بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَلَوْ اَنَّ لِكُلِّ نَفْسٍ ظَلَمَتْ مَا فِي الْاَرْضِ لَافْتَدَتْ بِه۪ۜ وَاَسَرُّوا النَّدَامَةَ لَمَّا رَاَوُا الْعَذَابَۚ وَقُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَوْ | ve şayet |
|
2 | أَنَّ | şüphesiz |
|
3 | لِكُلِّ | her |
|
4 | نَفْسٍ | nefis |
|
5 | ظَلَمَتْ | zulmeden |
|
6 | مَا | ne varsa |
|
7 | فِي |
|
|
8 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
9 | لَافْتَدَتْ | fidye olarak verirdi |
|
10 | بِهِ | onu |
|
11 | وَأَسَرُّوا | ve açığa vururlar |
|
12 | النَّدَامَةَ | pişmanlıklarını |
|
13 | لَمَّا | zaman |
|
14 | رَأَوُا | gördükleri |
|
15 | الْعَذَابَ | azabı |
|
16 | وَقُضِيَ | ve hüküm verilir |
|
17 | بَيْنَهُمْ | aralarında |
|
18 | بِالْقِسْطِ | adaletle |
|
19 | وَهُمْ | ve onlar |
|
20 | لَا |
|
|
21 | يُظْلَمُونَ | haksızlığa uğratılmazlar |
|
وَلَوْ اَنَّ لِكُلِّ نَفْسٍ ظَلَمَتْ مَا فِي الْاَرْضِ لَافْتَدَتْ بِه۪ۜ
وَ istînâfiyyedir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel mahzuf fiilin faili olarak mahallen merfûdur. Takdiri, ثبت (sabit oldu) şeklindedir.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
لِكُلِّ car mecruru اَنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. نَفْسٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
ظَلَمَتْ fiili, نَفْسٍ ’in sıfatı olarak mahallen mecrurdur. ظَلَمَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
مَا müşterek ism-i mevsûl, اَنَّ ’nin muahhar ismi olup mahallen mansubtur. فِي الْاَرْضِ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır.
افْتَدَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
بِه۪ car mecruru افْتَدَتْ fiiline müteallıktır.
افْتَدَتْ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındadır. Sülâsîsi فدي ’dır.
Bu bab, fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
وَاَسَرُّوا النَّدَامَةَ لَمَّا رَاَوُا الْعَذَابَۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اَسَرُّوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
النَّدَامَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
رَاَوُا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
رَاَوُا mahzuf elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. الْعَذَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَقُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
وَ atıf harfidir. قُضِيَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili mahzuftur. Takdiri, القضاء şeklindedir.
بَيْنَهُمْ mekân zarfı, قُضِيَ fiiline müteallıktır.
بِالْقِسْطِ car mecruru naib-i failin mahzuf haline müteallıktır.
وَ haliyyedir. Muttasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
لَا, nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُظْلَمُونَ fiili, ن ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
لَا يُظْلَمُونَ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
وَلَوْ اَنَّ لِكُلِّ نَفْسٍ ظَلَمَتْ مَا فِي الْاَرْضِ لَافْتَدَتْ بِه۪ۜ وَاَسَرُّوا النَّدَامَةَ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi, şart üslubunda gelmiş haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu …اَنَّ لِكُلِّ نَفْسٍ cümlesi masdar tevili ile takdiri ثبت (sabit oldu) olan mahzuf şart fiilinin failidir. Şart fiilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Masdar-ı müevvel olan isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لِكُلِّ نَفْسٍ mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
ظَلَمَتْ mazi fiil cümlesi نَفْسٍ için sıfattır. Sıfat mevsufunun bir özelliğini bildiren ıtnâb sanatıdır.
Muahhar mübteda konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ’nın sılası mahzuftur. فِي الْاَرْضِ, bu mahzuf sılaya müteallıktır.
Cevap harfi لَ ile gelen لَافْتَدَتْ بِه۪ۜ cümlesi, şartın cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nahivciler لَوْ edatını, şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır, diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler Doktora Tezi)
İstînâfiyye olan ilk cümleye matuf olan وَاَسَرُّوا النَّدَامَةَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidai kelamdır.
اَسَرُّوا fiilinin zamiri لِكُلِّ نَفْسٍ ’e aittir. Müzekker gelen fiil, tağlîb yoluyla müennesi de kapsamıştır. (Aşûr)
ظَلَمَتْ fiilinde irsâd sanatı vardır.
اَسَرُّوا, “hem gizlediler hem açığa vurdular” anlamı taşır. Arapçada zıt anlamlı kelimeler grubundandır. (Hüseyin Tural, Arap Dilinde Ezdad)
Gizleme, sabır ve sebat göstermelerinden değil şaşırıp kalmalarından dolayıdır.
Bir diğer görüşe göre ise onlar, samimi olarak yaptıklarından, inkâr ve istihzalarından pişmanlık duyarlar.
Başka bir görüşe göre ise duydukları bu pişmanlığı da açıklarlar. Ebüssuûd
اَسَرُّوا النَّدَامَةَ [Pişmanlık izhar ettiler.] ifadesi, mazi sıygasındadır. Halbuki kıyamet, gelecek zamanda olacak şeylerdendir. Fakat kıyametin meydana gelmesi çok kesin olduğu için Cenab-ı Allah, gelecekte olacak bu işi sanki mazide olup bitmiş gibi kabul etmiştir.
اَسَرَّ fiili, hem gizlemek hem de izhar etmek, göstermek manasına gelen, ezdâd kelimelerdendir. Burada “gizlemek” manasına geldiğini açıktır. (Fahreddin er-Râzî)
لَمَّا رَاَوُا الْعَذَابَۚ
Şart manalı zaman zarfı لَمَّا ’nın muzâf olduğu رَاَوُا الْعَذَابَۚ şart cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Müstakbel, vukuunun kesinliğini ifade için mazi sıygada gelmiştir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 88)
Azabın el takısıyla marife olması bu özelliğin kemâl derecede olduğunu ifade eder.
Cevap cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
وَقُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
Ayetin son cümlesi başındaki istînâfa atfedilmiştir.
قُضِيَ بَيْنَهُمْ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
هُمْ لَا يُظْلَمُونَ cümlesine dahil olan وَ, haliyyedir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidai kelamdır. Müsnedin menfi muzari sıygada gelmesi hükmü takviye, tecessüm, teceddüt ve istimrar ifade eder.
يُظْلَمُونَ - الْقِسْطِ arasında tıbâk-ı îcab vardır.
قُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ [Aralarında adaletle hüküm verilir.] sözünden sonra gelen وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ “Onlara zulmedilmez.” ifadesi, hükmetmedeki hassasiyeti vurgulamak kastıyla yapılmış ıtnâbdır.
قُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ ibaresi 47. ayette de geçmişti, aralarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
لَا يُظْلَمُونَ - ظَلَمَتْ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.اَلَٓا اِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ اَلَٓا اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَلَا | iyi bilin ki |
|
2 | إِنَّ | şüphesiz |
|
3 | لِلَّهِ | Allah’ındır |
|
4 | مَا | olanların tümü |
|
5 | فِي |
|
|
6 | السَّمَاوَاتِ | göklerde |
|
7 | وَالْأَرْضِ | ve yerde |
|
8 | أَلَا | İyi bilin ki |
|
9 | إِنَّ | şüphesiz |
|
10 | وَعْدَ | vaadettiği |
|
11 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
12 | حَقٌّ | gerçektir |
|
13 | وَلَٰكِنَّ | ancak |
|
14 | أَكْثَرَهُمْ | onların çoğu |
|
15 | لَا |
|
|
16 | يَعْلَمُونَ | bilmiyorlar |
|
“Gökler ve yer” ifadesiyle topyekün evren kastedilmektedir. Evren ve hayat bütün var olanları kuşatan kavramlardır. Evren ve hayatın kaderine toplu bir bakışı dile getiren bu iki âyet, dolaylı olarak bu kaderi elinde tutan yüce kudretin âhiret hayatını gerçekleştirmesini imkânsız görmenin saçmalığına işaret etmektedir. “Allah’ın olacağını bildirdiği şey gerçektir”; O, “Âhiret gerçekleşecek ve her insan bu dünyada yapıp ettiklerinin hesabını orada verecek” dediğine göre bu muhakkak ki olacaktır; aksini düşünmek –hâşâ– Allah’ın âciz olduğunu veya sözünde durmayacağını kabul etmek anlamına gelir; bu anlayış ise olsa olsa bir cehalet ürünü olabilir. Bu sebeple 55. âyetin sonunda âhireti inkâr edenler kastedilerek, “Onların çoğu bilmezler” yani “delillerden habersizdirler, varlık ve olayların dış görünüşleriyle yetinip aldanırlar; sonuçta da gerçeğin engin bilgilerinden mahrum kalırlar” (Râzî, XVII, 113) buyurulmuş; 56. âyetin sonunda da Allah’a dönüşün kaçınılmaz olduğu bir defa daha teyit edilmiştir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 112-113
اَلَٓا اِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
اَلَٓا tenbih harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
لِلّٰهِ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. مَا müşterek ismi mevsûl, اِنَّ ’nin muahhar ismi olarak mahallen mansubdur.
فِي السَّمٰوَاتِ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır. الْاَرْضِ kelimesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
لِ harf-i ceri mecruruna tahsis, sahiplik, istihkak, sebep gibi manalar kazandırabilir. Burada sahiplik manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِلّٰهِ ifadesinde yer alan ل harfi hem mülkiyeti, sahipliği hem de mutlak egemenliği ifade eder. Mutlak egemenliği elinde bulunduran Allah kullarına zulmetmeyi asla istemez. Ancak hakimiyetleri noksan olan idareciler zulmeder. Ama Yüce Allah mutlak egemenliğe sahip olduğundan kullarına zulmetmez. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
اَلَٓا اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ
اَلَٓا tenbih harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
وَعْدَ اللّٰهِ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
حَقٌّ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
وَ atıf harfidir. لَـٰكِنَّ istidrak harfidir. لٰكِنَّ harfi, اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre لٰكِنَّ ’de اِنَّ gibi cümleyi tekid eder.
لٰكِنَّ ’nin ismi أَكۡثَرَ lafzen mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لٰكِنَّ ’nin haberi لَا يَعْلَمُونَ ’dir.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْلَمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَلَٓا اِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. إنَّ ’nin dahil olduğu cümle faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesinin başına gelen اَلَٓا devamında gelecek söze dikkat çekmiş ve cümleyi tekid etmiştir.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لِلّٰهِ, mahzuf mukaddem habere müteallıktır. اِنَّ ’nin muahhar ismi olan müşterek ism-i mevsûlün sılası mahzuftur. فِي السَّمٰوَاتِ, bu mahzuf sılaya müteallıktır.
Cümledeki takdim, kasr ifade eder. Kasr, اِنَّ ’nin haberi ve ismi arasındadır. Yer ve gökteki her şey, Allah’a kasredilmiştir. لِلّٰهِ maksûrun aleyh/mevsuf, مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ maksûr/sıfattır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi sonrasındaki habere dikkat çekmek amacına matuftur. Ayrıca tazim ifade eder.
Telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandıran lafza-i celâlin, mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde zikredilmesi, tecrîd sanatıdır.
Müşterek ism-i mevsûl مَا, hem akıllılar hem de gayr-ı âkiller için kullanılmıştır. Bu tağlîb sanatıdır.
لِلَّهِ kelimesindeki lam; milk manası içindir, ما ism-i mevsûlu umumi manalıdır, görünen ve görünmeyen mevcudatı ifade eder. (Âşûr)
Haberin إنَّ ile tekid edilmesi müşrikleri ret içindir. Çünkü Allah’a şirk koştukları için o ortakların Allah’ın mülkünde olmadığını öne sürmüşlerdir. Bunun için إنَّ ’nin haberi önemi dolayısıyla ismine takdim edilmiştir. Böylece şirk koşmaları kasr üslubuyla reddedilmiştir. Her iki yerde önem sebebiyle ve inkârlarını ret için tenbih harfinden sonra bir de إنَّ ile tekid edilmiştir. (Âşûr)
Kur’an’da çok kez geçen لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ sözünde iktibas vardır.
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
Burada “dikkat edin” anlamındaki اَلَٓا kelimesi, gafil insanları uyarmak için kullanılır. Bu dünya ehli, gafildir. Zahirî sebeplere bakarak oyalanır ve eşyayı zahirdeki sahiplerine nispet ederek: “Bu Zeyd’in evidir. Amr’ın kölesidir, saltanat halifeye, tasarruf vezire aittir.” gibi ifadeler kullanırlar. Böylece gaflet ve cehalet uykusuna dalarlar. Bu nispetlerin doğru olduğunu sanırlar. Bundan dolayı yüce Allah, uyuyan dünya ehline bu kelime ile hitap ederek onları uyanmaya teşvik eder. (Ruhu’l Beyan)
اَلَٓا اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ
Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اَلَٓا ve إنَّ ile tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
Burada zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, vaadin şanını tazim ve hükmün illetini zımnen bildirmek içindir.
وَعْدَ kelimesinin lafz-ı celâle muzâf olması tazim ifade eder. إنَّ ’nin isminin izafetle gelmesi veciz ifade kastına matuftur.
اَلَٓا kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لِلَّهِ kelimesindeki lam; milk manası içindir, ما ism-i mevsûlu umumi manalıdır, görünen ve görünmeyen mevcudatı ifade eder.
وَعْدَ, ya vadedilenler anlamındadır yani Allah tarafından vadedilen her şey haktır, demektir; o takdirde onların acele istedikleri azap ile o azabın halini beyan konusunda zikredilenler de öncelikle bu hükme dahildir ya da bu vaadin masdar manası kastedilmektedir yani Allah'ın bütün zikredilenlere ilişkin vaadi haktır.
حَقٌّ kelimesi de birinci manaya göre kesin olarak sabit ve vakidir; ikinci manaya göre ise gerçeğe uygundur, demektir.
Ayetin zikredilen her iki cümlesinin başında da tenbih (اَلَٓا / haberiniz olsun) ve tahkik (اِنَّ / şüphesiz) harflerinin zikredilmesi, geçen ayeti kerimelerin içeriklerini de açıklayan bu iki cümlenin anlamlarının gerçekliğini tescil etmek ve bu vaadin, zihinden çıkarılmamasının ve muhafaza edilmesinin zorunlu olduğuna dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd)
Allah Teâlâ, Kur'an-ı Kerim'i bu ayette şu dört vasıfla nitelemiştir:
a. O, 'Allah katından bir mev'iza (öğüt)tür.
b. O, kalplerdeki hastalıklara bir şifadır.
c. Hidayettir.
d. Müminlere rahmettir. (Fahreddin er-Râzî)
Tezyîl cümlesidir, tenbih harfiyle başlamış ve yukarıda tafsilatlı olarak işittikleri amacın dinlenmesi için tekrar edilmiştir. (Âşûr)
Bu cümlede Allah’a ait bir zamir yerine zahir ismin gelmesi mesel tarikinde müstakil olarak kullanılabilmesi içindir. (Âşûr)
وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
وَ atıf harfidir. Cümle makabline atfedilmiştir. İstidrak manasındaki لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
لٰكِنَّ ’nin haberi olan لَا يَعْلَمُونَ ’nin muzari fiil sıygasında gelmesi, cümleye hükmü takviye, hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde, bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır.
(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَـٰكِنَّ, kendisinden sonra gelen cümleye önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lâzımdır. (Suyûtî, İtkân, c. 2, s. 474)
Münafıklar kendilerinin değil müminlerin akılsız olduklarına inanıyorlardı. Allah Teâlâ onların bu inancını ters çevirerek, inananların değil kendilerinin akılsız olduğunu ama bunu bilmediklerini dile getirdi. Bunun için kasr-ı kalb olmuştur.
“Bilmeme” keyfiyetinin onlardan çoğuna tahsisi, bazılarının hakikati bilmelerine rağmen kibir ve inatları yüzünden bilmezden gelmeleri sebebiyledir.
(Ebüssuûd)
Burada istidrak üslubu gelmiştir. Çünkü önceki iki cümle ile onların yanlış itikadının reddi istenmiştir. Böylece bu cümlelerin manasındaki şek olumsuzlanmıştır. Adeta şöyle denmiştir: Bunun gerçek olduğunda şüphe yoktur. Ancak onların çoğu bilmezler. Bunun için de şüphe ederler. İlmin olmayışı أكْثَرِ kelimesiyle desteklenmiştir. Bunda da onların arasında bunu bilenlerin olduğu ve kibirlenerek karşı çıktıklarına işaret edilmiştir. (Âşûr)هُوَ يُحْـي۪ وَيُم۪يتُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
هُوَ يُحْـي۪ وَيُم۪يتُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
يُحْـي۪ fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يُحْـي۪ fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
وَ atıf harfidir. يُم۪يت merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
وَ atıf harfidir. إِلَیۡهِ car mecruru تُرۡجَعُونَ fiiline müteallıktır.
تُرۡجَعُونَ meçhul muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
هُوَ يُحْـي۪ وَيُم۪يتُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber talebî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Aynı üsluptaki وَيُم۪يتُۖ cümlesi, habere tezat sebebiyle atfedilmiştir.
يُحْـي۪ cümlesiyle, وَيُم۪يتُ cümlesi arasında mukabele ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.
Cümle وَ ile öncesine atfedilmiştir. Muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.
Ayrıca muzari fiilin tecessüm özelliği muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek konuyu iyice kavramasına yardımcı olur.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrurun amiline takdimi kasr ifade etmiştir. Takdim kasrında, takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur. إِلَیۡهِ mevsuf/maksûrun aleyh, تُرۡجَعُونَ sıfat/maksûr olduğu için, kasr-ı sıfat ale’l mevsuftur. Yani başka kimseye değil, sadece ve sadece ona döndürüleceksiniz. Bu da şirk inancını iptal eder.
اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ [O'na döndürüleceksiniz] sözü, lafzen sarih olarak Allah'a dönüşe delalet eder, bunun yanında söylenmemiş bu sarih delalet başka bir delaleti de kapsar, bu da hesap, sevap ve cezadır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Zuhruf/85, c. 4, s. 370) Buna da lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel denir.
تُرْجَعُونَ: İnsan geldiği yere geri döner. Oraya ilk defa gitmiyoruz. Oradan geldik, oraya gidiyoruz manasını taşır. Allah’ın bizi yaratması bir nimet olduğu gibi öldürmesi de bir nimettir.يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَتْكُمْ مَوْعِظَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَشِفَٓاءٌ لِمَا فِي الصُّدُورِ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِن۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | النَّاسُ | insanlar |
|
3 | قَدْ | muhakkak |
|
4 | جَاءَتْكُمْ | size gelmiştir |
|
5 | مَوْعِظَةٌ | bir öğüt |
|
6 | مِنْ |
|
|
7 | رَبِّكُمْ | Rabbinizden |
|
8 | وَشِفَاءٌ | ve bir şifa |
|
9 | لِمَا | olanlar için |
|
10 | فِي |
|
|
11 | الصُّدُورِ | gönüllerde |
|
12 | وَهُدًى | ve bir hidayet |
|
13 | وَرَحْمَةٌ | ve rahmet |
|
14 | لِلْمُؤْمِنِينَ | mü’minler için |
|
Özellikle âhiretle ilgili açıklama ve uyarıların yer aldığı 45-56. âyetlerin ardından Kur’ân-ı Kerîm’in öğüt, şifa, rehber (hüdâ), rahmet olarak gösterilmesiyle, bir bakıma, bu açıklama ve uyarıların niçin yapıldığının cevabı da ortaya konmuş bulunmaktadır. Çünkü âhireti inkâr etmek ve bunun neticesinde âhiret sorumluluğunu hissetmeden yaşamak iman ve amelde sapma demektir. Kur’an, öncelikle bu tehlikeli duruma karşı insanlara öğüt vermekte, onları aydınlatmakta; ikinci olarak her bir insanın gönül dünyalarına hitap ederek oradaki mânevî ve ahlâkî bozuklukları tedaviye yönelmekte, insanın iç dünyasını arındırmasını, doğru inanç ve güzel hasletler kazanmasını sağlayıcı hükümler getirmekte; üçüncü olarak Kur’an’ın uyarı ve öğütlerini ciddiye alıp onun şifa verici hükümlerini benimseyen müminin doğru ve yanlışları görmesine, ebedî kurtuluşa yönelmesine ve hak yolda yürümesine rehberlik etmekte; nihayet bu kemal derecelerini aşan müminlerin Allah’ın sevgi ve merhametini kazanmalarını sağlamaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’in özellikle müminler için bir rehber ve rahmet olarak gösterilmesi, insanların Kur’an karşısındaki tavrıyla ilgilidir. Çünkü inatçı ve ön yargılı tavırlarıyla daha baştan doğru ve hayırlı olan şeylere kendilerini kapatanlar, nübüvvet ve vahiy nurundan yararlanamazlar; bu yüzden de özünde hidayet ve rahmet olan Kur’an bunlara fayda sağlamaz (Râzî, XVII, 116-117). Nitekim A‘râf sûresinde (7/179) “…Onların kalpleri vardır ama onlarla kavrayamazlar; gözleri vardır ama onlarla göremezler; kulakları vardır ama onlarla işitemezler. Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da akılsızdırlar. İşte asıl gafiller onlardır ” buyurularak bu hususa açıklık getirilmiştir.
Fahreddin er-Râzî, peygamberlerin doğruluğunu kanıtlayan biri mûcize, diğeri aklî burhan olmak üzere iki farklı delil şekli bulunduğunu belirtmekte ve bu âyeti, Hz. Muhammed’in hak peygamber olduğunu aklî olarak kanıtlayan delillerden biri olarak göstermektedir (XVII, 114-117).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 114-115
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَتْكُمْ مَوْعِظَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَشِفَٓاءٌ لِمَا فِي الصُّدُورِ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِن۪ينَ
يَٓا nida harfi, اَيُّ münada nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir.
النَّاسُ münadadan bedel veya onun sıfatıdır.
Nidanın cevabı قَدْ جَٓاءَتْكُمْ مَوْعِظَةٌ ’dir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
جَٓاءَتْكُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir.
Muttasıl zamir mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مَوْعِظَةٌ fail olup lafzen merfûdur. مِنْ رَبِّكُمْ car mecruru مَوْعِظَةٌ ’un mahzuf sıfatına müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
شِفَٓاءٌ kelimesi atıf harfi وَ ile مَوْعِظَةٌ ’e matuf olup lafzen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûlü, لِ harf-i ceri ile birlikte شِفَٓاءٌ ’un mahzuf sıfatına müteallıktır.
فِي الصُّدُورِ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır.
هُدًى kelimesi atıf harfi وَ ile مَوْعِظَةٌ ’e matuf olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
رَحْمَةٌ kelimesi atıf harfi وَ ile مَوْعِظَةٌ ’e matuf olup lafzen merfûdur.
لِلْمُؤْمِن۪ينَ car mecruru رَحْمَةٌ ’e müteallıktır. الْمُؤْمِن۪ينَ ’nin cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُؤْمِن۪ينَ kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَتْكُمْ مَوْعِظَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَشِفَٓاءٌ لِمَا فِي الصُّدُورِ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِن۪ينَ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın cevabı olan …قَدْ جَٓاءَتْكُمْ مَوْعِظَةٌ, tahkik harfiyle tekid edilmiş, müspet mazi fiil cümlesidir. Faide-i haber talebî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelmesi sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Ayet-i kerime dikkat çekmek için nidayla başlamıştır. Nida; heyecan uyandırır, dikkat çeker, muhatabı dinlemeye teşvik eder.
Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi, söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, s. 43)
Allah Teâlâ’nın kullarına çağrıda bulunurken son derece etkili ve beliğ bir üslup kullanması beyan ettiği hakikatlerin önemli olduğunu vurgulamak ve bunların muhataplar tarafından fark edilerek gerekli mesajı almalarını sağlamak içindir. Ancak insanların çoğu bundan gafildirler. (Beyzâvî)
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl شِفَٓاءٌ ,مَا ’nun mahzuf sıfatına müteallıktır. Sılası mahzuftur. فِي الصُّدُورِ car-mecruru mahzuf sılaya müteallıktır.
هُدًى - رَحْمَةٌ - وَشِفَٓاءٌ merfû mahaldeki مَوْعِظَةٌ ’e matuftur. Bu kelimelerdeki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder.
Allah’ın fazlından müminlere gelenlerin, öğüt, şifa, hidayet ve rahmet olarak sayılması taksim sanatıdır.
رَبُّكُمْ, veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir. Bu izafette Rabb isminin muzâfı olduğu كُمْۚ zamiri şan ve şeref kazanmıştır.
وَرَحْمَةٌ - هُدًى - مَوْعِظَةٌ - شِفَٓاءٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
شِفَٓاءٌ لِمَا فِي الصُّدُورِ (Kalplere şifadır) ibaresinde الصُّدُورِ ’dan kasıt kalptir. Çünkü الصُّدُورِ kalbin mahallidir. Yani bu ifade Kur’an’ın cehalet, şirk, nifak gibi kalp hastalıklarının devası olduğunu ifade eder. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir) Hal-mahal alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
وْعِظَ ve مَوْعِظَةٌ, ister zecr ve korkutma yoluyla olsun, ister teşvik ve özendirme yoluyla olsun, akıbetleri hatırlatmaktır. (Ebüssûud)
Bu ayet Kur’an’daki 6 şifa ayetinden biridir. Diğerleri de Tevbe Suresi 14, Nahl Suresi 69, İsra Suresi 82, Şuara Suresi 80 ve Fussilet Suresi 44 ayetleridir.
Va'z ve mev'iza, ister zecri ve korkutma yoluyla olsun, ister teşvik ve özendirme yoluyla olsun akıbetleri hatırlatmaktır. (Ebüssuûd)
Kur’an bir çok yerde يا أيُّها النّاسُ ile müşriklere hitap ettiği için burada da hitabın müşriklere olması caizdir. İfadenin sonundaki hidayetin ve rahmetin müminler için olduğu ifadesinde idmâc vardır ve müşriklerin Kur’an’ın öğüt ve göğüslerine şifa olmasını haram kıldıkları tescil edilmiştir. Ama müminler Kur’an’dan faydalanmışlardır. (Âşûr)
Kelamın tekid için قَدْ ile gelmesi muhatapların çoğunun Kur’an’ın bu vasıflarını inkâr etmesi sebebiyledir. (Âşûr)
قُلْ بِفَضْلِ اللّٰهِ وَبِرَحْمَتِه۪ فَبِذٰلِكَ فَلْيَفْرَحُواۜ هُوَ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ
Bazı tefsirlerde (meselâ bk. Taberî, XI, 124) âyetteki “Allah’ın lutfu” ile İslâm dininin, “Allah’ın rahmeti” ile Kur’ân-ı Kerîm’in kastedildiği belirtilmekle birlikte, her iki ifadeyi, İslâm ve Kur’an da dahil olmak üzere bütün nimetleri içine alan bir kapsamda yorumlamak daha isabetli görünmektedir (Şevkânî, II, 515). Bu genel yaklaşım çerçevesinde âyetin, bir önceki âyette sıralanan öğüt, şifâ, rehber (hüdâ) ve rahmet olma özellikleri dolayısıyla Kur’an’ın müminler için Allah’ın bir lutfu, rahmetinin bir tezahürü ve dolayısıyla bir huzur ve mutluluk kaynağı olduğuna işaret ettiği de düşünülebilir.
İnsanoğlunun mutluluğu yanlış yerlerde aramaması konusunda veciz bir uyarı ve aydınlatma değeri taşıyan bu âyete göre, ne olursa olsun bir şeylere sahip olmamız değil, sahip olduğumuz şeylerin Allah’ın lutfu sayılmaya değer olup olmadığı önemlidir; maddî ve mânevî imkânları Allah’ın bize ihsanı, O’nun bize olan sevgi ve rahmetinin bir tecellisi olarak görmeli, işte asıl Allah bizi böyle bir mazhariyete lâyık gördüğü, bize böyle bir iltifatta bulunduğu için tutum ve davranışlarımızla mutluluğumuzu sergilemeliyiz. Esasen ancak böyle bir anlayış ve yaklaşım sayesindedir ki insan, hem nimetlerin önemini ve değerini doğru olarak kavrar hem de onların kendisine yüklediği sorumluluğun bilincine varır ve yerine getirir. Nimet ve imkânlardan duyulan sevincin şımarıklık ve azgınlığa dönüşmemesi için bunları verenin yüce Allah olduğunu bilmek gerekir. Nitekim burada “sevinç” kelimesiyle karşıladığımız ferah kavramı, Kur’an’da Allah ile ilişkisinin bulunmadığı bağlamda “şımarıklık, azgınlık” anlamında da kullanılmış (meselâ bk. Neml 27/36; Kasas 27/76; Gâfir 40/75); böylece Allah şuuruyla bütünleşmeyen sevinçlerin insanları baştan çıkarma tehlikesine dikkat çekilmiştir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 115-116
قُلْ بِفَضْلِ اللّٰهِ وَبِرَحْمَتِه۪ فَبِذٰلِكَ فَلْيَفْرَحُواۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir.
بِفَضْلِ car mecruru mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri, يحسن الفرح şeklindedir.
اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup lafzen mecrurdur.
بِرَحْمَتِه۪ car mecruru بِفَضْلِ ’e matuftur. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ zaiddir. بِذٰلِكَ car mecruru بِفَضْلِ ’den bedel olup mahallen mecrurdur.
ذا işaret ismi sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
فَ atıf harfidir. لۡ, emir lam’ıdır. يَفْرَحُوا fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
هُوَ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. خَيْرٌ haber olup lafzen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, مِنْ harf-i ceri ile birlikte خَيْرٌ ’e müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası يَجْمَعُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَجْمَعُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
خَيْرٌ kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ şeklindedir. Çok kullanıldıklarından Arap dilinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ بِفَضْلِ اللّٰهِ وَبِرَحْمَتِه۪ فَبِذٰلِكَ فَلْيَفْرَحُواۜ
İstînâf cümlesi olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mef’ûlü olan mekulü’l-kavl cümlesinde car-mecrur بِفَضْلِ اللّٰهِ ’nin müteallık olduğu fiil, mahzuftur. Takdiri, يحسن الفرح (Ferah güzel olur) veya لِيَفْرَحُوا (ferahlamaları için) olabilir.
بِفَضْلِ اللّٰهِ, veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir. Bu izafette Allah ismine muzâf olan فَضْلِ, tazim edilmiştir.
رَحْمَتِه۪ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan رَحْمَتِ tazim edilmiştir.
فَ, önceki cümleye rabıtadır. Mecrur mahaldeki işaret ismi بِفَضْلِ اللّٰهِ ,بِذٰلِكَ ’den bedeldir.
فَلْيَفْرَحُوا cümlesine dahil olan فَ, sebebiyye manası taşıyan fasihadır. Cümle müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, tecessüm ve istimrar ifade etmiştir.
İşaret isminde istiare vardır. ذٰلِكَ ile müminlerin feraha ereceği şeylere işaret edilmiştir. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Müminlerin feraha ereceği şeyler işaret isminde cem’ edilmiştir.
فَبِذٰلِكَ فَلْيَفْرَحُوا [Evet işte bunlarla sevinsinler.] şeklindeki bu ikinci cümle yani “Evet işte bunlarla sevinsinler.” ifadesi, ilk ifadeyi pekiştirmektedir. (Ruhul Beyan, Fahreddin er-Râzî)
فَضْلِ - رَحْمَتِه۪ - خَيْرٌ kelimeleri arasında müraatün nazir vardır.
İfade aslında [Allah’ın lütuf ve rahmetiyle sevinsinler, evet sadece bununla sevinsinler.] şeklindedir. Bu tekrar, tekid ve takrir için olup, başka dünyevi faydalar sebebiyle değil yalnızca ilâhi lütuf ve rahmet sebebiyle sevinmek gerektiği belirtilmektedir. Cümlede mezkur olan fiilin delaleti sebebiyle iki fiilden biri hazfedilmiştir. Cümle şart manası taşıdığı için de ُ فَلْيَفْرَحُواۜ fiilinin başına فَ gelmiştir. Adeta; “Eğer bir şeye sevineceklerse özellikle bu ikisiyle sevinsinler. Zira sevinmeye bunlardan daha değer bir şey yoktur.” buyurulmuştur. İfadeden ayrıca “Allah’ın lütuf ve rahmetine, işte buna önem versinler, sadece bununla sevinsinler!” anlamı da “Size Allah’ın lütuf ve rahmetiyle bir meviza (öğüt) geldi. O halde işbu sebeple, -bunun gelişi sebebiyle- sevinsinler!” anlamı da kastedilmiş olabilir. (Keşşâf)
فَلْيَفْرَحُوا ’daki فاءُ tefri’ manasındadır. وبِفَضْلِ اللَّهِ وبِرَحْمَتِهِ car mecruru فَلْيَفْرَحُوا fiiline müteallıktır. Bu mecrur ibarelerin müteallıklarından önce gelmesinin sebebi ise müslümanlar açısından sahip olduğu önem ve kasr ifadesi(kısaltma) sebebiyledir. Yani هُوَ خَيْرٌ مِمّا يَجْمَعُونَ ayetinin işaret ettiği gibi başka hiçbir şey ile değil yalnızca Allah Teâlâ’nın fazlı ve rahmetiyle (sevinsinler) manasındadır. İşte bu, sahip oldukları mal mülkleri ile hoşnut olan (sevinen) ve نَحْنُ أكْثَرُ أمْوالًا وأوْلادًا diyen müşriklere karşı bir cevap niteliğinde tarizi kalb kasr-ı’dır. (Âşûr)
هُوَ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ
Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mecrur mahaldeki مَّا müşterek ism-i mevsûlu خَيْرٌ ’a müteallıktır. İsm-i mevsûlün sılası, يَجْمَعُونَ şeklinde muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, tecessüm ve istimrar ifade etmiştir.قُلْ اَرَاَيْتُمْ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ لَكُمْ مِنْ رِزْقٍ فَجَعَلْتُمْ مِنْهُ حَرَاماً وَحَلَالاًۜ قُلْ آٰللّٰهُ اَذِنَ لَكُمْ اَمْ عَلَى اللّٰهِ تَفْتَرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | أَرَأَيْتُمْ | görmüyor musunuz? |
|
3 | مَا |
|
|
4 | أَنْزَلَ | indirdiğini |
|
5 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
6 | لَكُمْ | size |
|
7 | مِنْ | -tan |
|
8 | رِزْقٍ | rızık- |
|
9 | فَجَعَلْتُمْ | ve sizin kıldığınızı |
|
10 | مِنْهُ | ondan |
|
11 | حَرَامًا | (bir kısmını) haram |
|
12 | وَحَلَالًا | (bir kısmını) helal |
|
13 | قُلْ | de ki |
|
14 | اللَّهُ | Allah mı? |
|
15 | أَذِنَ | izin verdi |
|
16 | لَكُمْ | size |
|
17 | أَمْ | yoksa |
|
18 | عَلَى | karşı |
|
19 | اللَّهِ | Allah’a |
|
20 | تَفْتَرُونَ | iftira (mı) ediyorsunuz |
|
Rızık, kısaca “insanların istifade ettiği nimet ve imkânlar” demektir. Allah’ın rızık vermesi, bir lutuf ve ihsan olduğu için 59. âyette bu husus, “rızık indirme” olarak ifade edilmiştir. Ayrıca meyve, sebze, hububat gibi besinlerin yağmur sayesinde yetişmesinden dolayı da bu ifade kullanılmış olabilir (İbn Âşûr, XI, 209).
Taberî’ye göre (XI, 127) burada putperest Araplar’ın, En‘âm sûresinde (6/136) bir örneği zikredilen temelsiz anlayış ve uygulamalarına işaret edilmektedir. Meselâ onlar, ziraat ürünleriyle hayvanlarından bir bölümünü, şefaatini umdukları putları için ayırarak bunu kendileri veya başka insanlar için harcamanın haram olduğunu ileri sürer, sadece âyin ve putların bakımı gibi hizmetlerde kullanırlardı. Buna göre âyetin asıl maksadı, putperestlerin bazı rızıkları keyfî olarak haram saymalarıdır (İbn Âşûr, XI, 209). Halbuki ilke olarak Allah’ın verdiği rızıkların hepsi helâldir (Zemahşerî, II, 194); haram hükmünü koyma yetkisi Allah’a aittir. Eğer Allah haram sayılmasına izin vermediyse onun haram olduğunu söylemek 59. âyette, “Allah adına hüküm uydurmak” şeklinde değerlendirilmiş; 60. âyette de bunu yapanların kıyamet gününde başlarına gelecekleri iyi düşünmeleri uyarısında bulunulmuştur.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 116
قُلْ اَرَاَيْتُمْ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ لَكُمْ مِنْ رِزْقٍ فَجَعَلْتُمْ مِنْهُ حَرَاماً وَحَلَالاًۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri
أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli اَرَاَيْتُمْ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Hemze istifham harfidir. رَاَيْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
مَٓا müşterek ism-i mevsûl, birinci mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اَنْزَلَ اللّٰهُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اَنْزَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
لَكُمْ car mecruru اَنْزَلَ fiiline müteallıktır. مِنْ رِزْقٍ car mecruru mahzuf aid zamirinin haline müteallıktır.
فَ atıf harfidir. جَعَلْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir olan تُمْ fail olup mahallen merfûdur.
مِنْهُ car mecruru جَعَلْتُمْ fiiline müteallıktır. مِنْ harf-i ceri teb’izdir. حَرَاماً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. حَلَالاً kelimesi atıf harfi وَ ile حَرَاماً ’e matuftur.
قُلْ آٰللّٰهُ اَذِنَ لَكُمْ اَمْ عَلَى اللّٰهِ تَفْتَرُونَ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri
أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli آٰللّٰهُ اَذِنَ لَكُمْ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Hemze istifham harfidir. للّٰهُ mübteda olarak mahallen merfûdur.
اَذِنَ fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. اَذِنَ fetha üzere mebni mazi fiildir.
Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
لَكُمْ car mecruru اَذِنَ fiiline müteallıktır. أَمۡ munkatıadır, بل ve hemze manasındadır.
عَلَى اللّٰهِ car mecruru تَفْتَرُونَ fiiline müteallıktır.
تَفْتَرُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
تَفْتَرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındandır. Sülâsîsi فري ’dir.
İftial babı fiille mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
قُلْ اَرَاَيْتُمْ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ لَكُمْ مِنْ رِزْقٍ فَجَعَلْتُمْ مِنْهُ حَرَاماً وَحَلَالاًۜ
Müstenefe olan cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Müşriklere söylemesi için Hz. Peygambere emirdir. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan …اَرَاَيْتُمْ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Vaz edildiği istifham anlamından çıkarak tevbih ve tahkir manaları kazanan cümle, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
اَرَاَيْتَكُمْ , dikkat çekme tabirlerinden biridir.
اَرَاَيْتُمْ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ’nın sılası اَنْزَلَ اللّٰهُ لَكُمْ مِنْ رِزْقٍ, müspet mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üslupta gelen فَجَعَلْتُمْ مِنْهُ حَرَاماً وَحَلَالاًۜ cümlesi, sıla cümlesine فَ ile atfedilmiştir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
مِنْ رِزْقٍ ’daki مِنْ ba’diyet ifade eder.
حَلَالاً - حَرَاماً kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve muvazene sanatları vardır. Bu kelimelerdeki tenvin, nev ifade eder. رِزْقٍ ’daki tenvin ise nev, kesret ve tazim ifade eder.
قُلْ kelimesi çok önemlidir. Aslında bütün ayetlerin başında bir قُلْ lafzı vardır ama önemli olan hususlarda قُلْ lafzı açık olarak söylenmiştir.
اَرَاَيْتَكُمْ, dikkat çekme tabirlerinden biridir.
Allah’ın verdiği rızık, helal ve haram olarak ayrılmıştır. Taksim sanatı vardır.
اَرَاَيْتُمْ ve benzerlerindeki تَ zamiri faildir. ك ise Basra ekolüne göre ت ’nin anlamını tekid eden bir hitap harfidir ve îrabtan mahalli yoktur. Tekidin sebebi, muhatabın gafletinin derinliğini vurgulamaktır. Aynı uyuyan kimseyi sarsmak gibi. Çünkü derin uykuya dalmış olan kişi hem elle hem de dille uyandırılır.
Bu ayette ك zamiri hazf edilmiştir. Zira kendisinden önce hitabın tekidini gerektirecek herhangi bir gafletle ilgili bir söz geçmemiştir. Böylece onların sarsılması ve tenbih (uyarılması) sadece azabın hatırlatılmasıyla gerçekleşmiştir. (Zerkeşî, Bedruddîn Muĥammed b. Abdullah, el-Burhân fî Ulûmi’l-Kur’an (Thk.: Yusuf Abdurrahman el-Merağşelî, Cemâl Hamdî ez-Zehebî, İbrahim Abdullah el-Kurdî), Beyrût, 1994)
لَكُمْ kelimesinin kullanılması, bu rızıktan helal olan rızkın kastedildiğini bildirmek içindir. Rızık, indirilmiş bir nesne olarak ifade edilmiştir. Çünkü rızıklar gökte takdir edilir. Yahut rızıkların meydana gelmesi veya bekası, yağmur gibi semavî sebeplere bağlı olduğu içindir. (Ebüssuûd)
Cenab-ı Hakk'ın buyruğundaki مَٓا hakkında şu iki izah yapılabilir:
a. Bu, الذى manasında olup اَرَاَيْتُمْ fiili ile mansub kılınmıştır.
b. İstifham olan اى manasında olup اَنْزَلَ fiiliyle mansub kılınmıştır.
اَنْزَلَ fiilinin, yarattı manasına gelmesi mümkündür. Çünkü yeryüzündeki bütün rızıklar gökten inmiştir.(Fahreddin er-Râzî)
قُلْ آٰللّٰهُ اَذِنَ لَكُمْ اَمْ عَلَى اللّٰهِ تَفْتَرُونَ
Önceki emir fiilini tekid sadedinde müstenefedir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan آٰللّٰهُ اَذِنَ لَكُمْ, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Cümlenin müsnedinin mazi fiille gelmesi hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Cümledeki اَمْ munkatıadır. تَفْتَرُونَ fiiline müteallık olan car mecrur عَلَى اللّٰهِ ’ye intikal için بل manasındadır. (Mahmud Sâfî)
أم, munkatı’ olup kendi uydurduklarını Allah’a mal ettiklerini vurgulamak üzere onu takip eden cümle ile beraber “Aksine Allah’a iftira ediyorsunuz!” anlamındadır. (Keşşâf)
Lafza-i celâlin, kalplerde haşyet duygularını artırmak ve kalplere korku salmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
قُلْ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَمْ عَلَى اللّٰهِ تَفْتَرُونَ [Allah’a iftira mı ediyorsunuz?] cümlesi, hüküm sorulan hususlarda gelişigüzel hüküm vermekten sakındıran en açık ifadelerdendir. Hüküm verme konusunda kim dikkatli hareket etmezse, iftiracı olur. Hz. Ali (r.a.) şöyle buyurmuştur: ”Kim insanlara, bilmediği halde fetva vermeye kalkarsa, yer gök ona lanet eder.” (Ruhu’l Beyan)
وَمَا ظَنُّ الَّذ۪ينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَشْكُرُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | ve nedir? |
|
2 | ظَنُّ | zanları |
|
3 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
4 | يَفْتَرُونَ | uyduranların |
|
5 | عَلَى | karşı |
|
6 | اللَّهِ | Allah’a |
|
7 | الْكَذِبَ | yalan |
|
8 | يَوْمَ | günü (hakkında) |
|
9 | الْقِيَامَةِ | kıyamet |
|
10 | إِنَّ | şüphesiz |
|
11 | اللَّهَ | Allah |
|
12 | لَذُو | sahibidir |
|
13 | فَضْلٍ | lütuf |
|
14 | عَلَى | karşı |
|
15 | النَّاسِ | insanlara |
|
16 | وَلَٰكِنَّ | ve ancak |
|
17 | أَكْثَرَهُمْ | onların çoğu |
|
18 | لَا |
|
|
19 | يَشْكُرُونَ | şükretmezler |
|
وَمَا ظَنُّ الَّذ۪ينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ
وَ istînâfiyyedir. مَا istifham ismi, mübteda olarak mahallen merfûdur. ظَنُّ haber olup lafzen merfûdur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası يَفْتَرُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَفْتَرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَلَى اللّٰهِ car mecruru يَفْتَرُونَ fiiline müteallıktır. الْكَذِبَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. يَوْمَ zaman zarfı ظَنُّ ’ye müteallıktır. الْقِيٰمَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِنَّ اللّٰهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli اِنَّ ’nin ismidir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. Haberi olan ذُو, harfle îrab olan beş isimden biridir. Ref alameti و ’dır.
فَضۡلٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
عَلَى ٱلنَّاسِ car mecruru فَضۡلٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.
وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَشْكُرُونَ۟
وَ atıf harfidir. لَـٰكِنَّ istidrak harfidir. لَـٰكِنَّ harfi, اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre لَـٰكِنَّ de اِنَّ gibi cümleyi tekid eder.
لَـٰكِنّ ’nin ismi اَكْثَرَ olup lafzen mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَا يَشْكُرُونَ۟ fiili, لَـٰكِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. یَشۡكُرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَمَا ظَنُّ الَّذ۪ينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ
Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kınama ve azarlama kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Istifham ismi مَا mübteda, has ism-i mevsûle muzâf olan ظَنُّ haberdir. Müsnedin izafet formunda gelmesi veciz ifade kastına matuftur. Muzâfun ileyh konumundaki has ism-i mevsûlün sılası olan …يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ, müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, tecessüm ve istimrar ifade etmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Bu cümle, her ne kadar “isti’lâm (zanlarını bildirmelerini isteme)” için ise de bununla, Allah’a iftira eden kimselerin azabının ne kadar büyük olacağı kastedilmiştir. (Fahreddin er- Râzî) Bu tefsire göre lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır.
يَفْتَرُونَ - الْكَذِبَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu kelimelerin birlikte kulanılması işledikleri fiilin son derece çirkin ve kendi inançlarına göre de yalan olduğunu göstermek içindir. (Ebüssuûd)
Bu kelam, doğrudan doğruya Allah'ın ifadesidir ve kıyametin korkunçluğunu belirtir. Burada onların zamir ile değil de açık olarak ifade edilmesi, iftiralarını tescil etmek içindir.
İftira, ancak yalan ile olduğu halde burada الْكَذِبَ kelimesinin de kullanılması, onların işledikleri fiilin son derece çirkin ve kendi inançlarına göre de yalan olduğunu göstermek içindir.
Bu sualden maksat, o günün korkunçluğunu ve dehşetini, onların o gün maruz kalacakları muameleleri anlatmaktır. (Ebüssuûd)
اِنَّ اللّٰهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle إِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır.
Bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan اللّٰهُ lafzının ayette müsnedün ileyh olması, O’nun azamet ve kudretini ifade etmenin yanı sıra telezzüz ve teberrük içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Müsned, veciz söz söyleme usullerinden olan izafet terkibiyle marife olmuştur.
İzafette bu kişinin bu özelliği ile tanındığı, meşhur olduğu ve bu özelliğin onun tabiatı, karakteri haline geldiği manası vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 7, Ahkâf Suresi Belâgî Tefsiri, s. 238)
Zemahşerî der ki: Burada “mütefaddil” gibi bir kelime yerine ذُو فَضْلٍ tercih edilmiştir. Böylece فَضْلٍ kelimesi nekre gelmiştir ki bu da Allah Teâlâ’nın kulları üzerindeki fadlının “hem de ne fadl” şeklinde ifade edilen derecede mükemmel olduğunu beyan eder. Şeyh Tahir de buradaki ذُو ile izafetin teşrif için olduğunu söylemiştir. Bu görüş doğrudur. Ancak bunlara ilaveten bu izafetin mülâzemet ifade ettiği de söylenmelidir. Yani Allah Teâlâ’nın insanlar üzerindeki fadlı sabittir, devamlıdır, zâkir ve gafil kullar arasında fark yoktur. İşte bu mana ulûhiyetin celâlidir.
Allah ism-i celîli zikredilmişti. Oysa ayetin başında da Allah ismi geçtiği için âdeten zamir gelmesi gerekirdi. Böylece bu cümle darb-ı mesel şeklinde insanlar arasında kullanılabilir olmuştur. Ayrıca bu şekilde zikredilen fadl, Allah lafzının çağrıştırdığı celâl ve kemâl sıfatlarını hissettirir. Burada da zamir yerine zahir isim gelmesi, önceki gibi bu ayeti de darb-ı mesel haline getirir. Böylece hem Allah’ın fadlına ve minnetine hem de insanın küfür ve reddine tenbih edilmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 1, Gâfir Suresi, s. 303)
Cümle mesel tarikinde tezyîldir.
Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekid etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekid etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz, Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَشْكُرُونَ۟
وَ atıf harfidir. İstidrak manasındaki لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
لٰكِنَّ ’nin haberi olan لَا يَشْكُرُونَ۟ ’nin muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır.
(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَـٰكِنَّ, kendisinden sonra gelen cümleye önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (Suyûtî, İtkân, c. 2, s. 474)
Kelam, makablinin mefhumunu izah eden bir zeyl mahiyetindedir. (Ebüssuûd)وَمَا تَكُونُ ف۪ي شَأْنٍ وَمَا تَتْلُوا مِنْهُ مِنْ قُرْاٰنٍ وَلَا تَعْمَلُونَ مِنْ عَمَلٍ اِلَّا كُنَّا عَلَيْكُمْ شُهُوداً اِذْ تُف۪يضُونَ ف۪يهِۜ وَمَا يَعْزُبُ عَنْ رَبِّكَ مِنْ مِثْقَالِ ذَرَّةٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا فِي السَّمَٓاءِ وَلَٓا اَصْغَرَ مِنْ ذٰلِكَ وَلَٓا اَكْبَرَ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | ve ne |
|
2 | تَكُونُ | olsanız |
|
3 | فِي |
|
|
4 | شَأْنٍ | durumda |
|
5 | وَمَا | ve ne |
|
6 | تَتْلُو | okusanız |
|
7 | مِنْهُ | onun hakkında |
|
8 | مِنْ | -dan |
|
9 | قُرْانٍ | Kur’an- |
|
10 | وَلَا | ne ne |
|
11 | تَعْمَلُونَ | yapsanız |
|
12 | مِنْ | -lardan |
|
13 | عَمَلٍ | yapılacak- |
|
14 | إِلَّا | ancak |
|
15 | كُنَّا | biz |
|
16 | عَلَيْكُمْ | sizin üzerinize |
|
17 | شُهُودًا | şahidiz |
|
18 | إِذْ | zaman |
|
19 | تُفِيضُونَ | siz daldığınız |
|
20 | فِيهِ | ona |
|
21 | وَمَا | değildir |
|
22 | يَعْزُبُ | gizli |
|
23 | عَنْ | -den |
|
24 | رَبِّكَ | Rabbin- |
|
25 | مِنْ | (bir şey) |
|
26 | مِثْقَالِ | ağırlığınca |
|
27 | ذَرَّةٍ | zerre |
|
28 | فِي |
|
|
29 | الْأَرْضِ | yerde |
|
30 | وَلَا | ne de |
|
31 | فِي |
|
|
32 | السَّمَاءِ | gökte |
|
33 | وَلَا | ne de |
|
34 | أَصْغَرَ | daha küçüğü |
|
35 | مِنْ |
|
|
36 | ذَٰلِكَ | bundan |
|
37 | وَلَا | ve ne de |
|
38 | أَكْبَرَ | daha büyüğü |
|
39 | إِلَّا | ancak |
|
40 | فِي |
|
|
41 | كِتَابٍ | kitaptadır |
|
42 | مُبِينٍ | apaçık |
|
Hz. Peygamber’in Kur’an’ı okuyup tebliğ etmesi de onun görevleri içinde yer almakla birlikte öneminden dolayı bu faaliyeti özellikle zikredilmiştir. Allah, yalnız Peygamber’in yaptıklarına değil, insanların bütün faaliyetlerine de şahit ve vâkıftır. Şu halde müminler, gizli açık bütün faaliyetlerini tam bir sorumluluk şuuruyla yerine getirmelidirler. Ayrıca âyet, bir yandan müminlerin yaptıkları güzel işlerin Allah tarafından bilindiğini, dolayısıyla zayi olmayacağını hatırlatarak onlara ümit ve güven aşılarken, diğer yandan, inkâr ve isyanlarını sorumsuzca sürdürenler için de bir uyarı ve tehdit anlamı taşımaktadır. Çünkü hiçbir şey Allah’ın bilgisi dışında cereyan etmez. “Apaçık” diye çevirdiğimiz mübîn kelimesi Allah’ın ilminin kesinliğini, ihtimallerden uzak olduğunu ifade eder (İbn Âşûr, XI, 251).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 116-11
شأن Şeene : شَاْنٌ uygun ve elverişli hal ve meseledir. Yalnızca büyük ve önemli olan hal ve meseleler hakkında kullanılır. Çoğulu شُاُونٌ kelimesidir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de sadece isim olarak 4 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli şândır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
عزب Azebe : عازِبٌ çayır aramak için ailesinden uzaklaşan kişi demektir. Uzaklaştı ve kayboldu anlamında birinci ve ikinci bab olarak يَعْزِبُ/ يَعْزُبُ – عَزَبَ şeklinde kullanılırlar. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de sadece sülasi muzari fiil olarak 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli bulunmamakla birlikte işari olarak izbe sözcüğü kelimenin manasını çağrıştırmaktadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَمَا تَكُونُ ف۪ي شَأْنٍ وَمَا تَتْلُوا مِنْهُ مِنْ قُرْاٰنٍ وَلَا تَعْمَلُونَ مِنْ عَمَلٍ اِلَّا كُنَّا عَلَيْكُمْ شُهُوداً اِذْ تُف۪يضُونَ ف۪يهِۜ
وَ istînâfiyyedir. مَا nefy harfi olup cümleye olumsuzluk manasındadır.
تَكُونُ nakıs, merfû, muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
تَكُونُ ’nun ismi, müstetir zamir أنت ’dir.
ف۪ي شَأْنٍ car mecruru تَكُونُ ’nun mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup cümleye olumsuzluk manasındadır.
تَتْلُوا fiili, و üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت 'dir.
مِنْهُ car mecruru تَتْلُوا fiiline müteallıktır. مِنْ zaiddir. قُرْاٰنٍ lafzen mecrur, mahallen mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. لَا nefy harfi olup cümleye olumsuzluk manasındadır.
تَعْمَلُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مِنْ zaiddir. عَمَلٍ lafzen mecrur, mahallen mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِلَّا hasr edatıdır. كُنَّا nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كُنَّا ’nin ismi نَا mütekellim zamiridir. عَلَيْكُمْ car mecruru شُهُوداً ’e müteallıktır. شُهُوداً kelimesi كُنَّا ’nin haberi olup lafzen mansubdur.
اِذْ zaman zarfı شُهُوداً fiiline müteallıktır.
تُف۪يضُونَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تُف۪يضُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
ف۪يهِ car mecruru تُف۪يضُونَ fiiline müteallıktır.
شُهُوداً kelimesi sülâsî mücerred olan شهد fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail, eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا يَعْزُبُ عَنْ رَبِّكَ مِنْ مِثْقَالِ ذَرَّةٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا فِي السَّمَٓاءِ وَلَٓا اَصْغَرَ مِنْ ذٰلِكَ وَلَٓا اَكْبَرَ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup cümleye olumsuzluk manasındadır. يَعْزُبُ merfû muzari fiildir.
عَنْ رَبِّكَ car mecruru يَعْزُبُ fiiline müteallıktır.
مِنْ zaiddir. مِثْقَالِ lafzen mecrur, mahallen يَعْزُبُ fiilinin faili olarak mahallen merfûdur. ذَرَّةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فِي الْاَرْضِ car mecruru مِثْقَالِ ذَرَّةٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.
وَ atıf harfidir. لَا zaid harftir. Nefy harfinin tekrarı, olumsuzluğu tekid içindir. فِي السَّمَٓاءِ car mecruru فِي الْاَرْضِ ’ye matuftur.
وَ atıf harfidir. لَا zaid harftir. Nefy harfinin tekrarı, olumsuzluğu tekid içindir. اَصْغَرَ kelimesi مِثْقَالِ ذَرَّةٍ ’e matuf olup, lafzen mecrurdur.
اَصْغَرَ kelimesi أفعل vezninde gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
İsimler îrab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından ikiye ayrılır:
1. Munsarif isimler: Tenvin ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.
2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.
Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayri munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ ذٰلِكَ car mecruru اَصْغَرَ ’ye müteallıktır. ذا işaret ismi sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
وَ atıf harfidir. لَا zaid harftir. Nefy harfinin tekrarı, olumsuzluğu tekid içindir. اَكْبَرَ kelimesi اَصْغَرَ ’ya matuftur.
اِلَّا istisna harfidir. ف۪ي كِتَابٍ car mecruru mahzuf mübtedanın haberine müteallıktır. Takdiri, هو şeklindedir.
مُب۪ينٍ kelimesi كِتَابٍ ’in sıfatıdır. Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sıfatlar:
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsufuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:
Not: Gayr-ı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle Olan SIfatlar:
Üçe ayrılır:
1. İsim cümlesi olan sıfatlar,
2. Fiil cümlesi olan sıfatlar,
3. Şibh-i cümle olan sıfatlar.
Burada مُب۪ينٌ kelimesi hakiki ve müfred sıfat olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُب۪ينٌ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail, eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَصْغَرَ - اَكْبَرَ kelimeleri ism-i tafdil kalıbındadır.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا تَكُونُ ف۪ي شَأْنٍ وَمَا تَتْلُوا مِنْهُ مِنْ قُرْاٰنٍ وَلَا تَعْمَلُونَ مِنْ عَمَلٍ اِلَّا كُنَّا عَلَيْكُمْ شُهُوداً اِذْ تُف۪يضُونَ ف۪يهِۜ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi menfi كاَن ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. كاَن ,ف۪ي شَأْنٍ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Bu cümlede كَان ’nin tam fiil olması da caizdir.
ف۪ي شَأْنٍ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla شَأْنٍ içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü شَأْنٍ, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. ف۪ي harfi mübalağa ifadesi için kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelam, وَمَا تَتْلُوا مِنْهُ مِنْ قُرْاٰنٍ, istînâfa matuftur. Zaid مِنْ harfi tekid ifade eder.
Yine menfî muzari fiil sıygasında olan …وَلَا تَعْمَلُونَ مِنْ عَمَلٍ اِلَّا cümlesi,
faide-i haber inkârî kelamdır. Faille hal arasındaki kasr üslubu cümleyi tekid etmiştir. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.
كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi كُنَّا عَلَيْكُمْ شُهُوداً اِذْ تُف۪يضُونَ ف۪يهِۜ, hal konumunda mahallen mansubdur. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. عَلَيْكُمْ car mecruru, كَان’nin haberi olan شُهُوداً ’e müteallıktır. Zaman zarfı اِذْ ’in de müteallakı شُهُوداً ’dir.
Muzâfun ileyh olan تُف۪يضُونَ ف۪يهِۜ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümledeki fiiller muzari sıygada gelerek teceddüt, tecessüm ve istimrar ifade etmiştir.
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 103)
تَعْمَلُونَ - عَمَلٍ ve تَكُونُ - كُنَّا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
تَتْلُوا ’nun mef’ûlu مِنْ قُرْاٰنٍ ’dir. O zaman مِنْ, teb’iz için ya da nefyi tekid için zait olur. Ya da مِنْهُ ’nun zamiri Kur’an’a racidir. Zikredilmeden önce zamir olarak kullanılması ve sonra açıklanması önemini vurgulamak içindir ya da zamir Allah’a aittir. (Beyzâvî)
Burada kitaptan maksat, Levh-i Mahfûz’dur. (Ruhu’l Beyan)
Burada önce amellerin önemli ve büyük olanları, sonra da amellerin büyüğüne de küçüğüne de şamil olanlar zikredilmiştir. (Ebüssuûd)
Bil ki Allah Teâlâ, bu ayetin başında iki şey hususunda Resulüne hitap edip daha sonra da tek bir şey hususunda umuma hitap etmiştir. Peygambere (s.a.) tahsis edilen iki şeyden birincisi; “Ne zaman sen bir faaliyet göstersen...” kısmının, ifade ettiği husustur. Buradaki ما inkârîdir. شَأْنٍ kelimesi, hal ve durum manasında olup çoğulu شؤن ’dur. (Fahreddin er-Râzî)
وَمَا يَعْزُبُ عَنْ رَبِّكَ مِنْ مِثْقَالِ ذَرَّةٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا فِي السَّمَٓاءِ وَلَٓا اَصْغَرَ مِنْ ذٰلِكَ وَلَٓا اَكْبَرَ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ
İstînâfa matuf olan cümle, menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Cümleyi birden fazla zaid harf tekid etmiştir.
مِثْقَالِ ’ye dahil olan مِنْ, tekid ifade eden zaid harftir. ذَرَّةٍ ’deki tenvin, kıllet ve nev ifade eder. Olumsuz siyakta nekre, selbin umumuna işarettir.
Veciz ifade kastıyla gelen izafette Rabb ismine muzâf olan Hz. Peygambere ait كَ zamiri, şan ve şeref kazanmıştır.
Munkatı’ istisnanın müstesnası olan isim cümlesinde, îcâz-ı hazif sanatı vardır. ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ, takdiri هو olan mahzuf mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.
كِتَابٍ ’deki tenvin tazim ifade eder. كِتَابٍ ,مُب۪ينٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
ذَرَّةٍ - اَصْغَرَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اَصْغَرَ - اَكْبَرَ kelimelerinin ism-i tafdil kalıbında gelmesi mübalağa ifade eder.
اَصْغَرَ - اَكْبَرَ ve الْاَرْضِ - السَّمَٓاءِ kelime grupları arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
كُنَّا ve يَعْزُبُ kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişte güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)
Yerin gökten önce zikredilmesi sözün yeryüzünde yaşayanlar hakkında olmasındandır. (Beyzâvî)
Âlûsî, ayetteki takdim-tehiri şu şekilde ifade etmiştir: Bu ayetin dışındaki ayetlerde her ne kadar sema lafzı arz kelimesine takdim edilmişse de bu ayette tersi olmuştur. Nitekim ayette yeryüzü sakinlerinden bahsedilmekte ve Allah’ın ilminin kapsayıcılığı vurgulanmaktadır. Âlûsî, sema kelimesinin sonradan getirilmesini de şu şekilde temellendiriyor: İnsanların Allah’ın ilmî kapsayıcılığının yeryüzü ile sınırlı olduğu vehmine kapılmaması için sema kelimesi arz kelimesinin hemen akabinde getirilmiştir. Sonuç olarak, hiçbir şeyin bilgisinden uzak olmayan bir zatın yeryüzü sakinlerinin durumlarından haberdar olmaması düşünülemez. (Âlûsî, Rûhu’l-Me’ânî Fî Tefsiri’l-Kur’ani’l-‘Azîmi ve’s-Seb’i’l-Mesânî, II, 145)
Burada yerden ve gökten murad, varlık ve imkân âleminde demektir.
Ayette, yer önce zikredilmiştir; çünkü burada kelamın konusu, yer sakinlerinin halidir ve maksat, Allah'ın ilminin, dünyanın bütün ayrıntılarını kuşattığına delil ikame etmektir. (Ebüssuûd)
Bugün ne yapacağımı bilmeden otururken, aylar önce eve yeni taşındığımızda, bulduğum anı defterini hatırladım. Rastgele bir sayfa açıp okumaya başladım:
İnsanın bir tarafı, hep çocuk kalır. Suçu ortaya çıktığında, pişmanlığını saklamaya çalışır. Cezasız kalmayacağını anladığında, yaptıklarını inkar eder. Belki dünya üzerinde, bazı şeylerden böyle kaçar. Ancak Allah’ın huzurunda, suçlunun azaptan kaçışı mümkün değildir.
Bazen hata işlediğinde anlar ki, artık o andan geri dönüş yoktur. Suçunun bedelini ödemeden önce, kendi içinde alemlere kaçar. Zamanı geriye sarabilse sarar, yerin dibine batabilse batar. Belki dünya üzerinde, hatalarının telafisi vardır. Ancak Allah’ın huzurunda, bedellerin ödenme zamanıdır.
İnsan, biraz inatçı, biraz da faydasıza kaçan bir gurur hali içindedir. Yoksa neden, döneceğini bildiği Rabbine olan tövbesini geciktirsin? Neden, her zerresini bilen Rabbinden saklanmaya çalışsın? Neden, hastalık ve ölüm hiç kendisine uğramayacakmış gibi gönlünü dünya uykusuna daldırsın?
Göklerin ve yerin sahibi olan Allahım! İşlediğim hatalarımla affını istemeye geldim. Tövbemi kabul etmene muhtacım. Eğer beni bağışlamaz, bana acımazsan, hz. Adem’in duasında da buyurduğu gibi: hüsrana düşenlerden olurum.
Maddi manevi, her türlü şifanın sahibi olan Allahım! Şüphesiz, halimi benden iyi bilensin. Kalbimde ve bedenimde ne hastalık varsa, şifan ile gider. Beni; kelamını ihlas ile okuyanlardan ve Kur’an’ındaki her güzellikten nasiplenenlerden eyle. Yolunda yoldaşım, ihtiyacımda rehberim, hastalığımda şifam, derdimde nasihatim ve sıkıntımda rahmetim olsun.
Kullarını lutfu ve rahmetiyle sevindiren Allahım!
Her anını, Sana döneceği bilinciyle yaşayanlardan,
Kelamınla, muhabbetinle ve rızkınla şifalandırdıklarından,
İki cihanda da sevindirdiklerinden,
Yollarımı sevindirdiklerinle kesiştirdiklerinden,
İki cihanda da nimetlerinle ve rahmetinle donattıklarından eyle beni.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji