14 Ocak 2025
Hûd Sûresi 98-108 (232. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Hûd Sûresi 96. Ayet
Sûrenin 25. âyetinden itibaren buraya kadar bazı peygamberlerin kıssaları, getirdikleri mesaj, inkârcılara karşı verdikleri mücadele ve bu mücadelenin sonucu hakkında açıklamalar yapıldı. Bu âyetlerde de Hz. Mûsâ’nın önceki peygamberlerin tebliğ ettikleri dini ihya etmek üzere mûcize ve delillerle Firavun’a ve ileri gelen çevresine gönderildiği ifade edilmektedir (Mûsâ ve Firavun hakkında bilgi için bk. Bakara 2/49 vd.; A‘râf 7/103-156; mûcizeler hakkında bilgi için krş. A‘râf 7/133; İsrâ17/101). Firavun ve çevresindekilerin inkârcılıkta direnmeleri sebebiyle sonlarının önceki kavimlerin sonuna benzediğine işaret edilmektedir. Çünkü Firavun Allah’ın varlığına inanmıyor, her ülke halkının görevinin mutlak surette kendi hükümdarına itaat etmek olduğunu ileri sürüyor, ayrıca kendisinin en büyük tanrı olduğunu iddia ediyordu (bk. en-Nâziât79/24). Bu sebeple Hz. Mûsâ’nın tebliğ ettiği ilâhî emirleri kabul etmedi, çevresine de bunları kabul etmemelerini, Hz. Mûsâ ve İsrâiloğulları hakkında sert tedbirler almalarını emretti. Hakkın karşısına dikilen zorba güçler, genel olarak çevrelerini ve emirleri altında olanları peşlerinden sürüklemektedirler. Oysa Kur’an Allah’a isyan konusunda (ana-baba dahil) hiç kimseye itaat etmeye müsaade etmemektedir; aksine böyle bir durumda hem yöneteni hem de yönetileni eşit derecede sorumlu tutmaktadır. Nitekim 98. âyette Firavun ve onun peşine düşen halkın tuttukları yolun başta Firavun olmak üzere hepsini cehenneme götürecek bir yol olduğu ifade edilmiş, 99. âyette de genel olarak insanların önderlerini ve rehberlerini dikkatli ve bilinçli seçmeleri gerektiğine işaret edilmiştir.
Hûd Sûresi 98. Ayet

يَقْدُمُ قَوْمَهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ فَاَوْرَدَهُمُ النَّارَۜ وَبِئْسَ الْوِرْدُ الْمَوْرُودُ  ...


Firavun, kıyamet gününde kavminin önüne geçecek ve onları ateşe götürecektir. Ne kötü varış yeridir orası!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَقْدُمُ öncülük ederek ق د م
2 قَوْمَهُ kavmine ق و م
3 يَوْمَ günü ي و م
4 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
5 فَأَوْرَدَهُمُ sürükler و ر د
6 النَّارَ ateşe ن و ر
7 وَبِئْسَ ne fena ب ا س
8 الْوِرْدُ bir yerdir و ر د
9 الْمَوْرُودُ vardıkları yer و ر د
ورد Verade : وُرُود kelimesinin asıl manası suyu aramak /suya yönelmektir. وِرْد akabinde içine girilsin ya da girilmesin suya gelmek veya ulaşmaktır. Aynı zamanda وِرْد humma/sıtmanın belirli aralıklarla tuttuğu nöbet günü de demektir. Kötülük ve fenalığını ifade etmek için cehennem ve ateşle ilgili de kullanılır. وارِد topluluğun önüne geçip onlara su veren kişidir. Yine وَرْد sözcüğü de suya doğru giden anlamındaki bu kökten gelmektedir ve her ağacın senenin ilk meyvesinden önce gelen çiçeğidir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 11 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri vârid olmak, vâridat, vird, evrad, irad ve vûruddur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

يَقْدُمُ قَوْمَهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ فَاَوْرَدَهُمُ النَّارَۜ 

 

Fiil cümlesidir.  يَقْدُمُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

قَوْمَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يَوْمَ   zaman zarfı  يَقْدُمُ  fiiline müteallıktır.  الْقِيٰمَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

يَوْمَ  hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin 

hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَوْرَدَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

Muttasıl zamir  هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. النَّارَ  ikinci mef’ûlun bih fetha ile mansubdur. 

 

 وَبِئْسَ الْوِرْدُ الْمَوْرُودُ

 

وَ  istînâfiyyedir.  بِئْسَ  camid fiil olup zem fiillerindendir.  الْوِرْدُ  kelimesi  بِئْسَ ’nin faili olup damme ile merfûdur. Muzâf mahzuftur. Takdiri, مكان الورد  şeklindedir.

الْمَوْرُودُ  kelimesi  بِئْسَ  fiilinin mahsusudur.  الْمَوْرُودُ  kelimesi mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri, هو  şeklindedir. 

بِئْسَ  zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut  مَا  ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır: 

1. Failinin  ال ’lı gelmesi 

2. Failinin  ال ’lı isme muzâf olarak gelmesi 

3. Bu fiillerin  مَا  harfine bitişik olarak gelmesi

4. Failinin ism-i mevsûl olarak gelmesi

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْمَوْرُودُ  sülâsî mücerred olan  ورد  fiilinin ism-i mef’ûludur.

يَقْدُمُ قَوْمَهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ فَاَوْرَدَهُمُ النَّارَۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müsbet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  فَاَوْرَدَهُمُ النَّارَ  cümlesi, istînâfa matuftur.

اَوْرَدَهُمُ  kelimesinde irsâd sanatı vardır.

يَقْدُمُ - اَوْرَدَهُمُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayetin  فَاَوْرَدَهُمُ النَّارَۜ  مَوْرُودُ  [onları ateşe götürecek] cümlesinde istiare-i mekniye sanatı vardır. Çünkü burada ateş, suya benzetilmiştir. Müşebbehün bih (su) hazfedilmiş, onunla ilgili olan  ورود (suya götürülmek) kelimesiyle ona işaret edilmiştir. Bu hususu müfessirimiz o veciz üslubuyla net bir şekilde şöyle ortaya koyar: “Ateş kelimesi su yerine konulmuş, su lafzına işaret etmek üzere de  مَوْرُودُ  (suya götürmek) lafzı kullanılmıştır. (Beydâvî, III, 258, Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

فَاَوْرَدَهُمُ النَّارَ [Ve onları ateşe sürüklemiş olacaktır.] Onları ateşe sokmuş olacaktır. Burada ayet mazi lafzı ile zikredilmiş, mana ise gelecekte onları ateşe sokacağı şeklindedir. Meydana geleceği muhakkak olan bir şey ise olmuş gibidir. İşte bundan dolayı; muzari yerine mazi fiil kullanılabilir. (Kurtubî)

فَاَوْرَدَهُمُ  cümlesinin mazi olarak gelişi, bu îradın vukuunun gerçekliğini tenbih içindir. Ancak onun karînesi olan  يَوْمَ الْقِيٰمَةِ  sözü bunun mazide olmadığına işaret eder.

(Âşûr)


  وَبِئْسَ الْوِرْدُ الْمَوْرُودُ

 

وَ  istînâfiyyedir.  وَبِئْسَ الْوِرْدُ الْمَوْرُودُ  cümlesi, gayri talebî inşâî isnaddır.  بِئْس, zem anlamı taşıyan camid fildir.  الْوِرْدُ  failidir.

بِئْسَ  fiilinin mahsusu olan  الْمَوْرُودُ, takdiri  هو  olan, mahzuf mübteda için haberdir. Veya zem fiilinin mahsusu olan  الْمَوْرُودُ, muahhar mübtedadır.  هو الْمَوْرُودُ  cümlesi, zem cümlesi için tefsiriyyedir. Ya da  الْمَوْرُودُ, zem fiilinin mahzuf mahsusu için sıfattır.

Zem fiili mahsusuyla birlikte tekid ifade eder. Bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir.

Zira  ورود  lafzı, aslında su almak için suya gitme manasında kullanılır. Burada ateş, alınmak üzere kendisine gidilen suya benzetilmiştir. Müşebbeh zikredilmiş, müşebbehün bihe mülayiminden olan  ورود  lafzıyla işaret edilmiştir. Dolayısıyla bu istiare, istiare-i mekniyyedir. (Şeyhzâde, IV, 293; Konevî, X, 193)

فَأوْرَدَهُمُ النّارَ وبِئْسَ الوِرْدُ المَوْرُودُ  ifadesinde الإيرادِ  kelimesi istiare yapılarak kullanılmış olup fiil çekimiyle kelimeye, kişinin insanların önüne geçip onları azaba götürmesi anlamı verilmiştir. Burada istiare çeşitlerinden istiâre-i tehekkümiye vardır, nitekim normalde الإيرادَ  kelimesi (birilerini arkasına katıp) sulamaya götürme manasında gelirken, burada kavmini arkasına alıp azaba götürmek manasında asıl mananın tam tersi (zıddı) bir manada müstear olarak kullanılmıştır. (Âşûr)

Ayetin devamında yer alan  وَبِئْسَ الْوِرْدُ الْمَوْرُودُ  [Varılacak o yer ne kötü bir yerdir.] cümlesi önceki ifadeyi tekid etmektedir. Çünkü suya, normal olarak susuzluğu gidermek, ciğerleri serinletmek için gidilir. Ateş ise susuzluğu artırır, ciğerleri parçalar. (Beyzâvî, III, 258, Ebüssuûd)

يَقْدُمُ  ve  اَوْرَدَهُمُ  kelimeleri arasında muzariden maziye geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu  (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)

اَوْرَدَ  - وِرْدُ - مَوْرُودُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır.

قِيٰمَةِ - قْدُمُ  - قَوْمَ  kelimeleri arasında gayrı tam cinas vardır.
Hûd Sûresi 99. Ayet

وَاُتْبِعُوا ف۪ي هٰذِه۪ لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ بِئْسَ الرِّفْدُ الْمَرْفُودُ  ...


Onlar, hem bu dünyada, hem de kıyamet gününde lânete uğratıldılar. Ne kötü destektir onlara verilen destek!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأُتْبِعُوا onlar uğratıldılar ت ب ع
2 فِي
3 هَٰذِهِ burada
4 لَعْنَةً lanete ل ع ن
5 وَيَوْمَ ve gününde ي و م
6 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
7 بِئْسَ ne kötü ب ا س
8 الرِّفْدُ bir bağıştır ر ف د
9 الْمَرْفُودُ verilen bu bağış ر ف د

وَاُتْبِعُوا ف۪ي هٰذِه۪ لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  اُتْبِعُوا   fiili damme üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  naib-i fail olup mahallen merfûdur.  

ف۪ي هٰذِهِ  car mecruru  اُتْبِعُوا  fiiline müteallıktır.  لَعْنَةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

يَوْمَ الْقِيٰمَةِ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la makabline (kendisinden öncesine)  matuftur.

يَوْمَ  zaman zarfı,  اُتْبِعُوا  fiiline müteallıktır.  الْقِيٰمَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 


 بِئْسَ الرِّفْدُ الْمَرْفُودُ

 

بِئْسَ  camid fiil olup zem fiillerindendir.  الرِّفْدُ  kelimesi  بِئْسَ ’nin faili olup damme ile merfûdur.

بِئْسَ  fiilinin mahsusu  الْمَرْفُودُ dur.  الْمَرْفُودُ  mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfudur. Takdiri,  هو şeklindedir.

بِئْسَ  zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut  مَا  ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır: 

1. Failinin  ال ’lı gelmesi 

2. Failinin  ال ’lı isme muzâf olarak gelmesi 

3. Bu fiillerin  مَا  harfine bitişik olarak gelmesi

4. Failinin ism-i mevsûl olarak gelmesi

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْمَرْفُودُ  sülâsî mücerred olan  رف د  fiilinin ismi mef’ûludur.

وَاُتْبِعُوا ف۪ي هٰذِه۪ لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ

 

Müsbet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.

هٰذِه۪  ile  لَعْنَةً ’e işaret edilmiştir.  لَعْنَةً  kelimesindeki tenvin, tasavvuru mümkün olmayan bir yapıyı ifade eder.

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

ف۪ي هٰذِه۪ لَعْنَةً  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla lanet, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü lanet, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ne kadar korkunç bir durumda olduklarına işaret etmek için bu üslup kullanılmıştır.

ف۪ي  harf-i ceri zarfiyet anlamı verir.  ف۪ي هٰذِه۪ لَعْنَةً  sözünden onların lanetle zarf ve mazrufu gibi iç içe olduklarını anlıyoruz.


 بِئْسَ الرِّفْدُ الْمَرْفُودُ

 

Ayetin istînâfiyye olarak fasılla gelen son cümlesi, gayri talebî inşâî isnaddır.

 بِئْسَ, zem anlamı taşıyan camid fildir.  الرِّفْدُ  failidir. بِئْسَ  fiilinin mahsusu olan  الْمَرْفُودُ, takdiri  هو  olan, mahzuf mübteda için haberdir. 

هو الْمَرْفُودُ  cümlesi, zem cümlesi için tefsiriyyedir. Veya  الْمَرْفُودُ, zem fiilinin mahzuf mahsusu için sıfattır.

Zem fiili mahsusuyla birlikte tekid ifade eder. Bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir.

رِّفْدُ - مَرْفُودُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır.

لَعْنَةً - بِئْسَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Başkasına tâbi olanlar, tâbi oldukları kimsenin yardımcıları oldukları cihetle, kendileriyle alay etmek yoluyla, onların yardımı lanetlenmiştir. Bazıları, ayetin metninde geçen  رِّفْدُ  kelimesini, yardım olarak değil, armağan olarak tefsir etmişlerdir. Ancak bu mana bu makama münasip değildir. (Ebüssuûd)

وِرْدُ -  مَوْرُودُ  ; رِّفْد  -  مَرْفُودُ  kelimeleriyle ifade edilen “O varılan ne kötü pınardır.” ve “O varılan ne kötü bağıştır.” sözleri istiaredir. Çünkü Allah Teâlâ cehennem ateşine giden kavminin önünde yer alan firavunu, tıpkı dünyada dalalette öncüleri, sapıklıkta önderleri olduğu gibi pınara gidenlerin öncüsü olarak  وارد kelimesiyle, pınara kervandan önce varıp da kovayı, kuyuyu ve suyu kullanılmaya hazır hale getiren kimsedir) konumunda, cehennem ateşini de başına varılan su/pınar mevkiinde ifade etmiştir. Bundan sonra da “(Cehennem ateşi, başına) varılan ne kötü pınardır!” buyurmuştur. Çünkü bu pınar/su, boğaza takılıp kalan lokmayı geçirmiyor, susuzluğu gidermiyor.

“Bu, yapılan ne kötü bağıştır.” ifadesindeki  رِّفْدُ  sözünde istiare vardır. Çünkü  رِّفْدُ ’in gerçek anlamı “bağış”tır. رْ ’nın üstün ve esresiyle “رَفَدَهُ ,يرْفِدهُ ,رَفْداً ve  رِفادة (Ona bağış yaptı, ona yardım etti)” diye söylenir. Ancak lanet, Arapların bir yurttan diğerine intikalleri sırasında yardım ve ihsan isteyenin âdeti, azık teminine çalışan yolcunun örfü gereğince onlara yapılan bağış ve ihsan  رِّفْدُ  konumunda ifade edildiği için lanetin mecaz yoluyla  رِّفْدُ (bağış) diye isimlendirilmesi caiz olmuştur. Bu tıpkı Allah Teâlâ’nın  فبشِّرهمْ بعذابٍ ألِيمٍ  (O halde, müjdele! Onları acıklı bir azap ile) sözündeki gibidir. Müjdeleme (el-beşaret) de genellikle kötü değil iyi (şeyler) için olur. Ancak onların azaba müstahak olduklarının kendilerine haber verilmesi, başkalarının sevabı hak etmiş olduklarının müjdelenmesi mevkiinde kılınınca bu (uyarma)nın “müjdeleme” olarak isimlendirilmesi caiz olmuştur. Ayetlerde geçen “azabın müjdelenmesi, azabın tadılması”, “ateşin pınar (موريد)”, “lanetin yardım (رِّفْدُ) kılınması” gibi tabirler, cehennem yolundan vazgeçirme, cennet yoluna çevirme amaçlı, cennet ve nimetlerinden kaybedilenler ile onları yerine ele geçecekleri ve başa gelecekleri mukayese etmek suretiyle insaf ve izana davet edip cehenneme giden yoldan insanları vazgeçirmeyi hedefleyen, zıt anlamların kastedilmesine (ironi) dayalı edebi alay içeren istiare-i tehekkümiyelerdir.) (Şerîf erRâdî, Kur’an Mecazları)
Hûd Sûresi 100. Ayet

ذٰلِكَ مِنْ اَنْـبَٓاءِ الْقُرٰى نَقُصُّهُ عَلَيْكَ مِنْهَا قَٓائِمٌ وَحَص۪يدٌ  ...


(Ey Muhammed!) Bunlar o memleketlerin haberlerinden bazılarıdır. Onları sana anlatıyoruz. Onlardan ayakta duranlar da var, yıkılıp gidenler de.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ذَٰلِكَ işte bu
2 مِنْ
3 أَنْبَاءِ haberlerindendir ن ب ا
4 الْقُرَىٰ o şehirlerin ق ر ي
5 نَقُصُّهُ anlattıklarımız ق ص ص
6 عَلَيْكَ sana
7 مِنْهَا onlardan bazıları
8 قَائِمٌ ayaktadırlar ق و م
9 وَحَصِيدٌ (bazıları ise) tamamen silinmiştir ح ص د
Nûh aleyhisselâm ile başlayıp Hz. Mûsâ ile sona eren bu kıssalar çeşitli yerlerde yaşayan kavim ve bunlara gönderilen peygamberlerin haberleridir. Bu kavimler peygamberlere inanmayıp isyan ettikleri için her biri bir felâketle yok olup gitmişlerdir. Bunlardan bazılarının iz ve kalıntıları zamanımıza kadar ulaşmıştır (Mısır’daki piramit ve heykeller gibi), insanlar hâlâ bunları ziyaret edip ibret almaktadırlar. Bazılarının ise kalıntıları bile yok olup gitmiştir (Lût kavminin durumu böyledir).

ذٰلِكَ مِنْ اَنْـبَٓاءِ الْقُرٰى نَقُصُّهُ عَلَيْكَ مِنْهَا قَٓائِمٌ وَحَص۪يدٌ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

مِنْ اَنْـبَٓاءِ  car mecruru mahzuf habere müteallıktır.  اَنْـبَٓاءِ  muzâftır.  الْقُرٰى  muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

نَقُصُّهُ عَلَيْكَ  cümlesi mübtedanın ikinci haberi olarak mahallen merfûdur. 

نَقُصُّهُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dir.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  عَلَيْكَ car mecruru  نَقُصُّ  fiiline müteallıktır.

مِنْهَا  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  قَٓائِمٌ  muahhar mübteda olarak merf’ûdur.

حَص۪يدٌ  kelimesi atıf harfi  وَ  ile  قَٓائِمٌ ’a matuftur.

قَٓائِمٌ  kelimesi sülâsî mücerred olan  قوم  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail, eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ذٰلِكَ مِنْ اَنْـبَٓاءِ الْقُرٰى نَقُصُّهُ عَلَيْكَ 

 

Fasılla gelen ayet müstenefedir. İsim cümlesi formunda gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede  مِنْ اَنْبَٓاءِ ’nin müteallakı olan haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Müsnedün ileyh işaret ismiyle marife olmuştur. İşaret ismi işaret edilen kelimeyi kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. 

Ayetteki  ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Daha evvel geçmiş olup anlatılan kıssalara işaret edilmek istenmiştir. Bu, kıssalara dikkat çekmek içindir. Onların önemine binaendir.

ذٰلِكَ  işaret ismi bütün bu anlatılanları toplayıp cem’ etmiştir. İktidâb vardır.

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

نَقُصُّهُ عَلَيْكَ  cümlesi, mübtedanın ikinci haberidir.

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

نَقُصُّهُ عَلَيْكَ  cümlesi ism-i işaretten hal olarak gelmiştir. Kıssanın geçmişte gerçekleşip bitmiş olmasına rağmen muzari sıygasıyla gelmesi, bu etkili kıssanın muhatabın gözünde canlandırılmasını sağlamak içindir. (Âşûr)

الْقُرٰى  yerleşim yeridir.  مِنْ اَنْـبَٓاءِ الْقُرٰى  aslında kurada yani o bölgede yaşayanların kıssalarıdır. Hal-mahal alakasıyla mecaz-ı mürseldir.


مِنْهَا قَٓائِمٌ وَحَص۪يدٌ

 

Ayetin son cümlesi beyani istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

مِنْهَا قَٓائِمٌ وَحَص۪يدٌ  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim tehir sanatları vardır. 

 مِنْهَا, mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  قَٓائِمٌ  muahhar mübtedadır. Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَٓائِمٌ - حَص۪يدٌ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

وَحَص۪يدٌ  mahzuf haber için mübtedadır.

مِنْهَا قَٓائِمٌ وَحَص۪يد  (O şehirlerden ayakta kalanlar da var, ekin gibi biçilmiş olanlar da) cümlesinde istiare-i mekniye yoluyla şehirlerin kalıntıları ve duvarları,sapı üzerinde dik duran ekine benzetilmiştir. Halkıyla birlikte yok olup izi kalmayan şehirler ise tırpanla biçilmiş ekine benzetilmiştir. (Safvetu't Tefasir, Ebüssuûd) Temsîli istiaredir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi) 

Bu ibarede ayrıca mümkün olan iki durumun zikredilmesi, taksim sanatıdır. 

قَٓائِمٌ - حَص۪يدٌ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

قرى قائم ; قرى حصيد  ibareleri de istiaredir. “O karyelerin bir kısmının binaları ayakta ama halkından ıssız kalmış; bir kısmının da binaları yakılmış, biçilmiş ekin gibi yerle bir olmuş” demektir. Buna göre sanki Allah Yüce Allah, kasabaların halkından hayatta kalanları gelişip büyüyen ekine, helak olup ölenleri de solmuş ekine benzetmiştir ki bu en güzel temsil ve en etkili teşbihtir. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları) 

حَص۪يدٌ ; biçilmiş, hasat edilmiş demektir.

 
Hûd Sûresi 101. Ayet

وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلٰكِنْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَـمَٓا اَغْنَتْ عَنْهُمْ اٰلِهَتُهُمُ الَّت۪ي يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍ لَمَّا جَٓاءَ اَمْرُ رَبِّكَۜ وَمَا زَادُوهُمْ غَيْرَ تَتْب۪يبٍ  ...


Biz onlara zulmetmedik. Fakat onlar kendilerine zulmettiler. Rabbinin azap emri gelince, Allah’ı bırakıp da taptıkları ilâhları kendilerine hiçbir fayda sağlamadı. İlâhları onların sadece ziyanlarını artırdı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا
2 ظَلَمْنَاهُمْ biz onlara zulmetmedik ظ ل م
3 وَلَٰكِنْ ama
4 ظَلَمُوا onlar zulmettiler ظ ل م
5 أَنْفُسَهُمْ kendilerine ن ف س
6 فَمَا
7 أَغْنَتْ sağlayamadı غ ن ي
8 عَنْهُمْ kendilerine
9 الِهَتُهُمُ onların ilahları ا ل ه
10 الَّتِي
11 يَدْعُونَ taptıkları د ع و
12 مِنْ
13 دُونِ başka د و ن
14 اللَّهِ Allah’tan
15 مِنْ hiç bir
16 شَيْءٍ şey ش ي ا
17 لَمَّا ne zaman ki
18 جَاءَ gelince ج ي ا
19 أَمْرُ emri ا م ر
20 رَبِّكَ Rabbinin ر ب ب
21 وَمَا bir işe yaramadı
22 زَادُوهُمْ artırmaktan ز ي د
23 غَيْرَ başka غ ي ر
24 تَتْبِيبٍ kayıplarını ت ب ب

وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلٰكِنْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  ظَلَمْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir.

Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُم  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

وَ  atıf harfidir.  لٰكِنْ  istidrak harfidir.  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre  لٰكِنَّ  de  اِنَّ  gibi cümleyi tekid eder.

İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ظَلَمُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  اَنْفُسَهُمْ  mef’ûlun bih olarak fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


فَـمَٓا اَغْنَتْ عَنْهُمْ اٰلِهَتُهُمُ الَّت۪ي يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍ لَمَّا جَٓاءَ اَمْرُ رَبِّكَۜ 

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri,  لمّا جاء أمر الله فما أغنت (Allah’ın emri geldiği zaman ….kazandırmadı.) şeklindedir. 

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اَغْنَتْ  mahzuf  elif  üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. 

عَنْهُمْ  car mecruru  اَغْنَتْ  fiiline müteallıktır.

اٰلِهَتُهُمُ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الَّت۪ي  müfred müennes ism-i mevsûl,  اٰلِهَتُهُمُ ’un sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası   يَدْعُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

يَدْعُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

مِنْ دُونِ  car mecruru  اٰلِهَتُهُمُ ’un mahzuf  haline müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  شَيْءٍ  lafzen mecrur, mahallen mansub olup mef’ûlu mutlaktan naibtir. 

لَمَّٓا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

جَٓاءَ اَمْرُ رَبِّكَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. اَمْرُ  fail olup lafzen merfûdur.

رَبِّكَ  muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur ve aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 وَمَا زَادُوهُمْ غَيْرَ تَتْب۪يبٍ

 

وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  زَادُو  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun  bih olarak mahallen mansubdur.

غَيْرَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha üzere mansubdur.  تَتْب۪يبٍ   muzâfun ileyh olarak lafzen mecrurdur.

وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلٰكِنْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ 

 

Ayet, önceki ayetteki  ذٰلِكَ مِنْ اَنْـبَٓاءِ  cümlesine matuftur. İlk cümle, menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ظَلَمْنَاهُمْ  fiilindeki  نَا  zamiri Allah Teâlâ’ya ait azamet zamiridir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 421)

لٰكِنْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ  cümlesinde  وَ  istînâfiyye,  لَـٰكِنِ  istidrâk harfidir. Cümle mazi fiil cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

وَمَا ظَلَمْنَا  ile ظَلَمُٓوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır.

وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ  cümlesi ile  وَلٰكِنْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

مَا ظَلَمْنَاهُمْ - ظَلَمُٓوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.


 فَـمَٓا اَغْنَتْ عَنْهُمْ اٰلِهَتُهُمُ الَّت۪ي يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍ 

 

فَ  rabıta harfidir. Cümle, takdiri  لمّا جاء أمر الله  [Allah’ın emri geldiğinde] olan, mahzuf şartın cevabıdır. Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

اٰلِهَتُهُمُ  için sıfat olan müfred müennes has ism-i mevsûl  الَّت۪ي ’nin  sılası muzari fiil sıygasıyla gelerek teceddüt ve hudûsa işaret etmiştir. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. 

Bu sahte ilâhlara tapmaları muzari fiille ifade edilmiştir. Bu, ya mazideki olayı hikâye etmek ya da bu tapmalarının devamlı olduğunu ifade etmek amacına matuftur. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 3, s. 330)

Veciz ifade yollarından biri olan izafet terkibindeki  دُونِ اللّٰهِ, gayrının tahkiri içindir.

شَيْءٍ ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Hiçbir şey anlamındadır. Nefy siyakında nekre umuma işarettir. İstiğrak harfi olan  مِنْ, bu manayı kuvvetlendirir.

ظَلَمْنَاهُمْ ’daki azamet zamirinden  مِنْ دُونِ اللّٰهِ de gaib zamire iltifat edilmiştir.

اٰلِهَتُهُمُ  kelimesinin sıfatı olan  الَّت۪ي, çokluk ifadesi için müfred gelmiştir.

Akılsız çoğullar için kullanılan  الَّت۪ي  ism-i mevsûlü,  الَّاَت۪ي  ism-i mevsûlünden daha çok sayıya delalet eder. (Rûhu'l Me‘ânî, XII/138)


لَمَّا جَٓاءَ اَمْرُ رَبِّكَۜ وَمَا زَادُوهُمْ غَيْرَ تَتْب۪يبٍ

 

لَمَّا  şart manası taşıyan zaman zarfıdır. Aynı zamanda muzâfun ileyh olan  جَٓاءَ اَمْرُ رَبِّكَ  cümlesi, şarttır  ve müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabının öncesinin delaletiyle hazfedilmesi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Mahzufla birlikte cümle, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

اَمْرُ رَبِّكَ  izafetinde Rab ismine muzâf olan اَمْرُ, şan ve şeref kazanmıştır.

اَغْنَتْ - زَادُوهُمْ  ve  ظَلَمُٓوا - تَتْب۪يبٍ  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اَغْنَتْ - مَا زَادُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı manevi vardır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  Allah ve Rabb isimlerinin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Allah ve Rabb isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Hûd Sûresi 102. Ayet

وَكَذٰلِكَ اَخْذُ رَبِّكَ اِذَٓا اَخَذَ الْقُرٰى وَهِيَ ظَالِمَةٌۜ اِنَّ اَخْذَهُٓ اَل۪يمٌ شَد۪يدٌ  ...


Zulme sapmış memleketlerin halkını yakaladığında, Rabbinin yakalaması işte böyledir! Şüphesiz O’nun yakalaması can yakıcı ve şiddetlidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَكَذَٰلِكَ işte böyledir
2 أَخْذُ yakalaması ا خ ذ
3 رَبِّكَ Rabbinin ر ب ب
4 إِذَا zaman
5 أَخَذَ yakaladığı ا خ ذ
6 الْقُرَىٰ şehirleri ق ر ي
7 وَهِيَ ve o
8 ظَالِمَةٌ zulmeden ظ ل م
9 إِنَّ şüphesiz
10 أَخْذَهُ O’nun yakalaması ا خ ذ
11 أَلِيمٌ pek acı ا ل م
12 شَدِيدٌ pek şiddetlidir ش د د

وَكَذٰلِكَ اَخْذُ رَبِّكَ اِذَٓا اَخَذَ الْقُرٰى وَهِيَ ظَالِمَةٌۜ 

 

وَ  atıf harfidir.  كَ  harf-i cerdir.  مثل (gibi) manasındadır. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

اَخْذُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  رَبِّكَ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِذَٓا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

اَخَذَ الْقُرٰى  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَخَذَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  الْقُرٰى  mefûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.

وَهِيَ ظَالِمَةٌ  cümlesi  الْقُرٰى ’nın hali olarak mahallen mansubdur. 

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هِيَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ظَالِمَةٌ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. 

ظَالِمَةٌ  kelimesi sülâsî mücerred olan  ظلم  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 اِنَّ اَخْذَهُٓ اَل۪يمٌ شَد۪يدٌ

 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

اَخْذَهُٓ  kelimesi,  اِنَّ nin ismi olup lafzen mansubtur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُٓ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَل۪يمٌ  kelimesi,  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfudur.  شَدِيدٌ  ise  اِنَّ nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur. 

اَل۪يمٌ - شَد۪يدٌ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَكَذٰلِكَ اَخْذُ رَبِّكَ اِذَٓا اَخَذَ الْقُرٰى وَهِيَ ظَالِمَةٌۜ 

 

Ayet  ما ظلمناهم  cümlesine matuftur. İlk cümle isim cümlesi formunda gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim tehir sanatları vardır. 

كَذٰلِكَ, mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  اَخْذُ  muahhar mübtedadır.

كَذٰلِكَ  kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem  كَ  hem de  ذٰ  işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 28, s. 101)

اَخْذُ رَبِّكَ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olması  كَ  zamirine, yine Rabb ismine muzâf olması  اَخْذُ ’ya şan  ve şeref kazandırmıştır.

اَخَذَ الْقُرٰ şeklindeki mazi fiil cümlesi, zaman zarfı اِذَٓا ’nın muzâfun ileyhidir. Şarttan mücerret olan  اِذَٓا, masdar kalıbındaki  اَخْذُ ’ya müteallıktır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Hal  وَ ’ıyla gelen  وَهِيَ ظَالِمَةٌ, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal cümleleri anlamı açıklayan ıtnâb sanatıdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الْقُرٰى  lafzı, mahalliyet alakasıyla mecaz-ı mürseldir. Mahal zikredilmiş o mahalde yaşayanlar kastedilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

اَخْذُ - اَخَذَ - اَخْذَ  ayette üç kez tekrarlanması Allah’ın ele geçirmesinin, cezalandırmasının şiddetinin ve korkunçluğunun idrakine yardımcı olmaktadır. Ayrıca bu kelimelerde iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.

اَخَذَ الْقُرٰى [O şehirleri yakaladığında] ifadesi, şehirler halkından mecazdır. Yani o şehirlerin halkını yakaladığında demektir. (Safvetu't Tefasir)

Zulüm olduğu zaman bunun vaki olacağına delalet etmek için şart harfi olarak  اِن  değil, اِذَٓا  gelmiştir. Yani ayet-i kerimede,  اِن اَخَذَ الْقُرٰى  (eğer karyeleri ahz ederse/yakalarsa) buyurulmamıştır. “Zulüm ortaya çıkıp ülkede yayılınca Rabbimiz onları yakaladı.” demektir. Çünkü اِذَٓا  harfi, çoğunlukla vuku bulmuş veya vuku bulması beklenen olayların başında zikredilmiştir. اِن  ise böyle değildir; imkânsız, nadir ya da vukû bulması şüpheli durumlarda kullanılır. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 3, s. 333)

اِذَٓا اَخَذَ الْقُرٰى وَهِيَ ظَالِمَةٌ  cümlesinde [zalim olan memleketleri] ifadesi, her zalime ibret dersi olması için onların, zulümleri sebebi ile ilâhî azaba yakalandıklarını bildirmek içindir. (Ebüssuûd)


اِنَّ اَخْذَهُٓ اَل۪يمٌ شَد۪يدٌ

 

Ayetin son cümlesi, ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir.

إِنَّ  ile tekid edilmiş, isme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

اِنَّ ’nin ismi, veciz ifade kastına binaen, izafet formunda gelmiştir.

اَخْذَهُٓ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  اَخْذَ, şan ve şeref kazanmıştır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsned olan  اَل۪يمٌ  ve  شَد۪يدٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder.

Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. 

اَل۪يمٌ - شَد۪يدٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır. 

Bu ayet, Allah Teâlâ'nın  اَل۪يمٌ  ve  شَد۪يدٌ  diye nitelediği o yakalamasına düşmemek için, zulme yönelen ve onu yapan kimsenin bu zulmünü tövbeyle Allah'a rücu ile tedavi etmesinin gerekli olduğuna; bu hükümlerin öncekilere tahsis edilmiş olmasının zannedilmemesi gerektiğine delalet eder. (Ebüssuûd, Ruhu’l Beyan)

اَخْذَ  [yakalamak] fiili için iki sıfat zikredilmiştir: Elîm ve şedîd. Bu iki sıfat bir arada zikredilerek Allah'ın yakalamasının korkunçluğu ve azameti beyan edilmiştir. Çünkü zikredilen bu iki sıfatın her birinin kendine mahsus bir azameti ve korkunçluğu vardır. İkisi bir arada olunca bu korkunçluk ne raddeye ulaşır bir düşünün! (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 3, s. 333)

Bu tezyîl cümlesinden maksat, Mekke ehlinden olan arap müşriklerini ve diğerlerini tehdit ile tariz etmektir. (Âşûr)


Hûd Sûresi 103. Ayet

اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِمَنْ خَافَ عَذَابَ الْاٰخِرَةِۜ ذٰلِكَ يَوْمٌ مَجْمُوعٌۙ لَهُ النَّاسُ وَذٰلِكَ يَوْمٌ مَشْهُودٌ  ...


Şüphesiz, ahiret azabından korkanlar için bunda bir ibret vardır. Bu, insanların (hesap ve ceza için) toplanacakları bir gündür. Bu, herkesin toplanıp bir araya geleceği bir gündür.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 فِي vardır
3 ذَٰلِكَ bunda
4 لَايَةً ibret ا ي ي
5 لِمَنْ kimse için
6 خَافَ korkan خ و ف
7 عَذَابَ azabından ع ذ ب
8 الْاخِرَةِ ahiret ا خ ر
9 ذَٰلِكَ işte O
10 يَوْمٌ bir gündür ي و م
11 مَجْمُوعٌ toplanacağı ج م ع
12 لَهُ onda
13 النَّاسُ insanların ن و س
14 وَذَٰلِكَ ve O
15 يَوْمٌ bir gündür ي و م
16 مَشْهُودٌ herkesin tanık olacağı ش ه د
O gün, mutlaka gerçekleşecek, herkes yani insanlar, cinler, melekler, hayvanlar ve diğer varlıklar inkâr edilemeyecek bir şekilde onu açıkça göreceklerdir. Ayrıca o gün yer ve göklerde olanlar, insanlar, melekler, hatta insan vücudundaki organlar bile kişinin dünyada yapıp ettiklerine şahitlik edeceklerdir.

اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِمَنْ خَافَ عَذَابَ الْاٰخِرَةِۜ 

 

İsim cümlesidir . اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

ف۪ي ذٰلِكَ  car mecruru,  اِنَّ nin mahzuf haberine müteallıktır.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.

اٰيَةً  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.

مَنْ  müşterek ism-i mevsûlu لِ  harf-i ceriyle  birlikte  اٰيَةً  kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır. İsm-i mevsûlün sılası  خَافَ عَذَابَ الْاٰخِرَةِ ’dir.  Îrabtan mahalli yoktur.

خَافَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

عَذَابَ  mef’ûlun bih olup  fetha ile mansubdur.  الْاٰخِرَةِ  muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur. 


ذٰلِكَ يَوْمٌ مَجْمُوعٌۙ لَهُ النَّاسُ وَذٰلِكَ يَوْمٌ مَشْهُودٌ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir. 

Zaman zarfı  يَوْمٌ  haber olup lafzen merfûdur.  مَجْمُوعٌ  kelimesi  يَوْمٌ ’nin sıfatıdır.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

لَهُ  car mecruru  مَجْمُوعٌ ’a müteallıktır.  النَّاسُ  kelimesi, ism-i mef’ûl olan  مَجْمُوعٌ ’nun naib-i failidir. 

وَ  atıf harfidir. İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.  

Zaman zarfı  يَوْمٌ, haber olup lafzen merfûdur.  مَشْهُودٌ  kelimesi  يَوْمٌ ’nin sıfatıdır. 

مَجْمُوعٌۙ - مَشْهُودٌ  kelimeleri; sülâsî mücerred olan  جمع  ve  شهد  fiillerinin ism-i mef’ûlleridir.

اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِمَنْ خَافَ عَذَابَ الْاٰخِرَةِۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen …اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً  cümlesi  اِنَّ  ve lâm-ı muzahlaka ile tekid edilmiş faide-i haber inkarî kelamdır. 

İsim cümlesi formunda gelerek zamandan bağımsız olarak sübut ifade etmiştir.

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  اِنّ ’nin mahzuf mukaddem haberi  ف۪ي ذٰلِكَ nin müteallakıdır

Ayetteki  ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Burada işaret edilen ayetlerdir. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  başındaki harf-i cerle birlikte  اٰيَةً  kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır. Sılası olan  خَافَ, mazi fiil sıygasında gelmiştir. Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrara işaret eder.


 ذٰلِكَ يَوْمٌ مَجْمُوعٌۙ لَهُ النَّاسُ وَذٰلِكَ يَوْمٌ مَشْهُودٌ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife oluşu, işaret edilenin önemini ve şerefini ifade eder. İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.

ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan istiare oluşur. Câmi’, her ikisindeki vücudun tahakkukudur.  (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)

ذٰلِكَ  ayette üç kez tekrarlanmıştır. Ayetlere,  يَوْمٌ مَجْمُوعٌۙ  ve  يَوْمٌ مَشْهُودٌ  şeklinde elle tutulur gözle görülür şeylermişcesine işaret edilerek onların önemine dikkat çekilmiş, muhatap uyarılmıştır.

ذٰلِكَ  ve  يَوْمٌ  kelimelerinin tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.

يَوْمٌ مَشْهُودٌ - يَوْمٌ مَجْمُوعٌۙ  ifadeleri; kıyamet gününden kinayedir.

مَجْمُوعٌۙ “Neden bu kelimenin fiil sıygası yerine, ism-i mef‘ûl sıygası tercih edilmiştir?” derseniz şöyle deriz: İsm-i mef‘ûl burada  يَوْمٌ  [gün] kelimesindeki “toplamak” manasının devamlılığına, onun mutlaka insanların toplanacakları kesinleşmiş olan bir miad olduğuna ve günün bu sıfatla ayrılmaz bir sıfat olarak vasıflandığına delalet eder. (Keşşâf, II/115)

Ayette anlatılan gün, kıyamette insanların hesap için toplanacağı gündür. O günün gelecek olması kesin olduğu için fiil kalıbına isim kalıbı tercih edilmiştir. İsim kalıbından ise meçhul muzari fiil kalıbının ifade ettiklerini ifade eden ism-i mefûl getirilmiştir. İsm-i mefûlün delalet ettiği zaman ise hesap gününün daha gelmemiş ve gelecek olması karinesiyle gelecek zamandır. (Hasan Duran, Kur’an-ı Kerim’de Teceddüt Ve Sübût Manası İçin Yapılan Udûl Çeşitleri)

 
Hûd Sûresi 104. Ayet

وَمَا نُؤَخِّرُهُٓ اِلَّا لِاَجَلٍ مَعْدُودٍۜ  ...


Biz onu ancak belirli bir zamana kadar erteliyoruz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve
2 نُؤَخِّرُهُ biz onu geciktirmeyiz ا خ ر
3 إِلَّا ancak
4 لِأَجَلٍ süreye kadar ا ج ل
5 مَعْدُودٍ belirli ع د د
Bu âyet inkârcıların, “Eğer azap varsa çabucak gelsin de görelim” şeklindeki alaylı sözlerine cevap mahiyetinde olup kıyametin kopması ve azabın gelmesinin inkârcıların isteğine bağlı olmadığını, Allah’ın takdirine bağlı olarak belirli bir sürenin sonuna ertelenmiş olduğunu ifade eder. Bu sürenin ne zaman sona ereceğini Allah’tan başkası bilemez (A‘râf 7/187; Müslim, “Îmân”, 1-7).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 199

وَمَا نُؤَخِّرُهُٓ اِلَّا لِاَجَلٍ مَعْدُودٍۜ

 

وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. نُؤَخِّرُ  merfû muzari fiildir.

Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

Muttasıl zamir  هُٓ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır.  لِاَجَلٍ  car mecruru  نُؤَخِّرُهُٓ ’ya müteallıktır.  مَعْدُودٍ  kelimesi  لِاَجَلٍ kelimesinin sıfatıdır.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نُؤَخِّرُهُٓ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  أخر ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

مَعْدُودٍ  kelimesi sülâsî mücerred olan  عدد  fiilinin ism-i mef’ûludur.

وَمَا نُؤَخِّرُهُٓ اِلَّا لِاَجَلٍ مَعْدُودٍۜ

 

وَ  atıf harfidir. Ayet menfi fiil cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Kasr fiille müteallıkı arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

Kıyamet gününün ancak belli bir vakte tehir edilmiş olduğu  مَا  ve  اِلَّا  harfleriyle oluşturulmuş kasr üslubuyla kesin bir şekilde ifade edilmiştir.

مَعْدُودٍ  kelimesi,  اَجَلٍ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tâbi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

لِاَجَلٍ ’in nekre gelişi nev ifade eder.

وما نُؤَخِّرُهُ إلّا لِأجَلٍ مَعْدُودٍ  cümlesi;  ذَلِكَ يَوْمٌ مَجْمُوعٌ لَهُ النّاسُ ve يَوْمَ يَأْتِي لا تَكَلَّمُ نَفْسٌ (Hud Suresi, 105) cümleleri arasındaki mu’tarıza cümlesidir. Burada maksat, onu yalanlıyor olmalarına rağmen hala gerçekleşmediğini delil göstererek dirilişi inkâr eden ve uluhiyet makamına karşı olan cehaletleri sebebiyle bu yalanlamalarının Allah Teâlâ’yı hiddetlendirerek kıyametin gelişini hızlandıracağını vehmeden kimselere karşılık, Allah Teâlâ’nın bu günü, dünya üzerinde yaşayanların ecelini belirlediği gibi âlemin yaratıldığı günden önce yine kendisinin belirlediğini ve kendi katında belirli olan bir güne ertelemiş olduğunu açıklamaktır. (Âşûr)

المَعْدُود un asıl anlamı, sayılı (hesaplanmış)dır. Burada mana olarak, gelecek olan günün gecikmesinin yahut erkene alınması mümkün olmadığından, kesin belirli anlamında kinayeli olarak ifade edilmiştir. Çünkü sayılı (hesaplanmış) olmak, belirlenmiş olmayı ilzam eder (gerektirir). Ya da farklı bir şekilde, yakınlıktan kinaye de diyebiliriz. (Âşûr)
Hûd Sûresi 105. Ayet

يَوْمَ يَأْتِ لَا تَكَلَّمُ نَفْسٌ اِلَّا بِـاِذْنِه۪ۚ فَمِنْهُمْ شَقِيٌّ وَسَع۪يدٌ  ...


O gün geldiği zaman Allah’ın izni olmadan hiçbir kimse konuşamaz. Onlardan mutsuz (cehennemlik) olanlar da vardır, mutlu (cennetlik) olanlar da.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَوْمَ O gün ي و م
2 يَأْتِ gelince ا ت ي
3 لَا
4 تَكَلَّمُ konuşamaz ك ل م
5 نَفْسٌ hiç kimse ن ف س
6 إِلَّا dışında
7 بِإِذْنِهِ O’nun izni ا ذ ن
8 فَمِنْهُمْ onlardan kimi
9 شَقِيٌّ bedbahtttır ش ق و
10 وَسَعِيدٌ (kimi de) mutludur س ع د
Bu âyetler, 103. âyetin “O gün bütün insanların bir araya toplandığı gündür” meâlindeki bölümünü açıklayıcı mahiyette olup mahşerde toplanacak olan insanların dünyadaki iman ve amellerine göre oradaki durumlarının ne olacağını, varıp kalacakları yerleri haber vererek o günün dehşetini tasvir etmektedir. Âyetlerin, putperest kavimlerin kıssalarının ardından gelmiş olması dikkate alındığında 105. âyetin putların Allah katında kendileri için şefaatçi olacağına inanan kimselere hitap ettiği anlaşılırsa da âyette genel olarak şefaatçilere güvenip de günahtan sakınmayan kimselerin uyarıldığını söylemek daha uygun olur. Zira o yüce mahkemede Allah’ın izni olmadan ne peygamber ne evliya ne melek ne de başka bir güç şefaat edip söz söyleyebilir (Tâhâ 20/109; Nebe’ 78/38). İnsanlar, dünyadaki iman ve amellerine göre âhirette bedbahtlar ve mutlular olmak üzere iki gruba ayrılacaklardır. 106. âyette dünyada inkârcılıkta ısrar eden bedbahtların âhirette cehennem ateşiyle cezalandırılacakları, 108. âyette ise mutluların yani müminlerin cennet nimetleriyle ödüllendirilecekleri ifade edilmiştir. 
 107. âyette geçen ve “gökler ve yer durdukça” şeklinde çevirilen ifadeyi müfessirler iki şekilde yorumlamışlardır: a) Bu cümle Arap dilinde mecazi anlamda sonsuzluğu ifade etmek için kullanılır. Buna göre âyet bedbahtların cehennemde ebedî olarak kalacaklarını göstermektedir. b) “Âhiretteki gökler ve yer durdukça” demektir. Âhiret sonsuz olduğuna göre bedbahtlar da cehennemde sonsuz olarak kalacaklardır (âhiretteki gökler ve yer için bk. İbrâhim 14/48). “Rabbinin dilediği hariç” istisnası ile ilgili olarak da müfessirler farklı yorumlarda bulunmuşlardır. a) “Allah dilediği takdirde bu ebedîliği bir süre sonra sona erdirecek” demektir. Bu durum cehennemin de sonlu olacağını hatıra getirmektedir. b) Allah dilediği kimseleri orada ebedî kalmaktan kurtaracaktır. Bu da bazı müşrik ve inkârcıların cehennemde ebedî kalmaktan kurtulacağı ihtimalini hatıra getirmektedir (krş. En‘âm 6/128). Şüphesiz ki Allah istediğini yapma gücüne sahiptir; O’nun için hiçbir engel söz konusu değildir; ancak müşrik ve inkârcıları affetmeyeceğini, bunların ebedî olarak cehennemde kalacağını açıkça bildirmiştir (Nisâ 4/14, 116). c) Başka bir yoruma göre ise bedbahtlar, günahkâr müminler ve inkârcılar olmak üzere ikiye ayrılır. Bu istisna müşrik ve inkârcıları değil günahkâr müminleri ifade eder. Bunlar belli bir süre cehennemde kaldıktan sonra yüce Allah bunları oradan çıkartıp cennete yerleştirecek, inkârcı bedbahtlar ise ebedî olarak cehennemde kalacaklardır. Bu yorum müminlerin ebedî olarak cennette, inkârcıların ise ebedî olarak cehennemde kalacaklarını açıkça ifade eden âyetlerle bu âyeti uzlaştırmaya yöneliktir (bk. Mâide 5/119; Cin 72/23. Bu istisna ile ilgili diğer görüşler için bk. Şevkânî, II, 595-596).
 Bize göre, “Allah dilemedikçe…” şeklindeki ifade, “Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz” meâlindeki âyette olduğu gibi (İnsân 76/30) –birçok yerde– her şeyin Allah’ın dilemesi sonucu olduğunu açıklamaya yöneliktir. Burada da âyeti şöyle anlamak mümkündür: “Cehenneme girecek olanların bir kısmının orada ebedî kalmaları “Allah’ın dilemesine bağlı” olarak böyledir.
 Mutlu olanlara gelince bunlar da sonsuz olarak cennette yaşayacaklardır. “Rabbinin dilediği hariç” istisnası bunlar hakkında da mevcuttur; ancak âyetin son cümlesi cennet nimetlerinin kesintisiz olduğunu ve cennete girenlerin oradan çıkarılmayacağını göstermektedir. Bu takdirde istisnanın anlamı nedir? İbn Âşûr’a göre bu istisna iki anlamda yorumlanabilir: 1. Tövbe etmeden âhirete giden müminler bir süre cehennemde kaldıktan sonra Allah merhameti gereği onları bir sebep ve hikmetle affeder ve cennete koyar. 2. Bu istisnadan maksat Allah’ın lutuf ve rahmetinin bir tecellisi olan nimetlerin, “ödenmesi gereken bir borç” şeklinde anlaşılmasını önlemektir (XII, 165-166). Bazı müfessirlerse bu istisnayı, “Allah onlara başka bir mükâfat bahşetmeyi istemedikçe” şeklinde yorumlamışlardır (Reşîd Rızâ, XII, 160-161). “Allah insanın önünde yeni bir evrim sahnesi, daha yüksek bir evre açmadıkça (cennette sonsuz olarak kalacaklardır)” şeklinde yorumlayanlar da vardır (Esed, 447).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 199-201

شقي Şeqaye : Şekâvet شَقاوَة , saadetin zıddıdır. شَقِيَ fiili bir darlık, sıkıntı, talihsizlik, zorluk veya güçlük hali içinde olmak manasındadır. Şekavet saadet gibi iki kısma ayrılır: Uhrevi şekavet ve dünyevi şekavet. Bazıları şekavetin bazen yorulma manasında da kullanıldığını ifade etmişlerdir. Her şekavet bir yorgunlukken her yorgunluk bir şekavet değldir. Yani yorgunluk şekavetten daha kapsamlı bir sözcüktür. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 12 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri şakî ve eşkiyadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

سعد Se’ade : سَعْد ve سَعادَة hayırlı işler yapma konusunda ve hayra ulaşmada ilahi umûrun/işlerin insana yardım etmesidir. Zıddı şekâvettir. Fiil olarak muvaffakiyetli, başarılı, talihli, mutluluk hali içinde oldu/o hale geldi manasındaki سَعِدَ fiili; Allah onu muvaffakiyetli, başarılı, talihli ve mutlu kıldı manasında da أسْعَدَ fiili kullanılır. Saadetlerin en büyüğü cennettir. مُساعَدَة mutluluğun zannedildiği konuda yardım etmek/destek vermektir.ساعِد ‘kol’ için sahibine yardım ettiği düşünülerek böyle adlandırılmıştır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de ikiside farklı türevde olmak üzere 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri saadet, mesut, müsait, müsaade, Said, Sa’d ve Sueda’dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

يَوْمَ يَأْتِ لَا تَكَلَّمُ نَفْسٌ اِلَّا بِـاِذْنِه۪ۚ 

 

يَوْمَ  zaman zarfı  تَكَلَّمُ  fiiline müteallıktır.  يَوْمَ hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَأْتِ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يَأْتِ  mukadder  ى  üzere merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir. 

لَا تَكَلَّمُ نَفْسٌ  cümlesi,  يَأْتِ ’deki failin hali olarak mahallen mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal menfi (olumsuz) fiil cümlesi olarak geldiğinde başında “و” gelebilir de gelmeyebilir de. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَكَلَّمُ  merfû muzari fiildir. نَفْسٌ  fail olup lafzen merfûdur.

اِلَّا  istisnâ harfidir. بِـاِذْنِ  car mecruru  لَا تَكَلَّمُ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

تَكَلَّمُ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  كلم ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

 

 فَمِنْهُمْ شَقِيٌّ وَسَع۪يدٌ

 

 

فَ  ta’liliyyedir.  مِنْهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

شَقِيٌّ  muahhar mübteda olarak merfûdur.  سَع۪يدٌ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  شَقِيٌّ ’e matuftur.

شَقِيٌّ - سَع۪يدٌ  kelimeleri sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır.

Sıfat-ı müşebbehe; benzeyen sıfat demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَوْمَ يَأْتِ لَا تَكَلَّمُ نَفْسٌ اِلَّا بِـاِذْنِه۪ۚ 

 

Fasılla  gelen ayette  يَوْمَ  zaman zarfı  تَكَلَّمُ  fiiline müteallıktır. Muzâfun ileyh olarak cer mahallindeki  يَأْتِ  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

يَوْمَ يَأْتِي  ifadesindeki  يَوْمٌ  kelimesi,  حِينَ  veya  ساعَةَ  anlamında kullanılmış olup Arap konuşma tarzında bu, çok yaygın bir kullanımdır. Zira hiçbir zaman dilimi gündüz ve gecenin bir bölümüne rastlamaktan uzak olamayacağından (gündüz ve gecenin herhangi bir bölümünün dışında olamayacağından)  يَوْمٌ  lafzı zikredilirken çok kere anlam genişletilerek gündüz veya gecenin herhangi bir bölümü kastedilmiştir. İşte burada da  يَوْمٌ  kelimesi bu şekilde kullanılarak gece veya gündüzün içerisindeki bir zaman dilimi manasında kullanılmıştır. (Âşûr)

يَأْتِ  fiilinin failinden hal olan  لَا تَكَلَّمُ نَفْسٌ اِلَّا بِـاِذْنِه۪  cümlesi, menfi fiil cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir. لَا  ve  اِلَّا  ile oluşan kasr, fiille müteallıkı arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

Allah’ın izni olmadan o gün hiçbir nefsin konuşamayacağı kasr üslubu ile bildirilmiştir. Maksûr olan  لَا تَكَلَّمُ (konuşmamak), maksûrun aleyh olan  بِـاِذْنِه۪ (Allah’ın izni) ne hasredilmiştir. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.

يَوْمَ يَأْتِ, kıyamet gününden kinayedir.

نَفْسٌ ’daki tenvin kıllet ifade eder. Kelimeye “hiçbir” manası katmıştır. Olumsuz siyakta nekre, selbin umumuna işarettir.

بِـاِذْنِه۪ۚ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  اِذْنِ, şan ve şeref kazanmıştır.

Önceki ayetteki  نُؤَخِّرُهُٓ  şeklindeki azamet zamirinden  بِـاِذْنِه۪ۚ ’de gaib zamire iltifat edilmiştir.

Bu ayette aslı  يَأْت۪ي  olan  يَأْتِ  kelimesinden  ي  hazf edilmiş; aslı  تَتَكَلَّمُ  olan  تَكَلَّمُ kelimesinden de  تَ  hazfedilmiştir. Fakat Araf ve Enam Suresi’nde geçen  يَأْت۪ي kelimesinden ي  harfi hazf edilmemiştir. Söz konusu hazfın nedenleri şunlardır:

1. Hud Suresi’nde azapta acele edilmesi ve azabın gerçekleşme vaktinin yaklaştığıyla ilgili tehditler yoğunluktadır. Azabın yaklaştığını haber vermek için  يَأْتِ  kelimesinin sonundaki  ي  hazf edilmiştir.

2. Hud Suresi’nde geçmiş ümmetlerin cezalandırılıp helak edilmelerinden söz edilmiştir. Daha sonra kıyamet gününün yaklaştığı ve daha öncekilerin uğradığı kötü akibetin aynısının da o gün kâfirlerin başına geleceği anlatılmıştır. O günün hızlıca yaklaştığını göstermek için ityân (gelmek) fiilinden  ي  hazfedilmiştir.

3. Araf ve Enam Surelerinin her birinde ityân fiili çeşitli türevleriyle 24 kez zikredilirken Hud Suresi’nde ise 13 kez zikredilmiştir. Dolayısıyla Araf ve Enam Surelerinde daha fazla tekrarlanan fiilin harfleri artırılmış; Hud Suresi’nde daha az tekrarlandığı için azaltılmıştır.

4. Hud Suresi’ndeki ayette Allah’ın izni dışında konuşma yasağı getirildiği için  تَتَكَلَّمُ   fiilinden  تَ  hazf edilmiş; o gündeki konuşmanın azlığına işaret etmek için  تَتَكَلَّمُ    yerine harf sayısı daha az olan,  تَكَلَّمُ  fiili zikredilmiştir. (Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. III, s. 318-319; et-Ta,bîru’l Kur’anî, s. 88-89)


 فَمِنْهُمْ شَقِيٌّ وَسَع۪يدٌ

 

فَ  ta’liliyyedir. Cümle isim cümlesi formunda gelerek sübut ifade etmiştir. Cümlede takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.  مِنْهُمْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  شَقِيٌّ وَسَع۪يدٌ, muahhar mübtedadır.

سَع۪يدٌ, mahzuf mukaddem haberin muahhar mübtedasıdır. Makabline matuftur. Atıf sebebi tezattır.

شَقِيٌّ - سَع۪يدٌ  kelimelerinde tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

شَقِيٌّ ; bedbaht olanlar, ceza vaadinin gereği olarak cehennemi hak etmiş olanlardır. سَع۪يدٌ ; Mutlu olanlar da mükâfat vaadi gereğince cenneti hak etmiş olanlardır. Burada bedbaht, mutludan önce zikredilmiş, çünkü bu makam, sakındırma ve uyarı makamıdır. (Ebüssuûd)

Takdim-tehir üslubu bazen de sırf muhatabı takdim edilen lafızdan korkutma gayesini taşır. Bu ayette de cümle dizilimi yapılırken cehennem ve onun ehlinden olanları korkutmak için  شقى  lafzı önce getirilerek takdim-tehir sanatının icrasıyla  سعيد  lafzına takdim edilmiştir. (Zerkeşî, el-Burhan, III, 272)

Burada cem’ ma’at-taksim vardır. Arkadan da tefrik gelmektedir.

Mümkün olabilecek özelliklerin şakî ve saîd olarak sayılması taksim, bu kişilerin Allah’ın izni olmadıkça konuşamamakta birleşmeleri cem’dir.


Hûd Sûresi 106. Ayet

فَاَمَّا الَّذ۪ينَ شَقُوا فَفِي النَّارِ لَهُمْ ف۪يهَا زَف۪يرٌ وَشَه۪يقٌۙ  ...


Mutsuz olanlara gelince; cehennemdedirler. Onların orada şiddetli bir soluyuşları vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأَمَّا
2 الَّذِينَ kimseler
3 شَقُوا bedbaht olan(lar) ش ق و
4 فَفِي içindedirler
5 النَّارِ ateş ن و ر
6 لَهُمْ onların vardır
7 فِيهَا orada
8 زَفِيرٌ korkunç çığlıkları ز ف ر
9 وَشَهِيقٌ ve inlemeleri ش ه ق
شهق Şeheqa : شَهِيق uzun bir şekilde nefes almak demektir, zıddı olan زَفِير ise nefes vermektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de isim kalıbında ve sadece 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli Şâhika (dağ tepesi)’dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

فَاَمَّا الَّذ۪ينَ شَقُوا فَفِي النَّارِ لَهُمْ ف۪يهَا زَف۪يرٌ وَشَه۪يقٌۙ

 

فَ  atıf harfidir.  اَمَّا  tafsil manasında şart harfidir.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  شَقُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

شَقُوا  mahzuf  ى  üzerine damme ile merfû mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

Şart, tafsil ve tekid bildiren  اَمَّا  edatı, cevabının başındaki  ف  harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında  ف  harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. فِي النَّارِ  car mecruru  الَّذ۪ينَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.

لَهُمْ  car mecruru, mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  ف۪يهَا  car mecruru mahzuf habere müteallıktır.  زَف۪يرٌ  muahhar mübteda olarak lafzen merfûdur. 

شَه۪يقٌ  kelimesi  وَ  ile  زَف۪يرٌ ’na mâtuftur.

فَاَمَّا الَّذ۪ينَ شَقُوا فَفِي النَّارِ 

 

فَ  atıf,  اَمَّا  şart ve tafsil harfidir. Ayet şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübtedadır. Mübtedanın mahzuf haberine müteallık olan فَفِي النَّارِ  car mecruru aynı zamanda  فَ  karinesiyle  اَمَّا ’nın cevabıdır.

İsim cümlesi formunda gelmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.  فِي النَّارِ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muahhar mübteda  زَف۪يرٌ ’dur.

Merfû mahaldeki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  شَقُوا, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması arkadan gelen habere dikkat çekmek içindir. Bunun yanında tahkir ifade eder.

Şart, tafsil ve tekid bildiren  اَمَّا  edatı, cevabının başındaki  ف  harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında  ف  harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)


 لَهُمْ ف۪يهَا زَف۪يرٌ وَشَه۪يقٌۙ

 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Sübut ifade eden bu isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. Car mecrur  لَهُمْ, mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  زَف۪يرٌ, muahhar mübtedadır. 

 شَه۪يقٌۙ, mahzuf haberin mübtedası olarak makabline matuftur.

زَف۪يرٌ - شَه۪يقٌۙ  kelimelerinde mürâât-ı nazîr,  شَقُوا - شَه۪يقٌۙ  kelimeleri arasında ise gayrı tam cinas vardır.

Burada  لَهُمْ  (onlar için) şeklindeki car mecrur, ف۪يهَا  (orada) car mecruruna takdim edilmiş,  فيها لهم  (orada onlar için) buyurulmamıştır. Çünkü kelam ateş hakkında değil, şakîler hakkındadır. Dolayısıyla şakîlere ait olan zamir nâra ait olan zamire takdim edilmiştir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 3, s. 338)

زَف۪يرٌ, anırmadan önce nefes almak,  شَه۪يقٌۙ da, anırmadan sonra nefes vermek için kullanılmaktadır. Bundan maksat, onların büyük üzüntülerini vasıflandırmak ve onların halini, kalbini hararet basmış ve ruhu bunalmış kimsenin haline benzetmektir. Yahut bundan maksat, onların çığlıklarını merkeplerin seslerine benzetmektir. (Ebüssuûd)
Hûd Sûresi 107. Ayet

خَالِد۪ينَ ف۪يهَا مَا دَامَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ اِلَّا مَا شَٓاءَ رَبُّكَۜ اِنَّ رَبَّكَ فَعَّالٌ لِمَا يُر۪يدُ  ...


Onlar, gökler ve yerler durdukça orada ebedî olarak kalacaklardır. Ancak Rabbinin dilemesi başka. Şüphesiz Rabbin istediğini yapandır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 خَالِدِينَ onlar sürekli kalıcıdırlar خ ل د
2 فِيهَا orada
3 مَا
4 دَامَتِ durdukça د و م
5 السَّمَاوَاتُ gökler س م و
6 وَالْأَرْضُ ve yer ا ر ض
7 إِلَّا dışında
8 مَا kimseler
9 شَاءَ diledikleri ش ي ا
10 رَبُّكَ Rabbinin ر ب ب
11 إِنَّ şüphesiz
12 رَبَّكَ Rabbin ر ب ب
13 فَعَّالٌ yapandır ف ع ل
14 لِمَا
15 يُرِيدُ dilediğini ر و د

خَالِد۪ينَ ف۪يهَا مَا دَامَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ اِلَّا مَا شَٓاءَ رَبُّكَۜ

 

خَالِد۪ينَ  kelimesi,  لَهُمْ ’deki zamirden hal olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanırlar.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ف۪يهَا  car mecruru  خَالِد۪ينَ ’ye müteallıktır.

مَا  ve masdar-ı müevvel,  خَالِد۪ينَ ’ye müteallıktır.

دَامَتِ  tam fiil olup fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  السَّمٰوَاتُ  fail olup lafzen merfûdur.

الْاَرْضُ  atıf harfi  وَ  ile  السَّمٰوَاتُ a matuftur. 

اِلَّا  istisna harfidir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  muttasıl veya munkatı’ müstesna olarak  mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  شَٓاءَ رَبُّكَ dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

شَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  رَبُّ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

شَٓاءَ nin mefûlun bihi mahzuftur. Takdiri, إنقاذه من النار، أو زيادة مدّتهما (ateşten kurtarılması veya o ikisinin müddetini uzatılması) şeklindedir.

خَالِد۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  خلد  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 اِنَّ رَبَّكَ فَعَّالٌ لِمَا يُر۪يدُ

 

 

İsim cümlesidir . اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

رَبَّكَ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

فَعَّالٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  

لِ  takviye için zaiddir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası  يُر۪يدُ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

يُر۪يدُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir.

خَالِد۪ينَ ف۪يهَا مَا دَامَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ اِلَّا مَا شَٓاءَ رَبُّكَۜ

 

خَالِد۪ينَ  kelimesi,  لَهُمْ ’deki zamirden haldir.

مَا, masdariyyedir. Akabindeki  دَامَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ اِلَّا مَا شَٓاءَ رَبُّكَۜ  cümlesi, masdariye ve zarfiyedir,  خَالِد۪ينَ ’ye müteallıktır.

Müstesna konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası  شَٓاءَ رَبُّكَ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Genel olarak  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb bir şey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

ربُّكَ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan Hz. Peygambere ait  كَ  zamiri şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet Allah’ın rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki Rabb isminde tecrîd sanatı vardır.

السَّمٰوَاتُ - الْاَرْضُ  arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr,   دَامَتِ - خَالِد۪ينَ  arasında mürâât-ı nazîr vardır.

Cümlede iki farklı görevdeki  مَا ’lar arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayetten murad onların cehennemde kalışlarının göklerin ve yerin devamına bağlı olduğunu anlatmak değildir. Çünkü bu konudaki naslar onların devamlılığına, göklerin ve yerin de son bulacağına işaret eder. Bu durumda “Onlar gökler ve yer durdukça orada kalacaklardır.” ibaresinden murad onların cehennemde kalışlarını teyit ve bunu belâgî bir şekilde anlatmaktır. Çünkü Araplar, “gök ve yer durdukça” ibaresini temsil yoluyla ebedilik anlamında kullanırlar. (Beyzâvî)

Burada bir istisna zikredilmiştir ki bu da Allah'ın dilemesidir. -Allahu a’lem- bu dileme, Allah'ın bu azap görenlerin halini biraz anlamaları için bazılarına rahmetini genişlettiğini haber verdiğine delalet etmektedir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 3, s. 339)


اِنَّ رَبَّكَ فَعَّالٌ لِمَا يُر۪يدُ

 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir.

إِنَّ  ile tekid edilmiş, isme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

رَبُّكَ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan  كَ  zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber, şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet Allah’ın rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûlün sılası  يُر۪يدُ, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

شَٓاءَ - يُر۪يدُ  arasında mürâât-ı nazîr,  رَبُّكَ ’nin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Hûd Sûresi 108. Ayet

وَاَمَّا الَّذ۪ينَ سُعِدُوا فَفِي الْجَنَّةِ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا مَا دَامَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ اِلَّا مَا شَٓاءَ رَبُّكَۜ عَطَٓاءً غَيْرَ مَجْذُوذٍ  ...


Mutlu olanlara gelince, gökler ve yerler durdukça içinde ebedî kalmak üzere cennettedirler. Ancak Rabbinin dilemesi başka. Bu, onlara ardı kesilmez bir lütuf olarak verilmiştir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَمَّا ve
2 الَّذِينَ kimseler
3 سُعِدُوا mutlu olan(lar) س ع د
4 فَفِي içindedirler
5 الْجَنَّةِ cennet ج ن ن
6 خَالِدِينَ onlar sürekli kalıcıdırlar خ ل د
7 فِيهَا orada
8 مَا
9 دَامَتِ durdukça د و م
10 السَّمَاوَاتُ gökler س م و
11 وَالْأَرْضُ ve yer ا ر ض
12 إِلَّا dışında
13 مَا
14 شَاءَ diledikleri ش ي ا
15 رَبُّكَ Rabbinin ر ب ب
16 عَطَاءً bir lütuftur ع ط و
17 غَيْرَ olmaksızın غ ي ر
18 مَجْذُوذٍ kesinti ج ذ ذ

وَاَمَّا الَّذ۪ينَ سُعِدُوا فَفِي الْجَنَّةِ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا مَا دَامَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ اِلَّا مَا شَٓاءَ رَبُّكَۜ 

 

وَ  atıf harfidir.  اَمَّا  tafsil manasında şart harfidir. 

Şart, tafsil ve tekid bildiren  اَمَّا  edatı, cevabının başındaki  ف  harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında  ف  harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ين, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  سُعِدُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

سُعِدُوا  damme üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  فِي الْجَنَّةِ  car mecruru  الَّذ۪ينَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.

خَالِد۪ينَ  kelimesi hal olup nasb alameti  ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

ف۪يهَا  car mecruru  خَالِد۪ينَ ’ye müteallıktır. 

مَا  ve masdar-ı müevvel  خَالِد۪ينَ ’ye müteallıktır. 

دَامَتِ  tam fiil olup fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  السَّمٰوَاتُ  fail olup lafzen merfûdur.

الْاَرْضُ  atıf harfi  وَ  ile  السَّمٰوَاتُ ’a matuftur.

اِلَّا  istisna harfidir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  müstesna olarak  mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  شَٓاءَ رَبُّكَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

شَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  رَبُّ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

شَٓاءَ ’nin mef’ûlu mahzuftur. 

خَالِد۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  خلد  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

عَطَٓاءً غَيْرَ مَجْذُوذٍ

 

عَطَٓاءً  mahzuf fiilin mef’ûlü mutlaktan naibtir.

غَيْرَ  kelimesi  عَطَٓاءً ’nin sıfatı olup lafzen mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  مَجْذُوذٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَجْذُوذٍ  kelimesi sülâsî mücerred olan  جذذ  fiilinin ism-i mef’ûludur.

وَاَمَّا الَّذ۪ينَ سُعِدُوا فَفِي الْجَنَّةِ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا مَا دَامَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ اِلَّا مَا شَٓاءَ رَبُّكَۜ

 

Ayet, …الذين شقوا  cümlesine atıf harfi  وَ ’la atfedilmiştir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır.

اَمَّا  şart ve tafsil harfidir. Ayet şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Has ism-i mevsûl olan  الَّذ۪ينَ  mübtedadır.  فَ  karinesiyle gelen  …فَفِي الْجَنَّةِ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا مَا دَامَتِ  terkibi,  mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. Aynı zamanda  اَمَّا ’nın cevabıdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması arkadan gelen habere dikkat çekmek içindir. Bunun yanında tazim ve teşvik ifade eder.

Merfû mahaldeki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası  سُعِدُوا, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

سُعِدُوا  fiili meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir. 

Şart, tafsil ve tekid bildiren  اَمَّا  edatı, cevabının başındaki  ف  harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında  ف  harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)

مَا, masdariyyedir. Akabindeki  دَامَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ اِلَّا مَا شَٓاءَ رَبُّكَۜ  cümlesi, masdar teviliyle, zaman zarfı olarak  خَالِد۪ينَ ’ye müteallıktır.

Müstesna konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası  شَٓاءَ رَبُّكَ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Genel olarak  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb bir şey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

رَبُّكَ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan Hz. Peygambere ait  كَ  zamiri şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet Allah’ın rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki Rabb isminde tecrîd sanatı vardır.

106. ayetle bu ayet güzel bir mukabele örneği teşkil etmektedir.

خَالِد۪ينَ - دَامَتِ  arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

السَّمٰوَاتُ  ve  الْاَرْضُ  arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

Cümlede iki farklı görevdeki  مَٓا ’lar arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Şakîler hakkında, فَاَمَّا الَّذ۪ينَ شَقُوا  [Şakî/bedbaht olanlara gelince… (Hud Suresi, 106)] buyurularak şakî olmak kişilere isnad edilmiş, فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اُشَقُوا  buyurulmayarak yaptıkları şeyler nedeniyle kendilerini şakî hale getirdiklerine işaret edilmiştir. Mesut/bahtiyar olanlardan bahsedilirken ise  وَاَمَّا الَّذ۪ينَ سُعِدُوا  [Mesutlara/ bahtiyarlara gelince] buyurularak meçhul fiil gelmiş ve Allah'ın rahmeti ve fazlıyla onları mesut ettiğine işaret edilmiştir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 3, s. 342-343)


 عَطَٓاءً غَيْرَ مَجْذُوذٍ

 

عَطَٓاءً  mahzuf bir fiilin mef’ûlü mutlakıdır. Takdiri, ابعدوا (uzak oldular) şeklindedir. 

Mahzufla birlikte faide-i haber talebî kelam olan fiil cümlesidir. Mef’ûlü mutlakın amilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

غَيْرَ  kelimesi,  عَطَٓاءً  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

خَالِد۪ينَ  ve  غَيْرَ مَجْذُوذٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.

آتَى  fiili,  اَعْطَى  fiili birbirinden farklıdır:

O halde bu anlatılanlardan ortaya çıkan sonuçlar şunlardır:

1. آتَى  fiilindeki hemze,  اَعْطَى  fiilindeki ayn harfinden daha kuvvetlidir. Bunun için daha geniş ve kapsamlıdır, önemli şeyler için kullanılır.  اَعْطَى  ise hem az hem de çok şeyler için kullanılır.  آتَى ; mal, mülk, hikmet, peygamberlerin doğruluğuna delalet eden ayetlerin verilmesi gibi konularda kullanılmıştır.  اَعْطَى  ise  تَ 'den daha yüksek ve açık olan mechur olan  طَ  harfinden dolayı zahir olan durumlarda kullanılır. Neredeyse tamamen mala ait durumlarda kullanılır.

2. آتَى  fiili, maddi ve manevi konularda ve  اَعْطَى  fiilinin kullanılmasının güzel olmadığı yerlerde kullanılır.

3. اَعْطَى  mülk edinme manasını taşır, bu mana  آتَى  fiilinde yoktur.

4. آتَى  fiiliyle verilen şey geri alınabilir, halbuki  اَعْطَى  fiili böyle değildir. Çünkü onda mülk edinme manası vardır.

5. Madem ki  اَعْطَى  fiili sahiplik olma manasını taşıyor, o halde bu, ihtisas sebebi olur. Çünkü bir kişi sahibi olduğu şeyde istediği gibi tasarruf edebilir, onu isterse yanında tutar isterse dilediğine verir.  (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 1, s. 102-103)

 
Günün Mesajı
98. ayette çok güzel ve önemli bir nükte vardır ki, Firavun kör, yol bilmez bir çobana, ona tâbi olanlar ise, o çobanın arkasından giden bir sürüye benzetilmektedir. Böylece ayet, körü körüne taklit ve ittibaya karşi bizi uyarmakta ve doğruyu bulup ona tâbi olma hususunda aklımızı ve irademizi kullanmaya çağırmaktadır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Gözlerini açtığında kendisini bambaşka bir dünyada buldu. İnsanlar en değerli neyi varsa kapmış gelmiş burada sergiliyordu. Dolandı. Bazılarını beğendi, bazılarına burun kıvırdı. Muhteşem ışıltılı taşı gördüğünde kalbi değişik hislerle doldu. ‘Benim olmalı’ diye düşündü. Taşın sahibi başkasıyla konuşurken taşı kaptı. Amacı hemen kaçmaktı ama taşı aldığı anda çığlığı bastı. Eli kan içindeydi. Taşın arkası dikenlerle doluydu. Kurtulamıyordu, en ufak harekette bile acıdan çıldıracak gibi oluyordu. Taşın sahibi koşarak yanına geldi, bir iki söz söyledi, taşı yavaşça aldı ve yerine koydu. Ellerini silmesi için verilen mendili alırken sahibin elindeki iyileşmiş diken izlerini farketti. Teşekkür etti ve uzaklaştı.

 

Dehşet içindeydi. Kendisine bilmediğini almama konusunda nasihat ediyordu. Ki kendince dünyanın en güzel rengine sahip çiçeği gördüğünde, az önceki şaşkınlığını ve acısını unuttu. Kalbi tuhaf hislerle doldu. Çiçeğin sahibi uyukluyordu. Bir kere olsun ellerime alıp koklamalıyım. İçimde, bu çiçeği görene dek farketmediğim şu boşluğum dolacaktır eminim diye düşündü. Rengi böyle ise, kokusu, dokusu kim bilir nasıldı? Camı kaldırdı ve çiçeği kaptığı gibi kokusunu içine çekti. İçine dolan kokuyla aklı şaştı, gözleri karardı, bütün bedenini sarsan öğürtülerle o anda hastalandı. Öğürtülerin sesine uyanan sahibi, çiçeği sakince aldı, yerine koydu ve cam kapakla üzerini örttü. Çiçeğin kokusundan rahatsız olmadan gülümseyen sahibe baktı. Ne diyeceğini bilemediği için dönüp gitti.

Hiçbir hayat, hiçbir insan, hiçbir başarı tek bir andan ibaret değildir. O anı sana sunan öyle bir açıdan gösterir ki kusursuz sanarsın. Beğendiğin her güzeli tanımadan, bilmeden ısrarla isteyip elde ettiğinde hayal kırıklığına uğrayabilirsin çünkü o sana yalnız gördüğün güzelliğiyle gelmeyecek, kusurlarıyla da çalacak kapını.

Rabbim! Cahilliğimden ötürü bilmediğimi istemekten, kendim için en iyisini bildiğimi sanmaktan, isterken büyüklenmekten, kendisine zulmedenlere benzemekten ve hakiki saadetin dünya nimetlerinde saklı olduğunu düşünmekten; Sana sığınırım.

Daima hayırla isteyenlerden. Allah’ın verdiğinde ve vermediğinde gizlenen hayra güvenerek isteyenlerden olmak duasıyla.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji