Yunus Sûresi 73. Ayet

فَكَذَّبُوهُ فَنَجَّيْنَاهُ وَمَنْ مَعَهُ فِي الْفُلْكِ وَجَعَلْنَاهُمْ خَلَٓائِفَ وَاَغْرَقْنَا الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنْذَر۪ينَ  ...

Onu yine de yalanladılar. Biz de onu ve onunla beraber gemide bulunanları kurtardık ve onları ötekilerin yerine geçirdik. Âyetlerimizi yalanlayanları da suda boğduk. Bak, uyarılan (fakat söz anlamayan)ların sonu nasıl oldu!
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَكَذَّبُوهُ yine de onu yalanladılar ك ذ ب
2 فَنَجَّيْنَاهُ ancak biz onu kurtardık ن ج و
3 وَمَنْ ve olanları
4 مَعَهُ onunla beraber
5 فِي
6 الْفُلْكِ gemide ف ل ك
7 وَجَعَلْنَاهُمْ ve onları yaptık ج ع ل
8 خَلَائِفَ halifeler خ ل ف
9 وَأَغْرَقْنَا ve suda boğduk غ ر ق
10 الَّذِينَ kimseleri
11 كَذَّبُوا yalanlayan(ları) ك ذ ب
12 بِايَاتِنَا ayetlerimizi ا ي ي
13 فَانْظُرْ bir bak ن ظ ر
14 كَيْفَ nasıl ك ي ف
15 كَانَ olduğuna ك و ن
16 عَاقِبَةُ sonlarının ع ق ب
17 الْمُنْذَرِينَ uyarılanların ن ذ ر
 
Sûrenin ana konuları olan Allah’ın birliği, peygamberlerin O’nun elçileri olduğu ve âhiret hayatında dünyadaki davranışların karşılığının görüleceği inançlarıyla ilgili kanıtlara yer verildikten sonra, bu âyetlerden itibaren bazı peygamberlerin tevhid mücadelelerinden ve buna karşı inatla direnenlerin âkıbetlerinden örnekler getirilmekte, somut olaylardan yola çıkılarak daha önce üzerinde durulan konular hakkında düşünme fırsatı sağlanmaktadır. 
 Kur’an’ın birçok sûresinde Hz. Nûh’tan söz edildiği gibi, 71. sûresi de onun adını almıştır. Ayrıca Nûh aleyhisselâmın sabırlı ve kararlı çağrılarına inatla karşı çıkanların helâk edildiği tufan olayı da onun adıyla anılır. 
Hz. Nûh’un çok uzun bir süre devam eden öğüt ve çağrılarına kulak vermemekte direnen toplumuna karşı ortaya koyduğu tavır, kullandığı üslûp ve ifade, her şeyden önce onun Allah’a olan bağlılığını ve güvenini anlatmakta, oldukça yalnız sayılmasına rağmen yılmadan sürdürdüğü bu tevhid mücadelesinde gösterdiği cesareti simgelemektedir.
 Hz. Muhammed’in muhatabı olan Mekkeliler, Nûh kavminin başından geçenleri yaygın rivayetlerden biliyorlardı; dolayısıyla bu meydan okuma örneği onları etkilemeliydi. Öte yandan, Hz. Nûh’un kendisine karşı çıkanları toplu bir müzakere sonunda hatta mümkünse ittifakla karar almaya çağırması, artık daha sonra içlerinden kimsenin diğerlerinin üstüne suç atamayacak duruma gelmelerini isteme anlamı taşıyordu. Bu sözleriyle o, âdeta son tercihlerini şirkte ısrar yönünde kullanmaları halinde hiçbirinin kurtulamayacağı çok kapsamlı ilâhî bir cezaya çarptırılacaklarının işaretini veriyordu. Bu ifadede, toplumun varlığını ve geleceğini ilgilendiren konularda görüş ortaya koyabilecek yeterliğe sahip kimselerin âzami katılımını sağlayan müzakere ortamı oluşturmanın önemine dolaylı bir temasın bulunduğu da söylenebilir. Bu arada, Hz. Nûh’un onlardan, hicivli bir üslûpla “ortakları” olarak nitelediği, aslı esası olmayan tanrılarını da bu kararı alırken yanlarında bulundurmalarını istemesi, bir taraftan tapındıkları o varlıkların sorumluluk üstlenip üstlenemediğini ve yardım vaadinde bulunup bulunamadığını test etmeye çağırdığı, diğer taraftan kendisinin onlara da meydan okuduğu şeklinde yorumlanabilir.
 Hz. Nûh’un bütün bu uyarılarına ve söylediklerinden emin tavırlarına rağmen, kavmi onu yalancılıkla itham etmeyi sürdürmüş, sonunda büyük bir tûfana yakalanmışlar ve inkârcıların hepsi boğularak tarih sahnesinden silinip gitmişlerdir (Nûh tûfanı hakkında bilgi için bk. Hûd 11/36-49). Bununla birlikte, daha sonra gelenlerden birçoğu da peygamberlerini yalancı saymaya devam etmiş, ya inatları veya çıkarları uğruna hakikati kabullenmeye bir türlü yanaşmamışlar, bu taşkınlıkları yüzünden kalpleri artık gerçekleri idrak yeteneğini yitirir hale gelmiştir; bu durum Kur’an’ın birçok yerinde –kısmen farklı lafızlarla olmak üzere– “Allah’ın kalplere mühür vurması” şeklinde ifade edilmiştir (bu konuda bilgi için bk. Bakara 2/7).
 71. âyetteki “benim aranızda bulunmam” diye çevirdiğimiz makamî kelimesine, “benim konumum; aranızda çok uzun bir süre yaşamam; toplandığınız yerlerde kalkıp konuşma yapmam, öğüt vermem” gibi mânalar da verilmiştir (Zemahşerî, II, 197). Muhammed Esed, 73. âyetin “bunları onların yerine geçirdik” şeklinde çevirdiğimiz kısmını Zemahşerî’nin “Onları (diğerlerinden) fazla yaşattık” şeklinde açıkladığını ifade ediyorsa da (I, 410), belirtilen tefsirde sadece “boğularak helâk olanların yerine geçmelerini (sağladık)” açıklaması yer almaktadır (Zemahşerî, II,

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 123-124
 

فَكَذَّبُوهُ فَنَجَّيْنَاهُ وَمَنْ مَعَهُ فِي الْفُلْكِ وَجَعَلْنَاهُمْ خَلَٓائِفَ وَاَغْرَقْنَا الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ 

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir.  كَذَّبُوهُ  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

فَ  atıf harfidir.  نَجَّيْنَاهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

وَ  atıf harfidir.  مَنْ  müşterek ism-i mevsûl,  نَجَّيْنَاهُ ’deki mef’ûle matuf olup mahallen mansubdur.

مَعَ  mekân zarfı, mahzuf sılaya müteallıktır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فِي الْفُلْكِ  car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır.

وَ  haliyyedir.  جَعَلْنَاهُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.  خَلَٓائِفَ  ikinci mef’ûlün bih olup müntehel cumû’ sıygasında olup gayri munsariftir.

İsimler îrab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından ikiye ayrılır:

1. Munsarif isimler: Tenvin ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.

2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.

Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayri munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  atıf harfidir.  اَغْرَقْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَٓا  fail olarak mahallen merfûdur.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ,  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  İsm-i mevsûlün sılası  كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

كَذَّبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِاٰيَاتِنَا  car-mecruru  كَذَّبُوا  fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri  نَا, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

كَذَّبُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındadır. Sülâsîsi  كذب ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir.

 

فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنْذَر۪ينَ

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri,  إن وعيت قصة قوم نوح فانظر  şeklindedir.

انْظُرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

كَيْفَ  istifham ismi,  كَانَ ’nin mukaddem haberidir.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

عَاقِبَةُ  kelimesi  كَانَ ’nin muahhar ismi olup merfûdur.  الْمُنْذَر۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ي  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْمُنْذَر۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.
 

فَكَذَّبُوهُ فَنَجَّيْنَاهُ وَمَنْ مَعَهُ فِي الْفُلْكِ وَجَعَلْنَاهُمْ خَلَٓائِفَ وَاَغْرَقْنَا الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ 

 

Ayet, 71.ayetteki  إذ قال  cümlesine  فَ  ile atfedilmiştir.

Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki  فَنَجَّيْنَاهُ  cümlesi de bu cümleye tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir.

فَنَجَّيْنَاهُ  fiilinin mef’ûlüne matuf olan has ism-i mevsûl  مَنْ ’nin sılası mahzuftur.  مَعَهُ فِي الْفُلْكِ, mahzuf sılaya müteallıktır. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Yine mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan …وَاَغْرَقْنَا  cümlesi,  فَنَجَّيْنَاهُ  cümlesine matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür.

اَنْجَيَ  fiili if’al babından olup zorluktan ve sıkıntıdan kurtarma konusunda hızlı olunması gereken durumlarda kullanılır. Aynı kökten türeyen نَجَّي  fiili ise tefîl babındandır ve çoğunlukla kurtarma fiilinde bir müddet bekleme ve ona zaman tanımanın sözkonusu olduğu yerlerde kullanılır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Kur’an Kelimelerinin Sırlı Dünyası, s. 113) 

Bu ayet ile benzerlerinde olduğu gibi helakın kurtuluştan sonra zikredilmesi, kurtuluşa daha fazla önem verildiğini belirtmek, dileyenleri önce sevindirmek ve ulûhiyetin gereği olan rahmetin, işlenen cürümlerin sonucu olan gazabın önünde olduğunu bildirmek içindir.

Son cümle, onların başına gelen felaketin ne kadar korkunç olduğunu ifade eder, Resulullah'ı (sav) tekzib etmekten sakındırır ve aynı zamanda onu teselli eder. (Ebüssuûd)

Hal konumundaki  وَجَعَلْنَاهُمْ خَلَٓائِفَ  cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

وَاَغْرَقْنَا الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ  cümlesi,  فَنَجَّيْنَاهُ  cümlesine  وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.

وَاَغْرَقْنَا  fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  كَذَّبُوا, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. . Faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

الَّذ۪ينَ كَذَّبُو  şeklinde Hz Nûh’un kavminin ism-i mevsûlle marife gelişinde, boğularak azap edilmelerinin sebebine bir ima vardır. (Âşûr)

نَجَّيْنَاهُ - اَغْرَقْنَا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

بِاٰيَاتِنَٓا  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  اٰيَاتِ  şan ve şeref kazanmıştır.

الَّذ۪ينَ - مَنْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

فَكَذَّبُوهُ - كَذَّبُوا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayetteki bütün fiiller mazi sıygada gelerek hudûs, sebat, istikrar ve temekkün ifade etmiştir.

Kurtulanlar ve boğulanların zikrinden sonra her biriyle ilgili şeyler tayin edilerek zikredilmiştir. Taksim sanatıdır.


فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنْذَر۪ينَ

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن وعيت قصة قوم نوح فانظر (Nûh kavminin kıssasını anladıysan düşün!) şeklindedir.

Cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. كَيْفَ  istifham ismi,  كَانَ ’nin mukaddem haberidir.  كَانَ ’nin muahhar ismi,  الْمُنْذَر۪ينَ ’ye muzâf olan  عَاقِبَةُ ’dur.  كَانَ ’nin dahil olduğu bu isim cümlesi,  انْظُرْ  fiilinin mef’ûlü konumundadır.

Sübut ifade eden isim cümlesi, istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp tevbih ve tehdit manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Ayetin bu kısmında, Resulullah’a (s.a.) teselli ve onu yalanlayanlara da tehdit vardır. (Ruhu’l Beyan)

Hadisenin kâfirler bakımından neticesi, Allah'ın onları suda boğup helak etmesidir. Bu hadiseyi peygamberi tasdik eden de tekzib eden de dinlediğinde, bu, Nûh kavminin başına gelen şeyin kendi başlarına da gelmesi ve Hz Nuh'un inananlarının ulaştıkları şeyin misline ulaşması bakımından müminler için imanda devama bir sebep ve mükellefler için bir zecr (zorlama) olmuş olur. Teşvik ve sakındırmadaki bu metot, geçmiş ümmetlerden hikâye yoluyla nakledildiğinde, yeni ifade edilen bir tehditten daha tesirli olur. Allah Teâlâ, peygamberlerinin kıssalarını işte bu tarz üzere zikretmiştir. (Fahreddin er-Râzî)