13 Aralık 2024
Yunus Sûresi 21-25 (210. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Yunus Sûresi 21. Ayet

وَاِذَٓا اَذَقْنَا النَّاسَ رَحْمَةً مِنْ بَعْدِ ضَرَّٓاءَ مَسَّتْهُمْ اِذَا لَهُمْ مَكْرٌ ف۪ٓي اٰيَاتِنَاۜ قُلِ اللّٰهُ اَسْرَعُ مَكْراًۜ اِنَّ رُسُلَنَا يَكْتُبُونَ مَا تَمْكُرُونَ  ...


Kendilerine dokunan bir sıkıntıdan sonra, insanlara bir rahmet (ferahlık ve mutluluk) tattırdığımız zaman, bir de bakarsın ki âyetlerimiz hakkında onların bir tuzakları (birtakım tertipleri ve asılsız iddiaları) vardır. De ki: “Allah, daha çabuk tuzak kurar.” Şüphesiz elçilerimiz (melekler) kurmakta olduğunuz tuzakları yazıyorlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا ve zaman
2 أَذَقْنَا tattırdığımız ذ و ق
3 النَّاسَ insanlara ن و س
4 رَحْمَةً genişlik ر ح م
5 مِنْ
6 بَعْدِ sonra ب ع د
7 ضَرَّاءَ bir darlıktan ض ر ر
8 مَسَّتْهُمْ kendilerine dokunan م س س
9 إِذَا hemen
10 لَهُمْ onların vardır
11 مَكْرٌ hileleri م ك ر
12 فِي hakkında
13 ايَاتِنَا ayetlerimiz ا ي ي
14 قُلِ de ki ق و ل
15 اللَّهُ Allah
16 أَسْرَعُ daha hızlıdır س ر ع
17 مَكْرًا düzen kurmada م ك ر
18 إِنَّ şüphesiz
19 رُسُلَنَا elçilerimiz ر س ل
20 يَكْتُبُونَ yazmaktadırlar ك ت ب
21 مَا
22 تَمْكُرُونَ sizin hilelerinizi م ك ر

“Allah’a mahsus işaretler, deliller üzerinde hile yapmak” çeşitli şekillerde olmaktadır; âyette zikredildiği gibi “Allah müşrikleri lutuf olarak bir sıkıntıdan kurtardığı, böylece onlara varlık ve birliğinin işaretini verdiği halde bu lutfun putlardan geldiğini ifade etmek, sıkıştıklarında Allah’a sığınıp bir daha kötülük yapmayacaklarına söz verdikleri halde O’nun lutfuyla selâmete çıkınca yine haksızlık ve günahkârlık yoluna sapmak” bunun tipik örnekleridir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 3 Sayfa: 93-94

وَاِذَٓا اَذَقْنَا النَّاسَ رَحْمَةً مِنْ بَعْدِ ضَرَّٓاءَ مَسَّتْهُمْ اِذَا لَهُمْ مَكْرٌ ف۪ٓي اٰيَاتِنَاۜ 

 

وَ  atıf harfidir.  اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a. (إِذَا)  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b. (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır. (Bkz. Meczum Muzariler, Cümle Kuruluşu, s. 114, 118)

c. Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَذَقْنَا النَّاسَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَذَقْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَٓا  fail olarak mahallen merfûdur.  النَّاسَ  mef’ûlun bih  olup fetha ile mansubdur.  رَحْمَةً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

مِنْ بَعْدِ  car mecruru  اَذَقْنَا   fiiline müteallıktır.  ضَرَّٓاءَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.

İsimler îrab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından ikiye ayrılır:

1. Munsarif isimler: Tenvini ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.

2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.

Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayri munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَسَّتْهُمْ  fiili,  ضَرَّٓاءَ ’nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَسَّتْهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى’dir.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

اِذَا  mufacee harfidir.  اِذَا , isim cümlesinin önüne geldiğinde “birdenbire, ansızın” manasında mufacee harfi olur.

لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَكْرٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.

ف۪ٓي اٰيَاتِنَا  car mecruru مَكْرٌ  kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır. Muzâf hazf edilmiştir. Takdiri;  في تأويل آياتنا (ayetlerimizin tevilinde) şeklindedir.

Muttasıl zamir  ناَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 قُلِ اللّٰهُ اَسْرَعُ مَكْراًۜ 

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir.  Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir.  Mekulü’l-kavli,  اللّٰهُ اَسْرَعُ مَكْراً ’dır.  قُلْ   fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.  اَسْرَعُ  haber olup lafzen merfûdur.

مَكْراً  temyiz olup fetha ile mansubdur. 

اَسْرَعُ  ism-i tafdil kalıbındandır.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. ‘Daha’ manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye ‘bakımından, …yönünden’ şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

Melhûz Mümeyyez: Burada temyiz cümledeki kapalılığı giderir. Manası kapalı olup da temyiz sayesinde açıklığa, netliğe kavuşan bu tür cümlelere melhûz mümeyyez denir. Melhûz mümeyyez daha çok şu cümlelerde olur: a) İsm-i tafdil kalıbının kullanıldığı bazı cümleler, b) Anlatılmak istenen anlamı ifadede tek başına yetersiz kalan “artmak-eksilmek, çoğalmak-azalmak, yükselmek-alçalmak, güzel ve çirkin olmak, büyük veya küçük olmak” gibi fiillerin kullanıldığı cümleler, c) İçinde “ كَفَى بِ ” terkibi bulunan cümleler, d) Kem-i istifhamiyye (soru için olan كَمْ) ve kem-i haberiyye (çokluk bildiren  كَمْ) ile kurulan cümleler.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ رُسُلَنَا يَكْتُبُونَ مَا تَمْكُرُونَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder

رُسُلَنَا  lafzı  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَكْتُبُونَ  fiili,  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

يَكْتُبُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl,  mef’ûlun bihi olarak  mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  تَمْكُرُونَ ’dir. İrabtan mahalli yoktur.

تَمْكُرُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَاِذَٓا اَذَقْنَا النَّاسَ رَحْمَةً مِنْ بَعْدِ ضَرَّٓاءَ مَسَّتْهُمْ اِذَا لَهُمْ مَكْرٌ ف۪ٓي اٰيَاتِنَاۜ 

 

Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Muzâfun ileyh olan …اَذَقْنَا النَّاسَ  şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cevap cümlesi  اِذَا لَهُمْ مَكْرٌ ف۪ٓي اٰيَاتِنَاۜ , müfacee harfinin dahil olduğu isim cümlesidir. Sübut ifade eden cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. مَكْرٌ  muahhar mübtedadır.

Şart ve cevap cümlelerinden meydana gelen terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مَسَّتْهُمْ  cümlesi  ضَرَّٓاءَ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

مَسَّتْهُمْ  fiilinin faili  ضَرَّٓاءَ ’dir. Dolayısıyla burada mecazî bir isnad veya istiare sözkonusudur. 

اَذَقْنَا [Tattırdık] fiiliyle rahmet hoşa giden özelliğiyle güzel bir yemeğe benzetilmiş. Câmi’ her ikisinin de insanı memnun etmesidir. Müşebbehün bih, tatmak (güzel yemek) zikredilmiş, müşebbeh (rahmetin etkisini anlamak) kastedilmiştir. Allah Teâlâ tattırmak lafzını rahmetin eserini idrak için istiare etmiştir. Yemek hazfedilmiş lâzımı söylenmiştir. İstiare-i mücerrede olmuştur.

الإذاقَةُ  kelimesi istiare veya mecaz olarak mutlak idrak manasında kullanılır. (Âşûr)

Cenab-ı Hakk'ın,  وَاِذَٓا اَذَقْنَا النَّاسَ رَحْمَةً  [İnsanlara, bir rahmet tattırdığımız zaman] ifadesi, mübalağa üslubunda varid olmuş bir kelam olup bundan murad, rahmetini onlara ulaştırıp vermesidir. Bil ki Allah'ın rahmeti, ağız ile tadılan bir şey olmayıp akıl ile tadılan ve bilinen bir şeydir. Bu da, ruhanî mutlulukların hak olduğu görüşüne delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)

رَحْمَةً - ضَرَّٓاءَ  arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.


قُلِ اللّٰهُ اَسْرَعُ مَكْراًۜ 

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قُلِ  fiilinin mekulü’l-kavli sübut ifade eden isim cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır. Lafza-i celal mübteda,  اَسْرَعُ  haberidir. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve celâl sıfatları bünyesinde toplayan Allah ismiyle marife oluşu, teberrük, telezzüz ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

مَكْراً  temyiz olup fetha ile mansubdur. 

مَكْراً  kelimesinde irsâd vardır.

Bilinen manasıyla  مَكْر  Allah’a nispet edilemez. Mekr, onların mekrine mukabele olarak Allah’ın cezası şeklinde yorumlanır. Manada ihtilaf olmakla birlikte lafızda ittifak babı olan müşâkele sanatıdır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)


اِنَّ رُسُلَنَا يَكْتُبُونَ مَا تَمْكُرُونَ

 

Ayet ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedin muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, tecessüm ve istimrar ifade etmiştir.

Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.

يَكْتُبُونَ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası  تَمْكُرُونَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin muzari sıygada gelişi onların mekrlerinin devam ettiğine işaret etmiştir. 

مَكْرٌ - مَكْراً - تَمْكُرُونَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Burada  اَذَقْنَا  ve  اٰيَاتِنَا  kelimelerinde mütekellim sıygası kullanılırken  مَكْراًۜ  kelimesinin zikredildiği cümlede gaibe dönülmüş;  رُسُلَنَا  ifadesi ile mütekellim sıygası kullanılmıştır. Buradaki ilk dönüşüm Allah’ın nankörlere vereceği azabı tekid etmiş, ikinci dönüşüm ise Allah’ın kudretini tekid ve mübalağa etmiştir. (Müşerref Ulusu  (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)

Bu son cümlede hitabın onlara tevcih edilmesi, kınama (tevbih) manasını ağırlaştırmak içindir.(Ebüssuûd)




Yunus Sûresi 22. Ayet

هُوَ الَّذ۪ي يُسَيِّرُكُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ حَتّٰٓى اِذَا كُنْتُمْ فِي الْفُلْكِۚ وَجَرَيْنَ بِهِمْ بِر۪يحٍ طَيِّبَةٍ وَفَرِحُوا بِهَا جَٓاءَتْهَا ر۪يحٌ عَاصِفٌ وَجَٓاءَهُمُ الْمَوْجُ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ اُح۪يطَ بِهِمْۙ دَعَوُا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۚ لَئِنْ اَنْجَيْتَنَا مِنْ هٰذِه۪ لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ  ...


O, sizi karada ve denizde gezdirip dolaştırandır. Öyle ki gemilerle denize açıldığınız ve gemilerinizin içindekilerle birlikte uygun bir rüzgârla seyrettiği, yolcuların da bununla sevindikleri bir sırada ona şiddetli bir fırtına gelip çatar ve her taraftan dalgalar onlara hücum eder de çepeçevre kuşatıldıklarını (batıp boğulacaklarını) anlayınca dini Allah’a has kılarak “Andolsun, eğer bizi bundan kurtarırsan, mutlaka şükredenlerden olacağız” diye Allah’a yalvarırlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 هُوَ O’dur
2 الَّذِي
3 يُسَيِّرُكُمْ sizi gezdiren س ي ر
4 فِي
5 الْبَرِّ karada ب ر ر
6 وَالْبَحْرِ ve denizde ب ح ر
7 حَتَّىٰ hatta
8 إِذَا zaman
9 كُنْتُمْ olduğunuz ك و ن
10 فِي
11 الْفُلْكِ gemide ف ل ك
12 وَجَرَيْنَ ve yürüttüğü (zaman) ج ر ي
13 بِهِمْ bununla
14 بِرِيحٍ bir rüzgârın ر و ح
15 طَيِّبَةٍ tatlı ط ي ب
16 وَفَرِحُوا ve neşelendikleri sırada ف ر ح
17 بِهَا onların bununla
18 جَاءَتْهَا birden çıkıp ج ي ا
19 رِيحٌ bir fırtına ر و ح
20 عَاصِفٌ sert ع ص ف
21 وَجَاءَهُمُ ve geldiğinde ج ي ا
22 الْمَوْجُ dalgalar م و ج
23 مِنْ
24 كُلِّ her ك ل ل
25 مَكَانٍ yönden ك و ن
26 وَظَنُّوا ve kanaat getirdiklerinde ظ ن ن
27 أَنَّهُمْ muhakkak onlar
28 أُحِيطَ kuşatıldıklarına ح و ط
29 بِهِمْ kendilerinin
30 دَعَوُا dua etmeye başlarlar د ع و
31 اللَّهَ Allah’a
32 مُخْلِصِينَ has kılarak خ ل ص
33 لَهُ O’na
34 الدِّينَ dini د ي ن
35 لَئِنْ eğer
36 أَنْجَيْتَنَا bizi kurtarırsan ن ج و
37 مِنْ
38 هَٰذِهِ bundan
39 لَنَكُونَنَّ elbette olacağız ك و ن
40 مِنَ -den
41 الشَّاكِرِينَ şükredenler- ش ك ر
موج Mevece : مَوْجٌ sözcüğü denizin yüzeyinde yükselen suyun ya da su dalgalarının en üstündeki kısmıdır. Fiil olarak ماجَ çalkalandı/su kabardı demektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de sadece 7 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri mevç ve mevcedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

هُوَ الَّذ۪ي يُسَيِّرُكُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ 

 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي , haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُسَيِّرُكُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

يُسَيِّرُكُمْ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

فِي الْبَرِّ  car mecruru  يُسَيِّرُكُمْ  fiiline müteallıktır. الْبَحْرِ  kelimesi atıf harfi ile makabline  matuftur.

يُسَيِّرُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındadır. Sülâsîsi  سير ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir.


حَتّٰٓى اِذَا كُنْتُمْ فِي الْفُلْكِۚ 

 

حَتّٰٓى  ibtida harfidir.  حَتّٰٓى  edatı üç şekilde kullanılabilir: 

Harf-i cer olarak, başlangıç edatı olarak, atıf edatı olarak. 

Burada ibtida (başlangıç) edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.  

كُنْتُمْ  şeklinde mazi sıyga ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a. إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b.  (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır. (Bk. Meczum muzariler, Cümle Kuruluşu, s. 114, 118)

c.  Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كُنْتُمْ  isim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  فِي الْفُلْكِۚ  car mecruru  كُنْتُمْ ‘un mahzuf haberine müteallıktır.  


وَجَرَيْنَ بِهِمْ بِر۪يحٍ طَيِّبَةٍ وَفَرِحُوا بِهَا جَٓاءَتْهَا ر۪يحٌ عَاصِفٌ 

 

Fiil cümlesidir.  جَرَيْنَ  fiili (نَ) nûnu’n- nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni mazi fiildir.  Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur.

  بِهِمْ  car mecruru جَرَيْنَ  fiiline müteallıktır.  بِر۪يحٍ car mecruru جَرَيْنَ  fiiline müteallıktır. طَيِّبَةٍ  kelimesi  ر۪يحٍ ’ın sıfatıdır.

وَ  atıf harfidir.  فَرِحُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِهَا  car mecruru  فَرِحُوا  fiiline müteallıktır.

جَٓاءَتْهَا  cümlesi şartın cevabıdır. جَٓاءَتْهَا  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تۡ  te’nis alametidir.

Muttasıl zamir  هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

ر۪يحٌ  fail olup lafzen merfûdur.  عَاصِفٌ  kelimesi  ر۪يحٌ ’un sıfatıdır.

عَاصِفٌ  kelimesi sülâsî mücerred olan  عصف  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَجَٓاءَهُمُ الْمَوْجُ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ اُح۪يطَ بِهِمْۙ 

 

Fiil cümlesidir. Cümle atıf harfi وَ ’la şartın cevabına matuftur.  جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.

Muttasıl zamir  هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  الْمَوْجُ  fail olup lafzen merfûdur.

مِنْ كُلِّ  car mecruru  جَٓاءَهُمُ  fiiline müteallıktır.  مَكَانٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

ظَنُّٓوا اَنَّهُمْ اُح۪يطَ بِهِمْ  cümlesi  atıf harfi وَ ’la cevap cümlesine matuftur.

ظَنُّٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  ظَنُّٓوا  fiilinin iki mef’ûlu yerinde olarak mahallen mansubdur.

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

هُمْ  muttasıl zamiri  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  اُح۪يطَ  fiili  اَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

اُح۪يطَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili mahzuftur.

بِهِمْ  car mecruru  اُح۪يطَ  fiiline müteallıktır.

اُح۪يطَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  حوط ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin ( imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


دَعَوُا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۚ

 

Fiil cümlesidir.  دَعَوُا  mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir.  Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اللّٰهَ  lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

مُخْلِص۪ينَ  kelimesi  دَعَوُا ’daki failin hali olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

لَهُ  car mecruru  مُخْلِص۪ينَ ’ye müteallıktır.

الدّ۪ينَ  kelimesi ism-i fail olan  مُخْلِص۪ينَ ’nin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. 

مُخْلِص۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 لَئِنْ اَنْجَيْتَنَا مِنْ هٰذِه۪ لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ

 

لَ  harfi, mahzuf bir kaseme delalet eden muvattıadır.  إِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.

اَنْجَيْتَنَا  şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur.

Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  مِنْ هٰذِه۪  car mecruru  اَنْجَيْتَنَا  fiiline müteallıktır.

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  نَكُونَنَّ  fiilinin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. كان  ’nin ismi müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

نَكُونَنَّ  fetha üzere mebni muzari fiildir. 

Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lâmı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

مِنَ الشَّاكِر۪ينَ  car mecruru  تَكُونَنَّ  fiiline müteallıktır. Cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الشَّاكِر۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  شكر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur.

اَنْجَيْتَنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi نجو ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin ( imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

هُوَ الَّذ۪ي يُسَيِّرُكُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ

 

Müstenefe cümlesidir. Fasılla gelmiştir. Âşûr önceki ayetteki  وإذا أذَقْنا النّاسَ رَحْمَةً  cümlesinden bedel-i iştimal olduğunu söylemiştir.

Mübteda ve haberden müteşekkil cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Hem müsnedin hem müsnedün ileyhin marife gelmesi kasr ifade eder. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuf babında hakiki-iddiaî kasrdır. Maksat; verilen nimetleri hatırlatmak ve vâcip olan şükrü yapmadıklarına tarizdir. (Âşûr)

Müjdelemenin Allah Teâlâ’ya isnadı, sebep olması itibarıyla aklî mecazdır. Çünkü O tefekkür ilham etmiş, akli ve bedeni hareket kuvvesi vermiştir.  هُوَ الَّذِي يُسَيِّرُكُمْ şeklindeki kasr iddiaîdir. Şükür vecibesini yerine getirmediklerine tariz için gelmiştir. (Âşûr) 

Müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsin önemini vurgulamak ve gelen habere dikkat çekmek içindir. Has ism-i mevsûlün sılası olan يُسَيِّرُكُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ  müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

الْبَرِّ- الْبَحْرِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Yürütme işlemini karada ve denizde olarak ayırdığı için taksim sanatı vardır.

 

 حَتّٰٓى اِذَا كُنْتُمْ فِي الْفُلْكِۚ وَجَرَيْنَ بِهِمْ بِر۪يحٍ طَيِّبَةٍ وَفَرِحُوا بِهَا جَٓاءَتْهَا ر۪يحٌ عَاصِفٌ وَجَٓاءَهُمُ الْمَوْجُ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ اُح۪يطَ بِهِمْۙ 

 

حَتّٰٓى  bu cümlede ibtida harfidir. Akabindeki cümle, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi  كَانٍ ’nin dahil olduğu isim cümlesi  كُنْتُمْ فِي الْفُلْكِۚ , şart manalı müstakbel zaman zarfı  إِذَا ’nın muzâfun ileyhidir. İsim cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  كَانٍ  , فِي الْفُلْكِۚ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. 

Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  وَجَرَيْنَ بِهِمْ بِر۪يحٍ طَيِّبَةٍ  cümlesi, muzâfun ileyhe matuftur. Yine şart cümlesine matuf  وَفَرِحُوا بِهَا  cümlesi de aynı üslupta gelmiştir.

إِذَا ’nın cevabı olan  جَٓاءَتْهَا ر۪يحٌ عَاصِفٌ  cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupta gelen  وَجَٓاءَهُمُ الْمَوْجُ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ  cümlesi cevaba matuftur.

Yine cevap cümlesine matuf mazi fiil sıygasındaki  وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ اُح۪يطَ بِهِمْۙ  cümlesi de faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar ve tekid harfi  اَنَّ ’yi müteakip gelen  اُح۪يطَ بِهِمْۙ  cümlesi, masdar teviliyle  ظَنُّٓوا  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Faide-i haber inkârî kelam olan masdar-ı müevvel cümlesinde müsned mazi fiil sıygasında gelerek cümledeki diğer fiiller gibi hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ اُح۪يطَ بِهِمْۙ  cümlesindeki  اَنَّهُمْ اُح۪يطَ بِهِمْۙ [onlar, çepeçevre kuşatılmalarını…] ifadesinde istiare-i tebeiyye vardır.  اُح۪يطَ  kelimesi, bir insanın düşmanlığına benzetilmiş ve lâzımı olan helak anlamında istiare edilmiştir. (Mahmud Sâfî)

بِر۪يحٍ طَيِّبَةٍ - ر۪يحٌ عَاصِفٌ  arasında tıbâk-ı hafî vardır.

الَّذ۪ي - ر۪يحٌ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. 

وَجَرَيْنَ بِهِمْ  ifadesinde ikinci şahıstan üçüncü şahsa dönüş vardır. Bunun hikmeti de nimete şükretmemelerinden dolayı kâfirleri daha fazla kınamak ve yermek maksadıdır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir) Muhatap sıygasından gaib zamire geçiş iltifat sanatıdır.

كُنْتُمْ  ile  بِهِمْ  ifadelerinde onların hali sanki başkalarının hali gibi anlatılarak muhataplar şaşırtılmış, inkârları ve çirkin davranışları onlara gaib sıygası ve hikâye üslubu ile bildirilmiştir. (Müşerref Ulusu  (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)

هُوَ الَّذ۪ي يُسَيِّرُكُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ  [O Allah ki sizi yürütüyor, sizi yürümeye sürüklüyor ve  imkân veriyor karada ve denizde] Nihayet gemide olduğunuz zaman ve onları yüzdürüp de içindekileri, muhataptan gaibe geçmesi mübalağa içindir, sanki bunu başkasına anlatıyor ki hallerinden şaşsın da onu beğenmesin. (Beyzâvî, Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)

Daha önce tazim için hitap zamiri gelmişken denizde kuvvetli bir fırtınaya yakalanıp kurtulunca Allah’ı unuttukları için bu tazimden dönülmüş ve azdıkları için gaib zamiriyle kendilerinden bahsedilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)


دَعَوُا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۚ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  مُخْلِص۪ينَ , fiilin failinden haldir. İsm-i fail kalıbındadır.  الدّ۪ينَۚ ’yi mef’ûl,  لَهُ ’yu harf-i cer olarak alabilmesi bu sayededir.

İsm-i fail, mefûlünü lâm harf-i ceri ile alırsa gelecek zaman ifade eder.

İsm-i fail kişinin elinde olan fiillerden yapılır. İrade dışında olan fiillerden ism-i fail yapılmaz. Bu tür fiillerin ism-i failini sıfat-ı müşebbehe üstlenir. (Yrd. Doç. Dr. M. Akif Özdoğan KSÜ, İlahiyat Fakültesi Dergisi 10 (2007), s. 55 - 90 Arapçada İsm-i Fail ve İşlevleri)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

 

لَئِنْ اَنْجَيْتَنَا مِنْ هٰذِه۪ لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ

 

İstînâf cümlesi olarak fasılla gelmiştir. 

Kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.  لَ  mahzuf kasem fiiline işaret için gelen lâm-ı muvattıa,  إنْ  şart harfidir. 

Şart fiili  اَنْجٰينَا  muksemun aleyhtir. Şart cümlesi olan  اَنْجَيْتَنَا مِنْ هٰذِه۪, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ  cümlesi kasemin cevabıdır. Sübut ifade eden bu isim cümlesi  لَ  ve nûn-u sakile ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır.

Şartın cevabı, kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur. Kasem fiilinin ve şartın cevabının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Kasemin cevap cümlesinde de îcaz-ı hazif sanatı vardır.  كاَن  , مِنَ الشَّاكِر۪ينَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. 

Şart ve mukadder cevap cümlesinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.

İsim cümlesi formunda gelen cevap sebat, temekkün ve istikrar ifade ederek onların bu sözlerinde ne kadar kararlı olduklarını göstermiştir. Tekid lamı ve şeddeli tekid nûnu bu kararlılığı pekiştirmiştir.

Mahsus şeyler için kullanılan işaret ismi  هٰذِه۪  ile duruma işaret edilmiştir.  İşaret isimleri burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

جَٓاءَتْهَا - جَٓاءَهُمُ  ve كُنْتُمْ - لَنَكُونَنَّ - مَكَانٍ  kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Yunus Sûresi 23. Ayet

فَلَمَّٓا اَنْجٰيهُمْ اِذَا هُمْ يَبْغُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّمَا بَغْيُكُمْ عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْۙ مَتَاعَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا ثُمَّ اِلَيْنَا مَرْجِعُكُمْ فَنُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ  ...


Fakat onları kurtarınca, bir de bakarsın ki yeryüzünde haksız yere taşkınlık yapıyorlar. Ey İnsanlar! Sizin taşkınlığınız, sırf kendi aleyhinizedir. (Bununla) sadece dünya hayatının yararını elde edersiniz. Sonunda dönüşünüz bizedir. (Biz de) bütün yaptıklarınızı size haber vereceğiz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَمَّا ne zaman ki
2 أَنْجَاهُمْ kurtarır onları ن ج و
3 إِذَا hemen
4 هُمْ onlar
5 يَبْغُونَ taşkınlık etmeye başlarlar ب غ ي
6 فِي
7 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
8 بِغَيْرِ غ ي ر
9 الْحَقِّ haksız yere ح ق ق
10 يَا أَيُّهَا ey
11 النَّاسُ insanlar ن و س
12 إِنَّمَا gerçekte
13 بَغْيُكُمْ taşkınlığınız ب غ ي
14 عَلَىٰ aleyhinize olan
15 أَنْفُسِكُمْ kendinizin ن ف س
16 مَتَاعَ geçici zevkleridir م ت ع
17 الْحَيَاةِ hayatının ح ي ي
18 الدُّنْيَا dünya د ن و
19 ثُمَّ sonra
20 إِلَيْنَا bizedir
21 مَرْجِعُكُمْ dönüşünüz ر ج ع
22 فَنُنَبِّئُكُمْ ve size bildiririz ن ب ا
23 بِمَا şeyi
24 كُنْتُمْ olduğunuz ك و ن
25 تَعْمَلُونَ yapıyor ع م ل

Resûl-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Zulüm ve akraba ile ilgiyi kesmek kadar, âhirete ertelenen cezası yanında , Allah Teâlâ’nın dünya da bir an önce cezalandırmasını gerektiren bir başka günah daha yoktur.”
(Ebû Davud , Edeb 43; Tirmizi, Kıyamet 57; İbni Mâce , Zühd 23)

(Âyet ve hadislerle açıklamalı KUR’AN-I KERİM MEALİ
Prof. Dr. Mehmet Yaşar KANDEMİR)

فَلَمَّٓا اَنْجٰيهُمْ اِذَا هُمْ يَبْغُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ

 

فَ  atıf harfidir.  لَمَّٓا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

اَنْجٰيهُمْ  şart fiili olup elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

اِذَا  mufacee harfidir.  اِذَا , isim cümlesinin önüne geldiğinde “birdenbire, ansızın” manasında mufacee harfi olur.

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَبْغُونَ  fiili haber olarak mahallen merfûdur.

يَبْغُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

فِي الْاَرْضِ  car mecruru  يَبْغُونَ  fiiline müteallıktır.  بِغَيْرِ  car mecruru  يَبْغُونَ ’deki failin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri;  مجانبين للحقّ  şeklindedir.

الْحَقِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.


 يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّمَا بَغْيُكُمْ عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْۙ 

 

يَٓا  nida harfidir.  أَیُّ  münada nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.  يَٓا  münadadan bedel veya sıfattır.

Münadanın başında harf-i tarif varsa önüne müzekker isimlerde  اَيُّهَا , müennes isimlerde  اَيَّتُهَا  getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı   اِنَّمَا بَغْيُكُمْ عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ ’dur. 

اِنَّمَا , kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki  مَا  harfidir.  اِنَّ  harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur.  اِنَّ ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.

بَغْيُكُمْ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.

Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


مَتَاعَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا ثُمَّ اِلَيْنَا مَرْجِعُكُمْ فَنُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

 

مَتَاعَ  mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakı olup fetha ile mansubtur. Takdiri;  تتمتّعون şeklindedir.  الْحَيٰوةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةِ ’nin sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

ثُمَّ : Hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiş)  açısından terahi ifade eder. (Âşûr) Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ثُمَّ  edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani aralıklarla zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.

اِلَيْنَا  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

مَرْجِعُكُمْ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  atıf harfidir.  نُنَبِّئُكُمْ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  نُنَبِّئُكُمْ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  كُنْتُمْ ’un dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.

كُنْتُمْ  ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.

تَعْمَلُونَ  fiili  كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubdur.

تَعْمَلُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

فَلَمَّٓا اَنْجٰيهُمْ اِذَا هُمْ يَبْغُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ 

 

فَ  atıf harfidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi aynı zamanda muzâfun ileyh olan  اَنْجٰيهُمْ  cümlesidir ve müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mufacee harfinin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi  اِذَا هُمْ يَبْغُونَ , cevaptır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

اِذَا : Müfacee harfidir. Aniden olan beklenmedik durumları ifade eder. Kurtarıldıktan hemen sonra değiştiklerini ve sözlerini bozarak taşkınlık, azgınlık yaptıklarını belirtir. Azgınlık yapmaları da muzari fiille gelerek bu durumun tekrarlanarak  devam ettiği manasını ifade etmiştir.

Allah, onları, kendilerini sarmış olan sıkıntı ve üzüntüden kurtarınca bir de bakarsın ki onlar, yeryüzünde hemen yine haksızlıkla taşkınlık etmeye başlarlar.

فِي الْاَرْضِ  [Yeryüzünde]  ifadesi, onların bu taşkınlıklarının her zaman yenilendiğine ve sürekli olduğuna delalet eder. (Ebüssuûd)

بِغَيْرِ الْحَقّ  [Haksız yere]  ifadesi, bağy (taşkınlık) kelimesinin ifade ettiği manayı kuvvetlendirmek (tekid) içindir.

Yahut yaptıkları kendilerince de haksızdır; onun haksızlık, zulüm olduğu açıktır; onun apaçık bir kötülük olduğu herkesçe biliniyor, demektir.  Nitekim,

وَيَقْتُلُونَ النَّبِيّ۪نَ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ  [Ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı.] (Bakara Suresi, 61) ayeti bu kabildendir.

Bir görüşe göre bu kelamda haksız yere denmesi gazilerin, kâfirlerin yurtlarını tahrip etmeleri, ağaçları  kesmeleri ve ekinlerini yakmaları gibi haklı olan taşkınlığı bu hükmün dışında bırakmak içindir.

Ancak ayet-i kerimenin ifadesi bu manaya müsait değildir. Çünkü burada hükmün, üzerine bina edildiği esas, bağyin (taşkınlığın), bir şeyin şeklini bozmak ve faydasını iptal etmektir; yoksa müfsitlerin haline layık olan mana değildir. (Ebüssuûd) 


 يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّمَا بَغْيُكُمْ عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْۙ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı olan  اِنَّمَا بَغْيُكُمْ عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ  cümlesi,  اِنَّمَا  kasr edatıyla tekid edilmiş isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedün ileyh veciz ifade kastıyla izafet terkibiyle gelmiştir.

Bu ayette hitabın o taşkınlara tevcih edilmesi, tehdidi ve ceza vaîdini ağırlaştırmak içindir.

مَتَاعَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا  [Geçici, fani dünya menfaati]  ifadesi, taşkınlıktaki, zulümdeki menfaatin değersiz ve geçici, vebalinin ise daimi olduğunu beyan içindir. Burada vurgulanan şudur: “Ey taşkın ve zalim insanlar! Sizin yaptıklarınız sanıldığı gibi kendilerine haksızlık ettiğiniz kimseler aleyhine değil fakat hakikat halde yalnız kendi aleyhinizedir. Bununla ancak geçici dünya hayatının menfaatini elde edersiniz; sonunda dönüşünüz Bizedir.” (Ebüssuûd)

عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ, mahzuf habere müteallıktır. Haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Ayet-i kerime dikkat çekmek için nidayla başlamıştır. Nida; heyecan uyandırır, dikkat çeker, muhatabı dinlemeye teşvik eder. 

Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi, söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra  اَيُّ  harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan  هَا  gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, s. 43)

Kasr, mübteda ve mahzuf haber arasındadır.  بَغْيُكُمْ  maksûr/sıfat,  عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْۙ ’un müteallkı olan mahzuf haber maksurun aleyh/mevsûftur. Kasr-ı sıfat, ale’l-mevsûf veya kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

Mübteda ile haber olan kasrlar iki türlü de düşünülebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Muhatabın bildiği konularda kasr  اِنَّمَا  ile yapılır. Ancak bunun aksi durumlarda da  اِنَّمَا  ile kasrın yapıldığı görülmektedir. Yani muhatabın inkâr ettiği durumlarda, inkâr etmiyormuş menzilesine konarak  اِنَّمَا  ile kasr yapılır. Böylece tariz yoluyla başka bir maksat için gelmiş olur. 

يَبْغُونَ - بَغْيُكُمْ  kelimeleri arasında cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr,  كُمْ ’lerin tekrarında reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.


مَتَاعَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا ثُمَّ اِلَيْنَا مَرْجِعُكُمْ

 

Fiil cümlesi formunda faide-i haber talebî kelam olan cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مَتَاعَ , takdiri  تتمتّعون  olan mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır.

Müsnedün ileyh olan  مَتَاعَ , izafet formunda gelerek az sözle çok anlam ifade etmiştir.

الْحَيٰوةِ  , الدُّنْيَا ’nin sıfatıdır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Cümle mukadder bir istinafa  ثُمَّ  ile atfedilmiştir. Bu harf rütbe açısından terahi için gelmiştir. (Âşûr)

اِلَيْنَا مَرْجِعُكُمْ  şeklindeki car mecrurun takdimi ihtisas ifade etmek içindir. (Âşûr)

Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.

اِلَيْنَا  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  مَرْجِعُكُمْ  muahhar mübtedadır. Bu takdim kasr ifade eder. Müsnedün ileyh, müsnede tahsis edilmiştir. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf veya kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.


 فَنُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

 

فَ  ile makabline atfedilen fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûlün sılası  كان ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

كان ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder.

Ayetin bu son cümlesinde idmâc sanatı vardır. [Yaptıklarınızı haber verir.] ifadesinde Allah Teâlâ, “Yaptıklarınızın karşılığı verilecektir.” manasını da ifade etmiştir. Ya da lâzım-melzûm  alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

فَنُنَبِّئُكُمْ  [Size haber vereceğiz.]  kelimesinin masdarı olan  الأنباء  haber vermek demektir. Bu ayette ise azap ile tehdit etme manasına kullanılmıştır. Bu tıpkı bir kişinin diğer birisine, “Sana, yaptığını haber vereceğim.” demesi gibidir. (Fahreddin er-Râzî) 


Yunus Sûresi 24. Ayet

اِنَّمَا مَثَلُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا كَمَٓاءٍ اَنْزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَٓاءِ فَاخْتَلَطَ بِه۪ نَبَاتُ الْاَرْضِ مِمَّا يَأْكُلُ النَّاسُ وَالْاَنْعَامُۜ حَتّٰٓى اِذَٓا اَخَذَتِ الْاَرْضُ زُخْرُفَهَا وَازَّيَّـنَتْ وَظَنَّ اَهْلُهَٓا اَنَّهُمْ قَادِرُونَ عَلَيْهَٓاۙ اَتٰيهَٓا اَمْرُنَا لَيْلاً اَوْ نَهَاراً فَجَعَلْنَاهَا حَص۪يداً كَاَنْ لَمْ تَغْنَ بِالْاَمْسِۜ كَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ  ...


Dünya hayatının hâli, ancak gökten indirdiğimiz bir yağmurun hâli gibidir ki, insanların ve hayvanların yedikleri yeryüzü bitkileri onunla yetişip birbirine karışmıştır. Nihayet yeryüzü (o bitkilerle) bütün zinet ve güzelliklerini alıp süslendiği ve sahipleri de onun üzerine (her türlü tasarrufa) kadir olduklarını sandıkları bir sırada, geceleyin veya güpegündüz ansızın ona emrimiz (afetimiz) geliverir de, bunları, sanki dün yerinde hiç yokmuş gibi, kökünden yolunmuş bir hâle getiririz. İşte düşünen bir toplum için, âyetleri böyle ayrı ayrı açıklıyoruz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّمَا ancak
2 مَثَلُ örneği م ث ل
3 الْحَيَاةِ hayatının ح ي ي
4 الدُّنْيَا dünya د ن و
5 كَمَاءٍ suya benzer م و ه
6 أَنْزَلْنَاهُ indirdiğimiz ن ز ل
7 مِنَ
8 السَّمَاءِ gökten س م و
9 فَاخْتَلَطَ birbirine karıştığı خ ل ط
10 بِهِ onunla
11 نَبَاتُ bitkilerinin ن ب ت
12 الْأَرْضِ yeryüzü ا ر ض
13 مِمَّا öyle ki
14 يَأْكُلُ yer ا ك ل
15 النَّاسُ insanlar ن و س
16 وَالْأَنْعَامُ ve hayvanlar ن ع م
17 حَتَّىٰ sonuçta
18 إِذَا sırada
19 أَخَذَتِ alıp ا خ ذ
20 الْأَرْضُ yeryüzü ا ر ض
21 زُخْرُفَهَا güzelliğini ز خ ر ف
22 وَازَّيَّنَتْ ve süslendiği ز ي ن
23 وَظَنَّ ve sandıkları ظ ن ن
24 أَهْلُهَا sahiplerinin ا ه ل
25 أَنَّهُمْ gerçekten
26 قَادِرُونَ kadir olduklarını ق د ر
27 عَلَيْهَا bunlara
28 أَتَاهَا gelir ا ت ي
29 أَمْرُنَا emrimiz ا م ر
30 لَيْلًا gece ل ي ل
31 أَوْ veya
32 نَهَارًا gündüz ن ه ر
33 فَجَعَلْنَاهَا böylece onları çeviririz ج ع ل
34 حَصِيدًا biçilmiş hale ح ص د
35 كَأَنْ gibi
36 لَمْ
37 تَغْنَ hiç yokmuş غ ن ي
38 بِالْأَمْسِ bir gün önce
39 كَذَٰلِكَ işte böyle
40 نُفَصِّلُ ayrıntılı olarak açıklıyoruz ف ص ل
41 الْايَاتِ ayetlerimizi ا ي ي
42 لِقَوْمٍ topluluk için ق و م
43 يَتَفَكَّرُونَ düşünen ف ك ر

Metindeki ihteleta fiili “karışma” anlamına gelir. Bitkinin su ile karışması, –bu bağlamda– bitkinin suyu emmesiyle sonuçlanacağından meâlde bu sonuç dikkate alınmıştır. Dünya hayatındaki güzelliklerin gelip geçici olduğu, onları veren Allah’ın bir gün geri alacağı, dünyada yapıp ettiklerimizin hesabını da öbür dünyada bizden soracağı, âyette, anlatımın gücünü arttırmak için edebî bir benzetmeyle ifade edilmektedir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 3 Sayfa: 96

اِنَّمَا مَثَلُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا كَمَٓاءٍ اَنْزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَٓاءِ فَاخْتَلَطَ بِه۪ نَبَاتُ الْاَرْضِ مِمَّا يَأْكُلُ النَّاسُ وَالْاَنْعَامُۜ

 

اِنَّمَا , kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki  مَا  harfidir.  اِنَّ  harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur.  اِنَّ ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.

مَثَلُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  الْحَيٰوةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةِ ’nin sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

كَ  harf-i cerdir.  مثل (gibi) manasındadır.  كَمَٓاءٍ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealllıktır.

اَنْزَلْنَاهُ  cümlesi  مَٓاءٍ ’ın sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْزَلْنَاهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

مِنَ السَّمَٓاءِ  car mecruru  اَنْزَلْنَاهُ  fiiline müteallıktır. 

فَ  atıf harfidir.  اخْتَلَطَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.

بِه۪  car mecruru   اخْتَلَطَ  fiiline müteallıktır.  نَبَاتُ  fail olup lafzen merfûdur.  الْاَرْضِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte  نَبَاتُ الْاَرْضِ ’nın mahzuf haline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  يَأْكُلُ النَّاسُ وَالْاَنْعَامُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

يَأْكُلُ  merfû muzari fiildir.  النَّاسُ  fail olup lafzen merfûdur.  الْاَنْعَامُ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.

اخْتَلَطَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, iftiâl babındadır. Sülâsîsi  خلط ’dır.

Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.     


حَتّٰٓى اِذَٓا اَخَذَتِ الْاَرْضُ زُخْرُفَهَا وَازَّيَّـنَتْ وَظَنَّ اَهْلُهَٓا اَنَّهُمْ قَادِرُونَ عَلَيْهَٓاۙ 

 

حَتّٰٓى  ibtida harfidir.  حَتّٰٓى  edatı üç şekilde kullanılabilir: 

Harf-i cer olarak, başlangıç edatı olarak ve atıf edatı olarak. 

Burada ibtida (başlangıç) edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.  

اَخَذَتِ  şeklinde mazi sıyga ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a.  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b.  إِذَا ’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır. (Bk. Meczum muzariler, Cümle Kuruluşu, s. 114, 118)

c.  Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَخَذَتِ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تِ  te’nis alametidir.

الْاَرْضُ  fail olup lafzen merfûdur.  زُخْرُفَهَا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf  harfidir.  ازَّيَّـنَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تِ  te’nis alametidir.

وَ  atıf  harfidir.  ظَنَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir.

اَهْلُهَٓا  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  ظَنَّ  fiilinin iki mef’ûlu yerinde olarak mahallen mansubdur.

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

هُمْ  muttasıl zamiri  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  قَادِرُونَ  kelimesi  اَنَّ ’nin haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

عَلَيْهَٓا  car mecruru  قَادِرُونَ ’ye müteallıktır.

قَادِرُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan قدر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail, eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ازَّيَّـنَتْ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi  زين dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar. 


اَتٰيهَٓا اَمْرُنَا لَيْلاً اَوْ نَهَاراً فَجَعَلْنَاهَا حَص۪يداً كَاَنْ لَمْ تَغْنَ بِالْاَمْسِۜ 

 

Cümle şartın cevabıdır.  اَتٰيهَٓا  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.

Muttasıl zamir  هَٓا mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

اَمْرُنَا  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَيْلاً  zaman zarfı,  اَتٰيهَٓا  fiiline müteallıktır.  نَهَاراً  kelimesi اَوْ  ile  لَيْلاً ’e matuftur.

فَ  atıf harfidir.  جَعَلْنَاهَا  sükun üzere mebni mazi fiildir.Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

حَص۪يداً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

كَاَنْ  şeddeliden tahfif edilmiştir. İsmi mahzûftur. Takdiri,  كأنّه  şeklindedir.  لَمْ تَغْنَ  cümlesi  كَاَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  تَغْنَ  fiili illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir.

بِالْاَمْسِ  car mecruru  تَغْنَ   fiiline müteallıktır.

Şan zamirleri: Müfred gaib ve gaibe (3. tekil şahıs zamiri)nde kendisine dikkat çekilmek istenen bir iş için kullanılır. İkisine birden iş zamiri denir.

Müzekkerine > zamir-i şan (هُوَ – هُ)            

Müennesine > zamir-i kıssa (هِيَ – هَا)

Not: Zamirler normalde kendinden önceki ismi açıklarken, zamir-i şan/kıssa ise kendinden sonraki kısma dikkat çeker.

Şan zamiri “Benden sonra bir cümle gelecek; gelecek olan o cümle çok önemli” mesajı verir.

İş zamirleri 3’e ayrılır:

-  Munfasıl (ayrı iş zamirleri >هُوَ – هِيَ) mübteda olarak kullanılır.

-  Muttasıl (bitişik iş zamirleri >ىهُ – هَا) hurûf-u müşebbehe bil fiil veya ef’ali kulûb ile kullanılır.

- Mahzuf iş zamiri (hazf olmuş iş zamiri)  كَأَنَّ ، أَنَّ ، إنَّ ’nin muhaffefleri olan كَأَنْ ,أَنْ ,إِنْ’den sonra hazfedilmiş olarak gelir.

İş zamirlerinin özellikleri:

1. İş zamirinin haberi cümle olur. (Müfred olmaz)

2. İş zamiri munfasıl olduğunda mübteda olur.

3. Muttasıl olduğunda ya hurûf-u müşebbehe bi’l fiilin ismi yahut ef’ali kulûb’un birinci mef’ûlu olur.

4. İş zamirleri kendisinden sonraki kısma dikkat çekmek için kullanılır.

5. Sadece müfred gaib ve gaibe (3. tekil şahıs) zamirlerinde kullanılır. Tesniye ve cemi sıygaları kullanılmaz.

6. İş zamirinin haberi isminin önüne geçmez.

7. Haberde iş zamirine ait bir zamir bulunmaz.

8. İş zamirinden sonra gelen cümleye tefsir cümlesi de denir. Bu cümlenin îrabdan mahalli vardır. Halbuki diğer tefsir cümlelerinin irabdan mahalli yoktur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

حَص۪يداً  sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.

Sıfat-ı müşebbehe; Benzeyen sıfat demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


كَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ

 

كَ  -i cerdir.  مثل  (gibi) demektir. Bu ibare  نُفَصِّلُ  fiilinin mahzuf mef’ûlu mutlakına müteallıktır.

ذا  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

نُفَصِّلُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. الْاٰيَاتِ  mef’ûlun bih olup cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.

لِقَوْمٍ  car mecruru  نُفَصِّلُ  fiiline müteallıktır. 

نُفَصِّلُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  فصل ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

يَتَفَكَّرُونَ  fiili  قَوْمٍ  kelimesinin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.  يَتَفَكَّرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat,

2. Sebebi sıfat.

Hakiki Sıfat:

1. Müfred olan sıfatlar,

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred Olan Sıfatlar:

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsufuna: Cinsiyet, adet, marifelik-nekrelik ve îrab bakımından uyar:

Not: Gayr-ı âkil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 

1. İsim cümlesi olan sıfatlar, 

2. Fiil cümlesi olan sıfatlar, 

3. Şibh-i cümle olan sıfatlar. Burada sıfat, fiil cümlesi şeklinde gelmiştir.

Not: Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَتَفَكَّرُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi فكر dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

اِنَّمَا مَثَلُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا كَمَٓاءٍ اَنْزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَٓاءِ فَاخْتَلَطَ بِه۪ نَبَاتُ الْاَرْضِ مِمَّا يَأْكُلُ النَّاسُ وَالْاَنْعَامُۜ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Kasr edatı  اِنَّمَا  ile tekid edilen ilk cümle faide-i haber inkârî kelamdır. Kasr edatıyla tekid edilmiş isim cümlesidir. Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

Dünya hayatının hali, vasıflanan nebatın haline benzetilmiştir. Mürekkeb bir heyet, mürekkeb bir heyete benzetilmiştir. Kasr, kasr-ı kalbdir. Muhatap, aksine inanan menziline konmuştur. (Âşûr)

اِنَّمَا  ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. Muhataba konunun bilindiği tenbih edilir.  اِنَّمَا  edatı siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesi kastına matuftur.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  كَمَٓاءٍ , mahzuf habere müteallıktır.

الْحَيٰوةِ ,الدُّنْيَا  için sıfattır.  اَنْزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَٓاءِ  cümlesi de  مَٓاءٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Bu cümleler, dünya hayatının halini, faydasının geçici, kısa süreli ve dönüş zamanının yakın olduğunu beyan eder.

Burada dünyanın garip ve harika halleri, misal olmaya layık özellikleri, insanlar için ikbal ve aldanma vesilesi olması, çarçabuk geçmesi ve nimetlerinin kesilmesi, yeryüzünün çeşitli bitkilerine benzetilmiştir.

Bu bitkiler, genç ve taze iken o kadar gelişir ve güçlenirler ki dalları ve yaprakları birbirlerine karışır. Renkleri yeryüzünü süsler. İnsanların rağbet gösterdikleri ve artık her türlü tehlikeden selamette olduklarını sandıkları bir günde, birdenbire bir felaket onları mahveder. Onlardan hiçbir eser kalmaz, hepsi kuru ot kırıntıları haline gelir. (Ebüssuûd)

…فَاخْتَلَطَ بِه۪ نَبَاتُ الْاَرْضِ  cümlesi, matuf olduğu  اَنْزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَٓاءِ  cümlesi gibi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiillerin mazi sıygası hudûs, sebat, temekkün ve istikrara işaret etmektedir.

Başındaki harf-i cerle birlikte  نَبَاتُ الْاَرْضِ ’nin mahzuf haline müteallık olan müşterek ism-i mevsul  مَّا ’nın sılası  يَأْكُلُ النَّاسُ وَالْاَنْعَامُۜ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bu cümlede taksim sanatı vardır. Yenilenler insanların ve hayvanların yedikleri olarak ayrılmıştır.

Müşebbehün bih hakkında on cümle birden zikredilmiştir. Her cümle diğerlerinin ifade etmediği bir anlam taşır. Bu manaların hepsi taraflar arasındaki vech-i şebenin tamamlanması için önemlidir. Öyle ki sanki hepsi tek bir cümle haline gelmiştir. Eğer bunlardan biri hazf edilse teşbih bozulur. Bu ayeti kerimede vech-i şebehi oluşturan cümleler teşbih edatından sonraki nekre bir isim olan su lafzından sonra gelmiştir. Temsîli teşbihtir. Her ne kadar su lafzının başında teşbih edatı  كَ  olsa da, bu lafız müşebbehün bih değildir. Çünkü bu mürekkeb (girift) teşbihlerdendir. Müşebbehün bih mürekkeb yani bu edatın devamında yer alan ifadenin tamamının oluşturduğu bir tasavvur, ayrılmaz bir yapı ve karma bir mana tablosundan müteşekkildir. (Beyzâvî)

فَاخْتَلَطَ بِه۪  yani su sayesinde dal budak verir ve sonunda bunlar birbirine karışır. “Böylece, yeryüzü ziynetini takınıp süslenir.” Bu çok edebî bir ifadedir. (Keşşâf) 


حَتّٰٓى اِذَٓا اَخَذَتِ الْاَرْضُ زُخْرُفَهَا وَازَّيَّـنَتْ وَظَنَّ اَهْلُهَٓا اَنَّهُمْ قَادِرُونَ عَلَيْهَٓاۙ 

 

حَتّٰٓى  bu cümlede ibtida harfidir. Akabindeki cümle, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart fiili olan  اَخَذَتِ , müstakbel şart manalı zaman zarfı  إِذَا ’nın muzâfun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üsluptaki  ازَّيَّـنَتْ  ve  …ظَنَّ اَهْلُهَٓا  cümleleri hükümde ortaklık nedeniyle şart cümlesine atfedilmişlerdir.

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu masdar tevilindeki  اَنَّهُمْ قَادِرُونَ عَلَيْهَٓاۙ şeklindeki isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar-ı müevvel,  ظَنَّ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. İsim cümlesi, buna kadir oldukları hakkındaki düşüncelerinin sabit ve yerleşmiş olduğuna işaret etmiştir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

اَخَذَتِ الْاَرْضُ  ifadesi de son derece güzel istiarelerdendir. Bitki ve çiçeklerle süslendiği zamanki yeryüzü, elbise ve ziynetleriyle süslenen geline benzetilmiştir. Bu güzellik ve parlaklık için  زُخْرُفَهَا  lafzı müstear olarak kullanılmıştır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir) Temsîli istiaredir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Ziynetlerin hasıl olması manasında gelen yeryüzünün süslerini takınması ifadesi meknî istiaredir. Yeryüzü, süslenmek isteyen bir kadına benzetilmiştir. Böylece renkli ve süslü elbiseler içindeki güzel görünümü zihinlerde canlandırılmıştır. Süsleri takındı ifadesinden sonra gelen ziynetlendi fiili de istiare-i muraşşaha içindir. Çünkü bu fiil kadınların kullandığı bir fiildir. (Âşûr)

زُخْرُفَهَا - ازَّيَّـنَتْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


اَتٰيهَٓا اَمْرُنَا لَيْلاً اَوْ نَهَاراً فَجَعَلْنَاهَا حَص۪يداً كَاَنْ لَمْ تَغْنَ بِالْاَمْسِۜ 

 

اِذَٓا ’nın cevabı olan bu cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

…فَجَعَلْنَاهَا  cümlesi cevap cümlesine matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muhaffefe  كَاَنْ ’nin dahil olduğu cümle, faide-i haber ibtidâî kelamdır. Şan zamirinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  كَاَنْ ’nin haberinin, menfi muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve tecessüm ifade etmiştir.     

Beyzâvî burada iki yerde muzâfın hazf edildiğini ifade ederek bu haziflerin mübalağa kastıyla yapıldığını söyler.

كَاَنْ لَمْ تَغْنَ بِالْاَمْسِ  ifadesi,  كَاَنْ لَمْ تَغْنَ زرعها  anlamındadır. Bu gibi yerlerde mutlaka mahzuf bir muzâf takdir edilir. (Keşşâf)

بِالْاَمْسِ , az önce demektir. Bu da yakın zamana misaldir. Müşebbehün bih de hikâyenin manasıdır o da yeşilliğin aniden bitip kırıntı halinde gitmesidir. Halbuki az önce yeşil taze idi, birbirine sarmaş dolaş idi. Öyle ki sahiplerinin tamahı kabarmış, afetten kurtulduğunu zannetmişlerdi. Müşebbehün bih  الماء  lafzı değildir, ister ki başında teşbih edatı olsun. Çünkü bu, mürekkeb (girift) teşbihlerdendir. (Beyzâvî) 

اَمْرُنَا  kelimesinin,  اَتٰيهَٓا  fiiline isnadı mecazî isnaddır. 

لَيْلاً  ve  نَهَاراً ’deki tenvin cins ve tazim ifade eder.

اَتٰيهَٓا اَمْرُنَا  ibaresinde geçen emir, azap ve helaktan kinayedir. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)

فَجَعَلْنَاهَا حَص۪يداً , başka bir istiaredir. Çünkü, biçilmiş ekin  حَص۪يد  yerin değil bitkilerin sıfatlarındandır. Onun için anlam, “Yerin bitkilerini öyle (biçilmiş ekin) yaptık.” demek olup bitkiler yerine arz zikri ile yetinilmiştir. Çünkü bitkiler yerde bulunur ve orada yetişir. (Şerîf er-Radî) Açıklamadan da anlaşılacağı gibi yerin kullanılıp onun bitirdiklerinin kastedilmesi, bütününün kullanılıp parçanın kastedilmesi (külliyet) ilgisiyle mürsel mecaz olur.

السَّمَٓاءِ - الْاَرْضُ  ve  النَّاسُ - الْاَنْعَامُ  ve  لَيْلاً - نَهَاراً  kelime grupları arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.


كَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ

 

     

Ayetin bu son cümlesi istînâfiyyedir. Ayette îcâz-ı hazif vardır.  نُفَصِّلُ  , كَذٰلِكَ  fiilinin mahzuf mef’ûlu mutlakına müteallıktır. 

Cümle müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

لِقَوْمٍ ’deki tenkir, nev ve tazim içindir.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَتَفَكَّرُونَ  cümlesi,  لِقَوْمٍ  için sıfat konumundadır. 

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

كَذٰلِكَ  kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem  كَ  hem de  ذٰ  işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 5, Duhan/28, s. 101)

كَذٰلِكَ [İşte böyle], aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki kullanımı işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

Biz dünya hayatinin ahvaline dikkat çeken ayetleri veya bu ayetin de dahil olduğu bütün Kur’an ayetlerini işte böyle açıklıyoruz

Açıklama, tefekkür edenlere tahsis edilmiştir. Çünkü ayetlerden istifade edenler onlardır.

Burada ayetlerden maksat, temsil içinde zikredilen kâinat ve onun bir takım değişikliklere uğraması, onun, îcâd ve idam (yok etme) olarak anlatılan düzen içinde idare edilmesi de olabilir. (Ebüssuûd)

Allah Teâlâ  كَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ  [İşte biz iyice düşünecek kimseler için ayetleri böyle açıklarız.]  buyurmuştur. Bu, “Ard arda gelmesi ve çokça vuku bulması, yakînî imanın kuvvetlenmesine sebep olsun ve şek ile şüphenin zail olmasını mucib olsun diye ayetlerimizi ard arda, peş peşe ve tek tek getiririz, ortaya koyarız.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)


Yunus Sûresi 25. Ayet

وَاللّٰهُ يَدْعُٓوا اِلٰى دَارِ السَّلَامِۜ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ  ...


Allah, esenlik yurduna çağırır ve dilediğini doğru yola iletir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاللَّهُ Allah
2 يَدْعُو çağırır د ع و
3 إِلَىٰ
4 دَارِ yurduna د و ر
5 السَّلَامِ esenlik س ل م
6 وَيَهْدِي ve iletir ه د ي
7 مَنْ kimseyi
8 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
9 إِلَىٰ
10 صِرَاطٍ yola ص ر ط
11 مُسْتَقِيمٍ doğru ق و م

Allah kullarını “esenlik yurdu”na, âyetteki ifade ile “dârüsselâm”a çağırmaktadır, dinin amacı insanlara ebedî mutluluğu sağlamaktır. Dünya hayatında peygamberleri dinleyenlere, akıl ve iradelerini doğru kullananlara Allah doğru yolu göstermektedir. Bu yolun sonu cennettir, cemaldir, insanlara eşsiz saadet bahşeden Allah rızâsıdır (rıdvandır). Böylesine bir mutluluktan mahrum olanlar, olmadık hayallerin peşine düşerek, hurafelere kapılarak kendi sonlarını hazırlamış olmaktadırlar. Hz. Peygamber’in vazifesi onları uyarmaktır, o da vahyi tebliğ ederek, gerekli açıklamaları yaparak vazifesini hakkıyla yerine getirmiştir, kimsenin “Bizi uyaran olmadı, biraz yardım görseydik böyle olmazdık” demeye hakkı yoktur. 28. âyetin meâlinde yer alan “Siz bize tapmıyordunuz” cümlesi, Allah’tan başkasına tapanların amaç ve ruh hallerini yansıtması bakımından dikkat çekicidir. Allah’tan başka bir varlık insanlar için din koyamaz, din öğretemez. Bunlara tapanlar aynı zamanda gerçek bir dinin insan için yararlı olan tâlimat ve sınırlamalarından da uzak kalmakta, dünya hayatını nefislerinin arzu ettiği gibi yaşamakta, kendi arzularını meşrulaştırmak üzere tanrı adına kurallar koymaktadırlar. Putperestlerin peygamberleri dinlememelerinin, inkârcılıkta ısrar etmelerinin arkasında yatan sebeplerden biri de hak dinin disiplininden kaçmak,dünya hayatını kendi arzularına göre yaşamaktır; yani onlar görünüşte putlara, fakat gerçekte kendi menfaat ve arzularına tapmaktadırlar. 

 

Kaynak :Diyanet Tefsiri

وَاللّٰهُ يَدْعُٓوا اِلٰى دَارِ السَّلَامِۜ 

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâli,  mübteda olup lafzen merfûdur.

يَدْعُٓوا  fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يَدْعُٓوا  fiili,  و  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. 

إِلَى دَارِ   car mecruru  يَدْعُٓوا   fiiline müteallıktır.  السَّلَامِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.


وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

 


Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  يَهْد۪ي  fiili,  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

Müşterek ism-i mevsûl olan مَنْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاءُ  cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.

يَشَٓاءُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

اِلٰى صِرَاطٍ  car mecruru  يَشَٓاءُ  fiiline müteallıktır.

مُسْتَق۪يمٍ  kelimesi  صِرَاطٍ ’ın sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

مُسْتَق۪يمٍ  sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’al babından ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

Hakiki Sıfat:

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred Olan Sıfatlar:

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsufuna: Cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:

Not: Gayr-ı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle Olan SIfatlar:

Üçe ayrılır: 

1. İsim cümlesi olan sıfatlar, 

2. Fiil cümlesi olan sıfatlar, 

3. Şibh-i cümle olan sıfatlar. 

وَاللّٰهُ يَدْعُٓوا اِلٰى دَارِ السَّلَامِۜ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

 

وَ  istînâfiyyedir. …كَذٰلِكَ نُفَصِّلُ  cümlesine atıf olduğu da söylenmiştir.

Mübteda ve haberden müteşekkil cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayetin ilk cümlesi güzel bir îcaz-ı kısar örneğidir. Îcâz-ı kasr için hakiki îcâz da denir. Cümleden herhangi bir eksiltmeye gitmeden kısa bir ibareye çok manalar sığdırmaktır. (Dr Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî’ İlmi ve Sanatları.)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

İçinde her türlü selamet (kurtuluş) bulunduğu için cennet, selam yurdu diye adlandırılmıştır.

دَارُ السَّلَامِ  ifadesinde istiare vardır. Kastedilen “Onlar için güven, esenlik ve korkulardan kurtulma yeri vardır.” manasıdır. Bunlar cennetin sıfatlarıdır. (Şerîf er-Radî, En’am Suresi, 127)

صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ  ifadesinin tenkiri tazim ifade eder.

وَاللّٰهُ يَدْعُٓوا اِلٰى دَارِ السَّلَامِۜ [Allah selamet yurduna çağırır.]  bitip tükenmekten ve afetten selamet yurdudur ya da Allah'ın yurdudur. Ona özellikle bu ismin verilmesi bunu vurgulamak içindir ya da öyle bir yurttur ki orada Allah ve melekler oraya girenlere selam verirler. Maksat da cennettir. (Beyzâvî)
Günün Mesajı
Zor ve sıkıntılı zamanlarda insanların Allah'a yönelmeleri tabiatları gereğidir. Bu da imanın ruhlarda fıtri bir özellik olduğunu gösterir. Ancak bu sıkıntıdan kurtulup rahata erdiğinde insan Rabbini unutur. Bunun için zengin ve rahat zamanlarda Allah'a yönelmek ve şükrünü eda etmenin daha zor olduğu söylenir. 
Sayfadan Gönüle Düşenler

Her nefsin imtihanı, aslında kişinin bünyesindeki potansiyele göredir. Bu yüzden alimler, Allah’tan sabır istenilmemesi gerektiğini söylemiştir. Kula imtihanının yanında gereken sabır zaten verilir, tek gereken onu Allah’ın yardımıyla görebilmektir. Hakikat; dünyanın geçiciliğini hatırlayarak ibadetlerine devam etmek ve yaşadıklarının boşa gitmediğine inanarak, Allah’ın rahmetiyle huzura kavuşmaktır. Yükün altında ne kadar ezildiğini hissederse hissetsin insan, Allah’ın izniyle yürümeye devam edecektir. Çünkü Allah’ın yardımı yakındır.

Her nefsin kaldıramayacağını düşündüğü ama başkalarının imtihanı olan durumlar vardır. Bugün, o imtihanları yaşayan her müslüman kardeşimize dua edelim. Allah’tan onlar için yardım dileyelim. Kavurucu sıcaklıkta yağan yağmur ya da dondurucu soğukta yağan kar gibi gönüllerine ferahlık ve huzur yağmasını isteyelim.

Allah yar ve yardımcımız olsun. Ahiret ilimlerimizi arttırsın. Bizi yolundan ayırmasın. Ömrümüzü kolaylaştırsın ve bereketlendirsin. Bizi çok sevsin ve bizden razı olsun. Canımızı bizden razıyken alsın. O’nun rahmetinden ve yardımından şüphe etmeden kucakladığımız her imtihan, dünyada ve ahirette bize müjde olarak koşsun.

 

Cennet bahçelerinde dolaşmayı. Sevdiklerimize, canımız ailemize komşu olmayı. Peygamberimizi görmeyi, yanında oturmayı. Dünya hayatı bir rüyaydı geldi geçti, bize cennet nimetlerini verene, bizden tasayı ve yorgunluğu giderene hamd olsun, gerçekten Rabbimiz çok bağışlayan ve şükrün karşılığını verendir diyenlerden olmayı nasip etsin.

Daraldığında yardım için, ferahladığında şükür için daima Rabbine koşanlardan olmak duasıyla.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji