13 Ocak 2025
Hûd Sûresi 89-97 (231. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Hûd Sûresi 89. Ayet

وَيَا قَوْمِ لَا يَجْرِمَنَّكُمْ شِقَاق۪ٓي اَنْ يُص۪يبَكُمْ مِثْلُ مَٓا اَصَابَ قَوْمَ نُوحٍ اَوْ قَوْمَ هُودٍ اَوْ قَوْمَ صَالِحٍۜ وَمَا قَوْمُ لُوطٍ مِنْكُمْ بِبَع۪يدٍ  ...


“Ey Kavmim! Bana karşı olan düşmanlığınız, Nûh kavminin, veya Hûd kavminin, yahut Salih kavminin başına gelenin benzeri gibi bir felaketi sakın sizin de başınıza getirmesin. (Ve unutmayın ki) Lût kavmi sizden uzak değildir.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَا قَوْمِ kavmim ق و م
2 لَا
3 يَجْرِمَنَّكُمْ sizi musibete uğratmasın ج ر م
4 شِقَاقِي bana karşı gelmeniz ش ق ق
5 أَنْ
6 يُصِيبَكُمْ isabet edenin ص و ب
7 مِثْلُ benzerinin م ث ل
8 مَا şeylerin
9 أَصَابَ başlarına gelen ص و ب
10 قَوْمَ kavminin ق و م
11 نُوحٍ Nuh
12 أَوْ yahut
13 قَوْمَ kavminin ق و م
14 هُودٍ Hud ه و د
15 أَوْ veya
16 قَوْمَ kavminin ق و م
17 صَالِحٍ Salih ص ل ح
18 وَمَا ve değildir
19 قَوْمُ kavmi ق و م
20 لُوطٍ Lut
21 مِنْكُمْ sizden
22 بِبَعِيدٍ uzak ب ع د

وَيَا قَوْمِ لَا يَجْرِمَنَّكُمْ شِقَاق۪ٓي اَنْ يُص۪يبَكُمْ مِثْلُ مَٓا اَصَابَ قَوْمَ نُوحٍ اَوْ قَوْمَ هُودٍ اَوْ قَوْمَ صَالِحٍۜ 

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَا  nidadır.  قَوْمِ  münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim  يَ ’sı  mahzuftur.

Nidanın cevabı  لَا يَجْرِمَنَّكُمْ شِقَاقٖٓي ’dır.

لَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَجْرِمَنَّ  fetha üzere mebni muzari fiildir. 

يَجْرِمَنَّ  fiilinin sonundaki  نَّ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 

Tekid nûn’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lâmı, ummak, 

teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

شِقَاقٖٓي  fail olup mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  يَجْرِمَنَّكُمْ  fiilinin ikinci mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

يُصٖيبَكُمْ  mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir  كُمُ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.  مِثْلُ  fail olup lafzen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَٓا, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlün sılası  اَصَابَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

اَصَابَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

قَوْمَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.  نُوحٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اَوْ  atıf harfi tahyîr/tercih ifade eder. Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَوْمَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.  هُودٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

قَوْمَ صَالِحٍ  cümlesi atıf harfi  اَوْ  ile makabline (kendisinden öncesine) matuftur.


وَمَا قَوْمُ لُوطٍ مِنْكُمْ بِبَع۪يدٍ

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَا  nefy harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder.

قَوْمُ  kelimesi  مَٓا ’nın ismi olup lafzen merfûdur.  لُوطٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

مِنْكُمْ  car mecruru  بَعٖيدٍ ’e  müteallıktır.

بِ  harf-i ceri zaiddir.  بَعٖيدٍ  kelimesi lafzen mecrur,  َٓما ’nın haberi olarak mahallen mansubdur.

وَيَا قَوْمِ لَا يَجْرِمَنَّكُمْ شِقَاق۪ٓي اَنْ يُص۪يبَكُمْ مِثْلُ مَٓا اَصَابَ قَوْمَ نُوحٍ اَوْ قَوْمَ هُودٍ اَوْ قَوْمَ صَالِحٍۜ 

 

Ayet önceki ayetteki  يَا قَوْمِ ye matuf olup nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Münada olan  قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

Nidanın cevabı olan  لَا يَجْرِمَنَّكُمْ شِقَاق۪ٓي cümlesi nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اَنْ  ve akabindeki  يُص۪يبَكُمْ  şeklindeki muzari fiil cümlesi, masdar teviliyle mef’ûl konumundadır.

مِثْلُ ’nun muzâfun ileyhi olarak mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا nın sılası olan  اَصَابَ قَوْمَ نُوحٍ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Şuayb (a.s.), dördüncü cevap olarak, “Ey kavmim, bana düşmanlığınız, size bir musibet getirmesin.” demiştir. Keşşâf sahibi şöyle der:  جرم  fiili bazen bir bazen iki mef’ûl alma hususunda tıpkı  كسب (kazandı) fiili gibidir. Nitekim Arapçada, “O, bir günah işledi, onu kesbetti.” denildiği gibi “O, ona günah işletti ve o, ona onu kazandırdı.” da denilir. Ayetteki fiil de bu şekildedir yani “Bana olan düşmanlığınız, başınıza bir azabın isabet etmesine sebebiyet vermesin.” demektir.” (Fahreddin er-Râzî)

Ey kavmim! Sizin bana olan düşmanlığınız, sakın ola ki Nuh (a.s.) kavminin başına gelen tufanda boğulma musibeti yahut da Hud (a.s.) kavminin başına gelen fırtına musibeti gibi veyahut Salih (a.s.) kavminin başına gelen korkunç ses ve sarsıntı musibeti gibi size de bir musibet getirmesin!

Bu ilâhî ifade, hakikatte en güzel ve hârika bir üslup ile, kâfirlerin, Şuayb’a (a.s.) düşmanlık etmelerini yasaklamaktadır. (Ebüssuûd)

اَصَابَ - يُص۪يبَكُمْ  kelimeleri arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr, kavim kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


وَمَا قَوْمُ لُوطٍ مِنْكُمْ بِبَع۪يدٍ

 

وَ  istînâfiyyedir. Menfi isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ifade eder.

Müsned olan  بِبَع۪يدٍ۟ ’deki  بِ  harfi zaiddir. Tekid ifade eder.

Müsnedün ileyhin izafetle marife olması veciz ifade kastına matuftur.

Car mecrur  مِنْكُمْ, amili olan  بِبَع۪يدٍ ’e siyaktaki önemine binaen takdim edilmiştir.

Ayette  قَوْمِ  kelimesi beş kez tekrarlanmıştır. Kur’an’da yer alan tekrarların hiçbirisi maksatsız ve rastgele değildir. Zira her türlü noksanlıktan uzak olan ilâhî kelâmda lüzumsuz söz tekrarına ve tesadüfe asla yer yoktur. Meânî ilminin önemli konularından biri olan ıtnâbın içerisinde mütalaa edilen tekrir sanatı, Kur’an-ı Kerim’in en belirgin üslup özelliklerindendir. Tekrir, maksadı ifade etmek için çeşitli amaçlarla yapılır. Buradaki belâgî amaç ikaz, korkutma ve uyarıdır. Bu tekrarda ayrıca reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Bu sözle onların mekân bakımından, birbirlerinden uzak olmadıkları manası kastedilmiştir. Çünkü Lut’un (a.s.) kavminin beldesi, Medyen'e yakın idi.

Ayrıca zaman bakımından onlardan uzak olmadıkları kastedilmiştir. Zira Lut’un (a.s.) kavminin helaki, Şuayb (a.s.) zamanındaki insanların haberdar olduğu en yakın helak hadisesidir. Bil ki her iki manaya göre de zaman ve mekân bakımından yakın olma, o şeyi iyice bilme ve onların durumlarına tam vâkıf olma manasına gelir. Binaenaleyh Şuayb (a.s.) sanki “Başınıza benzeri bir azabın gelmemesi için onların başlarına gelenlerden ibret alın ve Allah'a muhalefet edip O'nunla nizalaşmaktan sakının.” demek istemiştir. (Fahreddin er-Râzî)

قَوْمَ نُوحٍ - قَوْمَ هُودٍ - قَوْمَ صَالِحٍۜ - قَوْمُ لُوطٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Burada  ببعيدين  buyurulmamıştır. Çünkü ‘onların helakı uzak değildir veya onlar uzak değildir ya da onların helak oluş zamanı veya mekânı uzak değildir’, manaları kasdedilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 3, s. 319)

Hûd Sûresi 90. Ayet

وَاسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِۜ اِنَّ رَبّ۪ي رَح۪يمٌ وَدُودٌ  ...


“Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O’na tövbe edin. Şüphesiz Rabbim çok merhametlidir, çok sevendir.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاسْتَغْفِرُوا ve bağışlanma dileyin غ ف ر
2 رَبَّكُمْ Rabbinizden ر ب ب
3 ثُمَّ sonra
4 تُوبُوا tevbe edin ت و ب
5 إِلَيْهِ O’na
6 إِنَّ gerçekten
7 رَبِّي benim Rabbim ر ب ب
8 رَحِيمٌ çok rahmet edendir ر ح م
9 وَدُودٌ çok sevendir و د د

وَاسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اسْتَغْفِرُوا  fiili  ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

رَبَّكُمْ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ثُمَّ  hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir)  açısından terahi ifade eder. (Âşûr)

ثُمَّ : Matuf ile matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ثُمَّ  edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.

تُوبُٓوا  fiili  ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

اِلَيْهِ  car mecruru  تُوبُٓوا  fiiline müteallıktır.

اسْتَغْفِرُوا  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  غفر ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.


اِنَّ رَبّ۪ي رَح۪يمٌ وَدُودٌ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. 

رَبّٖي  kelimesi  اِنَّ nin ismi olup mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

رَحٖيمٌ  kelimesi  اِنَّ nin haberi olup lafzen merfûdur.

وَدُودٌ  kelimesi  اِنَّ nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur. 

رَحٖيمٌ - وَدُودٌ  isimleri mübalağa sıygasındadır. 

Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِۜ 

 

Önceki ayetteki nidanın cevabına matuf olup emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

رَبَّكُمْ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan  كُمْ  zamiri, şeref kazanmıştır.

Rabb ismi onlara ait zamire izafe edilmiş, böylece o'nun rabbinin ve onların rabbinin aynı olduğu, onun ve onların Rabbinden başkasına ibadet etmenin onların aleyhine olduğu ve O'na tövbe etmeleri/dönmeleri gerektiği, O'ndan başka Rabbleri olmadığı ifade edilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 1, s. 319)

ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِ  cümlesi  ثُمَّ  atıf harfiyle makabline  atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

وَاسْتَغْفِرُوا - تُوبُٓوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


اِنَّ رَبّ۪ي رَح۪يمٌ وَدُودٌ

 

Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

إِنَّ  ile tekid edilmiş, isme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ’nin isminin izafetle gelmesi veciz ifade kastına matuftur.

رَبّ۪ي  izafeti, muzâfun ileyhin şanı içindir.

Ayetin baş tarafı  وَاسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ şeklinde hitap zamiriyle gelince devamının da  اِنَّ رَبَّكُمُ şeklinde hitap zamiriyle gelmesi beklenirdi. Fakat ayette muhataptan  وَاسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ mütekellime  اِنَّ رَبّ۪ي  dönülerek iltifât yapılmıştır. (Hacımüftüoğlu, Teshîlu’l Belâğâ, s. 40)

Allah’ın  رَح۪يمٌ  ve  وَدُودٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder.

Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. 

رَح۪يمٌ - وَدُودٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Her ikisi de mübalağa kalıbında gelmiştir. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri,  Ahkaf Suresi)

Şuayb (a.s.) beşinci cevap olarak “Rabbinize putlara tapmanızdan dolayı istiğfar edin, (eksik ölçüp noksan tartmanızdan ötürü) tövbe edin. Çünkü Rabbim (dostlarına) rahîm ve vedûddür.” demiştir.

Ebu Bekr el-Enbâri şöyle der: “Allah'ın isimleri arasında yer alan vedûd, ‘Allah'ın kullarını sevmesi’ manasınadır. Bu Arapların ‘Adamı sevdim’ deyimlerindendir.” Ezheri ise “Şerhu Esmâi'llâh” isimli kitabında  وَدُود /vedûd’un tıpkı  رَكُوب /rekûb (binilen),  حَلُوب /helûb (sağılan) kelimeleri gibi ism-i mefûl manasında fe'ûl vezninde olmuş olması mümkündür. Buna göre manası, “Allah'ın salih kulları, mahlukatına çokça ihsan ve lütufta bulunmasından ötürü Allah'ı severler (yani O, sevilendir).” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)


Hûd Sûresi 91. Ayet

قَالُوا يَا شُعَيْبُ مَا نَفْقَهُ۬ كَث۪يراً مِمَّا تَقُولُ وَاِنَّا لَنَرٰيكَ ف۪ينَا ضَع۪يفاًۚ وَلَوْلَا رَهْطُكَ لَرَجَمْنَاكَۘ وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْنَا بِعَز۪يزٍ  ...


Dediler ki: “Ey Şu’ayb! Dediklerinin çoğunu anlamıyoruz. Hem biz seni aramızda zayıf görüyoruz. Eğer kabilen olmasaydı, seni taşa tutardık. Zaten sen bizce itibarlı biri değilsin.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ki ق و ل
2 يَا شُعَيْبُ Şuayb
3 مَا
4 نَفْقَهُ biz anlamıyoruz ف ق ه
5 كَثِيرًا çoğunu ك ث ر
6 مِمَّا şeylerin
7 تَقُولُ senin söylediğin ق و ل
8 وَإِنَّا ve biz
9 لَنَرَاكَ seni görüyoruz ر ا ي
10 فِينَا içimizde
11 ضَعِيفًا güçsüz ض ع ف
12 وَلَوْلَا şayet
13 رَهْطُكَ yakın çevren olmasaydı ر ه ط
14 لَرَجَمْنَاكَ seni taşlardık ر ج م
15 وَمَا ve yoktur
16 أَنْتَ senin
17 عَلَيْنَا bize karşı
18 بِعَزِيزٍ bir üstünlüğün ع ز ز
رجم Raceme : رِجام taş demektir. رَجْم ise taşlamak ve taş atmaktır. Ayrıca istiare yoluyla رَجْم sözcüğü zan, evham, sövme ve kovma anlamlarında da kullanılır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 14 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri recm ve tercümandır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

قَالُوا يَا شُعَيْبُ مَا نَفْقَهُ۬ كَث۪يراً مِمَّا تَقُولُ وَاِنَّا لَنَرٰيكَ ف۪ينَا ضَع۪يفاًۚ

 

Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  يَا شُعَيْبُ ’dır. قَالُوا  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

يَا  nida harfi,  شُعَيْبُ  münadadır. Müfred alem olup damme üzere mebni mahallen mansubdur.

Nidanın cevabı  مَا نَفْقَهُ۬ كَثٖيراً ’dir.  ما  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  

نَفْقَهُ۬  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. 

كَثٖيراً  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl,  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte  كَثٖيراً ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. İsm-i mevsûlün sılası  تَقُولُ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

تَقُولُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت ’dir. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  نَرٰيكَ  fiili  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

نَرٰيكَ  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن’dur.

Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

فٖينَا  car mecruru  نَرٰيكَ  fiiline müteallıktır.

ضَعٖيفاً  kelimesi  نَرٰيكَ ’deki hitap zamirinin hali olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و  (vâv-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَلَوْلَا رَهْطُكَ لَرَجَمْنَاكَۘ

 

وَ  atıf harfidir.  لَوْلَا  cezmetmeyen şart edatıdır. لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye; olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi) 

رَهْطُكَ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Haber mahzuftur.

لَ  harfi  لَوْلَا ’in cevabının başına gelen rabıtadır.

رَجَمْنَاكَۘ  cümlesi  لَوْلَا nın cevap cümlesidir. Şartın cevabı  رَجَمْنَاكَ dir. 

رَجَمْنَاكَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 


 وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْنَا بِعَز۪يزٍ

 

وَ  atıf harfidir.  ما  nefy harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder.  

اَنْتَ  munfasıl zamiri  مَٓا nın ismi olarak mahallen merfûdur.  عَلَيْنَا  car mecruru  عَزٖيزٍ e müteallıktır.

بِ  harf-i ceri zaiddir.  عَزٖيزٍ  kelimesi lafzen mecrur,  َٓما ’nın haberi olarak mahallen mansubdur.   

قَالُوا يَا شُعَيْبُ مَا نَفْقَهُ۬ كَث۪يراً مِمَّا تَقُولُ وَاِنَّا لَنَرٰيكَ ف۪ينَا ضَع۪يفاًۚ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır.

Nidanın cevabı olan  مَا نَفْقَهُ۬ كَث۪يراً  cümlesi ise menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mecrur mahaldeki masdar harfi  مَّا ’yı müteakip gelen sıla cümlesi  تَقُولُ, masdar teviliyle  كَث۪يراً ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.

Cümledeki fiiller muzari sıygada gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

كَث۪يراً ’deki kesret ve nev ifade eden tenvin, menfi siyakta olduğu için umuma işaret etmiştir.

Nidanın cevabına matuf olan  اِنَّا لَنَرٰيكَ ف۪ينَا ضَع۪يفاً  cümlesi  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler.

Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına  اِنَّ  edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida,  اِنَّ ’nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Mehmet Altın, Kur’an’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri )

Cümlede müsnedin  لَنَرٰيكَ  şeklinde muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.  

ضَع۪يفاً  kelimesi  نَرٰيكَ ’deki hitap zamirinin halidir. Hal, anlamı zenginleştiren ve tekid eden ıtnâb sanatıdır.

Onlar, apaçık hak delillerini en güzel ve mükemmel şekilde kendisinden dinledikten, çareler bittikten, gerekçeler tükendikten sonra ve hak yoldan sapıp düşmanlık yolunda yürümekten başka onunla tartışmaya bir yol bulamadıktan sonra “Senin söylediklerinin çoğundan ne demek istediğini anlamıyoruz.” dediler.

Nitekim kesin delillerle susturulanların âdeti bu olup onlar, apaçık delillere parlayıp gürlemekle ve sövmekle karşılık verirler. Böylece onlar, Şuayb’ın (a.s.), çeşitli hikmetleri, öğütleri, ilim ve irfanları içeren kelamını, manası anlaşılmayan, mahiyeti idrak edilmeyen sözler kabilinden sayıp zımnen de onların en büyük sorumluluk ve cezayı gerektirdiklerini bildirdiler. Her halde o sözler, onları eski ümmetlerin akıbetlerinden sakındırdığı içindir. İşte bundan dolayı dediler ki biz seni aramızda zayıf görüyoruz; seni, bize bir zarar veya fayda getirmek, bir şeyi gerçekleştirmek veya önlemek kuvvet ve kudretinden yoksun görüyoruz dediler.  (Ebüssuûd)


وَلَوْلَا رَهْطُكَ لَرَجَمْنَاكَۘ 

 

Nidanın cevabına matuf olan  لَوْلَا رَهْطُكَ لَرَجَمْنَاكَ  cümlesi, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لَا رَهْطُكَ  şart cümlesi, isim cümlesi şeklinde gelerek sübut ifade etmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan  رَهْطُكَ ’nin haberi mahzuftur. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  لَرَجَمْنَاكَۘ  cümlesi  لَوْ ’in cevabıdır. 

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

وَلَوْلَا رَهْطُكَ لَرَجَمْنَاكَۘ  [Eğer kabilen olmasaydı seni recm ederdik.]  ifadesinde hüsn-i ta’lil sanatı vardır.

Zemahşerî şöyle demiştir: Bunun içindir ki onun taraftarlarının az olduğunu söylediler ve bunu ifade etmek için de onlara  رَهْطُكَ  dediler; çünkü  رَهْطُ, üçten 10’a -bazılarına göre- 7’ye kadar olan insan topluluğudur. Medyenliler “Sülalenden o 3-5 kişi olmasaydı.” derken bunu onların güç ve izzetinden korktukları için değil, kendi dinlerinde olduklarından onlara saygı duyup itibar ettikleri için söylüyorlardı. “Seni taşlardık.” en kötü bir şekilde öldürürdük. “Bizim gözümüzde hiç de ‘şan-şeref ve güç sahibi biri’ değilsin yani!” Bizim için değerli ve saygın biri değilsin ki seni öldürülmeyecek kadar saygın görelim de taşlayarak katletmekten vazgeçelim. Bizim için sadece senin sülalen değerlidir, çünkü bizim dinimizdendirler. (Zemahşerî, Keşşâf)

Eğer senin kabilen olmasa seni mutlaka taşlardık. Yani eğer biz, senin kabilenin hatırını gözetmesek seni mutlaka taşlardık, demektir. Yoksa “Senin o kavmin bize engel olmasa seni bize karşı savunmasa” demek değildir; çünkü onlar binlerce kişi iken yedi-sekiz kişiden oluşan çetenin (رَهْطُ), onlara engel olması, düşünülecek şey değildir. Nitekim ayetin bundan sonra gelen cümlesi de bunu teyit etmektedir. (Ebüssuûd)


وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْنَا بِعَز۪يزٍ

 

Ayetin son cümlesi nidanın cevabına matuftur. Menfi isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ifade eder. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.

عَلَيْنَا kelimesi, amili  بِعَز۪يزٍ ’e takdim edilmiştir. Müsned olan  بِعَز۪يزٍ ’deki  بِ  harfi zaiddir. Tekid ifade eder.

اَنْتَ  zamirinin başına olumsuzluk harfi  مَٓا  geldiği için kasr olmuştur. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

Müsnedün ileyhin nefyden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması durumunda bu takdim kesinlikle tahsis ifade eder. Olumsuz mananın yanında bir de olumlu mana ifadesi vardır. Bu kaide; haber, fiile benzer bir lafız olduğu zaman da geçerlidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Burada müsnedün ileyh tahsis ifade eder. Çünkü kavmin amacı ondan sadece izzeti nefyetmek değildir. Aynı zamanda kavminin ve çevresinin izzetli olduğunu da ifade etmek istemişlerdir. Yani izzeti Şuayb’dan (a.s.) nefyederken çevresi içinde sabit kılmak istemişlerdir. Bir olumlu, bir olumsuz mana kasdetmişlerdir. Zemahşerî; Hud Suresi 92 ayetinin bu manayı desteklediğini söylemiştir. Bu kaide; haber, fiile benzer bir lafız olduğu zamanda geçerlidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْنَا بِعَز۪يزٍ  [Zaten sen bizim üzerimize aziz değilsin] ibaresinde, Şuayb'ın kavmine karşı bir üstünlüğü olmadığını özel bir şekilde ifade etmek için, car mecrur takdim edilmiştir. Yoksa onların dışında iman eden ve onun çevresinden aziz olan bulunabilir. Bu ifade Şuayb (a.s.) da kavmine karşı bir izzetin olmadığı ama onun dışındaki inananlarda izzetin olduğuna delalet eder.  وَلَوْلَا رَهْطُكَ لَرَجَمْنَاكَۘ  [Şayet senin rahtın/aşiretin ve akrabaların olmasaydı, seni recm ederdik] sözü bunu açıkça ifade eder. Yani bu cümle onun kabilesinde azizlerin olduğunu gösterir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 3, s. 319)

Âşûr, müsnedün ileyhin müsnede takdiminin, tahsis ve takviye ifade etmediğini söylemiştir.

عَز۪يزٍ - ضَع۪يفاًۚ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Sen bizim için şerefli ve muhterem bir zat da değilsin ki seni taşlamaktan kaçınalım. Bizim seni taşlamaktan kaçınmamız, bizim dinimizde sebat eden, seni bize tercih etmeyen ve sana uymayan kavmine hürmetendir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Hûd Sûresi 92. Ayet

قَالَ يَا قَوْمِ اَرَهْط۪ٓي اَعَزُّ عَلَيْكُمْ مِنَ اللّٰهِۜ وَاتَّخَذْتُمُوهُ وَرَٓاءَكُمْ ظِهْرِياًّۜ اِنَّ رَبّ۪ي بِمَا تَعْمَلُونَ مُح۪يطٌ  ...


Şu’ayb, şöyle dedi: “Ey kavmim! Benim kabilem sizce Allah’tan daha itibarlı mı ki, O’na sırt çevirdiniz. Şüphesiz Rabbim sizin yaptıklarınızı kuşatmıştır.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ki ق و ل
2 يَا قَوْمِ kavmim ق و م
3 أَرَهْطِي yakın çevrem ر ه ط
4 أَعَزُّ daha mı üstündür ع ز ز
5 عَلَيْكُمْ sizce
6 مِنَ -tan
7 اللَّهِ Allah-
8 وَاتَّخَذْتُمُوهُ onu bıraktınız ا خ ذ
9 وَرَاءَكُمْ arkanızda و ر ي
10 ظِهْرِيًّا sırt dönerek ظ ه ر
11 إِنَّ şüphesiz
12 رَبِّي Rabbim ر ب ب
13 بِمَا şeyleri
14 تَعْمَلُونَ yaptıklarınız ع م ل
15 مُحِيطٌ kuşatmıştır ح و ط
Hz. Şuayb, kabilesinin güç ve kuvvetine değil, hiç kimsenin karşı koyamayacağı bir güce sahip olan Allah’a dayanıp güvendiğine işaret etti; Allah, bilgisi ve gücüyle her şeyi kuşattığı halde topluluğun Allah’tan korkmayıp kabilesinin hatırı için kendisine dokunmamasını kınadı. Oysa asıl korkulması gereken Allah’ın kuşatıcı gücüydü; nitekim O, Medyenliler’den önce bir kısmı tarih ve coğrafya olarak onlara yakın bulunan birçok topluluğu günahları yüzünden cezalandırıp yok etmişti.

قَالَ يَا قَوْمِ اَرَهْط۪ٓي اَعَزُّ عَلَيْكُمْ مِنَ اللّٰهِۜ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

Mekulü’l kavli,  يَا قَوْمِ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

يَا  nidadır.  قَوْمِ  münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim  ي ’sı mahzuftur.

Nidanın cevabı  اَرَهْطٖٓي ’dur. Hemze istifham harfidir. 

اَرَهْطٖٓي  kelimesi mübteda olup mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَعَزُّ  kelimesi haber olup lafzen merfûdur.  عَلَيْكُمْ  car mecruru  اَعَزُّ ’ya müteallıktır.

مِنَ اللّٰهِ  car mecruru  اَعَزُّ ’ye müteallıktır. 


  وَاتَّخَذْتُمُوهُ وَرَٓاءَكُمْ ظِهْرِياًّۜ

 

وَ  haliyyedir. 

اتَّخَذْتُمُو  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمُ  fail olarak mahallen merfûdur. 

Cemi müzekker muhatap mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir  و  harfi getirilir.  اتَّخَذْتُمُوهُ  fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vav-ı işbâ edatı denir.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

وَرَٓاءَكُمْ  mekân zarfı,  اتَّخَذْتُمُوهُ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ظِهْرِياًّ  kelimesi  اتَّخَذْتُمُوهُ  fiilinin ikinci mef’ûlü olup fetha ile mansubdur.

اتَّخَذُوا  fiili değiştirme manasına gelen kalp fiillerdendir. Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibarıyla onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamulü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


اِنَّ رَبّ۪ي بِمَا تَعْمَلُونَ مُح۪يطٌ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. 

رَبّٖي  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مَا  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  مُحٖيطٌ ’e müteallıktır.

تَعْمَلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و 'ı fail olarak mahallen merfûdur. 

مُحٖيطٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. 

مُحٖيطٌ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbigisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ يَا قَوْمِ اَرَهْط۪ٓي اَعَزُّ عَلَيْكُمْ مِنَ اللّٰهِۜ وَاتَّخَذْتُمُوهُ وَرَٓاءَكُمْ ظِهْرِياًّۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır. Nidanın cevabı istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp, takrir ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

ظِهْرِياًّۜ - وَرَٓاءَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

اَعَزُّ - ظِهْرِياًّ arasında îhâm-ı tezâd sanatı vardır.

قد  takdiriyle hal konumundaki  وَاتَّخَذْتُمُوهُ وَرَٓاءَكُمْ ظِهْرِياًّۜ  cümlesi, muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

اتَّخَذْتُمُوهُ  fiilindeki  و, işbâ harfidir. Zaiddir. 

وَاتَّخَذْتُمُوهُ وَرَٓاءَكُمْ ظِهْرِياًّ  [Onu arkanıza attınız.]  ifadesinde istiare-i temsiliyye vardır. Allah’ın emri arkaya atılan ve kendisine değer verilmeyen bir şeye benzetilmiştir. (Safvetu't Tefasir, Keşşaf II, 399)


اِنَّ رَبّ۪ي بِمَا تَعْمَلُونَ مُح۪يطٌ

 

Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.

إِنَّ  ile tekid edilmiş, isme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren  bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ’nin isminin izafetle gelmesi veciz ifade kastına matuftur.

رَبّ۪ي  izafeti, muzâfun ileyhin şanı içindir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl amili olan  اِنَّ ’nin haberine siyaktaki önemine binaen takdim edilmiştir. 

بِمَا تَعْمَلُونَ  [amellerinizi] sözünde car mecrur, haber olan  مُح۪يطٌ  kelimesine takdim edilmiştir. Çünkü kelam onların amelleri hakkındadır ki amellerinden pek çoğu daha önce zikredilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 1, s. 320)

Cümle mesel tarikinde tezyîl cümlesidir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.

Bu sözden maksat bu yapılanların karşılığını sevap ve ceza olarak vereceğini bildirmektir. Bu yüzden lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır. “Kuşatıcıdır” lâzım, “cezalandırıcıdır” melzûmudur.


Hûd Sûresi 93. Ayet

وَيَا قَوْمِ اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ اِنّ۪ي عَامِلٌۜ سَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ وَمَنْ هُوَ كَاذِبٌۜ وَارْتَقِبُٓوا اِنّ۪ي مَعَكُمْ رَق۪يبٌ  ...


“Ey Kavmim! Elinizden geleni yapın. Şüphesiz ben de (elimden geleni) yapacağım. Rezil edici azabın kime geleceğini ve kimin yalancı olduğunu yakında bileceksiniz. Gözleyin. Şüphesiz ben de sizinle beraber gözlüyorum.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَا قَوْمِ kavmim ق و م
2 اعْمَلُوا yapın ع م ل
3 عَلَىٰ
4 مَكَانَتِكُمْ imkanınızın elverdiğini ك و ن
5 إِنِّي ben de
6 عَامِلٌ yapıyorum ع م ل
7 سَوْفَ yakında
8 تَعْلَمُونَ bileceksiniz ع ل م
9 مَنْ kime
10 يَأْتِيهِ geleceğini ا ت ي
11 عَذَابٌ azabın ع ذ ب
12 يُخْزِيهِ aşağılatıcı خ ز ي
13 وَمَنْ ve kimin
14 هُوَ o
15 كَاذِبٌ yalancı olduğunu ك ذ ب
16 وَارْتَقِبُوا gözetleyin ر ق ب
17 إِنِّي ben de
18 مَعَكُمْ sizinle birlikte
19 رَقِيبٌ gözetliyorum ر ق ب
رقب Raqabe : رَقَبَة boyun demektir. Daha sonra bu kelimeyle bedenin tamamı kastedilmiştir. Örfte ise kölelere isim olmuştur. رَقِيب koruyan, himaye eden ve gözetendir. Boyunun koruma manasıyla bağlantısı koruyanın korunanın boynunu gözetlemesinden veya gözetlerken kendi boynunu yukarı kaldırmasındandır. Dolayısıyla fiil olarak رَقَبَ korumak ve gözetlemek anlamlarına gelir. Bu köke ait tefe’ul babındaki تَرَقَّبَ fiili ise ya gözlemlemek suretiyle sakındı veya hazırlıklı, dikkatli ve ihtiyatlı oldu manasında kullanılır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 24 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri rakip, rekabet, murakıp ve murakabedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَيَا قَوْمِ اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ 

 

 وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَا  nidadır.  قَوْمِ  münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim  يَ sı  mahzuftur.

Nidanın cevabı  اعْمَلُوا dur. 

اعْمَلُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و  ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَلٰى مَكَانَتِكُمْ  car mecruru  اعْمَلُوا deki failin haline müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 اِنّ۪ي عَامِلٌۜ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. 

Mütekellim zamiri  ي  ise  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

عَامِلٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.


سَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ وَمَنْ هُوَ كَاذِبٌۜ

 

سَوْفَ  gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif/erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin başına geldiklerinde tekid/vurgu olurlar. 

تَعْلَمُونَ  fiili  ن ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ı fail olarak mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ, mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 

İsm-i mevsûlün sılası  يَأْتٖيهِ عَذَابٌ dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَأْتٖيهِ  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri     هو 'dir. 

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

عَذَابٌ  kelimesi fail olup lafzen merfûdur.

يُخْزٖيهِ  fiili  عَذَابٌ  kelimesinin sıfatı olarak mahallen merfûdur.

يُخْزٖيهِ  fiili,  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو 'dir.

يُخْزٖيهِ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi  خزى ’dir.   

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  atıf harfi  وَ ’la birinci ism-i mevsûle matuf olup mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası  هُوَ كَاذِبٌ dur. Îrabdan mahalli yoktur.

Munfasıl zamir  هُو  mübteda olarak mahallen merfûdur.  كَاذِبٌ  haber olup lafzen merfûdur.

كَاذِبٌ  kelimesi sülâsî mücerred olan  كذب  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


وَارْتَقِبُٓوا اِنّ۪ي مَعَكُمْ رَق۪يبٌ

 

و  atıf harfidir.  ارْتَقِبُٓوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ı fail olarak mahallen merfûdur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

ي  muttasıl zamir  اِنَّ nin ismi olarak mahallen mansubdur.  مَعَ  mekân zarfı,  رَقٖيبٌ  kelimesine müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

رَقٖيبٌ  kelimesi  اِنَّ nin haberi olup lafzen merfûdur. 

ارْتَقِبُٓوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İftiâl babındadır. Sülâsîsi  رقب ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

وَيَا قَوْمِ اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ 

 

Ayet, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Münada olan  قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

Nidanın cevap cümlesi olan  اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ  ise emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Bu cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen “yakında akıbetinizi ve ısrarınızın cezasını göreceksiniz” anlamında  tehdittir. Dolayısıyla vaz edildiği anlamın dışında mana kazanan terkip, mecaz-ı mürsel mürekkeptir.

Keşşâf sahibi şöyle der:  مكانة  kelimesi masdardır. Bir şey veya bir kimse bir yere iyice yerleştiğinde,  مكُن  ve  مكانة  denilir. Bu kelime, “mekân (yer)” manasına da gelir.  مَكَانٌ - مَكَانَةٌ  ve  مَقَامٌ - مَقَامَةٌ  denir.  Mana da “içinde bulunduğunuz yönde yani şirkte ve benden nefret etmede daim kalarak yapacağınızı yapın!” ya da “Bana düşmanlık etme güç ve enerjisine sahip olarak yapacağınızı yapın!” şeklindedir. “Şüphesiz ben de” Allah’ın bana sağladığı imkân ve vereceği yardım ve destek doğrultusunda yapacağımı “yapmaktayım!” (Keşşâf, III, 476)

Burada  المَكانَةُ  kelimesi kişinin büründüğü hal için müsteardır. Hal; onu kuşatan bir şeye benzetilmiştir. Adeta bir şeyi içeren mekânla sahibi birbirine karışmıştır. Veya  المَكانَةُ; hale benzetilmiştir. Çünkü kişinin halleri, kişinin mekânını ve yerleştiği, karar bulduğu yeri gösterir.  عَلى  harfi de istiare-i tebeiyye yoluyla temekkün için kullanılmıştır. Bu da  المَكانَةُ  kelimesinin hal için müstear oluşuyla ilişkilidir. Çünkü  العِلاوَةَ  mekânla ilişkilidir. Bu istiare muraşşah olmuştur. Müşebbehün bih ile alakalı olan bir kelime müstear olmuştur. Mana şöyledir: Olduğunuz gibi kalın, çünkü sizi takip etmek gibi bir isteğim yok. Hitabın nida ile başlaması söylenecek olan şeyin önemi dolayısıyladır. Çünkü nida, nida edilenleri dinlemeye çağırır. İnatçı bir kavme yapılan nida, makamın karinesiyle tehdide delalet eder. (Âşûr, Enam Suresi 135)

Tehdidin emir kipi ile yapılması, ceza vaidini daha kuvvetli ifade içindir. (Ebüssûud, Enam Suresi 135 )

 

اِنّ۪ي عَامِلٌۜ 

 

اِنّ۪ي عَامِلٌ  cümlesi beyanî istinâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemal-i ittisâldır.  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Şuayb’ın (a.s.) bu sözleri, onların güçlü oldukları, kendisini taşlamaya muktedir bulundukları ve onların arasında kendisinin aziz olmayan bir zayıf olduğu yönündeki iddialarını reddetmek içindir.

Yahut siz içinde bulunduğunuz küfür, benim düşmanlığım ve diğer hayırsız işlerinizde sebat edin ve bana zarar vermek, bana karşı beslediğiniz kötü niyetinizi gerçekleştirmek ve benim için düşündüklerinizi kuvveden fiile çıkarmak için bütün çabalarınızı harcayın, demektir. (Ebüssuûd)

 

  سَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ وَمَنْ هُوَ كَاذِبٌۜ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. Müstakbel harfi  سَوْفَ  tehdit makamında, tekid ifade etmiştir.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ in sılası  يَأْت۪يهِ عَذَابٌ  muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

عَذَابٌ  kelimesi  يَأْت۪يهِ  fiilinin faili yapılarak kişileştirilmiştir. Azabın bir şahıs gibi gelecek olması azabın şiddetini, azametini artırmaktadır. Ayrıca ayette azabın tekrarlanması, mukim olmakla sıfatlanması onun korkunçluğunu tekit etmektedir. Bu ifadede istiare vardır.

يُخْز۪يهِ  cümlesi,  عَذَابٌ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

İkinci ism-i mevsul birinciye matuftur. Sılası olan  هُوَ كَاذِبٌ, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اعْمَلُوا - عَامِلٌ - تَعْلَمُونَ  kelimeleri arasında cinas, reddü’l-acüz ale’s-sadr ve irsâd sanatları vardır.

عَذَابٌ un  tenkiri mübalağa ve korkutmak amaçlıdır.

سَوْفَ ile başlayan sözü, Nuh (as), gemiyi yaptığı sırada kavmine söylemiştir. Bu da kavmin sonunun ve cezalandırılacağı günün yaklaştığına işaret etmektedir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Alâ Tarîki’t-Tefsîri’l-Beyânî, III, s. 304-305)

فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ  sözüyle yapılan tehdit; inkâr ve azarlamanın teferruatıdır. Mef’ûlun hazfi; korku uyandırmak içindir. Arkadan gelen cümleyle açıklanmıştır. (Âşûr, Araf Suresi 123)

Zemahşerî, beyan ilminin pek çok güzellikler barındıran bir kolu olarak nitelediği konumuzda, atıf farkı dışında birbirleriyle aynı olan cümleleri karşılaştırmalı olarak inceleyerek önemli çıkarımlarda bulunur. Atıf yapılmadan, “سوف تعلمون …ileride bileceksiniz… ve  ف  atfıyla “فسوف تعلمون …ileride bileceksiniz” cümlelerinin karşılaştırmasında, ikinci kullanımın vasl edatıyla yapılan açık (zâhir) bir vasl; birinci cümlede ise gizli (hafî) vasl olduğunu söyler. Gizli vasl durumu, öngörülen bir sorunun cevabı olmak üzere isti’nâf cümlesi olarak takdir edilir. Söz konusu kullanımda “Peki biz yaptığımızı yapsak, sen de yaptığını yapsan ne olacak?!” sorusu mukadderdir ve taraflar arası açık veya kapalı bir diyaloğa işaret eder.

Zemahşerî, cümleler ve üslûbun hareketliliği (tefennün) üzerinde önemle durarak, istînâf takdirindeki cümlelerin daha belîğ olduğunu kaydeder. Müfessirin bu

görüşlerini, onun cümlenin içerik ve bağlamını esas alan en belirleyici düşüncesiyle birlikte değerlendirmek gerekir. Zira cümlelerdeki bu tefennün, esas itibarıyla anlamdaki tefennün ve farklı noktalara vurgunun bir yansımasıdır. (Zemahşerî, Keşşâf, II, 375 [Hud Suresi 39])

Şuayb’ın (a.s.) azabı rezil etmek vasfıyla vasıflandırması, onların kendisine vadettikleri taşlamaya tarizdir. Zira taşlamak, azap olmakla beraber aynı zamanda açık bir rezalettir. Nitekim ancak büyük bir cürüm, onu gerektirmektedir. (Ebüssuûd)


وَارْتَقِبُٓوا اِنّ۪ي مَعَكُمْ رَق۪يبٌ

 

Cümle nidanın cevabına matuf olup emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اِنّ۪ي مَعَكُمْ رَق۪يبٌ  cümlesi, ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ  ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

وَارْتَقِبُٓوا - رَق۪يبٌ  kelimeleri arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayetteki  اعْمَلُوا  ve  ارْتَقِبُٓوا  fiillerinde irsâd sanatı vardır.  

اِنّ۪ي مَعَكُمْ  “Ben de sizinle beraberim.” ifadesinin ilave edilmesi, Şuayb’ın (a.s.) kendine öz güvenini göstermektedir. (Ebüssuûd)


Hûd Sûresi 94. Ayet

وَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا شُعَيْباً وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَاَخَذَتِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دِيَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۙ  ...


(Azap) emrimiz gelince, Şu’ayb’ı ve onunla birlikte iman edenleri, katımızdan bir rahmetle kurtardık. Zulmedenleri ise o korkunç (uğultulu) ses yakaladı da yurtlarında diz üstü çökekaldılar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَمَّا ne zaman ki
2 جَاءَ gelince ج ي ا
3 أَمْرُنَا emrimiz ا م ر
4 نَجَّيْنَا kurtardık ن ج و
5 شُعَيْبًا Şuayb’ı
6 وَالَّذِينَ ve kimseleri
7 امَنُوا iman eden(leri) ا م ن
8 مَعَهُ onunla birlikte
9 بِرَحْمَةٍ bir rahmetle ر ح م
10 مِنَّا tarafımızdan
11 وَأَخَذَتِ ve aldı ا خ ذ
12 الَّذِينَ kimseleri
13 ظَلَمُوا zulmeden(leri) ظ ل م
14 الصَّيْحَةُ bir çığlık ص ي ح
15 فَأَصْبَحُوا ve kaldılar ص ب ح
16 فِي
17 دِيَارِهِمْ yurtlarında د و ر
18 جَاثِمِينَ diz çökmüç olarak ج ث م
Onları helâk eden bu gürültü de Semûd kavminde olduğu gibi kuvvetli ihtimalle deprem öncesi veya onunla birlikte gelen gürültüdür (bk. A‘râf 7/91). Şuarâ sûresinde ise “gölge gününde” (muhtemelen güneş tutulduğu bir günde) onları azabın yakaladığı haber verilmiştir (26/189). Böylece peygambere isyan edip onu öldürmek isteyen Medyen halkı da Semûd kavmi gibi helâk olup gitmişlerdir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 195

وَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا شُعَيْباً وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا 

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَمَّٓا  kelimesi  حين  (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. 

وَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اَمْرُ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Şartın cevabı  نَجَّيْنَا شُعَيْباً ’dır. 

نَجَّيْنَا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. شُعَيْباً  mefûlün bih olup fetha ile mansubdur. 

وَ  istînâfiyyedir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذٖينَ, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  اٰمَنُوا dur. Îrabdan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  مَعَ  mekân zarfı  اٰمَنُوا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بِرَحْمَةٍ  car mecruru  نَجَّيْنَا  fiiline müteallıktır.  مِنَّا  car mecruru  بِرَحْمَةٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.


 وَاَخَذَتِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دِيَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۙ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  اَخَذَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تِ  te’nis alametidir.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذٖينَ, mukaddem mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası  ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

ظَلَمُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

الصَّيْحَةُ  kelimesi  اَخَذَ  fiilinin faili olup lafzen merfûdur. 

فَ  atıf harfidir.  اَصْبَحُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir.  كَانَ  gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.

Zamir olan çoğul  و ’ı  اَصْبَحُوا  ’nun ismidir.  فٖي دِيَارِهِمْ  car mecruru  جَاثِمٖينَ ’ye müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

جَاثِمٖينَ  kelimesi  اَصْبَحُوا ’nun  haberi olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

جَاثِمٖينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  جثم  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا شُعَيْباً وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا 

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi aynı zamanda muzâfun ileyh olan  جَٓاءَ اَمْرُنَا  cümlesidir ve müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabı  فَ  karînesi olmadan gelen  نَجَّيْنَا شُعَيْباً  cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mef’ûl konumunda, شُعَيْباً  kelimesine matuf olan has ism-i mevsûl  الَّذٖينَ ’nin sılası olan  اٰمَنُوا  mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekküne ve istikrara işaret etmiştir.

بِرَحْمَةٍ ’deki tenvin kesret, nev ve tazim ifade eder. 

اَمْرُنَا  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  اَمْرُ  şan ve şeref kazanmıştır. 

وَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا [Emrimiz geldiğinde] ifadesindeki  اَمْرُنَا, azaptan kinayedir. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)

اَنْجَيَ  fiili ifal babından olup zorluktan ve sıkıntıdan kurtarma konusunda hızlı olunması gereken durumlarda kullanılır. Aynı kökten türeyen  نَجَّي  fiili ise tefîl babındandır ve çoğunlukla kurtarma fiilinde bir müddet bekleme ve ona zaman tanımanın söz konusu olduğu yerlerde kullanılır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Kur’an Kelimelerinin Sırlı Dünyası, s. 113) 

جَٓاءَ اَمْرُنَا  [Emrimiz geldi.] sözündeki geldi fiilinde tebei istiare vardır. “Gelmek” masdarı, “olmak, vuku bulmak” anlamında müstear olmuştur. Sonra bu masdardan mazi fiil türetilerek tebei istiare kurulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi s. 218, Enbiya Suresi 18)

22. ayette Salih (a.s.), 57. ayette Hud (a.s.), 66. ayette Salih’e (a.s.), bu ayette de Şuayb’a (a.s.) hitaben Allah Teâlâ aynı kelimeleri kullanmıştır. Reddü’l-acüz ale’s-sadr, tekrir ve iktibas sanatı diyebiliriz.

Emrimiz gelince; azabımız gelince demektir. Nitekim “Kendisini rezil edecek azabın kime geleceğini yakında öğreneceksiniz.” (Hud Suresi 39) ifadesinden de bu anlaşılmaktadır. Yahut azabımızın vakti gelince, demektir. Zira beklemek, bunu bildirmektedir.

Burada Allah tarafından ihsan edilen rahmet, O'nun tarafından muvaffak kılındıkları imandır yahut O'nun tarafından kendilerine ihsan edilen merhamettir. (Ebüssuûd)


وَاَخَذَتِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دِيَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۙ

 

Şartın cevabına matuf olan cümle, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûlün sılası  ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Nakıs fiil  اَصْبَحُ ’nun dahil olduğu isim cümlesi  فَاَصْبَحُوا ف۪ي دِيَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۙ, makabline  فَ  ile atfedilmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Car mecrur  ف۪ي دِيَارِهِمْ, önemine binaen amili olan  اَصْبَحُ ’nun  جَاثِم۪ينَ  şeklindeki haberine   takdim edilmiştir.

İsim cümlesi sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesi yenilenme ve tekrarlanma ifade eder.

Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela; fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden de başlayıp halen devam ettiği kastediliyor ise aralarında atıf yapılabilir. (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı, s. 190-191)

ظَلَمُوا - بِرَحْمَةٍ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

وَاَخَذَتِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ  sözü istiaredir. Çünkü gerçek anlamda “alınıp yakalanma (اخذ)” ile sadece cisimler nitelenir. “Korkunç gürültü (الصَّيْحَةُ)” ise bir tür ses olduğundan bir arazdır. Sadece kulaklara daha kuvvetli çarpan, kalplere ziyadesiyle korku ve ürperti salan sestir. Burada kastedilen şudur: Onların helak edilmeleri “korkunç gürültü” yüzündendir. “O korkunç gürültü onları tutup yakaladı yani onları öldürdü, hepsinin hakkından geldi” denilmesi güzel olmuştur. (Almak, tutmak ve yakalamak (اخذ), helak etmenin lâzımı olduğundan, أخذ helak etmekten kinayedir.) (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)  

جَاثِم۪ينَ  fiili Kur’an’da 5 yerde geçmiştir. Araf, Hud, Ankebut Sureleri, hepsi Salih ve Şuayb (a.s.) kavmi hakkındadır. Yüzü koyun yatmak, çömelmek, tünemek demektir. Buna çok benzeyen ve farklı bir kökün türevi olan  جاثية  kelimesi de diz üstü oturmak demektir ve 1 kere geçmiştir.

Bir görüşe göre Cebrail korkunç bir sesle onlara gürledi de onlar hemen helak oldular. Araf Suresi ile Ankebut Suresi’nde ise “Onları saika yakalayıverdi.” denilmektedir. Daha önce de belirtildiği gibi herhalde bu zelzele, ona sebep olan havanın dalgalanmasını meydana getiren o korkunç sesin devamında gerçekleşmiş ve onlar, bulundukları yerden hiç ayrılamadan can vermişlerdir.

Ayette Şuayb (a.s.) ve onunla beraber iman edenlerin kurtarılmasının, onların helakından önce zikredilmesi, buna daha fazla önem verildiğini belirtmek ve ilâhlığın gereği olan rahmetin, onların suçlarının gereği olarak eseri ortaya çıkan gazaptan önce geldiğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

Cenab-ı Hakk,  الصَّيْحَةُ (ses) kelimesini, daha önce bahsedilmiş malum bir sese işaret olmak üzere elif-lamlı olarak zikretmiştir. O belli sayha da Cebrail’in (a.s.) sayhası (narası)’dır. “Onlar yurtlarında diz üstü çökekaldılar.”   جَاثِم۪, “yerine, ayrılmayacak şekilde yapışıp kalan” demektir. Yani Cebrail (a.s.) onlara o narayı attığında, her birinin canı oldukları yerde çıkıverdi. “Sanki onlar orada hiç oturmamışlardı.” yani “Sanki onlar, o yurtlarında alıp satan, gidip gelen diriler değillerdi.” (Fahreddin er-Râzî)

Hûd Sûresi 95. Ayet

كَاَنْ لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَاۜ اَلَا بُعْداً لِمَدْيَنَ كَمَا بَعِدَتْ ثَمُودُ۟  ...


Sanki orada hiç yaşamamışlardı. Biliniz ki Semûd kavmi Allah’ın rahmetinden uzaklaştığı gibi Medyen halkı da uzaklaştı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كَأَنْ sanki
2 لَمْ
3 يَغْنَوْا hiç yaşamamışlardı غ ن ي
4 فِيهَا orada
5 أَلَا iyi bilin ki
6 بُعْدًا uzaklaştırıldı ب ع د
7 لِمَدْيَنَ Medyen (halkı)
8 كَمَا gibi
9 بَعِدَتْ uzaklaştırıldığı ب ع د
10 ثَمُودُ Semud (halkı)

كَاَنْ لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَاۜ 

 

Önceki ayetteki  اَصْبَحُوا ’deki failin hali olarak mahallen mansubdur. 

كَاَنْ  şeddeliden tahfif edilmiştir. İsmi mahzuftur. Takdiri,  كأنهم  şeklindedir.  لَمْ يَغْنَوْا  cümlesi  كَاَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يَغْنَوْا  fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  

فٖيهَا  car mecruru  يَغْنَوْا  fiiline müteallıktır.


 اَلَا بُعْداً لِمَدْيَنَ كَمَا بَعِدَتْ ثَمُودُ۟

 

اَلَا  tenbih edatıdır.  بُعْداً  mahzuf fiilin mef’ûlün mutlakı olup fetha ile mansubdur. Takdiri,  أبعدوا  (uzak oldular) şeklindedir. 

لِمَدْيَنَ  car mecruru  بُعْداً ’e müteallıktır.

كَ  harf-i cerdir.  مَا  ve masdar-ı müevvel,  كَ  harf-i ceriyle birlikte  بُعْداً ’e müteallıktır.

بَعِدَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. 

ثَمُودُ  fail olup lafzen merfûdur.

كَاَنْ لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَاۜ

 

Önceki ayetteki  اَصْبَحُوا ’deki failin hali olarak mahallen mansubdur. Önceki ayetteki  اَصْبَحُوا ’deki failin hali olarak mahallen mansubdur. كَاَنْ, muhaffefe كانّ ’dir. İsmi mahzuftur. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan fiil cümlesi  لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَا, haberidir.  كانَّ nin isminin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Haberinin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

Semûd kavminden bahseden kısım, öncesinde ve sonrasında Medyen’den söz edildiği için asıl konu arasına girmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları) İstitrat sanatına örnek teşkil eder.

Bu sanatta muhatap belli bir konuyla alakalı sözleri dinlerken mütekellim aniden başka bir konuya geçer. Böylece muhatabın sıkılmasına engel olur, kelama heyecan katar. Muhatabın zihni aktif hale geçer. İlk konuyu dinlemeye hazır hale gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî İlmi) 


 اَلَا بُعْداً لِمَدْيَنَ كَمَا بَعِدَتْ ثَمُودُ۟

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.

اَلَا  tenbih harfidir. Tekid ifade eder. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.

بُعْداً  mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakıdır. Takdiri,  ابعدوا (uzak olsunlar.) şeklindedir. Mef’ûlü mutlakın amilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle talebî inşa cümlesidir. 

Ayetin son cümlesi haberi isnad formunda gelmiş olmasına rağmen muktezâ-i zâhirin hilafına olarak beddua manası taşımaktadır. Dolayısıyla mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Teşbih harfi sebebiyle mecrur mahaldeki masdariyye ismi olan  مَا  ve akabindeki  بَعِدَ cümlesi, başındaki  كَ  harfiyle birlikte masdar teviliyle  بُعْداً ’e müteallıktır.

كَ teşbih harfidir. Müşebbeh Medyen, müşebbehe bih Semûd’dur.

اَلَا بُعْداً لِمَدْيَنَ كَمَا بَعِدَتْ ثَمُودُ۟  [Dikkat edin Semûd'un uzaklığı gibi Medyen için de uzaklık] sözüyle onların helakı Semûd kavminin helakına benzetilmiştir. Bu benzetmenin sebebi, her ikisinin de sayha (korkunç bir ses) ile helâk olmasıdır. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 3, s. 223)

Medyen kavmi Semûd kavmine benzetilmiş, çünkü her ikisi de korkunç ses azabıyla helak edilmişlerdir. Şu farkla ki o korkunç ses, Medyen kavmine gökten inmiş; Semûd kavmine ise yerin altından gelmiştir. (Ebüssuûd)

Burada  بَعِدَتْ  fiilinin sarahaten gelmesi ile yukarıdan beri devam edegelen masdarının da manası açıklık kazanmıştır. Zira masdarı قُرْب (yakın) kelimesinin zıt anlamlısı olarak uzak olmak anlamına geldiği gibi bir de yok olmak, helak olmak anlamına gelir. Çünkü helak olan dünyadan ve bulunduğu yerden uzak olmuş olur. Ve aralarındaki farkı belirtmek için öncekinin fiili “ayn”ın dammesiyle beşinci baptan kullanıldığı halde helak manasına olanın mazi sıygasında “ayn”ın kesri ve muzaride fethi ile dördüncü babtan kullanılır.


Hûd Sûresi 96. Ayet

وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ  ...


96-97. Ayetler Meal  :   
Andolsun, biz Mûsâ’yı âyetlerimizle ve apaçık bir mucize ile Firavun’a ve onun ileri gelen adamlarına peygamber gönderdik de ileri gelenler Firavun’un emrine uydular. Hâlbuki Firavun’un emri doğru değildi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ ve andolsun
2 أَرْسَلْنَا gönderdik ر س ل
3 مُوسَىٰ Musa’yı
4 بِايَاتِنَا ayetlerimizle ا ي ي
5 وَسُلْطَانٍ ve bir belgeyle س ل ط
6 مُبِينٍ apaçık ب ي ن
Sûrenin 25. âyetinden itibaren buraya kadar bazı peygamberlerin kıssaları, getirdikleri mesaj, inkârcılara karşı verdikleri mücadele ve bu mücadelenin sonucu hakkında açıklamalar yapıldı. Bu âyetlerde de Hz. Mûsâ’nın önceki peygamberlerin tebliğ ettikleri dini ihya etmek üzere mûcize ve delillerle Firavun’a ve ileri gelen çevresine gönderildiği ifade edilmektedir (Mûsâ ve Firavun hakkında bilgi için bk. Bakara 2/49 vd.; A‘râf 7/103-156; mûcizeler hakkında bilgi için krş. A‘râf 7/133; İsrâ17/101). Firavun ve çevresindekilerin inkârcılıkta direnmeleri sebebiyle sonlarının önceki kavimlerin sonuna benzediğine işaret edilmektedir. Çünkü Firavun Allah’ın varlığına inanmıyor, her ülke halkının görevinin mutlak surette kendi hükümdarına itaat etmek olduğunu ileri sürüyor, ayrıca kendisinin en büyük tanrı olduğunu iddia ediyordu (bk. en-Nâziât79/24). Bu sebeple Hz. Mûsâ’nın tebliğ ettiği ilâhî emirleri kabul etmedi, çevresine de bunları kabul etmemelerini, Hz. Mûsâ ve İsrâiloğulları hakkında sert tedbirler almalarını emretti. Hakkın karşısına dikilen zorba güçler, genel olarak çevrelerini ve emirleri altında olanları peşlerinden sürüklemektedirler. Oysa Kur’an Allah’a isyan konusunda (ana-baba dahil) hiç kimseye itaat etmeye müsaade etmemektedir; aksine böyle bir durumda hem yöneteni hem de yönetileni eşit derecede sorumlu tutmaktadır. Nitekim 98. âyette Firavun ve onun peşine düşen halkın tuttukları yolun başta Firavun olmak üzere hepsini cehenneme götürecek bir yol olduğu ifade edilmiş, 99. âyette de genel olarak insanların önderlerini ve rehberlerini dikkatli ve bilinçli seçmeleri gerektiğine işaret edilmiştir.

وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ  mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

اَرْسَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَٓا  fail olarak mahallen merfûdur.

مُوسٰى  mef’ûlün bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.

بِاٰيَاتِنَا  car mecruru  اَرْسَلْنَا  fiiline müteallıktır. 

Muttasıl zamir  نا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

سُلْطَانٍ  kelimesi atıf harfi  و 'la makabline matuftur.  مُبٖينٍ  kelimesi  سُلْطَانٍ 'ın sıfatı olup kesra ile mecrurdur. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

مُبٖينٍ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ

 

وَ, istînâfiyyedir.  لَ ; mahzuf kasemin cevabının başına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayrı talebî inşâî isnaddır.

قَدْ  tahkik harfiyle tekid edilmiş  اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪  cümlesi kasemin cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.

بِاٰيَاتِنَا  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  اٰيَاتِ, şan ve şeref kazanmıştır.

سُلْطَانٍ ’deki tenvin, tazim ve nev ifade eder. 

مُب۪ينٍ  kelimesi,  سُلْطَانٍ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

مُب۪ينٍۙ : Bilindiği gibi  إبان ’den ism-i faildir.  إبان  ise hem lâzım hem de müteaddi olur. Lâzım olunca  مُب۪ينٍۙ  “açık” demektir. Müteaddi olunca mübeyyin anlamına gelir, açıklayıcı, aydınlatıcı veya furkan anlamına ayırıcı demek olur. (Elmalılı)

Sıfat, tâbi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: İtnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

Musa kıssası bu surede geçen yedinci ve son kıssadır.

بِاٰيَاتِنَا  ve  وَسُلْطَانٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Görülüyor ki burada da atfın üslubu değiştirilmiş “biz gönderdik” diyerek kasem ve fiil tekrarlanmış, ayrıca tasrih olunarak konu vurgulanmıştır. Böylece Hz. Musa'nın da Hz. Nuh ve Hz. İbrahim gibi bir tarih başlangıcı, bir dönüm noktası olduğuna dikkat çekilmiş ve işaret edilmiştir. Özellikle doğrudan doğruya Nuh kıssasına bağlanmasıyla da onun bir benzeri olduğuna dolaylı bir telmih yapılmıştır. Çünkü bu olayda da bir tufan ve suda boğulma meydana gelmiştir. (Elmalılı)

Ayette geçen, “apaçık delil, hüccet”ten maksat, Hz. Musa'ya verilen değnektir. Asa Hz.  Musa'ya verilen mucizelerin en meşhurudur. Bu böyledir. Çünkü Cenab-ı Hakk, Hz. Musa'ya apaçık olan dokuz mucize vermiştir ki bunlar şunlardır: Asa, yed-i beyza, tufan, çekirge istilası, bit istilası, kurbağa istilası, suların kana çevrilmesi, ürünlerin noksanlaşması ve insanların ölümü. Bazı alimler ürünlerin ve insanların noksanlaşması yerine Tûr Dağı'nın kökünden sökülüp İsrailoğullarının üzerlerinde durdurulmasını ve denizin yarılmasını saymışlardır. (Fahreddin er-Râzî)

Alimler, “hüccet”in, niçin “sultan” diye isimlendirildiği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu cümleden olarak bazı muhakkikler şöyle demişlerdir: Sultan'ın padişahın başkasını ezip geçmesi gibi delili olan kimse de münazara esnasında delili olmayan kimseyi ezip geçer. İşte bundan dolayı “hüccet”e, “sultan” ismi verilmiştir. Zeccâc ise şöyle demiştir: “Sultan” hüccet anlamındadır; o, yeryüzünde Allah'ın hücceti olduğu için sultan adını almıştır. Bu kelime salît (susam yağı) kelimesinden iştikak etmiştir ki bu “aydınlanma vasıtası olan şey” demektir. Zeytinyağına, “Salît” denilmesi de bu manadadır.

Bu hususta şöyle bir üçüncü görüş daha vardır. “Sultan” kelimesi taslit (musallat-hükümran kılmak)'den türemiştir. Alimlere ilmî kuvvetlerinin mükemmel olması sebebiyle sultan denilmiştir. Krallara da kendilerindeki güç ve kuvvet sebebiyle bu ad verilmiştir. Ancak ne var ki alimlerin saltanatı, krallarınkinden daha mükemmel ve daha güçlüdür. Zira ulemanın saltanatı, neshi ve azli kabul etmez. Meliklerin saltanatı ise azlolunmayı ve neshi kabul eder. Kralların saltanatı ulemanın saltanatına tâbidir. Ulemanın saltanatı, peygamberlerin saltanatı cinsindendir. Kralların, meliklerin saltanatı da firavunların saltanatı cinsindendir. (Fahreddin er-Râzî)


Hûd Sûresi 97. Ayet

اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ فَاتَّـبَعُٓوا اَمْرَ فِرْعَوْنَۚ وَمَٓا اَمْرُ فِرْعَوْنَ بِرَش۪يدٍ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِلَىٰ
2 فِرْعَوْنَ Firavun’a
3 وَمَلَئِهِ ve adamlarına م ل ا
4 فَاتَّبَعُوا onlar uydular ت ب ع
5 أَمْرَ buyruğuna ا م ر
6 فِرْعَوْنَ Firavun’un
7 وَمَا ve değildi
8 أَمْرُ buyruğu ا م ر
9 فِرْعَوْنَ Firavun’un
10 بِرَشِيدٍ doğruya yöneltici ر ش د

اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ فَاتَّـبَعُٓوا اَمْرَ فِرْعَوْنَۚ 

 

اِلٰى فِرْعَوْنَ  car mecruru  اَرْسَلْنَا  fiiline müteallıktır.  

فِرْعَوْنَ  kelimesi gayri munsarif olduğu için esre almamıştır. Cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

İsimler îrab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından ikiye ayrılır:

1. Munsarif isimler: Tenvini ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.

2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.

Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayri munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَلَا۬ئِهٖ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  فِرْعَوْنَ ’ye matuftur. Muttasıl zamir  ه  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  atıf harfidir.  اتَّـبَعُٓوا  damme üzere mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  

اَمْرَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.  فِرْعَوْنَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için esre yerine fetha almıştır.

اتَّـبَعُٓوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


 وَمَٓا اَمْرُ فِرْعَوْنَ بِرَش۪يدٍ

 

مَٓا اَمْرُ فِرْعَوْنَ بِرَشٖيدٍ  cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.

وَ  haliyyedir.  مَٓا  nefy harfi olup  ليس  gibi ismini ref haberini nasb eder. 

اَمْرُ  kelimesi  مَٓا ’nın ismi olup lafzen merfûdur.

فِرْعَوْنَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için esre yerine fetha almıştır.

بِ  harf-i ceri zaiddir.  رَشٖيدٍ  kelimesi lafzen mecrur,  َٓما nın haberi olarak mahallen mansubdur.

اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ فَاتَّـبَعُٓوا اَمْرَ فِرْعَوْنَۚ 

 

Car mecrur  اِلٰى فِرْعَوْنَ,  önceki ayette geçen  اَرْسَلْنَا  fiiline müteallıktır.

اتَّـبَعُٓوا اَمْرَ فِرْعَوْنَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Hal konumundaki  وَمَٓا اَمْرُ فِرْعَوْنَ بِرَش۪يدٍ  cümlesi menfi isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ifade eder.

Müsned olan  بِرَش۪يدٍ ’deki  بِ  harfi zaiddir. Tekid ifade eder.

Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

فَاتَّـبَعُٓوا [İttibâ ettiler/uydular] buyurularak firavunun emrine ittibâ etmeleri/uymaları mübalağalı bir şekilde ifade edilmiştir. Malum olduğu üzere  اتبع  fiili iftiâl babındandır ve  تبع  fiilinden farklı olarak mübâlağa, teksir ve içtihat ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 3, s. 225)

Musa'nın peygamberliği, firavunun bütün kavmi için olduğu halde yalnız kavminin önde gelenleri zikre tahsis edilmiş, çünkü görüş bildirmek ve yönetmek noktasında onlar asıldır; diğerleri ise fikirde de idarede de onlara tâbidir. (Ebüssuûd)

Firavunun küfrü ve önde gelenlerine bunu emretmesi, kesindir; sarih olarak zikrine gerek yoktur; hallerinin zikrine gerek olan ancak onun önde gelenleridir ki onlar, kendilerini hidayete davet eden ile dalalete çağıran arasında bulunuyorlar. İşte bunların kötü seçimleri teşhir edilmektedir. (Ebüssuûd)


 وَمَٓا اَمْرُ فِرْعَوْنَ بِرَش۪يدٍ

 

Hal cümlesi olarak  وَ ’la gelen cümle, menfi isim cümlesi, faide-i haber inkâri kelamdır. Nefy harfi  مَٓا, nakıs fiil  ليس  gibi amel etmiştir.  بِرَش۪يدٍ ’e dahil olan zaid harf  بِ, tekid ifade eder. Lafzen mecrur mahallen mansub olan  بِرَش۪يدٍ, nefy harfi  مَٓا ’nın haberidir.

وَمَٓا اَمْرُ فِرْعَوْنَ بِرَش۪يدٍ  [Halbuki firavunun emri, kesinlikle reşîd değildi.] cümlesinde, olumsuzluk harfi olarak gelen  مَٓا, isim cümlesine dahil olmuş ve haber  بِ  harfi ile tekid edilmiştir. Bütün bunlar firavunun emrinin yerinde olmadığı manasını tekidli ve mübalağalı bir şekilde vurgular. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 3, s. 225)

مَٓا اَمْرُ - اَمْرَ  arasında tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatı,  فِرْعَوْنَ  kelimesinin ayette üç kez tekrarlanmasında reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.

Burası aslında zamir mevkii iken “Onun emri değildir.” denilmeyip de doğrudan doğruya firavunun isminin sarahatle ifade edilmesi çok anlamlıdır. Zira öncekinde firavunun şahsı, bu ikincide vasfı kastolunmuştur. Çünkü firavun ismi fesada, bozgunculuğa, zorbalık ve zulme, sapmaya ve saptırmaya delalet etmesi ile meşhurdur. Bundan dolayı önceki özellikle firavunun emri demek olduğu halde ikincisi genellikle firavun emri yani firavun kısmının emri demek olur. (Elmalılı)


Günün Mesajı
Kur'ânda anlatılan kıssalardan ibret almak zorunludur. Aksi halde biz de onlarla aynı akıbete uğrarız. Rabbimizden mağfiret istemeli ve tevbe etmeliyiz. O; çok merhametli ve kullarını sevendir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Yürürken bir yerde durdu ve elindeki sopasını toprağa sapladıktan sonra: ‘Bu topraklarda, bir zamanlar senin benim gibi insanların yaşadığını biliyor muydun?’ dedi. Etrafa bakındım. Görünürde hiçbir şeyin olmadığı bir yerdeydik. Zamanında birileri yaşadıysa da, arkalarında hiçbir iz bırakmadan gitmişlerdi. ‘Allah’a kulluk etmek için yaşamaları gereken dünyada, kendilerini ve her şeyi yaratan Allah’a isyan ettiler. Medyen’i, Ad’ı, Semud’u ve Nuh’un kavmini de duydun mu?’ diye sordu. Başımı evet dercesine salladım. ‘Sonunun onlar gibi olmaması için ne yapıyorsun?’ sorusuna hazırlıksız yakalanmıştım. Çocukluğumda da aniden sorulan soruları sevmezdim. Cevabını bilsem dahi, öğretmenimin yüzüne boş boş bakardım. Konuşmaya devam edince anladım ki zaten cevap beklemiyordu. ‘Gel, buraya uğrayıp ibret alanlardan olmak için dua edelim.’

Ey merhameti ve sevgisi sonsuz olan Allahım! Beni bağışla. Tövbesini samimi edenlerden ve tövbesini kabul buyurduklarından eyle kalbimi. Tövbe ettiğim günahlardan uzak tut yolumu. Nefsinin hallerine kandığı için günah işlemeye sürüklenenlere benzemekten koru halimi. Belki gururuna yenildiği için, belki de duydukları hoşuna gitmediği için, belki de karşısındakini küçümsediği için; hakkı hatırlatanlara sırtını dönenlere benzeme tehlikesinden kurtar nefsimi. Senden gelen nice hayır ve rahmet vesilelerini, kendi ayağıyla tepenlerden ve öğrendikleriyle yaptıkları boşa çıkanlardan olmaktan koru beni. Yaşadıklarından, gördüklerinden ve işittiklerinden ibret alanlardan ve aldığı ibretlerle hayatında ve kendisinde gereken değişiklikleri yapanlardan eyle beni.

Amin.

***

Önyargı, birçok insanın hayatında ve başkalarına dair geliştirilen bakış açılarında yerleşiktir. Ne yazık ki, dünyada üstün kabul edilen özelliklerin bulunduğu ortamlarda önyargının yüzdesi düşmektedir. Zira onlara göre dünyada kazandıran, dünyalık üstünlüklerdir.

Sosyal medyayla beraber dünya avuçların arasına sığsa bile önyargılı yaklaşımlar artarak devam etmektedir. 

Ten renginin açık olması, belirlenen standartlara uyum sağlanması, bu uyumluluğun hal tavırdan okunması ve dini öğretilerin dışına taşılması gibi üstünlükler önemlidir. Bunların dışında kalanlarla ilgili küçümseyici genellemeler desteklenerek neredeyse her topluma yayılmıştır. 

Öyle ki, benzer ortamlarda yaşayanların arasında bile önyargılar filizlenir. Zira çoğunluğun derdi üstünlüğünü ispattır.

Bu yüzden de kelimelerden önce konuşana bakılır. Koyu tenlilerdense açık tenliler, dindar görünenlerdense görünmeyenler, toplumda belli bir mertebeye ulaşmışlar gibi belli üstünlüklere sahipler öne itilir. Zira, kimin daha çok kişiye ulaşacağı net bir şekilde bellidir.

Ne yazık ki, yeryüzünde yaşanan herhangi bir krizle beraber bu gerçekler birer tokat gibi insanın yüzüne çarpmaktadır.

Allah’a teslimiyete sırt çevirenlerin sebebi de bir demet önyargıdır. Sıradan bir insan gibi yaşayanın Allah’a itaate davet etmesi ve toplumun zayıf kişilerinin iman etmesi; onları rahatsız etmektedir. O kadar ki, Allah’ın gönderdiği gerçeği doğru düzgün dinlemeden inkar ederler.

Ey merhameti ve sevgisi bol olan Allahım! Önyargılardan dolayı hataya düşmekten, haksızlık yapmaktan ve gönül kırmaktan Sana sığınırız. Dünyalıklara dalındığı için hakikati görememe veya işitememe cahilliğinden muhafaza buyur. Sahip olduğumuz üstünlükleri üstünlük olarak görmekten vazgeçenlerden, Senin yolundan uzaklaştıran üstünlük diye kabul görenlerden sakınanlardan, nimetlerinin hepsi için Sana şükür edenlerden ve gözü gönlü tok olup her zaman mütevazi davrananlardan eyle. 

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji