بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
قُلْ هَلْ مِنْ شُرَكَٓائِكُمْ مَنْ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُۜ قُلِ اللّٰهُ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | هَلْ | var mıdır? |
|
3 | مِنْ |
|
|
4 | شُرَكَائِكُمْ | sizin ortak koştuklarınızdan |
|
5 | مَنْ | bir kimse |
|
6 | يَبْدَأُ | ilk kez gerçekleştirip |
|
7 | الْخَلْقَ | yaratma işini |
|
8 | ثُمَّ | sonra |
|
9 | يُعِيدُهُ | yeniden diriltecek |
|
10 | قُلِ | de ki |
|
11 | اللَّهُ | Allah |
|
12 | يَبْدَأُ | ilk kez gerçekleştirip |
|
13 | الْخَلْقَ | yaratma işini |
|
14 | ثُمَّ | sonra |
|
15 | يُعِيدُهُ | yeniden diriltir |
|
16 | فَأَنَّىٰ | artık nasıl? |
|
17 | تُؤْفَكُونَ | çevriliyorsunuz |
|
قُلْ هَلْ مِنْ شُرَكَٓائِكُمْ مَنْ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli, هَلْ مِنْ شُرَكَٓائِكُمْ ’dir
هَلْ istifham harfidir. مِنْ شُرَكَٓائِكُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
يَبْدَؤُا merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو'dir.
الْخَلْقَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. يُع۪يدُهُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir ه mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
قُلِ اللّٰهُ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ
Fiil cümlesidir. قُلِ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri أنت’dir.
Mekulü’l-kavli اللّٰهُ يَبْدَؤُا ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. يَبْدَؤُا fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَبْدَؤُا merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
الْخَلْقَ mef’ûlun bih olup lafzen mansubdur.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. يُع۪يدُهُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir ه mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَ atıf harfidir. اَنّٰى istifham ismi كَيْفَ manasındadır. تُؤْفَكُونَ fiilinin hali olarak mahallen mansubdur.
تُؤْفَكُونَ fiili نَ ’un sübutuyla meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.قُلْ هَلْ مِنْ شُرَكَٓائِكُمْ مَنْ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُۜ
Fasılla gelen ayet istînâfiyyedir. İlk cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Bu ayet, şu önemli noktaları vurgular:
1. Tevhid hak, şirk ise batıldır.
2. Önce yaratıp ölümden sonra tekrar hayata döndürmek yalnız Allah'a mahsustur.
3. Müşriklerin ortak koştukları şeylerin böyle bir tasarrufa kudretleri yoktur.
Matlûbun ispatı noktasında bu hüccetin müstakil olduğunu zımnen bildirmek için bu kelam, makabline atfedilmemiştir. Soru, hüccet (delil) ile iskât (susturmak) ve ilzam etmek (bağlamak) içindir. Bu, iki hayat birbirinin lazımıdır. Hakikatte bu iki hayat, varlık olarak da yokluk olarak da gerçek Yaradanın tanrılığını kabul etmeyi gerektirir. (Ebüssuûd)
هَلْ inkârî manadadır. Sübut ifade eden isim cümlesinde, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. مِنْ شُرَكَٓائِكُمْ, mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, muahhar mübtedadır.
Mevsûlün sılası olan يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُۜ, müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, tecessüm ve istimrar ifade etmiştir.
Cümledeki takdim, kasr ifade eder. Kasr, mübteda ile haber arasındadır. İlk ve ikinci yaratma sıfatı şirk koştukları putlara değil Allah’a mahsustur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur. Kasr-ı ifrattır. (Âşûr)
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen soru anlamı dışında inkâr ve kınama kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
ثُمَّ يُع۪يدُهُ cümlesi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَبْدَؤُا ile يُع۪يدُهُ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)
مَنْ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ ve قُلِ اللّٰهُ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ cümleleri arasında dörtlü mukabele vardır.
قُلِ اللّٰهُ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ
Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلِ fiilinin mekulü’l-kavli sübut ifade eden isim cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Lafza-i celal mübteda, يَبْدَؤُا الْخَلْقَ haberidir. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve celâl sıfatları bünyesinde toplayan Allah ismiyle marife oluşu, tazim, haşyet ve mehabet duyguları uyandırmak içindir.
Onların bunu kabul etmemesine karşın tekrar yaratmanın iki yerde tekrar edilmesi, tartışma konusunda idmâc babında tefennün adı verilen bedî’ sanatlarındandır. (Âşûr)
Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
يُع۪يدُهُ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ
…قُلِ اللّٰهُ يَبْدَؤُا cümlesine فَ ile atfedilmiştir. İstifham üslubunda talebî inşaî isnaddır. اَنّٰى istifham harfi cümlede hal konumundadır.
Müspet muzari fiil sıygasındaki تُؤْفَكُونَ meçhul bina edilerek fiile dikkat çekilmiştir.
يَبْدَؤُا - الْخَلْقَ - يُع۪يدُهُ - ثُمَّ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Allah bu ayet-i kerimede müşriklerin yeniden yaratılışla ilgili kabullerinin olup olmadığı ile ilgilenmemiş ve direkt olarak bunu yapabilecek olanın Allah olduğunu vurgulamıştır. Tekrar yaratılmanın soruda ve cevapta onların verecekleri karşılığa bakılmaksızın ifade edilmesi, cümleye “Bu zaten olması kesin bir şey, siz onu yapabilecek olan tek varlığa ubudiyetinizi sorgulayın.” anlamını katmaktadır. Âlûsî, c. XI, 113; İbni Âşûr, c. XI, 161)
فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ ve 32. ayetteki فَاَنّٰى تُصْرَفُونَ ibarelerinde mana aynı olmakla beraber farklı kelimeler kullanılmıştir. Tefennün sanatı vardır.
فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ sorusu, kınama veya ikrar ifade eder. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir) Mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
قُلْ هَلْ مِنْ شُرَكَٓائِكُمْ مَنْ يَهْد۪ٓي اِلَى الْحَقِّۜ قُلِ اللّٰهُ يَهْد۪ي لِلْحَقِّۜ اَفَمَنْ يَهْد۪ٓي اِلَى الْحَقِّ اَحَقُّ اَنْ يُتَّبَعَ اَمَّنْ لَا يَهِدّ۪ٓي اِلَّٓا اَنْ يُهْدٰىۚ فَمَا لَكُمْ۠ كَيْفَ تَحْكُمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | هَلْ | var mıdır? |
|
3 | مِنْ | -dan |
|
4 | شُرَكَائِكُمْ | sizin ortak koştuklarınız- |
|
5 | مَنْ | bir kimse |
|
6 | يَهْدِي | iletecek |
|
7 | إِلَى |
|
|
8 | الْحَقِّ | hakka |
|
9 | قُلِ | de ki |
|
10 | اللَّهُ | Allah |
|
11 | يَهْدِي | iletir |
|
12 | لِلْحَقِّ | hakka |
|
13 | أَفَمَنْ | kimse mi? |
|
14 | يَهْدِي | ileten |
|
15 | إِلَى |
|
|
16 | الْحَقِّ | hakka |
|
17 | أَحَقُّ | daha lâyıktır |
|
18 | أَنْ |
|
|
19 | يُتَّبَعَ | uyulmaya |
|
20 | أَمَّنْ | yoksa kimse mi? |
|
21 | لَا |
|
|
22 | يَهِدِّي | doğru yolu bulamayan |
|
23 | إِلَّا | dışında |
|
24 | أَنْ |
|
|
25 | يُهْدَىٰ | kendisi yöneltilmesi |
|
26 | فَمَا | ne oluyor |
|
27 | لَكُمْ | size |
|
28 | كَيْفَ | nasıl |
|
29 | تَحْكُمُونَ | hüküm veriyorsunuz |
|
قُلْ هَلْ مِنْ شُرَكَٓائِكُمْ مَنْ يَهْد۪ٓي اِلَى الْحَقِّۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli, هَلْ مِنْ شُرَكَٓائِكُمْ ’dir
هَلْ istifham harfidir. مِنْ شُرَكَٓائِكُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَهْد۪ٓي اِلَى الْحَقّ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
يَهْد۪ٓي fiili, ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
اِلَى الْحَقّ car mecruru يَهْد۪ٓي fiiline müteallıktır.
قُلِ اللّٰهُ يَهْد۪ي لِلْحَقِّۜ
Fiil cümlesidir. قُلِ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri أنت’dir.
Mekulü’l-kavli اللّٰهُ يَهْد۪ي لِلْحَقّ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. يَبْدَؤُا fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَهْد۪ي fiili, ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
لِلْحَقّ car mecruru يَهْد۪ي fiiline müteallıktır.
اَفَمَنْ يَهْد۪ٓي اِلَى الْحَقِّ اَحَقُّ اَنْ يُتَّبَعَ اَمَّنْ لَا يَهِدّ۪ٓي اِلَّٓا اَنْ يُهْدٰىۚ
Hemze istifham harfi, فَ istînâfiyyedir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَهْد۪ٓي اِلَى الْحَقِّ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَهْد۪ٓي fiili, ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
اِلَى الْحَقّ car mecruru يَهْد۪ٓي fiiline müteallıktır. اَحَقُّ haber olup lafzen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mahzuf ب harf-i ceriyle birlikte اَحَقُّ ’ye müteallıktır.
يُتَّبَعَ meçhul mansub muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
اَمِ hemzenin muadili atıf harfidir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası لَا يَهِدّ۪ٓي ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَهْدِي fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
اِلَّٓا hasr edatıdır. اَنْ ve masdar-ı müevvel, mübtedanın mahzuf haberine mütellıktır.
يُهْدٰى fiili ی üzere mukadder damme ile meçhul mansub muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
يُتَّبَعَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dır.
Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
فَمَا لَكُمْ۠ كَيْفَ تَحْكُمُونَ
فَ istînâfiyyedir. İstifham ismi مَا, mübteda olarak mahallen merfûdur. لَكُمْ car mecruru mahzuf habere müteallıktır.
كَيْفَ istifham harfi olup تَحْكُمُونَ failinin hali olarak mahallen mansubdur.
تَحْكُمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.قُلْ هَلْ مِنْ شُرَكَٓائِكُمْ مَنْ يَهْد۪ٓي اِلَى الْحَقِّۜ
Fasılla gelen ayet istînâfiyyedir. İlk cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Bu ayet de zikredilen hakikatlere dair bir başka hüccet, ilzam üstüne ilzam ve iskat üstüne iskattır. Bunun, makablinden ayrı olarak zikredilmesi, müstakil bir hüccet olduğunun anlaşılması içindir. Bu hükmün onların çoğuna tahsis edilmesi, onlardan bazılarının ilme uyduklarını ve sonunda tevhidin hak şirkin batıl olduğunu anladıklarını, fakat tekebbür ve inatlarından hakkı kabul etmediklerini bildirir. (Ebüssuûd)
هَلْ inkârî manadadır. Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen soru anlamı dışında inkâr ve kınama kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Sübut ifade eden isim cümlesinde, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. مِنْ شُرَكَٓائِكُمْ, mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, muahhar mübtedadır. Mevsûlün sılası يَهْد۪ٓي اِلَى الْحَقِّۜ şeklinde müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, tecessüm ve istimrar ifade etmiştir.
Cümledeki takdim, kasr ifade eder. Kasr, mübteda ile haber arasındadır. Hakka hidayet etme sıfatı, şirk koştukları putlara değil Allah’a mahsustur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur. Kasr-ı ifrattır. (Âşûr)
قُلِ اللّٰهُ يَهْد۪ي لِلْحَقِّۜ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلِ fiilinin mekulü’l-kavli اللّٰهُ يَهْد۪ي لِلْحَقِّۜ, sübut ifade eden isim cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bu kelamın birinci bölümünden anlaşılan hidayetin nefyi iken, ikinci bölümünde ihtida nefyedilmiştir. Çünkü hidayetin nefyi, genellikle ihtidanın da nefyini gerektirir. Hakka ihtida eden kimse, başkasının kısmen hidayetinden de hâlî (boş) değildir. (Ebüssuûd)
Lafza-i celal mübteda, يَبْدَؤُا الْخَلْقَ haberidir. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve celâl sıfatları bünyesinde toplayan Allah ismiyle marife oluşu, hem müminlerin hem de kâfirlerin kalbine heybet hissettirmek içindir.
Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
مِنْ شُرَكَٓائِكُمْ مَنْ يَهْد۪ٓي اِلَى الْحَقّ ve قُلِ اللّٰهُ يَهْد۪ي لِلْحَقّ cümleleri arasında mukabele vardır.
اَفَمَنْ يَهْد۪ٓي اِلَى الْحَقِّ اَحَقُّ اَنْ يُتَّبَعَ
İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve kınama amacı taşıdığından, mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Bu istifham, kınama anlamındaki inkârı ifade etmek içindir. Ayrıca bu sözler onların haline taaccüp ettirmek anlamını da taşır. (Ebüssuûd)
Mübteda olan müşterek ism-i mevsulün sılası يَهْد۪ٓي اِلَى الْحَقِّ, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Tafdil kalıbındaki مَنْ ,اَحَقُّ ’in haberidir. Takdiri ممن لا يهدي (Hidayet etmeyenden) olan mufaddalun aleyh mahzuftur.
Masdar harfi اَنْ ve müteakip يُتَّبَعَ cümlesi, masdar tevilinde, takdir edilen بَ harfiyle اَحَقُّ ’ya müteallıktır.
الْحَقِّ - اَحَقُّ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَمَّنْ لَا يَهِدّ۪ٓي اِلَّٓا اَنْ يُهْدٰىۚ
اَمَّنْ ibaresindeki اَمَّ harfi munkatı’ olup بل manasındadır. بل bu ayette intikal manasındadır. Cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve kınama amacı taşıdığından mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Bu ilâhî kelam, hükümlerin, üzerine bina edildiği usûl ilmini öğrenmenin zorunlu olduğuna, bu konuda taklit ile yetinmenin caiz olmadığına delalet eder.
(Ebüssuûd)
Menfi muzari fiil sıygasındaki لَا يَهِدّ۪ٓي cümlesi, mübteda konumundaki مَّنْ ’in sılasıdır.
Masdar harfi اَنْ ve müteakip يُهْدٰىۚ cümlesi, masdar tevilinde, takdir edilen بَ harfiyle, mahzuf habere müteallıktır. Haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Umumi hallerden birinin istisna edildiği müferrağ istisna vardır. Allah veya başka biri kendisine hidayet etmedikçe hidayete ermez, manasındadır. (Âlûsî)
Âşûr da bu ayette zıddına benzeyen bir şeyle manayı tekid olduğunu söylemiştir.
Kasr, hidayete ermek mevsufuyla sıfatı olan hali arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s sıfattır.
يُهْدٰىۚ - لَا يَهِدّ۪ٓي kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
فَمَا لَكُمْ۠ كَيْفَ تَحْكُمُونَ
فَ istînâfiyyedir. Ayetin son cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mübteda konumundaki istifham harfi مَا, inkârî manadadır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur لَكُمْ۠ ’un müteallakı olan haber mahzuftur. İstifham ismi تَحْكُمُونَ ,كَيْفَ ’nin failinden haldir.
Muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, tecessüm ve istimrar ifade eden تَحْكُمُونَ cümlesi, لَكُمْ۠ ’deki muhatap zamirinden haldir. Hal, ıtnâb babındandır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen cümle, inkâr ve tevbih kastı taşımaktadır. Vaz edildiği anlamdan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
يَهْد۪ٓي kelimesi ayette beş, الْحَقِّ dört, مَّنْ üç kez tekrar edilmiştir. Bu kelimelerin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette üç farklı soru harfi kullanılmış, bunlar arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.وَمَا يَتَّبِعُ اَكْثَرُهُمْ اِلَّا ظَناًّۜ اِنَّ الظَّنَّ لَا يُغْن۪ي مِنَ الْحَقِّ شَيْـٔاًۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | ve |
|
2 | يَتَّبِعُ | uymamaktadır |
|
3 | أَكْثَرُهُمْ | onların çoğu |
|
4 | إِلَّا | başkasına |
|
5 | ظَنًّا | zandan |
|
6 | إِنَّ | şüphesiz |
|
7 | الظَّنَّ | zan ise |
|
8 | لَا |
|
|
9 | يُغْنِي | kazandırmaz |
|
10 | مِنَ |
|
|
11 | الْحَقِّ | gerçek açısından |
|
12 | شَيْئًا | bir şey |
|
13 | إِنَّ | şüphesiz |
|
14 | اللَّهَ | Allah |
|
15 | عَلِيمٌ | bilmektedir |
|
16 | بِمَا | şeyleri |
|
17 | يَفْعَلُونَ | onların yaptıkları |
|
وَمَا يَتَّبِعُ اَكْثَرُهُمْ اِلَّا ظَناًّۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَتَّبِعُ merfû muzari fiildir. اَكْثَرُهُمْ fail olup lafzen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَّا hasr edatıdır. ظَناًّ mef’ûlu mutlaktan naibtir. Çeşit içindir. Takdiri, إلّا اتباع الظنّ şeklindedir.
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ظَناًّ lafzı burda tekid için gelen mef’ûlü mutlak çeşidinden gelmiştir.
يَتَّبِعُ fiilinin mef’ûlun bihi mahzuftur. Takdiri, يتّبعون الأصنام اتّباع الظنّ şeklindedir.
يَتَّبِعُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dır.
Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
اِنَّ الظَّنَّ لَا يُغْن۪ي مِنَ الْحَقِّ شَيْـٔاًۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
الظَّنَّ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
لَا يُغْن۪ي fiili, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُغْنِي fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
مِنَ الْحَقِّ car mecruru شَيْـٔاً ’in mahzuf haline müteallıktır. شَيْـٔاً mef’ûlu mutlaktan naibtir. Takdiri, لا يغني إغناء ما لا قليلا ولا كثيرا şeklindedir.
اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli, اِنَّ ’nin ismidir. عَل۪يمٌ ise haberi olup lafzen merfûdur.
مَٓا ve masdar-ı müevvel, بِ harfiyle birlikte عَل۪يمٌ kelimesine müteallıktır.
يَفْعَلُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَل۪يمٌ lafzı hem mübalağalı ism-i fail hem de sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır. Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Sıfat-ı müşebbehe: Benzeyen sıfat demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا يَتَّبِعُ اَكْثَرُهُمْ اِلَّا ظَناًّۜ
وَ istînâfiyyedir. Menfi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
ظَناًّ mahzuf mef’ûlün mutlak naibidir. Kelimedeki tenvin tahkir içindir. (Âşûr)
Cümle, kasr üslubuyla tekid edilmiştir. مَا ve اِلَّا ’nın oluşturduğu kasr, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. ”Zandan başka bir şeye tabi olmuyorsunuz.” demektir.
ظَن Arapçada zıt iki anlamı olan kelimelerdendir. Hem türkçede de kullandığımız gibi sanma, şüpheli bilme, hem de kesin bilgi manasına gelir. Burada şüpheli bilgi, sanma anlamındadır.
Bunda usul konusunda ilim tahsil etmenin vacip; taklit ve zan ile yetinmenin de caiz olmadığına delil vardır. (Beyzâvî)
اِنَّ الظَّنَّ لَا يُغْن۪ي مِنَ الْحَقِّ شَيْـٔاًۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil içinidir.
اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ’nin haberi لَا يُغْن۪, muzari fiil cümlesi formunda gelerek hükmü takviye, hudûs, teceddüt, tecessüm ve istimrar ifade etmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ, isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr, 1)
شَيْـٔاً kelimesi amilini tekid eden mef’ûlu mutlak olarak gelmiştir. لا يُغْنِي شَيْئًا مِنَ الإغْناءِ (Fayda verecek hiçbir şeyi yoktur.) demektir. (Âşûr)
الْحَقِّ ’ya dahil olan مِنَ, haktan bedel olarak manasındadır. (Âşûr)
شَيْـٔاً ’deki tenvin, umum ve nev ifade eder. Olumsuz siyakta nekre, selbin umumuna işarettir.
Allah Teâlâ zannın, haktan hiçbir şey elde edemeyeceğini üç tekidle vurgulayarak belirtmiştir.
اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ
اِنَّ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkâri kelamdır.
اِنَّ ’nin isminin bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi, muhatabın kalbinde haşyet duyguları uyandırmak içindir. عَل۪يمٌ müsneddir.
Mecrur mahaldeki masdar harfi مَا ve akabindeki muzari fiil cümlesi يَفْعَلُونَ, masdar teviliyle, عَل۪يمٌ ’a müteallıktır.
İsim cümleleri sübut ifade eder.İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ [Muhakkak onların yaptıkları şeyi Allah iyi bilir.] ifadesinde lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkeb vardır. Bilmekten maksat “gereğini yapar” demektir.
اِنَّ - الظَّنَّ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Ayetteki farklı manalardaki مَا ’lar arasında tam cinas, عَل۪يمٌ ve يَفْعَلُونَ arasında ise cinas-ı nakıs sanatı vardır.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
وَمَا كَانَ هٰذَا الْقُرْاٰنُ اَنْ يُفْتَرٰى مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلٰكِنْ تَصْد۪يقَ الَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِ وَتَفْص۪يلَ الْكِتَابِ لَا رَيْبَ ف۪يهِ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ۠
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | ve |
|
2 | كَانَ | değildir |
|
3 | هَٰذَا | bu |
|
4 | الْقُرْانُ | Kur’an |
|
5 | أَنْ |
|
|
6 | يُفْتَرَىٰ | uydurulmuş |
|
7 | مِنْ |
|
|
8 | دُونِ | başkası tarafından |
|
9 | اللَّهِ | Allah’tandır |
|
10 | وَلَٰكِنْ | ve ancak |
|
11 | تَصْدِيقَ | doğrulayıcıdır |
|
12 | الَّذِي |
|
|
13 | بَيْنَ | arasındakini |
|
14 | يَدَيْهِ | iki eli |
|
15 | وَتَفْصِيلَ | ve açıklayıcıdır |
|
16 | الْكِتَابِ | Kitab’ı |
|
17 | لَا |
|
|
18 | رَيْبَ | şüphe yoktur |
|
19 | فِيهِ | onda |
|
20 | مِنْ |
|
|
21 | رَبِّ | Rabbi’ndendir |
|
22 | الْعَالَمِينَ | alemlerin |
|
وَمَا كَانَ هٰذَا الْقُرْاٰنُ اَنْ يُفْتَرٰى مِنْ دُونِ اللّٰهِ
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
هٰذَا işaret ismi, كَانَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. الْقُرْاٰنُ kelimesi ism-i işaretten bedeldir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur. يُفْتَرٰى elif üzere mukadder fetha ile meçhul merfû muzari fiildir.
Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir. مِنْ دُونِ car mecruru naib-i failin mahzuf haline müteallıktır.
اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
يُفْتَرٰى fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi فري ’dır.
İftial babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَلٰكِنْ تَصْد۪يقَ الَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِ وَتَفْص۪يلَ الْكِتَابِ لَا رَيْبَ ف۪يهِ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ۠
وَ atıf harfidir. لٰكِنْ istidrak harfidir. تَصْد۪يقَ kelimesi كَانَ ’nin haberine matuf olup fetha ile mansubdur.
Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَيْنَ mekân zarfı, ism-i mevsûlun mahzuf sılasına müteallıktır.
يَدَيْهِ muzâfun ileyh olup müsenna olduğu için ي ile mecrurdur. Sonundaki نَ izafetten dolayı hazfedilmiştir.
Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. تَفْص۪يلَ kelimesi, تَصْد۪يقَ ’e matuf olup fetha ile mansubtur. الْكِتَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Kur’an, eski ilâhî kitapların tasdikidir, eski ilâhî kitapların yanında Kur’an da bir mucize olduğu için onların doğruluğuna bir ölçü ve kanıttır. (Ebüssuûd)
لَا رَيْبَ ف۪يهِ cümlesi الْكِتَابِ ’nin hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zü’l hal” veya “sahibu’l hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و” gelir. Bazen “و” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا harfi, cinsini nefyeden olumsuzluktur. İsmini nasb haberini ref eder.
رَيْبَ kelimesi لَا ’nın ismi olarak mahallen mansubdur. ف۪يهِ car mecruru لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır.
مِنْ رَبِّ car mecruru تَصْد۪يقَ veya تَفْص۪يلَ müteallıktır. الْعَالَم۪ينَ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَمَا كَانَ هٰذَا الْقُرْاٰنُ اَنْ يُفْتَرٰى مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلٰكِنْ تَصْد۪يقَ الَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِ وَتَفْص۪يلَ الْكِتَابِ لَا رَيْبَ ف۪يهِ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ۠
وَ istînâfiyedir. Menfi كَانُ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. كَانَ ’nin isminin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilene tazim kastı taşımaktadır. هٰذَا ,الْقُرْاٰنُ ’dan bedeldir. Bedel ıtnâb babındandır.
Masdar harfi اَنْ ve müteakip يُفْتَرٰى cümlesi, masdar tevilinde, ism-i mef’ûl manasıyla كَانَ ’nin haberi yerindedir.
Faide-i haber ibtidaî kelam olan masdar-ı müevvel cümlesi, muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
مَا كَانُ ’li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, 3/79)
دُونِ اللّٰهِ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
Ayetin mesajı, zanna tâbi olmayı reddettikten sonra uyulması gerekeni (ki o da Kur’an’dır) açıklamak ve ona delil getirmektir. (Beyzâvî)
İstidrak harfinin dahil olduğu cümle كَانَ ’nin haberine وَ ’la atfedilmiştir. Has ism-i mevsûl تَصْد۪يقَ ,الَّذ۪ي için muzâfun ileyhtir. Mevsûlün her zaman kendisini takip eden sılası mahzuftur. Mekân zarfı بَيْنَ, bu mahzuf sılaya müteallıktır. وَتَفْص۪يلَ الْكِتَابِ terkibi, تَصْد۪يقَ ’ya matuftur.
وَ ’sız gelen hal cümlesi الْكِتَابِ ,لَا رَيْبَ ف۪يهِ ’ye aittir. Cinsini nefyeden لَا ’nın dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. لَا ,ف۪يهِۜ ’nın mahzuf haberine müteallıktır.
مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ۠ terkibi, تَصْد۪يقَ ’ya veya تَفْص۪يلَ ’ye müteallıktır.
يُفْتَرٰى - تَصْد۪يقَ ve رَيْبَ - تَصْد۪يقَ ve دُونِ - بَيْنَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî vardır.
مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ۠ [Âlemlerin Rabbindendir.] ifadesi de başka bir haberdir, takdiri كاىنا من رب العالمين şeklindedir ya da تَصْد۪يقَ veya تَفْص۪يلَ kelimesine mütealliktir. (Beyzâvî)
لَا رَيْبَ ف۪يهِ ibaresi Bakara Suresinin başını hatırlatır, iktibas sanatı vardır.
بَيْنَ يَدَيْهِ ibaresi Kur’an’dan önceki ilahi kitaplar, İncil ve Tevrat için istiaredir. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ ve رَبِّ isimlerinin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. Bu kelimelerin arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Allah lafzı ile birlikte Rabb isminin de geçmesi; Rabbin sadece Allah olduğunu ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 1, s. 234)
اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ قُلْ فَأْتُوا بِسُورَةٍ مِثْلِه۪ وَادْعُوا مَنِ اسْتَطَعْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَمْ | yoksa |
|
2 | يَقُولُونَ | diyorlar |
|
3 | افْتَرَاهُ | O’nu kendisi uydurdu |
|
4 | قُلْ | de ki |
|
5 | فَأْتُوا | getirin |
|
6 | بِسُورَةٍ | bir sure |
|
7 | مِثْلِهِ | onun benzeri |
|
8 | وَادْعُوا | ve çağırın |
|
9 | مَنِ |
|
|
10 | اسْتَطَعْتُمْ | gücünüz yeteni |
|
11 | مِنْ |
|
|
12 | دُونِ | başka |
|
13 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
14 | إِنْ | eğer |
|
15 | كُنْتُمْ | iseniz |
|
16 | صَادِقِينَ | doğru sözlü |
|
اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ
اَمْ munkatıadır. Yani بَلْ ve hemze manasındadır.
يَقُولُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, افْتَرٰيهُ ’dır. يَقُولُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
افْتَرٰي elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
افْتَرٰيهُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi فري ’dır.
İftial babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
قُلْ فَأْتُوا بِسُورَةٍ مِثْلِه۪ وَادْعُوا مَنِ اسْتَطَعْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri أنت’dir.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Takdiri, إن كنتم صادقين بقولكم فأتوا بِسُورَةٍ مِثْلِه۪ (Eğer doğru sözlü iseniz bunun gibi bir sure getirin.) şeklindedir.
Mekulü’l-kavl mukadder şart cümlesidir. قُلْ fiilinin mef’ûlün bihi olup mahallen mansubdur.
أْتُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِسُورَةٍ car mecruru فَأْتُوا fiiline müteallıktır.
مِثْلِه۪ kelimesi سُورَةٍ sıfatı olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sıfatlar:
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsufuna: cinsiyet, adet, marifelik-nekrelik ve îrab bakımından uyar:
Not: Gayr-ı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle Olan SIfatlar:
Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ atıf harfidir. ادْعُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَنِ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اسْتَطَعْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir olan تُمْ fail olup mahallen merfûdur. مِنْ دُونِ car mecruru اسْتَطَعْتُمْ fiiline müteallıktır.
اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
صَادِق۪ينَ kelimesi كَانَ ’nin haberi olup nasb alameti ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler, harf ile îrablanırlar.
Şartın cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. Takdiri, إن كنتم صادقين في أنه افتراء فأتوا بسورة مثله şeklindedir.
صَادِق۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan صدق fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail, eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اسْتَطَعْتُمْ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’al babındandır. Sülâsî fiili طوع ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Kınama amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Müspet muzari fiil sıygasındaki يَقُولُونَ fiilinin mekulü’l-kavli, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قُلْ فَأْتُوا بِسُورَةٍ مِثْلِه۪ وَادْعُوا مَنِ اسْتَطَعْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli, mukadder şartın cevabıdır.
فَ rabıtadır. Takdiri, إن كنتم صادقين (Eğer doğru söylüyorsanız…) olan şartın cevap cümlesi فَأْتُوا بِسُورَةٍ مِثْلِه۪, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mahzuf şart ve cevabından meydana gelen terkip, şart üslubunda, talebî inşâî isnaddır.
فَأْتُوا emri taciz manasındadır. Amaç muhatabın bu işi yapmaktan aciz kalacağını ifade etmektir. Mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Bu ayet tehaddi ayetlerindendir.
Ayette, بِسُورَةٍ kelimesinin nekre olarak gelmesiyle, “Getirebiliyorsanız herhangi bir sureye benzer bir sure getirin de görelim.” manası kastedilmiştir.
Allah'ın yardıma çağrılacakların dışında tutulması, istisna edilmesi, onların O'ndan beri ve karşı tarafta olduklarını sarahaten bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
Kelimedeki tenvin, herhangi bir nev manasındadır.
Aynı üslupla gelerek cevap cümlesine وَ ’la atfedilen وَادْعُوا cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
وَادْعُوا fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنِ ’in sılası اسْتَطَعْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ, müspet mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Veciz ifade yollarından biri olan izafet terkibindeki مِنْ دُونِ اللّٰهِ, gayrının tahkiri içindir.
يَقُولُونَ - قُلْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مِنْ - مَنِ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs vardır.
“Allah’ın dışındaki gücü yetecekleri çağırın.” cümlesinden bunu yapmaya Allah’tan başka kimsenin gücünün yetmeyeceğini, buna ancak Allah’ın gücünün yeteceği de anlaşılmış olur.
اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Ayetin son cümlesi müstenefe olarak fasılla gelmiştir. كَان ’nin dahil olduğu, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Cevap cümlesi mahzuftur. Cümlenin takdiri, إن كنتم صادقين في أنه افتراء فأتوا بسورة مثله (Eğer onun iftira olduğunu iddia ediyorsanız, onun gibi bir sure getirin.) şeklindedir.
Mahzufla birlikte cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cevap cümlesinin hazfi, muhatabın muhayyilesini kısıtlamadan serbestçe düşünebilmesini sağlamaktadır.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)بَلْ كَذَّبُوا بِمَا لَمْ يُح۪يطُوا بِعِلْمِه۪ وَلَمَّا يَأْتِهِمْ تَأْو۪يلُهُۜ كَذٰلِكَ كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الظَّالِم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | بَلْ | hayır |
|
2 | كَذَّبُوا | yalanladılar |
|
3 | بِمَا | şeyi |
|
4 | لَمْ |
|
|
5 | يُحِيطُوا | kavrayamadıkları |
|
6 | بِعِلْمِهِ | ilmini |
|
7 | وَلَمَّا | ve |
|
8 | يَأْتِهِمْ | kendilerine gelmeyen |
|
9 | تَأْوِيلُهُ | yorumu |
|
10 | كَذَٰلِكَ | böyle |
|
11 | كَذَّبَ | yalanlamışlardı |
|
12 | الَّذِينَ | kimseler de |
|
13 | مِنْ |
|
|
14 | قَبْلِهِمْ | onlardan önceki(ler) |
|
15 | فَانْظُرْ | bir bak |
|
16 | كَيْفَ | nasıl |
|
17 | كَانَ | olduğuna |
|
18 | عَاقِبَةُ | sonlarının |
|
19 | الظَّالِمِينَ | zalimlerin |
|
بَلْ كَذَّبُوا بِمَا لَمْ يُح۪يطُوا بِعِلْمِه۪ وَلَمَّا يَأْتِهِمْ تَأْو۪يلُهُۜ
بَلْ idrâb harfi, hükmü iptal için gelmiştir. بَلْ : Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb (اِضْرَابْ)” denir. "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَذَّبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, بِ harfiyle birlikte كَذَّبُوا fiiline müteallıktır.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يُح۪يطُوا fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
بِعِلْمِه۪ car mecruru يُح۪يطُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. لَمَّٓا cahdı- müstağrakdır. Fiili muzariyi cezm eder.
يَأْتِهِمْ fiili illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir هِمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
تَأْو۪يلُهُ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَذَّبُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındadır. Sülâsîsi كذب ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir.
كَذٰلِكَ كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ
كَ harf-i cerdir. مثل kelimesi, “gibi” demektir. Bu ibare يُبَيِّنُ fiilinin mahzuf mef’ûlu mutlakına müteallıktır.
ذا işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
كَذَّبَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْ قَبْلِهِمْ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الظَّالِم۪ينَ
فَ atıf harfidir. انْظُرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri أنت’dir.
كَيْفَ istifham ismi, كَانَ ’nin mukaddem haberidir. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
عَاقِبَةُ kelimesi كَانَ ’nin muahhar ismi olup merfûdur. الظَّالِم۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الظَّالِم۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَلْ كَذَّبُوا بِمَا لَمْ يُح۪يطُوا بِعِلْمِه۪ وَلَمَّا يَأْتِهِمْ تَأْو۪يلُهُۜ
Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ’nın müteallakı, كَذَّبُوا fiilidir. Sılası olan لَمْ يُح۪يطُوا بِعِلْمِه۪, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يُح۪يطُوا - عِلْمِه۪ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
تَأْو۪يلُ kelimesi Kur’an’da geldiği yerlerin hepsinde akıbet manasında kullanılmıştır.
Bu kelime lafzen veya manen gizli olan bir şeyi ortaya koymak manasında kullanılır.
وَ ’la gelen ve يُح۪يطُوا ’nin failinden hal cümlesi olan لَمَّا يَأْتِهِمْ تَأْو۪يلُهُۜ, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَذٰلِكَ كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. كَذَ ٰلِكَ ’nin müteallakının hazfı îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla beraber müspet fiil cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidai kelamdır.
İstînâfiyye olan cümlede كَذَّبَ fiilinin faili konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası mahzuftur. مِنْ قَبْلِهِمْ bu mahzuf sılaya müteallıktır. Sılanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
كَذَ ٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذَأَ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 28, s.101)
كَذَّبَ - كَذَّبُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَمْ - لَمَّا kelimeleri arasında cinas-ı nakıs vardır.
فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الظَّالِم۪ينَ
Cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. كَيْفَ istifham ismi, كَانَ ’nin mukaddem haberidir. كَانَ ’nin muahhar ismi, الظَّالِم۪ينَ ’ye muzâf olan عَاقِبَةُ ’dur.
كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, انْظُرْ fiilinin mef’ûlü konumundadır.
Sübut ifade eden bu isim cümlesi, istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp tevbih ve tehdit manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
الظَّالِم۪ينَ kelimesi ism-i fail kalıbında gelerek fesat çıkarmanın onların devamlı bir hali olduğuna işaret etmiştir.
İsm-i fail kişinin elinde olan fiillerden yapılır. İrade dışında olan fiillerden ism-i fail yapılmaz. Bu tür fiilierin ism-i failini sıfat-ı müşebbehe üstlenir. (Yrd. Doç. Dr. M. Akif Özdoğan, KSÜ. İlahiyat Fakültesi Dergisi, 10 (2007) s. 55 - 90 Arapçada İsm-i Fâil ve İşlevleri)
عَاقِبَةُ - قَبْلِهِمْ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Bu kelamda zamir makamında الظَّالِم۪ينَ şeklinde zahir ismin zikredilmesi, hakkı tekzip etmenin zulüm olduğunu yahut uğradıkları kötü akıbetin sebebinin bu zulümleri olduğunu ve bu zalimlerin de hüküm ve vaîd olarak o zalimler zümresine öncekide dahil olduklarını bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
“Bak, o zalimlerin sonu nasıl oldu?” sorusunda kendilerinden öncekilerin cezası gibi onlar için de bir tehdit vardır. (Beyzâvî)
وَمِنْهُمْ مَنْ يُؤْمِنُ بِه۪ وَمِنْهُمْ مَنْ لَا يُؤْمِنُ بِه۪ۜ وَرَبُّكَ اَعْلَمُ بِالْمُفْسِد۪ينَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمِنْهُمْ | ve içlerinde vardır |
|
2 | مَنْ | kimse |
|
3 | يُؤْمِنُ | iman eden |
|
4 | بِهِ | ona |
|
5 | وَمِنْهُمْ | ve içlerinde vardır |
|
6 | مَنْ | kimse |
|
7 | لَا |
|
|
8 | يُؤْمِنُ | iman etmeyen de |
|
9 | بِهِ | ona |
|
10 | وَرَبُّكَ | ve Rabbin |
|
11 | أَعْلَمُ | daha iyi bilir |
|
12 | بِالْمُفْسِدِينَ | bozguncuları |
|
وَمِنْهُمْ مَنْ يُؤْمِنُ بِه۪ وَمِنْهُمْ مَنْ لَا يُؤْمِنُ بِه۪ۜ
وَ istînâfiyyedir. مِنْهُمْ car mecruru mahzuf habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يُؤْمِنُ بِه۪ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يُؤْمِنُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
بِه۪ car mecruru يُؤْمِنُ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. وَمِنْهُمْ car mecruru mahzuf habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ muahhar mübteda olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يُؤْمِنُ بِه۪ ’dir.
لا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُؤْمِنُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
يُؤْمِنُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin ( imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَرَبُّكَ اَعْلَمُ بِالْمُفْسِد۪ينَ۟
وَ istînâfiyyedir. رَبُّ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَعْلَمُ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
بِالْمُفْسِد۪ينَ car mecruru اَعْلَمُ ’ye müteallıktır. الْمُفْسِد۪ينَ ’nin cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُفْسِد۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babından ism-i faildir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَعْلَمُ ism-i tafdil kalıbındandır.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzaf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمِنْهُمْ مَنْ يُؤْمِنُ بِه۪ وَمِنْهُمْ مَنْ لَا يُؤْمِنُ بِه۪ۜ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. مِنْهُمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûlün sılası يُؤْمِنُ بِه۪, müspet mazi fiil sıygasında gelmiştir.
Aynı üsluptaki وَمِنْهُمْ مَنْ لَا يُؤْمِنُ بِه۪ۜ cümlesi, tezâyüf nedeniyle istînâfa atfedilmiştir.
يُؤْمِنُ ve لَا يُؤْمِنُ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
وَمِنْهُمْ مَنْ يُؤْمِنُ بِه۪ ve وَمِنْهُمْ مَنْ لَا يُؤْمِنُ بِه۪ cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.
مَنْ - لَا - بِه۪ - وَمِنْهُمْ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Ayette insanlar inananlar ve inanmayanlar şeklinde iki kısma ayrılmıştır. Bu, taksim sanatıdır.
وَرَبُّكَ اَعْلَمُ بِالْمُفْسِد۪ينَ۟
Mübteda ve haberden oluşan cümle, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin Rabb ismiyle marife olması, muhataba rububiyet vasfını hissettirmek içindir.
رَبُّ lafzı, كَ zamirine muzâf olarak muzâfun ileyhin şanını yüceltmiştir.
Rabb isminin zikrinde tecrîd sanatı vardır.
Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَرَبُّكَ اَعْلَمُ بِالْمُفْسِد۪ينَ۟ sözünün mefhum-u muhalifinden “Bilmekle kalmaz gerekeni yapar” manası anlaşılır. İdmâc sanatı vardır.
Meânî alimlerinden muhakkiklerin görüşüne göre kelamın sonundaki وَرَبُّكَ اَعْلَمُ بِالْمُفْسِد۪ينَ cümlesi mu’tarizadır. Onların müfsid oldukları konusunda uyarı ve tehdit için gelmiş bir tarizdir. (Âşûr)
وَاِنْ كَذَّبُوكَ فَقُلْ ل۪ي عَمَل۪ي وَلَكُمْ عَمَلُكُمْۚ اَنْتُمْ بَر۪ٓيؤُ۫نَ مِمَّٓا اَعْمَلُ وَاَنَا۬ بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تَعْمَلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِنْ | ve eğer |
|
2 | كَذَّبُوكَ | seni yalanlarlarsa |
|
3 | فَقُلْ | de ki |
|
4 | لِي | banadır |
|
5 | عَمَلِي | benim yaptığım |
|
6 | وَلَكُمْ | ve sizedir |
|
7 | عَمَلُكُمْ | sizin yaptığınız |
|
8 | أَنْتُمْ | siz |
|
9 | بَرِيئُونَ | uzaksınız |
|
10 | مِمَّا | -dan |
|
11 | أَعْمَلُ | benim yaptığım- |
|
12 | وَأَنَا | ve ben de |
|
13 | بَرِيءٌ | uzağım |
|
14 | مِمَّا | -dan |
|
15 | تَعْمَلُونَ | sizin yaptıklarınız- |
|
وَاِنْ كَذَّبُوكَ فَقُلْ ل۪ي عَمَل۪ي وَلَكُمْ عَمَلُكُمْۚ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. كَذَّبُوكَ şart fiili olup damme üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir.
Mekulü’l-kavli, ل۪ي عَمَل۪ي ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
ل۪ي car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. عَمَل۪ي muahhar mübteda olup mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir ي muzafun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir.
لَكُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. عَمَلُكُمْ muahhar mübteda olup mukadder damme ile merfûdur.
Muttasıl zamir كُمْ muzafun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَذَّبُوكَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındadır. Sülâsîsi كذب ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir.
اَنْتُمْ بَر۪ٓيؤُ۫نَ مِمَّٓا اَعْمَلُ وَاَنَا۬ بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تَعْمَلُونَ
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
بَر۪ٓيؤُ۫نَ mübtedanın haberi olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanırlar.
مَٓا ve masdar-ı müevvel, مِنْ harfiyle birlikte بَر۪ٓيؤُ۫نَ ’ye müteallıktır.
اَعْمَلُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انا ’dir.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir اَنَا۬ mübteda olup mahallen merfûdur. بَر۪ٓيءٌ mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, مِنْ harf-i ceriyle birlikte بَر۪ٓيءٌ ’e müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası تَعْمَلُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
تَعْمَلُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بَر۪ٓيؤُ۫نَ sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
Sıfat-ı müşebbehe; Benzeyen sıfat demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنْ كَذَّبُوكَ فَقُلْ ل۪ي عَمَل۪ي وَلَكُمْ عَمَلُكُمْۚ
Ayet önceki ayetteki …وَمِنْهُمْ مَنْ cümlesine matuftur.
Cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi olan كَذَّبُوكَ müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَذَّبُوكَ fiili istimrar manasındadır. Yani bu hüccetten sonra da hala yalanlamaya devam ederlerse, demektir. (Âşûr, Enam Suresi 147) Yani mazi fiil muzari fiil manasında kullanılmıştır. Bu durumda mecaz-ı mürsel mürekkeb vardır.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cevap cümlesinde mekulü’l-kavl, isme isnad edilmiş isim cümlesi formunda gelerek olayın vukuunun kesinliğine işaret etmiştir.
Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. ل۪ي mahzuf mukaddem habere müteallıktır. عَمَل۪ي muahhar mübtedadır.
Aynı üslupla gelen وَلَكُمْ عَمَلُكُمْۚ, makabline matuftur. Atıf sebebi tezattır.
ل۪ي عَمَل۪ي وَلَكُمْ عَمَلُكُمْ cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.
اَنْتُمْ بَر۪ٓيؤُ۫نَ مِمَّٓا اَعْمَلُ وَاَنَا۬ بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تَعْمَلُونَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, mekulü’l-kavle dahildir.
Sübut ifade eden isim cümlesinde mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَّٓا بَر۪ٓيؤُ۫نَ ’ye müteallıktır. Sılası اَعْمَلُ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupla gelen وَاَنَا۬ بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تَعْمَلُونَ, makabline matuftur. Atıf sebebi tezattır.
Hz. Peygamberin sözünde muhataplarının amellerini ifade eden fiilin muzari sıygasında gelmesi, gelecekte de yapacaklarından berî olduğunu vurgular.
اَنْتُمْ بَر۪ٓيؤُ۫نَ مِمَّٓا اَعْمَلُ cümlesiyle وَاَنَا۬ بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تَعْمَلُونَ cümlesi arasında mukabele vardır.
عَمَلُ - اَعْمَلُ - تَعْمَلُونَ ve بَر۪ٓيؤُ۫نَ - بَر۪ٓيءٌ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
عَمَلُ ve مِمَّا kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُونَ اِلَيْكَۜ اَفَاَنْتَ تُسْمِـعُ الصُّمَّ وَلَوْ كَانُوا لَا يَعْقِلُونَ
وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُونَ اِلَيْكَۜ
وَ istînâfiyyedir. مِنْهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَسْتَمِعُونَ اِلَيْكَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَسْتَمِعُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِلَيْكَ car mecruru يَسْتَمِعُونَ fiiline müteallıktır.
يَسْتَمِعُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındadır. Sülâsîsi سمع ’dır.
Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
اَفَاَنْتَ تُسْمِـعُ الصُّمَّ وَلَوْ كَانُوا لَا يَعْقِلُونَ
Hemze istifham harfi, ف istînâfiyyedir. Munfasıl zamir اَنْتَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
تُسْمِـعُ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
تُسْمِـعُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri اَنْتَ ’dir.
الصُّمَّ mef’ûlun bih olup fetha üzere mansubtur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَوْ : gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.
كَانُوا şart fiili olup damme üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.
لَا يَعْقِلُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يَعْقِلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Şartın cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. Takdiri, فأنت لا تسمع الصمّ (Sen sağırlara işittiremezsin) şeklindedir.وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُونَ اِلَيْكَۜ
Ayet önceki istînâfa atfedilmiştir. Ayetin ilk cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. مِنْهُمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
Muahhar mübteda müşterek ism-i mevsûldur. Sılası olan يَسْتَمِعُونَ اِلَيْكَ, müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
اَفَاَنْتَ تُسْمِـعُ الصُّمَّ وَلَوْ كَانُوا لَا يَعْقِلُونَ
Ayet istînâfiye olarak fasılla gelmiştir. Hemze inkârî manadadır.
Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kınama, azarlama veya taciz kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır. Çünkü ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
وَلَوْ كَانُوا لَا يَعْقِلُونَ cümlesi makabline matuftur. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.
كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi şarttır. Cevabının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri, فأنت لا تسمع الصمّ (Sen sağırlara işittiremezsin.) şeklindedir. Cevabın hazfi, öncesinin delaleti sebebiyledir.
كان ’nin haberi, menfi muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmiş ve onların akletmeme durumlarının devam edeceğine işaret etmiştir.
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 103)
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan ve âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
يَسْتَمِعُونَ - تُسْمِـعُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الصُّمَّ ve تُسْمِـعُ arasında tıbâk-ı îcab vardır.
تُسْمِـعُ الصُّمَّ ibaresindeki sağırlar, kâfirlerden mecazdır. Kâfirler hakkı görmezlikten geldikleri için Yüce Allah onları körlere ve sağırlara benzetmiştir. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)
Akletmekle işitmek arasında şiddetli bir ilişki vardır.
Burada soru cümlesiyle ve özellikle soru edatının اَنْتَ kelimesinin başına getirilmesiyle, kalp gözü ve kulağı kapalı olanlara hidayet vermenin Resulullah’ın (s.a.) elinde olmadığı beyan edilmiştir. Ayetin vurgusu böylece “Sen mi…?” yapısı üzerinde yoğunlaşır. (Zemahşerî, el-Keşşâf, II, 337, Yunus Suresi, 42-43)
الصُّمَّ temsîli istiare babındadır. Aklını kullanmayıp haktan yüz çevirenler sağıra benzetilmiştir.
Ey her şeyin yaratıcısı olan Rabbim! Beni kendi halime bırakma. Senin rehberliğin olmadan yolumu şaşırırım. Nefsimle başbaşa kalmama izin verme. Dünya heveslerinin ve hüzünlerinin arasında kaybolurum. Dostluğuna, merhametine ve yardımına muhtacım.
Ey kullarını hakka ulaştıran Rabbim! Zanna uymaktan ve uyanlara benzemekten Sana sığınırım. Beni hak ile buluştur. Halimi, yürüyüşümü yavaşlatanlardan koru. Zamanıma ve yolunda attığım adımlarıma bereket ver. Zihnimi ve kalbimi, hakikatini barındıranlarla meşgul et.
Ey her halimden haberdar olan Rabbim! Kelamına iman ettim, dünya ve ahirette dostum olsun. Meleklerine iman ettim, duaları yoldaşım olsun. Rasulune ve peygamberlerine iman ettim, cennette misafirim olsun. Namazına, orucuna ve zekatına iman ettim, kötülüklere karşı kalkanım olsun. Ey Allahım! Şüphesiz, Sen benim Rabbim’sin. Sana iman ettim. Kurtuluşumu, Senden istiyorum. Seni, Senden istiyorum.
Hak yolunda yürüyenlerden ve Hak yolunda yürüyenleri dost seçenlerden olmak duasıyla.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji