بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ نُوحٍۢ اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ يَا قَوْمِ اِنْ كَانَ كَبُرَ عَلَيْكُمْ مَقَام۪ي وَتَذْك۪ير۪ي بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَعَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْتُ فَاَجْمِعُٓوا اَمْرَكُمْ وَشُرَكَٓاءَكُمْ ثُمَّ لَا يَكُنْ اَمْرُكُمْ عَلَيْكُمْ غُمَّةً ثُمَّ اقْضُٓوا اِلَيَّ وَلَا تُنْظِرُونِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَاتْلُ | oku |
|
2 | عَلَيْهِمْ | onlara |
|
3 | نَبَأَ | kıssasını |
|
4 | نُوحٍ | Nuh’un |
|
5 | إِذْ | hani |
|
6 | قَالَ | şöyle söylemişti |
|
7 | لِقَوْمِهِ | kavmine |
|
8 | يَا قَوْمِ | kavmim |
|
9 | إِنْ | eğer |
|
10 | كَانَ | ise |
|
11 | كَبُرَ | ağır |
|
12 | عَلَيْكُمْ | size |
|
13 | مَقَامِي | aranızda durmam |
|
14 | وَتَذْكِيرِي | ve size hatırlatmam |
|
15 | بِايَاتِ | ayetlerini |
|
16 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
17 | فَعَلَى | bilin ki |
|
18 | اللَّهِ | Allah’a |
|
19 | تَوَكَّلْتُ | güvendim |
|
20 | فَأَجْمِعُوا | siz de toplanın |
|
21 | أَمْرَكُمْ | işiniz hakkında |
|
22 | وَشُرَكَاءَكُمْ | ortaklarınızla |
|
23 | ثُمَّ | sonra |
|
24 | لَا |
|
|
25 | يَكُنْ | olmasın |
|
26 | أَمْرُكُمْ | işiniz |
|
27 | عَلَيْكُمْ | kendi aranızda |
|
28 | غُمَّةً | bir dert |
|
29 | ثُمَّ | sonra |
|
30 | اقْضُوا | uygulayın |
|
31 | إِلَيَّ | bana karşı |
|
32 | وَلَا | ve |
|
33 | تُنْظِرُونِ | bana mühlet vermeyin |
|
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ نُوحٍۢ اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ يَا قَوْمِ اِنْ كَانَ كَبُرَ عَلَيْكُمْ مَقَام۪ي وَتَذْك۪ير۪ي بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَعَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْتُ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اتْلُ illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri أنت ’dir.
عَلَيْهِمْ car-mecruru اتْلُ fiiline müteallıktır. نَبَاَ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. نُوحٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِذْ zaman zarfı, نَبَاَ ’ye müteallıktır.
قَالَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
لِقَوْمِهٖ car-mecruru قَالَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هٖ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Mekulü’l-kavli, يَا قَوْمِ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
يَا nida, قَوْمِ münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim يَ ’sı mahzuftur.
Nidanın cevabı اِنْ كَانَ كَبُرَ عَلَيْكُمْ ’dur. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. كَانَ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.
كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هو ’dir. كَبُرَ عَلَيْكُمْ مَقَامٖي cümlesi, كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.
كَبُرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
عَلَيْكُمْ car-mecruru كَبُرَ fiiline müteallıktır. مَقَامٖي fail olup mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَذْكٖيرٖي kelimesi atıf harfi وَ ‘la makabline (kendinden öncesine) matuftur. بِاٰيَاتِ car-mecruru تَذْكٖيرٖي ’ye müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. عَلَى اللّٰهِ car-mecruru تَوَكَّلْتُ fiiline müteallıktır.
تَوَكَّلْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur.
فَاَجْمِعُٓوا اَمْرَكُمْ وَشُرَكَٓاءَكُمْ
فَ atıf harfidir. اَجْمِعُٓوا fiili ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَمْرَكُمْ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
شُرَكَٓاءَكُمْ kelimesi atıf harfi وَ ’la makabline (kendinden öncesine) matuftur.
ثُمَّ لَا يَكُنْ اَمْرُكُمْ عَلَيْكُمْ غُمَّةً
ثُمَّ hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiş) açısından terahi ifade eder. (Âşûr)
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. يَكُنْ nakıs meczum muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne gelir ve ismini ref haberini nasb eder.
اَمْرُكُمْ kelimesi يَكُنْ ‘un ismi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَلَيْكُمْ car-mecruru غُمَّةً’e müteallıktır. غُمَّةً kelimesi يَكُنْ ’un haberi olup lafzen mansubdur.
ثُمَّ اقْضُٓوا اِلَيَّ وَلَا تُنْظِرُونِ
ثُمَّ hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiş) açısından terahi ifade eder. (Âşûr)
اقْضُٓوا fiili ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِلَيَّ car-mecruru اقْضُٓوا fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تُنْظِرُونِ fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
Sonundaki نِ vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen يَ ise mef‘ûlün bih olarak mahallen mansubdur.وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ نُوحٍۢ اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ يَا قَوْمِ اِنْ كَانَ كَبُرَ عَلَيْكُمْ مَقَام۪ي وَتَذْك۪ير۪ي بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَعَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْتُ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümleye muzâf olan mazi manalı zaman zarfı نَبَاَ ,اِذْ ’ye müteallıktır.
Burada Nûh’un (a.s.) haberinden murad, onunla kavmi arasında cereyan eden olayların tamamı değil, yalnız bir kısmıdır. (Ebüssuûd)
Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelam olan … قَالَ لِقَوْمِه۪ cümlesi, اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli …يَا قَوْمِ, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Münada olan قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Nidanın cevabı …اِنْ كَانَ, şart üslubunda haberî isnaddır.
Şart, كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır. كَانَ ’nin haberi olan كَبُرَ عَلَيْكُمْ مَقَام۪ي cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek hudûs ve hükmü takviye ifade etmiştir. وَتَذْك۪ير۪ي ifadesi مَقَام۪ي ’ye matuftur.
Cenab-ı Allah ayetteki مَقَام۪ي “makam” lafzı ile Hz Nûh’un (a.s.) kavmi arasında uzun zaman bulunmasını kastetmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Nûh’un (a.s.) bu şekilde onlara hitap ederek meydan okuması, onlara hiç aldırmadığını, onların buna imkân bulamayacaklarını ve Allah'ın, kendisini koruyacağına güvendiğini izhar etmek içindir. (Ebüssuûd)
بِاٰيَاتِ اللّٰهِ izafetinde اٰيَاتِ kelimesinin Allah lafzına izafesi, ayetlerin şeref ve itibarının yüksekliğini gösterir.
فَعَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْتُ cümlesi, فَ karinesiyle gelen cevap cümlesidir. İsim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır. Bu cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. عَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْتُ cümlesi, takdiri أنا olan mahzuf mübtedanın haberidir. Müsned olan cümledeki takdim, kasr ifade etmiştir. عَلَى اللّٰهِ maksûrun aleyh, تَوَكَّلْتُ maksûrdur.
Haberin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
فَعَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْتُ ibaresinde hasr ifade etmek için gramer bakımından sonra gelmesi gereken kelime önce getirilmiştir. Yani “Başkasına değil yalnız Allah’a tevekkül ettim.” demektir. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)
كَبُرَ عَلَيْكُمْ مَقَام۪ي ibaresinde aklî mecaz yoluyla كَبُرَ fiili, makama isnad edilmiştir.
Mekânın levazımından olan makam, nefisten kinayedir. (Muhyiddin Derviş, Îrabu’l Kur’an)
فَاَجْمِعُٓوا اَمْرَكُمْ وَشُرَكَٓاءَكُمْ
Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlede فَ, fasihadır.
اَجْمِعُٓوا اَمْرَكُمْ ifadesi istiaredir. Buna göre ayet ‘’İşiniz konusunda birbirinize danışın, onun için gönül ve akıl birliği yapın, onu aranızda enine-boyuna tartışın ki sonunda işiniz şaşkınlık ve cesaret neticesinde kapalı ve müphem kalmasın; aksi takdirde o, üzerinize çökmüş kapkara bulut parçası gibi olacaktır‘ anlamına gelir.
وَشُرَكَٓاءَكُمْ ’daki وَ harfi مع anlamındadır ve “Ortaklarınızla beraber toplanın.” demektir. (Keşşâf)
ثُمَّ لَا يَكُنْ اَمْرُكُمْ عَلَيْكُمْ غُمَّةً ثُمَّ اقْضُٓوا اِلَيَّ وَلَا تُنْظِرُونِ
…فَاَجْمِعُٓوا cümlesine terahi ifade eden atıf harfi ثُمَّ ile atfedilen bu cümle, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Yine ثُمَّ ile makabline atfedilen ثُمَّ اقْضُٓوا اِلَيَّ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan وَلَا تُنْظِرُونِ cümlesi, وَ ’la makabline atfedilmiştir. Aralarında inşaî olmak bakımından mütabakat olan cümlelerin atıf sebebi, hükümde ortaklıktır.
غُمَّةً sözcüğü, Arapların غمت الهلال (hilal bulutların arasına girdi) sözlerinden alınmıştır ki “hilalin, görülmesine mani olan bazı engellerle örtülmesi” demektir. Ayetin devamındaki “Sonra bana yapacağınızı yapın.” anlamına gelen ifade Nûh’un (a.s.) kavmine söylediği sözün naklidir. Bu sözle onların çevirdiği entrikalara aldırmadığını, birleşip toplanmalarını önemsemediğini anlatmak istemiştir. (Kur’an Mecazları Şerîf er-Radî, Ruhu’l Beyan)
غمّاة; Bana suikast işiniz “size gizli olmasın” onu açık yapın demektir. Bu da غمّ deyiminden gelir ki gizlemektir. Yahut beni helak ettiğiniz ve benim makamımın ve öğüt vermenin ağırlığından kurtulduğunuz zaman haliniz sizi üzmesin demektir. (Beyzâvî)
Örtme fiili tasrîhi istiare yoluyla غمّ tabiriyle ifade edilmiştir. Yani sizin işiniz gizli değildir. Hatta açık ve ortadadır. Bu onlara meydan okumadır. Onlara “Eğer beni öldürmeye veya ihraca karar verirseniz, o takdirde ben Allah’a dayanırım, sizden korkmuyorum.” demektedir. Bu onlara gözdağı verdiğini ve Rabbinin yardımına güvendiğinin göstergesidir. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)
ثُمَّ اقْضُٓوا اِلَيَّ ibaresi istiare-i mekniyyedir. Mahzuf olan “iş” kelimesi dine (borç) benzetilmiş, müşebbehün bih hazfedilmiştir. Onunla ilgili قضي (yerine getirme, ödeme) zikredilmiştir. (Muhyiddin Derviş, Îrabu'l Kur’an)
Kādî, bu ayetin en güzel bir şekilde tertip edilmiş olduğu hususunda şu izahı yapmıştır: “Hz. Nûh işin başında, ‘Allah'a tevekkül ettim, Allah'ın vaadine güvendim. O, vaadinden caymaz. Beni ölüm ve işkenceyle tehdidinizin, sizi Allah'a davetten beni alıkoyacağını sanmayın.’ demiş ve sonra da davetinin doğruluğuna delalet eden şeyleri ortaya koyarak, ‘İşinizi toplayın.’ demiştir. Hz. Nûh onlara sanki ‘Gayenizi gerçekleştirecek sebep ve yollardan gücünüzün yettiği her şeyi toptan yapın.’ demiş ve sonra bununla yetinmeyerek, onlara: “Destekçi olacak ortaklarınızı da toplayın.” demiştir. Bu iki şeyle de yetinmemiş, bunlara bir üçüncü hususu ekleyerek, “Sonra bu işiniz size hiçbir tasa olmasın.” demiş, bununla onların bu hususta her şeyi iyice açıkça anlamalarını kastetmiştir. Bununla da yetinmeyip dördüncü bir hususu ekleyerek, “Sonra hakkımdaki hükmünüzü icra edin.” demiştir. Bundan maksadı da, onların o kötülüklerin hepsini kendisine yöneltmeleridir. Buna bir beşincisini eklemiştir ki: O da “Bana mühlet de vermeyin.” ifadesidir. Bu, “Yapabileceğiniz hiçbir şeyi geri bırakmayın, hemen yapın.” demektir. İşte bu sözün sonu budur. Böylesi sözün, Hz. Nûh'un, Allah'a tevekkül etme hususunda ve onların hileleri ile tuzaklarının kendisine ulaşamayacağına ve tesirli olmayacağına olan inancında zirveye vardığına delalet ettiği malumdur. (Fahreddin er-Râzî)
اَمْرُكُمْ ,ثُمَّ ,قَوْمِ ,عَلَيْكُمْ kelimelerinin tekrarında reddü'l-acüz ale's-sadr ve يَكُنْ - كَانَ arasında cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
فَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَمَا سَاَلْتُكُمْ مِنْ اَجْرٍۜ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلَى اللّٰهِۙ وَاُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَإِنْ | eğer |
|
2 | تَوَلَّيْتُمْ | yüz çevirirseniz |
|
3 | فَمَا |
|
|
4 | سَأَلْتُكُمْ | sizden istemiş değilim |
|
5 | مِنْ | hiç bir |
|
6 | أَجْرٍ | ücret |
|
7 | إِنْ |
|
|
8 | أَجْرِيَ | benim ecrim |
|
9 | إِلَّا | ancak |
|
10 | عَلَى | aittir |
|
11 | اللَّهِ | Allah’a |
|
12 | وَأُمِرْتُ | ve ben emrolundum |
|
13 | أَنْ |
|
|
14 | أَكُونَ | olmakla |
|
15 | مِنَ | -dan |
|
16 | الْمُسْلِمِينَ | Müslümanlar- |
|
فَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَمَا سَاَلْتُكُمْ مِنْ اَجْرٍۜ
فَ atıf harfidir. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. تَوَلَّيْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
سَاَلْتُكُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
مِنْ zaiddir. اَجْرٍ lafzen mecrur, ikinci mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلَى اللّٰهِۙ
اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَجْرِيَ mübteda olup mukadder damme ile merfûdur.
Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَّا hasr edatıdır. عَلَى اللّٰهِ car mecruru mahzuf mübtedanın haberine müteallıktır.
وَاُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ
وَ atıf harfidir. اُمِرْتُ sükun üzere meçhul mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, اُمِرْتُ fiilin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
اَكُونَ nakıs mansub muzari fiildir. اَكُونَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri انا ’dir.
مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ car mecruru اَكُونَ ‘nun mahzuf haberine müteallıktır. الْمُسْلِم۪ينَ ’nin cer alameti ي harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
فَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَمَا سَاَلْتُكُمْ مِنْ اَجْرٍۜ
Ayet, önceki ayetteki nidanın cevabına فَ ile atfedilmiştir. Şart üslubunda haberi isnaddır. Şart cümlesi olan تَوَلَّيْتُمْ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَمَا سَاَلْتُكُمْ مِنْ اَجْرٍ, menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَجْرٍ ’deki tenvin kıllet içindir. “Hiçbir ücret” anlamındadır. Nefy siyakta nekre umuma işaret eder.
Ayetteki “Eğer benim öğütlerimden yüz çeviriyorsanız, ben sizden hiçbir mükâfat istemedim.” ifadesi hakkında müfessirler şöyle demektedirler: “Bu, Hz Nûh’un (a.s.), Allah'ın dinine davet etmesine karşılık onlardan bir mal istemediğine bir işarettir. İnsan her ne zaman tamahtan uzak olursa, sözü kalplerde daha tesirli olur.” Bana göre bu hususta şöyle bir izah da yapılabilir: Hz Nûh (a.s.), onlardan kesinlikle korkmadığını ortaya koymuştur. Çünkü korku ancak iki şeyden yani bir şerrin dokunması ve bir menfaatin kesilmesi endişesiyle olur. Hz Nûh (a.s.) önceki ayette, onlardan gelecek şerlerden, bu ayette de onların kendisinden menfaati kesmelerinden korkmadığını beyan etmiştir. Çünkü o, onlardan herhangi bir şey almamıştır ki onların kendisinin bir menfaatini kesmelerinden korksun. (Fahreddin er-Râzî)
اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلَى اللّٰهِۙ وَاُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ
Fasılla gelen cümle ta’liliyyedir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Menfî isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Kasr üslubuyla tekid edilen cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur عَلَى اللّٰهِۙ, mahzuf habere müteallıktır.
اِنْ ve اِلَّا ile oluşan kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l mevsûftur.
Son dönem alimleri, dini öğretme (talim), ezan, imamet, hitabet ve bunlar gibi dini hizmetler karşılığında ücret alınmasına cevaz vermişlerdir. Fakat ücret alan kimsenin, yaptığı hizmetinde niyetinin halis olması gerekir. Aksi halde ilâhî tehditle karşı karşıya kalır. (Ruhu’l Beyan)
Peygamberlerin kavimlerinden bir karşılık istemedikleri, sadece Rablerinden karşılık bekledikleri 10 ayette geçmiştir. Yunus Suresi 72, Yusuf Suresi 104, Furkan Suresi 57, Şuara Suresi 109-127-145-164-180, Sebe Suresi 47, Sad Suresi 86. Bu ayetler arasında tekrir ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
Bu ifade ile Hazret-i Nûh, kendisine inanmayanları ilzam etmekte; kendisinin bir yanlışı olmadığını dile getirerek, kendisinden yüz çevirmelerinin, tebliğ vazifesini icra ederken yapması gereken bir şeyde ihmal ve eksiği olması sebebiyle değil, tamamen kendi inat ve direnişlerinden ötürü olduğunu ifade etmektedir. (Keşşâf)
وَ ’la makabline atfedilen وَاُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil meçhul bina edilerek mef’ûlün önemi vurgulanmıştır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يَكُونَ لَهُ وَلَدٌۢ cümlesi masdar teviliyle, mef’ûl konumundadır. كانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Masdar-ı müevvel cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ car mecruru كانَ’nin mahzuf haberine müteallktır.
اَجْرِ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Şart edatı ve nefy harfi olmak üzere iki farklı görevdeki اِنْ kelimeleri arasında tam cinas vardır.
Benim öğüt ve uyarılarımın karşılığı ancak Allah'a aittir; siz iman etseniz de, yüz çevirseniz de O, bu sevabı bana ihsan edecektir. Ve ben, Allah'ın hükmüne boyun eğenlerden olmakla emrolundum. O'nun emrine muhalefet etmem ve başkasından bir şey beklemem asla söz konusu değildir.
Yahut ben, Allah'a itaat yolunda karşılaşacağım belalar için tam bir teslimiyet içindeyim. (Ebüssuûd)
فَكَذَّبُوهُ فَنَجَّيْنَاهُ وَمَنْ مَعَهُ فِي الْفُلْكِ وَجَعَلْنَاهُمْ خَلَٓائِفَ وَاَغْرَقْنَا الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنْذَر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَكَذَّبُوهُ | yine de onu yalanladılar |
|
2 | فَنَجَّيْنَاهُ | ancak biz onu kurtardık |
|
3 | وَمَنْ | ve olanları |
|
4 | مَعَهُ | onunla beraber |
|
5 | فِي |
|
|
6 | الْفُلْكِ | gemide |
|
7 | وَجَعَلْنَاهُمْ | ve onları yaptık |
|
8 | خَلَائِفَ | halifeler |
|
9 | وَأَغْرَقْنَا | ve suda boğduk |
|
10 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
11 | كَذَّبُوا | yalanlayan(ları) |
|
12 | بِايَاتِنَا | ayetlerimizi |
|
13 | فَانْظُرْ | bir bak |
|
14 | كَيْفَ | nasıl |
|
15 | كَانَ | olduğuna |
|
16 | عَاقِبَةُ | sonlarının |
|
17 | الْمُنْذَرِينَ | uyarılanların |
|
فَكَذَّبُوهُ فَنَجَّيْنَاهُ وَمَنْ مَعَهُ فِي الْفُلْكِ وَجَعَلْنَاهُمْ خَلَٓائِفَ وَاَغْرَقْنَا الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. كَذَّبُوهُ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
فَ atıf harfidir. نَجَّيْنَاهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. مَنْ müşterek ism-i mevsûl, نَجَّيْنَاهُ ’deki mef’ûle matuf olup mahallen mansubdur.
مَعَ mekân zarfı, mahzuf sılaya müteallıktır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فِي الْفُلْكِ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır.
وَ haliyyedir. جَعَلْنَاهُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. خَلَٓائِفَ ikinci mef’ûlün bih olup müntehel cumû’ sıygasında olup gayri munsariftir.
İsimler îrab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından ikiye ayrılır:
1. Munsarif isimler: Tenvin ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.
2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.
Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayri munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ atıf harfidir. اَغْرَقْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَٓا fail olarak mahallen merfûdur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
كَذَّبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِاٰيَاتِنَا car-mecruru كَذَّبُوا fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَذَّبُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındadır. Sülâsîsi كذب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir.
فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنْذَر۪ينَ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن وعيت قصة قوم نوح فانظر şeklindedir.
انْظُرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri أنت ’dir.
كَيْفَ istifham ismi, كَانَ ’nin mukaddem haberidir. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
عَاقِبَةُ kelimesi كَانَ ’nin muahhar ismi olup merfûdur. الْمُنْذَر۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ي harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُنْذَر۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.فَكَذَّبُوهُ فَنَجَّيْنَاهُ وَمَنْ مَعَهُ فِي الْفُلْكِ وَجَعَلْنَاهُمْ خَلَٓائِفَ وَاَغْرَقْنَا الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ
Ayet, 71.ayetteki إذ قال cümlesine فَ ile atfedilmiştir.
Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki فَنَجَّيْنَاهُ cümlesi de bu cümleye tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir.
فَنَجَّيْنَاهُ fiilinin mef’ûlüne matuf olan has ism-i mevsûl مَنْ ’nin sılası mahzuftur. مَعَهُ فِي الْفُلْكِ, mahzuf sılaya müteallıktır. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Yine mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan …وَاَغْرَقْنَا cümlesi, فَنَجَّيْنَاهُ cümlesine matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür.
اَنْجَيَ fiili if’al babından olup zorluktan ve sıkıntıdan kurtarma konusunda hızlı olunması gereken durumlarda kullanılır. Aynı kökten türeyen نَجَّي fiili ise tefîl babındandır ve çoğunlukla kurtarma fiilinde bir müddet bekleme ve ona zaman tanımanın sözkonusu olduğu yerlerde kullanılır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Kur’an Kelimelerinin Sırlı Dünyası, s. 113)
Bu ayet ile benzerlerinde olduğu gibi helakın kurtuluştan sonra zikredilmesi, kurtuluşa daha fazla önem verildiğini belirtmek, dileyenleri önce sevindirmek ve ulûhiyetin gereği olan rahmetin, işlenen cürümlerin sonucu olan gazabın önünde olduğunu bildirmek içindir.
Son cümle, onların başına gelen felaketin ne kadar korkunç olduğunu ifade eder, Resulullah'ı (sav) tekzib etmekten sakındırır ve aynı zamanda onu teselli eder. (Ebüssuûd)
Hal konumundaki وَجَعَلْنَاهُمْ خَلَٓائِفَ cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
وَاَغْرَقْنَا الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ cümlesi, فَنَجَّيْنَاهُ cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.
وَاَغْرَقْنَا fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan كَذَّبُوا, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. . Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الَّذ۪ينَ كَذَّبُو şeklinde Hz Nûh’un kavminin ism-i mevsûlle marife gelişinde, boğularak azap edilmelerinin sebebine bir ima vardır. (Âşûr)
نَجَّيْنَاهُ - اَغْرَقْنَا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
بِاٰيَاتِنَٓا izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اٰيَاتِ şan ve şeref kazanmıştır.
الَّذ۪ينَ - مَنْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
فَكَذَّبُوهُ - كَذَّبُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayetteki bütün fiiller mazi sıygada gelerek hudûs, sebat, istikrar ve temekkün ifade etmiştir.
Kurtulanlar ve boğulanların zikrinden sonra her biriyle ilgili şeyler tayin edilerek zikredilmiştir. Taksim sanatıdır.
فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنْذَر۪ينَ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن وعيت قصة قوم نوح فانظر (Nûh kavminin kıssasını anladıysan düşün!) şeklindedir.
Cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. كَيْفَ istifham ismi, كَانَ ’nin mukaddem haberidir. كَانَ ’nin muahhar ismi, الْمُنْذَر۪ينَ ’ye muzâf olan عَاقِبَةُ ’dur. كَانَ ’nin dahil olduğu bu isim cümlesi, انْظُرْ fiilinin mef’ûlü konumundadır.
Sübut ifade eden isim cümlesi, istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp tevbih ve tehdit manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Ayetin bu kısmında, Resulullah’a (s.a.) teselli ve onu yalanlayanlara da tehdit vardır. (Ruhu’l Beyan)
Hadisenin kâfirler bakımından neticesi, Allah'ın onları suda boğup helak etmesidir. Bu hadiseyi peygamberi tasdik eden de tekzib eden de dinlediğinde, bu, Nûh kavminin başına gelen şeyin kendi başlarına da gelmesi ve Hz Nuh'un inananlarının ulaştıkları şeyin misline ulaşması bakımından müminler için imanda devama bir sebep ve mükellefler için bir zecr (zorlama) olmuş olur. Teşvik ve sakındırmadaki bu metot, geçmiş ümmetlerden hikâye yoluyla nakledildiğinde, yeni ifade edilen bir tehditten daha tesirli olur. Allah Teâlâ, peygamberlerinin kıssalarını işte bu tarz üzere zikretmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
ثُمَّ بَعَثْنَا مِنْ بَعْدِه۪ رُسُلاً اِلٰى قَوْمِهِمْ فَجَٓاؤُ۫هُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا كَانُوا لِيُؤْمِنُوا بِمَا كَذَّبُوا بِه۪ مِنْ قَبْلُۜ كَذٰلِكَ نَطْبَعُ عَلٰى قُلُوبِ الْمُعْتَد۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | ثُمَّ | sonra |
|
2 | بَعَثْنَا | gönderdik |
|
3 | مِنْ |
|
|
4 | بَعْدِهِ | onun ardından |
|
5 | رُسُلًا | peygamberleri |
|
6 | إِلَىٰ |
|
|
7 | قَوْمِهِمْ | kavimlerine |
|
8 | فَجَاءُوهُمْ | getirdiler |
|
9 | بِالْبَيِّنَاتِ | açık belgeler |
|
10 | فَمَا | ancak |
|
11 | كَانُوا | onlar |
|
12 | لِيُؤْمِنُوا | inanmadılar |
|
13 | بِمَا | şeylere |
|
14 | كَذَّبُوا | yalanladıkları |
|
15 | بِهِ | onu |
|
16 | مِنْ |
|
|
17 | قَبْلُ | daha önce |
|
18 | كَذَٰلِكَ | işte böyle |
|
19 | نَطْبَعُ | mühürleriz |
|
20 | عَلَىٰ | üzerini |
|
21 | قُلُوبِ | kalpleri |
|
22 | الْمُعْتَدِينَ | aşırı gidenlerin |
|
ثُمَّ بَعَثْنَا مِنْ بَعْدِه۪ رُسُلاً اِلٰى قَوْمِهِمْ فَجَٓاؤُ۫هُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا كَانُوا لِيُؤْمِنُوا بِمَا كَذَّبُوا بِه۪ مِنْ قَبْلُۜ
Fiil cümlesidir. ثُمَّ hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiş) açısından terahi ifade eder. (Âşûr)
بَعَثْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْ بَعْدِه۪ car mecruru بَعَثْنَا fiiline müteallıktır.
Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
رُسُلاً mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. اِلٰى قَوْمِهِمْ car-mecruru بَعَثْنَا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. جَٓاؤُ۫هُمْ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. بِالْبَيِّنَاتِ car-mecruru جَٓاؤُ۫هُمْ fiiline müteallıktır.
اَلْبَيِّنَاتِ kelimesi cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.
فَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانُوا isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.
يُؤْمِنُوا fiiline dahil olan لِ, lam-ı cuhûddur. Muzariyi gizli أن ’le nasb ederek masdara çevirmiştir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, كَانُوا ’nun mahzuf haberine müteallıktır. Takdiri, ما كانوا مؤهّلين للإيمان (İman etmeye ehil değillerdi.) şeklindedir.
يُؤْمِنُٓوا fiili, نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan حَتّٰٓى ’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cer olan حَتّٰٓى ‘dan sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا müşterek ism-i mevsûlü, بِ harf-i ceriyle birlikte يُؤْمِنُوا fiiline müteallıktır.
İsm-i mevsûlün sılası كَذَّبُوا مِنْ قَبْلُ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
بِ harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık-bedel, istiane, zaman-mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَذَّبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مِنْ قَبْلُ car-mecruru كَذَّبُوا fiiline mütellıktır. قَبْلُ cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhinin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.
قَبْلَ ve بَعْدَ kelimeleri muzâfun ileyhleri hazf edilince damme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir. قَبْلَ zarfı hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَذَّبُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir.
كَذٰلِكَ نَطْبَعُ عَلٰى قُلُوبِ الْمُعْتَد۪ينَ
كَ harf-i cerdir. مثل (gibi) demektir. Bu ibare, amili نَطْبَعُ olan mahzuf mef’ûlü mutlaka müteallıktır.
ذا işaret ismi sükun üzere mebni, mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
نَطْبَعُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
عَلٰى قُلُوبِ car-mecruru نَطْبَعُ fiiline müteallıktır. الْمُعْتَد۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ي harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُعْتَد۪ينَ kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ثُمَّ بَعَثْنَا مِنْ بَعْدِه۪ رُسُلاً اِلٰى قَوْمِهِمْ فَجَٓاؤُ۫هُمْ بِالْبَيِّنَاتِ
Ayet, önceki ayetteki وَاَغْرَقْنَا cümlesine, rütbeten terahi ifade eden (Âşûr) atıf harfi ثُمَّ ile atfedilmiştir.
İlk cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üslupta gelen فَجَٓاؤُ۫هُمْ بِالْبَيِّنَاتِ cümlesi, tezâyüf nedeniyle makabline atfedilmiştir.
رُسُلاً ’deki tenvin kesret ve tazim ifade eder.
Hangi kavim olursa olsun, hepsine Peygamber gönderdik. Her peygamberi özellikle kendi kavmine mesela, Hûd'u Âd'a; Sâlih'i (a.s.) de Semûd'a ve diğer kavimlere de kendi içlerinden peygamber gönderdik. Bunların ancak bir kısmı Kur’an'da anlatılmıştır.
Peygamberler, kavimlerine söylediklerinin doğruluğunu teyit eden bir değil fakat ilâhî hikmetin gereği bir çok mucizeler getirdiler. (Ebüssuûd)
جَٓاؤُ۫ fiilinin بَ harfiyle kullanıldığında manasının değişmesi, tazmin sanatıdır.
فَمَا كَانُوا لِيُؤْمِنُوا بِمَا كَذَّبُوا بِه۪ مِنْ قَبْلُۜ
كَان ’nin dahil olduğu menfi isim cümlesi, فَ ile makabline atfedilmiştir.
Lam-ı cuhûdun dahil olduğu لِيُؤْمِنُٓوا cümlesi, masdar teviliyle cer mahallinde, كَان’nin mahzuf haberine müteallıktır. Takdiri, ما كانوا مؤهّلين للإيمان (İman etmeye ehil değillerdi.) şeklindedir.
Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
مَا كَانُ ‘li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, 3/79)
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl لِيُؤْمِنُوا ,مَا ’ye müteallıktır. Sılası كَذَّبُوا مِنْ قَبْلُ, mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Bu ifade, onların geçmişteki imansızlıklarının devam etmekte olduğunu vurgular. O kavimlerin küfür ve inattaki şiddetli azimlerinden dolayı iman etmeleri mümkün değildi. Onlar akıl sahipleri için apaçık delil ve parlak mucizeler karşısında bile ısrar ve inatlarından vazgeçmediler.
Burada iman ve tekzib konusu olan, her Resul Peygamberin getirdiği şeriatların usul ve fürûudur.
Bu kavimlerin, Peygamberler gelmeden önceki tekziblerinin manası şudur:
O kavimler, cahiliye zamanlarında (peygamberleri gelmeden önceki dönemde) tevhid kelimesini hiç duymamış değillerdi. Aksine her kavim, kendinden öncekilerden arda kalanlardan tevhidi duyuyordu. Mesela, Semûd kavmi, Âd kavmi kalanlarından; Âd kavmi de, Nûh (a.s.) kavmi kalanlarından tevhidi duyuyor ve tekzib ediyorlardı. Peygamberleri geldikten sonraki halleri de öncekinden farklı olmadı ve kendilerine hiç Peygamber gönderilmemiş gibi davrandılar.
Bir görüşe göre ise burada iman ve tekzib konusu, tevhid milleti (dini) ve onun icapları gibi bütün Peygamberlerin ittifakla ümmetlerini davet ettikleri şeriatların asılları, temel ilkeleridir. (Ebüssuûd)
Bu haberlerde olaylar hep karyeye, şehre isnad edilmiştir. Ancak haberler şehre değil, yaşayanlara aittir. Hal-mahal alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
لِيُؤْمِنُوا - كَذَّبُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
لِيُؤْمِنُوا ’daki lâm, olumsuzlamayı pekiştirir ve imanın onların bu küfürde ısrarcı hallerine tamamen ters olduğu anlamını verir. (Keşşâf, Beyzâvî)
بَعْدِه۪ - قَبْلُ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab vardır.
Kendi toplumlarına birçok peygamberler gönderdik. Mana şöyledir: Birçok değerli peygamberler gönderdik. Her peygamber özellikle kendi toplumuna gönderilmiştir. Mesela Hûd (a.s.) Âd kavmine, Salih (a.s.) Semûd kavmine, İbrahim (a.s.) Babil kavmine. Şuayb (a.s.) Eyke kavmine gönderilmiştir. (Ruhu’l Beyan)
كَذٰلِكَ نَطْبَعُ عَلٰى قُلُوبِ الْمُعْتَد۪ينَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede îcâz-ı hazif vardır. كَذٰلِكَ, fiilin mahzuf mef’ûlü mutlakına müteallıktır.
كَذٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذٰ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi, s. 101)
كَذٰلِكَ [İşte böyle], aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Burada işaret edilenlerin durumunun ne derece kötü olduğunu ifade eder.
Müsnedin muzari olarak gelişi hudûs, tecessüm ve teceddüt bildirir.
‘’Kalplerin mühürlenmesi’’ ifadesinde istiare vardır. Kalp, hidayetin içine konulacağı mühürlenebilen bir kaba benzetilmiştir. Kâfirlerin büyüklenme ve inanmama konusundaki inatlarının ulaştığı şiddeti ifade etmek için bu istiare yapılmıştır.
يَطْبَعُ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِ ifadesinde istiare vardır. Kalp hidayetin içine konulacağı mühürlenebilen bir kaba benzetilmiştir. Kâfirlerin büyüklenme ve inanmama konusundaki inatlarının ulaştığı şiddeti ifade etmek için bu istiare yapılmıştır. Bu ifade Bakara/7 deki ختم الله غلى قلوبهم ifadesine benzemekle beraber, bu fiil mana açısından daha kuvvetlidir. Çünkü bu fiil para basmakta kullanılır ve gümüş para üzerinde iz bırakmak manasındadır. Çamur veya mum üzerinde iz bırakmak manasında ise ختم fiili kullanılır. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)
طْبَعُ, mühürledi demektir. Matbaa, tabiat kelimeleri buradan gelir. Hamdi Yazır, küfrü onların tabiatı kılmak şeklinde açıklamıştır. Aynı kökten olduğu için bu manayı da verebiliriz. Kalplerini mühürleriz, küfür onların tabiatı haline gelir.
Küfür ve inatla haddi aşanların, hakkı kabul etmekten ve doğru yola girmekten kaçınanların kalplerini böyle mühürleriz. Bu da, onların sapıklık ve dalalete dalmış olmalarındandır.
Bu ve benzeri ayetler, kulların fiilleri, Allah'ın (cc) kudreti ve kulun kesbi ile gerçekleştiğine delalet eder. (Ebüssuûd)
ثُمَّ بَعَثْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ مُوسٰى وَهٰرُونَ اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ بِاٰيَاتِنَا فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْماً مُجْرِم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | ثُمَّ | sonra |
|
2 | بَعَثْنَا | gönderdik |
|
3 | مِنْ |
|
|
4 | بَعْدِهِمْ | onların ardından |
|
5 | مُوسَىٰ | Musa’yı |
|
6 | وَهَارُونَ | ve Harun’u |
|
7 | إِلَىٰ |
|
|
8 | فِرْعَوْنَ | Firavuna |
|
9 | وَمَلَئِهِ | ve onun ileri gelenlerine |
|
10 | بِايَاتِنَا | ayetlerimizle |
|
11 | فَاسْتَكْبَرُوا | ancak onlar büyüklendiler |
|
12 | وَكَانُوا | ve oldular |
|
13 | قَوْمًا | bir topluluk |
|
14 | مُجْرِمِينَ | suçlu |
|
ثُمَّ بَعَثْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ مُوسٰى وَهٰرُونَ اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ بِاٰيَاتِنَا
Fiil cümlesidir. ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. بَعَثْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْ بَعْدِهِمْ car-mecruru بَعَثْنَا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مُوسٰى mef’ûlün bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. هٰرُونَ kelimesi مُوسٰى ‘ya matuftur.
اِلٰى فِرْعَوْنَ car mecruru بَعَثْنَا fiiline müteallıktır. فِرْعَوْنَ kelimesi gayri munsarif olduğu için esre almamıştır. Cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
İsimler îrab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından ikiye ayrılır:
1. Munsarif isimler: Tenvin ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.
2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.
Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayri munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَلَا۬ئِه۪ kelimesi atıf harfi وَ ’la فِرْعَوْنَ ‘ye matuftur. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِاٰيَاتِنَا car-mecruru بَعَثْنَا fiiline müteallıktır.
فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْماً مُجْرِم۪ينَ
فَ atıf harfidir. اسْتَكْبَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اسْتَكْبَرُوا fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, istif’âl babındadır. Sülâsîsi كبر ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
وَ atıf harfidir. كَانُوا nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nun ismi cemi müzekker olan و, muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. قَوْماً kelimesi كَانُوا ‘nun haberi olup lafzen mansubdur.
مُجْرِم۪ينَ kelimesi قَوْماً ’in sıfatı olup nasb alameti ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
مُجْرِم۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babından ism-i faildir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ثُمَّ بَعَثْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ مُوسٰى وَهٰرُونَ اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ بِاٰيَاتِنَا فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْماً مُجْرِم۪ينَ
Ayet, önceki ayetteki فَمَا كَانُوا لِيُؤْمِنُوا cümlesine, rütbeten terahi ifade eden (Âşûr) atıf harfi ثُمَّ ile atfedilmiştir.
İlk cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelen فَاسْتَكْبَرُوا cümlesi, tezâyüf nedeniyle makabline atfedilmiştir.
كَان ’nin dahil olduğu subut ifade eden isim cümlesi وَكَانُوا قَوْماً مُجْرِم۪ينَ, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Makabline matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür.
Musa ile Harun'un haberleri, daha önce icmalen zikredilen Peygamberler ve kavimlerinin kıssalarına dahil olduğu halde onların ayrıca zikredilmesi, onlar hakkında bir nevi tafsilat verilmesi, Nuh'un (a.s.) olduğu gibi onların kıssalarının da önemini vurgulamak içindir.
Firavun ve kavminin eşrafının zikredilmesi, ön planda onların olmasındandır. (Ebüssuûd)
كَان ’nin haberi sıfat tamlaması formunda gelmiştir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Firavun’un kavminin mücrim bir kavim olduğunu, geçmişte böyle olduklarını gelecekte de aynı şekilde devam edeceklerini كَان fiilinden anlıyoruz. كَان fiili geçmişte böyle idi bundan sonra da böyle olacaktır demektir ve devamlılık ifade eder.
Onlar, büyük günahları işlemeyi âdet haline getirmişlerdi Çünkü cürüm, günahın büyüklüğüne işaret eder. İşte bundan dolayıdır ki onlar, Allah'ı risaletini hafife almak cüretini gösterdiler. (Ebüssuûd)
Bu ayet önceki ayetteki aynı sözlerle başlıyor. Reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
Mucizelerimizle Firavun ve toplumuna gönderdik. Firavun, Musab’ın oğlu Vehd’dir. Mucizelerden maksat da meşhur olan şu dokuz mucizedir: Asa, beyaz el, tufan, çekirge, haşerat, kurbağa, kan, suretlerin çirkin şekle sokulması ve Kızıldeniz’in yarılması. (Ruhu’l Beyan)
Mele’; göz dolduran, önde olan, ileri gelen; gözde olanlardır.
بِاٰيَاتِنَا izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اٰيَاتِ, şan ve şeref kazanmıştır.
مُوسٰى - هٰرُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.فَلَمَّا جَٓاءَهُمُ الْحَقُّ مِنْ عِنْدِنَا قَالُٓوا اِنَّ هٰذَا لَسِحْرٌ مُب۪ينٌ
فَلَمَّا جَٓاءَهُمُ الْحَقُّ مِنْ عِنْدِنَا قَالُٓوا اِنَّ هٰذَا لَسِحْرٌ مُب۪ينٌ
فَ atıf harfidir. لَمَّا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
جَٓاءَهُمُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاءَهُمُ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
الْحَقُّ fail olup lafzen merfûdur. مِنْ عِنْدِنَا car-mecruru جَٓاءَهُمُ fiiline müteallıktır.
Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Şartın cevabı قَالُٓوا ‘dur. قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, اِنَّ هٰذَا لَسِحْرٌ مُب۪ينٌ ’dir. fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هٰذَا işaret ismi اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. سِحْرٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
مُب۪ينٌ kelimesi ise سِحْرٌ ’un sıfatıdır. Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sıfatlar:
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle Olan Sıfatlar:
Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar.
Burada مُب۪ينٌ kelimesi hakiki ve müfred sıfat olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُب۪ينٌ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَلَمَّا جَٓاءَهُمُ الْحَقُّ مِنْ عِنْدِنَا قَالُٓوا اِنَّ هٰذَا لَسِحْرٌ مُب۪ينٌ
فَ atıf harfidir. Ayet şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi جَٓاءَهُمُ الْحَقُّ مِنْ عِنْدِنَا aynı zamanda zaman zarfı لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bu ayet sarahaten şunu ifade eder: Onların büyüklük taslamalarından murad, sihir olarak vasıflandırdıkları mucizelerin, ezcümle, asa ile beyaz el mucizelerinin gelmesinden önceki durumlarıdır. Nitekim nazm-ı kerimin siyakı da buna işaret eder. Ve Musa'nın (a.s.) ilk gösterdiği büyük mucizeler de bunlardır. Bu ayet, Kur’an'ın başka yerlerinde sarahatle zikredilenlerin devamı mahiyetindedir. (Ebüssuûd)
Şartın cevabı فَ karinesi olmadan gelen قَالُٓوا اِنَّ هٰذَا لَسِحْرٌ مُب۪ينٌ cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالُٓوا fiilinin mekulü’l-kavli, اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin ismi هٰذَا ile duruma işaret edilmiştir. İşaret isimleri burada olduğu gibi aklî bir şeyi işaret ettiği zaman istiare olur. Câmi’ her ikisinde de vücudun tahakkukudur.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidâî kelamdır. اِنَّ هٰذَا لَسِحْرٌ مُب۪ينٌ şeklindeki mekulü'l-kavl; faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )
سِحْرٌ ,مُب۪ينٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
سِحْرٌ kelimesindeki nekrelik tazim içindir. Bizim anlayamayacağımız bir şey anlamı da vardır.
قَالَ مُوسٰٓى اَتَقُولُونَ لِلْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَكُمْۜ اَسِحْرٌ هٰذَاۜ وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُونَ
قَالَ مُوسٰٓى اَتَقُولُونَ لِلْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَكُمْۜ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. مُوسٰى fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
Mekulü’l-kavli, اَتَقُولُونَ لِلْحَقِّ ’dır. تَقُولُونَ fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
Hemze istifham harfidir. تَقُولُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
لِلْحَقِّ car-mecruru تَقُولُونَ fiiline müteallıktır.
Mekulü’l-kavl cümlesi mahzuftur. Takdiri, إنّه لسحر şeklindedir.
لَمَّا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
جَٓاءَكُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاءَكُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
اَسِحْرٌ هٰذَاۜ
Hemze istifham harfidir. سِحْرٌ mukaddem haber olup lafzen merfûdur. هٰذَا işaret ismi, muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُونَ
وَ haliyyedir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُفْلِحُ merfû muzari fiildir.
السَّاحِرُونَ fail olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
السَّاحِرُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan سحر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ مُوسٰٓى اَتَقُولُونَ لِلْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَكُمْۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan اَتَقُولُونَ لِلْحَقِّ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. اَتَقُولُونَ fiilinin mekulü’l-kavli mahzuftur. Takdiri إنّه لسحر [Muhakkak ki o sihirdir.] şeklindedir.
جَٓاءَكُمْ mazi fiil cümlesi, zaman zarfı لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.
Bu cümle, akla gelen bir suale cevap mahiyetindedir. Sanki “O zaman Musa onlara ne demiş?” diye sorulmuş, onun cevabı da tevbih (kınama), inkâr ve istifham yoluyla verilmiştir.
“Bâtıl olan sihirden uzak hakkın size geldiğini öğrenince hiç düşünüp tartmadan böyle mi konuşuyorsunuz?” İnsaf ehli bir kimsenin bunu söylemesi mümkün değildir. Yahut: “Size hak gelince onu ayıplıyor musunuz?” (Ebüssuûd)
اَسِحْرٌ هٰذَاۜ وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُونَ
Hz. Musa’nın önceki sözlerine dahil olan cümle, istînafiyyedir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
هٰذَا ile olaya, duruma işaret edilmiştir.
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُونَ cümlesi, hal konumundadır. Muhatapların halini bildiren cümle, ıtnâb sanatıdır.
سِحْرٌ kelimesinde irsâd vardır.
سِحْرٌ - السَّاحِرُونَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
قَالُٓوا اَجِئْتَنَا لِتَلْفِتَنَا عَمَّا وَجَدْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَا وَتَكُونَ لَكُمَا الْكِبْرِيَٓاءُ فِي الْاَرْضِۜ وَمَا نَحْنُ لَكُمَا بِمُؤْمِن۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالُوا | dediler |
|
2 | أَجِئْتَنَا | mi geldiniz? |
|
3 | لِتَلْفِتَنَا | bizi çevirmek için |
|
4 | عَمَّا | (yol)dan |
|
5 | وَجَدْنَا | bulduğumuz |
|
6 | عَلَيْهِ | üzerinde |
|
7 | ابَاءَنَا | atalarımızı |
|
8 | وَتَكُونَ | ve olması |
|
9 | لَكُمَا | ikiniz için |
|
10 | الْكِبْرِيَاءُ | büyüklüğün |
|
11 | فِي |
|
|
12 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
13 | وَمَا | (fakat) değiliz |
|
14 | نَحْنُ | biz |
|
15 | لَكُمَا | size |
|
16 | بِمُؤْمِنِينَ | iman edecek |
|
قَالُٓوا اَجِئْتَنَا لِتَلْفِتَنَا عَمَّا وَجَدْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَا وَتَكُونَ لَكُمَا الْكِبْرِيَٓاءُ فِي الْاَرْضِۜ
Fiil cümlesidir. قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, اَجِئْتَنَا ’dir. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. Hemze istifham harfidir.
جِئْتَنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur.
Mütekellim zamiri نَا mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
لِ harfi, تَلْفِتَنَا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan حَتّٰٓى ’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ‘den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ) ’sinden sonra. Burada lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا müşterek ism-i mevsûlu, عَنْ harf-i ceriyle birlikte تَلْفِتَنَا fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası وَجَدْنَا ’dır. Îrabdan mahalli yoktur.
وَجَدْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَٓا fail olarak mahallen merfûdur.
عَلَيْهِ car-mecruru وَجَدْنَا fiiline müteallıktır. اٰبَٓاءَنَا mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَكُونَ fiili atıf harfi وَ ’la تَلْفِتَنَا fiiline matuftur.
تَكُونَ nakıs mansub muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
لَكُمَا car-mecruru تَكُونَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
الْكِبْرِيَٓاءُ kelimesi تَكُونَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur. فِي الْاَرْضِ car-mecruru الْكِبْرِيَٓاءُ’nun mahzuf haline müteallıktır.
وَمَا نَحْنُ لَكُمَا بِمُؤْمِن۪ينَ
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. نَحْنُ munfasıl zamiri مَا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur.
لَكُمَا car-mecruru بِمُؤْمِن۪ينَ ’ye müteallıktır.
بِ harfi zaiddir. مُؤْمِن۪ينَ lafzen mecrur, mahallen مَا ’nın haberi olup cer alameti ي harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
مُؤْمِن۪ينَ kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُٓوا اَجِئْتَنَا لِتَلْفِتَنَا عَمَّا وَجَدْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَا وَتَكُونَ لَكُمَا الْكِبْرِيَٓاءُ فِي الْاَرْضِۜ
Fasılla gelen ayet, istînâfiyyedir.
Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan ilk cümlede قَالُٓوا fiilinin mekulü’l-kavli, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Bundan önceki ayetin tefsiriyle ilgili verilen izahata ilave olarak deriz ki: Onların bu sözleri, Musa'nın (a.s.) kelamına cevap olarak söylenmiştir. Sanki “Onlar, Musa'ya ne dediler?” sorusuna cevap verilmiştir. (Ebüssuûd)
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen alay, tahkir ve inkâr amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِتَلْفِتَنَا cümlesi îrabdan mahalli yoktur. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede sarih masdar değil, masdar-ı müevvel tercih edilmiştir. Bunun sebebi, açık masdarın bu olayın bir kere gerçekleşmiş olması ihtimaline işaret etmesidir. Oysa Hz. Musa’nın onları eski inançlarından ayırma çabasının, bir kere gerçekleştiği manası murad edilmemiştir. Aksine bu fiilin tekrarlandığı anlatılmak istenmiştir. Bu yüzden de teceddüt ve devama delalet eden fiil getirilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 1, s. 283)
Mecrur mahaldeki مَّا müşterek ism-i mevsûlu لِتَلْفِتَنَا ’ya müteallıktır. Sılası olan وَجَدْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَا, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi وَتَكُونَ لَكُمَا الْكِبْرِيَٓاءُ فِي الْاَرْضِۜ cümlesi, لِتَلْفِتَنَا cümlesine matuftur. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. لَكُمَا ’nın car mecruru كَان ’nin mahzuf haberine müteallıktır. كَان ,الْكِبْرِيَٓاءُ ’nin muahhar ismidir.
İsim cümleleri sübut ifade eder.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s.124)
الْكِبْرِيَٓاءُ kelimesi güç kuvvet, devlet manasında kullanılmıştır. Sebebiyet alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebtir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belagat Dersleri, Beyân İlmi)
“Bizi döndüresin ve yeryüzünde ululuk sizin ikinizin olsun diye mi bize geldin? Sorusunda اَجِئْتَنَا ifadesi, yalnız Musa’ya (a.s.) hitaptır. Çünkü asa ve beyaz el gibi mucizeler yalnız Musa (a.s.) ’da görülmüştür. Onlar, Firavun’a tapıyorlardı. الْكِبْرِيَٓاءُ’dan maksat, saltanattır. Çünkü sultanlar, büyüklük ve ululukla nitelenirler. الْاَرْضِ ifadesinden maksat da Mısır diyarıdır. (Ruhu’l Beyan)
Onların, atalarını üzerinde buldukları dinden maksat putperestliktir.
Ayetteki kibriya kelimesi, hükümranlık yahut insanlara reislik yaparken tekebbür etmek, demektir. (Ebüssuûd)
Müsenna ifade eden لَكُمَا ile Musa ve Harun (a.s.), ikisi birden kastedilmiştir. Yani bu müsenna lafız, tağlîb yoluyla ayetin başındaki müfred zamiri de kapsamıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَكُمَا ’larda reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
Bil ki birinci sebep taklide tutunmaya, ikinci sebep de dünyayı arzu etmedeki düşkünlüğe ve liderliğin devam etmesi hususundaki gayret ve çabalara bir işaret olmuş olur. Hz Musa'nın kavmi bu iki sebebi belirterek hükümlerini açıkça ortaya koymuş ve “Biz ikinize de inanacak değiliz.” demişlerdir. Bil ki kavim bu gerekçeleri ileri sürünce, onlar bundan sonra da çabalarını sürdürmüşler ve insanlar nezdinde Hz. Musa'nın yapmış olduğu şeyin de sihir babından olduğunu ortaya koymak için Hz Musa'nın mucizesine çeşitli sihirlerle mukabele etmek istemişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)
وَمَا نَحْنُ لَكُمَا بِمُؤْمِن۪ينَ
Ayetin son cümlesi mekulü’l-kavle matuftur.
Menfi isim cümlesi formunda, faide-i haber inkârî kelamdır. Car mecrur لَكُمَا, önemine binaen amili olan بِمُؤْمِن۪ينَ ’ye takdim edilmiştir.
Müsnede dahil olan بِ, tekid ifade eden zaid harftir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Artık kimsenin öğrenmek için ne yeterli sabrı, ne de vakti var. Rekabetle insanlardaki azmi çürütmüşler. İnsanlar anlatılan ve okunan bilgilerin tek seferde anlaşılmasını bekler halde. Sistemle akamadığı için çocuğunun aklından şüpheye düşen endişeli velilere sebep olmuşlar. Ne öğretenlerin, ne de öğrenenlerin derdi: bilgileri zihindeki bavullara itinayla yerleştirip, bir ömür yanında taşımak değil.
Eskiden ilmi kazanmak için uzak diyarlara giden, yıllarını verenleri düşündüm. Sonra İmam Gazali’yi. Eğitimini tamamladıktan sonra memleketine dönerken haramiler keser yolunu. Kervandaki herkesin malıyla beraber Gazali’nin de eşyalarını alırlar. İmam Gazali yanlarına gider “ilim için gurbete geldim, eşyalarım işinize yaramaz, kitaplarımı geri verin” der. Haramilerin başındaki güler. “Bak” der. “Gördün mü? Kitaplarını aldığımızda sen de ilim diye bir şey kalmadı.” İmam Gazali’ye eşyalarını geri verir. Gazali yaşadıklarının Allah’tan olduğunu söyler, ibret alır ve Tus’a geri döner dönmez üç sene boyunca kitaplardaki bilgileri, aldığı notları ezberler. Ve der ki “o üç senenin sonunda yolumu kesip elimdeki her şeyi alsalar da artık ilimsiz kalmayacaktım.”
İnsanlar gittiği bir iki seminerle, bir kitabı bir iki okumayla, bir konuyu bir iki dinlemeyle, hatırladığı bölük pörçük bilgilerle kendisini o ilmin sahibi zanneder olmuş. İlim insanın vaktini, emeğini almadıktan, zihninde değişikliklere sebep olamadıktan, kendi üzerinde düşündürtmedikten, zihnin kıvrımlarına yerleşip yeni yollar, yeni kapılar açmadıktan ve kişinin gittiği her yere gidemedikten sonra nasıl ilim olabilir ki?
Allahım bana ömür boyu yanımda taşıyacağım hayırlı, dünyamda ve ahiretimde fayda sağlayacak, Senin yolunda ilerletecek ilimler ver. Zamanıma, idrak kabiliyetime, ilmi elde etmede ihtiyacım olan azim ve hevesime bereket ver.
İnternetsiz ve kitapsız kaldığımda ilimsiz kalmaktan, Az bilgimle kibre düşerek hakikate burun kıvırmaktan, En iyisini bildiğimi iddia ederken yanlış yola düşmekten Allah’a sığınırım.
Geçmişten bugüne, bildiği için inanmadığını söyleyen cahil inkarcıların hallerinden ibret alanlardan,
İlmi; doğru kişilerden, doğru zamanda, doğru şekilde elden edenlerden,
Hakikat bilgilerini sabırla hayatına işleyenlerden,
Ve derdi, çok bilmekten öte, doğru bilenlerden olmaya ve bildikleriyle amel etmeye çalışanlardan olmak duasıyla.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji