بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَمِنْهُمْ مَنْ يَنْظُرُ اِلَيْكَۜ اَفَاَنْتَ تَهْدِي الْعُمْيَ وَلَوْ كَانُوا لَا يُبْصِرُونَ
وَمِنْهُمْ مَنْ يَنْظُرُ اِلَيْكَۜ
وَ atıf harfidir. مِنْهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası يَنْظُرُ اِلَيْكَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يَنْظُرُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو 'dir. اِلَيْكَ car mecrur, müteallıkı يَنْظُرُ ’dur.
اَفَاَنْتَ تَهْدِي الْعُمْيَ وَلَوْ كَانُوا لَا يُبْصِرُونَ
Hemze istifham harfi, ف istînâfiyyedir. Munfasıl zamir اَنْتَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
تَهْدِي fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
تَهْدِي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir.
الْعُمْيَ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. لَوْ cezmetmeyen şart harfidir. Cümleye muzâf olur.
كَانُوا şart fiili olup damme üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.
لَا يُبْصِرُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يُبْصِرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَمِنْهُمْ مَنْ يَنْظُرُ اِلَيْكَۜ
Ayet önceki ayetteki istînâfa atfedilmiştir. Ayetin ilk cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. مِنْهُمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûlün sılası يَنْظُرُ اِلَيْكَ, müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Burada kastedilen mana Peygamber Efendimizin (s.a.) kör ve sağırlara vahyi ulaştıramayacağıdır. Bu mana içinde anlatılan ikinci şey ise işitmenin görmeden önce gelmesidir. Yani idmâc sanatı vardır. (Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Bedî’ İlmi)
Görmekten maksat, bir anlam çıkarmaktır (itibar etmektir). Bu da basiretin gereğidir. İşte bundan dolayıdır ki basiret sahibi âmâ, ahmak olup gözleri görenin idrak edemediğini idrak eder. Ahmaklık ile âmâlık bir araya gelince, artık onlara hidayet kapısı tamamen kapanmış olur. (Ebüssuûd)
Önceki ayetle arasında mukabele sanatı vardır.
اَفَاَنْتَ تَهْدِي الْعُمْيَ
Cümle müstenefedir. فَ istînâfiyye, hemze inkârî istifham harfidir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kınama ve azarlama kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır. Çünkü ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
الْعُمْيَ kelimesinde istiare vardır. Doğru yolda olmayanlar köre benzetilerek istiare yapılmıştır.
اَفَاَنْتَ تَهْدِي الْعُمْيَ (Körleri sen mi hidayete eriştireceksin), ifadesi onların hidayetini inkâr ve bunun imkânsız olduğunu belirtmek içindir. (Ebüssuûd)
وَلَوْ كَانُوا لَا يُبْصِرُونَ
Makabline (kendinden öncesine) matuf cümle şart üslubunda haber cümlesidir. Haber manalı olması haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır. Şart cümlesi كان’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. Cevabın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
كان ’nin haberi muzari fiil sıygasıyla gelerek hükmü takviye, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mutat olarak yapılan, adet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
Ayette idmâc sanatı vardır. Burada kastedilen mana Peygamber Efendimizin (s.a.) kör ve sağırlara vahyi ulaştıramayacağıdır. Bu mana içinde anlatılan ikinci şey ise işitmenin görmeden önce gelmesidir. Çünkü işitmeyen kişinin aklı da olmayabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
İbn Kuteybe şöyle der: “Allah, Kur'an'da ne zaman görmeyi ve duymayı birlikte zikrederse çoğunlukla duymayı görmeden önce zikretmiştir ki bu da duymanın görmeden daha efdal olduğuna delalet eder.” (Fahreddin er-Râzî)
الْعُمْيَ - يُبْصِرُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab, لَا يُبْصِرُونَ - الْعُمْيَ ve يُبْصِرُونَ - يَنْظُرُ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu ayetin maksadı, tedavi edilemeyecek kadar akıl hastalığına tutulmuş olanların tedavisinin mümkün olmadığını belirterek, Hz. Peygamberi (s.a.) tesellidir. Doktor, hastayı tedavi kabul etmeyecek bir derecede görünce ondan yüz çevirir ve onun tedaviyi kabul etmemesinden dolayı hayrete düşmez. İşte tıpkı bunun gibi senin de o kâfirlerin durumundan hayrete düşmemen gerekir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَظْلِمُ النَّاسَ شَيْـٔاً وَلٰكِنَّ النَّاسَ اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَظْلِمُ النَّاسَ شَيْـٔاً
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli, اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. لَا; nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
لَا يَظْلِمُ fiili إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. يَظْلِمُ merfû muzari fiiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
النَّاسَ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. شَيْـٔاً mef’ûlü mutlaktan naibdir.
وَلٰكِنَّ النَّاسَ اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
وَ atıf harfidir. لٰكِنَّ istidrâk harfidir. İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لٰكِنَّ harfi de اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre لٰكِنَّ de اِنَّ gibi cümleyi tekid eder.
لٰكِنَّ ’nin ismi النَّاسَ lafzen mansubdur. اَنْفُسَهُمْ mukaddem mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَظْلِمُونَ fiili لٰكِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَظْلِمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَظْلِمُ النَّاسَ شَيْـٔاً
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İsim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlenin müsnedi menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Nefy harfinin müsnedün ileyhten sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
شَيْـٔاً ’deki tenvin “kıllet (azlık)” ve “herhangi bir” anlamındadır. Bilindiği gibi olumsuz siyakta nekre, umuma işarettir.
شَيْـٔاً kelimesi herhangi bir şeyi ifade ettiği gibi mef‘ûlün bih de olabilir. Herhangi bir zulüm manasında olduğunda, masdar olduğu için mef‘ûlü mutlak kabilinden olur. Her iki mana da murad edilmiştir. Yani “herhangi bir şeyle veya herhangi bir zulümle zulme uğramazlar” demektir. Bu ihtimaller manayı zenginleştirir. Eğer الظلم من شيئا (zulümden bir şey) buyurulsaydı, tek bir mana söz konusu olurdu. Bunun için ifade mutlak olarak gelmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 112)
Cümle اِنَّ, isim cümlesi ve isnadın tekrar edilmesi olmak üzere birden çok unsurla tekid edilmiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Meânî ilminde malum olduğu üzere bu çeşit cümleler kasr (tahsis) veya hükmü kuvvetlendirme ifade ederler.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr, 1)
“Şüphesiz ki Allah, hiçbir şeyde insanlara zulmetmez; fakat insanlar kendi kendilerine zulmederler.” Bu ayeti kerimenin siyakı, hüccetle ilzam (yanıt veremez duruma getirmek) içindir. Ancak ceza vaîdi olması da mümkündür. Makabli (kendinden öncesi) için tamamlayıcı bir zeyl (devamı) mahiyetindedir. (Ebüssuûd)
يَظْلِمُ fiilinde irsâd vardır.
Allah Teâlâ insanlara zulmetmeyeceğini iki tekid içeren bir cümleyle ifade etmiştir.
Vahidî: “Allah Teâlâ, zulmü kendisinden mülkünde tasarruf sahibi olduğu için nefyetmiştir. Böyle (kendi mülkünde tasarruf eden) zalim olmaz. İnsanların fiilleri onların kesbleri (kazandıkları) sebebi ile kullara izafe edildiği için Allah Teâlâ ‘Fakat insanlar kendi kendilerine zulmederler.’ buyurmuştur.” (Fahreddin er-Râzî)
وَلٰكِنَّ النَّاسَ اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
وَ atıf harfidir. İstidrak manasındaki لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. İstidrâk harfi, zulmü Allah Teâlâ’dan nefyetmek için gelmiştir.
لٰكِنَّ ’nin haberi olan يَظْلِمُونَ ’nin muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi hükmü takviye etmiş, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiilde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
اَنْفُسَهُمْ kelimesi önemi dolayısıyla amili olan يَظْلِمُونَ ’ye takdim edilmiştir.
Mef’ûlün amiline takdimi, onların küfrünün sadece kendi nefislerine zarar olduğunu ifade etmek kastıyla yapılmıştır. (Âşûr)
يَظْلِمُونَ - لَا يَظْلِمُ arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
النَّاسَ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ كَاَنْ لَمْ يَلْبَثُٓوا اِلَّا سَاعَةً مِنَ النَّهَارِ يَتَعَارَفُونَ بَيْنَهُمْۜ قَدْ خَسِرَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِلِقَٓاءِ اللّٰهِ وَمَا كَانُوا مُهْتَد۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَيَوْمَ | ve gün |
|
2 | يَحْشُرُهُمْ | onları toplayacağımız |
|
3 | كَأَنْ | sanki gibi |
|
4 | لَمْ |
|
|
5 | يَلْبَثُوا | kalmamışlar |
|
6 | إِلَّا | bile |
|
7 | سَاعَةً | bir anı kadar |
|
8 | مِنَ | -den |
|
9 | النَّهَارِ | gündüz- |
|
10 | يَتَعَارَفُونَ | tanışırlar |
|
11 | بَيْنَهُمْ | kendi aralarında |
|
12 | قَدْ | muhakkak |
|
13 | خَسِرَ | zarara uğramışlardır |
|
14 | الَّذِينَ | kimseler |
|
15 | كَذَّبُوا | yalanlayan(lar) |
|
16 | بِلِقَاءِ | kavuşmayı |
|
17 | اللَّهِ | Allah’a |
|
18 | وَمَا | ve |
|
19 | كَانُوا |
|
|
20 | مُهْتَدِينَ | doğru yola girmeyenler |
|
وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ كَاَنْ لَمْ يَلْبَثُٓوا اِلَّا سَاعَةً مِنَ النَّهَارِ يَتَعَارَفُونَ بَيْنَهُمْۜ
وَ istînâfiyyedir. يَوْمَ zaman zarfı, mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri, اذكر لهم أو أنذرهم şeklindedir.
يَحْشُرُهُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يَحْشُرُهُمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
يَوْمَ hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında اَنْ bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanmaktadır. Burada cümleye muzâf olmuştur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hafifletilmiş olan كَأَنْ aynı كَأَنَّ gibi isim cümlesinin başına gelir.
İsmi mahzuf şan zamiri, haberi de isim veya fiil cümlesi olur. Eğer müspet (olumlu) fiille başlayan fiil cümlesi olursa başına قَدْ, menfi (olumsuz) cümle olursa لَمْ gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Mahzuf ismi هم şeklinde takdir edilir. لَمْ يَلْبَثُٓوا cümlesi كَاَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَلْبَثُٓوا fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. سَاعَةً zaman zarfı, يَلْبَثُٓوا fiiline müteallıktır. مِنَ النَّهَارِ car mecruru سَاعَةً ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.
يَتَعَارَفُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بَيْنَهُمْ mekân zarfı, يَتَعَارَفُونَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَتَعَارَفُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفاعَلَ babındadır. Sülâsîsi عرف ’dir.
Bu bab fiile müşareket (ortaklık/işteşlik), tekellüf ve tezahür (görünmek ve zorlanmak), tedrîc (bir işin aşamalı olarak, aralıklarla ve yavaş yavaş meydana gelmesi), mutavaat (mufaale babına ait bir fiilin dönüşlülüğü için kullanılması) ve mücerret mana (türemiş olduğu mücerret fiille aynı manada kullanılması) anlamları katar.
Müşareket (İşteşlik/ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَدْ خَسِرَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِلِقَٓاءِ اللّٰهِ
Fiil cümlesidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. خَسِرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذٖينَ, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَذَّبُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
كَذَّبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِلِقَٓاءِ car mecruru كَذَّبُوا fiiline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَمَا كَانُوا مُهْتَد۪ينَ
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانُوا isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. مُهْتَدٖينَ kelimesi كَانُوا ’nun haberi olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
مُهْتَدٖينَ sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ كَاَنْ لَمْ يَلْبَثُٓوا اِلَّا سَاعَةً مِنَ النَّهَارِ يَتَعَارَفُونَ بَيْنَهُمْۜ
وَ istînâfiyyedir. Zaman zarfı يَوْمَ, takdiri اذكر لهم (Onlara hatırlat) olan mahzuf fiile müteallıktır. يَوْمَ ’nin يَتَعَارَفُونَ fiiline müteallık olduğu da söylenmiştir. Muzâfun ileyh olan يَحْشُرُهُمْ cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Gaib zamirden hal olan muhaffefe كأنْ ’nin dahil olduğu isim cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. كأنْ ’nin takdiri هُمْ olan ismi hazfedilmiştir.
Müsned olan لَمْ يَلْبَثُٓوا, menfi muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. لَمْ ve اِلَّا ile oluşan kasr, fiille müteallakı zaman zarfı arasındadır.
سَاعَةً ’deki tenvin, kıllet (azlık) ifade eder.
مِنَ النَّهَارِ ’daki مِنَ ba’diyetdir.
لَمْ ve اِلَّا kasr ifade eder. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. “Günün sadece bir saati kaldık” anlamını tekid eder.
يَتَعَارَفُونَ بَيْنَهُمْ cümlesi هُمْ zamirinden haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
(O gün onları toplar. Sanki dünyada gündüzden bir saat kalmışlar gibi.) Dünyada ya da kabirlerde kalma sürelerini kısa görürler, çünkü korkunç şeyler göreceklerdir. كَاَنْ لَمْ يَلْبَثُٓوا şeklindeki teşbih cümlesi hal yerindedir yani “Onları ancak bir saat kalmış bir kimseye benzeterek toplayacağız.” demektir. (Beyzâvî)
Burada saatten murad, az bir zamandır. Bilindiği gibi saat bir zaman birimidir.
Günün bir saati denmesinin sebebi, gündüz saatlerinin geceden daha iyi bilinmesindendir. Haşir sırasında sanki insanlar dünyada ancak bu kadar bir zaman kalmış ve dünya nimetlerinden ancak bu kadar bir zaman yararlanmışlardır.
Yahut onların berzah (ölümle kıyamet arası) âleminde ancak bu kadar az bir zaman kalmış kimsenin haline benzer.
Dünyada ancak bir saat kadar kalmış olmaktan murad, haşrin son derece korkunç olduğunu belirtmek ve onların, “Gerçekten öldüğümüz, toprak ve (bir yığın çürümüş) kemik olduğumuz zaman mı, biz mi diriltileceğiz?” demek suretiyle ahiret hayatını imkânsız görmelerinin ve inkâr etmelerinin batıl olduğunu beyan etmektir. (Ebüssuûd)
Bu ayetten, onların, birbirlerini azarlayarak her bir grubun diğer gruba, “Sen beni, şu vakit saptırdın ve falanca kötü fiili bana güzel gösterdin.” diyerek aralarındaki tanışıp konuşmaları kastedilmiştir ki bu birbirlerini kınama, azarlama, birbirlerinden uzaklaşma ve birbirleriyle alakalarını kesme tanışması olup; bir şefkat, merhamet ve sevgi tanışması değildir. Halbuki Cenab-ı Hakk'ın, “Hiçbir hısım bir hısmı sormayacak.” (Mearic Suresi, 10) buyruğundan kastedilen ise birbirlerine karşı şefkat ve merhamet dileme tanışmasıdır. (Fahreddin er-Râzî)
سَاعَةً - النَّهَارِ - يَوْمَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
قَدْ خَسِرَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِلِقَٓاءِ اللّٰهِ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle tahkik harfi قَدْ ile tekid edilmiş müspet mazi fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.
Fiilin faili konumundaki ism-i mevsûl الَّذٖينَ ’nin sılası da mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, sözü geçenleri tahkir amacına matuftur.
بِلِقَٓاءِ اللّٰهِ veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir. Bu izafette, اللّٰهِ ismine muzâf olan بِلِقَٓاءِ şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Eğer Allah'a kavuşmaktan murad kötü kavuşma ise hüsran da, helâk ve sapıklıktır. Yani onlar, yalanlamaları sebebiyle dalalete düşüp helak olmuşlardır; kurtuluş yoluna da erişememişlerdir. (Ebüssuûd)
وَمَا كَانُوا مُهْتَد۪ينَ
…قَدْ خَسِرَ الَّذٖينَ cümlesine وَ ’la atfedilen son cümle, menfi كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Sübuta işaret eden isim cümlesi كَانُوا مُهْتَدٖينَ, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مَا كَانُوا ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Tefsir 3/79)
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur.
(Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)
مُهْتَدٖينَ - كَذَّبُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.وَاِمَّا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذ۪ي نَعِدُهُمْ اَوْ نَتَوَفَّـيَنَّكَ فَاِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ ثُمَّ اللّٰهُ شَه۪يدٌ عَلٰى مَا يَفْعَلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِمَّا | veya |
|
2 | نُرِيَنَّكَ | sana göstersek |
|
3 | بَعْضَ | bir kısmını |
|
4 | الَّذِي |
|
|
5 | نَعِدُهُمْ | onlara vaadettiklerimizin |
|
6 | أَوْ | ya da |
|
7 | نَتَوَفَّيَنَّكَ | seni vefat ettirsek |
|
8 | فَإِلَيْنَا | sonuçta bizedir |
|
9 | مَرْجِعُهُمْ | onların dönüşü |
|
10 | ثُمَّ | sonra |
|
11 | اللَّهُ | Allah |
|
12 | شَهِيدٌ | şahittir |
|
13 | عَلَىٰ | üzerine |
|
14 | مَا | şey |
|
15 | يَفْعَلُونَ | onların yaptıkları |
|
وَاِمَّا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذ۪ي نَعِدُهُمْ اَوْ نَتَوَفَّـيَنَّكَ فَاِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ ثُمَّ اللّٰهُ شَه۪يدٌ عَلٰى مَا يَفْعَلُونَ
وَ atıf harfidir. اِمَّا lafzında, şart harfi إنْ harfi مَّا ’ya idgam edilmiştir. مَّا, zaid olup fiilin başındaki şart manasını, fiilin sonundaki نَّ ’da fiili tekid etmektedir.
اِمَّا ’daki إن şartıyyedir, ما ise ona tekid için ziyade kılınmıştır, bunun içindir ki sonuna fiili tekid eden ن 'u getirmek mümkün olmuştur. (Beyzâvî, İsra Suresi, 23)
اِمَّٓا iki yargıyı seçmeli olarak birbirine bağlayan bir tercih edatıdır. اِمَّا ile yapılan atıfta genellikle yargılardan yalnızca birinin gerçekleşmesi söz konusudur. el-Mâlekî talebî cümlelerden sonra kullanılan اِمَّا edatının tahyir ve ibaha, haberî cümlelerden sonra kullanılan اِمَّا edatının ise şek ve tereddüt ifade ettiğini söyler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
نُرِيَنَّكَ şart fiili olup fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki ن, tekid ifade eden nûn-u sakiledir.
Muttasıl zamir كَ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
بَعْضَ ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
Müfred müzekker has ismi mevsûl الَّذٖي, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlün sılası نَعِدُهُمْ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
نَعِدُهُمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder.
اَوْ : Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَتَوَفَّـيَنَّكَ şart fiili olup fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki ن, tekid ifade eden nûn-u sakiledir.
Muttasıl zamir ك mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
ف şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اِلَيْنَا car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
مَرْجِعُهُمْ muahhar mübteda olarak lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. شَهٖيدٌ ise haber olup lafzen merfûdur.
مَٓا müşterek ism-i mevsûlü, عَلٰى harf-i ceriyle birlikte شَهٖيدٌ kelimesine müteallıktır. İsm-i mevsûlün sılası يَفْعَلُونَ cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur.
يَفْعَلُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
شَهٖيدٌ kelimesi شَاهِدُ 'un mübalağasıdır. شَاهِدُ, bir hadise vukua gelirken orada olup hadisenin vukuunu gözüyle görendir. Hadise yerine uzak olanlar gözleriyle göremeyeceklerinden, başka vasıta ile olayı öğrenseler bile onlara şahit denmez. Şehid, insanların hazır bulunmadıkça bilemedikleri şeyleri bilen, gören ve haberi olandır.
Rakîb ile Şehîd sözcükleri eş anlamlı sözcüklerdir. Bu yüzden murakabe, kalbî amellerin en üstünü olarak kabul edilmiştir. Allah’a Rakîb ve Şehîd isimleri ile dua etmek de kalbî amellerin en önemlilerindendir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
وَاِمَّا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذ۪ي نَعِدُهُمْ اَوْ نَتَوَفَّـيَنَّكَ فَاِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ
Ayetin ilk cümlesi önceki ayetteki يَتَعَارَفُونَ بَيْنَهُمْ cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذ۪ي نَعِدُهُمْ, muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. اِمَّا ’daki zaid مَا harfi, cümleyi tekid etmiştir.
Muzâfun ileyh konumundaki has ism-i mevsûl الَّذٖي ’nin sılası نَعِدُهُمْ, muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Matufun aleyhle aynı üsluba sahip نَتَوَفَّـيَنَّكَ cümlesi, نُرِيَنَّكَ fiiline اَوْ atıf harfiyle atfedilmiştir.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَاِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. اِلَيْنَا mahzuf mukaddem habere müteallıktır. مَرْجِعُهُمْ muahhar mübtedadır.
Bu takdim kasr ifade eder.
Bu cümlede ihtibâk vardır: İkinci cümlede hazfedilen نُرِيَنَّكَ fiili ilk cümlede, ilkinde hazfedilen نَتَوَفَّـيَنَّكَ fiili ikincide hazfedilmiştir. (Bikāî)
اِلَيْنَا ve اللّٰهُ arasında mütekellimden gaibe geçişte güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)
بَعْضَ (bir kısım) kelimesinin kullanılması, onlara vadedilen azabın bir kısmının dünyada kendilerine gösterileceğine işarettir. Allah Teâlâ, bunu Bedir Savaşında göstermiştir.
Yok eğer azabın bir kısmını dünyada sana göstermeden seni vefat ettirirsek, her halükârda dünyada da ahirette de onların dönüşü yalnız bizedir. O zaman, kendilerine vadettiklerimizi elbette yerine getireceğiz. (Ebüssuûd)
Cenab-ı Hakk'ın وَاِمَّا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذٖى نَعِدُهُمْ اَوْ نَتَوَفَّيَنَّكَ فَاِلَيْنَا مَرْجِعُهُم “Onlara vadettiğimizin bir kısmını sana göstersek de yahut senin ruhunu alsak da nihayet onların dönüşü ancak bizedir.” ayetine gelince bil ki Cenab-ı Hakk'ın, “Nihayet onların dönüşü ancak bizedir.” buyruğu نَتَوَفَّيَنَّكَ sözünün cevabı olup, وَاِمَّا نُرِيَنَّكَ “eğer sana göstersek” ifadesinin cevabı mahzufdur. Buna göre kelamın takdiri şöyle olur: “Onlara vadettiğimizin bir kısmını eğer sana gösterirsek işte o budur. Vadettiğimiz şeyi sana göstermeden önce senin ruhunu alırsak şüphesiz ki sen onu ahirette göreceksin.”
Bil ki bu, Cenab-ı Hakk'ın, Resulüne, kâfirleri pek çok zillete düşürüp onları rezil ettiğini dünyada gösterdiğine; ölümünden sonra da ona bu hususlara dair daha fazlasını göstereceğine delalet eder. Hz. Peygamber hayatta iken de ölümünden sonra da bu tür şeylere dair pek çok şeyin gerçekleşmesinde şüphe yoktur. Ama kıyamette başlarına gelecek şey ise daha çoktur. Bu, haktan yana olanların akıbetlerinin güzel, günahkârların akıbetlerinin de ayıplanmış ve kınanmış olduğuna dikkat çekmektir. (Fahreddin er-Râzî)
ثُمَّ اللّٰهُ شَه۪يدٌ عَلٰى مَا يَفْعَلُونَ
Şartın cevabına ثُمَّ ile atfedilmiş cümle, sübut ifade eden isim cümlesidir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰه isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Mecrur mahaldeki masdar harfi مَا ve akabindeki يَفْعَلُونَ cümlesi, شَهٖيدٌ ’e müteallıktır. Masdar-ı müevvel, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ثُمَّ اللّٰهُ شَهٖيدٌ عَلٰى مَا يَفْعَلُونَ (Sonra Allah onların yaptıkları şeylere şahittir.) yani karşılığını verir. Şahitliği zikretmiş, sonucunu ve gereğini murad etmiştir. Bunun içindir ki sonucunu ثُمَّ ile .göstermiştir. Ya da “Kıyamet gününde onların yaptıklarına karşılık şahitlik edecektir” demektir. (Beyzâvî)
Bu şahitlikten murad, ya onun gereği ve sonucu olan Allah Teâlâ’nın kendilerini cezalandırmasıdır ya da onların uzuvlarını konuşturmak suretiyle şehadetin yerine getirilmesidir. (Ebüssuûd)
Allah yaptıklarına şahittir. Yani yaptılarının karşılığı neyse ona göre muamele göreceklerdir. Lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
شَهٖيدٌ - نُرِيَنَّكَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
مَا ’lar arasında cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır.وَلِكُلِّ اُمَّةٍ رَسُولٌۚ فَاِذَا جَٓاءَ رَسُولُهُمْ قُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلِكُلِّ | ve hepsi için vardır |
|
2 | أُمَّةٍ | ümmetin |
|
3 | رَسُولٌ | bir peygamberi |
|
4 | فَإِذَا | ne zaman ki |
|
5 | جَاءَ | geldiğinde |
|
6 | رَسُولُهُمْ | Peygamberleri |
|
7 | قُضِيَ | hükmedilir |
|
8 | بَيْنَهُمْ | aralarında |
|
9 | بِالْقِسْطِ | adaletle |
|
10 | وَهُمْ | ve onlar |
|
11 | لَا |
|
|
12 | يُظْلَمُونَ | haksızlığa uğratılmazlar |
|
وَلِكُلِّ اُمَّةٍ رَسُولٌۚ
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِكُلِّ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. اُمَّةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
رَسُولٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
فَاِذَا جَٓاءَ رَسُولُهُمْ قُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. إِذَا ’dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a. إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (müfacee = sürpriz) harfi olur.
b. إِذَا ’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ’nin gelip gelmeme durumu iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c. Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. رَسُولُهُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Şartın cevabı قُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ ’dir.
قُضِيَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili mahzuftur. Takdiri, القضاء şeklindedir. بَيْنَهُمْ mekân zarfı, قُضِيَ fiiline müteallıktır.
بِالْقِسْطِ car mecruru naib-i failin mahzuf haline müteallıktır.
وَ haliyyedir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına و ve zamir veya yalnız و gelir. Bazen و gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Muttasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
لَا يُظْلَمُونَ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا; nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُظْلَمُونَ fiili, ن 'un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
وَلِكُلِّ اُمَّةٍ رَسُولٌۚ
Ayet وَ ’la … وَاِمَّا نُرِيَنَّكَ ’a matuftur. Öncesindeki cümlenin mazmununun sebebi menzilindedir. (Âşûr)
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car-mecrur لِكُلِّ اُمَّةٍ, mahzuf mukaddem habere müteallıktır. رَسُولٌ muahhar mübtedadır. Müsnedün ileyhin tenkiri, tazim ve özel bir nev ifade eder.
اُمَّةٍ ’deki tenvin nev (tür) ve kesret (çokluk) ifade eder.
فَاِذَا جَٓاءَ رَسُولُهُمْ قُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart fiili olan جَٓاءَ رَسُولُهُمْ, müstakbel şart manalı zaman zarfı إِذَا ’nın muzâfun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidâi kelamdır.
فَ tefrî’, إِذَا gelecekten soyutlanmış zarf içindir. Mana şöyle olur: Resul geldiği zaman aralarında adaletle hüküm olur. (Âşûr)
Şartın cevabı …قُضِيَ بَيْنَهُمْ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip de faide-i haber ibtidaî kelam
هُمْ لَا يُظْلَمُونَ cümlesine dahil olan وَ, haliyyedir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin menfi muzari sıygada gelmesi hükmü takviye, tecessüm, teceddüt ve istimrar ifade eder.
لَا يُظْلَمُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
يُظْلَمُونَ - الْقِسْطِ arasında tıbâk-ı îcab vardır.
قُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ (Aranızda adaletle hüküm verir.) sözünden sonra “Onlar zulmetmezler.” buyurulması hükmetmedeki hassasiyetlerini vurgulamak kastıyla ıtnâbdır.
رَسُولُ ve هُمْ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
الْقِسْطِ ile عدل arasında anlam yakınlığı vardır.
عدل : iki müsavi şey arasındaki eşitliktir. قسط ise “paylaştırma ve cüzlere ayırmak”tır.
عدل iki taraf arasında olur yani iki taraf arasındaki eşitliktir. İki taraf arasındaki denklik ve eşitliğe delalet etmek için mekân zarfı olan بَيْنَ ile müteaddi olur.
قِسْطِ ’a gelince güzel bir şekilde paylaştırmak demektir. أَقسطَ في تعامله مع الناس (İnsanlarla ilişkilerde hakkı gözetir) denir. Yani “Her hak sahibine hakkını ve payını, tam ve eksiksiz olarak verir.” demektir. Paylaştırmak ve hakkın, hissenin çıkarılması manasındadır.
يُقْسِطُ fiili payın tam verildiğine delalet etmek için, وَإِنْ خِفْتُمْ أَلاَّ تُقْسِطُواْ فِي الْيَتَامَى (Eğer yetimler hakkında قِسْطِ yapamamaktan korkarsanız…) şeklinde olduğu gibi kendisinden sonra gelen فِي harfi ile müteaddi olur. Güzel muamele ve hakkın yerine getirildiğine delalet için اِلَى harfiyle de gelebilir. (Hâlidî, Vakafât, s. 40)
Bu ayet, Cenab-ı Hakk'ın daha önce geçmiş ümmetlerin her birine bir peygamber gönderdiğine ve hiçbir ümmeti asla ihmal etmediğine delalet eder. Bu husus, [Hiçbir ümmet yoktur ki onların içinde mutlaka bir uyarıcı bulunmamış olsun! (Fatır Suresi, 24)] ayeti ile de teyit edilmektedir. (Fahreddin er-Râzî)
Bu ayetteki tekrar ( لَا يُظْلَمُونَ ifadesinin tekrarı), Cenab-ı Hakk'ın, kendisinden zulmü nefyetme hususundaki tekid ve teyitten ötürüdür. (Fahreddin er-Râzî)
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَقُولُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ ’dur. يَقُولُونَ fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
مَتٰى istifham ismi olup mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
مَتَىٰ (Ne zaman?) sorusu geçmiş veya gelecek bir zamanın belirlenmesi için sorulur.
هٰذَا işaret ismi, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. الْوَعْدُ kelimesi ism-i işaretten bedeldir.
Atf-ı beyân konusuna giren kelime grupları ve cümleler şunlardır:
1. İsm-i işaretten sonra gelen camid ismin (muşârun ileyhin) atf-ı beyân olarak gelmesi
2. اَيُّهَا ve اَيَّتُهَا ’dan sonra gelen camid ismin atf-ı beyân olarak gelmesi
3. Sıfattan sonra gelen mevsûfun atf-ı beyân olarak gelmesi
4. Tefsir harfi اَنْ ’den sonra gelen kelime veya cümleler
Burada ism-i işaretten sonra gelen camid isim (muşârun ileyh) olduğu için الْوَعْدُ kelimesi atf-ı beyândır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
صَادِقٖينَ kelimesi كُنْتُمْ ’un haberidir. Nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
صَادِقٖينَ kelimesi sülâsî mücerred olan صدق fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail, eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Şartın cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. Takdiri, فمتى يحلّ العذاب şeklindedir.
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ
Ayet وَلِكُلِّ اُمَّةٍ رَسُولٌ cümlesine matuftur. Müspet fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümle Yunus Suresi 46. ayetteki وإمّا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذِي نَعِدُهُمْ cümlesine matuftur. (Âşûr)
يَقُولُونَ fiilinin mekulü’l-kavli, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen alay ve inkâr kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Burada soru ifadesinin kullanılışı yavaşlatma/geciktirme amaçlıdır. Bu ise onların umursamazlık ve kayıtsızlıklarından kinayedir. İşte onların aldırış etmemeleri; yalanlayanlardan olmaları sonucunu doğurmuştur. Buna ise إنْ كُنْتُمْ صادِقِينَ kavli ile işaret edilmiştir. (Âşûr)
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. مَتٰى mahzuf mukaddem habere müteallıktır. هٰذَا muahhar mübtedadır.
هٰذَا ’dan bedel olan الْوَعْدُ nedeniyle cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Buradaki ifade ذلك ile değil, yakın için kullanılan işaret ismi ile gelmiştir. Böylece bu sözleri, onları tehdit ettiği vakit söylediklerine delalet edilmiştir. Yani bunu tehditten bir süre sonra söylememişlerdir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 94)
مَتٰى soru edatı ile geçmiş veya gelecekle ilgili zamanın belirtilmesi istenir. Bu edat, Kur'an'da dokuz yerde kullanılmıştır ve buralarda istifhamın dışında herhangi bir mana almamıştır. (Sahip Aktaş, Kur’an’da İstifhâm Üslûbu)
هٰذَا الْوَعْدُ ifadesinde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi; her ikisinde de “vücûdun tahakkuku”dur. (Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyan İlmi)
“Eğer doğru sözlüler iseniz bu vaîd ne zaman?” ayetinde olduğu gibi muhatabı ilzam (yanıt veremez duruma getirme) için azabın vaktini tespit isteğiyle bunu söylemiyorlardı. (Ebüssuûd)
يَقُولُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Fasılla gelen cümle müstenefedir. Ayette îcâz-ı hazif vardır.
Şartın cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.
Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa اِنْ kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ edatı başlıca şu yerlerde kullanılır:
1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında اِنْ gelir.
2. Bilmezden gelinen durumlarda da اِنْ kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.
3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek اِنْ kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir. إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme!” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta اِنْ edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi şarttır. Takdiri, فمتى يحلّ العذاب (Azap ne zaman olacak?) olan cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. Cümle, mekulü’l-kavlin devamıdır. Yani mütekellim kâfirlerdir.
Eğer doğrucular iseniz cümlesi çoğul kalıbıyla gelerek, müslümanların da resul gibi Allah'ın indirdiği şeyle onları tehdit ettiklerine delalet eder. Çünkü bu cümle إن كنت şeklinde tekil kalıbıyla gelmemiştir. Böylece hitap sadece Resul’e (s.a.) yönelik olmamıştır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 94)
Bu ifade Kur’an‘da 6 yerde geçmiş. Buna iktibas diyoruz. Kur’an kendi sözünden alıntı yapmıştır.
كُنْتُمْ - صَادِق۪ينَ kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat
Bu ifade, her ümmetin kendisine gönderilmiş olan peygambere bu şekilde söz söylemiş olduklarına delalet eder. Bunun delili “Eğer (iddianızda) doğru iseniz…” sözüdür. Zira bu ifade çoğul olup, Cenab-ı Hakk'ın, [Her ümmetin bir peygamberi vardır. (Yunus Suresi, 47)] ayetine uygun düşmektedir. (Fahreddin er-Râzî)
قُلْ لَٓا اَمْلِكُ لِنَفْس۪ي ضَراًّ وَلَا نَفْعاً اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ لِكُلِّ اُمَّةٍ اَجَلٌۜ اِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ فَلَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | لَا |
|
|
3 | أَمْلِكُ | ben dokunduramam |
|
4 | لِنَفْسِي | kendime |
|
5 | ضَرًّا | bir zarar |
|
6 | وَلَا | veya |
|
7 | نَفْعًا | yarar |
|
8 | إِلَّا | başka |
|
9 | مَا |
|
|
10 | شَاءَ | dilediğinden |
|
11 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
12 | لِكُلِّ | hepsi için vardır |
|
13 | أُمَّةٍ | ümmetin |
|
14 | أَجَلٌ | bir eceli |
|
15 | إِذَا | zaman |
|
16 | جَاءَ | geldiği |
|
17 | أَجَلُهُمْ | ecelleri |
|
18 | فَلَا | ne |
|
19 | يَسْتَأْخِرُونَ | öne alınırlar |
|
20 | سَاعَةً | bir saat |
|
21 | وَلَا | ne de |
|
22 | يَسْتَقْدِمُونَ | geriye bırakılırlar |
|
قُلْ لَٓا اَمْلِكُ لِنَفْس۪ي ضَراًّ وَلَا نَفْعاً اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ لِكُلِّ اُمَّةٍ اَجَلٌۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli, لَٓا اَمْلِكُ لِنَفْس۪ي ضَراًّ ’dur. قُلْ fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
لَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَمْلِكُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انا ’dir.
Muzari fiillerin (أَنَا – أَنْتَ – نَخْنُ...) zamirleri fail (özne) konumunda olduklarında vücûben (zorunlu olarak) müstetir olurlar yani bariz zamir olarak açık şekilde yazılmaları mümkün olmadığı gibi bunların yerine açık bir isim söylenmesi de mümkün değildir. (هُوَ - هِيَ) zamirlerinin müstetir oluşu ise mazi fiilde de muzari fiilde de vücûben değil cevazendir, yani bunların müstetir zamir olarak kullanılmaları zorunlu olmayıp bu zamirlerin yerine istenildiği takdirde açık isim getirilmesi de mümkündür. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِنَفْسٖي car mecruru اَمْلِكُ fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ضَراًّ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. لَا zaiddir. Nefy harfinin tekrarı, olumsuzluğu tekid içindir.
نَفْعاً kelimesi ضَراًّ ’e matuftur.
اِلَّا istisna harfidir. مَا müşterek ism-i mevsûlü, muttasıl istisna veya munkatı’ olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası شَٓاءَ اللّٰهُ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
شَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.
İstisnanın üç unsuru vardır:
1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.
2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.
3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.
Not: Müstesna minh ya birden fazla olmalı, ya umumi manalı bir kelime olmalı (bir ismin umumi manalı olması için nefy, nehiy veya istifhamdan sonra nekre olarak gelmesi gerekir) ya da kısımları bulunan müfred bir lafız olmalı.
(Kısımları bulunan müfred: Mesela sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür gibi isimlerdir.)
Not: Müstesna, istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubdur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.
İstisnanın kısımları üçe ayrılır:
1. Muttasıl istisna,
2. Munkatı’ istisna,
3. Müferrağ istisna. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِكُلِّ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. اُمَّةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَجَلٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
اِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ فَلَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ’dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a. إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (müfacee = sürpriz) harfi olur.
b. إِذَا ’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c. Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَٓاءَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اَجَلُهُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Şartın cevabı لَا يَسْتَأْخِرُونَ ’dir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَسْتَأْخِرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
سَاعَةً zaman zarfı, يَسْتَأْخِرُونَ fiiline müteallıktır.
لَا يَسْتَقْدِمُونَ cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَسْتَأْخِرُونَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi أخر ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
قُلْ لَٓا اَمْلِكُ لِنَفْس۪ي ضَراًّ وَلَا نَفْعاً اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İlk cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Nefy harfinin tekrarı tekid ifade eder.
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları:
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)
نَفْعاً kelimesi, ضَراًّ ’a tezat sebebiyle atfedilmiştir. Bu kelimelerdeki tenvin nev
(tür) ve kıllet (azlık) ifade eder. Nefy siyakında nekre umuma işaret eder.
ضَراًّ (zarar) kelimesinin نَفْعاً (fayda) kelimesine takdim edilişi, kendilerine zararı dokunacak olan tehdit karşısında ağır davranmaları sebebiyle ayetin amacına daha uygundur. Ayrıca zarara uğramak ihtimali fayda vermekten daha kolay gerçekleşir. Bunun için faydanın zarardan sonra zikredilmesi de mevcut durumdaki yükselme ve gelişmeye işaret etmektedir. (Âşûr)
Burada zarar yarardan önce zikredilmiştir. Çünkü kelamın siyakı, zarar vermekten aciz olmayı belirtmek amacına yöneliktir. Menfaatin zikri ise aczi tamamlamak üzere daireyi genişletmek içindir. Araf Suresinin 188. ayetinde, menfaatin zarardan önce zikredilmesi ise onun önemini bildirmek içindir. Zaten o makamın gereği de budur. (Ebüssuûd)
Müstesna konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ’nın sılası olan شَٓاءَ اللّٰهُ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Cümledeki istisna munkatı’ dır. (Âşûr)
Mutezile, Cenab-ı Hakk'ın, “De ki: Ben kendi kendime Allah'ın dilediğinden başka ne bir zarar ne de bir fayda sağlamaya muktedir değilim…” ayetiyle delil getirerek, “Bu istisna kulun taat ve isyanı hariç, kendisi için herhangi bir zarar ve menfaate malik olamadığına ve bu istisnanın, kulun bu iki şey hususunda kendi başına ve bağımsız olduğuna delalet eder.” demişlerdir.
Buna şöyle cevap verilir. Ehl-i sünnet alimleri: “Bu istisna, istisna-i munkatı’ olup kelamın takdiri وَ لٰكِنْ مَا شَاءَ اللّٰهُ مِنْ ذٰلِكَ كَائِنٌ ‘Fakat Allah'ın, buna dair dilemiş olduğu her şey muhakkak olacaktır.’ şeklindedir.” demişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)
“Allah Teâlâ’nın dilemesi olmadıktan sonra ben kendime ne bir fayda ne de bir zarar verebilirim.” ifadesi kasr üslubuyla tekid edilmiştir.
لِكُلِّ اُمَّةٍ اَجَلٌۜ
Ta’lil hükmündeki cümle fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
لِكُلِّ mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
اَجَلٌ muahhar mübtedadır.
اُمَّةٍ ’deki tenvin kesret (çokluk) ve nev (tür) ifade eder.
“Her ümmetin bir eceli (vadesi) vardır.” sözü, geçen istisnadaki ibhâmı (belirsizliği) açıklığa kavuşturur ve geçen hükümdeki mutlakiyeti takyid eder (sınırlar). Çünkü o mutlakiyet, hükmedilen şeyin, Peygamberlerin gelişlerinden ve ümmetlerin tekziplerinden (yalanlamalarından) başka hiçbir şeye bağlı olmaksızın kesinliğini akla getirir. (Ebüssuûd)
اِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ فَلَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ
Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. اِذَا zaman zarfı olup müteallakı يَسْتَأْخِرُونَ fiilidir.
Şart cümlesi جَٓاءَ اَجَلُهُمْ mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır ve اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَلَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelen وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ cümlesi şartın cevabına matuftur. Atıf sebebi tezattır.
Talep ifade eden takdim ve tehir fiillerinde istif’al babının kullanılması; onların bunu istedikleri halde gerçekleştirmekten aciz olduklarını ifade eder. (Ebüssuûd)
اَجَلٌ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
ضَراًّ - نَفْعاً kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve muvazene sanatları vardır.
يَسْتَأْخِرُونَ - يَسْتَقْدِمُونَ kelimelerinde tıbâk-ı îcab, muvazene ve müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
سَاعَةً en kısa zaman dilimi anlamındadır. Cüz-kül alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
Burada saat asgari zaman birimi olarak kullanılmıştır.
“Artık ne bir saat tehir edilir.” ifadesinden sonra “Ne de takdim olunur.” ifadesinin ilave edilmesi, birincisi gibi bu da mümkün olduğu halde bunun gerçekleşmeyeceğini belirtmek için değildir. (Yani ecelleri geldiği zaman, ertelenmesi aklen mümkündür; fakat ecel geldikten sonra geriye döndürülüp kısaltılması aklen mümkün değildir.) (Ebüssuûd)
Ecelin tehir edilemeyeceği, geciktirilemeyeceği; takdim edilemeyeceğinden, öne alınamayacağından önce zikredilmiştir. Çünkü maksat, onların, bir saat bile olsa azaptan kurtulamayacaklarını belirtmektir. Bu ise ecelin gecikmesi ile olur. (Ebüssuûd)
Kelimedeki tenvin kıllet (azlık) ifade eder.
Tehir etmek, öne almaya takdim edilmiştir. Çünkü azabın tehir edilmesi günahkârların daha çok isteyeceği bir durumdur.
Hakk Teâlâ burada, “Ecelleri geldiği zaman artık ne bir saat erteleyebilir ne de bir saat öne alabilirler.” buyurmuştur. O halde اِذَا جَاءَ اَجَلُهُمْ ifadesi şart,
فَلَا يَسْتَاْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ ise ceza (yani cevap) cümlesidir. ف ceza harfi olup bu ayette olduğu gibi ceza cümlesinin başına getirilmesi gerekli olan bir harftir. Bundan dolayı bu ayet, cezanın şart ile birlikte tahakkuk ettiğine, ondan geri kalmadığına, ف harfinin terahiye (gecikme ve sonralığa) delalet etmeyip; başına geldiği cümlenin bir ceza cümlesi olduğuna delalet etmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَتٰيكُمْ عَذَابُهُ بَيَاتاً اَوْ نَهَاراً مَاذَا يَسْتَعْجِلُ مِنْهُ الْمُجْرِمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | أَرَأَيْتُمْ | söyleyin bakalım |
|
3 | إِنْ | eğer |
|
4 | أَتَاكُمْ | size gelirse |
|
5 | عَذَابُهُ | O’nun azabı |
|
6 | بَيَاتًا | gece vakti |
|
7 | أَوْ | veya |
|
8 | نَهَارًا | gündüz |
|
9 | مَاذَا | ne diye |
|
10 | يَسْتَعْجِلُ | acele ediyorlar |
|
11 | مِنْهُ | bunda |
|
12 | الْمُجْرِمُونَ | suçlular |
|
قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَتٰيكُمْ عَذَابُهُ بَيَاتاً اَوْ نَهَاراً مَاذَا يَسْتَعْجِلُ مِنْهُ الْمُجْرِمُونَ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri
أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَتٰيكُمْ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
Hemze istifham harfidir. رَاَيْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. اَتٰيكُمْ ; şart fiili olup elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
عَذَابُ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَيَاتاً zaman zarfı, اَتٰيكُمْ fiiline müteallıktır.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri; إن أتاكم عذاب الله فأخبروني عنه ماذا يستعجل منه المجرمون şeklindedir.
اَوْ atıf harfi tahyîr/tercih ifade eder. Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَهَاراً kelimesi atıf harfi اَوْ ile بَيَاتاً ’e matuftur.
مَاذَا يَسْتَعْجِلُ cümlesi اَرَاَيْتَكُمْ fiilinin ikinci mef’ûlü konumunda olup mahallen mansubdur.
مَاذَا istifham ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.
يَسْتَعْجِلُ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَسْتَعْجِلُ merfu muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
مِنْهُ car mecruru mahzuf mef’ûlün mahzuf haline müteallıktır. Takdiri, يستعجله منه ’dur.
الْمُجْرِمُونَ kelimesi fail olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
الْمُجْرِمُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَسْتَعْجِلُ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’al babındandır. Sülâsî عجل ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَتٰيكُمْ عَذَابُهُ بَيَاتاً اَوْ نَهَاراً مَاذَا يَسْتَعْجِلُ مِنْهُ الْمُجْرِمُونَ
Müstenefe olan cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan اَرَاَيْتُمْ , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ kelimesi çok önemlidir. Aslında bütün ayetlerin başında bir قُلْ lafzı vardır ama önemli olan hususlarda قُلْ lafzı açık olarak söylenmiştir.
اَرَاَيْتَكُمْ, dikkat çekme tabirlerinden biridir.
اَرَاَيْتَ ve benzerlerindeki تَ zamiri faildir. ك ise Basra ekolüne göre ت ’nin anlamını tekid eden bir hitap harfidir ve îrabdan mahalli yoktur. Tekidin sebebi, muhatabın gafletinin derinliğini vurgulamaktır. Aynı uyuyan kimseyi sarsmak gibi. Çünkü derin uykuya dalmış olan kişi hem elle hem de dille uyandırılır.
Bu ayette ك zamiri hazfedilmiştir. Zira kendisinden önce hitabın tekidini gerektirecek herhangi bir gafletle ilgili bir söz geçmemiştir. Böylece onların sarsılması ve tenbih (uyarılması) sadece azabın hatırlatılmasıyla gerçekleşmiştir. (Zerkeşî, Bedruddîn Muĥammed b. Abdullah, el-Burhân fî Ulûmi’l Kur’an (Thk.: Yusuf Abdurrahman el-Meraġşelî, Cemâl Hamdî ez-Zehebî, İbrahim Abdullah el-Kurdî), Beyrût, 1994)
اِنْ اَتٰيكُمْ عَذَابُهُ بَيَاتاً cümlesi, şart üslubunda gelmiş itiraziyyedir. Müspet mazi fiil sıygasındaki اَتٰيكُمْ, şart fiilidir. Şartın cevabının öncesinin delaletiyle hazfedilmesi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf cevabın takdiri, فأخبروني عنه ماذا يستعجل منه المجرمون (Mücrimlerin niçin acele ettiğini söyler misin?) olabilir.
عَذَابُهُ izafeti, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan عَذَابُ ’ya tazim ifade eder.
İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.
اَوْ atıf harfiyle بَيَاتاً ’e atfedilen نَهَاراً ’in atıf sebebi tezattır.
مَاذَا يَسْتَعْجِلُ مِنْهُ الْمُجْرِمُونَ cümlesi اَرَاَيْتَكُمْ fiilinin ikinci mef’ûlü konumundadır. Mübteda ve haberden müteşekkil cümlenin müsnedün ileyhi, soru ismiyle gelmiştir.
Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini (hayal gücünü) harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
بَيَاتاً ve نَهَاراً kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Soru azarlama ve kınama ifadesi içindir, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
الْمُجْرِمُونَ kelimesi zamir yerine zahir olarak gelmiştir, maksat şudur: Onlara yaraşan o tehdidin gelmesinden korkup telaş etmeleridir, yoksa acele istemeleri değildir.
مَاذَا يَسْتَعْجِلُ مِنْهُ الْمُجْرِمُونَ (O zaman o mücrimler onlardan hangisini isterler?) ifadesinde zamir makamında zahir kelimenin (mücrimler, suçlular, günahkârlar) zikredilmesi, onların halinin acele etmeye uygun olmadığını beyan etmek suretiyle inkârın tekidi içindir. (Ebüssuûd)
Buradaki istifham ifadesi, ayete konu günahkarları ayıplamak/kınamak içindir. Bununla birlikte kendilerine indiğinde ister istemez iman edecek oldukları azabın gelmesi konusundaki aceleciliklerine karşı bir taaccüp manası içerir. (Âşûr)
مِنْ teb'iz içindir. “Suçluları azabın alelacele gelmesini istemeye sevk eden şey nedir?” manasındadır. (Âşûr)
مِنْ aynı zamanda beyaniyyedir. Bedî’ sanatında tecrîd olarak isimlendirilen söz sanatıdır. (Âşûr)
Şartın cevabı da mahzuftur, o da: تَنْدَمُ عَلَى الْاِسْتِعْجَالِ (acele etmekten pişman olursunuz) yahut تَعْرِفُ خَطَأَهُ (Onun hata olduğunu anlarsınız). Cevabın مَاذَا olması da caizdir. O zaman cümle اَرَاَيْتُمْ ’e yahut اَثُمَّ اِذَا مَا وَقَعَ kavline müteallık olur. (Beyzâvî)
Râzî de bu bölümü şöyle açıklamıştır: “Ya O’nun azabı geceleyin yahut gündüzün size gelip çatarsa…” ifadesi şart, bunun cezası ise “Günahkârların, onu hemen istemelerinin sebebi nedir?” cümlesidir. Bu, senin tıpkı “Sana gelirsem, bana ne yedireceksin?” demen gibidir. Yani “Eğer bu azap tahakkuk ederse sizin bu hususta acele etmenizin maksadı nedir?” demektir. (Fahreddin er-Râzî)
Azabın gelişi gece ve gündüz olarak ayrılmış. Taksim sanatıdır.
Gece ve gündüzle herhangi bir an kastedilmiştir. Cüz-kül alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
اَثُمَّ اِذَا مَا وَقَعَ اٰمَنْتُمْ بِه۪ۜ آٰلْـٰٔنَ وَقَدْ كُنْتُمْ بِه۪ تَسْتَعْجِلُونَ
اَثُمَّ اِذَا مَا وَقَعَ اٰمَنْتُمْ بِه۪ۜ
Hemze istifham edatıdır.
ثُمَّ hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.) açısından terahi ifade eder. (Âşûr) Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
(إِذَا) : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a. (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (müfacee = sürpriz) harfi olur.
b. (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c. Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا وَقَعَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَا zaiddir.
وَقَعَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Şartın cevabı اٰمَنْتُمْ بِهٖ ’dir.
اٰمَنْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olup mahallen merfûdur.
بِهٖ car mecruru اٰمَنْتُمْ fiiline müteallıktır.
آٰلْـٰٔنَ وَقَدْ كُنْتُمْ بِه۪ تَسْتَعْجِلُونَ
Hemze istifham harfidir. آٰلْـٰٔنَ zaman zarfı, mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri; تؤمنون şeklindedir.
وَ haliyyedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. كُنْتُمْ ismini ref haberini nasb eder. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
بِهٖ car mecruru تَسْتَعْجِلُونَ fiiline müteallıktır.
تَسْتَعْجِلُونَ fiili كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal mazi fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) mazi fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “وَقَدْ” gelir. Bazen sadece “و” gelir. Nadiren “و”sız gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَسْتَعْجِلُونَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’al babındandır. Sülâsî fiili عجل ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.اَثُمَّ اِذَا مَا وَقَعَ اٰمَنْتُمْ بِه۪ۜ
Ayet …اَرَاَيْتُمْ cümlesine ثُمَّ ile atfedilmiştir. İlk cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart üslubunda gelen اِذَا مَا وَقَعَ cümlesinde مَا zaiddir. Cümleyi tekid etmiştir. وَقَعَ şart fiilidir ve muzâfun ileyh konumundadır. اٰمَنْتُمْ بِهٖ şartın cevabıdır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 88)
Cümle istifham üslubunda gelmiş olduğu halde kınama ve tahkir manaları taşımaktadır. (Fahreddin er-Râzî) Vaz edildiği anlamın dışında bir anlam kastedildiği için terkip, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Hemze, en kuvvetli istifham harfi olduğu için atıf harfleri gelecekse bu harften sonra gelir, önüne geçemez. Diğer istifham harfleri ise atıf harflerinden sonra gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bil ki istifham harfinin ثُمَّ 'nin başına gelmesi, onun tıpkı اَوَ اَمِنَ اَهْلُ الْقُرٰى (Araf Suresi, 98) ve اَفَاَمِنَ (Araf Suresi, 97) ifadelerindeki و ile ف ’nın başına gelmesi gibidir ki bu, azarlama ve kınama manasını ifade eder. Daha sonra Cenab-ı Hak bu imanın onlardan tahakkuk etmediğini, aksine onların ayıplanıp tenkit edildiğini haber vermiştir. Böylece o müşriklere, “Şu anda mı iman ediyorsunuz ve daha önce alay ve istihza yoluyla onu acele istediğiniz halde bu imanınızdan faydalanmayı mı ümit ediyorsunuz?” denilmektedir. (Fahreddin er-Râzî)
İstifham اَرَاَيْتُمْ ’e müteallıktır çünkü mana: “Bana haber verin, günahkârlar ondan alelacele neyi istiyorlar?” şeklindedir. (Keşşâf)
Bu ayetteki istifhamın hedefi cevap cümlesi olan اٰمَنْتُمْ fiilidir. İstifhamın hedefi ve asıl muhatabı olan böyle bir iman aynı zamanda inkâr ve tevbihin (azarlama) de hedefidir. İmanın tevbih ve inkâra maruz kalması, tam azabın geldiği an ortaya çıkmasındandır. Zaten bu şekildeki bir inanma gerçek iman sayılamaz. (Mustafa Kayapınar, Belâgatta Talebî İnşâ Makale)
“Azabın vukuundan sonra mı iman edeceksiniz?” cümlesi, azap vaki olduktan sonra imanı inkâr anlamını ifade eder. Bu cümle, makabli (kendinden öncesi) ile beraber, emrin kapsamı içindedir. Burada açık anlam şudur: “Azap gerçekleştikten sonra inanmanın hiçbir fayda sağlamayacağı bir zamanda mı iman ediyorsunuz?”
Bu sözler onların, imanı bu safhaya kadar tehir etmelerini, bunun sadece pişmanlık ve hayıflanma sonucu doğuracağını, inkârcıların inadı bırakmalarını,
ve vakit geçirmeden bunu telafi cihetine yönelmelerini amaçlar. (Ebüssuûd)
Ayetteki iki soru cümlesi de kınama ve tahkir manasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
آٰلْـٰٔنَ وَقَدْ كُنْتُمْ بِه۪ تَسْتَعْجِلُونَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Zaman zarfı آٰلْـٰٔنَ takdiri تؤمنون (İman edersiniz) olan fiile müteallıktır. Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olduğu halde kınama ve tahkir manaları taşımaktadır. Vaz edildiği anlamın dışında bir anlam üstlendiği için terkip, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
“Şimdi mi iman ediyorsunuz? Oysa siz tekzib ve istihza ile bu azabın acele gelmesini istiyordunuz!” ifadesi, onların, imanı tehir etmelerinin yanlışlığını ve bundan dolayı kendilerinin kınandığını ifade eder. (Ebüssuûd)
وَقَدْ كُنْتُمْ بِهٖ تَسْتَعْجِلُونَ cümlesi hal وَ ’ıyla gelmiştir. Cümleyi tahkik harfi قَدْ tekid etmiştir.
كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin muzari muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini (hayal gücünü) harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Car mecrurun amiline takdimi söz konusudur.
Bu takdim, onların yalanladıkları vaade ihtimam ve fasılaya riayet içindir. (Âşûr)
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 103)
آٰلْـٰٔنَ kelimesinde istiare vardır. Henüz gerçekleşmemiş vaîdin şu anda olmuş gibi anlatımıdır. Bu ifade gelecekteki durumu gözler önüne sermek içindir. Şimdiki zaman gelecek zaman için müstear olmuştur. (Âşûr)
كان fiiliyle birlikte قَدْ harfinin gelişi muhatabın inkârına tariz ve azar ifade eder. Kâf Suresi 22, Kalem Suresi 43, Ahzab Suresi 21 ayetlerinde olduğu gibi. (Âşûr, Mümtehine Suresi 4, c, 11, 2. cüz, s. 142)
آٰلْـٰٔنَ kelimesindeki med; biri soru hemzesi, diğeri elif-lâm harfine ait olan iki elifin birleşmesidir.
ثُمَّ ق۪يلَ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا ذُوقُوا عَذَابَ الْخُلْدِۚ هَلْ تُجْزَوْنَ اِلَّا بِمَا كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | ثُمَّ | sonra |
|
2 | قِيلَ | denilir |
|
3 | لِلَّذِينَ | kimselere |
|
4 | ظَلَمُوا | zulmeden(lere) |
|
5 | ذُوقُوا | tadın |
|
6 | عَذَابَ | azabı |
|
7 | الْخُلْدِ | sonsuz |
|
8 | هَلْ | musunuz? |
|
9 | تُجْزَوْنَ | cezalandırılıyor |
|
10 | إِلَّا | başkasıyla |
|
11 | بِمَا |
|
|
12 | كُنْتُمْ | olduklarınızdan |
|
13 | تَكْسِبُونَ | kazanıyor(lar) |
|
ثُمَّ ق۪يلَ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا ذُوقُوا عَذَابَ الْخُلْدِۚ
Fiil cümlesidir. ثُمَّ hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.) açısından terahi ifade eder. (Âşûr) Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ثُمَّ edatı mertebe açısından terahi manasınadır.Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.
قٖيلَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.
الَّذٖينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, لِ harf-i ceriyle birlikte قٖيلَ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlün sılası ظَلَمُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
ظَلَمُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
ذُوقُوا cümlesi naib-i fail olarak mahallen merfûdur. ذُوقُوا fiili, نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَذَابَ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. الْخُلْدِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
هَلْ تُجْزَوْنَ اِلَّا بِمَا كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ
هَلْ istifham harfidir. تُجْزَوْنَ fiili, نَ ’un sübutuyla meçhul merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. مَا ve masdar-ı müevvel, بِ harf-i ceriyle birlikte تُجْزَوْنَ fiiline müteallıktır.
كُنْتُمْ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
تُمْ muttasıl zamiri كَانَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. تَكْسِبُونَ fiili كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.
تَكْسِبُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.ثُمَّ ق۪يلَ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا ذُوقُوا عَذَابَ الْخُلْدِۚ
Ayet, ثُمَّ ile 50. ayetteki قُلْ أرَأيْتُمْ إنْ أتاكم cümlesine atfedilmiştir.
ثُمَّ, rütbe açısından sonralık ifade eder. (Âşûr)
Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.
Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder.
Müstakbel, vukuunun kesinliğini ifade için maziyle ifade edilebilir. Böylece gelecekte vuku bulacak olan şey, sanki vuku bulmuş gibidir. Ahirette olacak haller bu işin kesinlikle vuku bulacağına delalet etmek üzere mazi fiille anlatılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
قِيلَ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا ifadesindeki mazi sıygası, olayın gerçekleşmesi hususundaki kesinliğe vurgu yapılmak suretiyle أتى أمْرُ اللَّهِ ifadesindeki gibi gelecek zaman manasında kullanılmıştır. (Âşûr)
Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl الَّذٖينَ ’nin sılası olan ظَلَمُوا, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
الَّذٖينَ ile bahsi geçen kimseleri tahkir murad edilmiştir.
Emir üslubunda talebî inşâî isnad formundaki ذُوقُوا عَذَابَ الْخُلْدِ cümlesi, قٖيلَ fiilinin naib-i faili konumundadır.
Bu cümle قٖيلَ fiilinin mekulü’l-kavlidir. (Muhyiddin Derviş)
ذُوقُوا (Tadın) fiiliyle azap, kötü özelliğiyle hoşa gitmeyen bir yemeğe benzetilmiştir. Câmi’ her ikisinin de insanı memnun etmemesidir. Müşebbehün bih tatmak (hoşa gitmeyen yemek) zikredilmiş, müşebbeh (azabın acısını anlamak) kastedilmiştir. Allah Teâlâ tattırmak lafzını azabın etkisini idrak için istiare etmiştir. Yemek hazfedilmiş, lâzımı söylenmiştir. İstiare-i mücerrede olmuştur.
“Azabı tadın!” ibaresinde azap, lezzetli bir yemeğe benzetilerek istiare yoluyla azaptan kaçamayacakları etkili bir tarzda ifade edilmiştir.
الذَّوْقُ kelimesi, duyularla hissetme/algılama anlamında kullanılır ve ıtlak alakasıyla olan bu mecazî kullanım meşhurdur. (Âşûr)
Azabı tatma emri ihane (hor görme) tarikiyle (yoluyla)dır. Alûsî de emrin ihane için olduğunu söyler.
هَلْ تُجْزَوْنَ ifadesindeki istifham, istifham-ı inkârî olup nefy (olumsuzluk) manasındadır. (Âşûr)
Zemahşerî şöyle der: “Tadın!” emri, Allah’ın vaat ve vaîdiyle alay ettikleri için onları alaya almak ve kınamak manasındadır.
Bu ayetteki zulmeden kişiler, “Bu vaat ne zaman?” diyen kişilerdir. Onların zulüm vasfının tescili için izmardan sonra izhar olarak yapılan ıtnâbtır. Bu, şirk koşarak nefse yapılan zulümdür. Yani şirk, zulüm demektir. (Âşûr)
هَلْ تُجْزَوْنَ اِلَّا بِمَا كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ
Ta’liliyye hükmünde, beyânî istînâf olarak fasılla gelmiş bir cümledir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. İstifham harfi هَلْ, nefy manasındadır. Cümle menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.
Fiilin muzari sıygasının tecessüm özelliği, olayın göz önünde canlanmasını sağlayarak etkiyi artırmıştır.
İki tekid unsuru sayılan kasr, fail ve mecrur arasındadır.
هَلْ soru harfi اِلَّا ile birlikte kasr oluşturmuştur. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Sadece kazandıklarının karşılığı verilecektir. Kesbettiklerinin dışında bir şey için cezalandırılmayacaklardır. Azarlama ve kınama kastı vardır. Ayetin zahiri, cezanın bir amelden dolayı olması gerektiğine delalet eder.
Mecrur mahaldeki masdar harfi مَا ’nın sılası كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel تُجْزَوْنَ fiiline müteallıktır.
Masdar harfine dahil olan بِ harfi sebebiyet bildirir.
كان ’nin haberinin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 103)وَيَسْتَنْبِـؤُ۫نَكَ اَحَقٌّ هُوَۜ قُلْ ا۪ي وَرَبّ۪ٓي اِنَّهُ لَحَقٌّ وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَيَسْتَنْبِئُونَكَ | senden soruyorlar |
|
2 | أَحَقٌّ | gerçek mi? |
|
3 | هُوَ | O |
|
4 | قُلْ | de ki |
|
5 | إِي | evet |
|
6 | وَرَبِّي | Rabbime yemin ederim ki |
|
7 | إِنَّهُ | şüphesiz o |
|
8 | لَحَقٌّ | gerçektir |
|
9 | وَمَا | ve değil(siniz) |
|
10 | أَنْتُمْ | siz |
|
11 | بِمُعْجِزِينَ | aciz bırakacak |
|
وَيَسْتَنْبِـؤُ۫نَكَ اَحَقٌّ هُوَۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. يَسْتَنْبِـؤُ۫نَكَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir كَ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
Hemze istifham harfidir. حَقٌّ mukaddem haber olup lafzen merfûdur.
Munfasıl zamir هُوَ muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
يَسْتَنْبِـؤُ۫نَكَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’al babındandır. Sülâsî fiili نبأ ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
قُلْ ا۪ي وَرَبّ۪ٓي اِنَّهُ لَحَقٌّ وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ۟
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli, وَرَبّٖٓي ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
اٖي cevap harfidir. وَ kasem harfidir. وَرَبّٖٓي car mecruru mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri, أقسم şeklindedir.
Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Kasemin cevabı اِنَّهُ لَحَقٌّ ’dur.
إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هُ muttasıl zamiri إِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. حَقٌّ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
وَ atıf harfidir. مَٓا nefy harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. اَنْتُمْ munfasıl zamiri مَا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur.
بِ harfi zaiddir. بِمُعْجِزٖينَ lafzen mecrur olup مَا ’nın haberidir.
بِ harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman – mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Bazen لَيْسَ ’ye benzeyen مَا ’nın haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harf-i ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بِمُعْجِزٖينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَيَسْتَنْبِـؤُ۫نَكَ اَحَقٌّ هُوَۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. يَسْتَنْبِـؤُ۫نَكَ fiilinin ikinci mef’ûlü olarak mansub mahaldeki اَحَقٌّ هُوَ cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Sübut ifade eden bu isim cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. اَحَقٌّ haber, هُوَ muahhar mübtedadır.
“Rabbime andolsun ki vadedilen azap hiç şüphesiz haktır, sabittir.”
Onlara verilen cevap, inkârlarının şiddet ve kuvvetine göre tekidin en mükemmeli ile pekiştirilmiştir. (Ebüssuûd)
İstifham burada bilmiyormuş gibi yapma amacıyla kullanılmış, bu yüzden iki farklı hal gözetilerek iki farklı şekilde cevap verilmiştir. İlk olarak sorularının zahirine göre sordukları sorudan muradlarının aslında görünenin tam tersi olduğu hakim üslubu kullanılarak vurgulanmış ve soru sormada asıl gayenin yol gösterilmesini isteme olduğu, bu şekilde böyle bir yol göstericilik fırsatından istifade etmelerinin kendileri için çok daha iyi olacağı belirtilmiştir. Bu sebeple cevap, hakkında soru sorulanı sorgulayan إي ibaresi ve işaret cümlesinin birleştirilmesi şeklinde lafzi tekid olarak gelmiştir. Bununla birlikte; kasem ifadesi, إنَّ ve lam-ı ibtida da tekid ifadeleridir. (Âşûr)
قُلْ ا۪ي وَرَبّ۪ٓي اِنَّهُ لَحَقٌّ وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ۟
Beyânî istînâf olan cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli, kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. اٖي cevap, وَ kasem harfidir. Car mecrur رَبّٖٓي ’nin müteallakı olan kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
رَبّٖٓي izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olması Hz. Peygambere ait mütekellim zamirine şan ve şeref kazandırmıştır.
Kasemin cevabı olan اِنَّهُ لَحَقٌّ cümlesi, اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiştir. Faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ, isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Kasem cümlesine matuf olan وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِزٖينَ, menfi isim cümlesi formunda gelmiştir. Nefy harfi ليس ,مَا gibi amel etmiştir. Haberi olan بِمُعْجِزٖينَ ’ye dahil olan بِ harfi zaiddir. Cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
حَقٌّ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Alimler, ayetteki هُوَ (o) zamirinin neyi gösterdiği hususunda ihtilaf etmişler ve bu cümleden olarak şu manaları vermişlerdir:
a. “O, -yani senin getirdiğin Kur’an, nübüvvet ve şer’i hükümler- hak mıdır?”
b. “Bize vadettiğin ba’s (ölümden sonra diriliş) ve kıyamet hak mıdır?
c. “Bu dünyada başımıza geleceğini söylediğin azap, hak mıdır?” (Fahreddin er-Râzî)
اٖي cevap harfidir. Diğer cevap harflerinden farkı kasem anlamında kullanılmasıdır. (Muhyiddin Derviş - Îrab)
هُوَ (Bu) zamiri tehdit edildikleri azaba râcidir (döner). إي kelimesi ise özel olarak yeminlerde نعم (evet) anlamında kullanılır. Tıpkı هَلْ ’in özel olarak istifhamlarda قد (muhakkak) anlamında kullanılması gibi. Nitekim bazı kimselerin bu إي kelimesini tek başına değil de yemin وَ ’ı ile birlikte اٖي - وَ şeklinde tasdikte kullandıklarını işitmişimdir. (Keşşâf)
قُلْ اٖى وَرَبّٖى اِنَّهُ لَحَقٌّ [Evet, Rabbime and ederim ki o elbet ve elbet bir hakikattir.] Burada yemin üslubu kullanılmıştır. Bunun hikmeti şunlardır:
a. Peygamberin onlara alışkın oldukları üslupla hitap ederek kendi tarafına meylettirmeye çalışması. Bir şeyi haber verip de onun doğruluğunu yeminde tekid etmenin, o şeyi şaka faslından çıkarıp ciddiyete naklettiği aşikâr bir husustur.
b. İnsanlar kısım kısımdır. Bazıları bir şeyi, hakiki ve aklî delillerle kabul ederken bazıları da hakiki ve aklî delillerden istifade edemeyip ancak iknaî şeylerden, mesela, bu ayetteki yemin gibi şeylerden istifade eder. Çünkü Hz. Peygambere (sav) gelip de peygamberliğini ve nübüvvetini soran bir bedevî Arap, bu iddianın doğrulanması hususunda yemin ile yetinmişti. İşte bu ayette de böyledir. (Fahreddin er-Râzî)
Yeryüzünün medreselerini dolaşan bir adam vardı. Gittiği yerlerde, verdiği tavsiyeleriyle eğitim kalitesini arttırmayı hedefliyordu. Kendisine ait bir medrese açmaktansa, elde olanların geliştirilmesi gerektiği inancına sahipti.
Farklı kültürlerle, farklı insanlarla tanışıyordu. Ziyaret ettiği medreselerden birinde, garip bir duruma şahit oldu. Bir sınıfın öğrencileri sağırdı ama hocaları dersi sözel anlatıyordu. Diğer sınıfın öğrencileri kördü ama hocaları dersi görsel anlatıyordu. Hiçbir şeyden şikayet etmeyen hocalara daha da şaşırdı ve müdüre çözümün basit olduğunu ifade etti.
İki sınıfın hocasını da birbirleriyle değiştirdi. Artık dersler; sağırlara görsel, körlere de sözel anlatılıyordu. Ancak sınav sonuçlarına bakıldığında, derslerdeki verimsizlik devam ediyordu. Öğrenciler hala hiçbir şey öğrenmiyordu. Medresenin müdürüyle durumu konuşmak için gitti. Hocaların yetersiz olduğunu düşündüğünü belirtti.
Müdür, adamın söylediklerine cevap vermeden, kendisiyle gelmesini istedi. İki sınıfı da ayrı ayrı ziyaret ettiler ve her ikisinin önünde adama sordu: “Ne farkettiniz?” Adamın jetonu düşene dek, iki sınıf arasında gidip gelmeye devam ettiler. Adam gözlerine inanamadı. İlk başta sağır dediği öğrenciler, artık görmüyordu. Kör dedikleri de, işitmiyordu.
Müdür, adamın halden hale bürünmesini, adeta keyifle izliyordu. Çünkü yıllardır; sormadan, bilmeden aynı tavsiyeleri verenlerle çok karşılaşmıştı. Müdür, adamın yeterince kıvrandığına karar verince dedi ki: “Hocam, bu gördüğünüz öğrencilerin hepsi, aileleri tarafından, hakikati öğrenmeleri için buraya gönderildiler. Aslında ne körler, ne de sağırlar. Onların körlükleri ve sağırlıkları yalnızca hakikate karşı.”
Ey kullarının iyiliğini isteyen Allahım!
Beni; Hakikatini sevenlerden, görenlerden ve işitenlerden,
Aklını, rızanı kazanacak şekilde kullananlardan,
Hayat yollarını, sınırlarına riayet ederek yürüyenlerden eyle.
Kalbim hakiki ilimlerle dolsun ve Sana olan imanımı beslesin.
Bedenim buyurduğun ibadetlerle meşgul olsun ve kalbimdeki imanını tasdik etsin.
Ey sevilmeye en layık olan Allahım!
Gönlümü; Boş heveslerin peşinden koşanlardan,
Boş sözlere, büyük bir başarıymış gibi dalanlardan,
Boş hedeflere varan yollarda ömürlerini çürütenlerden,
Boş kalbe ve zihne sahiplerden uzak tut.
Gönlümü de, ömrümü de; Senin sevginle ve Senin sevdiklerinle bereketlendir.
Amin.
***
Bazı gerçekler vardır. Söylenmesi gereksiz bulunacak kadar basit gibi hissettirir ama dünyevi ya da uhrevi meselelerden insan evladına bakıldığında, belli ki yapamayanı çoktur. Mesela; hakikati görmek için bakmak ve anlamak için dinlemek şarttır.
Sırf bu yüzden, kimine ulaşmak mümkün değildir. Zira onların amaçları dinlerken veya bakarken, gösterilene ya da anlatılana ulaşmak değildir. Nefislerinin çizdikleri pencerelerinden, kendi uydurdukları yalanlarla oyalanırlar.
Kimi ise dünyalık bağımlılıklarından dolayı önlenebilir tehlikelerin etrafında dans eder. Çoğunun, zararsız bir tehlikeyle uyandıktan sonra gerekeni yapacaklarına dair hayalleri vardır. Ancak ölüm ya da hastalık gibi musibetlerin gelişi anidir.
Ey Allahım! Dünyada ve ahirette geri dönüşü olmayan son anların pişmanlıklarından Sana sığınırız. Bizi hakikati görmek için bakanlardan ve anlamak için dinleyenlerden eyle. Kendi kararlarımızla, dünyamızı ve ahiretimizi tehlikeye atmaktan muhafaza buyur. Bizi Senin huzuruna vardığında rahmetinle buluşanlardan, selamınla karşılaşanlardan eyle.
Amin.