16 Aralık 2024
Yunus Sûresi 26-33 (211. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Yunus Sûresi 26. Ayet

لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا الْحُسْنٰى وَزِيَادَةٌۜ وَلَا يَرْهَقُ وُجُوهَهُمْ قَتَرٌ وَلَا ذِلَّةٌۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ  ...


Güzel iş yapanlara (karşılık olarak) daha güzeli ve bir de fazlası vardır. Onların yüzlerine ne bir kara bulaşır, ne de bir zillet. İşte onlar cennetliklerdir ve orada ebedî kalacaklardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لِلَّذِينَ kimselere vardır
2 أَحْسَنُوا iyilik eden(lere) ح س ن
3 الْحُسْنَىٰ daha iyisi ح س ن
4 وَزِيَادَةٌ ve fazlası ز ي د
5 وَلَا
6 يَرْهَقُ bürümez ر ه ق
7 وُجُوهَهُمْ onların yüzlerini و ج ه
8 قَتَرٌ karalık ق ت ر
9 وَلَا
10 ذِلَّةٌ ve aşağılık ذ ل ل
11 أُولَٰئِكَ işte bunlar
12 أَصْحَابُ ehlidirler ص ح ب
13 الْجَنَّةِ cennet ج ن ن
14 هُمْ onlar
15 فِيهَا orada
16 خَالِدُونَ sürekli kalıcıdırlar خ ل د
رهق Raheqa: رَهِقَ fiili şu mesele ya da iş onu zorla sarıp bürüdü manasına gelir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de 10 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim’de 10’dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا الْحُسْنٰى وَزِيَادَةٌۜ

 

اَلَّذِينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl,  لِ  harf-i ceriyle birlikte mahzuf mukaddem habere müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  اَحْسَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

اَحْسَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

الْحُسْنٰى  muahhar mübteda olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.  زِيَادَةٌ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  الْحُسْنٰى ’ya matuftur.

 

 وَلَا يَرْهَقُ وُجُوهَهُمْ قَتَرٌ وَلَا ذِلَّةٌۜ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَرْهَقُ   merfû muzari fiildir.

وُجُوهَهُمْ  mukaddem mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ   muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

قَتَرٌ  muahhar fail olup lafzen merfûdur.

وَ  atıf harfidir.  لَا  zaid harftir. Nefy harfinin tekrarı, olumsuzluğu tekid içindir.

ذِلَّةٌ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  قَتَرٌ ’e matuftur.

 

 اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

 

İsim cümlesidir.  اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.

اَصْحَابُ  haber olup lafzen merfûdur.  الْجَنَّةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

هُمْ فٖيهَا خَالِدُونَ  cümlesi  اَصْحَابُ ’nun hali olarak mahallen mansubdur.

İsim cümlesidir.  هُمْ  munfasıl zamiri mübteda olarak mahallen merfûdur.  فٖيهَا  car mecruru  خَالِدُونَ kelimesine müteallıktır.

خَالِدُونَ  kelimesi haber olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

خَالِدُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  خلد  fiilinin çoğul ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا الْحُسْنٰى وَزِيَادَةٌۜ وَلَا يَرْهَقُ وُجُوهَهُمْ قَتَرٌ وَلَا ذِلَّةٌۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. 

لِلَّذ۪ينَ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  الْحُسْنٰى  muahhar mübtedadır.

Mevsûlün sılası  اَحْسَنُوا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَحْسَنُوا - الْحُسْنٰى  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu  الْحُسْنٰى  kelimesi için İbnu'l-Enbarî şöyle demiştir: "El-husnâ kelimesi Arapçada, ahsen kelimesinin müennesi (dişisi)dir. Araplar, bu kelimeyi, sevilen ve arzu duyulan şeyler hakkında kullanırlar. İşte bundan dolayı bu kelime tekidlenmez ve herhangi bir şeyle de sıfatlanmaz. Keşşâf sahibi ise “Bu ifadeyle en güzel mükâfat kasdedilmiş olup bunun bir benzeri de Cenab-ı Hakk'ın, ‘iyiliğin mükâfatı iyilikten başka mıdır?’ (Rahman Suresi, 60) ayetidir.” demiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Resul-i Ekrem (s.a.), ihsanın tarifinde “İhsan, Allah'ı görür gibi ibadet etmendir, her ne kadar sen O'nu görmüyorsan da kesinkes O seni görmektedir.” buyurmuştur. (Elmalılı)

الْحُسْنٰى  kelimesi, başına harf-i tarifin gelmiş olduğu tekil bir kelimedir. Dolayısıyla, daha önce bilinen ve geçen bir şeye hamledilmesi gerekir ki bu da “Dâru's Selam - Esenlik yurdu” kelimesidir. Müslümanlar arasında bu lafızla alakalı olarak kabul edilen yerleşik olan ve müslümanlarca bilinen mana, bununla cennet ve o cennetteki faydalarla, cennetliklere gösterilecek izzet ve ikramın murad edilmesi olduğudur. Bunun böyle olduğu sabit olunca, bu ayette bahsedilen “ziyade”den maksadın, cennette meydana gelecek faydalarla onlara gösterilecek izzet ve ikramdan başka birşey olması gerekir. Aksi halde bir tekrar olmuş olur. Böylece bu, bu ziyadeden muradın, “Ruyetullah (Allah'ı görmek)” olduğunu gösterir. Allah Teâlâ, “Bazı yüzler vardır, o gün ter-u tazedir. Rablerine bakacaktır.” (Kıyame Suresi, 22-23) buyurmuştur. “Bir kötülüğün cezası, bir misliyledir.” buyruğunun maksadı, hasenat ve seyyiat (günahlar) arasındaki farka dikkat çekmektir. Zira Allah Teâlâ, iyi ameller hakkında onlarla meşgul olanlara fazlasıyla beraber mükâfat vereceğini belirtmiş, kötü ameller hususunda ise günah işleyenlere sadece günahlarının misliyle karşılık vereceğini zikretmiştir. Buradaki fark şudur: Mükâfata ilavede bulunmak, bir lütuf olur ki bu güzeldir. Ve bu, taata teşvik etmeyi de tekid etmedir. Ama kötü amellerde hak edilen miktardan fazlasını vermeye gelince bu bir zulümdür. Şayet Cenab-ı Hakk bunu yapmış olsaydı, o zaman vaat ve vaîd, terhib ve tahzir (korkutma ve sakındırma) batıl olur, boşa çıkardı. Çünkü bütün bunlara güvenmek, Cenab-ı Hakk'ın bunlardaki hikmetinin sabit olduğu zaman tahakkuk eder. Halbuki Allah zulmetmiş olsaydı, O'nun hikmeti batıl olurdu ki Allah bundan münezzehtir.

الْحُسْنٰى daki marife istiğrak içindir. (Âşûr)

Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelam olan  وَلَا يَرْهَقُ وُجُوهَهُمْ قَتَرٌ وَلَا ذِلَّةٌۜ  cümlesi istînâfa matuftur. 

قَتَرٌ  ve  ذِلَّةٌۜ  kelimelerindeki tenkir, nev ve kıllet anlamındadır. Olumsuz siyakta nekre umum ifade eder. Nefy harfinin tekrarı cümlenin olumsuzluğunu tekid etmiştir.

İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir. (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, s. 190-191)

قَتَرٌ - ذِلَّةٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

ذِلَّةٌ  kelimesinin tekrar nefyedilmesi tek başına da قَتَرٌ  ile birlikte de cennet ehlinin yüzünü kaplayamayacağını ifade eder.

لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا الْحُسْنٰى  ayet-i kerimesi, insanları güzel işler yapmaya teşvik etmek için gelmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

Allah Teâlâ, cennetlikler için sözkonusu olan mutlulukları açıklayınca bundan sonra da lütfu ile müminleri koruduğu belaları açıklayarak “Onların yüzlerine ne bir toz bulaşır ne de bir horluk kaplar.” buyurmuştur. Bu, “O yüzleri ne kater yani kendisinde siyahlık bulunan bir toz ne de -zillet- yani bir aşağılanma ve sararıp solma eseri kaplamaz.” demektir.

O halde birinci sıfat, Cenab-ı Hakk'ın “O gün bazı yüzler de vardır: Üzerlerini toz toprak (bürümüştür). Onu bir karanlık ve siyahlık kaplayacaktır.” (Abese Suresi, 40-41) ayetinde ifade edilen husustur.

İkinci sıfat, Cenab-ı Hakk'ın, “Yüzler (vardır), o gün zelil ve hakirdir. Yorucu işler yapandır.” (Ğaşiye Suresi, 2-3) ayetinde ifade edilen husustur. Bu iki sıfatın, müminlerden nefyedilmesinden maksat, Allah Teâlâ'nın bahsettiği kendilerine verilmiş olan o nimetlerin, istenmeyen şeylerle karışık olmayıp mahza nimet ve lezzet olduğunu ve meydana geldiğinde, o yüzün halini değiştirecek ve ondaki parlaklık ve sevinci giderecek şeylerin, o müminler hakkında vaki olmayacağını bildirmek için korku, hüzün ve zillete düşme sebeplerini onlardan nefyetmektir. Daha sonra da Cenab-ı Hakk, onların o cennette ebedi olarak kalacaklarını, hayatlarının sona ermesinden korkmamaları gerektiğini beyan etmiştir. (Fahreddin er-Râzî)


اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

 

Mübteda ve haberden oluşan cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, tazim ifadesinin yanında işaret edilenin önemini belirterek, cennet ehlinin derecesinin yüksekliğine işaret eder.

Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında, müsnedün ileyhe tazim ifade eder. Çünkü müsned tazim anlamındaki kelimeye muzâf olmakla müsnedün ileyhin de tazimine işaret etmiştir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ  [Cennet ashabı] ifadesinde istiare vardır. Cennette kalış arkadaşlığa benzetilmiştir. Arkadaşlar birbirinin karakterini taşır.

اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ  (Cennet ashabı) ibaresindeki  اَصْحَابُ  kelimesinin kökü  صحب dir. Sahip, yer veya zaman bakımından başkasından ayrılmayan demektir. Bu birliktelik bedenle veya destekle olabilir. Peygamberimizin sahabesi de aynı kökün türevidir. Bir şeye sahip olmak şeklinde Türkçede kullanıyoruz. Sohbet de aynı kelimeden dilimize geçmiştir.  

اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ  ifadesi bize arkadaşlarımızı iyi seçmemiz gerektiğini hatırlatır.

هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ  cümlesi,  اُو۬لٰٓئِكَ  için ikinci haberdir.

Faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur olan  ف۪يهَا  amiline takdim edilmiştir. Bu takdim tahsis ifade eder. Onların sonsuza kadar kalışları oraya, cennete has kılınmıştır. 

خَالِدُونَ  lafzı, ism-i fail olarak gelmiştir. İsm-i fail, ism-i mef’ûl ve masdar kelimeleri zamandan bağımsızdır.  خلد  aslında uzun bir zaman dilimi demektir, ama daha çok çokluktan kinaye olarak “kalıcı” anlamında kullanılır. Üstelik bu kalıp da onun bu anlamını pekiştirmektedir. 

Onların cennet halkı ve ebedi kalıcı olma özelliklerinin belirtilmesi taksim sanatıdır.

Bu ayet-i kerime, insanları güzel işler yapmaya teşvik etmek için gelmiştir.  (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Haberî isnad formunda gelen ayet, tenşîd (harekete geçirme) kastı taşıdığı için muktezâ-i zâhirin hilafına durum arz etmiştir. Dolayısıyla mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

 
Yunus Sûresi 27. Ayet

وَالَّذ۪ينَ كَسَبُوا السَّيِّـَٔاتِ جَزَٓاءُ سَيِّئَةٍ بِمِثْلِهَاۙ وَتَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌۜ مَا لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ عَاصِمٍۚ كَاَنَّـمَٓا اُغْشِيَتْ وُجُوهُهُمْ قِطَعاً مِنَ الَّيْلِ مُظْلِماًۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ  ...


Kötü işler yapmış olanlara gelince, bir kötülüğün cezası misliyledir ve onları bir zillet kaplayacaktır. Onları Allah’(ın azabın)dan koruyacak hiçbir kimse de yoktur. Sanki yüzleri, karanlık geceden parçalarla örtülmüştür. İşte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ kimselere gelince
2 كَسَبُوا kazanan(lara) ك س ب
3 السَّيِّئَاتِ kötülükler س و ا
4 جَزَاءُ ceza verilir ج ز ي
5 سَيِّئَةٍ bir kötülüğe س و ا
6 بِمِثْلِهَا aynıyla م ث ل
7 وَتَرْهَقُهُمْ ve bürür ر ه ق
8 ذِلَّةٌ bir aşağılık ذ ل ل
9 مَا yoktur
10 لَهُمْ onlar için
11 مِنَ -tan
12 اللَّهِ Allah-
13 مِنْ
14 عَاصِمٍ kurtaracak ع ص م
15 كَأَنَّمَا gibidir
16 أُغْشِيَتْ kaplanmış غ ش و
17 وُجُوهُهُمْ yüzleri و ج ه
18 قِطَعًا parçalarıyla ق ط ع
19 مِنَ
20 اللَّيْلِ bir gecenin ل ي ل
21 مُظْلِمًا kapkaranlık ظ ل م
22 أُولَٰئِكَ bunlar
23 أَصْحَابُ ehlidirler ص ح ب
24 النَّارِ cehennem ن و ر
25 هُمْ onlar
26 فِيهَا orada
27 خَالِدُونَ sürekli kalıcıdırlar خ ل د

وَالَّذ۪ينَ كَسَبُوا السَّيِّـَٔاتِ جَزَٓاءُ سَيِّئَةٍ بِمِثْلِهَاۙ 

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  الَّذٖينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَسَبُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَسَبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  السَّيِّـَٔاتِ  mef’ûlun bih olup cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.

جَزَٓاءُ سَيِّئَةٍ بِمِثْلِهَا  cümlesi  الَّذٖينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

جَزَٓاءُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  سَيِّئَةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

بِمِثْلِهَا  car mecruru mübtedanın mahzuf habere müteallıktır.  Takdiri,  مستقرّ،  أو مقدّر şeklindedir.

Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


 وَتَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌۜ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  تَرْهَقُ  merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

ذِلَّةٌ  fail olup lafzen merfûdur.

 

مَا لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ عَاصِمٍۚ 

 

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  مِنَ اللّٰهِ  car mecruru  عَاصِمٍ e müteallıktır.

عَاصِمٍ  kelimesi sülâsî mücerred olan  عصم  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْ  zaid harftir.  عَاصِمٍ  lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.


كَاَنَّـمَٓا اُغْشِيَتْ وُجُوهُهُمْ قِطَعاً مِنَ الَّيْلِ مُظْلِماًۜ 

 

كَاَنَّـمَٓا, kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki  مَا  harfidir.  اِنَّ  harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur.  اِنَّ ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir. 

اُغْشِيَتْ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. 

وُجُوهُهُمْ  naib-i fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

قِطَعاً  kelimesi mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.

مِنَ الَّيْلِ  car mecruru  قِطَعاً ’in  sıfatına müteallıktır.

مُظْلِماً  kelimesi  مِنَ الَّيْلِ ’nin mahzuf haline müteallıktır.

مُظْلِماً  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

 

İsim cümlesidir.  اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.

اَصْحَابُ  haber olup lafzen merfûdur.  النَّارِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

هُمْ فٖيهَا خَالِدُونَ  cümlesi mübtedanın ikinci haberi olarak mahallen merfûdur.  

İsim cümlesidir. Munfasıl zamiri  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  فٖيهَا  car mecruru  خَالِدُونَ  kelimesine müteallıktır.

خَالِدُونَ  kelimesi haber olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

خَالِدُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  خلد  fiilinin çoğul ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَالَّذ۪ينَ كَسَبُوا السَّيِّـَٔاتِ جَزَٓاءُ سَيِّئَةٍ بِمِثْلِهَاۙ 

 

Ayetin ilk cümlesi 26. ayetteki  لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا الْحُسْنٰى  cümlesine  وَ ’la atfedilmiştir veya  وَ  istinafiyedir. Has ism-i mevsulun sılası olan  كَسَبُوا السَّيِّـَٔاتِ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olduğunu belirtmek yanında onlar için tahkir ifade eder.

جَزَٓاءُ سَيِّئَةٍ, mübteda için haberdir.

السَّيِّـَٔاتِ - سَيِّئَةٍ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

“Bir kötülüğün cezası, bir misliyledir.” buyruğunun maksadı, hasenat ve seyyiat (günahlar) arasındaki farka dikkat çekmektir. Zira Allah Teâlâ iyi ameller hakkında onlarla meşgul olanlara fazlasıyla beraber mükafat vereceğini belirtmiş, kötü ameller hususunda ise günah işleyenlere sadece günahlarının misliyle karşılık vereceğini zikretmiştir. Buradaki fark şudur: Mükâfata ilavede bulunmak, bir lütuf olur ki bu güzeldir. Ve bu, taata teşvik etmeyi de tekid etmedir. Ama kötü amellerde hak edilen miktardan fazlasını vermeye gelince bu bir zulümdür. Şayet Cenab-ı Hakk bunu yapmış olsaydı, o zaman vaat ve vaîd, terhib ve tahzir (korkutma ve sakındırma) batıl olur, boşa çıkardı. Çünkü bütün bunlara güvenmek, Cenab-ı Hakk'ın bunlardaki hikmetinin sabit olduğu zaman tahakkuk eder. Halbuki Allah zulmetmiş olsaydı, O'nun hikmeti batıl olurdu ki Allah bundan münezzehtir. (Fahreddin er-Râzî) 


  وَتَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌۜ

 

وَ  istînâfiyye veya haliyyedir.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

ذِلَّةٌ ’daki tenvin kesret ve tahkir ifade eder.

Burada zilletin onların yüzlerini kaplayacağı zikredilmemiştir. Çünkü zillet bütün vücutlarını kaplayacaktır. 

“Kendilerini bir horluktur kaplayacak” vasfı, aşağılanmaktan ve hakarete uğramaktan bir kinayedir. Bil ki kemâl zatı gereği sevilir; noksanlık da yine zatı gereği yadırganır. Binaenaleyh nakıs, kemâle ermemiş insan öldüğü zaman mükemmelliklerden hâlî ve uzak kalmış olur. O zaman onun, kendisinin noksanlığını hissetmesi de zillet, horluk, hakirlik ve cezanın meydana gelmesine bir sebep olur. (Fahreddin er-Râzî)


 مَا لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ عَاصِمٍۚ 

 

Fasılla gelen cümlede  مَا  nafiyedir. Sübut ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkâri kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُمْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

Zaid  مِنْ  harfinin dahil olduğu  مِنْ عَاصِمٍۚ  muahhar mübtedadır. Car-mecrur  مِنَ اللّٰهِ  ism-i fail olan  عَاصِمٍۚ ’e müteallıktır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

“Onları Allah'tan (yakalamasından koruyacak) hiçbir kurtarıcı da yoktur.” tavsifinin ifade ettiği husus şudur: Bil ki ne dünyada ne de ahirette kişileri Allah'ın azabından koruyacak hiç kimse yoktur. Zira Allah'ın hükmü, kazası bütün kâinatı kuşatmış olup kaderi de bütün varlıklarda geçerlidir. Ancak ne var ki asi karakterlerde baskın olan vasıf, onların bu dünyada kendi amel ve muratlarıyla meşgul olmalarıdır. Ama öldükten sonra herkes kendisine Allah'tan gelecek şeylere karşı bir koruyucu olmadığını kabul ve ikrar eder.(Fahreddin er-Râzî)


 كَاَنَّـمَٓا اُغْشِيَتْ وُجُوهُهُمْ قِطَعاً مِنَ الَّيْلِ مُظْلِماًۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قِطَعاً ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder.

الَّيْلِ  ,مُظْلِماً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

كَاَنَّـمَٓا اُغْشِيَتْ وُجُوهُهُمْ  cümlesinde mürsel ve mücmel teşbih vardır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)

قِطَعاً مِنَ الَّيْلِ مُظْلِماً  ibaresindeki  قِطَعاً  kelimesindeki  طَ  harfini, hareketli (fetha) okuyanların kıraatine göre bu da istiaredir. Çünkü gerçekte gece, ayrı ayrı parçaları ve bölünmüş cüzleri bulunmakla nitelenemez. Allahu a’lem, bununla “Şayet gece, parçalara bölünen, bölüklere ayrılan türden bir şey olsaydı, onların yüzlerinin siyahlığı gece bölüklerine ve gece parçalarına benzerdi.” şeklinde bir anlam kastedilmiştir. Burada Yüce Allah, (gece anlamındaki)  الَّيْلِ ’den hal olmak üzere, karanlık anlamındaki  مُظْلِماًۜ  kelimesini mansub kılmıştır. Bunda da ziyade mana vardır. Çünkü mehtaplı da olsa geceye gece adı verilir. Yüce Allah  مُظْلِماًۜ  [karanlık haldeki gece] demekle örtüsü alabildiğince kara, giysileri olabildiğince siyah olan geceye benzetme yapmış oluyor. (Şerîf er-Radî)

اُغْشِيَتْ - تَرْهَقُهُمْ  ve الَّيْلِ - مُظْلِماًۜ  ve  سَيِّئَةٍ - ذِلَّةٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

“Sanki yüzleri, karanlık geceden bir parçaya bürünmüştür onların…” buyruğunun maksadı, Cenab-ı Hakk'ın, saîd (mutlu) kimselerden nefyettiği şeyi, bu kimseler için ispat etmektir. Çünkü O, müminler hakkında, “Onların yüzlerine ne bir toz bulaşır, ne de bir horluk kaplar.” buyurmuştur.

İlmin karakteri, nurun tabiatı; cehlin karakteri de zulmetin, karanlığın tabiatıdır. O halde Cenab-ı Hakk'ın, “O gün bazı yüzler vardır parıl parıl parlayacak, gülecek, sevinecektir.” (Abese Suresi, 38-39) ayetinden murad edilen, ilmin nuru, onun rahatlığı, onun beşareti ve temin ettiği güleçlik ve parlaklıktır. Cenab-ı Hakk'ın, “O gün bazı yüzler de vardır, üzerlerini toz toprak (bürümüştür). Onu bir karanlık ve siyahlık kaplayacaktır.” (Abese Suresi, 40-41) tavsifinden murad ise cehaletin zulmeti ile dalaletin bulanıklığıdır. (Fahreddin er-Râzî)

 

 اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

 

Mübteda ve haberden oluşan cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması tahkir ve kınama ifadesinin yanında işaret edilenin önemini belirtmiştir.

Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında müsnedün ileyhe tahkir ifade eder. Çünkü müsned tahkir anlamındaki kelimeye muzâf olmakla müsnedün ileyhin de tahkirine işaret etmiştir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَصْحَابُ النَّارِۚ [Ateş ashabı] ifadesinde istiare vardır. Cehennemde kalış arkadaşlığa benzetilmiştir. Arkadaşlar birbirinin karakterini taşır.

اَاَصْحَابُ النَّارِۚ (Ateş ashabı) ibaresindeki  اَصْحَابُ  kelimesinin kökü  صحب ’dir. Sahip, yer veya zaman bakımından başkasından ayrılmayan demektir. Bu birliktelik bedenle veya destekle olabilir. Peygamberimizin sahabesi de aynı kökün türevidir. Bir şeye sahip olmayı da Türkçede kullanıyoruz. Sohbet de aynı kelimeden dilimize geçmiştir.  اصحاب النار (cehennem ashabı) derken işte bu ayrılmama, bu kimselerin adeta ateşle hemhal oluşu vurgulanmaktadır.

هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ  cümlesi,  اُو۬لٰٓئِكَ  için ikinci haberdir.

Faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur olan  ف۪يهَا  amiline takdim edilmiştir. Bu takdim tahsis ifade eder. Onların sonsuza kadar kalışları oraya, cehenneme has kılınmıştır. 

خَالِدُونَ  lafzı, ism-i fail olarak gelmiştir. İsm-i fail, ism-i mef’ûl ve masdar kelimeleri zamandan bağımsızdır.  خلد  aslında uzun bir zaman dilimi demektir, ama daha çok çokluktan kinaye olarak “kalıcı” anlamında kullanılır. Üstelik bu kalıp da onun bu anlamını pekiştirmektedir. 

Onların ateş halkı ve orada ebedi kalıcı olma özelliklerinin belirtilmesi taksim sanatıdır.

Nâr ashabı olmalarının isim cümlesi şeklinde ifadesi sübut ve devam ifade eder. Yani ebedi kalacaklarını üslup açısından ifade eder. Ayrıca bu manayı tekid için arkadan ikinci haber olarak  هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ  cümlesi gelmiştir.

Bu cümle, öncesine fasılla bağlanmıştır. Sebebi, kemâl-i ittisâldir. Sanki ikinci cümle, birinci cümleyi açıklayan bir konuma konulmuştur. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru 501)

أُولَئِكَ أصْحابُ النّارِ  ifadesindeki kasr üslubu dolayısıyla onların nâr içinde devamlı kalacakları ifade edilmiştir. Çünkü  أصْحابُ  kelimesi mülâzeme (yakınlık, yapışma, ayrılmama) manalarını ifade eder.  هم فيها خالدون  ifadesinin isim cümlesi olması da devamlılık ve sübuta delalet eder. (Âşûr, A’raf/36)

Bu ayetin son cümlesiyle, bir önceki ayetin son cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.


Yunus Sûresi 28. Ayet

وَيَوْمَ نَحْشُرُهُمْ جَم۪يعاً ثُمَّ نَقُولُ لِلَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا مَكَانَكُمْ اَنْتُمْ وَشُرَكَٓاؤُ۬كُمْۚ فَزَيَّلْنَا بَيْنَهُمْ وَقَالَ شُرَكَٓاؤُ۬هُمْ مَا كُنْتُمْ اِيَّانَا تَعْبُدُونَ  ...


Onların hepsini bir araya toplayacağımız, sonra da Allah’a ortak koşanlara, “Siz de, ortaklarınız da yerinizde bekleyin” diyeceğimiz günü düşün. Artık onların (ortak koştuklarıyla) aralarını tamamen ayırırız ve ortak koştukları derler ki: “Siz bize ibadet etmiyordunuz.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَوْمَ ve o gün ي و م
2 نَحْشُرُهُمْ onları biraraya toplarız ح ش ر
3 جَمِيعًا tümünü ج م ع
4 ثُمَّ sonra
5 نَقُولُ deriz ق و ل
6 لِلَّذِينَ kimselere
7 أَشْرَكُوا ortak koşan(lara) ش ر ك
8 مَكَانَكُمْ (haydi) yerlerinize! ك و ن
9 أَنْتُمْ siz
10 وَشُرَكَاؤُكُمْ ve ortak koştuklarınız ش ر ك
11 فَزَيَّلْنَا böylece ayırırız ز ي ل
12 بَيْنَهُمْ onları birbirlerinden ب ي ن
13 وَقَالَ ve (şöyle) derler ق و ل
14 شُرَكَاؤُهُمْ koştukları ortaklar ش ر ك
15 مَا
16 كُنْتُمْ siz değildiniz ك و ن
17 إِيَّانَا bize
18 تَعْبُدُونَ ibadet ediyor ع ب د

وَيَوْمَ نَحْشُرُهُمْ جَم۪يعاً ثُمَّ نَقُولُ لِلَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا مَكَانَكُمْ اَنْتُمْ وَشُرَكَٓاؤُ۬كُمْۚ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Zaman zarfı  يَوْمَ  mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri, اذكر ( zikret) şeklindedir.

نَحْشُرُهُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  نَحْشُرُهُمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  جَمٖيعاً  kelimesi  نَحْشُرُهُمْ’deki mef’ûlun hali olup fetha ile mansubdur.

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.

ثُمَّ : Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نَقُولُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

الَّذٖينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  نَقُولُ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  اَشْرَكُٓوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اَشْرَكُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  مَكَانَكُمْ اَنْتُمْ وَشُرَكَٓاؤُ۬كُمْ ’dur.  نَقُولُ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

مَكَانَكُمْ  emir için kullanılan isim fiillerden olup  اثبتوا  (bekle, yerinde kal) manasındadır.  Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  isim fiildeki faili tekid etmek için mahallen merfûdur.  شُرَكَٓاؤُ۬كُمْ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la gizli zamire matuf olup lafzen merfûdur.

Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَشْرَكُٓوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  شرك ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin ( imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder. 


فَزَيَّلْنَا بَيْنَهُمْ وَقَالَ شُرَكَٓاؤُ۬هُمْ مَا كُنْتُمْ اِيَّانَا تَعْبُدُونَ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  istînâfiyyedir.  زَيَّلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَٓا  fail olarak mahallen merfûdur.

بَيْنَهُمْ  mekân zarfı,  زَيَّلْنَا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  شُرَكَٓاؤُ۬هُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Mekulü’l-kavli  مَا كُنْتُمْ اِيَّانَا تَعْبُدُونَ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  كُنْتُمْ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

تُمْ  muttasıl zamiri  كَانَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. Munfasıl zamir  اِيَّانَا  mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

تَعْبُدُونَ  fiili  كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.

تَعْبُدُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

زَيَّلْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  زيل ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

وَيَوْمَ نَحْشُرُهُمْ جَم۪يعاً ثُمَّ نَقُولُ لِلَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا مَكَانَكُمْ اَنْتُمْ وَشُرَكَٓاؤُ۬كُمْۚ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Zaman zarfı  يَوْمَ, takdiri  اذكر  olan mahzuf fiile müteallıktır. Mahzufla birlikte cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan  نَحْشُرُهُمْ جَم۪يعاً  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

جَم۪يعاً  kelimesi  هُمْ  zamirinden haldir. Hal, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Aynı  üsluptaki … نَقُولُ لِلَّذ۪ينَ  cümlesi,  ثُمَّ  ile muzâfun ileyhe atfedilmiştir. Bunun sebebi bu konuşmanın haşrdan çok sonra olduğunu ifade etme kastıdır ki bu üslup mücrimlerin başlarına gelecekleri beklemelerini daha şiddetli olarak ifade eder. Ayrıca bu esnada ihmal edildiklerini ifade eder ki bu da onları tahkir içindir. Bu harf rütbe olarak da terahi ifade eder. (Âşûr, Enam Suresi, 22)

شُرَكَٓاؤُ۬كُمْۚ ’daki muhatap zamire izafet tehekküm içindir. (Âşûr)

Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl  لِلَّذ۪ينَ ’nin sılası  اَشْرَكُٓوا, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

نَقُولُ  fiilinin mekulü’l-kavli  مَكَانَكُمْ اَنْتُمْ وَشُرَكَٓاؤُ۬كُمْۚ  cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  مَكَانَكُمْ  ,اَنْتُمْ ’daki faili tekid etmiştir.

مَكَانَكُمْ  ibaresi, müşriklere ve taptıklarına yönelik bir hitaptır ve azarlayarak, kızarak, kınayarak; durun yerinizde, olduğunuz yerden ayrılmayın gibi anlamlara gelmektedir.

Bil ki ayetteki  مَكَانَكُمْ (Yerinizi alın!) ifadesi, tehdit ve vaîd için kullanılan bir kelimedir ve bundan maksat, Allah Teâlâ'nın hem tapılanlara hem de tapanlara hitaben, “Hesabınız görülünceye kadar, yerinizde durun!” demesidir. Bunun bir benzeri de “O zulmedenleri, onlara eş olanları ve onların Allah'ı bırakıp tapmakta ısrar ettikleri şeyleri toplayın, cehennem yoluna götürün. Onları hapsedin. Çünkü onlar sorguya çekilecekler.” (Saffat Suresi, 22-24) ayetleridir. (Fahreddin er-Râzî)

نَحْشُرُهُمْ - جَم۪يعاً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

25. ayetteki  اللّٰهِ  lafzından sonra bu ayette azamet zamirine iltifat yapılmıştır.


فَزَيَّلْنَا بَيْنَهُمْ وَقَالَ شُرَكَٓاؤُ۬هُمْ مَا كُنْتُمْ اِيَّانَا تَعْبُدُونَ

 

فَ  istînâfiyyedir. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Yani “Onların dünyada putlarıyla aralarında bulunan bağları da keseceğiz.”

Ancak bu, her iki taraftan değil fakat yalnız onlara tapanlar tarafından bir ayırma ve ilgi kesmedir. Böylece müşriklerin, koştukları ortaklardan bütün ümidi kesilecek ve tam bir ümitsizlik içine düşeceklerdir. Bu durum azaba uğramalarından ve ölmelerinden itibaren kendilerine malûm olmuştur. Fakat yakîn (kesinlik) mertebesi, ancak bizzat müşahede ve yaşamakla hasıl olmuştur.

Diğer bir görüşe göre ise onların putlarıyla aralarını ayırmaktan murad, hissî ayırmadır. Yani “Biz, onları mahşerde bir araya topladıktan sonra hissi olarak birbirlerinden ayırırız; artık müşrikler, ortaklarından ve onlara ettikleri ibadetlerden beri olurlar.” (Ebüssuûd)

Makabline matuf …وَقَالَ شُرَكَٓاؤُ۬هُمْ مَا  cümlesi aynı üsluptadır.  قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  مَا كُنْتُمْ اِيَّانَا تَعْبُدُونَ  cümlesi, كَانَ ’nin dahil olduğu menfi isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Car-mecrur  اِيَّانَا, amili olan  تَعْبُدُونَ ’ye önemine binaen takdim edilmiştir.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Bir görüşe göre onların ortaklarından murad melekler, Üzeyr (a.s.),

İsa Mesih ve onların ruhbanlarından birileridir. Ortakların bu sözleri, ortak koşanların hakikatte ancak kendi heva ve heveslerine, kendi şeytanlarına taptıklarının ifadesidir.

Çünkü onlara Allah'a ortak koşmalarını emreden melekler, Üzeyr ve İsa Mesih (a.s.) değil fakat kendilerini iğva eden (ayartan) şeytanlarıdır. (Ebüssuûd)

اَشْرَكُٓوا - شُرَكَٓاؤُ۬كُ  ve  قَالَ - نَقُولُ  kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

“Ortakları: Siz bize ibadet etmiyordunuz, dediler.” cümlesi, ibadet ettikleri şeylerin onların ibadetini kabul etmemelerinden mecazdır. (Beyzâvî)

Bir görüşe göre her varlığı konuşturma kudretine sahip olan Allah, onların taptıkları putları konuşturacak ve putları, onların, bekledikleri şefaat yerine bu sözleri söyleyeceklerdir. (Ebüssuûd)

 
Yunus Sûresi 29. Ayet

فَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يداً بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ اِنْ كُنَّا عَنْ عِبَادَتِكُمْ لَغَافِل۪ينَ  ...


“Şimdi ise sizin bize tapınmanızdan habersiz olduğumuza dair sizinle bizim aramızda şâhit olarak Allah yeter.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَكَفَىٰ şimdi yeter ك ف ي
2 بِاللَّهِ Allah
3 شَهِيدًا şahit olarak ش ه د
4 بَيْنَنَا aramızda ب ي ن
5 وَبَيْنَكُمْ ve sizin aranızda ب ي ن
6 إِنْ şüphesiz
7 كُنَّا biz idik ك و ن
8 عَنْ -dan
9 عِبَادَتِكُمْ sizin tapınmanız- ع ب د
10 لَغَافِلِينَ habersiz غ ف ل

فَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يداً بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ اِنْ كُنَّا عَنْ عِبَادَتِكُمْ لَغَافِل۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir.  كَفٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

بِ  zaiddir.  للّٰهِ  lafza-i celâli lafzen mecrur,  كَفٰى  fiilinin faili olarak mahallen merfûdur. 

شَهٖيداً  temyiz olup lafzen mansubdur. 

Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır: 

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

Melhûz Mümeyyez: Burada temyiz cümledeki kapalılığı giderir. Manası kapalı olup da temyiz sayesinde açıklığa, netliğe kavuşan bu tür cümlelere melhûz mümeyyez denir. Melhûz mümeyyez daha çok şu cümlelerde olur: a) İsm-i tafdil kalıbının kullanıldığı bazı cümleler b) Anlatılmak istenen anlamı ifadede tek başına yetersiz kalan “artmak-eksilmek, çoğalmak-azalmak, yükselmek-alçalmak güzel ve çirkin olmak, büyük veya küçük olmak” gibi fiillerin kullanıldığı cümleler c) İçinde “ كَفَى بِ ” terkibi bulunan cümleler d) Kem-i istifhamiyye (soru için olan  كَمْ  ) ve kem-i haberiyye (çokluk bildiren  كَمْ ) ile kurulan cümleler.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بَيْنَنَا  mekân zarfı,  شَهٖيداً  kelimesine müteallıktır.  بَيْنَكُمْ  kelimesi atıf harfi و la makabline (kendinden öncesine) atfedilmiştir. 

اِنْ  tekid ifade eden muhaffefe  اِنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri,  إنّنا şeklindedir. 

كُنَّا  nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  نا  muttasıl zamir  كان nin ismi olarak mahallen merfûdur.

عَنْ عِبَادَتِكُمْ  car mecruru  غَافِلٖينَ  kelimesine müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mecrurdur. 

لَ  harfi,  اِنْ ’in muhaffefe  اِنَّ  olduğuna delalet eden lam-ı farikadır.

غَافِلٖينَ  kelimesi  كُنَّا ’nın haberi olup nasb alameti  ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

غَافِلٖينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  غفل  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يداً بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ 

 

Önceki ayetteki  مَا كُنْتُمْ اِيَّانَا تَعْبُدُونَ  cümlesine  فَ  ile atfedilen ayetin ilk cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Mekulü’l-kavle dahildir. Tekid ifade eden zaid  بِ  harfi nedeniyle mecrur olan lafza-i celâl, fiilin faili olarak merfû mahaldedir. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla  اللّٰهِ  isminde tecrîd sanatı vardır.

شَه۪يدًا  temyizdir. Temyiz, anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır. Kelimenin nekreliği tazim ifade eder.

َشَه۪يد  kelimesi  شَاهِدُ ’nun mübalağasıdır.  شَاهِدُ, bir hadise vukua gelirken orada olup hadisenin vukuunu gözüyle görendir. Hadise yerine uzak olanlar gözleriyle göremeyeceklerinden, başka vasıta ile olayı öğrenseler bile onlara şahit denmez. Şehit, insanların hazır bulunmadıkça bilemedikleri şeyleri bilen, gören ve haberi olandır.

بَيْنَ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Allah’ın şahit olarak kâfi olduğu sözünde tağlîb vardır. Allah sadece şahit olarak değil, basîr, semî, hafîz vs. olarak da yeter. 


 اِنْ كُنَّا عَنْ عِبَادَتِكُمْ لَغَافِل۪ينَ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede  اِنَّ  ,اِن ’den hafifletilmiş tekid harfidir. Takdiri  إننا  olan isminin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile sübut ifade ettiğinden, ilaveten  اِنَّ  ile tekid edilmesi cümlenin anlamını iki kat kuvvetlendirmiştir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Haberi  كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Car mecrur, amili olan haber  كَان ’ye, konudaki önemine binaen takdim edilmiştir. Lam-ı farikanın dahil olduğu  كان لَغَافِل۪ينَۙ’nin haberidir.  اِنَّ ’nin haberi olan  كُنَّا عَنْ عِبَادَتِكُمْ لَغَافِل۪ينَ  cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

كَان ’nin  haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)

Burada  اِنْ  harfi hafifletilmiş tekid manasındadır. Bu harfin iki manası daha vardır, biri eğer manasında, diğeri ise olumsuzluk edatı olmasıdır.  ليس ’ye benzeyen الاّ اِنْ’dan önce gelir, nadiren yalnız geldiği de olur. 

Bu habersizlik, ortak koştuklarının buna razı olmadıklarının ifadesidir. Yoksa onların ortak koştukları meleklerin, onların bu ibadetlerinden habersiz olup olmadıkları açıkça bilinmiyor.

Bu izah, ortaklardan, şeytanların kastedilmesi ihtimalini ortadan kaldırır. Çünkü şeytanlar, onları tapmaya icbar edemiyorlarsa da ortak koşmalarına razı olduklarında hiç şüphe yoktur. (Ebüssuûd)


Yunus Sûresi 30. Ayet

هُنَالِكَ تَبْلُوا كُلُّ نَفْسٍ مَٓا اَسْلَفَتْ وَرُدُّٓوا اِلَى اللّٰهِ مَوْلٰيهُمُ الْحَقِّ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟  ...


Orada herkes daha önce yaptığı şeyleri yoklayacak (ve kendi akıbetini öğrenecek), hepsi de gerçek sahipleri olan Allah’a döndürülecekler ve (ilâh diye) uydurdukları şeyler (onları yüzüstü bırakıp) kendilerinden kaybolup gidecektir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 هُنَالِكَ işte orada
2 تَبْلُو hesabını verir ب ل و
3 كُلُّ her ك ل ل
4 نَفْسٍ can ن ف س
5 مَا
6 أَسْلَفَتْ önceden işlemiş olduğunun س ل ف
7 وَرُدُّوا ve döndürülmüşlerdir ر د د
8 إِلَى
9 اللَّهِ Allah’a
10 مَوْلَاهُمُ mevlaları olan و ل ي
11 الْحَقِّ gerçek ح ق ق
12 وَضَلَّ ve kaybolmuştur ض ل ل
13 عَنْهُمْ kendilerinden
14 مَا şeyler ise
15 كَانُوا oldukları ك و ن
16 يَفْتَرُونَ uyduruyor(lar) ف ر ي
سلف Selefe : سَلَفٌ mütekaddim yani önce ya da önde olan veya gelen anlamındadır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 8 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri selef ve selefîdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

هُنَالِكَ تَبْلُوا كُلُّ نَفْسٍ مَٓا اَسْلَفَتْ وَرُدُّٓوا اِلَى اللّٰهِ مَوْلٰيهُمُ الْحَقِّ

 

هُنَالِكَ  işaret ismi, zarf-ı mekân olarak  تَبْلُوا  fiiline müteallıktır.  ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir. 

تَبْلُوا  fiili,  وَ  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  كُلُّ  fail olup lafzen merfûdur.  نَفْسٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَٓا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَسْلَفَتْ ’tir. Îrabdan mahalli yoktur.

اَسْلَفَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.

وَ  atıf harfidir.

رُدُّٓوا  damme üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

اِلَى اللّٰهِ  car mecruru  رُدُّٓوا  fiiline  müteallıktır.

مَوْلٰيهُمُ  lafza-i celâlden bedel olup mukadder kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هُمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الْحَقِّ  kelimesi  مَوْلٰي ’nın  sıfatı olup lafzen mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

Hakiki Sıfat:

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred Olan Sıfatlar:

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:

Not: Gayr-ı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle Olan Sıfatlar:

Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar.

Burada  الْحَقِّ  kelimesi hakiki ve müfred sıfat olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  ضَلَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  عَنْهُمْ  car mecruru  ضَلَّ  fiiline müteallıktır.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası,  كَانُوا ’un dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur.

كَانُوا; isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir.

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamiridir, mahallen merfûdur.

يَفْتَرُونَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur. 

يَفْتَرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يَفْتَرُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındandır. Sülâsîsi  فري ’dir.

İftial babı fiille mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.

هُنَالِكَ تَبْلُوا كُلُّ نَفْسٍ مَٓا اَسْلَفَتْ

 

Ayet istînâfiyyedir. Fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede mekân zarfı amili olan  تَبْلُوا  fiiline takdim edilmiştir. 

نَفْسٍ ’deki tenvin nev ifade eder.

Bil ki bu ayet, daha önceki ayetlerin adeta bir tamamlayıcısı gibidir. Ayetin başındaki, “هُنَالِكَ/Orada” kelimesi, “O yerde, o durakta, o (kıyamet) vakfesinde” demektir. Yahut da yer isminin, zaman için kullanılması manasında, “o vakitte” demektir. (Fahreddin er-Râzî)

تَبْلُوا  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası  اَسْلَفَتْ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

هُنَالِكَ تَبْلُوا كُلُّ نَفْسٍ مَٓا اَسْلَفَتْ [Orada her nefis önceden yaptığı şeyin imtihanını verir.] cümlesi burada; faydasını ve zararını görür demektir.

İbtila: denemek, imtihan etmek demektir. Nitekim Cenab-ı Hakk, “Onları, iyiliklerle ve kötülüklerle ibtila ettik.” (Araf Suresi, 168) buyurmuştur. Arapçada “bela, sonra ibtila” denir. “Denemenin, ibtiladan önce olması gerekir.” demektir.

Birisi şöyle diyebilir: “O vakitte amellerin neticeleri ve fiillerin eserleri ortaya çıkar. O halde bu yeni bilgiyi “ibtila (imtihan)” diye ifade etmek nasıl caiz olur?”

Cevap: İbtila, yeni bilgiyi elde etmenin sebebidir. Sebebin isminin, müsebbebe (neticeye) verilmesi ise meşhur bir mecazdır.(Fahreddin er-Râzî)

O dehşetli makamda veya zamanda kâfir veya mümin, saîd veya şakî herkes, geçmişte yaptıklarının imtihanını verecek; sonuçlarını karşısında bulacak; yaptıklarını gerçek yüzleriyle fayda veya zararları, hayır veya şerleri ile bizzat görecek; zevk veya ve acısını tadacaktır.

Ölümden itibaren bilinen haller ve berzah âleminde (ölümle kıyamet arasında) düçar olacakları azap ise mücmel olup bu netlikte değildir. (Ebüssuûd)


  وَرُدُّٓوا اِلَى اللّٰهِ مَوْلٰيهُمُ الْحَقِّ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟

 

İstînâfiyeye matuf cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil, mef’ûlün önemini vurgulamak için meçhul bina edilmiştir. 

رُدُّٓوا  redd, kelimesi, bir şeyin daha önce gelmiş olduğu yere geri çevrilip gönderilmesi manasınadır. (Fahreddin er-Râzî)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

مَوْلٰيهُمُ  kelimesi, lafz-ı celalden bedeldir.  الْحَقِّ  ise mevlanın sıfatıdır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Yine istînâfiyyeye matuf olan aynı üsluptaki   وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟  cümlesindeki müşterek ism-i mevsûl  ضَلَّ  ,مَٓا  fiilinin faili konumundadır. Sılası  كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

كَان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 103)

وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟ [Uydurdukları şeyler onlardan saptı]  zayi oldu cümlesi; ilâhlarının yahut ilâh dedikleri şeylerin kendilerine şefaat edeceği beklentisi yok oldu manasındadır. (Beyzâvî)

Ayetteki, “Uydurmakta oldukları şeyler de onlardan ayrılıp kaybolmuşlardır.” ifadesi, “Onlar, ibadet ettikleri putların kendilerine (Allah yanında) şefaatçi olduklarını ve o putlara ibadet etmenin, kendilerini Allah'a yaklaştırdığını iddia ederlerdi. Bundan dolayı Allah Teâlâ, bunun ahirette zail olacağına dikkat çekmiştir. Onlar da bunun bir yanlış, bir uydurma olduğunu anlayacaklardır.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)


Yunus Sûresi 31. Ayet

قُلْ مَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ اَمَّنْ يَمْلِكُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَمَنْ يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ وَمَنْ يُدَبِّرُ الْاَمْرَۜ فَسَيَقُولُونَ اللّٰهُۚ فَقُلْ اَفَلَا تَتَّقُونَ  ...


De ki: “Sizi gökten ve yerden kim rızıklandırıyor? Ya da işitme ve görme yetisi üzerinde kim mutlak hâkimdir? Ölüden diriyi, diriden ölüyü kim çıkarıyor? İşleri kim yürütüyor?” “Allah” diyecekler. De ki: “O hâlde, Allah’a karşı gelmekten sakınmayacak mısınız?”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 مَنْ kimdir?
3 يَرْزُقُكُمْ sizi rızıklandıran ر ز ق
4 مِنَ
5 السَّمَاءِ gökten س م و
6 وَالْأَرْضِ ve yerden ا ر ض
7 أَمَّنْ yahut kimdir?
8 يَمْلِكُ sahip olan م ل ك
9 السَّمْعَ kulaklara س م ع
10 وَالْأَبْصَارَ ve gözlere ب ص ر
11 وَمَنْ ve kimdir?
12 يُخْرِجُ çıkaran خ ر ج
13 الْحَيَّ diriyi ح ي ي
14 مِنَ -den
15 الْمَيِّتِ ölü- م و ت
16 وَيُخْرِجُ ve çıkaran خ ر ج
17 الْمَيِّتَ ölüyü م و ت
18 مِنَ -den
19 الْحَيِّ diri- ح ي ي
20 وَمَنْ ve kimdir?
21 يُدَبِّرُ düzene koyan د ب ر
22 الْأَمْرَ işleri ا م ر
23 فَسَيَقُولُونَ diyecekler ق و ل
24 اللَّهُ Allah
25 فَقُلْ de ki ق و ل
26 أَفَلَا öyleyse
27 تَتَّقُونَ sakınmıyor musunuz? و ق ي

Cenâb-ı Hakk’ın insanlara pek çok lutfu bulunmakla birlikte, bunlar içinde onların hayatiyetini devam ettirmesini sağlayan nimetlerin yani –31. âyetteki deyimiyle– rızıkların özel bir önemi olduğu muhakkaktır. Çünkü diğer bütün imkânlar hayatın devam etmesiyle bir anlam taşır. Hayatı devam ettiren rızıkların hem semavî hem de yere (arz) ait şartlarla ilişkisi vardır. Semavî şartların ilk akla geleni yağmur, güneş ışığı ve ısısıdır; bunlar olmadan hiçbir canlı varlığını sürdüremez. Yere ait olanlar ise kısaca canlı ve cansız tabiat varlıklarıyla orada yaşamaya, beslenmeye ve barınmaya imkân veren nimetler, ortam ve şartlardır. Bütün bunları veren ve elverişli kılan da lutuf ve merhamet sahibi Allah’tır. Ama eğer Allah insan oğluna gerek semavî gerekse yere ait imkânlardan yararlanmak için lüzumlu olan donanımı sağlamasaydı bu nimetlerin hiçbir anlamı olmazdı. Âyetin devamında bu donanıma işaret edilmiştir. Allah’ın “işitme ve görme yeteneklerini hükmü altında tutması”ndan maksat, insanın bütün duyuları gibi bunların en önemlileri olan işitme ve görme duyularının, Allah’ın yasaları altında, O’nun gökten ve yerden verdiği rızıklardan istifade edecek şekilde işlemesidir. Hz. Ali’nin, “Bir sıvı”yla (göz bebeği) görmemizi, bir kemikle (kulak kemiği) işitmemizi, bir et parçasıyla (dil) konuşmamızı sağlayan kudret ne yücedir!” dediği rivayet edilir (Râzî, XVII, 86). Cansız nesnelerden canlıları yaratan, canlıları cansız haline getiren de O’dur. Kısaca semaya, arza, insana ve hayata hâkim olan O’dur; “her türlü iş”i idare eden, yani bütün olup bitenleri yapıp yöneten O’dur. Aslında putperest Araplar da bütün bunları yaratan ve idare edenin kim olduğu sorulduğunda, “Allah” diye cevap veriyorlar, onlar bile bir ulu kudretin varlığını tanıyorlardı. Fakat bazı sıradan varlıkların tanrısal özellikler taşıdığına inandıkları için inançlarını şirkle bozmuş ve kirletmişler, dinî hayatta putları öne çıkararak kalplerinde, ahlâk ve yaşayışlarında sadece Allah’a ait olması gereken yere putları koymuşlardı. İşte bu sebeple âyette peygamberin diliyle “Öyleyse (O’na ortak koşmaktan) sakınmıyor musunuz!” buyurularak müşrikler bu hususta uyarılmışlar; gerçek rab olarak yalnız O’nu tanımaları istendikten sonra, bunun dışındaki inançların sapkınlıktan ibaret olduğu bildirilmiş ve bu suretle yalnız müşrik Araplar’ın inançları değil, âyette özetlenen tevhid akîdesine aykırı her türlü inancın sapkınlık olduğuna işaret edilmiştir.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri

 Cilt: 3 Sayfa: 98-99

قُلْ مَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ اَمَّنْ يَمْلِكُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir.  Mekulü’l-kavli,  مَنْ يَرْزُقُكُمْ  cümlesidir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

مَنْ  istifham ismi, mübteda olarak mahallen merfûdur.

يَرْزُقُكُمْ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يَرْزُقُكُمْ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو 'dir.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

مِنَ السَّمَٓاءِ  car mecruru  يَرْزُقُكُمْ  fiiline müteallıktır.  الْاَرْضِ  kelimesi atıf harfi  وَ 'la makabline (kendinden öncesine) atfedilmiştir. 

اَمْ  munkatı’ dır,  بل  ve hemze manasındadır. (بَلْ): Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb (اِضْرَابْ)” denir. "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder.

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنْ  istifham ismi, mübteda olarak mahallen merfûdur.

يَمْلِكُ  fiili  مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.  يَمْلِكُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. 

السَّمْعَ  kelimesi mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  الْاَبْصَارَ  kelimesi atıf harfi  وَ  'la makabline atfedilmiştir. 

 

 وَمَنْ يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ وَمَنْ يُدَبِّرُ الْاَمْرَۜ

 

وَ  atıf harfidir.  مَنْ  istifham ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur.

يُخْرِجُ  fiili  مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.

يُخْرِجُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

الْحَيَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

مِنَ الْمَيِّتِ  car mecruru  يُخْرِجُ  fiiline müteallıktır.

وَ  atıf harfidir.  مَنْ  istifham ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur.

يُدَبِّرُ  fiili  مَنْ  ’in haberi olarak mahallen merfûdur.  يُدَبِّرُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

الْاَمْرَ  kelimesi mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

يُخْرِجُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’âl babındandır. Sülâsîsi  خرج ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin ( imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

يُدَبِّرُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi دبر ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

 فَسَيَقُولُونَ اللّٰهُۚ 

 

Fiil cümlesidir.  فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri;  إن سألتموهم ذلك فسيقولون  şeklindedir.

سَيَقُولُونَ  fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.

سَيَقُولُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  اللّٰهُ ’dur.  سَيَقُولُونَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. Haber mahzuftur. Takdiri,  الله يفعل كلّ ذلك  şeklindedir.

 

 فَقُلْ اَفَلَا تَتَّقُونَ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir.

Mekulü’l-kavli,  اَفَلَا تَتَّقُونَ ’dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اَفَلَا تَتَّقُونَ  cümlesi mukadder cümleye matuftur. Takdiri,  أتصرون على الضلال فلا تتقون şeklindedir.

Hemze inkârî istifham,  فَ  atıf harfidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.    تَتَّقُونَ  muzari fiili  نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

تَتَّقُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, iftiâl babındadır. Sülâsîsi  وقي ’dır.

Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.

قُلْ مَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ اَمَّنْ يَمْلِكُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Emir fiilin mekulü’l-kavli ise istifham üslubunda gelmiş talebî inşâî isnaddır. 

İstifham ismi  مَنْ  mübteda, muzari fiil sıygasındaki  يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ  cümlesi haberdir. 

Müsnedin muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.

Aynı üslupta gelen  اَمَّنْ يَمْلِكُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ  cümlesi, istînâfa dahildir.  اَمَّنْ  ibaresindeki  اَمَّ  harfi munkatı’ olup  بل  manasındadır.  بل  bu ayette intikal manasındadır.

Her iki cümle de istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve kınama amacı taşıdığından, mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

السَّمْعَ  - الْاَبْصَارَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

السَّمَٓاءِ - السَّمْعَ   kelimeleri arasında cinas-ı nakıs sanatı vardır.

 

 وَمَنْ يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ وَمَنْ يُدَبِّرُ الْاَمْرَۜ 

 

وَ ’la istînâfa matuf olan cümle, istifham üslubunda gelmiş talebî inşâî isnaddır. 

İstifham ismi  مَنْ  mübteda, muzari fiil sıygasındaki  يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ  cümlesi haberdir. 

Müsnedin muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.

Aynı üslupta gelen  وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ  cümlesi,  مَنْ ’in haberine matuftur. 

Yine istifham üslubuyla gelen وَمَنْ يُدَبِّرُ الْاَمْرَۜ  cümlesi istînâfa matuftur.

Cümleler, istifham  üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve kınama amacı taşıdığından, mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca sorularda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ  ve - يُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ  cümleleri arasında mukabele sanatı vardır. 

الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ ve الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ  lafızları arasında aks sanatı vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi) 

السَّمَٓاءِ - الْاَرْضِ  ve  الْحَيَّ  - الْمَيِّتِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

الْحَيِّ  - الْمَيِّتِ  deki marifelik cins içindir. (Âşûr)

وَمَنْ يُدَبِّرُ الْاَمْرَ  [İşi kim idare eder?] cümlesi husustan sonra umum babındandır. (Beyzâvî)

İşitme ve görme duyusu denmiş, kulak ve göz yani bu duyuların aletleri zikredilmemiştir. Azalar sadece vasıtadır, esas olan duyuların kendisidir. Gözü kör olan da diğer hisleri vasıtasıyla gören gibi olabilir.

 

 فَسَيَقُولُونَ اللّٰهُۚ

 

فَ, takdiri  إن سألتموهم ذلك  [Eğer bunu onlara sorarsan] olan mahzuf şartın cevabına gelmiş rabıta harfidir.

Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cevap cümlesine dahil olan istikbal harfi  سَ  tekid ifade eder.

Cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

سَيَقُولُونَ  fiilinin mekulü’l-kavlinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Lafza-i celâl, takdiri  يفعل ذلك  (Bunu yapar) olan cümlenin failidir.

Mahzuf şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır.


فَقُلْ اَفَلَا تَتَّقُونَ

 

Ayetin başındaki  قُلْ  fiiline matuf cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

قُلْ fiilinin mekulü’l-kavlinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan اَفَلَا تَتَّقُونَ  cümlesi, mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, أتصرون على الضلال فلا تتقون  (Korkmuyor ve dalalette olmakta ısrar mı ediyorsun?) olabilir.

İnkârî istifham olan bu cümle taaccüp, kınama ve azarlama manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

قُلْ - سَيَقُولُونَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

يُخْرِجُ - الْمَيِّتِ - الْحَيِّ - مَنْ - قُلْ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

اَفَلَا تَتَّقُونَ  şu manalara gelir:

  • Niçin düşünmüyorsunuz?
  • Niçin gaflet içinde yaşıyorsunuz?
  • Niçin sakınmıyor, takva sahibi olmuyorsunuz?
  • Niçin anlamıyor ya da anlamak istemiyorsunuz?
Yunus Sûresi 32. Ayet

فَذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمُ الْحَقُّۚ فَمَاذَا بَعْدَ الْحَقِّ اِلَّا الضَّلَالُۚ فَاَنّٰى تُصْرَفُونَ  ...


İşte O, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah’tır. Hak’tan sonra sadece sapıklık vardır. O hâlde, nasıl oluyor da (Hak’tan) döndürülüyorsunuz?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَذَٰلِكُمُ işte budur
2 اللَّهُ Allah
3 رَبُّكُمُ sizin Rabbiniz olan ر ب ب
4 الْحَقُّ gerçek ح ق ق
5 فَمَاذَا ne vardır?
6 بَعْدَ dışında ب ع د
7 الْحَقِّ gerçeğin ح ق ق
8 إِلَّا başka
9 الضَّلَالُ sapıklıktan ض ل ل
10 فَأَنَّىٰ öyleyse nasıl? ا ن ي
11 تُصْرَفُونَ döndürülüyorsunuz ص ر ف

فَذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمُ الْحَقُّۚ

 

İsim cümlesidir.  فَ  istînâfiyyedir. İşaret ismi  ذٰلِكُمْ, mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

اللّٰهُ  lafza-i celâli, haber olup lafzen merfûdur.

رَبُّكُمُ  kelimesi lafza-i celâlden bedel olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الْحَقُّ  kelimesi  رَبُّكُمُ ’un sıfatı olup lafzen merfûdur. 


فَمَاذَا بَعْدَ الْحَقِّ اِلَّا الضَّلَالُۚ 

 

فَ  atıf harfidir.  مَاذَا  istifham ismi mübteda olarak mahallen merfûdur.

بَعْدَ  zaman zarfı, mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.  الْحَقِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اِلَّا  hasr edatıdır.  الضَّلَالُ  kelimesi istifham isminden bedel olup lafzen merfûdur.


فَاَنّٰى تُصْرَفُونَ

 

فَ  atıf harfidir.  اَنّٰى  istifham ismi   كَيْفَ  manasındadır.  تُصْرَفُونَ  fiilinin hali olarak mahallen mansubdur.  

تُصْرَفُونَ  meçhul merfû muzari fiildir.  تُصْرَفُونَ  fiili  نَ  ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. 

فَذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمُ الْحَقُّۚ 

 

فَ, istînâfiyyedir.

Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilene dikkat çekmek ve önemini vurgulamak içindir. Ayrıca tazim ve tecessüm ifade eder.

Müsnedin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

İsm-i işaret ve lafza-i celâl marife kelimelerdir. Hem müsnedin hem müsnedün ileyhin marife gelmesi kasr ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 1, Gâfir Suresi 64, s. 318)

Haberden bedel olan  رَبُّكُمْۚ, veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir. Bu izafette Rabb isminin muzâfı olduğu  كُمْۚ  zamiri şan ve şeref kazanmıştır.

Aralarında mürâât-ı nazîr bulunan  رَبُّ  ve  اللّٰهُ  isimlerinin zikri tecrîd sanatıdır.

Ayetin başında yer alan  ذٰلِكُمُ  şeklindeki işaret ismi yüce sıfatlarla mevsuf olan Allah Teâlâ’ya işaret eder. Uzak işaretinin kullanılması O’nun büyüklüğünü, yüceliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd, Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl, Enam Suresi 102)

الْحَقُّ  kelimesi  رَبُّكُمُ ’un sıfatıdır. Sıfatlar ıtnâb babındandır.

Allah ve Rabb isimlerinin arka arkaya gelmesiyle Rabbin Allah olduğu, Allah’tan başka Rabb olmadığı vurgulanır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 1, s. 234)

Bu cümle, geçen ayetlerin fezlekesi mahiyetindedir. Şöyle ki: Zikredilen eşsiz sıfatların sahibi olduğunu kabul etmek zorunda kaldığınız Allah, Rabbiniz, mutlak malikiniz ve bütün işlerinizin yegâne mütevellisidir. (Ebüssuûd)


فَمَاذَا بَعْدَ الْحَقِّ اِلَّا الضَّلَالُۚ 

 

Cümle istînâfiyyeye matuftur. Mübteda konumundaki istifham ismi  مَاذَا, nefy manasındadır.  بَعْدَ الْحَقِّ, mahzuf habere müteallıktır.  الضَّلَالُۚ  merfû makamda olan istifhamdan bedeldir. (Mahmut Sâfî)

مَاذَا, istifham ve işaret isminden mürekkebtir.  مَا  inkârî istifhamdır. İşaret ismi  ذَا  mübtedadır.  الضَّلَالُۚ  işaret isminden istisnadır.  

اِلَّا  ve  مَاذَا  ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Kasr, haberle mübteda arasındadır. Hakkı inkâr etmek dalaletten başka bir şey değildir, manasındadır.

İsim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır.

الْحَقِّ - الضَّلَالُۚ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Zamir makamında hak kelimesinin zahir olarak zikredilmesi:

  • Ya bu hak önceki haktan farklı,
  • Ya da fazladan bir açıklama olduğu,
  • Yahut hak ile batıl arasındaki karşıtlığı en mükemmel şekilde ortaya koyduğu içindir.

“Hak olmayan şey” sapıklıktan ibarettir. Sapıklığı ise hiç kimse bilerek tercih etmez. (Ebüssuûd)


فَاَنّٰى تُصْرَفُونَ

 

Yine istînâfiyyeye matuf son cümle, istifham üslubunda talebî inşaî isnaddır.  اَنّٰى  istifham harfi cümlede hal konumundadır. Müspet muzari fiil sıygasındaki  تُصْرَفُونَ  meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.

Cümle istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp kınama ve taaccüp manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

تُصْرَفُونَ - الضَّلَالُۚ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Daha önce de açıklandığı gibi bu kabil inkârî istifham içeren ifadelerdeki kuvvet, inkârî fiilin kendisine tevcih etmekte yoktur.

Buradan çıkan anlam şudur: “Siz, kaçınılmaz hak olan tevhidden, bu apaçık yoldan şirke ve putlara tapmaya nasıl çevriliyorsunuz?

Yahut siz, tanrılığı sabit olan gerçek Rabbinize ibadet etmeyip ahirette kaybolup gideceklerini duyduğunuz batıl tanrılara tapmaya nasıl çevriliyorsunuz?” (Ebüssuûd)


Yunus Sûresi 33. Ayet

كَذٰلِكَ حَقَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ عَلَى الَّذ۪ينَ فَسَقُٓوا اَنَّهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ  ...


Rabbinin yoldan çıkanlar hakkındaki, “Onlar artık imana gelmezler” sözü, işte böylece gerçekleşmiştir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كَذَٰلِكَ böylece
2 حَقَّتْ gerçekleşmiş oldu ح ق ق
3 كَلِمَتُ sözü ك ل م
4 رَبِّكَ Rabbinin ر ب ب
5 عَلَى hakkındaki
6 الَّذِينَ kimseler
7 فَسَقُوا yoldan çıkmış(lar) ف س ق
8 أَنَّهُمْ onlar
9 لَا
10 يُؤْمِنُونَ iman etmezler ا م ن

“Hüküm” diye çevirdiğimiz âyet metnindeki kelime, genellikle “Allah’ın günahkârlar hakkındaki ezelî bilgisine dayanan takdiri, hükmü” şeklinde açıklanmıştır (Taberî, XI, 114). Buna göre Allah ezelde, “günahkârlık batağına saplananlar iman etmeyecek” diye hükmetmiş, aynı vasfı taşıyan müşrik Araplar hakkında da bu hüküm gerçekleşmiştir. Bazı çağdaş müfessirler –muhtemelen bu anlayışın koyu bir kaderciliğe yol açtığından kaygılandıkları için– âyeti, “Böylece günahkârlık batağına saplananlarla ilgili olarak rabbinin hükmü şöyle tahakkuk etti: Onlar artık iman etmeyecekler!” şeklinde anlamayı tercih etmişlerdir (bk. Elmalılı, IV, 2710; Esed, I, 399). Ancak tercih ettiğimiz meâlden de mutlaka insan iradesini dışlayan bir kaderci anlam çıkarmak gerekmez. Allah’ın mutlak yasası (sünnetullah) şudur: Doğru yoldan sapıp isyan ve günahkârlıkta ısrar edenler, bu durumlarını devam ettirdikleri sürece imandan mahrum kalacaklardır. Bu mutlak hüküm, isyan ve günahkârlıklarını sürdüren Arap müşrikleri hakkında da gerçekleşmiştir. Buna karşılık akıllarını başlarına topladıkları, yanlış yolda bulunduklarını gördükleri için imanla şereflenenler de olmuştur.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 3 Sayfa: 99-100

كَذٰلِكَ حَقَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ عَلَى الَّذ۪ينَ فَسَقُٓوا اَنَّهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ

 

كَ  harf-i cerdir.  مثل, gibi demektir. Bu ibare  حَقَّتْ  fiilinin mahzuf mef’ûlun mutlakına müteallıktır. Takdiri,  حقّت كلمة ربّك حقّا مثل صرف أولئك عن الإيمان  şeklindedir.

ذا  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, muzâfun ileyhtir.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

حَقَّتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  كَلِمَتُ  fail olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Bu kelime resmi mushaf olması dolayısıyla  ة yerine  ت  ile yazılmıştır. Enam Suresi 115, Araf Suresi 137, Yunus Suresi 33-96, Mümin Suresi 6 ayetlerinin hepsinde bu şekilde yazılmıştır.

رَبِّكَ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الَّذٖينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  عَلَى  harf-i ceriyle birlikte  حَقَّتْ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  فَسَقُٓوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

فَسَقُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  كَلِمَتُ ’den bedel olarak mahallen merfûdur..

هُمْ  muttasıl zamiri  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

لا يُؤْمِنُونَ  fiili  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

يُؤْمِنُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يُؤْمِنُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin ( imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

كَذٰلِكَ حَقَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ عَلَى الَّذ۪ينَ فَسَقُٓوا اَنَّهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.

Ayette îcâz-ı hazif vardır.  حَقَّتْ  ,كَذٰلِكَ  fiilinin mahzuf mef’ûlu mutlakına müteallıktır. 

Cümle müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كَذٰلِكَ  kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem  كَ  hem de  ذٰ  işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 5, Duhan Suresi 28, s. 101)

حَقَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ  “Rabbinin kelimesi veya Rabbinin sözü” olarak tercüme edilen “Kavl gerçekleşti.” şeklindeki ifadeler hep “Allah’ın azabı, imtihanı” anlamındadır.

كَلِمَتُ رَبِّكَ  izafetinde Rabb ismine muzâf olan  كَلِمَتُ  ve muzâfun ileyh olan  كَ  zamiri, şan ve şeref kazanmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl  حَقَّتْ  ,الَّذ۪ينَ  fiiline müteallıktır. Sılası  فَسَقُٓوا, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. 

Masdar ve tekid herfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi masdar teviliyle  كَلِمَتُ ’den bedeldir. Masdar-ı müevvel cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

حَقَّ  fiilinin söz veya kelimeye isnad edilmesi azabın sabit ve vâcip olmasından başka bir mana ifade etmez. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 27)

Allah için hak tanrılık gerçekleştiği gibi yahut haktan sonra sapkınlıktan başka bir şey olmadığı yahut onlar haktan çevrildikleri gibi Rabbinin, küfürde inat edenler hakkındaki “Artık onlar iman etmezler.” hükmü ve azap vaîdi gerçekleşmiş oldu. Çünkü onlar, kesinlikle iman etmezler. (Ebüssuûd)


Günün Mesajı
Allah teala Enâm Sûresi 160. ayeti kerimede ''samimiyetle yapılmış güzel bir amelin karşılığında 10 sevap vereceğini, kötülüğün cezasının ise misli kadar olduğunu'' ifade etmiştir. Burada 27. ayeti kerimede kötülüğün cezasının kendisi kadar olduğu tekrar edilmiştir. Ona fazladan bir ceza verilmez. Zira Allah teala kimseye zülmetmez.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Annesinin yakın arkadaşı, yanına çağırdı. Halindeki değişiklikleri farketmiş olmalıydı. Halbuki en çok da ondan uzak durmaya çalışıyordu.

Yanına gittiğinde, hiçbir şey sormadan, eline aynayı tutuşturdu. Halime Teyzesi böyleydi işte, söylemek istediklerini söyler, karşısındakinin anlatmak istedikleri varsa da dinlerdi.

Aynayı verince dedi ki: “Bak kendine. İyice incele yüzünü. Gözünü aynadaki aksinden ayırmadan hayal et. Önünde iki yol; biri hakkın, diğeri ise batılın.“

“Batıl yolunda: Nefsinin meyil etmesine kanmak istemişsin ve kendini de kandırmışsın. Batıl, batılı getirmiş, yarın dönerim dediğin hakikat yoluna gidişini hep ertelemişsin. Bir gün bakmışsın ki süren dolmuş ve mahşer meydanına varmışsın. Yüzün kararmış ama renk değişmesi gibi değilmiş. Yüzünde hiçbir ışık zerresi kalmamış. Güldüğünde bile o karanlık, bir nebze olsun dağılmazmış ve ağlayışın kalplerde merhameti uyandırmazmış. Hakikat yolunu seçmeyişine pişmanmışsın ama kimseler tarafından dinlenilmezmişsin. Seni görenlerin bir kısmı Sana benzemeyişine şükür ederken, diğer kısmı ise kendi derdindeymiş.”

 

Her denileni görüyor, adeta yaşıyordu. Nurun terk ettiği yüzüne bakarken, korkuyla dolan halinden kaçmak istedi. Fakat Halime Teyze engel oldu ve devam etti.

“Hak yolunda: Nefsinin meyil ettiklerine meydan okumuşsun. Zorlandığın, hüzünlendiğin, belki de bıktığın anlar olmuş ama hakikat yolunda kalmak için elinden geleni yapmışsın. Olumsuzluklara odaklanan nefsine; zorlukların kolaylaştığı ve yolların ferahladığı anları hatırlatmışsın. Dünyada her istediğini yapamayışına hırslanan nefsini susturmuş ve Allah’ın rızasını düşlemişsin. Rabbinin huzuruna çağrıldığında, her çabanın karşılığını almışsın. Yüzün sanki bir güneş, ışıl ışıl parıldarmış. O kadar ki, etrafını bile aydınlatırmış. Yüzü kararmışları gördüğünde, Rabbine sığınmış ve ahirete verdiğin değere şükretmişsin.”

Halime Teyzesi kolunu çekti ve çay koymak için kalktı. Gözlerini aynadan ayıramıyordu. Tövbe etti ve Allah’tan cennet nuruyla aydınlanan yüzüne kavuşmak için yardım istedi.

Rabbim! Şirkin her türlüsünden, Şirke sebep olacak her halden ve Şirke düşmüşlerden Sana sığınırım.

Rabbim! Emirlerinle güzeli seçtirensin. Yasaklarınla çirkinden uzaklaştıransın. Beni; Sınırlarının kıymetini bilenlerden, Kalbi hakikate yönelenlerden, Huzurunda yüzü aydınlananlardan, Temize çıkardığın, affettiğin ve mükafatlandırdığın kullarından eyle.

Amin.

***

İyilik de kolaydı, kötülük de. Hangisini beslediğine göreydi belki de. 

Ey Allahım! Bizi Senin rızanı umarak koşanlardan ve iyilik yapmayı sevenlerden eyle. Bulunduğu her mekanda ve yaşadığı her anda; iyiyi görenlerden, iyilik fırsatlarını değerlendirenlerden ya da iyilik için çabalayanlardan eyle.

İyilik dediğin uzanır şükürden tövbeye. Zikirden itaate. Tebessümden hoş söze. Kulu, Allah’tan uzaklaştıran her şey girer kötülüğün içine.

Ey Allahım! Bize, bizi Senden, Senin yolundan ve Senin sevdiklerinden ayıracak amellerin hepsinden uzaklaştır. Bizi Sana ve sevdiklerine kavuşturacak amelleri sevdir. Zorlandığımız hakkımızda hayırlı amelleri kolaylaştır. Kusurlarımızı af buyur.

İyilikle aydınlanan gönüller, kötülükle karardı. Belki de yaşlandıkça nurunu yitiren yüzler birer kanıttı. Niceleri, birikmiş kötülükleriyle huzurunu kaybetti.

Ey Allahım! Kötülüklerden, kötülüğün karanlıklarından ve kötü insanlardan muhafaza buyur. Gönüllerimizi ve yüzlerimizi iyilikle aydınlananlardan eyle. Ömürlerimizi iyiliklerle ve iyi insanlarla süsle. İyilikle oturup kalkanlardan eyle. Yerde ve göklerde iyilikle anılan, rızanı kazanmış iyi kullarından biri eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji