10 Ocak 2025
Hûd Sûresi 82-88 (230. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Hûd Sûresi 82. Ayet

فَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا جَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهَا حِجَارَةً مِنْ سِجّ۪يلٍۙ مَنْضُودٍۙ  ...


82-83. Ayetler Meal  :   
(Azap) emrimiz gelince oranın altını üstüne getirdik. Üzerine de Rabbinin katında işaretlenmiş pişirilmiş balçıktan taşlar yağdırdık. Bunlar zalimlerden uzak değildir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَمَّا ne zaman ki
2 جَاءَ gelince ج ي ا
3 أَمْرُنَا emrimiz ا م ر
4 جَعَلْنَا çevirdik ج ع ل
5 عَالِيَهَا üstünü ع ل و
6 سَافِلَهَا altına س ف ل
7 وَأَمْطَرْنَا ve yağdırdık م ط ر
8 عَلَيْهَا üzerine
9 حِجَارَةً taşlar ح ج ر
10 مِنْ
11 سِجِّيلٍ balçıktan pişirilmiş س ج ل
12 مَنْضُودٍ birbirini izleyen ن ض د
سجل Secele : سِجْلٌ büyük kovadır. Bu kelime büyük hediye ya da bağış için istiare edilmiştir. سِجِّيلٌ ise taş ve balçık karışımıdır. Denildiğine göre bu kelimenin aslı Farsça olup daha sonra Arapçaya geçmiştir. سِجِلٌّ lafzına gelince onun da asıl anlamı üzerine yazı yazılan taşa denirken daha sonra yazı yazılan herşey için isim olmuştur. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 4 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri sicil, tescil ve müsecceldir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

فَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا جَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهَا حِجَارَةً مِنْ سِجّ۪يلٍۙ مَنْضُودٍۙ

 

فَ  istînâfiyyedir.  لَمَّٓا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. 

جَٓاءَ اَمْرُنَا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اَمْرُ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Şartın cevabı  جَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا ’dır. 

جَعَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا   fail olarak mahallen merfûdur. عَالِيَهَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

سَافِلَهَا  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  اَمْطَرْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

عَلَيْهَا  car mecruru  اَمْطَرْنَا  fiiline müteallıktır.  حِجَارَةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

مِنْ سِجّ۪يلٍ  car mecruru  حِجَارَةً ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.

مَنْضُودٍ  kelimesi  سِجّ۪يلٍ  sıfatı olup lafzen mecrurdur.

عَالِيَهَا kelimesi sülâsî mücerred olan علو  fiilinin ism-i failidir.

سَافِلَهَا  kelimesi sülâsî mücerred olan  سفل  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail, eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنْضُودٍ  kelimesi sülâsî mücerred olan  نضد  fiilinin ism-i mef’ûludur.

فَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا جَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهَا حِجَارَةً مِنْ سِجّ۪يلٍۙ مَنْضُودٍۙ

 

فَ  istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi aynı zamanda muzâfun ileyh olan  جَٓاءَ اَمْرُنَا  cümlesidir ve müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabı  فَ  karinesi olmadan gelen  جَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا  cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupta gelen  وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهَا حِجَارَةً  cümlesi şartın cevabına matuftur.

مَنْضُودٍ  kelimesi,  سِجّ۪يلٍ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tâbi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

جَٓاءَ اَمْرُنَا  ibaresindeki  جَٓاءَ  fiilinde tebei istiare vardır. Geldi fiili, oldu/vuku buldu anlamında müstear olmuştur. 

اَمْرُنَا  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اَمْرُ  tazim edilmiştir.

جَٓاءَ اَمْرُنَا  [Emrin gelmesi] ifadesi azap vaktinden kinayedir. Ayrıca bu ibarede emrin  جَٓاءَ  fiiline isnadı aklî mecazdır.

حِجَارَةً  ve  سِجّ۪يلٍۙ  kelimelerindeki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder.

سِّجِّيلُ  kelimesi, cehennemdeki bir ateş vadisi olarak tefsir edilmiştir. Hem lâm ile hem nûn ile okunmuştur. Başındaki  مِن  teb'iziyyedir. Burada teşbih-i beliğ vardır.  بِحِجارَةٍ كَأنَّها مِن سِجِّيلِ جَهَنَّمَ (Cehennemin vadileri gibi olan taşlar) demektir. 

عَالِيَهَا - عَلَيْهَا  kelimeleri arasında cinas vardır.

Allah’ın, sebebin sahibi kendisi olması dolayısıyla nefsine isnat ederek (biz yaptık demesi) işi tazim etmek içindir. (Beyzâvî)

عَالِيَهَا (üstüne) ve  سَافِلَهَا  (altına) arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Zemahşerî mukabele metodunu vasıllarda kullanılan atıf harflerinin değişimi muvacehesinde de uygulamıştır. Hud Suresi’nde iki ayette  ولمّا, iki ayette de  فلمّا  şeklinde kullanılan و  ve  ف  atıflarının anlama katkıları ve belâgî yönlerini, ف ’nin hemen önceki ayetlerde zikredilen vaatlerden sonra kullanılmasıyla ilişkilendirir. (Zemahşerî, Keşşâf, II, 400)

Azabımızın vakti ve vadedilen zamanı olan sabah vakti gelince, Lut kavminin,  مؤتفكات  denilen kentlerinin altını üstüne getirdik. Bunlar beş kent olup oralarda dört yüz milyon insan yaşıyordu.

Bu kentlerin altını üstüne getirmekle de altüst olma hak gerçekleşebildiği halde ayette bu şekilde ifade edilmesi, durumun ne kadar korkunç ve feci olduğunu ifade etmek içindir. (Ebüssuûd)

Ayette taş yağdırma fiilinin, Allah'ın zamirine isnat edilmesi, gerçek müsebbibin O olması itibarıyla durumun vehamet ve korkunçluğunu göstermek içindir. (Ebüssuûd)


Hûd Sûresi 83. Ayet

مُسَوَّمَةً عِنْدَ رَبِّكَۜ وَمَا هِيَ مِنَ الظَّالِم۪ينَ بِبَع۪يدٍ۟  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مُسَوَّمَةً işaretlenmiş (taşlar) س و م
2 عِنْدَ katından ع ن د
3 رَبِّكَ Rabbin ر ب ب
4 وَمَا ve değildir
5 هِيَ bunlar
6 مِنَ -den
7 الظَّالِمِينَ zalimler- ظ ل م
8 بِبَعِيدٍ uzak ب ع د

مُسَوَّمَةً عِنْدَ رَبِّكَۜ وَمَا هِيَ مِنَ الظَّالِم۪ينَ بِبَع۪يدٍ۟

 

Önceki ayette geçen  حِجَارَةً ’in hali olup fetha ile mansubdur.  عِنْدَ  mekân zarfı,  مُسَوَّمَةً e müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır.

رَبِّكَ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَمَا هِيَ مِنَ الظَّالِم۪ينَ بِبَع۪يدٍ۟  cümlesi  حِجَارَةً in hali olarak mahallen mansubdur.

وَ  haliyyedir.  مَٓا  nefy harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder.  هِيَ  munfasıl zamiri  َٓما nın ismi olarak mahallen merfûdur.

مِنَ الظَّالِم۪ينَ  car mecruru  بَع۪يدٍ۟ e müteallıktır.  الظَّالِم۪ينَ nin cer alameti  ى 'dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanırlar.

بِ  harf-i ceri zaiddir.  بَع۪يدٍ۟  kelimesi lafzen mecrur,  َٓما nın haberi olarak mahallen mansubdur.

الظَّالِم۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  ظلم  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُسَوَّمَةً  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûludür.

مُسَوَّمَةً عِنْدَ رَبِّكَۜ وَمَا هِيَ مِنَ الظَّالِم۪ينَ بِبَع۪يدٍ۟

 

Önceki ayette geçen  حِجَارَةً ’in halidir. Hal, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. 

عِنْدَ رَبِّكَ  izafetinde hem muzâf hem de muzâfun ileyh Rabb isminden ötürü şan ve şeref kazanmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır. 

İkinci cümle  وَمَا هِيَ مِنَ الظَّالِم۪ينَ بِبَع۪يدٍ۟, menfi isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ifade eder.  مَا; nakıs fiil  ليس  gibi amel etmiştir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  مِنَ الظَّالِم۪ينَ, amili olan  بِبَع۪يدٍ۟ ’ne takdim edilmiştir. 

Müsned olan  بِبَع۪يدٍ۟ deki  بِ  harfi zaiddir. Tekid ifade eder.

اَمْطَرْنَا  fiilindeki mütekellim zamirinden sonra  عِنْدَ رَبِّكَ  [senin rabbinin katından] buyurulması tecrîd sanatı üslubudur. Burada aynı zamanda iltifat sanatı vardır.

حجارة مسومة  ifadesinde istiare vardır. Çünkü  تسويم  kelimesinin asıl anlamı “savaşta sembolleri seçmek ve gurupları birbirinden ayırmak için atlara ve süvarilere konan alametler”dir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “يُمْدِدْكُمْ رَبُّكُمْ بِخَمْسَةِ اٰلَافٍ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ مُسَوِّم۪ين  Rabbiniz, işaretleyici (musavvimin) beş bin melekle imdadınıza yetişmektedir.” (Âl-i İmran Suresi, 125)

Yine Yüce Allah, “وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ işaretli atlar/savaş atları” (Âl-i İmran Suresi, 14) buyurmuştur. Bu durumda ayetin manası şöyle olur: Yüce Allah, o taşları onlar için bir harp (vasıtası) ve düşmanlarına karşı yardım güçleri kıldığı için, onları (taşları) savaş erleri ve atları gibi tasvir etmiştir. Bu durumda sanki onlar Allah katından yani onları atmakla görevli bulunan melekleri katından -gerçekte bu taşlarda bir işaretleme söz konusu olmasa da- işaretlenmiş atların salındığı gibi düşmanlar üzerine fırlatılmıştır. Bir görüşe göre bu taşlar, azap için hazırlandığını, ceza için ayrıldığını gösteren bir takım alametlerle işaretlenmişlerdir ki bu durum, kalplere daha çok ürperti veren, gönüllere daha ağır gelen bir durumdur. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)

مُسَوَّمَةً عِنْدَ رَبِّكَۜ وَمَا هِيَ مِنَ الظَّالِم۪ينَ بِبَع۪يدٍ  [O (taşlar veya o beldeler), zalimlerden uzak olmayacaktır.]  çünkü onlar zulümleri sebebiyle taş yağmurunu hak etmişlerdir. Bunda bütün zalimler için tehdit vardır.

Rivayete göre aleyhisselam Efendimiz bunu Cebrail’e sordu, o da: Senin ümmetinin zalimlerini kastediyor; nerede bir zalim varsa bir zaman başına taş yağmuru yağma tehlikesine maruzdur, dedi.

Şöyle de denilmiştir: Zamir kentlere râcidir yani onlar Mekke zalimlerine yakındır, Şam seferlerinde onların yanından geçerler. بَع۪يدٍ ’in müzekker kılınması hacer (taş) yahut mekân tevili iledir. (Beyzâvî, Ebüssuûd)


Hûd Sûresi 84. Ayet

وَاِلٰى مَدْيَنَ اَخَاهُمْ شُعَيْباًۜ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ وَلَا تَنْقُصُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ اِنّ۪ٓي اَرٰيكُمْ بِخَيْرٍ وَاِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ مُح۪يطٍ  ...


Medyen halkına da kardeşleri Şu’ayb’ı peygamber gönderdik. O, şöyle dedi: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka hiçbir ilâhınız yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik yapmayın. Ben sizi bolluk içinde görüyorum. Ben sizin adınıza kuşatıcı bir günün azabından korkuyorum.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِلَىٰ ve (gönderdik)
2 مَدْيَنَ Medyen’e
3 أَخَاهُمْ kardeşleri ا خ و
4 شُعَيْبًا Şuayb’ı
5 قَالَ dedi ki ق و ل
6 يَا قَوْمِ kavmim ق و م
7 اعْبُدُوا kulluk edin ع ب د
8 اللَّهَ Allah’a
9 مَا yoktur
10 لَكُمْ size
11 مِنْ hiç bir
12 إِلَٰهٍ ilah ا ل ه
13 غَيْرُهُ O’ndan başka غ ي ر
14 وَلَا ve
15 تَنْقُصُوا eksik tutmayın ن ق ص
16 الْمِكْيَالَ ölçüyü ك ي ل
17 وَالْمِيزَانَ ve tartıyı و ز ن
18 إِنِّي şüphesiz ben
19 أَرَاكُمْ sizi görüyorum ر ا ي
20 بِخَيْرٍ bolluk içinde خ ي ر
21 وَإِنِّي ve ben
22 أَخَافُ korkuyorum خ و ف
23 عَلَيْكُمْ sizin hakkınızda
24 عَذَابَ azabından ع ذ ب
25 يَوْمٍ bir günün ي و م
26 مُحِيطٍ çepeçevre kuşatıcı ح و ط
Medyen, Hicaz bölgesi ile Suriye ticaret yolu üzerinde, Akabe körfezine yakın bir yerleşim merkezi idi (ayrıca bk. A‘râf 7/85). Şuayb aleyhisselâm ise Medyen ve Eyke halkına gönderilmiş bir peygamberdi (bilgi için bk. A‘râf 7/85; Kasas 28/22-24; İbn Âşûr, VIII, 239). O da diğer peygamberler gibi inkârcı ve putperest halkına önce Allah’tan başka tanrı olmadığını anlattı ve herkesi O’na kulluk etmeye çağırdı. Ancak Medyen halkı putperestliğinin yanında toplumsal ahlâk, özellikle ticaret ahlâkı bakımından da bozulmuştu. Esasen Medyen halkı bolluk içinde, müreffeh bir hayat yaşıyordu; yani onların böyle ahlâk dışı davranışlara sapmaları yoksulluktan kaynaklanmıyordu. Hz. Şuayb bu konu üzerinde çok durdu; ölçüyü, tartıyı eksik tutmamalarını, adaletle ve düzgün ölçüp tartmalarını, kendi çıkarları uğruna insanların mallarının değerini düşürmemelerini ve yeryüzünde fesat çıkararak ülke düzenini bozmamalarını emretti; böylece hak dinin tevhid ve adalet ilkelerini toplumda yerleştirmeye çalıştı. Özellikle dürüstlük ilkesi üzerinde durdu. Kişinin insan ilişkileri alanında dürüst olmadıkça Allah’a karşı da dürüst olamayacağını anlattı.
 “Allah’ın bıraktığı (meşrû) kazanç” diye tercüme ettiğimiz bakıyyetullah tamlamasına “Allah’a itaat etmek, Allah’ın vasiyeti, Allah’ın rahmeti, Allah’ın verdiği rızık, kısmet (İbn Kesîr, IV, 273), Allah’ın hayır ve bereketi, Allah’ın acıması” (İbn Âşûr, XII, 139) gibi anlamlar da verilmiştir. Bu ifade Allah’ın helâlinden verdiği nimetin kalıcı, çeşitli yolsuzluklarla elde edilen malın ise geçici olduğuna da işaret eder. Zira helâlinden elde edilen kazanç meşrû olduğu için onda erdemli kimselerin bir diyeceği olmaz, malı veren, alana karşı herhangi bir kin ve nefret duygusu beslemez; malı sahibinin elinden almak için fırsat kollamaz; dolayısıyla toplum mal ve can güvenliği içinde yaşar. Ayrıca helâlinden kazanılıp meşrû yerlere harcanan malın âhiretteki sevabı da ebedîdir (bk. Meryem 19/76). Oysa yolsuzlukla elde edilen mal toplumda kin ve nefret duygularını kamçılar; anarşiye, kan dökülmesine sebep olur; sonuçta mal da can da telef olur. Bu sebeple Hz. Peygamber, “Kanlarınız ve mallarınız birbirinize haramdır” buyurmuştur (Buhârî, “Hac”, 132, “Megåzî”, 77; Müslim, “Hac”, 147, “Kasâme”, 29).
 Bakıyye kelimesinin “acımak” anlamı da dikkat çekici olup Allah’ın, acıyarak köklerini kesecek azaptan onları kurtarmasının yolsuzluklarla elde edecekleri dünya malından daha hayırlı olduğunu, aynı zamanda Allah’ın emrine uymadıkları takdirde köklerini kesecek bir ceza ile cezalandırılacakları tehdidini ifade eder. Nitekim âyetin, “Ben üzerinize bir bekçi değilim” meâlindeki son cümlesi de bu anlamı destekler mahiyettedir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 192-193
وزن Vezene : Bir şeyin değerini ağırlığını bilmektir.Halk nazarında bilinen ağırlık terazi ve baskülle miktarı ölçülen şeylerdir. Bu köke ait kelimenin geçtiği 55/9 ayetinde insanın yaptığı ve söylediği her şeyde adaleti gözetmesi gerektiğine bir işaret vardır. Yüce Allah مِيزان sözcüğünü kimi yerde hesaba çekeni göz önünde bulundurarak tekil lafızla, kimi yerde de hesaba çekilenleri göz önünde bulundurarak çoğul lafızla zikretmiştir. Maddi ve manevi konularda kullanılabilir. Keyl bir şeyin miktarını hacim olarak belirlemek, vezn ise ağırlık cihetinden tayin etmektir. مِيزان kendisiyle eşyanın ölçüldüğü şeyin ismidir. (Tahkik – Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 23 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri vezin, mizan, mevzun, muvazene ve veznedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)”

وَاِلٰى مَدْيَنَ اَخَاهُمْ شُعَيْباًۜ

 

وَ  istînâfiyyedir.  اِلٰى مَدْيَنَ  car mecruru mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri,  أرسلنا  (gönderdik) şeklindedir.

اَخَاهُمْ  mef’ûlun bih olup harfle îrab olan beş isimden biridir. Nasb alameti eliftir.

Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

شُعَيْباً  kelimesi  اَخَاهُمْ ’den bedel olup lafzen mansubdur.


 قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. 

Mekulü’l-kavli,  يَا قَوْمِ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

يَا  nida harfi,  قَوْمِ  münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim  ي ’sı mahzuftur.

Nidanın cevabı  اعْبُدُوا اللّٰهَ ’dır.  اعْبُدُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اللّٰهَ  lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  لَكُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  اِلٰهٍ  lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen  merfûdur.

مِنْ  harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel-karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Zaid olan  مِنْ  harf-i ceri  لَيْسَ ’ye benzeyen  مَا ’dan sonra geldiğinde umumiyetle ‘hiç’ (istiğrak) manası ifade eder. Buradaki zaid olan  مِنْ  harf-i cerinin istiğrak manası ifade etmesi cümlenin başına  لَيْسَ ’ye benzeyen nefy  مَا ’sının gelmesinden dolayıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

غَيْرُهُ  kelimesi  اِلٰهٍ  kelimesinin sıfatıdır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

Hakiki Sıfat:

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred Olan Sıfatlar:

Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsufuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَلَا تَنْقُصُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ اِنّ۪ٓي اَرٰيكُمْ بِخَيْرٍ 

 

وَ  atıf harfidir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  

تَنْقُصُوا   fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

الْمِكْيَالَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  الْم۪يزَانَ  kelimesi atıf harfi  وَ la الْمِكْيَالَ kelimesine matuftur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. 

Mütekellim zamiri  ي  ise  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

اَرٰيكُمْ بِخَيْرٍ  fiili  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

اَرٰيكُمْ  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  اناdir.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

بِخَيْرٍ  car mecruru  mahzuf ikinci mef’ûle veya hale müteallıktır. بِخَيْرٍ 'deki  بِ  harfi ceri mülâbese içindir. (Âşûr) 

بِ  harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık-bedel, istiane, zaman-mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَاِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ مُح۪يطٍ

 

وَ  atıf harfidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. Mütekellim zamiri  ي  ise  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

اَخَافُ  fiili  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  اَخَافُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انا ’dir.

Muzari fiillerin zamirlerinden bazıları  (أَنَا – أَنْتَ – نَخْنُ...) fail (özne) konumunda olduklarında zorunlu olarak müstetir olurlar yani bariz zamir olarak açık şekilde yazılmaları mümkün olmadığı gibi bunların yerine açık bir isim söylenmesi de mümkün değildir. (هُوَ - هِيَ) zamirlerinin müstetir oluşu ise mazi fiilde de muzari fiilde de vücûben değil cevazendir yani bunların müstetir zamir olarak kullanılmaları zorunlu olmayıp bu zamirlerin yerine istenildiği takdirde açık isim getirilmesi de mümkündür. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَلَيْكُمْ  car mecruru  اَخَافُ  fiiline müteallıktır.

عَذَابَ  kelimesi  اَخَافُ  fiilinin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.  يَوْمٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  مُح۪يطٍ  kelimesi  يَوْمٍ ’in sıfatıdır.

مُح۪يطٍ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِلٰى مَدْيَنَ اَخَاهُمْ شُعَيْباًۜ 

 

وَ  atıf harfidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  اِلٰى مَدْيَنَ, takdiri  أرسلنا (gönderdik) olan fiile müteallıktır. Mahzufla birlikte cümle, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

شُعَيْباً  kelimesi, mef’ûl olan  اَخَاهُمْ ’dan bedeldir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Hud ve Salih peygamberlerin sözleriyle aynıdır. Yani 50 ve 61. ayetlerle reddü’l-acüz ale’s-sadr ve iktibas sanatları vardır.

Böyle tekrarlanan lafızlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.


 قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ 

 

Bu cümle, tevhidin tespiti ve bu emrin illeti mahiyetindedir. (Ebüssuûd)

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır. 

Münada olan  قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi, nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir. Kelimedeki kesra, muzâfun ileyhten ivazdır.

Nidanın cevabı olan  اعْبُدُوا اللّٰهَ, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.


مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede îcaz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  مَا  nafiyedir.  لَكُمْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

Muahhar mübteda olan  اِلٰهٍ, zaid  مِنْ  sebebiyle lafzen mecrur, mahallen merfûdur.  اِلٰهٍ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Kelimeye “hiçbir” manası katmıştır. Bilindiği gibi nefy sıyakında nekre, umum ifade eder.

غَيْرُهُ  kelimesi,  اِلٰهٍ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

غَيْرُهُ  izafeti gayrının tahkiri içindir.

اِلٰهٍ - اللّٰهَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


 وَلَا تَنْقُصُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ

 

Bu cümleden önce Allah onlara dinin temel umdesini ve mükelleflere ilk vacip olanı emrettikten sonra bu cümlede de kendilerine onların sürekli olarak itiyat edindikleri eksik verip fazla almak prensibini yasaklamaktadır.

Bu cümle, geçen olumsuz emrin illeti mahiyetindedir. Bundan sonra gelecek cümle de ikinci illetidir. (Ebüssuûd)

وَ, atıf harfidir.

Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan  وَلَا تَنْقُصُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ  cümlesi,  اعْبُدُوا اللّٰهَ cümlesine matuftur. İki cümle arasında inşaî olmak bakımından mutabakat vardır.

الْمِكْيَالَ - الْم۪يزَانَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


اِنّ۪ٓي اَرٰيكُمْ بِخَيْرٍ 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen  اِنّ۪ٓي اَرٰيكُمْ بِخَيْرٍ  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler.

Müsnedin muzari fiil cümlesi formunda gelmesi hudûs ve hükmü takviye ifade eder.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ  ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr, 1)

اِنّ۪ٓي  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Bu cümle mana itibarıyla Mutaffifin Suresi’ne benzer. İktibas vardır. Medyen de Mekke gibi ticaret merkezi olmuştur.


وَاِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ مُح۪يطٍ

 

Cümle makabline وَ ’la atfedilmiştir.

اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler.

Müsnedin muzari fiil cümlesi formunda gelmesi hudûs ve hükmü takviye ifade eder.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ  ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr, 1)

عَذَابَ يَوْمٍ مُح۪يطٍ  (Kuşatan azabın günü) tabiri mecaz-ı aklîdir. Çünkü “kuşatma” fiili güne isnat edilmiştir. Halbuki gün, cisim değildir. Bu isnat, azabın o günde olması itibarıyla yapılmıştır. Bu, fiilin zamana isnadıdır. (Safvetu't Tefasir)

لَكُمْ  - عَلَيْكُمْ  harflerinde tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

عَذَابَ يَوْمٍ  ibaresinde sıfat mevsufuna muzâf olmuştur. Bu, azabın korkunçluğunu vurgulayan bir üsluptur.

Allah Teâlâ onları, içinden hiç kimsenin çıkamayacağı bir biçimde “kuşatacak bir azap” ile korkutup tehdit etmiştir. Ayetteki  مُح۪يطٍ  kelimesi, görünüşte,  يَوْمٍ  kelimesinin sıfatıdır. Mana bakımından ise azap kelimesinin sıfatıdır. Bu Cenab-ı Hakk’ın, “Bu çetin bir gündür.” (Hud Suresi, 77) ayetinde olduğu gibi meşhur bir mecazdır. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

Bu azaptan murad, kıyamet gününün azabıdır yahut tamamen yok edici olan azaptır.

Bu ifade, geçen olumlu ve olumsuz her iki emrin de sebebi mahiyetinde olabilir. (Ebüssuûd)


Hûd Sûresi 85. Ayet

وَيَا قَوْمِ اَوْفُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ بِالْقِسْطِ وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ  ...


“Ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı adaletle tam yapın. İnsanların eşyalarını (mallarını ve haklarını) eksiltmeyin. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَا قَوْمِ kavmim ق و م
2 أَوْفُوا tam yapın و ف ي
3 الْمِكْيَالَ ölçüyü ك ي ل
4 وَالْمِيزَانَ ve tartıyı و ز ن
5 بِالْقِسْطِ adaletle ق س ط
6 وَلَا ve
7 تَبْخَسُوا eksik vermeyin ب خ س
8 النَّاسَ insanların ن و س
9 أَشْيَاءَهُمْ eşyalarını ش ي ا
10 وَلَا ve
11 تَعْثَوْا karışıklık çıkarmayın ع ث و
12 فِي
13 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
14 مُفْسِدِينَ bozguncular olarak ف س د

وَيَا قَوْمِ اَوْفُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ بِالْقِسْطِ وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ

 

وَ  atıf harfidir.  يَا  nida harfi,  قَوْمِ  münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim  ي ’sı mahzuftur.

Nidanın cevabı  اَوْفُوا الْمِكْيَالَ dir. 

اَوْفُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

الْمِكْيَالَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  الْم۪يزَانَ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  الْمِكْيَالَ ye matuftur.  بِالْقِسْطِ  car mecruru  اَوْفُوا  fiilinin failinin haline müteallıktır.

بِالْقِسْطِ  sözündeki  بِ  harf-i ceri mülâbese içindir. (Âşûr) 

بِ  harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık-bedel, istiane, zaman-mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)                      

وَ  atıf harfidir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَبْخَسُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

النَّاسَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اَشْيَٓاءَهُمْ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَعْثَوْا  fiili  نَ ’un hazfiyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

فِي الْاَرْضِ  car mecruru  تَعْثَوْا  fiiline müteallıktır.  مُفْسِد۪ينَ  kelimesi hal olup nasb alameti  ي’dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

مُفْسِد۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَيَا قَوْمِ اَوْفُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ بِالْقِسْطِ وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ

 

Ayet önceki  يَا قَوْمِ ’e matuf olup nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Münada olan  قَوْمِ’deki mütekellim zamirinin hazfi nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

Nidanın cevabı olan  اَوْفُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan  وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ  cümlesi şartın cevabına وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan  وَلَا تَعْثَوْا  cümlesi, her ikisi de inşâ cümlesi olması nedeniyle öncesine atfedilmiştir. 

الْمِكْيَالَ - الْم۪يزَانَ  ve  الْقِسْطِ  - اَوْفُوا  ve مُفْسِد۪ينَ  - تَعْثَوْا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, اَوْفُوا  ve  تَبْخَسُوا  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ  [insanlara eşyasını eksik de vermeyin.] 

Yani insanların ölçü ve tartı ile satın aldıkları şeyleri, ölçü ve tartının noksan olmaları ve adil olmamaları sebebiyle eksik vermeyin.

Bu husus daha önceki emirler zımnında anlaşıldığı halde burada sarahatle zikredilmesi, hakların noksan verilmesine ilişkin zikredilen korkutma ve zecirden (yasaklama) sonra buna ziyadesiyle önem atfetmek ve hakların ifasını teşvik içindir.

Muhtemeldir ki daha önce zikredilen ölçüyü ve tartıyı adaletle kullanmaktan murad, ölçülen ve tartılan mallarda hakkaniyetin ifasıdır ve insanlara eşyasını eksik vermemek emri de genel olup miktardaki eksikliği de başkasını da kapsamaktadır. Buna göre bu ifade, tahsisten sonra tamim kabilinden olur. (Ebüssuûd, Âşûr )

وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ  [Yeryüzünde fesat çıkarmayın] ifadesinde arz keli­mesinin açıkça zikredilmesi, fesadın çirkinliğini göstermekte mübalağa ifade eder.

مُفْسِد۪ينَ  kelimesi hal-i müekkidedir. Bu üslubun fesahat yönü şöyledir: مُفْسِد۪ينَ  lafzı fesadı yasaklamayı pekiştirir ve o yasağa karşı gafil davranma ve onu unutma gibi mahzurları da ortadan kaldırır. (Safvetu't Tefasir, Âşûr, Araf Suresi 74) 

Hal konumundaki  مُفْسِد۪ينَ  dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Ayette yer alan  الْمِكْيَالَ [ölçü] ve  الْم۪يزَانَ [tartı] kavramları, eşya lafzının anlam kapsamına girdiği halde bu iki kavramın hususi olarak eşya lafzından önce zikredilmesiyle ıtnâb meydana gelmiştir. Itnâbın bu çeşidine tahsisten sonra tamim adı verilir. Söz konusu ayeti Beyzâvî şu şekilde izah eder: الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ  kelimelerinin ardından  اَشْيَٓاءَ  kelimesinin zikredilmesi sebebiyle burada tahsisten sonra tamim (özel ifadeden sonra genele geçme) sanatına başvurulmuştur. Zira “eşya” ifadesi, ölçü ve tartıyı da kapsayan daha genel bir ifadedir. Ayette özellikle bu iki kavramın zikredilmesi insanların daha çok bu alanda hile yaptıklarına işaret etmek içindir. Ayetin  لَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ [Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.] cümlesi de aynı edebî sanata örnektir. Çünkü  لَا تَعْثَوْا [karışıklık çıkarmayın]  ifadesi de haklarda noksanlaştırmayı ve diğer fesat çeşitlerini içine alan geniş manalı bir ifadedir. (Beyzâvî, III, 252; Konevî, X, 170)

Şuayb'ın onlara tavsiyelerinin [Ölçü ve tartıyı kıst/adalet ve hakkaniyet ile ifa edin. Bu insanlara, kendilerinin eşyasını eksiltmeyin/kusurlu-ayıplı göstermeyin-değersizleştirmeyin] şeklinde sayılması taksim sanatıdır.

Bundan önce, ölçü ve tartının eksik tutulmaması emredildikten sonra burada da her ikisinde adaletin sarahatle emredilmesi, insanları adaleti tam olarak gerçekleştirmeye ve hakları eksiltmemeye ziyadesiyle sevk etmek ve bir de şu noktaya dikkat çekmek içindir: Onların sadece hakları eksik vermekten el çekmeleri yeterli değil, fakat ifsat ettikleri ve zulümlerine ölçü ve düşmanlıklarma kanun yaptıklarını da düzeltmeleri gerekir. (Ebüssuûd)

Bu ayette, üç bakımdan tekrar meydana gelmiştir. Çünkü Allah Teâlâ önce وَلَا تَنْقُصُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ [Ölçüyü ve tartıyı eksik tutmayın.] buyurmuş; sonra اَوْفُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ بِالْقِسْطِ [Ölçüde ve tartıda adaleti yerine getirin.]  buyurmuştur. Bu, birinci sözün aynısıdır. Daha sonra da  وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ  [İnsanların eşyasını eksiltmeyin.] buyurmuştur. Öyleyse bu tekrardaki hikmet nedir? denirse biz deriz ki: Bunun birkaç izah şekli vardır:

Birinci İzah: Onun kavmi, bu işte ısrar etmekteydiler. Bundan dolayı eksik ölçü ve tartıdan men etmek hususunda iyice açıklamada bulunup tekid etmek ihtiyacını duymuştur. Tekrar ise tekidi, o meseleye gösterilen önem ve ihtimamın fazlalığını gösterir.

İkinci İzah: وَلَا تَنْقُصُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ [Ölçüyü ve tartıyı eksik tutmayın.]  tabiri, eksik nehyetmektir.  اَوْفُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ بِالْقِسْطِ  [Ölçüde ve tartıda adaleti yerine getirin.]  adaleti tam olarak yerine getirmeyi emretmektir. Bir şeyin zıddını nehyetmek, onu emretmekten farklıdır. Bir kimse çıkıp da “Bir şeyin zıddını nehyetmek, onu emretmektir. Binaenaleyh bu bakımdan ayette bir tekrarın yapılmış olması gerekir.” diyemez. Çünkü biz diyoruz ki buna iki şekilde cevap verilebilir:

1) Allah Teâlâ, iyice tekid etmek için, bir şeyi emretmek ile onun zıddını nehyetmek için beraber zikretmiştir. Nitekim sen, “Akrabalarına sıla-i rahim yap, onlardan ilgini kesme!” dersin. Böyle bir cem' son derece fazla olan bir tekide işaret etmektedir.

2) Şöyle diyebiliriz: “Biz, emrin, sizin söylediğiniz gibi olduğunu kabul etmiyoruz. Çünkü hem bir işin eksik yapılmasının nehyedilmesi hem de o işin aslının nehyedilmesi mümkündür. Şu halde Cenab-ı Hakk, burada hem eksik ölçüp tartmaktan nehyetmekte hem de hakkın tam olarak verilmesini emretmektedir. Çünkü bu, Cenab-ı Hakk'ın, muameleleri men edip alışverişi yasaklamadığına; ancak eksik ölçüp tartmayı reddettiğine delalet eder. Bu böyledir, çünkü bir grup kimse, “Alışveriş, eksik ölçüp tartmaktan ve kimilerinin hakkını alıkoymaktan hali olamaz. Binaenaleyh, alışveriş külliyen haramdır.” demektedir. İşte böyle bir vehmi iptal etmek için Allah Teâlâ birinci ifadede eksik ölçüp tartmayı nehyetti; ikinci ayette de ölçüp tartmayı tam adaletle yapmayı emretti.

لَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ  [İnsanların eşyasını eksiltmeyin.] şeklindeki üçüncü ifadeye gelince bu bir tekrar değildir. Çünkü Allah Teâlâ önceki buyruğunda yasaklamayı, ölçüyü ve tartıyı noksanlaştırma meselesine tahsis etmiştir. Sonra bu hükmü, bütün şeylere tamim etmiştir (genelleştirmiştir). Bu izah ile bunun bir tekrar olmayıp aksine bu ifadelerin her birinde farklı bir mananın bulunduğu ortaya çıkar.

Üçüncü İzah: Allah Teâlâ birinci ayette وَلَا تَنْقُصُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ  [Ölçüyü ve tartıyı eksik tutmayın.] ikinci ayette,  اَوْفُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ بِالْقِسْطِ  [Ölçüde ve tartıda adaleti yerine getirin.]  buyurmuştur. İfa, adaleti yerine getirmek, o işi tam ve mükemmel bir biçimde yapmaktan ibarettir. Bu ise ancak hak edilenden daha fazla verdiği zaman tahakkuk eder. Allah Teâlâ, mesela abdestte yüzü yıkamayı emretti. Fakat başın cüzlerinden birini yıkamadıkça yüzün tamamını yıkama emri yerine gelmez. Velhasıl Cenab-ı Hakk birinci ayette, noksan ölçüp tartmayı nehyetmiş; ikinci ayette de fazlasıyla vermeyi emretmiştir. Bu vacibin kesin ve kati olarak yapılmış olabilmesi için bu miktardan fazlasının verilmesi gerekir. Şu halde Cenab-ı Hakk sanki önce insanı bu fazlalığın kendisinde kalması için başkalarının mallarını eksiltmeye gayret etmekten nehyetmiş, ikinci olarak da mesuliyetten kesin olarak kurtulmak için kendi hakkını azaltmaya gayret etmesini emretmiştir. (Fahreddin er-Râzî)


Hûd Sûresi 86. Ayet

بَقِيَّتُ اللّٰهِ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَۚ وَمَٓا اَنَا۬ عَلَيْكُمْ بِحَف۪يظٍ  ...


“Eğer inanan kimselerseniz Allah’ın bıraktığı helâl kazanç sizin için daha hayırlıdır. Ben sizin başınızda bir bekçi değilim.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 بَقِيَّتُ bıraktıkları ب ق ي
2 اللَّهِ Allah’ın
3 خَيْرٌ daha hayırlıdır خ ي ر
4 لَكُمْ sizin için
5 إِنْ eğer
6 كُنْتُمْ iseniz ك و ن
7 مُؤْمِنِينَ mü’minler ا م ن
8 وَمَا ve değilim
9 أَنَا ben
10 عَلَيْكُمْ sizin üzerinize
11 بِحَفِيظٍ bir koruyucu ح ف ظ

بَقِيَّتُ اللّٰهِ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَۚ

 

İsim cümlesidir.  بَقِيَّتُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  اللّٰهِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

خَيْرٌ  haber olup lafzen merfûdur.  لَكُمْ  cer mecruru خَيْرٌ ’e müteallıktır.

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  كُنْتُمْ ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.

مُؤْمِن۪ينَ  kelimesi  كان ’nin haberi olup nasb alameti  ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri,  إن كنتم مؤمنين فإنّ بقيّة الله خير لكم (Eğer mümin iseniz Allah’ın bıraktığı sizin için daha hayırlıdır.) şeklindedir.

مُؤْمِن۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

خَيْرٌ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  şeklindedir. Çok kullanıldıklarından Arap dilinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَمَٓا اَنَا۬ عَلَيْكُمْ بِحَف۪يظٍ

 

وَ  atıf harfidir.  مَٓا  nefy harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder.  اَنَا۬  munfasıl zamiri  مَا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur.  عَلَيْكُمْ  car mecruru  حَف۪يظٍ e müteallıktır.

بِ  harfi zaiddir.  حَف۪يظٍ  lafzen mecrur,  مَا ’nın haberi olarak mahallen mansubdur.

حَف۪يظٍ  kelimesi sülâsî mücerred olan  حفظ  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail, eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بَقِيَّتُ اللّٰهِ خَيْرٌ لَكُمْ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Müsnedün ileyhin izafetle marife olması veciz ifade kastına matuftur.

بَقِيَّتُ اللّٰهِ  tabirinde istiare vardır. Çünkü  البَقِيَّة ’nin gerçek anlamı, “önceki bir şeyden geride bir şey bırakılmasıdır” ki bunun Yüce Allah için söylenmesi caiz olmaz. O halde bununla kastedilen bu gerçek anlamın dışında bir şey olmalıdır. Bunun anlamı konusunda bazı farklı görüşler ileri sürülmüştür: Birisi(ne göre ayet) “Allah’ın nimetlerinden bıraktıkları sizin için daha hayırlı” demektir. Çünkü itaat devam ettiği sürece Allah’ın rıza ve sevabı da devam eder. Yine denildiğine göre “Allah’ın bıraktığı azaba müstehak olduktan sonra onun sizi affetmesi ve size merhamet etmesi’’ demektir. Nitekim savaşan Araplar, savaş kızışıp ölümler arttığında ve durum sarpa sardığında birbirlerine  “البَقِيَّةَ! ، البَاقِيَة” derler ki “Sizden bizi bırakmanızı, bizi bağışlamanızı talep ederiz.” demektir. Bu ifadedeki “bakıyye”, “ibka (arta bırakmak)” ile aynı anlamdadır. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları )

بَقِيَّتُ  kelimesi, Allah’ın verdiği anlamında sebep alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

Şarta bağlı olan bir şey, şart bulunmayınca tahakkuk etmez. Binaenaleyh bu ayet zahiren böyle eksik ölçüp tartmaktan kaçınmayan kimsenin mümin olamayacağına delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)

بَقِيَّتُ  kelimesinin lafza-i celâle izafet edilmesi; ayrı ayrı ve bir arada olmak üzere bütün isimleri kapsaması ve dolayısıyla teşrif ve bereketlenme içindir. (Âşûr) 


 اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَۚ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, şart üslubunda talebî inşaî isnaddır. Şart cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesidir.

Takdiri,  إن كنتم مؤمنين فإنّ بقيّة الله خير لكم (Eğer mümin iseniz Allah’ın bıraktığı sizin için daha hayırlıdır.) olan terkipte, öncesinin delaletiyle cevap cümlesi hazf edilmiştir. Dolayısıyla cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.

Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur, öncesinin delaletinden mana anlaşılır.

Ayette cevap farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcaz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ [Eğer mümin kimseler iseniz...] anlamındaki ayet şarttır. Çünkü onlar bunun doğruluğunu ancak mümin olmaları şartıyla anlayabilirler, bilebilirler. “Yoksa ben üzerinizde koruyucu değilim.” Yani masiyetleriniz sebebiyle üzerinizdeki Allah’ın nimetlerinin zeval bulmasına karşı, benim sizi koruyabilme imkânım olamaz. (Kurtubî)

بَقِيَّتُ اللّٰهِ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَۚ  [Eğer mümin kimseler iseniz Allah'ın bakiyesi sizin için daha hayrIıdır]. Yani “Eğer iman ediyorsanız Allah'ın size bıraktığı helal rızk bundan daha hayırlıdır.” demektir.  بَقِيَّتُ 'nin Allah'a izafe edilmesi, rızkın O'na ait olması dolayısıyladır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 1, s. 316)


وَمَٓا اَنَا۬ عَلَيْكُمْ بِحَف۪يظٍ

 

Ayetin son cümlesi, istînâf olan  إن كنتم مؤمنين cümlesine matuftur. Menfi isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ifade eder. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.

عَلَيْكُمْ  kelimesi, amili olan  بِحَف۪يظٍ ’e takdim edilmiştir. Müsned olan  بِحَف۪يظٍ ’deki  بِ  harfi zaiddir. Tekid ifade eder.

اَنَا۬  zamirinin başına olumsuzluk harfi  مَٓا  geldiği için kasr olmuştur.

Müsnedün ileyhin nefyden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması durumunda bu takdim kesinlikle tahsis ifade eder. Olumsuz mananın yanında bir de olumlu mana ifadesi vardır. Bu kaide haber, fiile benzer bir lafız olduğu zaman da geçerlidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

عَلَيْكُمْ  kelimesinin  بِحَف۪يظٍ ’e  takdimi fasılaya riayet ve ihtimam  içindir.


Hûd Sûresi 87. Ayet

قَالُوا يَا شُعَيْبُ اَصَلٰوتُكَ تَأْمُرُكَ اَنْ نَتْرُكَ مَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَٓا اَوْ اَنْ نَفْعَلَ ف۪ٓي اَمْوَالِنَا مَا نَشٰٓؤُ۬اۜ اِنَّكَ لَاَنْتَ الْحَل۪يمُ الرَّش۪يدُ  ...


Dediler ki: “Ey Şu’ayb! Babalarımızın taptığını, yahut mallarımız hakkında dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana namazın mı emrediyor. Oysa sen gerçekten yumuşak huylu ve aklı başında bir adamsın.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا onlar (şöyle) dediler ق و ل
2 يَا شُعَيْبُ Şuayb
3 أَصَلَاتُكَ namazın mı? ص ل و
4 تَأْمُرُكَ sana emrediyor ا م ر
5 أَنْ
6 نَتْرُكَ bırakmamızı ت ر ك
7 مَا şeyleri
8 يَعْبُدُ taptıkları ع ب د
9 ابَاؤُنَا babalarımızın ا ب و
10 أَوْ yahut
11 أَنْ
12 نَفْعَلَ yapmaktan vazgeçmemizi ف ع ل
13 فِي
14 أَمْوَالِنَا mallarımızda م و ل
15 مَا şeyi
16 نَشَاءُ istediğimiz ش ي ا
17 إِنَّكَ doğrusu sen
18 لَأَنْتَ birisin
19 الْحَلِيمُ yufka yürekli ح ل م
20 الرَّشِيدُ akıllı ر ش د
“İbadet” diye tercüme ettiğimiz salât kelimesi “din, okuma” gibi anlamlarda da yorumlanmıştır (Şevkânî, II, 589). Allah’a ibadet, O’nun birliği ilkesine dayanan dinin direği hükmünde olduğu ve putperestlere açıkça muhalefeti temsil ettiği için putperestler daima müminlerin ibadetiyle alay ederek dini yıkmaya, yıkamadıkları takdirde ise zayıflatmaya çalışmışlardır. Hz. Şuayb’ın kavmi de aynı maksatla onun ibadeti ile alay ederek tebliğ ettiği dini etkisiz hale getirmeye gayret etmiştir. Şuayb’ın gerek Allah’a ibadet, gerekse ticarî ahlâk konusunda söyledikleri insan fıtratına uygun ve hürriyeti geliştirici davranışlar olduğu halde, onlar bunun hürriyeti engelleyici bir budalalık olduğunu düşünerek onu küçümseyip alay etmişlerdir. Oysa mal ve can güvenliğinin bulunmadığı yerde hürriyetten söz etmek mümkün değildir; bu nedenle Hz. Şuayb, tebliğ ettiği ilâhî hükümlerle hürriyetin gelişmesi için gerekli olan mal ve can güvenliğini sağlamaya çalışıyordu. Ancak yolsuzluklarla toplumu sömürmeye alışmış olanlar hürriyeti sadece kendileri için istiyor ve istedikleri gibi yolsuzluk yapma hürriyetini savunuyorlar, peygamberin buna müsaade etmeyeceğini düşünemiyorlardı. “Oysa sen uyumlu ve akıllı birisin!” ifadelerinden inkârcıların, aklı başında bir kimsenin –yanlış da olsa– toplum içinde yerleşmiş gelenek ve göreneklere karşı çıkmasının doğru olmadığına inandıkları, bu sebeple Şuayb’ın uyarılarını yadırgadıkları anlaşılmaktadır. Bununla birlikte bu sözü Şuayb ile alay etmek için söylemiş olmaları ihtimali de vardır. Daha önce de Şuayb’ın ibadeti ve davranışlarıyla alay etmiş olmaları onun aklı başında biri olduğuna inanmadıklarını gösterir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 193-194

قَالُوا يَا شُعَيْبُ اَصَلٰوتُكَ تَأْمُرُكَ اَنْ نَتْرُكَ مَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَٓا اَوْ اَنْ نَفْعَلَ ف۪ٓي اَمْوَالِنَا مَا نَشٰٓؤُ۬اۜ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli, يَا شُعَيْبُ ’dir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

يَا  nida harfidir.  شُعَيْبُ  nasb mahallinde damme üzere mebni münadadır.

Nidanın cevabı  اَصَلٰوتُكَ تَأْمُرُكَ ’dir.

Hemze istifham harfidir.  صَلٰوتُكَ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

تَأْمُرُكَ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

تَأْمُرُكَ  merfû muzari fiildir.  Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir.

Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  تَأْمُرُكَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

نَتْرُكَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَٓا ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يَعْبُدُ  merfû muzari fiildir.  اٰبَٓاؤُ۬نَٓا  fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَٓا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, birinci masdar-ı müevvele matuf olup mahallen mansubdur.

نَفْعَلَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

ف۪ٓي اَمْوَالِنَا  car mecruru  نَفْعَلَ  fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  نَشٰٓؤُ۬ا ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

نَشٰٓؤُ۬ا  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. 


 اِنَّكَ لَاَنْتَ الْحَل۪يمُ الرَّش۪يدُ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

كَ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.

اَنْتَ الْحَل۪يمُ الرَّش۪يدُ  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

Munfasıl zamir  اَنْتَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْحَل۪يمُ  kelimesi haberi olup lafzen merfûdur.

الرَّش۪يدُ  kelimesi ise ikinci haberi olup lafzen merfûdur.

قَالُوا يَا شُعَيْبُ اَصَلٰوتُكَ تَأْمُرُكَ اَنْ نَتْرُكَ مَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَٓا اَوْ اَنْ نَفْعَلَ ف۪ٓي اَمْوَالِنَا مَا نَشٰٓؤُ۬اۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müşriklerin Şuayb’a verdikleri cevaptır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır.

Nidanın cevabı  اَصَلٰوتُكَ تَأْمُرُكَ  cümlesi ise istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen alay, tevbih ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَنْ  ve akabindeki  نَتْرُكَ  muzari fiil cümlesi, masdar tevilinde takdir edilen  ب  harfi ceriyle birlikte  تَأْمُرُكَ  fiiline müteallıktır.

نَتْرُكَ  fiilinin mef’ûlü konumundaki masdar harfi  مَا ’nın sılası  يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَٓا , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Ayetteki ikinci masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  نَفْعَلَ ف۪ٓي اَمْوَالِنَا مَا نَشٰٓؤُ۬ا  cümlesi, masdar teviliyle masdariyyeye matuftur. 

نَفْعَلَ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  نَشٰٓؤُ۬اۜ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümledeki muzari fiiller teceddüt ve tecessüm ifade etmektedir.

Şuayb’a (a.s.) inanmayanların “Atalarımızın taptıklarını terk etmemizi ve mallarımızla her istediğimizi yapmamamızı sana namazın mı emrediyor?” demeleri hidayete niyetli olmadıklarını ve Şuayb’ı (a.s.) tahkir için konuyu bilmiyormuş gibi davrandıklarını gösteriyor. Bu üslup tecâhül-i ârif sanatıdır. (Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Bedî’ ilmi) Aslında Allah’ın emrettiğini biliyorlar.

Bazı müellifler bu ayetteki istifhamın gayesini alay etme olarak açıklamışlardır.

اَصَلٰوتُكَ تَأْمُرُكَ  ifadesinde istiare vardır. Çünkü gerçekte namazdan emir sadır olması mümkün değildir. Namazın, hayrı emreden, kötülükten sakındıran konumunda olması dolayısıyla ona böyle denilmiştir. Yine denildiğine göre bu tabir ile kastedilen “Sana bunu dinin mi emrediyor?” manası kastedilmiştir ki “Senin şeriatın ve dinindeki emir böyle mi?” anlamındadır. Bu durum, din dairesi içinde olunca bunların emredilmesinin dine nispet edilmesi güzel olmuştur. Bu sözde bir başka mecaz daha bulunmaktadır. O da Allah Teâlâ’nın “اَصَلٰوتُكَ تَأْمُرُكَ اَنْ نَتْرُكَ مَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَٓ(Atalarımızın taptıklarını terk etmemizi sana namazın mı emrediyor?)” sözüdür. Burada sözün zahirindeki gibi kavminin sürdürdüğü (yanlış) tutumu terk etmelerinin Şuayb’a emredilmiş olması sıhhatli olmaz. Bu bakımdan -Allahu a’lem- bunun anlamı, “Atalarımızın taptıklarını terk etmeyi bize buyurmanı sana namazın mı emrediyor?’’ şeklindedir. (Ayetteki) ikinci “emr”in zikredilmesiyle yetinilmiştir. Çünkü o (ikinci emir), sözün bağlamından anlaşılıp bilinebilecek bir unsur konumundadır. Bu (tür hazif icazları) Kur’an’ın derin sırlarındandır. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları)

“Namazın mı emrediyor?”, ibaresinde mecazî isnad vardır.

يَعْبُدُ - صَلٰوتُكَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr,  نَتْرُكَ  -  نَفْعَلَ  ve  نَتْرُكَ - نَشٰٓؤُ۬ا  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatları vardır.

Namazdan maksat Hz. Şuayb’ın dini ve imanıdır. Zira namaz, dinin şiarını gösterir. Böylece onlar namazı dinden kinaye olarak zikretmişlerdir. Yahut da şöyle deriz: Namaz, asıl olarak ittiba edip uymak manasınadır. (Fahreddin er-Râzî)

Burada namaz kelimesi “din, davet, Allah Teâlâ” anlamına geliyor olabilir.


اِنَّكَ لَاَنْتَ الْحَل۪يمُ الرَّش۪يدُ

 

İstînâfiyye olarak gelmiştir.

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiştir. Lâzım-ı faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّكَ لَاَنْتَ الْحَل۪يمُ الرَّش۪يدُ  cümlesi, diğer bir tehekküm istînâfıdır. Cümle  اِنَّ, kasem lâmı ve kasr sıygasıyla gelmiştir. Cümle dört tekidi kapsar. (Âşûr)

Müsnedin yani  الْحَل۪يمُ الرَّش۪يدُ  kelimelerinin marife gelmesi kasr oluşturmuştur. Böylece bu iki sıfata sahip olan tek zatın O olduğu, hiçbir benzeri olmadığı ifade edilmiştir.

Onların, kuşkusuz sen, sen elbette halîmsin(!), reşîdsin(!) şeklindeki sözleri, alay ve hor görme maksadlıdır. Yani “Sen aramızda yumuşak huylu, aklı başında bir adam olarak tanınırken nasıl bize böyle birşey emredersin?” demektir. Bu vasıfların marife oluşu, Şuayb'ın bu iki sıfatla tanındığına delalet eder ve bu sıfatlar ya hakiki manada veya tehekküm maksadı ile zikredilmiştir. Bu cümlenin  اِنَّ  (kuşkusuz) ve  ل  (elbette) ile tekidi, fasl zamirinin gelişi ve haberin marife oluşu, bu iki sıfatın sadece ona mahsus olduğunu, başka kimsede olmadığını alaylı olarak ifade eder. Kavminden hiç kimse bir başkası için bu sözleri söylememiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 1, s. 317)

Onların, Şuayb'ı (a.s.) bu iki vasıf ile vasıflandırmaları istihza yoluyladır; asıl maksatları ise bu vasıfların zıtları ile vasıflandırmaktır. (Ebüssuûd) 

Ayetin bu cümlesi haberî formda geldiği halde alay ve istihza kastı taşıdığı için muktezâ-i zâhirin hilafına durum arz etmiştir. Mecaz-ı mürsel mürekkebtir. 

Cümledeki  اَنْتَ  fasıl zamiridir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükundur.

اِنَّ ’nin haberinin  الْ  ile marife gelmesi, müsnedün ileyhin bu vasıfla kemâl derecede muttasıf olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و  olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الْحَل۪يمُ الرَّش۪يدُ  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

Ayetin baş tarafında ibadet ve mallarda tasarrufun zikredilmesi, tertibe göre hilm (akıllılık) ve rüşdün (olgunluğun) de zikredilmesini gerektirmiştir. Çünkü bu ikisi olmadan ibadet ve mallarda tasarruf yapılması mümkün değildir. Zira hilm, mükellef olmayı gerektiren akıldır. Rüşd ise mallarda güzel tasarrufta bulunmayı gerektiren

olgunluktur. (İbni Ebi’l-İsba‘, Tahrîru’t-Tahbîr, s. 224; Bedî‘u’l-Kur’an, II, 89-90; Allân, el-Bedî‘ fi’l-Kur’an, s. 306)

الْحَل۪يمُ  ve  الرَّش۪يدُ  sıfatlarıyla aslında inkârcılar bu iki sıfatın tam zıddı olan aptallık ve kalın kafalılığı kastetmişlerdir. Tehekkümî istiaredir.  (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Hûd Sûresi 88. Ayet

قَالَ يَا قَوْمِ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَرَزَقَن۪ي مِنْهُ رِزْقاً حَسَناًۜ وَمَٓا اُر۪يدُ اَنْ اُخَالِفَكُمْ اِلٰى مَٓا اَنْهٰيكُمْ عَنْهُۜ اِنْ اُر۪يدُ اِلَّا الْاِصْلَاحَ مَا اسْتَطَعْتُۜ وَمَا تَوْف۪يق۪ٓي اِلَّا بِاللّٰهِۜ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَاِلَيْهِ اُن۪يبُ  ...


Şu’ayb, şöyle dedi: “Ey kavmim! Söyleyin bakayım, ya ben Rabbimden gelen açık bir delil üzere isem ve katından bana güzel bir rızık vermişse!. Ben size yasakladığımı kendim yapmak istemiyorum. Ben sadece gücüm yettiğince (sizi) düzeltmek istiyorum. Başarım ancak Allah’ın yardımı iledir. Ben sadece O’na tevekkül ettim ve sadece O’na yöneliyorum.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ki ق و ل
2 يَا قَوْمِ kavmim ق و م
3 أَرَأَيْتُمْ söyleyin bakalım ر ا ي
4 إِنْ eğer
5 كُنْتُ ben isem ك و ن
6 عَلَىٰ üzere
7 بَيِّنَةٍ açık bir belge ب ي ن
8 مِنْ -den
9 رَبِّي Rabbim- ر ب ب
10 وَرَزَقَنِي ve beni rızıklandırmışsa ر ز ق
11 مِنْهُ kendi katından
12 رِزْقًا bir rızıkla ر ز ق
13 حَسَنًا güzel ح س ن
14 وَمَا ve
15 أُرِيدُ istemiyorum ر و د
16 أَنْ
17 أُخَالِفَكُمْ size aykırı hareket etmek خ ل ف
18 إِلَىٰ
19 مَا şeylerde
20 أَنْهَاكُمْ sizi menettiğim ن ه ي
21 عَنْهُ ondan
22 إِنْ
23 أُرِيدُ istiyorum ر و د
24 إِلَّا ancak
25 الْإِصْلَاحَ ıslah etmek ص ل ح
26 مَا
27 اسْتَطَعْتُ gücümün yettiğince ط و ع
28 وَمَا ve yoktur
29 تَوْفِيقِي bir başarım و ف ق
30 إِلَّا başka
31 بِاللَّهِ Allah’ın (verdiğinden)
32 عَلَيْهِ O’na
33 تَوَكَّلْتُ güvendim و ك ل
34 وَإِلَيْهِ ve O’na
35 أُنِيبُ gönülden yönelirim ن و ب
Buna benzer âyetler (17, 28, 63) daha önce Hz. Muhammed ve diğer peygamberlerle ilgili olarak geçmişti. Görüldüğü üzere diğer peygamberler gibi Hz. Şuayb da insanları çağırdığı tevhid inancı ve ahlâk ilkeleri konusunda kendisinin aklî ve naklî delillere sahip olduğunu açıkladı; kavminin meseleyi bir de bu açıdan değerlendirmesini istedi. Allah tarafından kendisine verilen güzel rızıktan maksat maddî ihtiyaçlarını karşılayacağı helâl mal olabileceği gibi yüce ve mânevî bir makam olan peygamberlik görevi de olabilir; her ikisini birlikte kastetmiş olması da mümkündür.
 Şuayb “Başarmam Allah’ın yardımına bağlıdır” ifadesiyle getirmiş olduğu mesajı halkına kabul ettirebilmek için maddî ve mânevî imkânlarını kullanarak bütün gücüyle onu tebliğ etmeye çalıştıktan sonra, başarının Allah’ın iradesinin de aynı yönde tecelli etmesine bağlı olduğunu, kendisinin de O’na dayanıp güvendiğini vurgulamıştır. Görüldüğü gibi Allah’a dayanıp güvenme yani “tevekkül” uyuşukluk ve hareketsizliğin bir mazereti değil, bütün güçlüklere rağmen başarıya ulaştıracağına inanılan Allah’a samimi güven ve bu güvenin verdiği tükenmez ümidin iman halini alışıdır (Allah’a tevekkül hakkında bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/159).
 Şuayb bu ifadeleriyle –aynı zamanda– mürşid-i kâmilde bulunması gereken vasıfları da özetlemiş bulunmaktadır; bunlar: a) Mürşidin her şeyden önce bir delile yani Allah’tan gönderilmiş bir kitaba dayanması, b) İnsanlara söylediklerini öncelikle kendi nefsinde yaşaması, c) Başkalarına ettiği nasihatlere kendisi aykırı davranmaması, d) Sözü ile özü, kalbi ile ameli birbirine uyması, e) Islahatçı, yapıcı ve düzeltici olması; iyiliğin hâkim olması için elinden geldiğince çaba göstermesi, f) Başarının yalnız Allah’tan geldiğine inanması, sadece O’na güven 89-90. Hz. Şuayb, âyette adları geçen kavimlerin peygamberlerine karşı takındıkları düşmanca tavır sebebiyle başlarına gelen felâketlerin bir benzerinin kendi kavminin başına gelmesinden endişe ettiği için onları uyardı. Ayrıca Medyen şehri ile Lût kavminin yaşadığı Sodom ve Gomore şehirlerinin coğrafî olarak birbirine çok yakın olduğunu da hatırlattı.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 194

قَالَ يَا قَوْمِ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَرَزَقَن۪ي مِنْهُ رِزْقاً حَسَناًۜ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

Mekulü’l-kavli,  يَا قَوْمِ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

يَا  nidadır.  قَوْمِ  münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim  ي ’sı mahzuftur.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı   اَرَاَيْتُمْ ’dur. Hemze istifham harfidir.  رَاَيْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ  cümlesi fiille mef’ûlu arasında meydana gelen itiraz cümlesidir. 

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  تُ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.

عَلٰى بَيِّنَةٍ car mecruru  كُنْتُ ’nun mahzuf haberine müteallıktır.

مِنْ رَبّ۪ي  car mecruru  بَيِّنَةٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Şartın cevabının öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir.

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

رَزَقَن۪ي  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

Sonundaki  نِ  vikayedir  Muttasıl zamir ى  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

مِنْهُ  car mecruru  رَزَقَن۪ي  fiiline müteallıktır.  رِزْقاً  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.  حَسَناً  kelimesi  رِزْقاً in sıfatı olup fetha ile mansubdur.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-i (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ulü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَمَٓا اُر۪يدُ اَنْ اُخَالِفَكُمْ اِلٰى مَٓا اَنْهٰيكُمْ عَنْهُۜ 

 

وَ  atıf harfidir.  مَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اُر۪يدُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انا dir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  مَٓا اُر۪يدُ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اُخَالِفَكُمْ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انا dir.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

مَٓا  müşterek ism-i mevsûl, اِلٰى  har-i ceriyle birlikte   اُخَالِفَكُمْ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  اَنْهٰيكُمْ عَنْهُ dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اَنْهٰيكُمْ  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  اناdir.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

عَنْهُ  car mecruru  اَنْهٰيكُمْ  fiiline müteallıktır.  


 اِنْ اُر۪يدُ اِلَّا الْاِصْلَاحَ مَا اسْتَطَعْتُۜ 

 

اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اُر۪يدُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انا dir.

اِلَّا  hasr edatıdır.  الْاِصْلَاحَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

مَا  ve masdar-ı müevvel,  اُر۪يدُ  fiiline müteallıktır.  اسْتَطَعْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  fail olarak mahallen mansubdur.   

اسْتَطَعْتُ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’al babındandır. Sülâsî fiili  طوع ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَمَا تَوْف۪يق۪ٓي اِلَّا بِاللّٰهِۜ 

 

وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَوْف۪يق۪ٓي  mübteda olup mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِلَّا  hasr edatıdır.  بِاللّٰهِ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.


عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَاِلَيْهِ اُن۪يبُ

 

عَلَيْهِ  car mecruru  تَوَكَّلْتُ  fiiline müteallıktır.  تَوَكَّلْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur. 

وَ  atıf harfidir.  اِلَيْهِ  car mecruru   اُن۪يبُ  fiiline müteallıktır.  اُن۪يبُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انا dir.

تَوَكَّلْتُ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  وكل ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ يَا قَوْمِ اَرَاَيْتُمْ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır. Nidanın cevabı istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp, takrir ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

اَرَاَيْتَكُمْ , dikkat çekme tabirlerinden biridir. 

 


اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَرَزَقَن۪ي مِنْهُ رِزْقاً حَسَناًۜ 

 

اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ  cümlesi, şart üslubunda gelmiş itiraziyedir. Müspet mazi fiil sıygasındaki  كُنْتُ, şart fiilidir. Şartın cevabının öncesinin delaletiyle hazf edilmesi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

بَيِّنَةٍ ’deki tenvin nev ve tazim ifade eder.

رَبّ۪ي  izafetinde muzâfun ileyh olan  ي  zamiri şeref kazanmıştır. 

رَزَقَن۪ي مِنْهُ رِزْقاً حَسَناً  cümlesi, itiraziye cümlesine matuf olup müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

حَسَناً  kelimesi,  رِزْقاً  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tâbi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının mevsufunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

رِزْقاً حَسَناً ’deki tenvin rızkın güzelliğinin tarif edilemeyecek derecede olduğuna işaret etmektedir.

رِزْقاً - اُر۪يدُ - اِلَّا - اِنْ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr, mevsûl olan  مَا  ve  nefy harfi olan  مَٓا  arasında tam cinas ve  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مِنْهُ ’deki zamir Allah'a aittir yani kendi katından ve elde etmek için çalışıp çabalamadan yardımı ile vermesinden demektir. (Beyzâvî)


 وَمَٓا اُر۪يدُ اَنْ اُخَالِفَكُمْ اِلٰى مَٓا اَنْهٰيكُمْ عَنْهُۜ 

 

Nidanın cevabına matuf olup menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَنْ  ve akabindeki muzari fiil cümlesi  اُخَالِفَكُمْ اِلٰى مَٓا اَنْهٰيكُمْ عَنْهُۜ, masdar teviliyle mef’ûl konumundadır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا, harf-i cerle birlikte  اُخَالِفَكُمْ  fiiline müteallıktır. Sılası olan  اَنْهٰيكُمْ, muzari  fiil sıygasında gelmiştir. 


اِنْ اُر۪يدُ اِلَّا الْاِصْلَاحَ مَا اسْتَطَعْتُۜ 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir. Menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.

Nefy manasındaki  اِنْ  ve اِلَّٓا  ile oluşan kasr, cümleyi iki kez tekid etmiştir. Kasr fiille mef’ûlü arasındadır. اُر۪يدُ  maksûr,  الْاِصْلَاحَ  maksûrun aleyhtir. 

Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başka mef'ûllere değil zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. O mef'ûlde vaki olan başka fiiller vardır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

اُر۪يدُ  fiiline müteallık zaman zarfı konumundaki masdar harfi  مَا nın sılası olan  اسْتَطَعْتُۜ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

مَا اسْتَطَعْتُ  cümlesi zarftır; yani düzeltmeye gücüm yettiği ve imkânım olduğu sürece, bu konuda hiçbir çabayı esirgemeyeceğim. Veya ıslah kelimesinden bedeldir yani gücümün yettiği kadar. Ayrıca burada mahzuf ve mukadder bir muzâf da olabilir. (Keşşâf)

 

 وَمَا تَوْف۪يق۪ٓي اِلَّا بِاللّٰهِۜ 

 

Nidanın cevabına matuf olan bu cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir. Zamandan bağımsız, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  مَا  ve اِلَّا  ile oluşan kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l mevsuftur. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.

بِاللّٰهِ nin müteallakı olan haber mahzuftur.


عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَاِلَيْهِ اُن۪يبُ

 

Şuayb’ın (a.s.) sözlerinin devamı olarak istînâfiyyedir. Fasılla gelmiş cümlenin fasıl sebebi kemâl-i ittisaldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede car mecrur, kasr manası için amiline takdim edilmiştir. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.

Aynı üslupta gelen  وَاِلَيْهِ اُن۪يبُ  cümlesi makabline matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

تَوَكَّلْتُ - اُن۪يبُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Arka arkaya 4 kasır cümlesi gelmiştir. İlki  اِنْ  ve اِلَّا  ile kurulmuş kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. Diğer üç kasr cümlesinin birincisinde nefy harfi  مَا  ve اِلَّا  istisna edatıyla (اِلَّا  ve  مَا), ikinci  عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ  ve üçüncü  وَاِلَيْهِ اُن۪يبُ  cümlelerinde ise müteallakın fiile takdim edilmesiyle kasr yapılmıştır. Her üç örnekte de sıfat mevsufa kasredilmiştir.

Bu cümleler;  تَوْف۪يق۪ٓي  ,توكلي و أنابتي مقصور علي الله  takdirindedir. Yani muvaffakiyet, tevekkül ve inâbe kavramları maksûr, Allah lafzı ise maksûrun aleyhtir. Bu özellikler gerçek manada sadece Allah’a tahsis edildiği için buradaki kasr, kasr-ı hakikidir.

[Başarım tamamen Allah’a bağlıdır.] Yani yaptığım yapmadığım her şeyde başarıyla gerçeği bulmam ve işimin Allah rızasına uygun olması tamamen O’nun yardım ve desteğiyledir. Hz. Şuayb işlerini Rabbinin iradesine uygun yapması için O’ndan muvaffakiyet dilemekte; kendisini desteklemesini ve düşmanına karşı üstün getirmesini istemektedir. Bu ifade zımnen, kâfirlere yönelik bir tehdit ve onların kendisine yönelik ümitlerini kestirme anlamına gelmektedir. (Keşşâf) 

Beyzâvî, Şuayb’ın (a.s.) Allah’tan aldığı mesajı eksiksiz olarak halkına tebliğ ettikten sonra yukarıda sarf ettiği sözlerini izah ederken bu ifadelerin kasr ifade ettiğini söyler ve şu izahları yapar: “Başarmam ancak Allah’ın hidayeti ve yardımı iledir. Sadece O’na tevekkül edip işimi O’na havale ettim. Çünkü her şeye gücü yeten O’dur. O’nun dışındakiler aciz, hatta yok hükmündedirler. Dönüşüm de sadece Allaha’dır.” Bu ifadelerde katıksız tevhid inancı, ahireti bilme, bütün işlerde başarıyı Allah’ın yardımına bağlama, her şeyiyle O’na yönelme, kâfirlerin ümitlerini tamamen kesme, onların düşmanlıklarına aldırış etmeme ve onları ceza için Allah’a dönecekleri şeklinde tehdit etme anlamları bulunmaktadır. (Beyzâvî, III, 255; Konevî, X, 179)

Şuayb’ın (a.s.), “Yalnız O'na yönelirim.” sözüne gelince bu da meâd (ahiret) bilgisine bir işaret olup hasr ifade eder. Çünkü bu söz, insanların Allah'tan başka dönecekleri, başvuracakları bir merci olmadığına delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)


Günün Mesajı
Lût kavminin amelini işlemek dünyada cezayı, Ahirette azabı gerektiren bir suçtur. Lut kavmi adeta korkunç bir deprem eşliğinde, nükleer patlamayı andırır volkanik patlamalarla helak edilmiş gibidir. Bunların oturduğu bölge tamamen yerin dibine geçmiştir. Deniz seviyesinin 790 metre altındadır. Şimdi bu bölgede bulunan gölün suyu yaklaşık  % 300 oranında tuzludur. Dolayısıyla bu sularda yüzmek çok kolay ama dalmak zordur. Gülün kıyıları billurlaşmış tuz kümeleri ile kaplıdır. Gölün suyunun içeriği canlı barındırmasına engeldir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

İnsan elinden geleni yaptıktan sonra sahip olduklarından ve elde ettiği sonuçlardan razı olsa. Başarmanın ve kazanmanın Allah’tan geldiğini hakiki manada idrak etse. Zaten kendisine ait olmayan rızkın, elinden alınamayacağını bilse. Umduğuna kavuşamasa bile her çaba kırıntısının kayda değer olduğuna inansa. Kimse bilmese bile Allah’ın her an kendisini gördüğünü anlasa. Allah’ın sınırlarını çiğneyerek elde ettiği her dünyalık başarının boşa çıkacağını ve hepsinin hesap günü yüzüne çarpılacağını düşünse.

Öğrenciliğinde aklına kopya çekmek gelmezdi. Herkes yapıyor cümlesinin arkasına saklanmazdı. Çalışırken haksızlık yapmaya gerek duymazdı. Kararlarında adaletsizlik yapmaktan korkardı. Olanda ve olmayanda vardır bir hayır derdi. Başkalarının elindekilerine sevinirdi. Hırstan arınan nefsi sakinleşirdi. Huzurla dolan kalbi dinlenirdi. Rabbinden razı olurdu ve O’nun kendisinden razı olmasını umarak yaşardı. Modern terimlerle ifade edecek olursak; kısacası hayatın tadını çıkarırdı. Fakat bunlara, ancak nefsiyle ve dünyalıklara çağıranlarla devamlı mücadele eden insan sahip olabilirdi.

 

Allahım! Beni; yalnız Sana kulluk edenlerden, Emirlerini yerine getirenlerden, Haksızlıklardan uzak duranlardan, Yeryüzünde hayırlı işlerle meşgul olanlardan, Dünyasını ve ahiretini kazanmak için elinden geleni yapanlardan ve Sahip oldukları için şükür edenlerden eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji