12 Aralık 2024
Yunus Sûresi 15-20 (209. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Yunus Sûresi 15. Ayet

وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍۙ قَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَرْجُونَ لِقَٓاءَنَا ائْتِ بِقُرْاٰنٍ غَيْرِ هٰذَٓا اَوْ بَدِّلْهُۜ قُلْ مَا يَكُونُ ل۪ٓي اَنْ اُبَدِّلَهُ مِنْ تِلْقَٓائِ۬ نَفْس۪يۚ اِنْ اَتَّبِعُ اِلَّا مَا يُوحٰٓى اِلَيَّۚ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اِنْ عَصَيْتُ رَبّ۪ي عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ  ...


Âyetlerimiz kendilerine apaçık birer delil olarak okunduğunda, (öldükten sonra) bize kavuşmayı ummayanlar, “Ya (bize) bundan başka bir Kur’an getir veya onu değiştir” dediler. De ki: “Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben ancak bana vahyolunana uyarım. Eğer Rabbime isyan edecek olursam, elbette büyük bir günün azabından korkarım.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا ne zaman ki
2 تُتْلَىٰ okunduğunda ت ل و
3 عَلَيْهِمْ onlara
4 ايَاتُنَا ayetlerimiz ا ي ي
5 بَيِّنَاتٍ apaçık bir şekilde ب ي ن
6 قَالَ derler ق و ل
7 الَّذِينَ kimseler
8 لَا
9 يَرْجُونَ ummayanlar ر ج و
10 لِقَاءَنَا bize kavuşmayı ل ق ي
11 ائْتِ getir ا ت ي
12 بِقُرْانٍ bir Kur’an ق ر ا
13 غَيْرِ başka غ ي ر
14 هَٰذَا bundan
15 أَوْ veya
16 بَدِّلْهُ bunu değiştir ب د ل
17 قُلْ de ki ق و ل
18 مَا
19 يَكُونُ (sözkonusu) olamaz ك و ن
20 لِي benim
21 أَنْ
22 أُبَدِّلَهُ onu değiştirmem ب د ل
23 مِنْ
24 تِلْقَاءِ tarafımdan ل ق ي
25 نَفْسِي kendi ن ف س
26 إِنْ
27 أَتَّبِعُ ben uyuyorum ت ب ع
28 إِلَّا ancak
29 مَا
30 يُوحَىٰ vahyedilene و ح ي
31 إِلَيَّ bana
32 إِنِّي şüphesiz ben
33 أَخَافُ korkarım خ و ف
34 إِنْ
35 عَصَيْتُ karşı gelirsem ع ص ي
36 رَبِّي Rabbime ر ب ب
37 عَذَابَ azabından ع ذ ب
38 يَوْمٍ bir günün ي و م
39 عَظِيمٍ büyük ع ظ م

Müşrikler Kur’an’ın ya tamamen veya kısmen değiştirilmesini istemekle çelişkili, anlamsız bir teklifte bulunmuş oluyorlar; çünkü onların isteklerini yerine getirmesi halinde Hz. Peygamber, Kur’an’ın Allah’tan geldiği iddiasında yalancı durumuna düşecektir, ayrıca Allah’tan geldiği iddia edilen bir Kur’an’a iman etmeyenler, Peygamber tarafından yenilenen veya değiştirilen bir kitaba hiç inanmayacaklardır. Allah’ın, Hz. Peygamber aracılığı ile müşriklere verdiği cevap, tutarlı ve şartlanmamış insanlar için ikna edicidir; çünkü topluluğun içinde yıllarca yaşamış bir kimsenin düşünceleri ve üslûbu ile bir başka içerik ve üslûbun birbirinden ayrılması kolaylıkla mümkün olacaktır. Âyet, Kur’an’ın lafız ve muhtevasında Hz. Peygamber’in hiçbir katkı ve etkisinin bulunmadığı konusunda son derecede açıktır.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 3 Sayfa: 90

وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍۙ

 

وَ  istînâfiyyedir.  اِذَا  şart manalı, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

تُتْلٰى  şeklinde muzari sıyga ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

تُتْلٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni meçhul muzari fiildir.  عَلَيْهِمْ  car mecruru  تُتْلٰى  fiiline müteallıktır.

اٰيَاتُنَا  naib-i fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بَيِّنَاتٍ  hal olup cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


 قَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَرْجُونَ لِقَٓاءَنَا ائْتِ بِقُرْاٰنٍ غَيْرِ هٰذَٓا اَوْ بَدِّلْهُۜ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَا يَرْجُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَرْجُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

لِقَٓاءَنَا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Mütekellim zamiri  نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Mekulü’l-kavli,  ائْتِ بِقُرْاٰنٍ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

ائْتِ  illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

بِقُرْاٰنٍ  car mecruru  ائْتِ  fiiline müteallıktır. غَيْرِ  kelimesi  قُرْاٰنٍ ’in sıfatı olup kesra ile mecrurdur. 

هٰذَا  işaret ismi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

اَوْ : Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بَدِّلْهُ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.


قُلْ مَا يَكُونُ ل۪ٓي اَنْ اُبَدِّلَهُ مِنْ تِلْقَٓائِ۬ نَفْس۪يۚ 

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir.

Mekulü’l-kavli,  مَا يَكُونُ ل۪ٓي ’dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

يَكُونُ  tam muzari  fiil olup  ينبغى  manasındadır. ل۪ي  car mecruru  يَكُونُ  fiiline müteallıktır.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  يَكُونُ ’nun faili olarak mahallen merfûdur.

اُبَدِّلَهُ  mansub muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir  انا ’dir.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

مِنْ تِلْقَٓائِ۬  car mecruru  اُبَدِّلَهُ  fiiline müteallıktır.  نَفْس۪ي  muzâfun ileyhtir. Aynı zamanda muzâftır.

Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اُبَدِّلَهُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  بدل ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


 اِنْ اَتَّبِعُ اِلَّا مَا يُوحٰٓى اِلَيَّۚ

 

اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اَتَّبِعُ  merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir  انا ’dir.

اِلَّا  hasr edatıdır.  Müşterek ism-i mevsûlu olan  مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُوحٰٓى اِلَيَّ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يُوحٰٓى  elif üzere mukadder damme ile merfû, meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

اِلَيَّ  car mecruru  يُوحٰٓى  fiiline müteallıktır.

اَتَّبِعُ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


 اِنّ۪ٓي اَخَافُ اِنْ عَصَيْتُ رَبّ۪ي عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

Muttasıl zamir olan  ي  harfi  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

اَخَافُ  fiili  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  اَخَافُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdir  انا ’dir.

Muzari fiillerin (أَنَا – أَنْتَ – نَخْنُ...) zamirleri fail (özne) konumunda olduklarında zorunlu olarak müstetir olurlar yani bariz zamir olarak açık şekilde yazılmaları mümkün olmadığı gibi bunların yerine açık bir isim söylenmesi de mümkün değildir. (هُوَ - هِيَ) zamirlerinin müstetir oluşu ise mazi fiilde de muzari fiilde de vücûben değil cevazendir yani bunların müstetir zamir olarak kullanılmaları zorunlu olmayıp bu zamirlerin yerine istenildiği takdirde açık isim getirilmesi de mümkündür. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  عَصَيْتُ  şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur.

Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa  ْاِن kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri;  فإنّي أخاف عذاب اللَّه  () şeklindedir.

رَبّ۪ي  mef’ûlun bihtir. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

عَذَابَ  kelimesi  اَخَافُ  fiilinin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.

يَوْمٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  عَظ۪يمٍ  kelimesi  يَوْمٍ ’in sıfatıdır.

وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍۙ قَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَرْجُونَ لِقَٓاءَنَا ائْتِ بِقُرْاٰنٍ غَيْرِ هٰذَٓا اَوْ بَدِّلْهُۜ 

 

وَ  atıf harfidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Muzâfun ileyh olan  تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا  şart cümlesidir.

اٰيَاتُنَا  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan ayetler şan ve şeref kazanmıştır. 

بَيِّنَاتٍۙ  kelimesi haldir. Hal cümleleri ıtnâb sanatıdır.

اِذَا ’nın müteallakı olan …قَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَرْجُونَ  ise cevap cümlesidir. Müspet mazi fiil cümlesi olup faide-i haber ibtidai kelamdır.

Fail konumundaki has ism-i mevsûl  لَّذ۪ين ’nin sıla cümlesi  لَا يَرْجُونَ, menfi muzari fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması o kişilerin bilinen kimseler olmasının yanında, anılmalarının kerih görülmesi sebebiyledir. Bu onlara tahkir ifade eder.

لِقَٓاءَنَا  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  لِقَٓاءَ  şan ve şeref kazanmıştır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli  ائْتِ بِقُرْاٰنٍ غَيْرِ هٰذَٓا  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  بِقُرْاٰنٍ ’in nekre gelmesi ve  هٰذَٓا  ile işaret edilmesi, muhatabın tahkir amacına işarettir.

اَوْ  atıf harfiyle makabline atfedilen aynı üsluptaki  بَدِّلْهُۜ  cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

لَا يَرْجُونَ لِقَٓاءَنَا  (Bize kavuşmayı ummayanlar) sözü; ahiret hayatına inanmayanlardan yani müşriklerden kinayedir. Bu ibare 7 ve 11. ayetlerde de geçmiştir. Bunlar arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. Furkan Suresi 21. ayetle aralarında da iktibas vardır.

وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍۙ  [Ayetlerimiz kendilerine birer belge olarak okunduğu zaman...] Burada dış görünüşüyle sözün gereği muhatap zamiri ile  عَلَيْكُمْ “Size” denilmesi gerekirken  عَلَيْهِمْ  onlara, “kendilerine” denilerek gıyaba geçilmiş olması, helak edilen geçmiş devirlerin halkı gibi imansızlık eden yani yaptığı işlerin Allah katında makbule geçmesine önem vermeyen ve karşılığını hesaba katmayan, yaratılış ve istihlaf (birini yerine geçirme) gayesinin aksine hakkı inkâr edip hakka karşı mücadeleye kalkışan mücrimlerden yüz çevirmek ve bunları muhataplık şerefinden uzak tutmak içindir. Bundan dolayıdır ki bu şerefsiz mücrimlerin cinayetlerini tek tek sayıp dökmek üzere Resulullah’a teveccüh buyurup ona tevcih-i kelam eyleyen bir iltifat nüktesidir. Tilavet fiilinin  تُتْلٰى  diye muzari sıygasıyla gelmesi de tilavet yenilendikçe onların geçmişteki cürümlerinin ve cevaplarının ara sıra da olsa mutlaka tekrarlanacağını akla getirir. (Elmalılı Hamdi Yazır)

Ayetlerimiz okunduğu zaman ifadesinin kullanılarak okunma fiilinin Resulullah'a (sav) isnat edilmemesi, okuyanın belirtilmesine ihtiyaç olmadığını ve bu itirazların okuyana değil okunan ayetlere yönelik bulunduğunu bildirmek içindir.

Zamir makamında,  لَا يَرْجُونَ لِقَٓاءَنَا  [Bize kavuşmayı ummayanlar…] ifadesinin kullanılması onların buna cüret etmeleri, kavuşma gününde Allah'ın azabından korkmadıkları içindir. Çünkü onlar, kavuşmayı ve öldükten sonra dirilmeyi inkâr ediyorlardı. Bir de zamir yerinde bu ifadenin kullanılması, onların bu inançlarını yermek içindir. (Ebüssuûd)

Ayetlerin beyyinat ile vasıflanması; değiştirilmesinin istenmesine olan şaşkınlığı artırmak içindir. Ondan daha hayırlısı yoktur ki değiştirilsin. (Âşûr)


 قُلْ مَا يَكُونُ ل۪ٓي اَنْ اُبَدِّلَهُ مِنْ تِلْقَٓائِ۬ نَفْس۪يۚ 

 

İstînâfiyye olan ayet, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli, sübut ifade eden isim cümlesi ...مَا يَكُونُ ل۪ٓي , faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  كاَن  , ل۪ٓي ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. 

اَنْ  ve akabindeki  اُبَدِّلَهُ  muzari fiil cümlesi, masdar teviliyle  كاَن ’nin muahhar ismi konumundadır.

لِقَٓاءَنَا  -  تِلْقَٓائِ۬  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

“Onu kendiliğimden değiştirmem.” sözünde geçen  تِلْقَٓائِ۬  masdardır, zarf olarak kullanılmıştır. (Beyzâvî)

Bu ayet-i kerime müşriklerin, Kur’an'ın, Resulullah'ın (sav) sözleri olduğu yönündeki tarizlerini de reddeder. İşte bundan dolayıdır ki cevapta değiştirmek (tebdil) fiili,  مِنْ تِلْقَٓائِ۬ نَفْس۪ي (kendiliğimden) kaydı ile kayıtlandırılmıştır. (Ebüssuûd)


 اِنْ اَتَّبِعُ اِلَّا مَا يُوحٰٓى اِلَيَّۚ

 

Ta’lîliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Menfi muzari fiil cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Nefy harfi  اِنْ  ve istisna edatıyla oluşan kasr, fiil ve mef’ûl arasındadır.

Nefy harfi  اِنْ  ve istisna edatıyla oluşan kasr, Allah’ın vahyine tabi olmakla alakalıdır ve izafî bir kasrdır.  لا أُبَلِّغُ إلّا ما أُوحِيَ إلَيَّ دُونَ أنْ يَكُونَ المُتَّبَعُ شَيْئًا مُخْتَرَعًا حَتّى أتَصَرَّفَ فِيهِ بِالتَّغْيِيرِ والتَّبْدِيلِ  (Ben sadece bana vahyolunan şeyi tebliğ ediyorum. Uydurulmuş bir şeye tabi olmuyorum ki kendim değiştireyim.) demektir. İzafî olduğunun karînesi; onların ortaya attıkları şeyi reddetmek için gelen bir cevap olmasıdır. (Âşûr)

Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başka mef'ûllere değil zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. O mef’ûlde vaki olan başka fiiller vardır. Ama kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası da muzari fiil cümlesidir. Muzari fiiller hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder.

Bu cevapta, onların ikinci isteklerinin yerine getirilmesinin  imkânsız olduğunun beyanı ile yetinilmemesi, onların birinci isteklerinin (Kur’an'ın değiştirilmesinin) de yerine getirilmesinin  imkânsızlığına delalet eder. Çünkü onların birinci isteklerinin  imkânsızlığına delalet, eden cevap, ikinci isteklerinin de  imkânsızlığına evleviyetle delalet eder. (Ebüssuûd)


اِنّ۪ٓي اَخَافُ اِنْ عَصَيْتُ رَبّ۪ي عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ

 

Ayetteki ikinci ta’lil cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi olup faide-i haber inkârî kelamdır. Müsned konumundaki mazi fiil hudûs ve hükmü takviye ifade eder.

اِنْ عَصَيْتُ  cümlesi itiraziyye olarak fasılla gelmiş, şart üslubunda haberî isnaddır. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri;  فإنّي أخاف عذاب اللَّه  (Muhakkak ki Allah’ın azabından korkarım.) şeklindedir.

رَبّ۪ي  izafeti, muzâfun ileyhin şanı içindir.

يَوْمٍ عَظ۪يمٍ  sıfat tamlamasıdır.  عَذَابَ يَوْمٍ  ibaresinde, mecazî isnad vardır.

اَتَّبِعُ  - عَصَيْتُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

عَذَابَ  ve  يَوْمٍ  kelimelerinin nekreliği farklı, bilinmeyen bir mana taşıdığına işaret eder.
Yunus Sûresi 16. Ayet

قُلْ لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا تَلَوْتُهُ عَلَيْكُمْ وَلَٓا اَدْرٰيكُمْ بِه۪ۘ فَقَدْ لَبِثْتُ ف۪يكُمْ عُمُراً مِنْ قَبْلِه۪ۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ  ...


De ki: “Eğer Allah dileseydi, ben size onu okumazdım, Allah da size onu bildirmezdi. Ben sizin aranızda bundan (Kur’an’ın inişinden) önce (kırk yıllık) bir ömür yaşadım. Hiç düşünmüyor musunuz?”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 لَوْ şayet
3 شَاءَ dileseydi ش ي ا
4 اللَّهُ Allah
5 مَا
6 تَلَوْتُهُ bunu okumazdım ت ل و
7 عَلَيْكُمْ size
8 وَلَا
9 أَدْرَاكُمْ ve size hiç bildirmezdi د ر ي
10 بِهِ bunu
11 فَقَدْ elbette
12 لَبِثْتُ geçirdim ل ب ث
13 فِيكُمْ sizin aranızda
14 عُمُرًا belli bir ömür ع م ر
15 مِنْ
16 قَبْلِهِ daha önce ق ب ل
17 أَفَلَا
18 تَعْقِلُونَ hiç düşünmüyor musunuz? ع ق ل
دري Deraye : دِرايَة Kurnazlık ve bir tür hile ile elde edilen bilgi. دَرِيّة atış eğitiminin yapıldığı hedef. Ayrıca bu kelime avcının avı ürkütmemek ve arkasına gizlenip ava ok atmak/ ateş etmek için ayakta beklettiği deve anlamına da gelir. Bu köke ait مِدْرَى koyun boynuzuna denir; çünkü koyun onunla kendini savunmaktadır. Kuran’da و ما أدْرىكَ sözünün zikredildiği her yerde onun peşinden açıklaması yapılmıştır. Örneğin وَمَا أَدْرَاكَ مَا هِيَهْ 101/10-11 وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا لَيْلَةُ الْقَدْرِۜ 97/2-3 وَمَآ أَدْرَىٰكَ مَا ٱلْحَآقَّةُ 69/3 Ancak yine Kuran-ı Kerim’de و ما يُدْرِيكَ sözünün zikredildiği her yerde ise peşinden herhangi bir açıklama yapılmamıştır. Örneğin; وَمَا يُدْر۪يكَ لَعَلَّهُ يَزَّكّٰىۙ 80/3 اَللّٰهُ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ وَالْم۪يزَانَۜ وَمَا يُدْر۪يكَ لَعَلَّ السَّاعَةَ قَر۪يبٌ42/12 دِرايَةٌkelimesi Yüce Allah hakkında kullanılmaz. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de iki farklı fiil babı olarak 29 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri dirayet ve (lâ) edrîdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

قُلْ لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا تَلَوْتُهُ عَلَيْكُمْ وَلَٓا اَدْرٰيكُمْ بِه۪ۘ فَقَدْ لَبِثْتُ ف۪يكُمْ عُمُراً مِنْ قَبْلِه۪ۜ

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir. Mekulü’l-kavli,  لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ ’dur.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

لَوْ  gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. 

شَٓاءَ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

Şartın cevabı  مَا تَلَوْتُهُ عَلَيْكُمْ ’dur. 

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَلَوْتُهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

عَلَيْكُمْ car mecruru  تَلَوْتُهُ  fiiline  müteallıktır. 

وَ  atıf harfidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

اَدْرٰيكُمْ  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  

بِه۪  car mecruru  اَدْرٰيكُمْ  fiiline müteallıktır.

فَ   ta’liliyyedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  لَبِثْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur.

ف۪يكُمْ  car mecruru  لَبِثْتُ  fiiline müteallıktır.  عُمُراً  zaman zarfı, لَبِثْتُ  fiiline müteallıktır.  مِنْ قَبْلِه۪  car mecruru  لَبِثْتُ  fiiline müteallıktır. 


اَفَلَا تَعْقِلُونَ

 

Hemze inkârî istifhamdır.  فَ  atıf harfidir.  لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَعْقِلُونَ  muzari fiili  نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

قُلْ لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا تَلَوْتُهُ عَلَيْكُمْ وَلَٓا اَدْرٰيكُمْ بِه۪ۘ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli şart üslubunda haberî isnaddır.  شَٓاءَ اللّٰهُ  müspet mazi fiil sıygasında şart fiilidir. Cevap cümlesi  مَا تَلَوْتُهُ عَلَيْكُمْ  ise menfi mazi fiil sıygasında gelmiştir. Aynı üsluptaki  لَٓا اَدْرٰيكُمْ  cümlesi, şart cümlesine tezâyüf sebebiyle atfedilmiştir.

Cümledeki iki mazi fiil farklı harflerle olumsuzlanmıştır.

مَا  harfi mazi fiili olumsuzladığı zaman kasemin cevabı menzilindedir. (Kitâbu Sîbeveyhi 2/593)  لَٓا , daha çok istikbal ifade eden muzari fiile dahil olur, hatta nahivcilere göre bu harf sadece gelecek manasına mahsustur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 281)

قُلْ  emri, ayetin muhtevasına son derece önem verildiğini göstermek içindir. Çünkü bu kelam, Kur’an'ın, Allah'ın emir ve iradesine dayandığının açık delilidir. 

Kıraat değil, tilavet fiilinin kullanılmış olması da bunu destekler niteliktedir. (Ebüssuûd)

Çoğunlukla olduğu gibi burada da cezanın delaleti sebebiyle  شَٓاءَ  fiilinin mef’ûlu hazf edilmiştir. (Âşûr)


  فَقَدْ لَبِثْتُ ف۪يكُمْ عُمُراً مِنْ قَبْلِه۪ۜ

 

فَ  ta’liliyye,  قَدْ  tekid harfidir. Cümle müspet muzari fiil sıygasında, lâzım-ı faide-i haber talebî kelamdır. 

عُمُراً ’daki tenvin kesret ifade eder.

ف۪يكُمْ  ibaresinde, zarfiyye anlamındaki  ف۪ي  harf-i cerinde istiare vardır.

Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatıdır.


 اَفَلَا تَعْقِلُونَ

 

Ayetin fasılası mukadder istînâfa matuftur. Takdir şöyle olabilir:  أغاب عنكم ذلك فلا تعقلون   (O sizin gözünüzün önünde olmadığı için akletmiyor musunuz?)

Menfi muzari fiil cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkâr, taaccüp ve tevbih manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

اَفَلَا تَعْقِلُونَ  cümlesi çok büyük bir kınama ifadesidir. Anlam ise “Yaptığınız şeyin çirkin olduğuna akıl erdiremiyor musunuz ki bu fiillerin kötülüğü sizi onları yapmaktan alıkoymuyor? Âdeta akılları örtülmüş kimseler gibisiniz. Çünkü akıl bu tür şeylerden kaçınır, bunları reddeder.” şeklindedir. (Keşşâf, Araf Suresi, 169)

Kur’an’daki fasılalar, kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan  تَعَقُّل  kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken  لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ  gibi tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ  ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكُّر) geleceğe yol bulmaları (تَدَبُّر) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise  تَفَقُّه  kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
Yunus Sûresi 17. Ayet

فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَوْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِه۪ۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْمُجْرِمُونَ  ...


Artık, Allah’a karşı yalan uydurandan veya O’nun âyetlerini yalanlayandan daha zâlim kimdir? Şüphe yok ki (böyle) suçlular asla kurtuluşa ermezler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَمَنْ kim olabilir?
2 أَظْلَمُ daha zalim ظ ل م
3 مِمَّنِ kimseden
4 افْتَرَىٰ uyduran ف ر ي
5 عَلَى karşı
6 اللَّهِ Allah’a
7 كَذِبًا yalan ك ذ ب
8 أَوْ yahut
9 كَذَّبَ yalanlayandan ك ذ ب
10 بِايَاتِهِ O’nun ayetlerini ا ي ي
11 إِنَّهُ şüphesiz
12 لَا
13 يُفْلِحُ kurtuluşa eremezler ف ل ح
14 الْمُجْرِمُونَ suçlular ج ر م

Müşrikler bir yandan Allah’ın zâtı, sıfat ve fiilleri hakkında asılsız sözler uydurup söylemek, bir yandan da O’nun, peygamberi vasıtasıyla gönderdiği çok önemli açıklamaları inkâr etmek suretiyle insana verilen kabiliyetleri yersiz bulmakta ve kötüye kullanmakta, bu mânada kendilerine en büyük zulmü reva görmektedirler.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 3 Sayfa: 91

لبث Lebese: Bu fiil bir yerde oradan nadiren ayrılarak kalmak ya da ikamet etmektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de 31 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim’de 10’dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَوْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِه۪ۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَنْ  istifham ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَظْلَمُ haberdir. İsm-i tafdil kalıbındandır.

İsmi tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. ‘Daha’ manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzaf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنْ  müşterek ism-i mevsûlu  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte  اَظْلَمُ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

افْتَرٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ‘dir.  عَلَى اللّٰهِ  car mecruru  افْتَرٰى  fiiline müteallıktır.  الْكَذِبَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder.  كَذَّبَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  بِاٰيَاتِه۪  car mecruru  كَذَّبَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَوْ : Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَذَّبَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındadır. Sülâsîsi  كذب ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir.

افْتَرٰى  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  فري ’dır.

İftial babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 


 اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْمُجْرِمُونَ

 

İsim cümlesidir.  إِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

هُ  muttasıl zamiri  إِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

لَا يُفْلِحُ  cümlesi  إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُفْلِحُ  merfû muzari fiildir. 

الْمُجْرِمُونَ  fail olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

الْمُجْرِمُونَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَوْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِه۪ۜ

 

فَ  istînâfiyyedir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olup sübut ifade eden isim cümlesidir.

İstifham ismi  مَنْ  mübteda konumundadır. 

İnkarî manadadır. Burada zulüm; haddi aşmak manasındadır. Çünkü burada zikredilen iki fiil de en büyük zulümdür. Allah'a yalan isnad etmek ve ayetlerini yalanlamak haddi aşmak ve zulümdür. (Âşûr)

Soru kastı taşımayıp tevbih ve inkâri anlama gelen cümle, mecâz-ı mürsel mürekkebtir. 

Ayrıca mütekellimin Allah Teâlâ olduğu istifhamda tecâhül-i ârif sanatı, lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır.

Müsnedi olan  اَظْلَمُ  ism-i tafdil kalıbındadır. Mübalağa  ifade eder. Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası  افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelmiş haberî isnaddır.

اَوْ  atıf harfiyle sıla cümlesine atfedilen  كَذَّبَ بِاٰيَاتِه۪  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

كَذِباً ’deki tenvin taklîl ve tahkir ifade eder.

بِاٰيَاتِه۪  izafetine Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan ayetler şan ve şeref kazanmıştır.

İstifham ismi olan  مَنْ  ile ism-i mevsûl olan  مَنْ  arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً  ibaresi Kur’an’da 8 kere geçer. Bunların üçü bu surededir. Diğer ikisi, 93 ve 144 ayetlerdedir. Bu ayetler arasında tekrîr ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

İktibas ve telmih arasındaki fark: İkisi de bir başka ayetten/yerden alıntı yapmak demektir. Alıntı ayetten olur ama isim ve numara verilmezse iktibas, ayet ve numara bildirilirse istidlal olur. Adını zikretmeksizin bir şiir, kıssa veya meselden alıntı yapılırsa buna da telmih denir. 

Ayette iktibas sanatı vardır. 

كَذَّبَ  fiili umumi olarak yalanlamak demektir. Ancak Kur’an-ı Kerim’de sadece Allah’ı, ahireti, dini yalanlamak konularında kullanılmıştır.

كَذِباً - كَذَّبَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَظْلَمُ  -  يُفْلِحُ  kelimeleri arasında tıbak-ı hafî sanatı vardır. 

İftira, ancak yalanla yapıldığı halde ayette ayrıca  كَذِباً  (yalan) kelimesinin zikredilmesi o kâfirlerin, Peygambere (sav) zımnen izafe ve sarahaten isnat ettikleri şeylerin Allah'a karşı iftira ve yalan olduğunu bildirir.

Bazı iftiralar vardır ki onun yalanı sadece isnadındadır. Mesela: Zeyd'in suçunun Amr'e isnat edilmesi gibi. Bu ifade tarzı, Peygamberin (sav), Allah'a karşı iftiradan beri olduğunu kuvvetle ifade etmek içindir.(Ebüssuûd)


 اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْمُجْرِمُونَ

 

Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  اِنَّ ’nin haberi menfi muzari fiil sıygasında gelmiştir.  اِنَّهُ ’daki  هُ , şan zamiridir. Müennes olursa kıssa zamiri denir.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayrıca muzari fiil teceddüt, tecessüm ve zem makamında olduğunda istimrar ifade eder.

Buradaki  إنَّ , mahzuf bir cümlenin illeti manasındadır. 

Cümlenin tekid harfiyle tekid edilmesi; mücrimlerin umumunu kapsaması içindir. Çünkü onlar suçlu olduklarını inkâr ediyorlardı. Şan zamiri de bu haberin önemine delalet eder. (Âşûr)

الْمُجْرِمُونَ - كَذِباً - اَظْلَمُ  - افْتَرٰى  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Yunus Sûresi 18. Ayet

وَيَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَضُرُّهُمْ وَلَا يَنْفَعُهُمْ وَيَقُولُونَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شُفَعَٓاؤُ۬نَا عِنْدَ اللّٰهِۜ قُلْ اَتُنَبِّؤُ۫نَ اللّٰهَ بِمَا لَا يَعْلَمُ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِۜ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ  ...


Allah’ı bırakıp, kendilerine ne zarar, ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve “İşte bunlar Allah katında bizim şefaatçılarımızdır” diyorlar. De ki: “Siz, Allah’a göklerde ve yerde O’nun bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz!? O, onların ortak koştukları şeylerden uzaktır, yücedir.”.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَعْبُدُونَ ve ibadet ediyorlar ع ب د
2 مِنْ
3 دُونِ bırakıp د و ن
4 اللَّهِ Allah’ı
5 مَا şeylere
6 لَا hiç
7 يَضُرُّهُمْ bir zararı olmayan ض ر ر
8 وَلَا ve
9 يَنْفَعُهُمْ yararı olmayan ن ف ع
10 وَيَقُولُونَ ve diyorlar ki ق و ل
11 هَٰؤُلَاءِ bunlar
12 شُفَعَاؤُنَا bizim şefaatçilerimizdir ش ف ع
13 عِنْدَ katında ع ن د
14 اللَّهِ Allah
15 قُلْ de ki ق و ل
16 أَتُنَبِّئُونَ bildiriyor musunuz? ن ب ا
17 اللَّهَ Allah’a
18 بِمَا bir şeyi
19 لَا
20 يَعْلَمُ bilmediği ع ل م
21 فِي
22 السَّمَاوَاتِ göklerde س م و
23 وَلَا ve
24 فِي
25 الْأَرْضِ yerde ا ر ض
26 سُبْحَانَهُ O münezzehtir س ب ح
27 وَتَعَالَىٰ ve yücedir ع ل و
28 عَمَّا
29 يُشْرِكُونَ ortak koştuklarından ش ر ك

“Göklerde ve yerde Allah’ın bilmediği bir şeyi O’na bildirmeye mi kalkışıyorsunuz?” cümlesi şu anlama gelmektedir: Siz O’nun ortağından veya O’nun katında şefaatçiden söz ederek –hâşâ– Allah’a bilmediğini öğretmeye kalkışıyorsunuz. Eğer tanrılıkta Allah’a ortak olacak ve O’nun nezdinde şefaat görevi yapacak varlıklar olsaydı bunları herkesten önce Allah bilirdi, kullarına da O bildirirdi. Âyette, başka birçok bakımdan olduğu gibi bu yönden de putperestliğin saçma bir inanç olduğuna işaret edilmektedir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 3 Sayfa: 91

وَيَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَضُرُّهُمْ وَلَا يَنْفَعُهُمْ وَيَقُولُونَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شُفَعَٓاؤُ۬نَا عِنْدَ اللّٰهِۜ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  يَعْبُدُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مِنْ دُونِ  car mecruru  يَعْبُدُونَ ’deki failin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri;  متجاوزين الله şeklindedir.

اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûl, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَضُرُّهُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَضُرُّهُمْ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ‘dir.  هُمْ zamiri يَضُرُّ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

لَا يَنْفَعُهُمْ  ifadesi, atıf harfi  وَ ’la  sıla cümlesine matuftur.

وَ  atıf harfidir.  يَقُولُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شُفَعَٓاؤُ۬نَا ’dır.  يَقُولُونَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

هٰٓؤُ۬لَٓاءِ  işaret ismi, mübteda olarak mahallen merfûdur.  شُفَعَٓاؤُ۬نَا  haber olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

عِنْدَ mekân zarfı,  شُفَعَٓاؤُ۬نَا ’ya müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 


قُلْ اَتُنَبِّؤُ۫نَ اللّٰهَ بِمَا لَا يَعْلَمُ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِۜ 

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

Mekulü’l-kavli  اَتُنَبِّؤُ۫نَ اللّٰهَ ’dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

Hemze istîfham harfidir.  تُنَبِّؤُ۫نَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اللّٰهَ  lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

مَٓا  müşterek ism-i mevsûlu,  بِ  harfiyle birlikte  تُنَبِّؤُ۫نَ  fiiline müteallıktır. İsm-i  mevsûlun sılası  لَا يَعْلَمُ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَعْلَمُ  merfû muzari fiildir.  Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.

فِي السَّمٰوَاتِ  car mecruru  يَعْلَمُ  fiiline müteallıktır.

وَ  atıf harfidir.  لَا  zaiddir. Nefy harfinin tekrarı, olumsuzluğu tekid içindir. فِي الْاَرْضِ  car mecruru  فِي السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur.

تُنَبِّؤُ۫نَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  نبأ ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

 سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ

 

سُبْحَانَهُ  mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Takdiri;  نسبح (tesbih ederiz) şeklindedir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  تَعَالٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  عَنْ  harf-i ceriyle birlikte  تَعَالٰى  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  يُشْرِكُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يُشْرِكُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

يُشْرِكُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  شرك ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

وَيَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَضُرُّهُمْ وَلَا يَنْفَعُهُمْ وَيَقُولُونَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شُفَعَٓاؤُ۬نَا عِنْدَ اللّٰهِۜ

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

يَعْبُدُونَ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsul  مَٓا ’nın sılası  لَا يَضُرُّهُمْ وَلَا يَنْفَعُهُمْ , menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Nefy harfinin tekrarı tekid ifade etmiştir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

دُونِ اللّٰهِ  izafeti, gayrının tahkiri içindir. 

وَ ’la sılaya atfedilen müspet muzari fiil cümlesi …وَيَقُولُونَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ  faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

يَقُولُونَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شُفَعَٓاؤُ۬نَا  cümlesi, isim cümlesi formunda gelerek sübut ifade etmiştir. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, mütekellimin işaret edilene tazim kastını ifade eder. 

عِنْدَ اللّٰهِ  izafeti, muzâfın şanı içindir.

لَا يَضُرُّهُمْ  ve  لَا يَنْفَعُهُمْ  ibaresinde nefy harfinin zarar ve faydaya ayrı ayrı dahil olması bu iki özelliğin tek başına mevcudiyetinin de mümkün olduğunun göstergesidir.

يَضُرُّهُمْ - يَنْفَعُهُمْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Bu ayet  وإذا تُتْلى عَلَيْهِمْ آياتُنا بَيِّناتٍ  şeklindeki 15. ayete matuftur. Kıssanın kıssaya atfıdır. 15. ayette buyurulduğu gibi kendilerine Kur’an okunduğunda  ائْتِ بِقُرْآنٍ غَيْرِ هَذا  diyen kâfirlerden bahseden başka bir kıssadır. Onların küfrü putlara tapmaları ve bu putların Allah katında kendilerine şefaatçi olduğunu söylemeleridir. Bu iki kıssadaki ortak nokta; küfürlerini alay, hakir görme şeklinde göstermeleri ve onları küfre sürükleyen bir özürleri olduğunu vehmetmeleridir. (Âşûr)

Zararın, menfaate takdim edilmesi; müşriklerden putlara tapmayı bırakmaları istendiği içindir. Onların önde gelenleri, kölelerini ve çocuklarını başlarına gelecek zararla korkuturlardı. (Âşûr)


قُلْ اَتُنَبِّؤُ۫نَ اللّٰهَ بِمَا لَا يَعْلَمُ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِۜ

 

Müstenefe olan cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan …اَتُنَبِّؤُ۫نَ اللّٰهَ, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen alay, tevbih ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’ın müteallakı  اَتُنَبِّؤُ۫نَ  fiilidir. Sılası olan …لَا يَعْلَمُ  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Nefy harfi  لَا ’nın tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.

Bilinmeyenlerin yeryüzündekiler ve gökyüzündekiler olarak belirtilmesi, taksim sanatıdır.

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı icab sanatı vardır.

قُلْ - يَقُولُونَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

فِي السَّماواتِ ولا في الأرْضِ  ifadesi  ما  isminden sonra gelen ve  بِما لا يَعْلَمُهُ  şeklinde takdir edilen mahzuf bir zamire ait haldir. وَلَا فِي الْاَرْضِۜ  ifadesinde atıftan sonra nefy harfinin tekrarı olumsuzluk manasını artırmak içindir. (Âşûr)


 سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.

سُبْحَانَكَ  ifadesi, takdiri  نسبّح  olan fiilin mef’ûlü mutlakıdır.  سُبْحَانَهُ  itiraz cümlesidir. Zalimlerin iddialarının batıl olduğunu açıklar. Ebüssuûd şöyle der: سُبْحَانَ  kelimesinin  سبح ’dan türemiş, tef’il kalıbına nakledilmiş ve masdara dönüşmüş olmasında kimseye gizli kalmayan belli bir tenzih ifadesi vardır. Manası şöyledir: “Allah'ı O’na yakışır bir şekilde tenzih ederim.” (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)

وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ cümlesi makabline matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl تَعَالٰى , مَّا ’ya müteallıktır. Sılası olan  يُشْرِكُونَ , muzari fiil sıygasında gelerek istimrar, teceddüt ve tecessüme işaret etmiştir. 

سُبْحَانَهُ  kelimesinde Kur’an’da geçen diğer 10. ayetle iktibas sanatı vardır.


Yunus Sûresi 19. Ayet

وَمَا كَانَ النَّاسُ اِلَّٓا اُمَّةً وَاحِدَةً فَاخْتَلَفُواۜ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ ف۪يمَا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ  ...


İnsanlar (başlangıçta tevhit inancına bağlı) tek bir ümmet idiler; sonra ayrılığa düştüler. Eğer (azabın ertelenmesiyle ilgili olarak ezelde) Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı, ayrılığa düştükleri hususlarda aralarında derhal hüküm verilir (işleri bitirilir)di.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve
2 كَانَ değildir ك و ن
3 النَّاسُ insanlar ن و س
4 إِلَّا ancak
5 أُمَّةً bir ümmettir ا م م
6 وَاحِدَةً tek و ح د
7 فَاخْتَلَفُوا sonradan ayrılığa düştüler خ ل ف
8 وَلَوْلَا eğer olmasaydı
9 كَلِمَةٌ bir takdir ك ل م
10 سَبَقَتْ önceden belirlenmiş س ب ق
11 مِنْ
12 رَبِّكَ Rabbin tarafından ر ب ب
13 لَقُضِيَ kesin hüküm verilirdi ق ض ي
14 بَيْنَهُمْ aralarında ب ي ن
15 فِيمَا şeylerde
16 فِيهِ onda
17 يَخْتَلِفُونَ ayrılığa düştükleri خ ل ف

İnsanların inanç bakımından tek ümmet, aynı inancı paylaşan topluluk olmaları iki şekilde anlaşılmıştır: a) Allah’ın insanlara verdiği akıl, onu şaşırtan başka faktörler devreye girmediği takdirde insanı Allah’ın varlık ve birliği inancına götürür. Bu bakımdan bütün insanlar potansiyel olarak tevhid inancını paylaşabilecek kabiliyette yaratılmışlardır, ancak aklın doğru işletilmesini engelleyen iç ve dış faktörler devreye girmiş ve insanlar Tanrı inancı konusunda farklılaşmışlardır. b) Allah’ın yarattığı ilk insan ve ilk topluluk tevhid inancını paylaşmaktaydı, sonra birçok iç ve dış etki onların bir kısmını bu inançtan saptırdı, ihtilâfa düşürdü. Dünya imtihan dünyası olduğu, Allah insanların inanç ve amellerinin sonucunu âhirette açıklamayı, ödül ve cezayı da orada vermeyi murat ettiği, ezelde böyle dilediği için bu ihtilâf devam edecek, müminlerin yanında inkârcılar da olacaktır.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri

 Cilt: 3 Sayfa: 93

وَمَا كَانَ النَّاسُ اِلَّٓا اُمَّةً وَاحِدَةً فَاخْتَلَفُواۜ 

 

وَ  atıf  harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

النَّاسُ  kelimesi  كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur. اِلَّٓا  hasr edatıdır.  اُمَّةً  kelimesi  كَانَ haberi olup lafzen mensubdur.  وَاحِدَةً  kelimesi  اُمَّةً ’in sıfatı olup lafzen mansubdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ) dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

Hakiki Sıfat:

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred Olan Sıfatlar:

Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsufuna: Cinsiyet, adet, marifelik-nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayr-ı âkil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 

1. İsim cümlesi olan sıfatlar, 

2. Fiil cümlesi olan sıfatlar, 

3. Şibhi cümle olan sıfatlar.

Not: Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi

فَ  atıf harfidir. اخْتَلَفُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 


 وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ ف۪يمَا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ

 

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَوْلَا  cezmetmeyen şart edatıdır. 

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi) 

كَلِمَةٌ  mübteda olup lafzen merfûdur. Haberi mahzuftur. Takdiri;  موجودة  (mevcuttur) şeklindedir.

سَبَقَتْ  cümlesi  كَلِمَةٌ ’un sıfatı olarak mahallen merfûdur. 

سَبَقَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى ‘dir.

مِنْ رَبِّكَ  car mecruru  كَلِمَةٌ ’un mahzuf  sıfatına müteallıktır.

لَ  harfi  لَوْلَا ’in cevabının başına gelen rabıtadır.  قُضِيَ  elif üzere mukadder fetha ile mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.

بَيْنَهُمْ  mekân zarfı,  قُضِيَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مَٓا  müşterek ism-i mevsûlu,  ف۪ي  harf-i ceriyle birlikte  قُضِيَ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  يَخْتَلِفُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يَخْتَلِفُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

ف۪يهِ  car mecruru  يَخْتَلِفُونَ  fiiline müteallıktır.

يَخْتَلِفُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındandır. Sülâsîsi  خلف ’dir.

İftial babı fiille mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.

وَمَا كَانَ النَّاسُ اِلَّٓا اُمَّةً وَاحِدَةً فَاخْتَلَفُواۜ

 

Ayet, وَ ’la  …وَيَعْبُدُونَ  cümlesine atfedilmiştir. وَ ’ın istînâfiyye olması da caizdir.

كَانَ ’nin dahil olduğu menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  مَا  ve  اِلَّٓا  ile oluşan kasr,  كَانَ ’nin ismiyle haberi arasındadır. Ümmet olmak, insana kasredilmiştir. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.

Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  فَاخْتَلَفُوا  cümlesi, makabline matuftur.

اخْتَلَفُوا  kelimesinde irsâd sanatı vardır.

النَّاسُ  “Belli insanlar”dan maksat, Arap ve İbrani gibi akraba kavimler demek olduğu, öbürlerinin de aslında onlar gibi olduğu mukayese yoluyla anlatılmış olur. (Elmalılı Hamdi Yazır)

Bu ayet bize tevhid ve İslam'ın, kadim bir din olduğunu, bütün insanların fıtrat ve teşri olarak onun üzerinde ittifak ettiklerini, şirk ve şubelerinin ise azgınların ve asilerin cumhurun hilafına, cehaletle icad ettikleri bir takım davranış bozuklukları bulunduğunu gösterir. (Ebüssuûd)

Kasr üslubu haberi mübalağalı olarak tekid içindir. Çünkü şehir kurallarının ve tarihi gerçeklerin en üst sıralarında yer alan önemli ve harika bir haberdir. Kasr; müspet bir şey için olumlu bir haber verirken bunun dışındakiler için de olumsuz haber verdiği için tekid üzerine tekiddir. Bu üslup; inkârı tekidli olarak reddetmekten daha kuvvetli bir üsluptur. Bunun için şiddetli bir şekilde inkârı reddeder. (Âşûr)

النّاسُ  kelimesi beşer için kullanılan çoğul manası olan bir isimdir. Başındaki tarif istiğrak içindir.  الأُمَّةُ  kelimesi de aynı şey üzerinde ittifak etmiş büyük bir topluluğu ifade eder. (Âşûr)


 وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ ف۪يمَا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ

 

İstînâfa matuf cümle, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.  لَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ  cümlesi, menfi isim cümlesi şeklinde gelerek sübut ifade etmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan  كَلِمَةٌ ’un haberi mahzuftur. Müspet mazi fiil sıygasındaki  سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ  cümlesi,  كَلِمَةٌ  için sıfattır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimi olarak ıtnâb sanatıdır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ ف۪يمَا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ  cümlesi  لَوْ ’in cevabıdır. 

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  قُضِيَ  , مَا  fiiline müteallıktır. Sılası  ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ , muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüme işaret etmiştir. 

Burada hitabın yalnız Resulullah'a (sav) tevcihi, Rabb kelimesinin, Resulullah'ın (sav) yerini tutan zamire izafesi, Allah Teâlâ'nın Resulullah hakkında ziyadesiyle lütufkâr olduğunu belirtmek içindir. (Ebüssuûd)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

اخْتَلَفُوا - يَخْتَلِفُونَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

كَلِمَةٌ  lafzındaki tenkir tazim içindir.


Yunus Sûresi 20. Ayet

وَيَقُولُونَ لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۚ فَقُلْ اِنَّمَا الْغَيْبُ لِلّٰهِ فَانْتَظِرُواۚ اِنّ۪ي مَعَكُمْ مِنَ الْمُنْتَظِر۪ينَ۟  ...


“Ona (peygambere) Rabbinden bir mucize indirilse ya!” diyorlar. De ki: “Gayb ancak Allah’ındır. Bekleyin, şüphesiz ben de sizinle birlikte bekleyenlerdenim!”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَقُولُونَ ve diyorlar ق و ل
2 لَوْلَا keşke
3 أُنْزِلَ indirilse ن ز ل
4 عَلَيْهِ ona
5 ايَةٌ bir mucize ا ي ي
6 مِنْ
7 رَبِّهِ Rabbinden ر ب ب
8 فَقُلْ de ki ق و ل
9 إِنَّمَا ancak
10 الْغَيْبُ gayb غ ي ب
11 لِلَّهِ Allah’ındır
12 فَانْتَظِرُوا bekleyin ن ظ ر
13 إِنِّي elbette ben de
14 مَعَكُمْ sizinle birlikte
15 مِنَ
16 الْمُنْتَظِرِينَ bekleyenlerdenim ن ظ ر

Müşrikler Hz. Peygamber’in tevhid çağrısına karşı itirazlarına devam ederek yeni bir Kur’an talebinden sonra bu defa da yeni bir işaret (mûcize, âyet) istiyorlar. Meâlde “işaret” diye tercüme edilen âyet kelimesi, “Kur’an âyeti, mûcize, insanı Allah’a inanmaya götüren işaretler, nişanlar” gibi anlamlarda kullanılmaktadır. Mûcizeler hem Allah’ın varlığını hem de Peygamber’in doğru söylediğini gösteren işaret ve delillerdir, ancak mûcizeyi yaratan, onu dilediği zaman peygamberine lutfeden Allah’tır, mûcize gayb âlemine dahildir; Allah yaratıp göstermedikçe peygamber tarafından bile bilinemez ve gösterilemez.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 3 Sayfa: 93

وَيَقُولُونَ لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۚ

 

Fiil cümlesidir.  يَقُولُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ ’dır.  يَقُولُونَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

لَوْلَا  cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için  هلا yani “Değil mi?” manasındadır.  اُنْزِلَ  fetha üzere mebni, meçhul mebni mazi fiildir.

عَلَيْهِ  car mecruru   اُنْزِلَ  fiiline müteallıktır.  اٰيَةٌ  naib-i fail olup lafzen merfûdur.  مِنْ رَبِّه۪  car mecruru   اُنْزِلَ  fiiline müteallıktır.

Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 فَقُلْ اِنَّمَا الْغَيْبُ لِلّٰهِ 

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن يقولوا هذا القول فقل  şeklindedir.

قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir.

Mekulü’l-kavli,  الْغَيْبُ لِلّٰهِ ’dir. قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اِنَّمَا , kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki  مَا  harfidir.  اِنَّ  harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur.  اِنَّ ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.

الْغَيْبُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  لِلّٰهِ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.


 فَانْتَظِرُواۚ اِنّ۪ي مَعَكُمْ مِنَ الْمُنْتَظِر۪ينَ۟

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri;  إن لم تؤمنوا فانتظروا (İnanmıyorsanız bekleyin.) şeklindedir.

انْتَظِرُواۚ  fiili  ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

Muttasıl zamir olan  ي  harfi  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

مَعَ  mekân zarfı,  الْمُنْتَظِر۪ينَ ’ye müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مِنَ الْمُنْتَظِر۪ينَ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.  الْمُنْتَظِر۪ينَ ’nin cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

انْتَظِرُٓوا  fiili, sülasi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İftiâl babındandır. Sülâsî mücerredi  نظر ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

مُنْتَظِرُونَ  sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَيَقُولُونَ لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۚ 

 

Ayet 18. ayetteki  يَعْبُدُونَ  cümlesine matuftur. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  يَقُولُونَ  fiilinin mekulü’l-kavline dahil olan  لَوْلَٓ  harfi, bu cümlede  هلا  manasındadır. 

لَوْلاَ  ‘meli/malı, değil mi, ...olsaydı ya’  manasında tahdid ilişkisi kurar. Muzariden önce teşvik, maziden önce kınama ve nedamet (pişmanlık) ifade eden bir edattır. Tahdid kelime olarak ‘teşvik’ anlamına gelse de terim olarak ‘bir işin yapılmasını ve onda gevşeklik gösterilmemesini şiddetle ve sertçe istemektir.’ Arz kelimesinde olduğu gibi yumuşaklık söz konusu değildir. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)

Mütekellimin alay amacına işaret eden cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. 

 اٰيَةٌ ’un nekre gelişi nev ifade eder.

 رَبِّه۪ۚ  izafeti, muzâfun ileyhin şanı içindir.

 

 فَقُلْ اِنَّمَا الْغَيْبُ لِلّٰهِ 

 

Rabıta  فَ ’si ile gelen cümle, takdiri  إن يقولوا هذا القول [Bu sözü söylerlerse] olan mahzuf şartın cevabıdır.

Şartın cevabı  اِنَّمَا الْغَيْبُ لِلّٰهِ  cümlesi  اِنَّمَا  kasr edatıyla tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  لِلّٰهِ  lafzı bu mahzuf habere müteallıktır.

اِنَّمَا , kasr edatı; siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Kasr, mübteda ve haber arasındadır.  الْغَيْبُ  maksûr,  لِلّٰهِ  maksûrun aleyhtir. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur. 

Bu örnekte olduğu gibi olumsuzluğun, maksûrun aleyh dışındaki her şeyi kapsadığı kasrlara hakiki tahkiki kasr denir. Yani hakiki kasrda maksûr, gerçekten de maksûrun aleyhe münhasırdır, başkasında bulunmaz. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّمَا  kasr edatıdır. Bu edat, ispat ifade eden  اِنَّ  ve nefy ifade eden  مَا ’nın birleşmesiyle meydana gelen bir edattır ve hasr (sınırlandırma) anlamı bildirir. Bu birleşim zikredilen şeylerin sabit olmasını ve bunların dışındaki şeylerin ise bulunmamasını gerektirir. Dolayısıyla bu ayette  اِنَّمَا  edatı, gaybı sadece Allah’ın bildiğine delalet eder.

يَقُولُونَ - قُلْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Burada benzerlerinden farklı olarak tefrî’ ifade eden  فَ  harfi gelmiştir. Bu harfle   

onların kelamının arkasından cevap geleceğine işaret edilmiştir. (Âşûr)

Kasr üslubu, onların “Peygamberin makamı hak ise onların istediği mucizeleri getirmesi gerektiği” şeklindeki itikatlarını ret içindir. Onlara göre istedikleri mucizeleri getirmemesi onun Allah tarafından gönderilmediğinin alametidir. Kasr üslubu onların bu inançlarını reddeder ve bu isteklerinin sırf insanların kafasını karıştırmak için olduğunu ifade eder. (Âşûr)


فَانْتَظِرُواۚ اِنّ۪ي مَعَكُمْ مِنَ الْمُنْتَظِر۪ينَ۟

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Emir üslubunda talebî inşaî isnad olan cümle, takdiri  إن لم تؤمنوا (inanmıyorsanız) şeklinde  olan mahzuf şartın cevabıdır. 

Şartın cevabı emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen tehaddi ve tahkir manalarına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Mahzuf şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.

اِنّ۪  ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مَعَكُمْ ’un müteallakı olan  اِنّ۪ nin haberi mahzuftur.

فَانْتَظِرُوا  kelimesinde irsâd vardır.

فَانْتَظِرُواۚ - الْمُنْتَظِر۪ينَ۟  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مَعَكم  şeklinde ifade edilen beraberlik mecazidir. Mutlak olarak beklemek manasında ortaklık için kullanılmıştır. (Âşûr)


Günün Mesajı
18. ayeti kerimede ''subhân'' kelimesi geçmektedir. Bu kelime suda veya havada hızla hareket etmek manasındaki se-be-ha kökünden türemiştir. Subhân kelimesi mastar şeklidir. Subhanallah; Allah teala'nın noksan sıfatlardan uzak olduğunu ifade eden bir sözdür. Namaz sonrası tesbihatta söylendiği gibi Allah teala'nın yarattığı mahlukat ve eserler karşısında duyulan hayret ve şaşkınlığı dile getirmek için de kullanılır. 
Sayfadan Gönüle Düşenler

Dünya dışında, başka bir alemin doğa harikalarından olan bir köşesinde, kendi halinde yaşayan bir kabile varmış. Akla gelen ve gelmeyen her türlü doğa güzelliği burada toplanmış. Ancak buranın bir özelliği varmış: doğanın her bir parçası, Allah’ın emir ve yasaklarını temsil ediyormuş. Bu yüzden yerliler, hepsine ayrı değer veriyor ve emanetlerine en güzel şekilde sahip çıkmaya çalışıyorlarmış. Yaratıcının en doğrusunu bildiğine ve kendileri için en hayırlısını dilediğine inanarak emirlerine itaatten başka ihtimali düşünmüyorlarmış.

Yaşadıkları mekan, bir gün, kendilerini üstün gören bir grup insan evladı tarafından keşfedilmiş. Onlar önce buraya hayran kalmış, sonra sahiplenmeye karar vermişler. İtaate davete burun kıvırmış ve kendilerinin daha iyisini bildiklerini iddia etmişler. Önce bastıkları her yeri kontrol etmeye kalkışmışlar, sonra bozulan düzeni kendilerince tamire çalışmışlar. Doğanın her parçasına yapılan müdahaleyi, yerliler şaşkınlık ve korkuyla izliyormuş.

Kabilenin yaşlıları, sonlarının geldiğine inanıyor ve büyüklerinin bu durumu görmediklerine şükrediyorlarmış. Gençlerinin meyil etmelerinden endişelenerek, onları uyarıyorlarmış: Bunlar önce Allah’ın sınırlarını aşarlar, sonra bozulanı düzeltmek için kendi kurallarını koyarlar. İnsan denilenin haline özenmeyin, her şey keyfine göre değişsin ister ama değiştirdiği halden de memnun kalmaz. Aradığı mutluluğa asla ulaşamaz. Çünkü hala huzurun Allah’a itaatte olduğunu keşfedememişler.

Allahım! Yeryüzünde rızanı kazanan kullarından olmamız için yardımcımız ve yol göstericimiz ol. Bizi; yalancılardan, ayetlerini yalanlayanlardan, günah yoluna sapanlardan, şirk koşanlardan, onların şerlerinden ve onlara meyil etmekten koru. Biz, Senden gelecek her hayrı bekleyenlerdeniz. İki cihanda da, nice hayırlara kavuşan salih kullardan olmak duasıyla.

Amin.

***

Kendine güvenmek önemli bir ihtiyaçtır. Fakat yokluğunun hayatı zorlaştırması gibi fazlası da zarar getirir. 

İnsanın kendi mantığına ve akıl kapasitesine dayanmasının sonu hüsrandır. Anlatılana değil, kontrolsüz bir şekilde anladığına önem verir. Olası hatalarını düzeltme çabasında değildir, kendisini destekleyenlerle beslenir. Haklılığına inandırmak için doğru bilgileri eksik paylaşır veya manasını değiştirir. Kimi alimleri küçümser ve sağlam bir gerekçe göstermeden onları alayla itibarsızlaştırmaya çalışır. Bazı kişilerden veya bazı konulardan bahsederken edep çizgilerini aşar ve bunu bir maharet sayar. Lafı evirir çevirir ve kendisini dinleyenlerin akıllarından çok nefislerine hitap eder.

Nefsin yeterince beslenmesi bir gerekliliktir. Fakat yokluğunun güçten düşürmesi gibi fazlası da çürütür.

Nefsinin isteklerine aşırı önem verip onun için yaşayanın sonu bazen dünyada ama asıl ahirette hiçliktir. Kendi aklının üstün gücünü temel göstermeden paylaşanların hali de nefisdendir. Doğru bilgilerle ya da haklı gerekçelerle kendisine karşı çıkıldığı zaman kusurlu olma ihtimalini değerlendirmek yerine aklına daha da sıkı sarılır. Sanki ayetlerle aydınlanan yeryüzünde, kibrin getirdiği şımarıklıkla kör ve sağır gibi dolaşır. Kısacası bugünün Allah’ın emirlerini keyfine göre yorumlayanları, eskilerin “değiştir, yenisi ile gel” diyenleriyle aynıdır.

Ey Allahım! Bizi nefsini gerektiği kadar besleyenlerden, bahşettiğin nimetlerden şükürle faydalananlardan ve herhangi bir dünyevi heves için aşırıya kaçma gafletinden koruduklarından eyle. Ki nefsimizle değil, kalbimizle yaşayalım. Bizi kendisine orta kararda güvenenlerden, ne kendisini ne de başkalarını ne de elindeki nimetleri küçümsemeden ya da yüceltmeden yaşayanlardan eyle. Ki her an, her şeyin Senden geldiği bilinciyle yürüyelim. Kibrin her türlüsünden ve hatalı olmamıza rağmen destek görmekten muhafaza buyur. Yanlışlarımızı düzeltmemiz, doğrularımızı çoğaltmamız için yar ve yardımcımız ol. Uhrevi ve dünyevi her konuda gereken bilgilerin doğrusunu, doğru kişilerden öğrenmemiz için daima iyi kullarınla karşılaştır. Bizi edep ve takva sahibi mütevazi salih kullarından eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji