بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَقَالَ فِرْعَوْنُ ائْتُون۪ي بِكُلِّ سَاحِرٍ عَل۪يمٍ
75-82.Ayetlerin Tefsiri;
https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Y%C3%BBnus-suresi/1439/75-82-ayet-tefsiri
وَقَالَ فِرْعَوْنُ ائْتُون۪ي بِكُلِّ سَاحِرٍ عَل۪يمٍ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. فِرْعَوْنُ fail olup gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
İsimler îrab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından ikiye ayrılır:
1. Munsarif isimler: Tenvin ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.
2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.
Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayri munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Mekulü’l-kavli, ائْتُون۪ي ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
ائْتُون۪ي fiili ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Sonundaki نِ vikayedir. Muttasıl zamir ى mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بِكُلِّ car mecruru ائْتُون۪ي fiiline müteallıktır. سَاحِرٍ kelimesi muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
عَل۪يمٍ kelimesi سَاحِرٍ ’in sıfatı olup lafzen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ve mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَاحِرٍ kelimesi sülâsî mücerred olan سحر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَل۪يمٍ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَالَ فِرْعَوْنُ ائْتُون۪ي بِكُلِّ سَاحِرٍ عَل۪يمٍ
وَ istînâfiyyedir veya 76. ayetteki قَالُٓوا اِنَّ هٰذَا لَسِحْرٌ مُب۪ينٌ cümlesine matuftur. (Âşûr)
Ayet, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan ائْتُون۪ي بِكُلِّ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
سَاحِرٍ kelimesinin nekre oluşu tazim ve teksir için olduğu gibi özel bir nev olduğuna işaret için de olabilir.
سَاحِرٍ için sıfat olan عَل۪يمٍ, mübalağa ifade eden ism-i tafdil kalıbındadır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
فَلَمَّا جَٓاءَ السَّحَرَةُ قَالَ لَهُمْ مُوسٰٓى اَلْقُوا مَٓا اَنْتُمْ مُلْقُونَ
فَلَمَّا جَٓاءَ السَّحَرَةُ قَالَ لَهُمْ مُوسٰٓى اَلْقُوا مَٓا اَنْتُمْ مُلْقُونَ
Fiil cümlesidir. ف atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمَّا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
لَمَّا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
a. (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzari fiili cezm eden harf olur.
b. (لَمَّا)’ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir.
c. Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir.
d. Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَٓاءَ ile başlayan fiil cümlesi muzafun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. السَّحَرَةُ fail olup lafzen merfûdur. Şartın cevabı قَالَ لَهُمْ مُوسٰٓى ’dır.
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. لَهُمْ car mecruru قَالَ fiiline müteallıktır. مُوسٰٓى fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
Mekulü’l-kavli, اَلْقُوا ’dur. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اَلْقُوا fiili, ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَٓا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
İsm-i mevsûlun sılası اَنْتُمْ مُلْقُونَ cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.
Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. مُلْقُونَ kelimesi haber olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
مُلْقُونَ kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلْقُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi لقي ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin ( imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَلَمَّا جَٓاءَ السَّحَرَةُ قَالَ لَهُمْ مُوسٰٓى اَلْقُوا مَٓا اَنْتُمْ مُلْقُونَ
فَ atıf harfidir. Ayet, takdiri فأتوه (O halde onu getirin) olan cümleye atfedilmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi aynı zamanda muzâfun ileyh olan جَٓاءَ السَّحَرَةُ cümlesidir ve müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cevap cümlesi olan… قَالَ لَهُمْ مُوسٰٓى اَلْقُوا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan اَلْقُوا مَٓا اَنْتُمْ مُلْقُونَ cümlesi ise emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen meydan okuma ve küçümseme anlamı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
اَلْقُوا fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ’nın sılası اَنْتُمْ مُلْقُونَ, isim cümlesi formunda gelerek sübut ifade etmiştir.
Atacakları şey açıkça söylenmemiştir. Mef’ûlün ism-i mevsûlle gelmesi tahkir ifadesi için olabilir.
اَلْقُوا - مُلْقُونَ arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
السَّحَرَةُ kelimesindeki marifelik, ahd-i zikrîdir. (Âşûr)
فَلَمَّٓا اَلْقَوْا قَالَ مُوسٰى مَا جِئْتُمْ بِهِ السِّحْرُۜ اِنَّ اللّٰهَ سَيُبْطِلُهُۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُصْلِحُ عَمَلَ الْمُفْسِد۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَلَمَّا | zaman |
|
2 | أَلْقَوْا | attıkları |
|
3 | قَالَ | dedi ki |
|
4 | مُوسَىٰ | Musa |
|
5 | مَا | şeyler |
|
6 | جِئْتُمْ | sizin getirdiğiniz |
|
7 | بِهِ | (onunla) |
|
8 | السِّحْرُ | sihirdir |
|
9 | إِنَّ | şüphesiz |
|
10 | اللَّهَ | Allah |
|
11 | سَيُبْطِلُهُ | onu boşa çıkaracaktır |
|
12 | إِنَّ | şüphesiz |
|
13 | اللَّهَ | Allah |
|
14 | لَا |
|
|
15 | يُصْلِحُ | düzeltmez |
|
16 | عَمَلَ | işlerini |
|
17 | الْمُفْسِدِينَ | bozguncuların |
|
فَلَمَّٓا اَلْقَوْا قَالَ مُوسٰى مَا جِئْتُمْ بِهِ السِّحْرُۜ
فَ atıf harfidir. لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
اَلْقَوْا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَلْقَوْا şart fiili olup mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Şartın cevabı قَالَ مُوسٰى ’dir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. مُوسٰى fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
Mekulü’l-kavl, مَا جِئْتُمْ بِهِ السِّحْرُ ’dur. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası جِئْتُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
جِئْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. بِهِ car mecruru جِئْتُمْ fiiline müteallıktır.
السِّحْرُ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
اَلْقُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi لقي ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin ( imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِنَّ اللّٰهَ سَيُبْطِلُهُۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli, اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. سَيُبْطِلُهُ fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
سَيُبْطِلُهُ fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.
يُبْطِلُهُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ اللّٰهَ لَا يُصْلِحُ عَمَلَ الْمُفْسِد۪ينَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli, اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur. لَا يُصْلِحُ fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُصْلِحُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
عَمَلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْمُفْسِد۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُفْسِد۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babından ism-i faildir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَلَمَّٓا اَلْقَوْا قَالَ مُوسٰى مَا جِئْتُمْ بِهِ السِّحْرُۜ
فَ atıf harfidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi aynı zamanda muzâfun ileyh olan اَلْقَوْا cümlesidir ve müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şartın cevabı olan قَالَ مُوسٰى cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan مَا جِئْتُمْ بِهِ السِّحْرُ cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi olup faide-i haber ibtidâî kelamdır.
قَالَ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ’nın sılası جِئْتُمْ بِهِ, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mef’ûlün müphem yapıdaki ism-i mevsûlle gelmesi sonradan gelecek olan اِنَّ اللّٰهَ سَيُبْطِلُهُ cümlesine dikkat çekmek içindir. (Âşûr)
Haber olan السِّحْرُۜ ’un, el takısıyla marife olması bu sıfatın kemâline işaret eder.
جِئْتُمْ بِهِ sözünün manası, onu bize gösterin demektir. المَجِيءُ fiili, izhar etmek (açıkça göstermek) manasında mecazdır. Çünkü bir şeyi getiren kişi onun geldiği yeri gösterir. Aslında örfî bir kullanımdır. (Âşûr)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ اللّٰهَ سَيُبْطِلُهُۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ve سَ ile tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır. İsme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder.
Müsnedün ileyhin, lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اِنَّ ’in haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ, isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr, 1)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
اِنَّ اللّٰهَ سَيُبْطِلُهُ şeklindeki isim cümlesi اِنَّ ile tekid edilmiş, haberin muzari fiille gelmesiyle isnad tekrarlanmış, سَ harfi ile ikinci bir tekid yapılarak Allah’ın onu batıl kılacağı çok kesin bir dille haber verilmiştir. Aynı kalıpla gelen sonraki cümle de bu ifadeyi desteklemiştir.
اِنَّ اللّٰهَ لَا يُصْلِحُ عَمَلَ الْمُفْسِد۪ينَ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lîl cümleleri ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümleleri zamandan bağımsız olarak sübut ifade eder. اِنَّ ’nin haberi menfi muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.
Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi ve zamir makamında zahir isim gelerek tekrarlanması, telezzüz, teberrük ve haşyet duygularını artırma kastının yanında haberin önemini de vurgulamaktadır. Ayrıca bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْمُفْسِد۪ينَ - يُصْلِحُ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
سَيُبْطِلُهُۜ - الْمُفْسِد۪ينَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اِنَّ اللّٰهَ لَا يُصْلِحُ عَمَلَ الْمُفْسِد۪ينَ [Bozucuların yaptıklarını Allah düzeltmez,] kalıcı ve daim kılmaz, aksine onu yokluğa mahkum eder demektir. (Keşşâf, Ebüssuûd)
وَيُحِقُّ اللّٰهُ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِه۪ وَلَوْ كَرِهَ الْمُجْرِمُونَ۟
وَيُحِقُّ اللّٰهُ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِه۪ وَلَوْ كَرِهَ الْمُجْرِمُونَ۟
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. يُحِقُّ merfû muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
الْحَقَّ mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بِكَلِمَاتِه۪ car mecruru يُحِقُّ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ haliyyedir. لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. كَرِهَ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir.
الْمُجْرِمُونَ fail olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
الْمُجْرِمُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَيُحِقُّ اللّٰهُ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِه۪ وَلَوْ كَرِهَ الْمُجْرِمُونَ۟
Ayetin ilk cümlesi, önceki cümleye matuf olup, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. الْحَقَّ kelimesi mef’ûlu mutlaktır. Manayı tekid etmiştir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
يُحِقُّ - الْحَقَّ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
بِكَلِمَاتِه۪ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması كَلِمَاتِ ’ye şan ve şeref kazandırmıştır.
Bu cümlede zamir olarak gelmesi gerekirken açıkça zahir olarak lafza-i celâlin gelmesi, nefislerindeki mehabeti terbiye etmek içindir. بِكَلِمَاتِه۪ deki بِ sebebiyyedir. (Âşûr)
كَلِمَاتِ , Allah Teâlâ’nın yaratma kudreti ile alakalı müstear lafızdır. İradesine ve ilmine uygun olarak devam eden tekvini ifade eder. Bu çok şık bir istiaredir. Çünkü bu alaka; mananın idrakini sağlayan ve mütekellimin iradesine ve ilmine delalet eden kelama benzetilmiştir. (Âşûr)
بِكَلِمَاتِه۪ [Allah, sözleriyle] yani emir ve hükümleriyle وَيُحِقُّ اللّٰهُ الْحَقَّ [gerçeğin gerçekliğini ortaya çıkarır;] hakkı kalıcı kılar. (Keşşâf)
Hal وَ ’ı ile gelen son cümlede لَوْ, vasıl içindir yani sonraki manaya bağlantıdır. (Âşûr)
Sebat, temekkün ve istikrar ifade eden mazi fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الْمُجْرِمُونَ۟ ; suçlu demektir. جرم, kesip kopardı demektir. جريم, dalından koparıldığı için kuruyup kötü olan hurma demektir. مجرم, özünden kopan, haktan ayrılan kişi demektir.
الْمُجْرِمُونَ۟ ve كَرِهَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.فَمَٓا اٰمَنَ لِمُوسٰٓى اِلَّا ذُرِّيَّةٌ مِنْ قَوْمِه۪ عَلٰى خَوْفٍ مِنْ فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِهِمْ اَنْ يَفْتِنَهُمْۜ وَاِنَّ فِرْعَوْنَ لَعَالٍ فِي الْاَرْضِۚ وَاِنَّهُ لَمِنَ الْمُسْرِف۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَمَا | olmadı |
|
2 | امَنَ | iman eden |
|
3 | لِمُوسَىٰ | Musa’ya |
|
4 | إِلَّا | başka |
|
5 | ذُرِّيَّةٌ | bir genç takımdan |
|
6 | مِنْ | -nden |
|
7 | قَوْمِهِ | kavmi- |
|
8 | عَلَىٰ |
|
|
9 | خَوْفٍ | korkusuyla |
|
10 | مِنْ | -dan |
|
11 | فِرْعَوْنَ | Firavun- |
|
12 | وَمَلَئِهِمْ | ve adamlarının |
|
13 | أَنْ |
|
|
14 | يَفْتِنَهُمْ | kötülük etmeleri |
|
15 | وَإِنَّ | ve şüphesiz |
|
16 | فِرْعَوْنَ | Firavun |
|
17 | لَعَالٍ | iyice büyüklenmişti |
|
18 | فِي |
|
|
19 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
20 | وَإِنَّهُ | ve şüphesiz o |
|
21 | لَمِنَ | kimselerdendi |
|
22 | الْمُسْرِفِينَ | çok aşırı giden |
|
“Kavminden az sayıda insan” diye tercüme ettiğimiz Hz. Mûsâ’ya iman edenler hakkındaki ifade, “zürriyyetün min kavmihî” şeklinde olup bunun etrafında değişik yorumlar yapılmıştır. Bazı müfessirlere göre buradaki “zürriyye” (zürriyet) kelimesi “az” anlamında kullanılmıştır; âyet onun kavminden ancak az sayıda insanın iman ettiğini ifade etmektedir. Bu âyette “Mûsâ’nın kavmi”nden söz edildiği kanaatini taşıyan ve zürriyet kelimesinin “gençler topluluğu” mânasını esas alan müfessirlere göre, burada kastedilen anlam şudur: Peygamberliğinin başlangıcında ona ancak, babaları Firavun ve adamlarının baskısı altında bulunan bir grup genç iman etmişti. Âyette Mûsâ’nın kavminden söz edildiğini kabul etmekle beraber zürriyet kelimesine “soy, nesil” anlamı veren bir kısım müfessirin yorumu şöyledir: Hz. Mûsâ’nın gönderildiği toplum ona iman etmemişti, fakat mücadelesi uzun zamana yayıldığından ilk muhataplarının çoğu ölmüş, onların soyundan olanlar kendisine iman etmişlerdi. Taberî, âyetin söz dizimine ilişkin bir gerekçeyle bu görüşü daha güçlü bulmaktadır (XI, 149-150). Diğer bir grup müfessire göre ise burada “Firavun’un kavmi”nden söz edilmekte, dolayısıyla onun yakın çevresinden az sayıda insanın Hz. Mûsâ’ya iman ettiğine işaret edilmektedir. İbn Atıyye, tarihî bilgilerin Hz. Mûsâ’ya kendi kavminden az kişinin iman etmiş olması ihtimalini desteklemediği gerekçesiyle bu görüşü tercih etmektedir (III, 136-137).
Bir kısım dil bilgininin görüşü de şöyledir: Hz. Mûsâ’ya iman edenlerin babaları kıptî ve anneleri İsrâiloğulları soyundan olduğu için o toplumda böyle kimseler “zürriyet” diye anılıyordu; âyetteki zürriyet kelimesi de bu anlamda kullanılmıştır (Taberî, XI, 150; İbn Atıyye, III, 136-137). Öte yandan Muhammed Esed’in âyetin bu kısmına “ancak birkaç kişi Mûsâ’ya olan inançlarını açıkladılar” şeklinde verdiği mâna kapalı durmaktadır (I, 411).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 129-130
فَمَٓا اٰمَنَ لِمُوسٰٓى اِلَّا ذُرِّيَّةٌ مِنْ قَوْمِه۪ عَلٰى خَوْفٍ مِنْ فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِهِمْ اَنْ يَفْتِنَهُمْۜ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اٰمَنَ fetha üzere mebni mazi fiildir.
لِمُوسٰٓى car mecruru اٰمَنَ fiiline müteallıktır. اِلَّا hasr edatıdır. ذُرِّيَّةٌ fail olup lafzen merfûdur.
مِنْ قَوْمِه۪ car mecruru ذُرِّيَّةٌٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.
Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَلٰى خَوْفٍ car mecruru ذُرِّيَّةٌٍ ’in mahzuf haline müteallıktır. Takdiri, خائفين من فرعون şeklindedir.
مِنْ فِرْعَوْنَ car mecruru خَوْفٍ ’ye müteallıktır. فِرْعَوْنَ gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
İsimler îrab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından ikiye ayrılır:
1. Munsarif isimler: Tenvin ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.
2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.
Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayri munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَلَا۬ئِهِمْ kelimesi atıf harfi وَ ’la فِرْعَوْنَ ’ye matuftur.
Muttasıl zamir هِمْ muzafun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, مِنْ فِرْعَوْنَ ’den bedel olarak mahallen mecrurdur.
يَفْتِنَكُمُ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Muttasıl zamir كُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَاِنَّ فِرْعَوْنَ لَعَالٍ فِي الْاَرْضِۚ
İsim cümlesidir. وَ itiraziyyedir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
فِرْعَوْنَ kelimesi, اِنَّ ’nin ismi olup gayri munsariftir.
İsimler îrab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından ikiye ayrılır:
1. Munsarif isimler: Tenvin ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.
2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.
Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayri munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ل harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
عَالٍ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup mahzuf ی üzere mukadder damme ile merfûdur. عَالٍ kelimesi ism-i mankûstur.
Mankûs isimler: Sondan bir önceki harfi kesralı olup son harfi de ي olan isimlere mankûs isimler denir. Mankûs isimlerin îrab durumu şöyledir:
a. Merfû halinde takdiri damme ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي gibi),
b. Mansub halinde lafzî olarak yani fetha ile (رَاعِيًا – اَلرَّاعِيَ gibi),
c. Mecrur halinde takdiri kesra ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي gibi) îrab edilir.
Yani mankûs isimler ref ve cer durumlarında maksûr isimler gibi takdiri îrab edilir. Bu durumda damme ve kesra harekeleri son harflerinin üzerinde açıkça görülmez, fakat var olduğu kabul edilir. Nasb hallerinde ise lafzi olarak irab edilir, son harfin üzerinde fetha harekesi açık bir şekilde görünür.
Mankûs isimler nekre halinde yani başlarında elif lam olmaksızın kullanıldığında ref ve cer durumlarında sonlarındaki ي harfi düşürülür. Ancak meydana gelen bu değişikliğe işaret olmak üzere kelimenin sonundaki kesra harekesi tenvinli kesra olur. İrabı ise yine takdiren olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فِي الْاَرْضِ car mecruru عَالٍ kelimesine müteallıktır.
عَالٍ kelimesi sülâsî mücerred olan علو fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail, eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنَّهُ لَمِنَ الْمُسْرِف۪ينَ
وَ atıf harfidir. İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
ل harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
مِنَ الْمُسْرِف۪ينَ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
الْمُسْرِف۪ينَ kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَمَٓا اٰمَنَ لِمُوسٰٓى اِلَّا ذُرِّيَّةٌ مِنْ قَوْمِه۪ عَلٰى خَوْفٍ مِنْ فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِهِمْ اَنْ يَفْتِنَهُمْۜ
Önceki ayete matuf olup, menfi mazi fiil sıygasında gelmiştir. Faide-i haber talebî kelamdır.
Cümle kasrla tekid edilmiştir. مَا ve اِلَّٓا ile oluşan kasr, fiille fail arasındadır. اٰمَنَ maksûr/sıfat, ذُرِّيَّةٌ maksûrun aleyh/mevsuftur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur.
Fiil ile zahir müennes failin arası illa ile ayrılmış ise fiilin müzekker kılınması gerekir kaidesi gereğince fail ( ذُرِّيَّةٌ ) müennes olduğu halde fiil müzekker geldi. (Ahmet Şimşek, Arap Dilinde Müzekkerlik ve Müenneslik Uyumu)
Masdar harfi اَن ’i müteakip gelen teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eden muzari fiil cümlesi يَفْتِنَهُمْۜ, masdar tevilindedir. Masdar-ı müevvel, cer mahallinde, مِنْ فِرْعَوْنَ ’den bedel-i iştimâldir.
ذُرِّيَّةٌ - قَوْمِه۪ - مَلَا۬ئِهِمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الفَتْنُ; nefsin tahammül edemeyeceği zorbalık sebebiyle zihne korku ve endişe sokmaktır. (Âşûr)
وَاِنَّ فِرْعَوْنَ لَعَالٍ فِي الْاَرْضِۚ وَاِنَّهُ لَمِنَ الْمُسْرِف۪ينَ
وَ itiraziyyedir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
عَالٍ kelimesi, zorbalık ve güç anlamında müsteardır. (Âşûr)
Menkûs isim olan bu kelimedeki nekrelik, teksir ve tahkir ifade eder.
Aynı üslupla gelen وَاِنَّهُ لَمِنَ الْمُسْرِف۪ينَ cümlesi, itiraz cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur مِنَ الْمُسْرِف۪ينَ ’in müteallakı olan haber, mahzuftur.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Zamir makamında zahir isim zikredilerek yapılan ıtnâb, Firavun'un zorbalık ve azgınlığının had safhada olduğunu vurgulamıştır.
اِنَّ - فِرْعَوْنَ - مِنَ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
اِنَّ - اَنْ kelimelerinin arasında cinas-ı nakıs, farklı manadaki مِنَ ’ler arasında tam cinas ve bu kelime grupları arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الإسْرافُ, bir işte itidali aşmaktır. Bu aşma zemmedilmiştir. Kullanıldığı en meşhur yer infak konusudur. Burada aşırıya gitmenin müteallıkı zikredilmemiştir. Bu nedenle israf, insanların yaşadığı zamandaki kralların âdeten yaptıkları ve insanların mekruh gördüğü sıfatlarını ifade eder. (Âşûr)
مِنَ الْمُسْرِف۪ينَ sözü, israf vasfını ifade için إنَّهُ لَمُسْرِفٌ sözünden daha beliğdir. Enam Suresi 56 ضَلَلْتُ إذًا وما أنا مِنَ المُهْتَدِينَ şeklindeki Enam Suresi 56 ayetinde bunu açıklamıştık. (Âşûr)وَقَالَ مُوسٰى يَا قَوْمِ اِنْ كُنْتُمْ اٰمَنْتُمْ بِاللّٰهِ فَعَلَيْهِ تَوَكَّلُٓوا اِنْ كُنْتُمْ مُسْلِم۪ينَ
Hz. Mûsâ’nın kendilerine hitap ettiği kişilerin iman ettiklerini bildiği halde onlara, “eğer Allah’a iman ettiyseniz” tarzında şart mânası içeren bir söz söylemesi, “mademki inanıyorsunuz” şeklinde açıklanmış, bu ifadenin onları kendi tercihlerine sahip çıkmaya teşvik etme ve mücadele ruhunu motive etme amacı taşıdığı belirtilmiştir. Allah’a teslimiyet içinde olmaktan söz edilmesi de bu mânayı desteklemek içindir (İbn Atıyye, III, 138). Ayrıca âyetten, tevekkül ile teslimiyet arasında sıkı bir bağ bulunduğu da anlaşılmaktadır (Zemahşerî, II, 200).
Hz. Mûsâ’nın muhatapları bu çağrıya yalnız Allah’a güvendiklerini belirterek cevap verdiler; fakat kendi zaaflarını da göz ardı etmediler, tahammül edemeyecekleri ağır imtihanlara mâruz kılınmamaları ve zalimlerin cefası altında bırakılmamaları için yine Allah’a yakardılar, o inkârcılar güruhunun elinden kurtarılmaları için O’ndan niyazda bulundular.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 130-131
وَقَالَ مُوسٰى يَا قَوْمِ اِنْ كُنْتُمْ اٰمَنْتُمْ بِاللّٰهِ فَعَلَيْهِ تَوَكَّلُٓوا اِنْ كُنْتُمْ مُسْلِم۪ينَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. مُوسٰى fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
Mekulü’l-kavli, يَا قَوْمِ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَا nida, قَوْمِ münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim يَ ’sı mahzuftur.
Nidanın cevabı اِنْ كُنْتُمْ اٰمَنْتُمْ بِاللّٰهِ ’dur. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. كُنتُم ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
اٰمَنْتُمْ fiili كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubdur.
اٰمَنْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
بِاللّٰهِ car mecruru اٰمَنْتُمْ fiiline müteallıktır.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. عَلَيْهِ car mecruru تَوَكَّلُٓوا fiiline müteallıktır.
تَوَكَّلُٓوا fiili ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. كُنتُم ’un dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.
تُمْ muttasıl zamiri كُنتُم ’un ismi olarak mahallen merfûdur.
مُسْلِم۪ينَ kelimesi كُنتُم ’un haberi olup nasb alameti ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
تَوَكَّلُٓوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi وكل ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَقَالَ مُوسٰى يَا قَوْمِ اِنْ كُنْتُمْ اٰمَنْتُمْ بِاللّٰهِ فَعَلَيْهِ تَوَكَّلُٓوا
Ayet وَ ’la …فَمَٓا اٰمَنَ لِمُوسٰٓى cümlesine atfedilmiştir.
Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede mekulü’l-kavl, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Münada olan قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi nida edenin, münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Nidanın cevabı şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. كان ’nin dahil olduğu كُنْتُمْ اٰمَنْتُمْ بِاللّٰهِ, şart cümlesidir. كان ’nin haberi olan اٰمَنْتُمْ, mazi fiil cümlesi formunda gelerek hudûs, hükmü takviye, sebat, temmekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Şart için mazi fiil kullanılışı, oluşa ve oluşun devamının istikrarına işaret eder. (Vakafat, s. 114)
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 88)
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Vakafat, s. 107)
اٰمَنْتُمْ - مُسْلِم۪ينَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.
فَ karînesiyle gelen فَعَلَيْهِ تَوَكَّلُٓوا cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. عَلَيْهِ, amili olan تَوَكَّلُٓوا ’ya takdim edilmiştir.
Takdim kasrıyla, sadece Allah’a tevekkül etmek emredilmiş, Firavun’dan korkmak nehyedilmiştir.
اٰمَنْتُمْ kelimesinde irsâd sanatı vardır.
فَعَلَيْهِ تَوَكَّلُٓوا car mecrurun müteallıkına takdimi kasr ifadesi içindir. Kasr-ı izafîdir. عَلٰى خَوْفٍ مِنْ فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِهِمْ اَنْ يَفْتِنَهُمْ cümlesi bunu tefsir eder. (Âşûr)
اِنْ كُنْتُمْ مُسْلِم۪ينَ
Önceki şart cümlesini tekid için gelmiş istînâfiyyedir. Şart üslubunda talebî inşaî isnaddır. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.
كَان ’nin dahil olduğu, sübut ifade eden isim cümlesi şart cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )
Şartın cevabının önceki manadan anlaşılması sebebiyle hazfedilmesi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.
Eğer şartın öncesinde cevabın anlaşılmasını sağlayan bir ifade yer alırsa, cevap hazfedilir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
Bu ifade Kur’an‘da 6 yerde geçmiş. Buna iktibas diyoruz. Kur’an kendi sözünden alıntı yapmıştır.
مُسْلِم۪ينَ - اٰمَنْتُمْ - تَوَكَّلُٓوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.فَقَالُوا عَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْنَاۚ رَبَّـنَا لَا تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِلْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَۙ
فَقَالُوا عَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْنَاۚ
فَ atıf harfidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, تَوَكَّلْنَا ’dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
عَلَى اللّٰهِ car mecruru قَالُوا fiiline müteallıktır.
تَوَكَّلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
تَوَكَّلْنَا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi وكل ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
رَبَّـنَا لَا تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِلْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَۙ
Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ, muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Nidanın cevabı لَا تَجْعَلْنَا ’dır. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تَجْعَلْنَا fiili meczum muzari fiildir. Fail müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فِتْنَةً kelimesi تَجْعَلْنَا fiilinin ikinci mef’ûlü olup fetha ile mansubdur.
لِلْقَوْمِ car mecruru فِتْنَةً ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.
الظَّالِم۪ينَۙ kelimesi لِلْقَوْمِ ’nin sıfatı olup cer alameti ى ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanırlar.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الظَّالِم۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَقَالُوا عَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْنَاۚ
فَ atıf harfidir. Ayetin ilk cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan عَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْنَاۚ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. عَلَيْهِ, amili olan تَوَكَّلُٓوا ’ya takdim edilmiştir. Bu takdim kasr ifade eder. Tevekkülü Allah’ın dışındaki şeylerden tecrid etmektedir.
Bu son iki ayette تَوَكَّلْ ’ün (Allah’a güvenip dayanmanın) duadan önce zikredilmesi, dua edenin duasının kabul edilmesi için önce tevekküle sarılmasının gerekli olduğuna dikkat çekmek içindir. (Beyzâvî, Rûhul- Beyan)
رَبَّـنَا لَا تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِلْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَۙ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, önceki sözün devamıdır. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nida harfinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu hazif, mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Nidanın cevabı لَا تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِلْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
رَبَّـنَا izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olması نَا zamirine şan ve şeref kazandırmıştır.
فِتْنَةً ’deki tenvin kıllet ve nev içindir. Olumsuz siyakta nekre umum ifade eder.
Ayette kâfirler, zalim olarak olarak vasıflandırılmıştır. Çünkü küfür en büyük zulümdür.
Kâfir kavmin sıfatı ism-i fail olarak gelmiştir. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
İsm-i fail kişinin elinde olan fiillerden yapılır. İrade dışında olan fiillerden ism-i fail yapılmaz. Bu tür fiillerin ism-i failini sıfat-ı müşebbehe üstlenir. (KSÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, 10, (2007) s. 55 - 90, Arapçada İsm-i Fail Ve İşlevleri Yrd. Doç. Dr. M. Akif Özdoğan
Ayette geçen فِتْنَةً [fitne] kelimesiyle ism-i mef'ûl manası murad edilmiştir. Zira, masdarın ism-i mef'ûl makamında kullanılması caizdir. Bu, mesela, خلق (yaratmak) kelimesinin مخلوق (yaratılmış) manasına; تكوين (meydana getirmek) kelimesinin مُكَوَّن (meydana getirilmiş) anlamına gelmesi gibidir. Buna göre mana, “Bizi, fitneye düşmüşlerden, belaya uğramışlardan kılma” şeklinde olur. Yani “Onlara, zulüm ve baskıları vasıtasıyla, bizi, kabul etmiş olduğumuz bu hak dinden döndürme imkânı verme…” demektir. (Fahreddin er-Râzî)
وَنَجِّنَا بِرَحْمَتِكَ مِنَ الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ
وَنَجِّنَا بِرَحْمَتِكَ مِنَ الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ
وَ atıf harfidir. نَجِّنَا illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir. Muttasıl zamir نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بِرَحْمَتِ car mecruru نَجِّنَا ’deki mef’ûlun haline müteallıktır.
Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنَ الْقَوْمِ car mecruru وَنَجِّنَا fiiline müteallıktır.
الْكَافِر۪ينَ kelimesi الْقَوْمِ ’nin sıfatı olup cer alameti ى ’dır. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْكَافِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan كفر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَنَجِّنَا بِرَحْمَتِكَ مِنَ الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ
Önceki ayete- وَ ’la atfedilen cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
بِرَحْمَتِكَ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan رَحْمَتِ şan ve şeref kazanmıştır.
الْكَافِر۪ينَ kelimesi الْقَوْمِ ’nin sıfatıdır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
اَنْجَيَ fiili ifâl babından olup zorluktan ve sıkıntıdan kurtarma konusunda hızlı olunması gereken durumlarda kullanılır. Aynı kökten türeyen نَجَّي fiili ise tefîl babındandır ve çoğunlukla kurtarma fiilinde bir müddet bekleme ve ona zaman tanımanın sözkonusu olduğu yerlerde kullanılır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Kur’an Kelimelerinin Sırlı Dünyası, s. 113)
وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰى وَاَخ۪يهِ اَنْ تَبَوَّاٰ لِقَوْمِكُمَا بِمِصْرَ بُيُوتاً وَاجْعَلُوا بُيُوتَكُمْ قِبْلَةً وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَۜ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَأَوْحَيْنَا | ve vahyettik |
|
2 | إِلَىٰ |
|
|
3 | مُوسَىٰ | Musa’ya |
|
4 | وَأَخِيهِ | ve kardeşine |
|
5 | أَنْ | diye |
|
6 | تَبَوَّا | hazırlayın |
|
7 | لِقَوْمِكُمَا | kavminiz için |
|
8 | بِمِصْرَ | Mısır’da |
|
9 | بُيُوتًا | evler |
|
10 | وَاجْعَلُوا | ve edinin (diye) |
|
11 | بُيُوتَكُمْ | evlerinizi |
|
12 | قِبْلَةً | ibadethane |
|
13 | وَأَقِيمُوا | ve kılın (diye) |
|
14 | الصَّلَاةَ | namaz |
|
15 | وَبَشِّرِ | ve müjdele |
|
16 | الْمُؤْمِنِينَ | Mü’minleri |
|
Hz. Mûsâ ve kardeşinden Mısır’da kavimleri için evler hazırlamalarının istenmesi değişik şekillerde yorumlanmıştır. Bazı müfessirler daha sonra gelen namaz kılma emriyle de bağ kurarak “kıble” kelimesini “mâbedler” anlamıyla açıklamışlar ve bu buyruğu, “Evlerinizi ibadet mahalleri yapın” şeklinde yorumlamışlardır. Bazı müfessirler ise “kıble” kelimesinin sözlük anlamından yola çıkarak burada, karşılıklı evler yapıp dayanışma içinde bulunmalarının kastedildiği kanaatini taşımaktadırlar (Taberî, XI, 153-156; İbn Atıyye, III, 138-139). İbn Âşûr bu yorumların tarihî bilgilerle bağdaşmadığını belirtip kendi kanaatini şöyle açıklar: Burada evler hazırlama buyruğu anılan iki peygamberin kendi kavminden olanlara bu yönde tâlimat vermelerinin istenmesi anlamındadır. İsrâiloğulları daha önce Mısır’ın güney bölgesinde Menfis şehri yakınlarında oturmakta olduklarına göre, âyette onların yine Mısır’da başka meskenler edinmeleri kastedilmiş olmalıdır. Kısa bir süre sonra İsrâiloğulları’nın –kendi izni ve yardımıyla– Mısır’dan ayrılacağını bilen yüce Allah’ın onlardan mâbedler yapmalarını istemesi anlamlı olmaz; bu emirle onlardan, göçe hazırlık amacıyla, bulundukları yerin dışında bir mahalde muhtemelen çadır veya baraka türü meskenler edinmeleri istenmiş olmalıdır. Tevrat’ta da bu yorumu destekleyen bilgiler vardır. Kıble’den maksat da güney istikametidir. Bu istikametten kıble diye söz edilmesinin sebebi, Hz. Mûsâ’nın o dönemde Hz. İbrâhim’in kıblesine yönelmekte bulunuşu olabilir; fakat Hz. Mûsâ’nın güney anlamını ifade eden bir kelime kullanmış ve Kur’an’ın bunu, Araplar arasında güney kelimesiyle eş anlamlı olarak kullanımı yaygın olan kıble kelimesiyle ifade etmiş olması da muhtemeldir. Evlerin bu yöne dönük yapılmasının istenmesindeki amaç ise, bütün mevsimlerde gündüzün büyük bir kısmında kapılarından güneşin girmesi olmalıdır ki bunun birçok yararları vardır (XI, 265-266).
İbn Âşûr’un işaret ettiği üzere, Hz. Mûsâ’nın –ibadet ederken Kudüs yönüne dönmesi emri gelmeden önce– Hz. İbrâhim’in kıblesi olan Kâbe’ye yönelmekte olduğu ve âyette geçen “kıble” kelimesiyle Kâbe’nin kastedildiği kanaatini taşıyanlar bulunduğu gibi, burada maksadın Beytülmakdis olduğu yorumunu yapan müfessirler de vardır (Zemahşerî, II, 200; Şevkânî, II, 530). Âyetteki buyrukların önce ikil, sonra çoğul ve sonunda tekil kalıbında olması müfessirlerce şöyle açıklanmıştır: Önce kendi toplumları için evler hazırlamaları hususunda Hz. Mûsâ ve Hz. Hârun’a hitap edilmiştir; çünkü yer seçimi ve toplumların yönlendirilmesi peygamberlerin işidir. Sonra çoğul kalıbı kullanılarak hem onlardan hem de toplumlarındaki bütün yükümlülerden kendi evlerinin, ibadet yerlerinin hazırlanmasına katkı sağlamaları veya kıbleye yönelmeleri ve Allah’a kulluk görevini yerine getirmede ihmal göstermemeleri istenmiştir. Nihayet Hz. Mûsâ’ya hitap edilerek, önceki âyette endişelerini dile getiren müminleri müjdelemesi, sonunda kurtuluşa erişeceklerini bildirmesi emredilmektedir. Peygamberlik görevinde Hz. Hârun tâbi durumda olduğu için hitap Hz. Mûsâ’ya yapılmıştır. Bu hitabın Hz. Muhammed’e yönelik olduğu yorumunu yapanlar olmuşsa da, bu yorum genellikle zayıf bulunmuştur. Âyetteki namaz buyruğunun mahiyeti hakkında kaynaklarda kesin bilgiler bulunmamakla beraber, İsrâiloğulları’nın Hz. Mûsâ’nın gelmesinden önce de Hz. İbrâhim’e ve onu izleyenlere uyarak kılmakta oldukları namazın kastedilmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Göç hazırlığının işaretlerini taşıyan ilâhî buyruğun hemen ardından namazı kılmalarının emredilmiş olması, bu dönemde artacak meşguliyet sebebiyle ibadet görevini ihmal etmemeleri için özel bir ikaz anlamını hatıra getirmektedir (Zemahşerî, II, 200; Şevkânî, II, 530; İbn Âşûr, XI, 266-267).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 131-132
وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰى وَاَخ۪يهِ اَنْ تَبَوَّاٰ لِقَوْمِكُمَا بِمِصْرَ بُيُوتاً
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اَوْحَيْنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
Muzari fiillerin (أَنَا – أَنْتَ – نَخْنُ ...) zamirleri fail (özne) konumunda olduklarında vücûben (zorunlu olarak) müstetir olurlar yani bariz zamir olarak açık şekilde yazılmaları mümkün olmadığı gibi bunların yerine açık bir isim söylenmesi de mümkün değildir. (هُوَ - هِيَ) zamirlerinin müstetir oluşu ise mazi fiilde de muzari fiilde de vücûben değil cevazendir yani bunların müstetir zamir olarak kullanılmaları zorunlu olmayıp bu zamirlerin yerine istenildiği takdirde açık isim getirilmesi de mümkündür. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِلٰى مُوسٰٓى car mecruru اَوْحَيْنَٓا fiiline müteallıktır. مُوسٰٓى elif üzere mukadder fetha ile mecrur olup gayri munsarif olduğu için esre almamıştır.
İsimler îrab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından 2’ye ayrılır:
1. Munsarif isimler: Tenvin ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.
2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.
Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayri munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ atıf harfidir. اَخ۪يهِ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْ tefsiriyye harfidir. تَبَوَّاٰ fiili ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Muttasıl zamir olan elif fail olarak mahallen merfûdur.
لِقَوْمِ car mecruru تَبَوَّاٰ fiiline müteallıktır.
Muttasıl zamir كُمَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِمِصْرَ car mecruru تَبَوَّاٰ fiiline müteallıktır. مِصْرَ kelimesi gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
بُيُوتاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَاجْعَلُوا بُيُوتَكُمْ قِبْلَةً وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَۜ
وَ atıf harfidir. اَجْعَلُوا fiili ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بُيُوتَكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قِبْلَةً kelimesi اَجْعَلُوا fiilinin ikinci mef’ûlü olup fetha ile mansubdur.
و catıf harfidir. اَق۪يمُوا fiili, نَ ’un hazfıyla emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
الصَّلٰوةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. بَشِّرِ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir. الْمُؤْمِن۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
الْمُؤْمِن۪ينَ kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَشِّرِ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi بشر ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰى وَاَخ۪يهِ اَنْ تَبَوَّاٰ لِقَوْمِكُمَا بِمِصْرَ بُيُوتاً وَاجْعَلُوا بُيُوتَكُمْ قِبْلَةً وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَۜ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ
وَ istînâfiyyedir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Tefsiriyye olan اَنْ ’i takip eden تَبَوَّاٰ لِقَوْمِكُمَا cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Aynı üslupta gelen وَاجْعَلُوا بُيُوتَكُمْ قِبْلَةً cümlesi ve وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَۜ cümlesi, tefsir cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.
قِبْلَةً ve بُيُوتاً kelimelerindeki tenvin, tazim ifade eder.
Hz. Musa ve kardeşine vahyedilenlerin Mısır’da evler kurmak, evlerini kıble yapmak, namazı ikame etmek şeklinde sayılması taksim sanatıdır.
Muktezâ-i zâhir, ayetin وَاجْعَلا بُيُوتَكُماَ قِبْلَةً şeklinde devam etmesini gerektirirken, ayet çoğul zamir ile devam etmiştir. Çünkü durum risaletin ulaştığı herkese şamildir. Musa ve Harun’a (a.s.) mahsus değildir. Tağlîb yoluyla cemi zamir, müsenna zamiri de kapsamıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette hitap çeşit çeşit yapılmış; önce tesniye, sonra cemi ve daha sonra müfrede hitap edilmiştir. Bunun sebebi; önce, (tesniye olarak) Hz. Musa ve Harun’a bazı evleri kavimleri için karargâh yapıp ibadete tahsis etmeleri hitabında bulunulmuştur ki bu gibi meseleler peygamberlere havale edilir. Sonra çoğul olarak o ikisine ve kavimlerine hitap edilerek, mabetler yapıp orada namaz kılmaları emredilmiştir. Zira bu, herkesin üzerine farz olan bir ibadettir. En sonunda da müjdenin ve müjdelenen şeyin önemini göstermek için Hz. Musa’ya asıl hedef olan müjde vahiyle özel (tekil) olarak hitap edilmiştir. (Keşşâf)
Mısır'da Musa'nın (a.s.), kavmine, evlerini namazgâh edinmelerinin emredilmiş olması, kâfirlerin, kendilerine saldırıp onlara eziyet etmemeleri ve dinlerinden döndürmek için onlara işkence yapmamaları içindir. (Ebüssuûd)
لِقَوْمِكُمَا - اَق۪يمُوا ve بُيُوتاً - بُيُوتَكُمْ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak, reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları, بُيُوتَ kelimesinin tekrarında ise reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
تَبَوَّاٰ ; hazırladı, yerleştirdi demektir. Bir yerdeki parçaların birbirine eşit düzeyde olmasını ifade eder. (Müfredat)
وَ istînâfiyyedir. Ayetin son cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Bu cümlede müjdesi verilen şeyin hazfedilmesi tazim içindir. Sanki, onları fehimlerin anlamayacağı ve sözlerin ifade edemeyeceği şeylerle müjdele buyurmuştur. (Beyzâvî)
وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ ifadesinde önemlerine ve şereflerine binaen, zamir yerine zahir isim getirilmiştir. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)
وَقَالَ مُوسٰى رَبَّـنَٓا اِنَّكَ اٰتَيْتَ فِرْعَوْنَ وَمَلَاَهُ ز۪ينَةً وَاَمْوَالاً فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۙ رَبَّـنَا لِيُضِلُّوا عَنْ سَب۪يلِكَۚ رَبَّـنَا اطْمِسْ عَلٰٓى اَمْوَالِهِمْ وَاشْدُدْ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَلَا يُؤْمِنُوا حَتّٰى يَرَوُا الْعَذَابَ الْاَل۪يمَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَالَ | ve dedi ki |
|
2 | مُوسَىٰ | Musa |
|
3 | رَبَّنَا | Rabbimiz |
|
4 | إِنَّكَ | şüphesiz sen |
|
5 | اتَيْتَ | verdin |
|
6 | فِرْعَوْنَ | Firavun’a |
|
7 | وَمَلَأَهُ | ve adamlarına |
|
8 | زِينَةً | süs(ler) |
|
9 | وَأَمْوَالًا | ve mallar |
|
10 | فِي |
|
|
11 | الْحَيَاةِ | hayatında |
|
12 | الدُّنْيَا | dünya |
|
13 | رَبَّنَا | Rabbimiz |
|
14 | لِيُضِلُّوا | saptırmaları için mi? |
|
15 | عَنْ | -dan |
|
16 | سَبِيلِكَ | senin yolun- |
|
17 | رَبَّنَا | Rabbimiz |
|
18 | اطْمِسْ | yok et |
|
19 | عَلَىٰ |
|
|
20 | أَمْوَالِهِمْ | onların mallarını |
|
21 | وَاشْدُدْ | ve bağla |
|
22 | عَلَىٰ | üzerini |
|
23 | قُلُوبِهِمْ | kalplerinin |
|
24 | فَلَا |
|
|
25 | يُؤْمِنُوا | (ki) iman etmesinler |
|
26 | حَتَّىٰ | kadar |
|
27 | يَرَوُا | görünceye |
|
28 | الْعَذَابَ | azabı |
|
29 | الْأَلِيمَ | acıklı |
|
İlk âyetin “insanları senin yolundan saptırsınlar diye mi?” şeklinde tercüme ettiğimiz kısmına, özellikle bu cümlenin başındaki “lâm” harfinin Arap dilindeki farklı kullanımları dolayısıyla değişik mânalar verilmiştir. Birçok müfessir burada bir soru edatı takdir ederek meâlinde esas aldığımız mânayı benimsemekle beraber bazı müfessirler bu ifadeye, “Sen Firavun ve adamlarına senin yolundan saptırsınlar diye dünya hayatında ihtişam ve servet verdin” şeklinde bir anlam yüklemişler, Cenâb-ı Hakk’ın onları cezalandırmak için ve imtihan vasıtası olmak üzere bu imkânları vermiş olduğunun kastedildiğini belirtmişlerdir. Taberî’nin tercihi bu yöndedir. Bazıları burada bir soru edatı takdir ettikten sonra bu kısımla âyetin sonu arasında bağ kurarak, “Sen Firavun ve adamlarına dünya hayatında ihtişam ve servet verdin; senin yolundan saptırsınlar ve elem veren cezayı görünceye kadar iman etmesinler diye mi yâ rab?” mânasını vermişlerdir. Kur’an’daki bir örnekten de yararlanarak (en-Nisâ 4/176) burada olumsuzluk edatının gizlendiği, dolayısıyla, âyetin belirtilen kısmına “Sen Firavun ve adamlarına senin yolundan saptırmasınlar diye dünya hayatında ihtişam ve servet verdin” şeklinde mâna verilmesi gerektiğini ileri sürenler olmuşsa da, bu âyetteki durumun örnek verilen âyettekine ve Arap dilindeki kullanımlara uygun olmadığı, olumsuzluk edatının ancak “en” edatı kullanılarak gizlendiği gerekçesiyle bu yorum zayıf bulunmuştur. Öte yandan, anılan cümledeki fiilin farklı bir okunuşuna göre buna “…sapar oldular” veya “…sapsınlar diye..” mânası da verilmiştir (Taberî, XI, 156-157; Zemahşerî, II, 200-201; Şevkânî, II, 531-532; İbn Âşûr, XI, 268-269). 88. âyetin “kalplerine sıkıntı ver; elem veren cezayı görmedikçe iman etmesinler de görsünler!” diye çevirdiğimiz kısmına tefsirlerde genellikle, “kalplerini katılaştır ki … iman etmesinler” veya “kalplerini katılaştır; çünkü … iman etmeyecekler” şeklinde mâna verilmekle beraber, bu yorumu yapanlar tarafından da peygamberlerin insanların iman etmeleri ve hidayete ermeleri için çaba harcamakla görevli olduklarına, dolayısıyla bu ilke ile âyete verilen anlam arasında bir uyumsuzluğun bulunduğuna dikkat çekilmekte ve ardından şöyle bir izah yapılmaktadır: Bir peygamber Allah’ın izni olmadan kavmine bedduada bulunmaz, Allah da onlar arasında iman edecek hiç kimsenin bulunmadığını bildiği için buna müsaade eder. Nitekim Hz. Nûh’un kavmine bedduada bulunması da böyle olmuştur ( Taberî, XI, 158-160; Şevkânî, II, 532). Kanaatimize göre, Hz. Mûsâ’nın duasında onların servetlerinin ellerinden alınmasına ilişkin bir ifade bulunmakla beraber, ardından gelen ifadeye dil açısından mutlaka beddua anlamı verilmesi gerekmemektedir. Sözün akışı ve bunun peygamber duası olduğu dikkate alındığında, kalplerinin imanı kabul etmez hale getirilmesini isteme mânasını izah da zorlaşır. Bu sebeple, İbn Âşûr’un şu açıklamalarından da yararlanarak meâlinde verdiğimiz anlamı tercih ediyoruz: Âyette kalplerle ilgili olarak kullanılan şedd fiili “sıkıntı verme, baskı yapma” gibi mânalara gelir. Burada kalplerin kapatılması veya mühürlenmesi anlamını taşıyan bir fiil kullanılmamıştır. Hz. Mûsâ hidayetlerine vesile olabilir düşüncesiyle, onları azdıran servetin ellerinden alınmasını, maddî mahrumiyetlerin ardından birtakım mânevî sıkıntıları derinden hissederek nefis muhasebesine imkân verecek bir hâlet-i rûhiye içine girmelerini dilemiştir. Âyetin sonundaki cümleyi öncesine bağlayan “fe” harfini de “yoksa, aksi takdirde” şeklinde anlamlandırmak mümkündür (XI, 270-272). Müteakip âyette duanın kabulü hakkında yapılacak açıklamalar da bu anlayışı destekleyici niteliktedir. Meâlinde bu ihtimali de içeren fakat daha kapsamlı bir mâna tercih edilmiştir. “Elem veren ceza” genellikle suda boğulmaları şeklinde açıklanmıştır (Taberî, XI, 160; İbn Atıyye, III, 139); İbn Âşûr ise bunu fakirlik, açlık ve ruhî sıkıntılar içine düşme şeklinde yorumlar (XI, 272). 1. âyette duayı Hz. Mûsâ’nın yaptığı belirtildiği halde 2. âyette “İkinizin de duası kabul edildi” buyrulması şöyle izah edilmiştir: Hârun Mûsâ’nın duasına aynı inanç içinde katıldığından 2. âyette o da “dua eden” olarak nitelenmiştir. Yahut duayı birlikte yaptıkları halde peygamberlik görevindeki önceliğine binaen ilk âyette yalnız Mûsâ’nın adı zikredilmiştir; nitekim duada “rabbim!” şeklinde değil “rabbimiz!” şeklinde bir hitap yer almıştır (Şevkânî, II, 532). 89. âyet için tefsirlerde genellikle benimsenen yorum şöyledir: Yüce Allah her iki peygamberin dualarının kabul edildiğini bildirmiş; fakat Firavun ve adamlarının suda boğulmaları uzun yıllar sonra olacağından, Allah’ın vaadi gerçekleşinceye kadar bulundukları hakikat yolundan asla ayrılmamaları, görevlerine azimle devam etmeleri ve söz konusu vaadin hemen tahakkuku için aceleci davranıp kendini bilmezlerin yoluna uymamaları istenmiştir (Taberî, XI, 160-162; Şevkânî, II, 532-533). İbn Âşûr’a göre ise duanın kabul edilmesi, Firavun ve yakın çevresindekilerin mahrumiyetler ve sıkıntılar içine düşürülmeleri ve böylece Mûsâ’nın çağrısına karşı direnmelerinin temel sebebi olan ihtişam ve debdebelerini yitirmeleridir. Şu meâldeki âyetler de (A‘râf 7/130, 133) buna işaret etmektedir: “Andolsun ki biz de Firavun’a uyanları, ders alsınlar diye kuraklık yılları ve ürün kıtlığı ile cezalandırdık”, “Biz de açık açık mûcizeler olmak üzere onların üzerine tûfan, çekirge, haşerat, kurbağalar ve kan gönderdik. Yine de büyüklük tasladılar ve günahkâr bir kavim oldular” (XI, 272-273). Kanaatimizce bu âyetlerdeki “ders almaları için” ve “açık kanıtlar, mûcizeler” gibi ifadeler İbn Âşûr’un gerek duanın içeriği gerekse kabulünden maksadın ne olduğuyla ilgili yorumunu destekleyici niteliktedir.
Kaynak :Kuran Yolu Tefsiri
وَقَالَ مُوسٰى رَبَّـنَٓا اِنَّكَ اٰتَيْتَ فِرْعَوْنَ وَمَلَاَهُ ز۪ينَةً وَاَمْوَالاً فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۙ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. مُوسٰى fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
Mekulü’l-kavli, رَبَّـنَٓا ’dır. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Nidanın cevabı اِنَّكَ اٰتَيْتَ فِرْعَوْنَ ’dır.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
كَ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
اٰتَيْتَ فِرْعَوْنَ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اٰتَيْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur.
فِرْعَوْنَ mef’ûlun bih olup gayri munsarif olduğu için tenvin almamıştır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
İsimler irab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından 2’ye ayrılır:
1. Munsarif isimler: Tenvin ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.
2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.
Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayr-ı munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَلَا۬ئِه۪ kelimesi atıf harfi وَ ’la فِرْعَوْنَ ’ye matuftur. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ز۪ينَةً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اَمْوَالاً kelimesi atıf harfi وَ ’la ز۪ينَةً’e matuftur.
فِي الْحَيٰوةِ car mecruru اٰتَيْتَ fiiline müteallıktır.
الدُّنْيَا kelimesi الْحَيٰوةِ ’nin sıfatı olup elif üzere mukadder fetha ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَبَّـنَا لِيُضِلُّوا عَنْ سَب۪يلِكَۚ
Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِ harfi, يُضِلُّوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harfi ile birlikte اٰتَيْتَ fiiline müteallıktır.
يُضِلُّوا fiili, ن ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
عَنْ سَب۪يلِكَ car mecruru يُضِلُّوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
رَبَّـنَا اطْمِسْ عَلٰٓى اَمْوَالِهِمْ وَاشْدُدْ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَلَا يُؤْمِنُوا
Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Münadanın cevabı اطْمِسْ عَلٰٓى اَمْوَالِهِمْ ’dir.
اطْمِسْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir.
اَمْوَالِهِمْ car mecruru اطْمِسْ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. اشْدُدْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت’dir.
قُلُوبِهِمْ car mecruru وَاشْدُدْ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ fâ-u sebebiyyedir. Muzariyi gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren harftir.
Fâ-u sebebiyyeden önce nefy, talep bulunması gerekir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ ve masdar-ı müevvel, kelamın öncesinden anlaşılan masdara matuftur. Takdiri; ليكن منك شدّ على قلوبهم فعدم إيمان منهم (Onların kalplerine sıkıntı ve darlık ve, çünkü onlar iman etmezler.) şeklindedir.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُؤْمِنُوا fiili نَ ’un hazfiyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يُؤْمِنُوا sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin ( imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
حَتّٰى يَرَوُا الْعَذَابَ الْاَل۪يمَ
حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir. يَرَوُا muzari fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde اشْدُدْ fiiline müteallıktır.
يَرَوُا fiili ن ’un hazfıyla mansub muzaridir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
الْعَذَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْاَل۪يمَ kelimesi الْعَذَابَ ’nin sıfatı olup lafzen mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ ) dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ve mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)وَقَالَ مُوسٰى رَبَّـنَٓا اِنَّكَ اٰتَيْتَ فِرْعَوْنَ وَمَلَاَهُ ز۪ينَةً وَاَمْوَالاً فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۙ
Ayet أوحينا cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. İlk cümle, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede mekulü’l-kavl …رَبَّـنَٓا اِنَّكَ اٰتَيْتَ, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nida harfinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu hazif, mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
رَبَّـنَا izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olması نَا zamirine şan ve şeref kazandırmıştır.
اِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, nidanın cevap cümlesi olup, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ’nin haberi olan اٰتَيْتَ, müspet mazi fiil cümlesi formunda gelerek hudûs, hükmü takviye, istikrar ve temekkün ifade etmiştir.
Aralarında mürâât-ı nazîr bulunan ز۪ينَةً ve اَمْوَالاً kelimelerinin nekre gelişi, nev ve kesret ifade eder.
Burada ziynetten murad elbise, binekler ve diğer dünya güzellikleridir. (Ebüssuûd)
رَبَّـنَا لِيُضِلُّوا عَنْ سَب۪يلِكَۚ
Cümle itiraziyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nida harfinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu hazif, mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
رَبَّـنَا izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olması نَا zamirine şan ve şeref kazandırmıştır.
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِيُضِلُّوا عَنْ سَب۪يلِكَۚ cümlesi, mecrur mahalde اٰتَيْتَ fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
سَب۪يلِكَۚ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan سَب۪يلِ, şan ve şeref kazanmıştır.
سَب۪يلِكَۚ ibaresinde istiare vardır. سَب۪يلِ kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir.
رَبَّـنَا اطْمِسْ عَلٰٓى اَمْوَالِهِمْ وَاشْدُدْ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَلَا يُؤْمِنُوا حَتّٰى يَرَوُا الْعَذَابَ الْاَل۪يمَ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nida harfinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu hazif, mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Nidanın cevap cümlesi اطْمِسْ عَلٰٓى اَمْوَالِهِمْ emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen, dua manası taşıması sebebiyle vaz edildiği anlamdan çıkmıştır. Dolayısıyla mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Aynı üsluptaki وَاشْدُدْ عَلٰى قُلُوبِهِمْ cümlesi, makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.
…فَلَا يُؤْمِنُوا حَتّٰى cümlesine dahil olan فَ, cümleyi gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çevirmiştir.
Gaye bildiren masdar ve cer harfi حَتّٰى ve akabindeki يَرَوُا الْعَذَابَ الْاَل۪يمَ cümlesi, masdar teviliyle اشْدُدْ fiiline müteallıktır.
اطْمِسْ; malın helakı demektir. وَاشْدُدْ ise cezanın şiddeti manasında mecaz-ı mürseldir. (Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Beyan İlmi)
Mübalağalı ism-i fail kalıbındaki الْاَل۪يم kelimesi, الْعَذَابَ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
رَبَّـنَا izafeti ayette üç kez tekrarlanmıştır. Mütekellimin yakarışının içtenliğine işaret eden bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَمْوَالِ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
طْمِسْ ’ın aslı mahvetmek, kazımak, izlerini yok etmek demektir. Bu kelime faydasını gidermek anlamında istaredir. شدّ ; rabıta, bağlama demektir. Burada cezanın ağırlığı ve katlanması anlamında istiare olmuştur. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)
اطْمِسْ عَلٰٓى اَمْوَالِهِمْ وَاشْدُدْ عَلٰى قُلُوبِهِمْ ifadeleri istiaredir. Çünkü طْمِسْ ’ın gerçek (anlamı) “izi silmek”tir. Bu, (Arapların) “Kitabın/yazının satırlarını sildim.” anlamındaki طمست الكتاب ve “Rüzgâr, oymağın bahar evlerinin iz ve kalıntılarını sildi.” manasındaki طمست الريح رب الحي sözlerinden gelir. Buna göre sanki Musa (a.s.) asi kavmi mallarını tanıyamasın, onlara erişemesin, böylece mallarından yararlanmaları mümkün olmasın, mallarının tanınma, alamet ve işaretlerini silip yok etmesi için Allah Teâlâ’ya dua etmiş oluyor. Çünkü طْمِسْ bir şeyin yapısını, izi silinip harap olma durumuna gelecek vaziyette değiştirmektir. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)
عَلٰى harf-i ceri zarf manasında müsteardır. Şiddetin yerleştiğini ifade etmek için istiâre-i tebeiyyedir. Mana; şiddetin onların kalplerine girmesidir. Kalp; nefisler ve akılları ifade eder. (Âşûr)
الرُّؤْيَةُ, burada mecaz-ı mürsel yoluyla hisleri veya kinaye olarak onların başına azabın geldiğini ifade eder. Çünkü müşahede, şahit olunan şeyin yaşanmasını, görülmesini gerektirir. (Âşûr)
Uyumadan önce, günlüğüne yazan bir genç vardı. Dün gece, savaştakileri ve açlıktan kıvrananları düşünürken şunları yazmıştı:
Dünya dediğin, imtihan yeri. İnsandan dolayı, dengesizlikler diyarı. Aşırı tokluktan ya da açlıktan ölenler. Aç gözlü hırslılar ya da yaşam yerleri için mücadele edenler. Zulmedenler ya da zulüm altında kıvrananlar. İnsan haklarını savunuyorum derken kulaklarını gerçeklere tıkayanlar ya da yaşamak için sesini duyurmaya çalışanlar.
Koşup müslüman kardeşinin elinden tutup zulmün altından kurtaramıyorsan eğer, vakit o zulmü her yerde kınama vakti, vakit Kuran-ı Kerim’e ve tesbihe sarılıp dua etme vakti. Sakin sakin otururken, yemeğimi yerken, yatağıma yattığımda uykuya dalmayı beklerken suçluluk duygusuyla doluyorum. Tarihteki acı olayları kınayan ama belli ki tarihten hiçbir şey öğrenemeyen insan evladının haline şaşırıyorum. Ne olacak? 50 sene sonra bugün yaşananlar mı kınanacak? Bugün, bu zulümlerden sorumlu olanların torunlarından özür mü beklenecek?
Şimdi dünya üzerinde, bizlere hakkını helal etmediğini söyleyenlerin hakkı mahşerde alındığında ne söyleyeceğiz? Belki diye umuyorum, belki hissettiğimiz bu suçluluk duygusu, ettiğimiz dualar, okuduğumuz sureler, çektiğimiz tesbihler, bizi az da olsun kurtarır bu ağır yükten, ağır bakışlardan. Allah sonumuzu hayretsin, yar ve yardımcımız olsun, bizi affetsin. Ümmet-i Muhammedin bir olduğu ve kalkındığı günleri görmeyi nasip etsin.
Hz. Musa’nın kavmine olan seslenişi, dua olsun gönüllerimize: Allahım! Bizi; hakiki manada Sana iman edenlerden, Sana teslim olanlardan ve yalnız Sana tevekkül edenlerden eyle. Allahım! Bizi: zalimlere imtihan aracı kılma ve merhametinle zulüm altındakileri zalimlerin elinden kurtar. Allahım! O zalimlerin servetlerini yok et. Kalplerine sıkıntı ver.
Amin.
***
Bâtılın hakikatmiş gibi pazarlanması da bir çeşit sihirdir. Zira temeli olmayan bir bilgi, bazı hünerlere sahipler tarafından kelimelerle süslenir ve satışa sunulur.
Allah yolunda yürüyen bir kulun daima tetikte olması gerekir. Kendisine bir şey fazlasıyla hoş gelip sualsiz muhabbet duyduğu anda durmalı ve kalbine mi yoksa nefsine mi hoş geldiğini sorgulamalıdır.
Nefis, kokusuyla sarhoş olduğu bâtılın boşa çıkma ihtimalinden mümkün olduğunca uzaklaşır. Minik bir çabayla bile Allah’a yaklaştıracak gerçeği öğrenmek istemez çünkü zaten asıl hedefi o değildir.
Şüphesiz ki Allah, bâtıl olan her şeyi boşa çıkarır. Ancak bunu ölümlülere değil de, Kur’an ve sünnete sımsıkı tutunan farkeder. Zira Allah’ın sınırlarının dışında, daima bir tür aşırılık mevcuttur.
Belki de bâtılın insana hoş gelme sebeplerinden biri, bitmek tükenmek bilmeyen bir hevesle yeryüzünün geçici nimetlerinde aradığı huzur halidir.
Ey Allahım! Uyandıran Sensin! Kalplerimizi uyanık kıl. Bâtıldan uzaklaştırıp hakikate yaklaştırdıklarından eyle. Kurtaran Sensin! Dünyalık yüklerden arındır. Rahmetinle kuşattığın ve affettiğin kullarından eyle. Bulduran Sensin. Benliklerimizi muhabbetinle buluştur. Sana itaat ile ibadeti sevenlerden ve namaza devam edenlerden eyle. Koruyan Sensin! Gaflete dalmaktan koru. İki cihanda da hakiki huzur ile buluşanlardan eyle.
Amin.