يَوْمَ يَأْتِ لَا تَكَلَّمُ نَفْسٌ اِلَّا بِـاِذْنِه۪ۚ فَمِنْهُمْ شَقِيٌّ وَسَع۪يدٌ
شقي Şeqaye : Şekâvet شَقاوَة , saadetin zıddıdır. شَقِيَ fiili bir darlık, sıkıntı, talihsizlik, zorluk veya güçlük hali içinde olmak manasındadır. Şekavet saadet gibi iki kısma ayrılır: Uhrevi şekavet ve dünyevi şekavet. Bazıları şekavetin bazen yorulma manasında da kullanıldığını ifade etmişlerdir. Her şekavet bir yorgunlukken her yorgunluk bir şekavet değldir. Yani yorgunluk şekavetten daha kapsamlı bir sözcüktür. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 12 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri şakî ve eşkiyadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
سعد Se’ade : سَعْد ve سَعادَة hayırlı işler yapma konusunda ve hayra ulaşmada ilahi umûrun/işlerin insana yardım etmesidir. Zıddı şekâvettir. Fiil olarak muvaffakiyetli, başarılı, talihli, mutluluk hali içinde oldu/o hale geldi manasındaki سَعِدَ fiili; Allah onu muvaffakiyetli, başarılı, talihli ve mutlu kıldı manasında da أسْعَدَ fiili kullanılır. Saadetlerin en büyüğü cennettir. مُساعَدَة mutluluğun zannedildiği konuda yardım etmek/destek vermektir.ساعِد ‘kol’ için sahibine yardım ettiği düşünülerek böyle adlandırılmıştır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de ikiside farklı türevde olmak üzere 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri saadet, mesut, müsait, müsaade, Said, Sa’d ve Sueda’dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)يَوْمَ يَأْتِ لَا تَكَلَّمُ نَفْسٌ اِلَّا بِـاِذْنِه۪ۚ
يَوْمَ zaman zarfı تَكَلَّمُ fiiline müteallıktır. يَوْمَ hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَأْتِ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَأْتِ mukadder ى üzere merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
لَا تَكَلَّمُ نَفْسٌ cümlesi, يَأْتِ ’deki failin hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal menfi (olumsuz) fiil cümlesi olarak geldiğinde başında “و” gelebilir de gelmeyebilir de. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَكَلَّمُ merfû muzari fiildir. نَفْسٌ fail olup lafzen merfûdur.
اِلَّا istisnâ harfidir. بِـاِذْنِ car mecruru لَا تَكَلَّمُ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَكَلَّمُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi كلم ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
فَمِنْهُمْ شَقِيٌّ وَسَع۪يدٌ
فَ ta’liliyyedir. مِنْهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
شَقِيٌّ muahhar mübteda olarak merfûdur. سَع۪يدٌ kelimesi atıf harfi وَ ’la شَقِيٌّ ’e matuftur.
شَقِيٌّ - سَع۪يدٌ kelimeleri sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır.
Sıfat-ı müşebbehe; benzeyen sıfat demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَوْمَ يَأْتِ لَا تَكَلَّمُ نَفْسٌ اِلَّا بِـاِذْنِه۪ۚ
Fasılla gelen ayette يَوْمَ zaman zarfı تَكَلَّمُ fiiline müteallıktır. Muzâfun ileyh olarak cer mahallindeki يَأْتِ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَوْمَ يَأْتِي ifadesindeki يَوْمٌ kelimesi, حِينَ veya ساعَةَ anlamında kullanılmış olup Arap konuşma tarzında bu, çok yaygın bir kullanımdır. Zira hiçbir zaman dilimi gündüz ve gecenin bir bölümüne rastlamaktan uzak olamayacağından (gündüz ve gecenin herhangi bir bölümünün dışında olamayacağından) يَوْمٌ lafzı zikredilirken çok kere anlam genişletilerek gündüz veya gecenin herhangi bir bölümü kastedilmiştir. İşte burada da يَوْمٌ kelimesi bu şekilde kullanılarak gece veya gündüzün içerisindeki bir zaman dilimi manasında kullanılmıştır. (Âşûr)
يَأْتِ fiilinin failinden hal olan لَا تَكَلَّمُ نَفْسٌ اِلَّا بِـاِذْنِه۪ cümlesi, menfi fiil cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir. لَا ve اِلَّا ile oluşan kasr, fiille müteallıkı arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
Allah’ın izni olmadan o gün hiçbir nefsin konuşamayacağı kasr üslubu ile bildirilmiştir. Maksûr olan لَا تَكَلَّمُ (konuşmamak), maksûrun aleyh olan بِـاِذْنِه۪ (Allah’ın izni) ne hasredilmiştir. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.
يَوْمَ يَأْتِ, kıyamet gününden kinayedir.
نَفْسٌ ’daki tenvin kıllet ifade eder. Kelimeye “hiçbir” manası katmıştır. Olumsuz siyakta nekre, selbin umumuna işarettir.
بِـاِذْنِه۪ۚ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اِذْنِ, şan ve şeref kazanmıştır.
Önceki ayetteki نُؤَخِّرُهُٓ şeklindeki azamet zamirinden بِـاِذْنِه۪ۚ ’de gaib zamire iltifat edilmiştir.
Bu ayette aslı يَأْت۪ي olan يَأْتِ kelimesinden ي hazf edilmiş; aslı تَتَكَلَّمُ olan تَكَلَّمُ kelimesinden de تَ hazfedilmiştir. Fakat Araf ve Enam Suresi’nde geçen يَأْت۪ي kelimesinden ي harfi hazf edilmemiştir. Söz konusu hazfın nedenleri şunlardır:
1. Hud Suresi’nde azapta acele edilmesi ve azabın gerçekleşme vaktinin yaklaştığıyla ilgili tehditler yoğunluktadır. Azabın yaklaştığını haber vermek için يَأْتِ kelimesinin sonundaki ي hazf edilmiştir.
2. Hud Suresi’nde geçmiş ümmetlerin cezalandırılıp helak edilmelerinden söz edilmiştir. Daha sonra kıyamet gününün yaklaştığı ve daha öncekilerin uğradığı kötü akibetin aynısının da o gün kâfirlerin başına geleceği anlatılmıştır. O günün hızlıca yaklaştığını göstermek için ityân (gelmek) fiilinden ي hazfedilmiştir.
3. Araf ve Enam Surelerinin her birinde ityân fiili çeşitli türevleriyle 24 kez zikredilirken Hud Suresi’nde ise 13 kez zikredilmiştir. Dolayısıyla Araf ve Enam Surelerinde daha fazla tekrarlanan fiilin harfleri artırılmış; Hud Suresi’nde daha az tekrarlandığı için azaltılmıştır.
4. Hud Suresi’ndeki ayette Allah’ın izni dışında konuşma yasağı getirildiği için تَتَكَلَّمُ fiilinden تَ hazf edilmiş; o gündeki konuşmanın azlığına işaret etmek için تَتَكَلَّمُ yerine harf sayısı daha az olan, تَكَلَّمُ fiili zikredilmiştir. (Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. III, s. 318-319; et-Ta,bîru’l Kur’anî, s. 88-89)
فَمِنْهُمْ شَقِيٌّ وَسَع۪يدٌ
فَ ta’liliyyedir. Cümle isim cümlesi formunda gelerek sübut ifade etmiştir. Cümlede takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. مِنْهُمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. شَقِيٌّ وَسَع۪يدٌ, muahhar mübtedadır.
سَع۪يدٌ, mahzuf mukaddem haberin muahhar mübtedasıdır. Makabline matuftur. Atıf sebebi tezattır.
شَقِيٌّ - سَع۪يدٌ kelimelerinde tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
شَقِيٌّ ; bedbaht olanlar, ceza vaadinin gereği olarak cehennemi hak etmiş olanlardır. سَع۪يدٌ ; Mutlu olanlar da mükâfat vaadi gereğince cenneti hak etmiş olanlardır. Burada bedbaht, mutludan önce zikredilmiş, çünkü bu makam, sakındırma ve uyarı makamıdır. (Ebüssuûd)
Takdim-tehir üslubu bazen de sırf muhatabı takdim edilen lafızdan korkutma gayesini taşır. Bu ayette de cümle dizilimi yapılırken cehennem ve onun ehlinden olanları korkutmak için شقى lafzı önce getirilerek takdim-tehir sanatının icrasıyla سعيد lafzına takdim edilmiştir. (Zerkeşî, el-Burhan, III, 272)
Burada cem’ ma’at-taksim vardır. Arkadan da tefrik gelmektedir.
Mümkün olabilecek özelliklerin şakî ve saîd olarak sayılması taksim, bu kişilerin Allah’ın izni olmadıkça konuşamamakta birleşmeleri cem’dir.