyedir.
هُمْ muttasıl zamiri أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. قَوْمٌ kelimesi أَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
لَا يَفْقَهُونَ cümlesi قَوْمٌ kelimesinin sıfatı olarak mahallen merfûdur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır
يَفْقَهُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَاِذَا مَٓا اُنْزِلَتْ سُورَةٌ نَظَرَ بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍۜ
وَ atıf harfidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Muzâfun ileyh olan مَٓا اُنْزِلَتْ سُورَةٌ şart cümlesi, فَنَظَرَ بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍ cevap cümlesidir.
Şart ve cevap cümlelerinden meydana gelen terkip de faide-i haber talebî kelamdır.
Şart cümlesine dahil olan مَٓا , tekid ifade eden zaid harftir.
سُورَةٌ ’daki tenvin cins ve tazim ifade eder.
فَ karînesi olmadan gelen cevap cümlesi müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
بَعْضٍ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
هَلْ يَرٰيكُمْ مِنْ اَحَدٍ ثُمَّ انْصَرَفُواۜ
Fasılla gelen cümle, takdiri يقولون olan, mukadder sözün mekulü’l-kavlidir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen muhatabın kastı soruya cevap beklemek değil, istihza olduğu için terkip, mecâz-ı mürsel mürekkeptir.
ثُمَّ انْصَرَفُوا cümlesi …نَظَرَ بَعْضُهُمْ cümlesine ثُمَّ ile atfedilmiştir. Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَحَدٍ ’deki tenvin nev ve tahkir içindir.
صَرَفَ اللّٰهُ قُلُوبَهُمْ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَفْقَهُونَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife mehabet ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَفْقَهُونَ , cer mahallinde بِ harf-i ceriyle birlikte صَرَفَ fiiline müteallıktır. Sübut ifade eden cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.
Menfi muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eden لَا يَفْقَهُونَ cümlesi قَوْمٌ için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Masdar-ı müevvel cümlesinde müsned لَا يَفْقَهُونَ şeklinde menfi mazi fiil sıygasında gelmiştir. Faide-i haber ibtidâî kelamdır.
صَرَفَ اللّٰهُ قُلُوبَهُمْ ifadesinde istiare vardır. Kalpler; döndürmeye, arkasını çevirmeye elverişli bir şeye benzetilmiştir.
صَرَفَ - انْصَرَفُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Müşâkele ve istiare sanatı: Allah hakiki manada onları çevirmez, yaptıklarına karşılık verir. Müşâkelelerde aynı zamanda istiare ve müzâvece vardır.
Müzâvece: iki kelimenin ses, harf, mana veya herhangi bir konuda bir benzerlik taşıması demektir. انْصَرَفُواۜ ile صَرَفَ gibi seci, vezin veya herhangi bir kuralda benzerlik demektir.
Bu ayet 124. ayetin başı ile aynı gelmiştir. Reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Onlar, kötü anlayışları yahut düşüncesizlikleri sebebiyle anlama kudretinden yoksun bir topluluktur. Bu yüzden Allah kalplerini haktan çevirmiştir.
Yahut bu cümle dua anlamındadır. Yani Allah, kalplerini haktan çevirsin! (Ebüssuûd)
لَقَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَز۪يزٌۘ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَر۪يصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَقَدْ | andolsun |
|
2 | جَاءَكُمْ | size gelmiştir |
|
3 | رَسُولٌ | bir Elçi |
|
4 | مِنْ |
|
|
5 | أَنْفُسِكُمْ | içinizden |
|
6 | عَزِيزٌ | ağır gelen |
|
7 | عَلَيْهِ | ona |
|
8 | مَا |
|
|
9 | عَنِتُّمْ | sıkıntıya uğramanız |
|
10 | حَرِيصٌ | düşkün |
|
11 | عَلَيْكُمْ | size |
|
12 | بِالْمُؤْمِنِينَ | mü’minlere |
|
13 | رَءُوفٌ | şefkatli |
|
14 | رَحِيمٌ | merhametlidir |
|
Hz. Muhammed bir insan olarak içimizden biridir; fakat Cenâb-ı Allah onu vahiy alma ve peygamberlerin sonuncusu olma mertebesiyle onurlandırmıştır. Başka bir âyette “bütün varlıklar için rahmet” olarak nitelenen (Enbiyâ 21/107) Resûl-i Ekrem’in müminlere karşı tutumuna ve hissiyatına ağırlık verilen 128. âyette o, Allah Teâlâ’nın iki güzel ismi ile, raûf ve rahîm olarak nitelenmiştir; raûf “çok şefkatli”, rahîm “çok merhametli” demektir. Yüce Allah’ın hiçbir peygamberini kendi isimlerinden ikisiyle birlikte anmamış olduğu dikkate alınırsa onun rabbimizin katındaki derecesi ve bütün bu açıklamalara rağmen ondan yüz çevirenlerin ne büyük ziyanda oldukları daha iyi anlaşılır. İşte 129. âyette Hz. Peygamber’den bu gibi bahtsızların tutumlarından üzüntü duymaması, sadece Allah’a güvenip dayandığını hatırlaması ve onlara da bunu duyurması istenmektedir (Hz. Muhammed ve onun üstün özellikleri hakkında bk. Ahzâb, 33/40; Feth 48/29; tevekkül hakkında bk. Âl-i İmrân 3/159).
Sûre Allah ve resulünden bir bildirimle başladığı gibi, yine Cenâb-ı Hakk’ın resulü vasıtasıyla insanlığa yaptığı genel bir uyarı ile, büyük arşın sahibinin yegâne ilâh olan Allah olduğu vurgulanarak sona ermektedir (“arş” hakkında bilgi için bk. A‘râf 7/54).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 78
Riyazus Salihin, 644 Nolu Hadis
Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre bir gün Peygamber aleyhisselâm’a:Uhud Gazvesi’nin yapıldığı günden daha zor bir gün yaşadın mı? diye sordu.
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle cevap verdi:
“Evet, senin kavminden çok kötülük gördüm. Bu kötülüklerin en fenası, onların bana Akabe günü yaptığıdır. Tâifli Abdükülâl’in oğlu İbni Abdüyâlîl’e sığınmak istemiştim de beni kabul etmemişti. Ben de geri dönmüş derin kederler içinde yürüyüp gidiyordum. Karnüsseâlib’e varıncaya kadar kendime gelemedim. Orada başımı kaldırıp baktığımda, bir bulutun beni gölgelediğini gördüm. Dikkatlice bakınca, bulutun içinde Cebrâil aleyhisselâm’ı farkettim. Cebrâil bana seslenerek:
Allah Teâlâ kavminin sana ne söylediğini ve seni himâye etmeyi nasıl reddettiğini duymuştur. Onlara dilediğini yapması için de sana Dağlar Meleği’ni göndermiştir, dedi.
Bunun üzerine Dağlar Meleği bana seslenerek selâm verdi. Sonra da:
Ey Muhammed! Kavminin sana ne dediğini Cenâb-ı Hak işitti. Ben Dağlar Meleği’yim. Ne emredersen yapmam için Allah Teâlâ beni sana gönderdi. Ne yapmamı istiyorsun? Eğer dilersen şu iki dağı onların başına geçireyim, dedi. O zaman:
Hayır, ben Cenâb-ı Hakk’ın onların soylarından sadece Allah’a ibadet edecek ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayacak kimseler çıkarmasını dilerim, dedim.”
(Buhârî, Bed’ü’l-halk 7; Müslim, Cihâd 111)
لَقَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَز۪يزٌۘ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَر۪يصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ
لَ mahzuf kasemin cevabına gelen muvattie harfidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
جَٓاءَكُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. رَسُولٌ fail olup lafzen merfûdur.
مِنْ اَنْفُسِكُمْ car mecruru جَٓاءَكُمْ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَزٖيزٌ kelimesi رَسُولٌ ’un sıfatı olup lafzen merfûdur.
عَلَيْهِ car mecruru عَزٖيزٌ ’e müteallıktır.
مَا ve masdar-ı müevvel , sıfat-ı müşebbehe olan عَزٖيزٌ ’nun faili olarak mahallen merfûdur.
Sıfat-ı müşebbehe; “benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder.
Sıfat-ı müşebbehenin fiil gibi amel şartları şunlardır:
1. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır.
2. Haber olmalıdır.
3. Sıfat olmalıdır.
4. Hal olmalıdır.
5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır.
6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.
Not: Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir.
Bu amel şartlarından birini taşıyan sıfat-ı müşebbehe sadece fail alır. İsm-i fail mef’ûlüne muzâf olur. Sıfat-ı müşebbehe ise failine muzâf olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَنِتُّمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُّمْ fail olarak mahallen merfûdur.
حَرٖيصٌ kelimesi رَسُولٌ ’un ikinci sıfatı olup lafzen merfûdur. عَلَيْكُمْ car mecruru حَرٖيصٌ ’e müteallıktır.
حَرٖيصٌ kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır. Sıfat-ı müşebbehe; “benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بِالْمُؤْمِنٖينَ car mecruru رَؤُ۫فٌ ’e müteallıktır. الْمُؤْمِنٖينَ ’nin cer alameti ي harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle irablanırlar.
الْمُؤْمِنٖينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَؤُ۫فٌ رَحٖيمٌ kelimeleri رَسُولٌ ’un sıfatı olup lafzen merfûdur.
رَؤُ۫فٌ - رَحٖيمٌ isimleri mübalağa sıygasındadır. Son derece affeden ve son derece merhamet eden demektir.
Mübalağalı ism-i fail kalıbı bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَقَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَز۪يزٌۘ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَر۪يصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ
Ayet mahzuf kasemin cevap cümlesidir. Mahzuf kasemle birlikte istînâfiyye olan terkip, kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Muksemun bih, kasem harfi ve kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Kasemin cevabının başına gelen lam ve tahkik harfiyle tekid edilmiş cevap cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
رَسُولٌ ’deki tenvin nev ve tazim ifade eder.
Masdar harfi مَا ve akabindeki عَنِتُّمْ cümlesi, عَز۪يزٌۘ ’un faili konumundadır. عَز۪يزٌۘ ’un sıfat-ı müşebbehe kalıbında olması, fail almasını mümkün kılmıştır.
عَز۪يزٌۘ; “galip ve çetin olan” demektir. Bunun masdarı olan “izzet” de galip olmak ve şiddetli (çetin) olmak manasınadır. Binaenaleyh insanın başına bir sıkıntı geldiğinde, kendisinin onu savuşturmaktan aciz olduğunu anlar. Çünkü eğer kendisi onu def etmeye kadir olsaydı, bunu yapmakta kusur etmezdi. Onu başından def edemediğine göre kendisinin onu def etmekten aciz olduğunu ve onun kendisine galip geldiğini anlar. İşte bundan dolayı insana bir şey zor geldiğinde, “Bu bana galip geldi.” der. عَنِتُّمْ Anet kelimesine gelince bir kimse, içinden çıkamayacağı bir darlığa ve sıkıntıya düştüğünde kullanılır. Hak Teâlâ'nın Nisa Suresi, 25 ve Bakara suresi, 220 ayetlerinde de bu mana vardır. (Fahreddin er-Râzî)
عَز۪يزٌۘ - حَر۪يصٌ - رَؤُ۫فٌ - رَح۪يمٌ kelimeleri رَسُولٌ için sıfattır. Sıfatların hepsi, sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
عَز۪يزٌۘ - حَر۪يصٌ - رَح۪يمٌ kelimeleri arasında muvazene vardır.
جَٓاءَكُمْ [size geldi] fiili mecazî anlamda kullanılmıştır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.
Rahmet ve re’fet sıfatının tevcihinde müminlere ihtimam için car-mecrur بِالْمُؤْمِن۪ينَ , amili olan رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ ’e takdim edilmiştir. (Âşûr)
Burada hasr vardır. Bu, “Peygamberin sadece müminler için acıması ve merhameti olduğunu, kâfirlere gelince onlara karşı bir şefkat ve merhameti söz konusu olmadığını” bildirir. Bu, bu surede yer alan “katılık ve sertlik” miktarının bir tamamlayıcısı gibidir. Buna göre o sanki, “Ben, bu surede çetinlikte ve katılıkta ileri gittiysem de ancak ne var ki bu katılığım kâfir ve münafıklara karşıdır. Rahmet ve acımam ise sadece müminlere mahsustur.” demiştir. İşte bu incelikten dolayı bu tertip gözetilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Burada Resulullah'a (sav) Allah'ın güzel isimlerinden Raûf ve Rahîm isimleri verilmiştir. Hasen İbn Fadl demiştir ki Allah Teâlâ, hiçbir peygambere, güzel isimlerinden iki isim birden vermedi, ancak bizim peygamberimiz hakkında Raûf ve Rahîm buyurdu. Kendi zat-ı sübhanisi hakkında da “Muhakkak ki Allah insanlara Raûf ve Rahîmdir.” (Bakara Suresi 143; Hac Suresi, 65) buyurdu. Gerçekten de Resulüne bu isimleri vermesi ve O’nu böyle vasıflandırması, O’nun hakkında büyük ikram ve tekrim demektir. (Elmalılı)
Önceki ayetteki gaib zamirden, bu ayette muhatap zamirine iltifat edilmiştir.
Cenab-ı Allah bununla, “O da sizin gibi bir insandır.” manasını kastetmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Ayette, رَؤُ۫فٌ [çok şefkatli] lafzının, رَح۪يمٌ [çok merhametli] lafzından önce yer almasının kelamı güzelleştirdiğine inanan Beyzâvî şunları kaydeder: “Merhametin daha şiddetlisi ve daha beliği olan رَؤُ۫فٌ ’un رَح۪يمٌ ’den önce zikredilmesi ayet sonlarının fasılası içindir.” (Beyzâvî, III, 181)
نْفُسِ kelimesinde istiare vardır. Allahu alem, buradaki مِنْ اَنْفُسِكُمْ [kendi cinsinizden, kendi halkınızdan] demektedir ki “Bu suretle, kendisine daha çok ısınır, tebliğini kabule daha yakın olursunuz.” anlamını içerir. Yine مِنْ اَنْفُسِكُمْ ifadesinin, “sizin kabileniz ve aşiretinizden” demek olması muhtemeldir.
Yine burada رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ ile kastedilenin, “kardeşlerinizden ve saygınlarınızdan” demek olması caiz olabilir. (Bu), birisinin sevdiği ve kalben yakın bulduğu kimse için انت من نفسي وانت من قلبي “Sen benim canımdan ve kalbimden bir parçasın.” demesi gibidir. Yüce Allah’ın, ayetin devamı olan عَز۪يزٌۘ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَر۪يصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ [Sıkıntıya uğramanız O’na ağır gelir. O size çok düşkündür, müminlere karşı çok merhametlidir.] sözü de bu tevili teyit etmektedir. Yani “Muhalefet edip uhrevi sevaptan mahrum kalmak ve azaba müstahak olmak suretiyle sıkıntıya düşmeniz size olan muhabbet ve meylinden dolayı O’na çok ağır gelir, size karşı çok merhametli ve pek şefkatli olduğundan sizin imanınıza çok düşkündür.” demektir. (Şerîf er-Radî)
عَنِتّ kırıldıktan sonra kaynayan kemiğin tekrar kırılması demektir. Belki de bu daha acı vericidir. Korku, helak, sıkıntı manalarında kullanılır.
عَز۪يزٌۘ - حَر۪يصٌ ve رَؤُ۫فٌ - رَح۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu ayet surenin bitişine işaret sadedinde, berâat-i intehâ ayeti sayılabilir.
Allah Teâlâ bu surede, peygamberine çeşitli muvaffakiyet ve keremini nasip ettiği kimseler hariç, tahammülü güç, çetin ve zor mükellefiyetleri insanlara tebliğ etmesini emredince o mükellefiyetleri sırtlanmayı kolaylaştıracak hususları belirterek sureyi sona erdirmiştir. O hususlar da şunlardır: “Bu peygamber (sav) siz (insanlar)dandır. Binaenaleyh onun için dünyada meydana gelecek olan her türlü izzet ve şeref sizedir. Hem sonra o, sizin zarara uğramanız, kendisine çok güç gelen, dünya ve ahiret hayırlarını size ulaştırmada son derece istekli olan bir kimsedir. Bundan dolayı da sizin için tıpkı şefkatli bir doktor ve merhametli bir baba gibidir. Şefkatli olan doktor, çoğu zaman dayanılması güç, çetin ilaçlara yönelir. Merhametli baba da çoğu kez insana zor ve ağır gelen eğitme usullerine başvurur. Fakat insan, doktorun bilgili, sahasının ehli ve babasının da müşfik olduğunu bilince o acı ilaçlara tahammül eder ve o güç terbiye usulleri de bir lütuf ve ihsan yerini tutar. İşte burada da böyledir. Siz onun Allah katından gönderilmiş hak peygamber olduğunu anladığınıza göre her türlü hayrı elde etmek için onun bu zor tekliflerini kabul ediniz.” (Fahreddin er-Râzî)
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِيَ اللّٰهُۘ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَإِنْ | eğer |
|
2 | تَوَلَّوْا | yüz çevirirlerse |
|
3 | فَقُلْ | de ki |
|
4 | حَسْبِيَ | bana yeter |
|
5 | اللَّهُ | Allah |
|
6 | لَا | yoktur |
|
7 | إِلَٰهَ | tanrı |
|
8 | إِلَّا | başka |
|
9 | هُوَ | O’ndan |
|
10 | عَلَيْهِ | O’na |
|
11 | تَوَكَّلْتُ | dayandım |
|
12 | وَهُوَ | ve O |
|
13 | رَبُّ | rabbidir |
|
14 | الْعَرْشِ | Arş’ın |
|
15 | الْعَظِيمِ | büyük |
|
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِيَ اللّٰهُۘ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ
فَ atıf harfidir. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. تَوَلَّوْا şart fiili, mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli, حَسْبِيَ اللّٰهُۘ ’dur. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
حَسْبِيَ mübteda olup ي üzere mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اللّٰهُ lafza-i celâli, haber olup lafzen merfûdur.
لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ cümlesi mübteda ve haberin hali olarak mahallen mansubdur.
لَٓا cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. اِلٰهَ kelimesi لَٓا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. اِلَّا istisna harfidir. لَٓا ’nın haberi mahzuftur. Takdiri; موجود (vardır) şeklindedir.
Munfasıl zamir هُوَ mahzuf haberin zamirinden bedeldir.
تَوَلَّوْا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ولي ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ
عَلَيْهِ car mecruru تَوَكَّلْتُ fiiline müteallıktır. تَوَكَّلْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
رَبُّ haber olup lafzen merfûdur. الْعَرْشِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الْعَظٖيمِ kelimesi الْعَرْشِ ’ın sıfatıdır.
تَوَكَّلْتُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi وكل ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِيَ اللّٰهُۘ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ
Ayet önceki ayetteki mukadder kasem cümlesine فَ ile atfedilmiştir. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.
Önceki ayetteki cemi muhatap zamirinden, müfred muhatap zamirine iltifat edilmiştir.
تَوَلَّوْ fiili burada inat ve büyüklenme anlamında müstear olarak kullanılmıştır. (Âşûr)
Ayetin ilk cümlesi şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mazi fiil sıygasında gelmiş تَوَلَّوْ cümlesi şarttır. فَ karînesiyle gelen فَقُلْ حَسْبِيَ اللّٰهُۘ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ , cevap cümlesidir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan حَسْبِيَ اللّٰهُۘ cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi faide-i haber ibtidâî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemal sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Lafza-i celâlden hal olan لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ cümlesi, cinsini nefyeden لَٓا ’nın dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.
لَاۤ ,هُوَ ve ismi olan اِلٰهَ ’nin mahallinden veya لَٓا ’nın mahzuf haberindeki zamirden bedeldir. لَاۤ ’nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
لَاۤ ve إِلَّا ile oluşan kasr, هُوَ ile إِلَـٰهَ arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l mevsuf hakiki kasırdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
اللّٰهُۘ - اِلٰهَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ
Mekulü’l-kavli tekid hükmünde olan bir istînâfiyyedir veya itiraziyyedir. Fasılla gelmiş cümlenin fasıl sebebi kemâl-i ittisaldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede car mecrur, önemine binaen amiline takdim edilmiştir.
Ayetteki “Ben ancak O'na güvenip dayandım.” cümlesi hasr ifade etmekte olup, “Ben ancak ve ancak O'na güvenirim; O, büyük arşın Rabbidir.” anlamındadır. (Fahreddin er-Râzî)
وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ
Hal cümlesine وَ ’la atfedilen son cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesinde müsnedin izafetle marife olması kasr ifade etmiştir.
الْعَرْشِ ,الْعَظ۪يمِ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Burada, özellikle arşın zikredilmiş olmasının sebebi şudur: Eserler ne kadar büyük ve ne kadar iyi, güzel olursa o zaman müessirin, bunları var edenin akıl ve kalplerdeki celâlinin ve ululuğunun zuhur etmesi de o nispette büyük ve azametli olur. Cisimlerin en büyüğü arş olunca özellikle onun zikredilmesinden maksat, Allah Subhanehu ve Teâlâ'nın celâlini tazim etmek olur. (Fahreddin er-Râzî)
Ayette Rabb ve Allah isimleri birlikte zikredilerek Allah’ın, hem ulûhiyet hem rububiyet sıfatlarına vurgu yapılmıştır.
اللّٰهُۘ - اِلٰهَ - رَبُّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Hasan el-Basrî şöyle demektedir: “Bu iki ayet (Tevbe Suresi, 128-129) Allah Teâlâ’nın en son indirdiği ayetlerdir ki bundan sonra Kur’an indirilmemiştir.” Ubeyy ibn Ka’b da şöyle demiştir: “Zaman bakımından Allah’ın en son indirdiği Kur’an ayeti bu iki ayettir.” Bu, aynı zamanda Said İbni Cübeyr’in de görüşüdür.
Sure Allah Teâlâ’dan bir bildiri ile başlayıp bir bildiri ile bitmiştir.
Surenin sonunda konuyu en güzel şekilde bağlayarak mükemmel bir sonuç teşkil eden bu ayet, sözün makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlanması olan hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.
Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi beliğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaad ve vaîd gibi surede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Surenin fasılalarındaki لْ - نَ - بِ - رَ - مِ harflerinde, lüzum mâ la yelzem sanatı vardır.
Burada Peygamberi (sav) teselli için hitap ona tevcih edilmiştir. Şöyle ki:
Ey Resulüm! Eğer onlar sana iman etmekten yüz çevirirlerse de ki: “Allah bana yeter.” (Çünkü O, gerçekten sana kâfidir ve seni onlara karşı muzaffer kılacaktır.)
Ben sadece O'na tevekkül ettim; Ben ancak O'ndan dilerim ve O'ndan korkarım. O, yüce arşın sahibidir.
Büyük arş, pek muazzam hükümranlık demektir. Yahut bütün kâinatı kuşatmış olan muazzam bir cisimdir ki ilâhî hükümler, kaza ve kaderler, oradan nazil olur.
Rivayete göre Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Kur’an'ın bütün bölümleri ayet ayet, harf harf inmiştir; yalnız Berâe (Tevbe) Suresi ile İhlas Suresi hariç. Çünkü bu iki sure, yetmiş bin saf melek refakatinde bana indirilmiştir.” (Ebüssuûd)
Sevmek için tanımak ve tanımak için de çabalamak gerekir. Bilmediğine karşı duyduğun sevgi uçucudur. Hiçbir şeye etki edecek gücü yoktur. Fısıltılarını, belki sadece nefis duyar. Nefis, eğer işine gelmeyeni duyuyorsa, kalbe çaktırmadan işittiklerinden kalanları yok eder. Temelsiz sevginin zamanı dolunca, sanki kalbe hiç uğramamış gibi kaybolur gider. Asıl tehlike, gidişindeki yokluğun hissedilmeyecek kadar ufak oluşudur.
Ey bize Kur’an-ı Kerim’i indiren Allahım! Ey bize Nebi olarak Rasulullah (sav)’i gönderen Allahım! Bizi; Kitabının ve Rasulunun kıymetini bilenlerden, onlara muhabbetle bağlananlardan, onları tanıyanlardan, Rasulullah’ın İslam’ı yaşayışını, Kur’an ahlakını ve güzel huylarını örnek alanlardan ve
Kur’an-ı Kerim’i okudukça: Müjdeleriyle sevinçle dolanlardan, Şifasıyla maddi manevi hastalıklardan kurtulanlardan, İbretleriyle imanı pekişenlerden, Faziletiyle kalplerini arındıranlardan, Hikmetiyle yolu aydınlananlardan, Tehditleriyle Sana sığınanlardan, Uyarılarıyla hayatını düzene sokanlardan, Dualarıyla her adımını güzelleştirenlerden eyle.
Allahım! Şüphesiz, Sen bize yetersin. Yalnız Sana güvenip dayanırız. Bizi; Kitap olarak Kur’an’dan, Nebi olarak hz. Muhammed (sav)’den ve Rab olarak Allah’tan razıyız sözünün arkasında duranlardan, bu söze layık yaşayanlardan ve bu sözü tutmuş bir halde huzuruna gelenlerden eyle.
Allah’ın kitabında ve Rasulunun hayatında gizlenmiş nice hayırlardan faydalananlardan ve böylece dünya hayatında kendisini geliştirenlerden, Allah katında derecesini yükseltenlerden ve hem dünyada, hem de ahirette huzura kavuşanlardan olmak duasıyla.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji