اِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يَرْجُونَ لِقَٓاءَنَا وَرَضُوا بِالْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَاطْمَاَنُّوا بِهَا وَالَّذ۪ينَ هُمْ عَنْ اٰيَاتِنَا غَافِلُونَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | لَا |
|
|
4 | يَرْجُونَ | ummayan(lar) |
|
5 | لِقَاءَنَا | bize kavuşmayı |
|
6 | وَرَضُوا | ve razı olan(lar) |
|
7 | بِالْحَيَاةِ | hayatına |
|
8 | الدُّنْيَا | dünya |
|
9 | وَاطْمَأَنُّوا | ve gönüllerini kaptıran(lar) |
|
10 | بِهَا | ona |
|
11 | وَالَّذِينَ | ve olanlar |
|
12 | هُمْ | onlar |
|
13 | عَنْ | -den |
|
14 | ايَاتِنَا | bizim ayetlerimiz- |
|
15 | غَافِلُونَ | gafil(ler) |
|
“Allah’a kavuşma ümidi taşımamak”tan maksat âhirete inanmamaktır. Âhirette bütün insanlar yaratanın huzuruna çıkacak ve O’na hesap vereceklerdir; bu mânada her insan Allah ile buluşacaktır. Bu benzersiz buluşma ve karşılaşma kimileri için ebedî saadetin ilk basamağı, kimileri için de pişmanlığın, perişanlığın, rezilliğin ve hak edilen cezanın ilk adımıdır. İnsan kendi bilgi vasıtalarıyla âhireti bilemez, âhiret inancı “gayba iman”la gerçekleşir. Öldükten sonra dirilmeye, ebedî âlemde mutlu veya mutsuz bir hayatın bulunduğuna inanmayanların; bu imana götüren sayısız delilleri, kanıtları, nişanları görmeyenlerin; imanın insana verdiği feraset, sezgi ve irfandan mahrum olanların önlerinde yalnızca bu dünya hayatı vardır; burada ebedî kalmak isterler. Bu mümkün olmayınca olabildiği kadar uzun yaşamaya ve dünyadan zevk almaya bakar, burada mutlu olmanın yollarını ararlar. İmandan yoksun oldukları için bunların ibadetleri de olmaz. Ayrıca çıkar gütmeyen bir iyilik ve ödev duygusunun ancak derin ve samimi bir dinî inançla oluşacağı dikkate alındığında bunların ahlâkı da eksik, kusurlu, samimiyetten uzak ve –değişik açılardan da olsa– çıkar hesabına göre olur. Böyle bir hayatın sonu âyette bildirildiği gibi olacaktır. Dünyada meşrû olan faydalara (zevk, mutluluk) kapılarını kapatmamakla beraber bunları asıl mutluluğun gölgesi ve küçük örnekleri olarak gören, gönlü bunlara değil, ebedîye yönelen, Allah’ın rızâsını, O’na keyfiyetsiz yakınlığı ebedî nimetlerin en büyüğü ve en değerlisi bilen müminler ise dünyada kontrollü ve dengeli bir ömür geçirecekler, bu hayatın sonunda âyetin müjdelediği mutluluğa ereceklerdir. Cennette olanların artık dua ederek Allah’tan bir şey istemeye ihtiyaçları kalmamıştır, orada insanı mutlu kılacak bütün nimetler herkes için yeterince vardır. Burada Allah’a yakınlık ve gerçekleşen, tadılan, içinde yaşanan nimetler kula iki şey telkin etmekte, onu her an iki davranışa sevketmektedir: Biraz daha yaklaştıkları ve kemalini daha ziyade idrak ettikleri Allah’ı tenzih (kemalini idrak edip anmak, tesbih) ve nimetlere şükretmek, bu nimetleri bahşeden rabbi övmek (hamd).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 86-87
اِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يَرْجُونَ لِقَٓاءَنَا وَرَضُوا بِالْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَاطْمَاَنُّوا بِهَا
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, اِنَّ ’nin ism-i olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası لَا يَرْجُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَرْجُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
لِقَٓاءَنَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِقَٓاءَنَا izafetindeki نَا zamiri Allah’a ait azamet zamiridir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 421)
رَضُوا بِالْحَيٰوةِ الدُّنْيَا cümlesi atıf harfi وَ ’la sılaya matuftur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَضُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِالْحَيٰوةِ car mecruru رَضُوا fiiline müteallıktır. الدُّنْيَا kelimesi الْحَيٰوةِ ’nin sıfatı olup mukadder kesra ile mecrurdur.
اطْمَاَنُّوا بِهَا cümlesi atıf harfi وَ ’la sılaya matuftur. اطْمَاَنُّوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِهَا car mecruru اطْمَاَنُّوا fiiline müteallıktır.
وَالَّذ۪ينَ هُمْ عَنْ اٰيَاتِنَا غَافِلُونَۙ
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, atıf harfi وَ ’la önceki ism-i mevsûle matuf olup olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası هُمْ عَنْ اٰيَاتِنَا غَافِلُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
عَنْ اٰيَاتِنَا car mecruru غَافِلُونَ ’ye müteallıktır.
عَنْ harf-i ceri mecruruna mücaveze, sebep, kaynak-rivayet, bedel, hal, zaman – mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اٰيَاتِنَا izafetindeki نَا zamiri Allah’a ait azamet zamiridir.
غَافِلُونَ haber olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
غَافِلُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan غفل fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يَرْجُونَ لِقَٓاءَنَا وَرَضُوا بِالْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَاطْمَاَنُّوا بِهَا وَالَّذ۪ينَ هُمْ عَنْ اٰيَاتِنَا غَافِلُونَۙ
İstînâf cümlesidir, fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi bahsedilen kişilerin bilinen bir grup olduğunu belirtmesi yanında bu kişilere tahkir ifade eder.
İsm-i mevsûlün sılası olan لَا يَرْجُونَ لِقَٓاءَنَا cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لِقَٓاءَنَا izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan لِقَٓاءَ, şan ve şeref kazanmıştır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan وَرَضُوا بِالْحَيٰوةِ الدُّنْيَا cümlesi sıla cümlesine matuftur. Dünya hayatından razı olmaları mazi fiille gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Yine mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade eden وَاطْمَاَنُّوا بِهَا cümlesi وَ ’la sılaya atfedilmiştir.
لقاء Kelimesinin İzahı:
لقاء, bir şeye ulaşmak demektir. Bu, Allah hakkında imkânsızdır. Zira Allah, sınırdan ve bir nihayeti olmaktan münezzehtir. Şu halde bu tabirin “görmek” manasından mecaz kılınması, bu manaya alınması gerekir ki bu, açık ve net bir mecazdır. Nitekim birisini gördüğünde, لَقِيتُ فُلَانًا “Falancayla karşılaştım.” dersin. Bunu, Allah'ın mükâfatıyla karşı karşıya kalma anlamına hamletmek, daha fazla takdir yapmayı gerektirir ki bu, delilin hilâfına bir hareket tarzı olur.
Bil ki: Kesin delillerle sabit olmuştur ki insanın, ölümden sonra mutluluğu kendinde marifetullahın tecelli edip bu nurun kendisini iyice aydınlatmasıdır. İşte bu tecellinin en ileri derecesi rüyetullah (cemâlullahı görme) olup en büyük saadettir.
Binaenaleyh kim bunu arzulamaktan gafil olur, ondan yüz çevirir ve ölümden sonra da yeme, içme ve cinsî münasebet gibi maddi zevkler bulma arzusuyla yetinirse işte o kimse sapkınlardan olur. (Fahreddin er-Râzî)
Lisandaki yaygın kullanılışa göre وَاطْمَاَنُّوا اِلَيْهَا denilmesi beklenirdi. Fakat harf-i cerlerin birbirleri yerine kullanılması güzel ve uygundur. İşte bundan dolayı bu ayette وَاطْمَاَنُّوا بِهَا denilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
اطْمَاَنُّوا - يَرْجُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الدُّنْيَا - الْاٰخِرَة kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
لَا يَرْجُونَ لِقَٓاءَنَا cümlesinde üçüncü şahıstan birinci şahsa dönüş vardır. Aynı zamanda kavuşmanın büyüklüğünü ve şiddetini ifade etmek için لِقَٓاءَ kelimesi Allah’a ait zamire muzâf olarak getirilmiştir. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)
رجا fiili ümit edilen güzel şeyler için kullanılır.
Yine bahsi geçenleri tahkir kastıyla tekrarlanarak gelmiş olan, ikinci ism-i mevsûl birinciye matuftur. Sılası olan هُمْ عَنْ اٰيَاتِنَا غَافِلُونَ cümlesi mübteda ve haberden müteşekkil sübut ifade eden isim cümlesidir. Cümlede عَنْ اٰيَاتِنَا önemine binaen amili olan غَافِلُونَۙ ’ye takdim edilmiştir.
اٰيَاتِنَا izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اٰيَاتِ şan ve şeref kazanmıştır.
الَّذ۪ينَ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.