وَمَا ظَنُّ الَّذ۪ينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَشْكُرُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | ve nedir? |
|
2 | ظَنُّ | zanları |
|
3 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
4 | يَفْتَرُونَ | uyduranların |
|
5 | عَلَى | karşı |
|
6 | اللَّهِ | Allah’a |
|
7 | الْكَذِبَ | yalan |
|
8 | يَوْمَ | günü (hakkında) |
|
9 | الْقِيَامَةِ | kıyamet |
|
10 | إِنَّ | şüphesiz |
|
11 | اللَّهَ | Allah |
|
12 | لَذُو | sahibidir |
|
13 | فَضْلٍ | lütuf |
|
14 | عَلَى | karşı |
|
15 | النَّاسِ | insanlara |
|
16 | وَلَٰكِنَّ | ve ancak |
|
17 | أَكْثَرَهُمْ | onların çoğu |
|
18 | لَا |
|
|
19 | يَشْكُرُونَ | şükretmezler |
|
Rızık, kısaca “insanların istifade ettiği nimet ve imkânlar” demektir. Allah’ın rızık vermesi, bir lutuf ve ihsan olduğu için 59. âyette bu husus, “rızık indirme” olarak ifade edilmiştir. Ayrıca meyve, sebze, hububat gibi besinlerin yağmur sayesinde yetişmesinden dolayı da bu ifade kullanılmış olabilir (İbn Âşûr, XI, 209).
Taberî’ye göre (XI, 127) burada putperest Araplar’ın, En‘âm sûresinde (6/136) bir örneği zikredilen temelsiz anlayış ve uygulamalarına işaret edilmektedir. Meselâ onlar, ziraat ürünleriyle hayvanlarından bir bölümünü, şefaatini umdukları putları için ayırarak bunu kendileri veya başka insanlar için harcamanın haram olduğunu ileri sürer, sadece âyin ve putların bakımı gibi hizmetlerde kullanırlardı. Buna göre âyetin asıl maksadı, putperestlerin bazı rızıkları keyfî olarak haram saymalarıdır (İbn Âşûr, XI, 209). Halbuki ilke olarak Allah’ın verdiği rızıkların hepsi helâldir (Zemahşerî, II, 194); haram hükmünü koyma yetkisi Allah’a aittir. Eğer Allah haram sayılmasına izin vermediyse onun haram olduğunu söylemek 59. âyette, “Allah adına hüküm uydurmak” şeklinde değerlendirilmiş; 60. âyette de bunu yapanların kıyamet gününde başlarına gelecekleri iyi düşünmeleri uyarısında bulunulmuştur.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 116
وَمَا ظَنُّ الَّذ۪ينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ
وَ istînâfiyyedir. مَا istifham ismi, mübteda olarak mahallen merfûdur. ظَنُّ haber olup lafzen merfûdur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası يَفْتَرُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَفْتَرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَلَى اللّٰهِ car mecruru يَفْتَرُونَ fiiline müteallıktır. الْكَذِبَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. يَوْمَ zaman zarfı ظَنُّ ’ye müteallıktır. الْقِيٰمَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِنَّ اللّٰهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli اِنَّ ’nin ismidir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. Haberi olan ذُو, harfle îrab olan beş isimden biridir. Ref alameti و ’dır.
فَضۡلٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
عَلَى ٱلنَّاسِ car mecruru فَضۡلٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.
وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَشْكُرُونَ۟
وَ atıf harfidir. لَـٰكِنَّ istidrak harfidir. لَـٰكِنَّ harfi, اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre لَـٰكِنَّ de اِنَّ gibi cümleyi tekid eder.
لَـٰكِنّ ’nin ismi اَكْثَرَ olup lafzen mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَا يَشْكُرُونَ۟ fiili, لَـٰكِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. یَشۡكُرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَمَا ظَنُّ الَّذ۪ينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ
Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kınama ve azarlama kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Istifham ismi مَا mübteda, has ism-i mevsûle muzâf olan ظَنُّ haberdir. Müsnedin izafet formunda gelmesi veciz ifade kastına matuftur. Muzâfun ileyh konumundaki has ism-i mevsûlün sılası olan …يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ, müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, tecessüm ve istimrar ifade etmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Bu cümle, her ne kadar “isti’lâm (zanlarını bildirmelerini isteme)” için ise de bununla, Allah’a iftira eden kimselerin azabının ne kadar büyük olacağı kastedilmiştir. (Fahreddin er- Râzî) Bu tefsire göre lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır.
يَفْتَرُونَ - الْكَذِبَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu kelimelerin birlikte kulanılması işledikleri fiilin son derece çirkin ve kendi inançlarına göre de yalan olduğunu göstermek içindir. (Ebüssuûd)
Bu kelam, doğrudan doğruya Allah'ın ifadesidir ve kıyametin korkunçluğunu belirtir. Burada onların zamir ile değil de açık olarak ifade edilmesi, iftiralarını tescil etmek içindir.
İftira, ancak yalan ile olduğu halde burada الْكَذِبَ kelimesinin de kullanılması, onların işledikleri fiilin son derece çirkin ve kendi inançlarına göre de yalan olduğunu göstermek içindir.
Bu sualden maksat, o günün korkunçluğunu ve dehşetini, onların o gün maruz kalacakları muameleleri anlatmaktır. (Ebüssuûd)
اِنَّ اللّٰهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle إِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır.
Bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan اللّٰهُ lafzının ayette müsnedün ileyh olması, O’nun azamet ve kudretini ifade etmenin yanı sıra telezzüz ve teberrük içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Müsned, veciz söz söyleme usullerinden olan izafet terkibiyle marife olmuştur.
İzafette bu kişinin bu özelliği ile tanındığı, meşhur olduğu ve bu özelliğin onun tabiatı, karakteri haline geldiği manası vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 7, Ahkâf Suresi Belâgî Tefsiri, s. 238)
Zemahşerî der ki: Burada “mütefaddil” gibi bir kelime yerine ذُو فَضْلٍ tercih edilmiştir. Böylece فَضْلٍ kelimesi nekre gelmiştir ki bu da Allah Teâlâ’nın kulları üzerindeki fadlının “hem de ne fadl” şeklinde ifade edilen derecede mükemmel olduğunu beyan eder. Şeyh Tahir de buradaki ذُو ile izafetin teşrif için olduğunu söylemiştir. Bu görüş doğrudur. Ancak bunlara ilaveten bu izafetin mülâzemet ifade ettiği de söylenmelidir. Yani Allah Teâlâ’nın insanlar üzerindeki fadlı sabittir, devamlıdır, zâkir ve gafil kullar arasında fark yoktur. İşte bu mana ulûhiyetin celâlidir.
Allah ism-i celîli zikredilmişti. Oysa ayetin başında da Allah ismi geçtiği için âdeten zamir gelmesi gerekirdi. Böylece bu cümle darb-ı mesel şeklinde insanlar arasında kullanılabilir olmuştur. Ayrıca bu şekilde zikredilen fadl, Allah lafzının çağrıştırdığı celâl ve kemâl sıfatlarını hissettirir. Burada da zamir yerine zahir isim gelmesi, önceki gibi bu ayeti de darb-ı mesel haline getirir. Böylece hem Allah’ın fadlına ve minnetine hem de insanın küfür ve reddine tenbih edilmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 1, Gâfir Suresi, s. 303)
Cümle mesel tarikinde tezyîldir.
Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekid etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekid etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz, Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَشْكُرُونَ۟
وَ atıf harfidir. İstidrak manasındaki لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
لٰكِنَّ ’nin haberi olan لَا يَشْكُرُونَ۟ ’nin muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır.
(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَـٰكِنَّ, kendisinden sonra gelen cümleye önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (Suyûtî, İtkân, c. 2, s. 474)
Kelam, makablinin mefhumunu izah eden bir zeyl mahiyetindedir. (Ebüssuûd)