فَوَيْلٌ لِلْمُصَلّ۪ينَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَوَيْلٌ | vay haline |
|
2 | لِلْمُصَلِّينَ | namaz kılanların |
|
Yukarıda insanlara karşı insanlık görevini yerine getirmeyenler kınanmıştı; burada ise Allah’a karşı gerçek anlamda kulluk görevlerini yerine getirmeyenler eleştirilmektedir.
Burada namaz kılmalarına rağmen kınananların olumsuz tutumlarına üç örnek sıralanmıştır: a) Namazlarının özünden uzak olmaları, b) İbadetlerinde halka gösteriş yapmaları, c) Hayra engel olmaları. “Namazlarının özünden uzaktırlar” diye çevirdiğimiz cümlede geçen sâhûn kelimesinin sözlük anlamı “unutanlar” olup bu bağlamda, “namazlarını vaktinde kılmayanlar” şeklinde yorumlayanlar bulunmuşsa da Taberî, bizim de meâlde esas aldığımız yorumunda sâhûn kelimesini, “namazı ciddiye almayanlar, başka şeylerle meşgul olmayı namaz kılmaya tercih edenler” şeklinde anlamanın daha isabetli olduğunu, bunun vaktinde kılınmaması veya büsbütün terkedilmesiyle ilgili yorumu da kapsadığını belirtmiştir (XXX, 312). Bir kimsenin namazı ciddiye almamasının, namaz kılıyor görünse bile onun özünden uzak kalmasının önemli bir sebebi, 6. âyette riyâ kavramıyla ifade edilen “halka gösteriş yapma” eğilimidir. Riyâ, özellikle dinî davranışlarla ilgili bir terim olup “bir kimsenin, kendisinde bulunmayan dinî ve ahlâkî bir meziyeti, bir erdemi varmış gibi göstermesi, iyilik yapıyormuş gibi görünmesine rağmen yaptıklarıyla –iyiliğin din ve ahlâktaki karşılığından öte– maddî veya manevî bir çıkar amaçlaması” anlamına gelir. İşte âyette bu tutum eleştirilmektedir.
“Hayır” diye çevirdiğimiz son âyetteki mâûn kelimesini Taberî, “insanın yararına olan her şey” şeklinde tanımlar ve kelimenin “zekât, diğer malî yükümlülükler, insanların kendi aralarında birbirine yararlandırmadıkları nimetler, hak, ödünç, mal” gibi anlamlarla açıklandığına dair görüşler naklettikten sonra kendisi mâûn kelimesinin bu bağlamda insanlara iyilik, hayır, nimetlerin paylaşılması gibi anlamları kuşatan genel bir ifade olduğunu belirtir (XXX, 313-320). Bu sebeple biz de meâlde mâûnu geniş bir kavram olan “hayır” kelimesiyle ifade etmeyi uygun bulduk.
Sûrede dikkati çeken önemli bir nokta şudur: İbadetlerde şekil şartları da vazgeçilmez olmakla birlikte, en az şekil kadar özen gösterilmesi gereken husus, imanla birlikte niyet, ihlâs, huşû, takvâ gibi kavramlarla ifade edilen öz ve içeriktir. Kur’an’a göre ibadetlerde niyet ve ihlâs, tevhid ilkesinin ibadetteki yansımasıdır (meselâ bk. Fâtiha 1/5; Âl-i İmrân 3/64). Bunu Hz. Peygamber, “Allah’ı görüyormuşçasına ibadet etmek” şeklinde belirtmiştir (Buhârî, “Îmân”, 37). İşte 4-6. âyetlerde, “Vay haline o namaz kılanlara ki, onlar namazlarının özünden uzaktırlar; halka gösteriş yaparlar” meâlindeki eleştiriyle verilmek istenen mesaj budur.
Sûrede dikkati çeken diğer önemli bir nokta da Allah’a gönülden ibadet etmekle yardımlaşma ve dayanışmanın dindarlıkta birbirinden ayrılmazlığının vurgulanmış olmasıdır. Buna göre gerçekten dine inanan ve âhiret sorumluluğu taşıyan insan hem Allah’a hem de yaratılmışlara karşı ödevlerinin bilincinde olup bunları tam bir ihlâs ve samimiyetle yerine getiren, kendisi iyilikler yaptığı gibi herkesin de iyilik yapmasına ön ayak olan, yardımlaşma ve dayanışmanın önünü tıkayan değil, aksine gelişip yaygınlaşmasına, bireyselliği aşarak toplumsal ve kurumsal bir yapı kazanmasına katkıda bulunan insandır. İslâm’ın hâkim kılmak istediği gerçek ahlâk ve üstün insanlık işte budur.
فَوَيْلٌ لِلْمُصَلّ۪ينَۙ
فَ istînâfiyyedir. İsim cümlesidir. وَيْلٌ mübteda olup lafzen merfûdur. لِلْمُصَلّ۪ينَ car mecruru mahzuf habere müteallik olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
مُصَلّ۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَوَيْلٌ لِلْمُصَلّ۪ينَۙ
فَ , istînâfiyyedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan وَيْلٌ ’nun haberi mahzuftur. لِلْمُصَلّ۪ينَ bu mahzuf habere mütealliktir.
Müsnedün ileyh olan وَيْلٌ kelimesinin nekre gelmesi tahkir ifade etmiştir. Zem manasındaki mübtedanın tenkiri caizdir.
Cümle haber formunda geldiği halde muktezâ-i zâhirin hilafına olarak beddua manası taşıdığı için lüzumiyet alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
وَيْلٌ kelimesinin nekre getirilmesi, durumun büyüklüğünü ve korkunçluğunu ifade etmek içindir. (Safvetü’t Tefâsir)
وَيْلٌ , cehennemde bir vadi olarak bilinen yerdir. Azap manasında beddua olarak kullanılır. وَيْلٌ , kâfirlere aittir. Çünkü şiddet ifade eden bir kelimedir. Zira و - يْ - لٌ harflerinin meydana getirdiği terkip, hemen hemen daima şiddet manasını ifade eder. (Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir, Bakara/79)
Bu ayette yerme ve kınama vardır. Aynı zamanda, daha fazla kınamak için, فَوَيْلٌ denilerek zamir kullanma yerine açık isim getirilmiştir. Çünkü onlar yalanlamanın yanında bir de namazdan gafildirler. (Safvetü’t Tefâsir-Âşûr)
Mâun Suresi dördüncü ayette geçen وَيْلٌ kelimesi مُصَلّ۪ينَ ’e yönelik bir tehdit anlamı içerir ve onların azaba ve helake müstahak olduklarını bildirir. Tefsirlerin genelinde مُصَلّ۪ينَ kelimesiyle Nisâ 4/142 ve Tevbe 9/54 ayetlerinde namaza karşı tutumlarına yer verilen münafıkların kastedildiği ifade edilmiştir. (Taberî)
فَوَيْلٌ ’ deki فَ cezâiyyedir, mana da şöyledir: Yetimle ilgilenmemek din zafiyetinden gelir ve kınanma ve azarlanmayı icap ederse, dinin direği olan namazdan gafil olmak, küfrün bir dalı olan riya ve İslam'ın köprüsü olan zekatı vermemek, bunu daha çok icap ettirir. Bundan dolayıdır ki arkasından, ‘’yazıklar olsun ona’’ buyurmuştur.
Ya da فَ sebebiyet içindir, mana da onlara yazıklar olsun şeklindedir. Böyle denmeyip de مُصَلّ۪ينَ 'in (namaz kılanların) zamir yerine zahir olarak konulması, onların hem halk hem de Hâlikla muamelelerinin kötü olduğunu göstermek içindir. (Beyzâvî)
Burada adeta şöyle buyrulmaktadır: “Durum böyle olunca, artık namazı kaçıracak yahut namazın vakti çıkacak derecede ona çok az ilgi göstererek namazın anlamından bîhaber olanlara yazıklar olsun!” Veya “Onlar ki namazı Peygamber (sav) ve selefin kıldığı gibi kılmazlar; fakat huşû ve tevazu söz konusu olmaksızın sakalla, elbiseyle oynamak, esneyip durmak, sağa sola dönmek gibi namazda hoş karşılanmayan şeylerden kaçınmaksızın; kaç rekat kıldığını ve hangi sureyi okuduğunu bilemeyecek şekilde kuşun yem topladığı gibi alelacele kılarlar.” Yahut amellerinde gösteriş yapma ve mallarının hakkını vermeme alışkanlıkları olan; gördüğün çoğu insanın namazı gibi (namaz kılanlara yazıklar olsun) demektir. Ayetin anlamı: “Bu kimseler, dinin direği olan ve iman ile inkârın ve -şirkin bir kolu demek olan- riyanın farkını ortaya koyan namazı - niyazı ciddiye almamalarının ve namazın ayrılmaz ikizi ve İslam’ın köprüsü olan zekatı vermemelerinin, onların yargı gününü yalanlayanlar olduklarının bir nişanesi olmasını pek de hak etmektedirler!” şeklindedir. İslam kisvesine bürünmüş olanlardan; hatta ulemadan gördüğün niceleri vardır ki bu sıfatı taşımaktadır! Vay başımıza gelenlere!. (Keşşâf)