9 Ocak 2025
Hûd Sûresi 72-81 (229. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Hûd Sûresi 72. Ayet

قَالَتْ يَا وَيْلَتٰٓى ءَاَلِدُ وَاَنَا۬ عَجُوزٌ وَهٰذَا بَعْل۪ي شَيْخاًۜ اِنَّ هٰذَا لَشَيْءٌ عَج۪يبٌ  ...


Karısı, “Vay başıma gelenler! Ben bir kocakarı ve bu kocam da bir ihtiyar iken çocuk mu doğuracağım? Gerçekten bu, çok şaşılacak bir şey!” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَتْ dedi ki ق و ل
2 يَا وَيْلَتَىٰ vay halime
3 أَأَلِدُ ben doğuracak mıyım? و ل د
4 وَأَنَا ben böyle
5 عَجُوزٌ kocamış bir kadın iken ع ج ز
6 وَهَٰذَا ve şu
7 بَعْلِي kocam da ب ع ل
8 شَيْخًا bir ihtiyar iken ش ي خ
9 إِنَّ gerçekten
10 هَٰذَا bu
11 لَشَيْءٌ bir şeydir ش ي ا
12 عَجِيبٌ şaşırtıcı ع ج ب
شيخ Şeyeha : Yaşlanmış/yaşı ilerlemiş kişiye şeyh شَيْخ denir. Çok ilme sahip olan kişi de şeyh olarak tabir edilir. Zira yaşlı da çok fazla deneyim ve bilgi sahibidir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 4 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri şeyh ve meşâyihtir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

قَالَتْ يَا وَيْلَتٰٓى ءَاَلِدُ وَاَنَا۬ عَجُوزٌ وَهٰذَا بَعْل۪ي شَيْخاًۜ 

 

Müjdenin cevabı olarak gelmiştir. Fiil cümlesidir.  قَالَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Fail müstetir olup takdiri  هى ’dir.

Mekulü’l-kavli,  يَا وَيْلَتٰٓى ’dir.  قَالَتْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

يَا  nida harfidir.  وَيْلَتٰٓى münada olup mukadder fetha ile mansubdur.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı   ءَاَلِدُ ’dir. Hemze istifham harfidir.  اَلِدُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انا ’dir.

وَاَنَا۬ عَجُوزٌ  cümlesi  اَلِدُ ’deki failin hali olarak mahallen mansubdur. 

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  اَنَا۬  mübteda olarak mahallen merfûdur.  عَجُوزٌ haber olup lafzen merfûdur. 

وَهٰذَا بَعْل۪ي شَيْخاً  cümlesi hal cümlesine matuf olup mahallen mansubdur. 

İşaret ismi  هٰذَا  mübteda olarak mahallen merfûdur.  بَعْل۪ي  haber olup mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri  ي  ise muzâfun ileyh olarak  mahallen mecrurdur.

شَيْخاً  kelimesi  بَعْل۪ي ’nin hali olup fetha ile mansubdur. 

Hal; cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamir veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


اِنَّ هٰذَا لَشَيْءٌ عَج۪يبٌ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

هٰذَا  işaret ismi,  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  شَيْءٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin  haberi olup lafzen merfûdur.

عَج۪يبٌ kelimesi  شَيْءٌ ’un sıfatıdır. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

Hakiki Sıfat:

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred Olan Sıfatlar:

Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsufuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَتْ يَا وَيْلَتٰٓى ءَاَلِدُ وَاَنَا۬ عَجُوزٌ وَهٰذَا بَعْل۪ي شَيْخاًۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَتْ  fiilinin mekulü’l-kavli nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı  istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkâr, taaccüp ve tevbih manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Hal konumundaki  اَنَا۬ عَجُوزٌ  cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Hal cümlesine  وَ ’la atfedilen  وَهٰذَا بَعْل۪ي شَيْخاًۜ  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin, izafetle gelmesi veciz ifade içindir.

شَيْخاً  kelimesi  بَعْل۪ي ’den haldir.

“Ben bir acuzeyken doğuracak mıyım?” sorusu, hayret ifade etmek üzere hakiki anlamından çıkarak belâğî manalarından biri olan taaccüp anlamında kullanılmıştır. Bu; mecaz sanatlarından mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Hz. İbrahim’in karısının, kocasını  هٰذَا  işaret ismiyle işaret etmesi tahkir ifade eder.

شَيْخاً - عَجُوزٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.

بَعْل۪ ; hem put adı, hem de eş-koca demektir.  بَعْل۪  kelimesi diğer eş manasındaki kelimelere nispetle cinsel birlikteliğin gerçekleştiğini vurgular. Yani evlilik fiilen gerçekleştiği halde çocuk sahibi olmadıkları anlaşılıyor. Bu kelime bu anlamda Kuran’da sadece iki yerde geçmiştir. Biri bu ayet, diğeri Nisa Suresi 128 ayetidir.

Hz. İbrahim’in karısının bu durumu hayret verici görmesi, Allah’ın kudreti yönünden değil âdeti yönündendi. (Fahreddin er-Râzî)

Ferrâ şöyle demiştir: ويل ’in aslı  وىْ  olup bu da  خزى (rüsvalık) manasınadır. Nitekim Arapçada, “rüsvalık falancaya olsun” manasında  وَىْ لِفُلَانٍ  denir.  

ويلك  sözü, “Yazık, rüsvalık olsun sana!” demektir. Sîbeveyhi şöyle demiştir: “وَيْحٌ  ölümle yüzyüze olan kimseyi uyarmak için  وَيْلٌ  ölüme düşen kimse için kullanılır.’’ (Fahreddin er-Râzî)

İbrahim'in karısının hali kendi halinden önce zikredilmiştir. Çünkü onun hali, çocuk yapmak imkânından daha çok uzaktır. Zira bazen yaşlı bir erkeğin genç bir kadından çocuğu olabilmektedir.

Bir de müjde, sarih olarak İbrahim'in (a.s.) karısına yönelikti.

Allah'ın kulları için koyduğu sünnete göre bu şaşılacak bir şey idi. (Ebüssuûd)


اِنَّ هٰذَا لَشَيْءٌ عَج۪يبٌ

 

İstînâfiyye olarak gelmiştir.

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiştir. Faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu şaşılacak bir şey derken kullanılan  هٰذَا  işaret isminde istiare vardır.

هٰذَا nın tekrarında reddü'l-acüz ale's-sadr,  عَجُوزٌ - عَج۪يبٌ  kelimeleri arasında cinas vardır.

عَج۪يبٌ  kelimesi,  شَيْءٌ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)


Hûd Sûresi 73. Ayet

قَالُٓوا اَتَعْجَب۪ينَ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِ رَحْمَتُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ عَلَيْكُمْ اَهْلَ الْبَيْتِۜ اِنَّهُ حَم۪يدٌ مَج۪يدٌ  ...


Melekler, “Allah’ın emrine mi şaşıyorsun? Allah’ın rahmeti ve bereketi size olsun ey (peygamber ocağının) ev halkı! Şüphesiz O, övülmeye lâyıktır, şanı yücedir.” dediler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ق و ل
2 أَتَعْجَبِينَ şaşıyor musun? ع ج ب
3 مِنْ
4 أَمْرِ işine ا م ر
5 اللَّهِ Allah’ın
6 رَحْمَتُ rahmeti ر ح م
7 اللَّهِ Allah’ın
8 وَبَرَكَاتُهُ ve bereketleri ب ر ك
9 عَلَيْكُمْ sizin üzerinizedir
10 أَهْلَ (ey) halkı ا ه ل
11 الْبَيْتِ ev ب ي ت
12 إِنَّهُ şüphesiz O
13 حَمِيدٌ övgüye layıktır ح م د
14 مَجِيدٌ lütfu bol olandır م ج د

قَالُٓوا اَتَعْجَب۪ينَ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِ رَحْمَتُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ عَلَيْكُمْ اَهْلَ الْبَيْتِۜ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  اَتَعْجَب۪ينَ dır.  قَالُوا  fiilinin mef‘ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

Hemze istifham harfidir.

تَعْجَب۪ينَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  ى  fail olarak mahallen merfûdur. 

مِنْ اَمْرِ  car mecruru  تَعْجَب۪ينَ  fiiline müteallıktır. 

اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

رَحْمَتُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli,  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

بَرَكَاتُهُ  kelimesi  وَ la  رَحْمَتُ اللّٰهِ ye matuftur.

عَلَيْكُمْ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. 

اَهْلَ  münadadır, nida harfi mahzuftur.  الْبَيْتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


اِنَّهُ حَم۪يدٌ مَج۪يدٌ

 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  

هُ  Muttasıl zamir  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

حَم۪يدٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.

مَج۪يدٌ  kelimesi اِنَّ ’nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur.

حَم۪يدٌ  - مَج۪يدٌ  kelimeleri sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır.

Sıfat-ı müşebbehe; benzeyen sıfat demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالُٓوا اَتَعْجَب۪ينَ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِ رَحْمَتُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ عَلَيْكُمْ اَهْلَ الْبَيْتِۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidâi kelamdır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen alay, taaccüp ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

İtiraziyye olarak fasılla gelen  isim cümlesi  رَحْمَتُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ عَلَيْكُمْ, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin izafetle gelmesi veciz ifade kastına matuftur.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  عَلَيْكُمْ, mahzuf habere müteallıktır.

İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.

رَحْمَتُ ve  اَمْرِ  kelimelerinin Allah lafzına izafesi, onların şeref ve itibarının yüksekliğini gösterir. 

بَرَكَاتُهُ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  بَرَكَاتُ, şan ve şeref kazanmıştır.

Mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır.

رَحْمَتُ - بَرَكَاتُهُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اللّٰهِ  lafzı ayette iki kez geçmiştir. Reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır.

Ayetteki  اَهْلَ الْبَيْتِ [ey ev ahalisi...] sözü onları methetmedir. İhtisas ya da nida  dolayısıyla mansubdur. (Fahreddin er-Râzî)

رَحْمَتُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ عَلَيْكُمْ اَهْلَ الْبَيْتِ  ifadesinden maksat, böyle bir şaşkınlığı giderecek olan şeyleri söylemek, dile getirmektir.

اَهْلَ الْبَيْتِ  sözü onları methetmek içindir. İhtisas ya da nidadan dolayı mansubdur. (Fahreddin er-Râzî) 

 

 اِنَّهُ حَم۪يدٌ مَج۪يدٌ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Faide-i haber inkârî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Allah’ın  حَم۪يدٌ  ve  مَج۪يدٌ  şeklindeki sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın arasında  و  olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. 

حَم۪يدٌ - مَج۪يدٌ  kelimeleri arasında muvazene, cinas-ı nakıs ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır. 

Her ikisi de mübalağa sıygasındadır.

Esma-i hüsnadan  الحَمِيدِ  isminin tercih edilmesi Allah’ın İbrahim’den (a.s.) razı olduğundan kinayedir. (Âşûr)


Hûd Sûresi 74. Ayet

فَلَمَّا ذَهَبَ عَنْ اِبْرٰه۪يمَ الرَّوْعُ وَجَٓاءَتْهُ الْبُشْرٰى يُجَادِلُنَا ف۪ي قَوْمِ لُوطٍۜ  ...


İbrahim’in korkusu gidip, kendisine müjde gelince Lût kavmi hakkında bizim (elçilerimiz)le tartışmaya başladı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَمَّا ne zaman ki
2 ذَهَبَ gidince ذ ه ب
3 عَنْ -den
4 إِبْرَاهِيمَ İbrahim-
5 الرَّوْعُ korku ر و ع
6 وَجَاءَتْهُ ve kendisine gelince ج ي ا
7 الْبُشْرَىٰ müjde ب ش ر
8 يُجَادِلُنَا bizimle tartışmaya girişti ج د ل
9 فِي hakkında
10 قَوْمِ kavmi ق و م
11 لُوطٍ Lut

Hz. İbrâhim’in Allah ile tartışması mecazi anlamda olup ya Allah’a yalvarmasını veya Allah’ın gönderdiği elçilerle sebep göstererek azabın kaldırılması için konuştuğunu ifade eder. Lût’un yaşadığı şehirde ailesinden müminler bulunduğu için Hz. İbrâhim suçlularla birlikte onların da helâk olmasından korkuyor, bu sebeple azabın kaldırılması için meleklere hatırlatma yapıyor ve bu arada Allah’a yalvarıyordu. Ancak Lût kavmi helâk olmayı hak etmişti, artık geri çevrilmesi mümkün olmayan bir azabın gelmekte olduğunu haber verdiler ve İbrâhim’den onların helâkini önleme gayretinden vazgeçmesini istediler.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri

 Cilt: 3 Sayfa: 187

روع Rave’a : رُوعٌ kalp ya da akıl demektir. رَوْعٌ ise kalbe gelen korku anlamında kullanılmıştır. أرْوَع güzelliğiyle ürküten, hayranlık uyandıran manasındadır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de sadece 1 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli Erva’dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

فَلَمَّا ذَهَبَ عَنْ اِبْرٰه۪يمَ الرَّوْعُ وَجَٓاءَتْهُ الْبُشْرٰى يُجَادِلُنَا ف۪ي قَوْمِ لُوطٍۜ

 

فَ  istînâfiyyedir.  لَمَّٓا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. 

ذَهَبَ عَنْ اِبْرٰه۪يمَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

ذَهَبَ   fetha üzere mebni mazi fiildir. 

عَنْ اِبْرٰه۪يمَ  car mecruru  ذَهَبَ   fiiline müteallıktır.  

اِبْرٰه۪يمَ  kelimesi gayri munsarif olduğu için esre almamıştır. Cer alameti fethadır.

Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

İsimler îrab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından ikiye ayrılır:

1. Munsarif isimler: Tenvini ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.

2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.

Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayri munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الرَّوْع  kelimesi  ذَهَبَ  fiilinin faili olup lafzen merfûdur.   

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri,  اجترأ على خطابهم أو فطن إلى مجادلتهم (Onlarla tartışmak için konuşmaya ya da akıllıca davranmaya cesaret etti.) şeklindedir.

جَٓاءَتْهُ الْبُشْرٰى  cümlesi  ذَهَبَ عَنْ اِبْرٰه۪يمَ  fiil cümlesine matuftur. 

جَٓاءَتْهُ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

الْبُشْرٰى  fail olup mukadder damme ile merfûdur.

يُجَادِلُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

ف۪ي قَوْمِ   car mecruru  يُجَادِلُ  fiiline müteallıktır.  لُوطٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

يُجَادِلُ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. babındadır. Sülâsîsi  جدل ’dir.   

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَلَمَّا ذَهَبَ عَنْ اِبْرٰه۪يمَ الرَّوْعُ وَجَٓاءَتْهُ الْبُشْرٰى يُجَادِلُنَا ف۪ي قَوْمِ لُوطٍۜ

 

فَ  istînâfiyyedir. Ayet şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi aynı zamanda muzâfun ileyh olan  ذَهَبَ عَنْ اِبْرٰه۪يمَ الرَّوْعُ  cümlesidir ve müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Şartın  اجترأ على خطابهم أو فطن إلى مجادلتهم (Onlarla tartışmak için konuşmaya ya da akıllıca davranmaya cesaret etti.) şeklinde takdir edilen cevabı mahzuftur. Bu, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu hazif, muhatabın muhayyilesini kısıtlamadan serbestçe düşünebilmesini sağlar. 

Şart ve mukadder cevap cümlesinden meydana gelen terkip, şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يُجَادِلُنَا ف۪ي قَوْمِ لُوطٍۜ

cümlesi, şartın cevabı için tefsiriye hükmündedir. Fasılla gelmiş müstenefedir. 

ذَهَبَ عَنْ اِبْرٰه۪يمَ الرَّوْعُ - وَجَٓاءَتْهُ الْبُشْرٰى  cümleleri arasında mukabele,  ذَهَبَ - وَجَٓاءَتْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab,  الْبُشْرٰى - الرَّوْعُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

ذَهَبَ  ve  وَجَٓاءَتْهُ  ile  يُجَادِلُنَا  kelimeleri arasında maziden muzariye geçişte güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)

الرَّوْعُ  kelimesi, korku anlamındadır. Bu ise onun, misafirlerini tanıyamayıp yadırgadığı zaman, kalbinde gizlice duymuş olduğu korkudur. (Fahreddin er-Râzî)

يُجادِلُنا  cevabı bu acayip durumu canlandırmak için muzari olarak gelmiştir.  فِي قَوْمِ لُوطٍ tabirinde muzâf hazfedilmiştir. Takdiri,  في عِقابِ قَوْمِ لُوطٍ (Lut kavminin cezası hakkında) şeklindedir. Bu kullanım, bir hükmü zat ismiyle ilişkilendirmek babındandır. (Âşûr)


Hûd Sûresi 75. Ayet

اِنَّ اِبْرٰه۪يمَ لَحَل۪يمٌ اَوَّاهٌ مُن۪يبٌ  ...


Çünkü İbrahim çok içli ve Allah’a yönelen bir kimseydi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ doğrusu
2 إِبْرَاهِيمَ İbrahim
3 لَحَلِيمٌ çok yumuşak huylu idi ح ل م
4 أَوَّاهٌ çok içli idi ا و ه
5 مُنِيبٌ gönülden (Allaha) yönelen biriydi ن و ب

اِنَّ اِبْرٰه۪يمَ لَحَل۪يمٌ اَوَّاهٌ مُن۪يبٌ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

اِبْرٰه۪يمَ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  حَل۪يمٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.

اَوَّاهٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur.  مُن۪يبٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin üçüncü haberi olup lafzen merfûdur.

مُن۪يبٌ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ اِبْرٰه۪يمَ لَحَل۪يمٌ اَوَّاهٌ مُن۪يبٌ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ, isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

حَل۪يمٌ  - اَوَّاهٌ - مُن۪يبٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Hz.İbrahim’in vasıflarının  حَل۪يمٌ  ,اَوَّاهٌ  ,مُن۪يبٌ  şeklinde sayılması, taksim sanatıdır.

اَوَّاهٌ ; mübalağa sıygasıyla ‘çok ah eden’ demektir. Bilindiği üzere, ah ve of bir acıya ve hüzne işaret için kullanılır. İnsanoğlu şiddetli bir acı duyduğu zaman adeta yüreği yanar ve nefesi daralır, boğulacak gibi olur, yanan nefesini çıkarırken zaruri olarak bir ah çeker. Bunun için çok ah çekmenin, çok acı çekmeye, bağrı yanıklığa, aşka ve Allah korkusuna delaleti vardır. Burada  اَوَّاهٌ  işte böyle bir mana ilişkisinden dolayı kinaye olarak kullanılmıştır. (Elmalılı Hamdi Yazır, Tevbe Suresi 114)

İbrahim’in (a.s.) mezkur güzel vasıflarının sayılmasından maksat, kendisini bu tartışmaya sevk eden şeylerin beyan edilmesidir.

Ayette geçen  حَل۪يمٌ  kelimesi, “başkasına yetişebilmek için acele etmeyip teenni ile hareket ederek, yavaş davranan, genişten alan kimse” anlamına gelir. Durumu böyle olan kimse başkasının da böyle olmasını ister. Bu da onun meleklerle olan mücadelesinin, hilme ve azabın ertelenmesine taalluk eder.  Daha sonra Allah Teâlâ onun hilmiyle alakalı olan hususu da buna ilave etmiştir ki; bu da, “Yüreği yanık, kendisini tamamen Allah’a vermiş birisi idi.” sıfatlarıdır. Çünkü hilm sahibi olan kimsenin, başkasına sıkıntılar ve belalar ulaştığını müşahede ettiğinde, yüreği yanar tutuşur. (Fahreddin er-Râzî)


Hûd Sûresi 76. Ayet

يَٓا اِبْرٰه۪يمُ اَعْرِضْ عَنْ هٰذَاۚ اِنَّهُ قَدْ جَٓاءَ اَمْرُ رَبِّكَۚ وَاِنَّهُمْ اٰت۪يهِمْ عَذَابٌ غَيْرُ مَرْدُودٍ  ...


Elçilerimiz, “Ey İbrahim bundan vazgeç! Çünkü Rabbinin emri kesin olarak gelmiştir. Şüphesiz onlara geri döndürülemeyecek bir azap gelecektir” dediler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا إِبْرَاهِيمُ İbrahim
2 أَعْرِضْ vazgeç ع ر ض
3 عَنْ
4 هَٰذَا bundan
5 إِنَّهُ doğrusu o
6 قَدْ elbette
7 جَاءَ gelmiştir ج ي ا
8 أَمْرُ emri ا م ر
9 رَبِّكَ Rabbinin ر ب ب
10 وَإِنَّهُمْ ve onlara
11 اتِيهِمْ gelmektedir ا ت ي
12 عَذَابٌ bir azap ع ذ ب
13 غَيْرُ غ ي ر
14 مَرْدُودٍ geri çevrilmeyecek ر د د

يَٓا اِبْرٰه۪يمُ اَعْرِضْ عَنْ هٰذَاۚ 

 

يَا  nida harfidir.  اِبْرٰه۪يمُ  nasb mahallinde damme üzere mebni münadadır.

Nidanın cevabı  اَعْرِضْ عَنْ هٰذَا ’dır.

اَعْرِضْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت ’dir.

عَنْ هٰذَا car mecruru  اَعْرِضْ  fiiline müteallıktır.

 

 اِنَّهُ قَدْ جَٓاءَ اَمْرُ رَبِّكَۚ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. Şan zamiridir. 

قَدْ جَٓاءَ اَمْرُ  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olup mahallen merfûdur. 

قَدْ   tahkik harfidir.  جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.

اَمْرُ  fail olup lafzen merfûdur.  رَبِّكَ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 وَاِنَّهُمْ اٰت۪يهِمْ عَذَابٌ غَيْرُ مَرْدُودٍ

 

وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

هُمْ  muttasıl zamir  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

اٰت۪يهِمْ  kelimesi  اِنَّ ’nin  haberi olup  ى  üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

عَذَابٌ kelimesi ism-i fail olan  اٰت۪يهِمْ ’in faili olup lafzen merfûdur.

غَيْرُ kelimesi  عَذَابٌ  kelimesinin sıfatı olup lafzen merfûdur.  مَرْدُودٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

Hakiki Sıfat:

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred Olan Sıfatlar:

Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsufuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَرْدُودٍ  kelimesi sülâsî mücerred olan  ردد  fiilinin ism-i mef’ûludur.

يَٓا اِبْرٰه۪يمُ اَعْرِضْ عَنْ هٰذَاۚ 

 

İstînâfiyye olarak gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşaî isnaddır.

Nidanın cevabı olan  اَعْرِضْ عَنْ هٰذَا  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

هٰذَاۚ  ile duruma işaret edilmiştir.

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)


 اِنَّهُ قَدْ جَٓاءَ اَمْرُ رَبِّكَۚ 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

إِنَّ  ile tekid edilmiş, isme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

اِنَّ ’nin haberi  قَدْ ’la tekid edilmiş mazi fiil cümlesi şeklinde gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren  bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَمْرُ  kelimesinin gelmek fiiline isnadı, aklî mecazdır.

اَمْرُ رَبِّكَۚ  izafetinde Rabb ismine muzâf olması  اَمْرُ ’ya, muzâfun ileyh olması da  كَۚ zamirine şan ve şeref kazandırmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

جَٓاءَ اَمْرُ رَبِّكَ  (Rabbinin emri geldi) ibaresi, Allah’ın onlara verdiği azaptan kinayedir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi, Safvetü't Tefasir)

Mazi fiil, muzari fiil manasında kullanılmıştır.


وَاِنَّهُمْ اٰت۪يهِمْ عَذَابٌ غَيْرُ مَرْدُودٍ

 

Ta’liliyye cümlesine matuftur.  إِنَّ  ile tekid edilmiş, isme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır. 

عَذَابٌ  kelimesi ism-i fail kalıbındadır,  اٰت۪يهِمْ  fiilinin failidir. Kelimenin tenvinli gelişi onun tarif edilemez niteliğine işarettir.

عَذَابٌ , haber olan اٰت۪يهِمْ 'un failidir. İsm-i fail kalıbında gelmesi fail almasını mümkün kılmıştır.

اٰت۪يهِمْ - جَٓاءَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

غَيْرُ  kelimesi,  عَذَابٌ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

Mazi fiil, muzari fiil manasında kullanılmıştır.

جَٓاءَ اَمْرُ رَبِّكَۚ  deyip bu lafızda da bu emrin ne ile geldiğine dair bir delalet bulunmayınca şüphesiz ki Cenab-ı Hakk, onlara, reddolunmayacak yani defedilmesi ve savuşturulması mümkün olmayacak bir azabın geleceğini beyan buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)


Hûd Sûresi 77. Ayet

وَلَمَّا جَٓاءَتْ رُسُلُنَا لُوطاً س۪ٓيءَ بِهِمْ وَضَاقَ بِهِمْ ذَرْعاً وَقَالَ هٰذَا يَوْمٌ عَص۪يبٌ  ...


Elçilerimiz Lût’a gelince onların yüzünden üzüldü, göğsü daraldı ve “Bu çok zor bir gün” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَمَّا ve ne zaman ki
2 جَاءَتْ gelince ج ي ا
3 رُسُلُنَا Elçilerimiz ر س ل
4 لُوطًا Lut’a
5 سِيءَ kaygılandı س و ا
6 بِهِمْ onlardan
7 وَضَاقَ ve göğsüne bastı ض ي ق
8 بِهِمْ onlardan
9 ذَرْعًا bir sıkıntı ذ ر ع
10 وَقَالَ ve dedi ki ق و ل
11 هَٰذَا bu
12 يَوْمٌ bir gündür ي و م
13 عَصِيبٌ çetin ع ص ب

Elçiler Hz. İbrâhim’den ayrılıp Sodom’a gelerek Lût’a misafir oldular. Hz. Lût, onların melek olduğunu bilmediği için kavminin onlara sarkıntılık edebileceğini düşünerek kaygılandı. Şehir halkı hemen Lût’un evine doğru akın etmeye başladılar. Peygamber, kavminin babası hükmünde olduğu için onların kızlarını kendi kızları yerinde kabul edip kavminin onlarla evlenmelerini teklif ederek misafirlerini korumaya çalıştı. Bununla birlikte kendi kızlarıyla evlenmelerini teklif ettiği kanaatinde olanlar da vardır. Kitâb-ı Mukaddes’te bildirildiği üzere (Tekvîn 19/8) Lût’un kendi kızlarını teklif edip onlardan yararlanmalarına müsaade ettiği görüşünde olanlar da vardır; ancak bu tür çirkinlikleri ortadan kaldırmak için gönderilmiş olan bir peygamberin böyle bir davranışta bulunması mümkün değildir (bilgi için ayrıca bk. Hicr 15/51-74).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri

 Cilt: 3 Sayfa: 187-188

عصب Asabe : عَصَبٌ eklem bağları/kirişleri demektir. لَحْمٌ عَصِبٌ ise çok sinirli olan ete denir. عُصْبَةٌ birbirerine yardım eden, destek veren topluluktur. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 5 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleriasabiyet, asabi, âsâp, taassup ve müteassıptır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَلَمَّا جَٓاءَتْ رُسُلُنَا لُوطاً س۪ٓيءَ بِهِمْ وَضَاقَ بِهِمْ ذَرْعاً وَقَالَ هٰذَا يَوْمٌ عَص۪يبٌ

 


وَ  istînâfiyyedir.  لَمَّٓا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. 

جَٓاءَتْ رُسُلُنَا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

جَٓاءَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. 

رُسُلُنَا  fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim  zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لُوطاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

Şartın cevabı  س۪ٓيءَ بِهِمْ ’dır. 

س۪ٓيءَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri, هو ’dir. 

بِهِمْ  car mecruru  س۪ٓيءَ  fiiline müteallıktır. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ضَاقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

بِهِمْ  car mecruru  ضَاقَ  fiiline müteallıktır.

ذَرْعاً  temyiz olup fetha ile mansubdur. 

Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

Melhûz Mümeyyez: Burada temyiz cümledeki kapalılığı giderir. Manası kapalı olup da temyiz sayesinde açıklığa, netliğe kavuşan bu tür cümlelere melhûz mümeyyez denir. Melhûz mümeyyez daha çok şu cümlelerde olur: a) İsm-i tafdil kalıbının kullanıldığı bazı cümleler, b) Anlatılmak istenen anlamı ifadede tek başına yetersiz kalan “artmak-eksilmek, çoğalmak-azalmak, yükselmek-alçalmak, güzel ve çirkin olmak, büyük veya küçük olmak” gibi fiillerin kullanıldığı cümleler, c) İçinde “كَفَى بِ” terkibi bulunan cümleler, d) Kem-i istifhamiye (soru için olan كَمْ ) ve kem-i haberiye (çokluk bildiren  كَمْ) ile kurulan cümleler.

و atıf harfidir.

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

Mekulü’l-kavli,  هٰذَا يَوْمٌ ’dur.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

هٰذَا  ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.

يَوْمٌ  haber olup lafzen merfûdur.

عَص۪يبٌ kelimesi  يَوْمٌ ’un sıfatı olup lafzen merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

Hakiki Sıfat:

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred Olan Sıfatlar:

Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsufuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَص۪يبٌ  mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَمَّا جَٓاءَتْ رُسُلُنَا لُوطاً س۪ٓيءَ بِهِمْ وَضَاقَ بِهِمْ ذَرْعاً وَقَالَ هٰذَا يَوْمٌ عَص۪يبٌ

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayet şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi aynı zamanda muzâfun ileyh olan  جَٓاءَتْ رُسُلُنَا  cümlesidir ve müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabı olan  س۪ٓيءَ بِهِمْ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  وَضَاقَ بِهِمْ ذَرْعاً  cümlesi ve onu takibeden aynı üsluptaki  وَقَالَ هٰذَا يَوْمٌ عَص۪يبٌ  cümlesi, makabline matuftur.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  هٰذَا يَوْمٌ عَص۪يبٌ  cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi faide-i haber ibtidâî kelamdır. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

رُسُلُنَا  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  رُسُلُ  şan ve şeref kazanmıştır.

هٰذَا  ile zamana işaret edilerek konunun önemi vurgulanmıştır.

İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

عَص۪يبٌ  kelimesi,  يَوْمٌ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

Ayette geçen  ذَرْعاً  kelimesi, güç ve kuvvet anlamına da gelmektedir. وَضَاقَ بِهِمْ ذَرْعاً (onlardan göğsü daraldı) ifadesi de tahammül edememek, dayanamamak anlamında kullanılmaktadır. Aslında, deveye taşıyamayacağı kadar ağır yük yüklendiğinde tahammül edememesini ifade etmede kullanılmaktaydı. Daha sonra bu ifade, kişinin kötülüğe engel olmaktan aciz kalması sebebiyle şiddetli bir sıkıntı halinden kinaye olarak kullanılmıştır. 

Beyzâvî, konuyla ilgili olarak ayetin tefsîrinde şunları kaydeder: “Meleklerin Lut’a gelişi onu üzdü, çünkü onlar genç delikanlı şeklinde gelmişlerdi. O da onları insan zannetmişti. Dolayısıyla kavminin onlara saldıracağından, kendisinin de onları savunmaktan aciz kalacağından korktu ‘ve içi daraldı’ yani onların namına göğsü sıkıştı.

Bu da  وَضَاقَ بِهِمْ ذَرْعاً  ifadesi bir kötülüğü savamadığı ve ona çare bulamadığı zaman kişinin şiddetli bir şekilde içinin daralmasından kinayedir.” (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsirinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)

Aynı ibareyi Zemahşerî şöyle açıklamıştır: (Kavminin) durumu ve işleri idare yöntemleri, onun  ذَرْع ’ini / gücünü daralttı/ zayıflattı, yok etti. Araplar  ذَرْع  ’ın/zer’in daralmasını, gücün/ kuvvetin yitirilmesi olarak anlayagelmişlerdir. Keza onlar rehebe’z - zira’  رهب الذراع  ifadesini ise (birinin), bir şeye güç yetirmesi durumunda söylemişlerdir. Deyimin arka planı şu şekildedir: ذَرْع ’ı /kolu uzun olan bir adamın eli, kolu kısa olan adamın elinin ulaşamayacağı yere ulaşır. Dolayısıyla  ذَرْع  kelimesi, yerine göre acz/güçsüzlük, yerine göre de güç/ kuvvet belirtecek şekilde deyimleştirilmiştir. (Keşşaf III, 457)

ضَاقَ بِهِمْ ذَرْعاً  tabiri, güç ve takatin azalmasını ifade etmektedir. (Ebüssuûd)

ضَاقَ بِهِمْ ذَرْعاً  tabiri, onların gelişi sebebiyle demektir. İsnad değiştirilmiş ve muzâfun ileyhe yapılmış, müsned temyiz olmuştur.  الضِّيقِ  fiilinin kabiliyet manasındaki  الذَّرْعِ’nin sahibine isnad edilmesi mecazi mana açısından daha münasiptir. Temsîli mücerred istiaredir. (Âşûr)

Faili  رُسُلُنَا  kelimesi olan  جَٓاءَتْ  fiili, müennes sıyga ile geldi: Fail, âkil cemi müzekkeri gayri salim veya cemi müennes gayri salim ise fiil müzekker veya müennes gelebilir. (Ahmet Şimşek, Arap Dilinde Müzekkerlik ve Müenneslik Uyumu)

س۪ٓيءَ بِهِمْ ; ifadesinin manası hakkında iki görüş vardır:

Birincisi: Onların adına kavmi için kötü düşündü, demektir. Bunu İbni Abbas demiştir.

İkincisi: Elçilerin gelmesi onu üzdü, demektir. Çünkü onları tanımadı ve onlar için kavminden korktu. Bunu da İbni Cerir demiştir. Zeccâc şöyle demiştir:  س۪ٓيءَ بِهِمْ  aslında:  سوئ بِهِمْ  idi ki  سُوء  kökünden gelir. Ancak  و  sakin kılınmış, kesresi de  س ’e nakledilmiştir. (Zâdu’l-Mesîr Tefsiri)

عَص۪يبٌ; kritik bir gün demektir.
Hûd Sûresi 78. Ayet

وَجَٓاءَهُ قَوْمُهُ يُهْرَعُونَ اِلَيْهِ وَمِنْ قَبْلُ كَانُوا يَعْمَلُونَ السَّيِّـَٔاتِۜ قَالَ يَا قَوْمِ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ بَنَات۪ي هُنَّ اَطْهَرُ لَكُمْ فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَلَا تُخْزُونِ ف۪ي ضَيْف۪يۜ اَلَيْسَ مِنْكُمْ رَجُلٌ رَش۪يدٌ  ...


Kavmi, (konuklarıyla çirkin ilişkide bulunmak üzere) ona doğru koşa koşa geldiler. Zaten onlar önceden de bu tür çirkin işleri yapıyorlardı. Lût, dedi ki: “Ey Kavmim! İşte kızlarım. Onlar(la nikâhlanmanız) sizin için daha temizdir. Allah’a karşı gelmekten sakının ve konuklarıma karşı beni rezil etmeyin. İçinizde hiç aklı başında bir adam yok mu?”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَجَاءَهُ ve geldi ج ي ا
2 قَوْمُهُ kavmi ق و م
3 يُهْرَعُونَ koşarak ه ر ع
4 إِلَيْهِ ona
5 وَمِنْ
6 قَبْلُ ve daha önce ق ب ل
7 كَانُوا ك و ن
8 يَعْمَلُونَ işliyorlardı ع م ل
9 السَّيِّئَاتِ kötü işler س و ا
10 قَالَ dedi ki ق و ل
11 يَا قَوْمِ kavmim ق و م
12 هَٰؤُلَاءِ şunlar
13 بَنَاتِي kızlarımdır ب ن ي
14 هُنَّ onlar
15 أَطْهَرُ daha temizdir ط ه ر
16 لَكُمْ sizin için
17 فَاتَّقُوا korkun و ق ي
18 اللَّهَ Allah’tan
19 وَلَا ve
20 تُخْزُونِ beni rezil etmeyin خ ز ي
21 فِي arasında
22 ضَيْفِي konuklarım ض ي ف
23 أَلَيْسَ yok mudur? ل ي س
24 مِنْكُمْ içinizde
25 رَجُلٌ bir adam ر ج ل
26 رَشِيدٌ aklı başında ر ش د

وَجَٓاءَهُ قَوْمُهُ يُهْرَعُونَ اِلَيْهِ وَمِنْ قَبْلُ كَانُوا يَعْمَلُونَ السَّيِّـَٔاتِۜ

 

وَ atıf harfidir.  جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

قَوْمُهُ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يُهْرَعُونَ اِلَيْهِ  cümlesi  قَوْمُهُ  kelimesinin  hali olarak mahallen mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal menfi (olumsuz) fiil cümlesi olarak geldiğinde başında “و” gelebilir de gelmeyebilir de. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُهْرَعُونَ   fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olarak mahallen merfûdur.

اِلَيْهِ  car mecruru  يُهْرَعُونَ  fiiline müteallıktır.

وَ  haliyyedir.  مِنْ قَبْلُ  car mecruru  يَعْمَلُونَ  fiiline müteallıktır.  قَبْلُ  cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.

قَبْلَ  ve  بَعْدَ  kelimeleri; muzâfun ileyhleri hazf edilince damme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir.  قَبْلَ  zarfı, hem cümleye  hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَانُوا يَعْمَلُونَ السَّيِّـَٔاتِ  cümlesi  قَوْمُهُ  kelimesinin  hali olarak mahallen mansubtur. 

كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir.

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamiridir, mahallen merfûdur.  

يَعْمَلُونَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur. 

يَعْمَلُونَ  fiili  ن ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

السَّيِّـَٔاتِ  kelimesi mef’ûlun bih olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar. 


قَالَ يَا قَوْمِ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ بَنَات۪ي هُنَّ اَطْهَرُ لَكُمْ فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَلَا تُخْزُونِ ف۪ي ضَيْف۪يۜ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

Mekulü’l-kavli  يَا قَوْمِ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

يَا  nidadır.  قَوْمِ  münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim  ي ’sı mahzuftur.

Nidanın cevabı  هٰٓؤُ۬لَٓاءِ بَنَات۪ي dur. 

هٰٓؤُ۬لَٓاءِ  ismi işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.

بَنَات۪ي  kelimesi haber olup mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir  ى  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Munfasıl zamir  هُنَّ  mübteda olarak mahallen merfûdur. اَطْهَرُ  haber olup lafzen merfûdur.

لَكُمْ  car mecruru  اَطْهَرُ  kelimesine müteallıktır.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri,  إن كنتم راشدين فاتّقوا الله (Doğru yolu bulduysanız Allah'a karşı takvalı olun) şeklindedir.

اتَّقُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

اللّٰهَ  lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

تُخْزُونِ  fiili ن un hazfıyla meczum muzari fiildir.  Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki  نِ  vikayedir.  Hazf edilen  ي  ise mef‘ûlun bihtir.

ف۪ي ضَيْف۪ي   car mecruru   تُخْزُونِ   fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri,  في شأن ضيفي (Misafirlerime karşı) şeklindedir. 


اَلَيْسَ مِنْكُمْ رَجُلٌ رَش۪يدٌ

 

Hemze istifham harfidir.  لَيْسَ  nakıs camid fiildir.  كَانَ  gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.

لَيْسَ   nakıs fiillerdendir. Nakıs fiiller şunlardır.

1. كَانَ

2. لَيْس

3. صَارَ  ve benzerleri:  اَصْبَحَ – اَضْحَى – اَمْسَى – ظَلَّ – بَاتَ

4. Süreklilik bildirenler:  مَا زَالَ – مَا بَرِحَ – مَا فَتِئَ – مَا اِنْفَكَّ 

5.  مَا دَامَ

Bu fiiller, isim cümlesinin başına gelerek mübtedayı ref haberi de nasb eder. Mübteda bunların ismi, haber de haberi olur. Bunlara kendinden sonra gelenin îrabını değiştirdikleri için de “nevasıh” adı verilir.

İsim cümlesindeki mübteda ve haberin özellikleri ve birbirine uyumu nasılsa, nakıs fiillerin isim ve haberi arasındaki uyum ve özellikleri de öyledir.

كَانَ  ve benzerlerinin isim ve haberlerinin îrab durumları şöyledir:

a) Müfred olduklarında; ismi damme (-ُ) ile merfû, haberi fetha (-َ) ile mansub olur.

b) Tesniye olduklarında; ismi elif (ا) ile merfû, haberi cezimli yâ (يْ) ile mansub olur.

c) Cemi müzekker salim olduklarında; ismi (و) ile merfû, haberi sakin yâ (ي) ile mansub olur.

d) Cemi müennes salim olduklarında; ismi damme (اتُ) ile merfû, haberi kesra (اتِ) ile mansub olur.

Nakıs fiillerin haberleri isim cümlesinin haberi gibi müfred, cümle (isim, fiil) veya şibh-i cümle (zarflı, harfi cerli isim) olarak gelebilir.

Nakıs fiillerin mazi, muzari, masdar, emir gibi bütün kipleri aynı şekilde amel eder.

لَيْسَ  isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْكُم  car mecruru  لَيْسَ nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.

رَجُلٌ  kelimesi  لَيْسَ nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur.

رَش۪يدٌ  kelimesi  رَجُلٌ ’un sıfatı olup lafzen merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

Hakiki Sıfat:

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred Olan Sıfatlar:

Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsufuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

رَش۪يدٌ  kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır.

Sıfat-ı müşebbehe; benzeyen sıfat demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَجَٓاءَهُ قَوْمُهُ يُهْرَعُونَ اِلَيْهِ وَمِنْ قَبْلُ كَانُوا يَعْمَلُونَ السَّيِّـَٔاتِۜ 

 

Önceki ayetteki şart ve cevap cümlesine matuftur.

Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

…يُهْرَعُونَ  cümlesi, قَوْمُ 'nun halidir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tâbi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

Hal konumunda olan  كَانُوا يَعْمَلُونَ السَّيِّـَٔاتِۜ  cümlesi, isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar  olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)


قَالَ يَا قَوْمِ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ بَنَات۪ي هُنَّ اَطْهَرُ لَكُمْ فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَلَا تُخْزُونِ ف۪ي ضَيْف۪يۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır. 

Münada olan  قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi, nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir. Kelimedeki kesra, muzâfun ileyhten ivazdır.

Nidanın cevabı olan  هٰٓؤُ۬لَٓاءِ بَنَات۪ي هُنَّ, mübteda ve haberden müteşekkil cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi işaret edilene dikkat çekmek içindir.

هُنَّ اَطْهَرُ لَكُمْ  isim cümlesi, beyanî istînâf veya  بَنَات۪ي ’den haldir. Sübut ifade eden cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَ  rabıtadır. Cümlede îcâz-ı hazif vardır.  فَاتَّقُوا اللّٰهَ  cümlesi mahzuf şartın cevabıdır. Cevap cümlesi  اتَّقُوا اللّٰهَ, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Takdiri, إن كنتم راشدين (Doğru yolu bulduysanız) şeklindeki mahzufla birlikte cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan  لَا تُخْزُونِ ف۪ي ضَيْف۪ي  cümlesi de cevap cümlesine matuftur.

تُخْزُونِ  fiilinin mef’ûlü olan mütekellim  ي ’sı mahzuftur. Esre bu mahzuftan ivazdır.

ف۪ي ضَيْف۪يۜ  ibaresindeki  فٖي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  فٖي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla misafirler, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  فٖي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü misafirler hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak durumun vehametini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

بَنَات۪ي - رَجُلٌ  arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

İbn Abbâs der ki: Burada “reşîd”den kasıt mümin manasıdır. Ebû Malik ise münkerden alıkoyan kimse diye açıklamıştır. Reşid’in reşed anlamında olduğu da söylenmiştir. Reşed ve reşâd hidayet ve istikamet demektir. (Kurtubî)

İbni Kuteybe de şöyle demiştir: Burada  ضَيْف۪  misafirler manasınadır, tekil çoğula delalet eder,  هَؤُلَاء رسولي ووكيلي (bunlar benim elçim ve vekilimdir) dediğin gibi. (Zâdu’l-Mesîr Tefsiri)


اَلَيْسَ مِنْكُمْ رَجُلٌ رَش۪يدٌ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle tefsiriyye hükmündedir.

İstifham üslubunda, talebî inşâî isnaddır. 

Cümle istifham üslubunda geldiği halde gerçek manada soru olmayıp takrir ve tevbih amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

رَش۪يدٌ  kelimesi  رَجُلٌ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

اَلَيْسَ مِنْكُمْ رَجُلٌ رَش۪يدٌ  (Sizden, aklı başında bir adam yok mu?) sorusu, hayret ve kınama ifade eder. (Safvetu't Tefasir) Mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

اَلَيْسَ مِنْكُمْ رَجُلٌ رَش۪يدٌ  (Sizden, aklı başında bir adam yok mu?) sorusunda, muhatap durumunda olan Lut kavmi bizzat musibet ve bela kaynağı olduğu için  مِنْكُمْ  takdim edilerek inkâr ve tevbih kastedilmiştir.

Car mecrurun önemine binaen amiline takdimi, takdim-tehir sanatıdır.

اَلَيْسَ  üslubunda Hud/78 hariç  tüm ayetlerde (11 ayette) takrir anlamı mevcuttur. (Suyûtî, Muştereku’l-Aķrân, II, 187; el-Lebedî, Hemzetu’l-İstifhâm fi’l-Kur’ani’l-Kerim, s. 219-220)
Hûd Sûresi 79. Ayet

قَالُوا لَقَدْ عَلِمْتَ مَا لَنَا ف۪ي بَنَاتِكَ مِنْ حَقٍّۚ وَاِنَّكَ لَتَعْلَمُ مَا نُر۪يدُ  ...


Onlar, “İyi biliyorsun ki kızlarında bizim gözümüz yok. Sen bizim ne istediğimizi çok iyi biliyorsun” dediler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ki ق و ل
2 لَقَدْ muhakkak
3 عَلِمْتَ sen bilirsin ki ع ل م
4 مَا yoktur
5 لَنَا bizim
6 فِي
7 بَنَاتِكَ senin kızlarında ب ن ي
8 مِنْ hiç bir
9 حَقٍّ hakkımız ح ق ق
10 وَإِنَّكَ ve sen
11 لَتَعْلَمُ iyi bilirsin ع ل م
12 مَا şeyi
13 نُرِيدُ bizim istediğimiz ر و د

Hz. Lût’un bu teklifi ve direnmesi karşısında kavmi alay ederek onu şehirden çıkarmak istedi (bk. A‘râf 7/82). Hz. Lût zayıf bir ümitle de olsa tebliğ görevini sonuna kadar sürdürdü ve onları bu çirkin davranıştan vazgeçirmeye çalıştı, misafirlerine tâcizde bulunup da kendisini rezil etmemelerini rica etti ve bu hususta Allah’tan korkmalarını öğütledi; sözden anlayıp bu taşkınlıkları önleyecek birini aradı. Fakat içlerinde böyle biri yoktu. Hepsi birbirinden edepsiz, şehvetlerinin kölesi olmuş kimselerdi. Bu sebeple peygamberin nasihatlerini reddettiler. Lût, burada yalnız ve garipti, peygamber olarak görevlendirildiği için aralarında bulunuyordu; ailesi dışında dayanacak bir desteği yoktu, onları da sürgün edip çıkarmak istiyorlardı (Neml 27/56).

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 3 Sayfa: 188

قَالُوا لَقَدْ عَلِمْتَ مَا لَنَا ف۪ي بَنَاتِكَ مِنْ حَقٍّۚ

 

Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattie harfidir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

عَلِمْتَ sükûn üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur.

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

لَنَا  car mecruru mahzuf  mukaddem habere müteallıktır.  ف۪ي بَنَاتِكَ   car mecruru  حَقّ  kelimesinin haline muteallıktır. 

Muttasıl zamir  كَ  muzafun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مِنْ  zaiddir.

حَقّ  muahhar mübteda olup lafzen mecrur, mahallen merfûdur.


 وَاِنَّكَ لَتَعْلَمُ مَا نُر۪يدُ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

كَ  muttasıl zamiri  اِنَّ nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.

تَعْلَمُ  fiili  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

تَعْلَمُ  merfû muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri  انت dir.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا, mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  نُر۪يدُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

نُر۪يدُ  merfû muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

قَالُوا لَقَدْ عَلِمْتَ مَا لَنَا ف۪ي بَنَاتِكَ مِنْ حَقٍّۚ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لَقَدْ عَلِمْتَ مَا لَنَا ف۪ي بَنَاتِكَ مِنْ حَقٍّۚ  cümlesi, mahzuf kasemin cevabıdır.

ل  mahzuf kasemin cevabına gelen harftir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim hazf edilmiştir. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayri talebî inşâî isnaddır ve  قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavlidir.

عَلِمْتَ  fiilinin mef’ûlü konumundaki  مَا لَنَا ف۪ي بَنَاتِكَ مِنْ حَقٍّۚ  menfi isim cümlesi, faide-i haber inkâri kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  لَنَا, mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muahhar mübteda  مِنْ حَقٍّۚ ’a dahil olan  مِنْ, tekid ifade eden zaid harftir.

مَا لَنَا ف۪ي بَنَاتِكَ مِنْ حَقٍّۚ “Bizim, senin kızlarına hiçbir ihtiyacımız yok; onlara bir şehvet de duymuyoruz…” demektir. Bunun manası şudur: “Bir şeye muhtaç olan kimse için sanki o şeyde kendisi için bir tür hak meydana gelmiş olur. İşte bundan dolayı, bir hakkın olmadığını söylemek ihtiyacın bulunmadığından bir kinayedir.” (Fahreddin er-Râzî) 

 

وَاِنَّكَ لَتَعْلَمُ مَا نُر۪يدُ

 

Kasemin cevabına matuftur.

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiştir. Faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûlün sılası  نُر۪يدُ, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

تَعْلَمُ - عَلِمْتَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr, farklı görevdeki مَا ’lar arasında tam cinas ve tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Hûd Sûresi 80. Ayet

قَالَ لَوْ اَنَّ ل۪ي بِكُمْ قُوَّةً اَوْ اٰو۪ٓي اِلٰى رُكْنٍ شَد۪يدٍ  ...


(Lût da:) “Keşke size karşı (koyacak) bir gücüm olsaydı, ya da sağlam bir desteğe dayanabilseydim” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ق و ل
2 لَوْ keşke
3 أَنَّ
4 لِي benim olsaydı
5 بِكُمْ sizi (savacak)
6 قُوَّةً bir gücüm ق و ي
7 أَوْ yahut
8 اوِي sığınabilseydim ا و ي
9 إِلَىٰ
10 رُكْنٍ bir yere ر ك ن
11 شَدِيدٍ sağlam ش د د

قَالَ لَوْ اَنَّ ل۪ي بِكُمْ قُوَّةً اَوْ اٰو۪ٓي اِلٰى رُكْنٍ شَد۪يدٍ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Mekulü’l-kavli  لَوْ اَنَّ ل۪ي ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

لَوْ  gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.

Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri, لبطشت بكم (Sizi yakaladım) şeklindedir.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel, mahzuf fiilin faili olarak mahallen merfûdur. Takdiri,  ثبت وجود قوّة لي  (benim kuvvetim var olsa) şeklindedir. 

اِنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

ل۪ي  car mecruru  اَنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.

بِكُمْ  car mecruru  قُوَّةً ’in mahzuf haline müteallıktır.

قُوَّةً  kelimesi  اَنَّ ’nin muahhar ismi olup fetha ile mansubdur.

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اٰو۪ٓي  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri

اَنا ’dir.

اِلٰى رُكْنٍ  car mecruru  اٰو۪ٓي  fiiline müteallıktır.  شَد۪يدٍ  kelimesi  رُكْنٍ ’in sıfatı olup kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

Hakiki Sıfat:

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred Olan Sıfatlar:

Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsufuna: cinsiyet, adet, marifelik-nekrelik ve îrab bakımından uyar:

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar.

Not: Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ لَوْ اَنَّ ل۪ي بِكُمْ قُوَّةً اَوْ اٰو۪ٓي اِلٰى رُكْنٍ شَد۪يدٍ

 

Fasılla gelmiş müstenefe cümlesidir. Müspet fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede mekulü’l-kavl, şart üslubunda gelmiş haberî isnaddır.

لَوْ  şart,  اَنَّ  masdar ve tekid harfidir.  اَنَّ  ve akabindeki isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar teviliyle takdiri  ثبت  (sabit oldu) olan mahzuf fiilin failidir. Masdar-ı müevvel olan cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  ل۪ي, masdar harfi  اَنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  قُوَّةً  ise muahhar ismidir.

Takdir edilen  ثبت  fiiline, اَوْ  atıf harfiyle atfedilen  اٰو۪ٓي اِلٰى رُكْنٍ شَد۪يدٍ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لَوْ  şart edatının cevabı hazfedilmiştir, takdiri şöyledir:  لبطشت بكم  [Sizin hakkınızdan gelmem için…] Ebu Ubeyde de şöyle demiştir:  اٰو۪ٓي  fiil;  أويت إليك  ve  فأنا آوي أوِيّا ’den gelir ki birine katılmaktır. Burada  رُكْنٍ  kelimesi mecaz yolu ile güçlü, kalabalık ve yanına yaklaşılmayan oymak manasınadır. (Zâdü’l-Mesîr Tefsiri)

Ayetteki  لَوْ  edatının cevabı mahzuf olup takdiri şöyledir: Ben bu imkâna sahip olsaydım, yöneldiğiniz bozgunculuğa, istediğiniz fuhuş irtikâbına engel olurdum. Burada cevabın söylenmemesi daha edebidir. Çünkü bu hazif, tehdit edilen kişiye, cezanın büyüklüğünü ve azabın ağırlığını hayal ettirir. (Safvetu't Tefasir)

قُوَّةً - رُكْنٍ - شَد۪يدٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve  لَوْ - اَوْ - اٰو۪ٓي  kelimeleri arasında cinas vardır.

Bu ayette temsîli istiarenin güzel bir örneği vardır.  رُكْنٍ ; kuvvetli köşe demektir. Kuvvetli köşeden murad Lut’un (a.s.) kavmi ve aşiretidir. İnsan sağlam binanın köşesine sığındığı gibi kavmine iltica eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)


Ayetteki لَوْ (eğer) edatının cevabı, sözün gelişinden anlaşıldığı için mahzuftur. Takdiri ise, “Size mani olurdum ve sizi defetme hususunda elimden geleni yapardım...” şeklindedir. Vahidî şöyle demiştir: “Cevap burada hazf edilmiştir, çünkü bu durumda insanın aklına, pek çok mani olma ve def etme çeşidi gelmektedir.”

Ayetteki  رُكْنٍ شَد۪يدٍ  tabirinden maksat sağlam ve koruyucu yerdir. Bu, dağdaki sağlam bir sığınağa benzetilmiştir.

Allah Teâlâ, Lut’un (a.s.), “Size yetecek bir kuvvetim olsaydı (keşke)... Yahut sarp bir kaleye sığınabilseydim.” dediğini haber verişi, Hz. Lut'un bu sefil kimselerin, misafirleri hususunda utanç veren, rezil rüsvalığa sebep olan böyle bir işe cüret etmeleri sebebiyle son derece sıkıntı ve hüzün içinde olduğuna delalet etmektedir. İşte melekler onun bu durumunu görünce, ona birçok müjdeler verdiler:

a) Onlar Allah'ın elçileri idiler.

b) Kâfirler, düşündükleri şeyi yapamayacaklardı.

c) Allah Teâlâ o kâfirleri helak edecekti.

d) Allah Teâlâ, Lut'u, ailesiyle birlikte bu azaptan kurtaracaktı.

e) Onun sağlam sığınağı ve yegâne yardımcısı Hakk Teâlâ idi. İşte ona verilen bu müjdeler tahakkuk etmişti. (Fahreddin er-Râzî) 

79. ayetteki  لَقَدْ عَلِمْتَ  cümlesi tekidli olarak gelmiş, Lut’un (a.s.) bilgisi tekid edilmiştir. Bu kişilerin onun bildiğini inkâr eden menziline konulmaları da tekid edilmiştir. Çünkü kızlarını onlara arz etmesi hali, onları yaratanı bilmeyen kişinin haline benzetilmiştir. Aynı ayetteki  وإنَّكَ لَتَعْلَمُ ما نُرِيدُ  cümlesindeki tekid de bunun içindir. Her iki haber de lâzım-ı faide-i haber olarak gelmiştir. Yani muhakkak ki sen de kızlarına isteğimiz olmadığını ve asıl muradımızı bilirsin demektir. (Âşûr)

لَوْ أنَّ لِي بِكم قُوَّةً  cümlesinde  لَوْ  temenni manasında gelmiştir. Bu, münkiri değiştirmek için yapılabilecek son şey budur, demektir. (Âşûr)


Hûd Sûresi 81. Ayet

قَالُوا يَا لُوطُ اِنَّا رُسُلُ رَبِّكَ لَنْ يَصِلُٓوا اِلَيْكَ فَاَسْرِ بِاَهْلِكَ بِقِطْعٍ مِنَ الَّيْلِ وَلَا يَلْتَفِتْ مِنْكُمْ اَحَدٌ اِلَّا امْرَاَتَكَۜ اِنَّهُ مُص۪يبُهَا مَٓا اَصَابَهُمْۜ اِنَّ مَوْعِدَهُمُ الصُّبْحُۜ اَلَيْسَ الصُّبْحُ بِقَر۪يبٍ  ...


Konukları şöyle dedi: “Ey Lût! Biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla ulaşamayacaklar. Geceleyin bir vakitte aileni al götür. İçinizden kimse ardına bakmasın. Ancak karın müstesna. (Onu bırak.) Çünkü onların (kavminin) başına gelecek olan azap, onun başına da gelecektir. Onların azabla buluşma zamanı sabahtır. Sabah yakın değil midir?!”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ki ق و ل
2 يَا لُوطُ Lut
3 إِنَّا şüphesiz biz
4 رُسُلُ elçileriyiz ر س ل
5 رَبِّكَ Rabbinin ر ب ب
6 لَنْ
7 يَصِلُوا ilişemeyecekler و ص ل
8 إِلَيْكَ sana
9 فَأَسْرِ yürü س ر ي
10 بِأَهْلِكَ ailenle birlikte ا ه ل
11 بِقِطْعٍ bir vaktinde ق ط ع
12 مِنَ
13 اللَّيْلِ gecenin ل ي ل
14 وَلَا ve
15 يَلْتَفِتْ geriye dönüp bakmasın ل ف ت
16 مِنْكُمْ sizden
17 أَحَدٌ hiç kimse ا ح د
18 إِلَّا ancak hariç
19 امْرَأَتَكَ hanımın م ر ا
20 إِنَّهُ şüphesiz
21 مُصِيبُهَا onun başına gelecektir ص و ب
22 مَا şeyler
23 أَصَابَهُمْ onların başına gelen ص و ب
24 إِنَّ şüphesiz
25 مَوْعِدَهُمُ onlara vaadedilen vakit و ع د
26 الصُّبْحُ sabahtır ص ب ح
27 أَلَيْسَ değil mi? ل ي س
28 الصُّبْحُ sabah ص ب ح
29 بِقَرِيبٍ yakın ق ر ب

Elçiler Hz. Lût’un iyice bunaldığını görünce kimliklerini açığa vurarak ona kavmini helâk etmek için geldiklerini bildirdiler. Bu arada bir mûcize olarak yüce Allah elçilere sarkıntılık etmek isteyenlerin gözlerini kör etti (Kamer 54/37); artık Lût’u da yanındakileri de göremez oldular. Lût’un aile fertleri dışında ona inanan kimse bulunmadığı için (Zâriyât 51/36) melekler Hz. Lût’un, karısı dışındaki aile fertlerini alıp gecenin bir vaktinde şehri terketmesini istediler. Karısı iman etmediğinden o da kâfirlerle birlikte yok olacaktı. Lût ilâhî emir uyarınca geceleyin ailesini alıp şehirden çıktı; tan yerinin ağarması azabın gelmekte olduğunu haber veriyordu. Nitekim güneş doğarken onları korkunç bir gürültü yakalamış, ardından şiddetli bir depremle şehir alt üst olmuş, üzerlerine taş yağmış, yok olup gitmişlerdir (Hicr 15/73-74). 

Lût kavminin başına gelen bu felâketin biçimi ve zamanı farklı âyetlerde bazı nüanslarla verilmiştir. Meselâ olay burada, sabahleyin tan yeri ağarırken ülkenin altının üstüne çevrilerek üzerlerine taş yağdırılması şeklinde anlatılmıştır; Hicr sûresinde ise (73-74) ortalık aydınlanırken onları korkunç bir sesin yakaladığı, ardından da ülkenin altının üstüne çevrilerek üzerlerine taş yağdırıldığı bildirilmiştir. Bu âyetleri dikkate alan bazı müfessirler olayın tan yeri ağarırken başlayıp güneş doğarken sona erdiğini söylemişlerdir (bk. Reşîd Rızâ, XII, 136). 

 

Böylece Lût kavmi inançsızlık ve ahlâksızlığının cezasını çekerek tarih sahnesinden silinip gitmiştir. 83. âyetin son cümlesi Lût kavminin yaşadığı inançsızlık ve ahlâksızlığı yaşayan kimselerin başına bu tür felâketlerin gelebileceğine işaret etmektedir. 

Kaynak :Kuran Yolu Tefsiri

لفت Lefete : لَفَتَ fiili bir kişiyi bir işten alıkoyarak döndürmek demektir. Aynı kökten gelen إلْتَفَتَ fiili de yöneldiği hedeften saptı manasında kullanılır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de sadece 3 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri iltifat ve mültefittir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

قَالُوا يَا لُوطُ اِنَّا رُسُلُ رَبِّكَ لَنْ يَصِلُٓوا اِلَيْكَ فَاَسْرِ بِاَهْلِكَ بِقِطْعٍ مِنَ الَّيْلِ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  يَا لُوطُ ’dir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

يَا  nida harfidir.  لُوطُ   nasb mahallinde damme üzere mebni münadadır.

Nidanın cevabı  اِنَّا رُسُلُ رَبِّكَ ’dır.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

رُسُلُ  fiili  اِنَّ ’nin haberi olarak lafzen merfûdur.

رَبِّكَ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder.

يَصِلُٓوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiilidir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

اِلَيْكَ  car mecruru  يَصِلُٓوا  fiiline müteallıktır. 

فَ;  sebebi müsebbebe bağlayan rabıta harfidir. اَسْرِ  illet harfinin  hazfıyla mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت ’dir.

بِاَهْلِكَ  car mecruru اَسْرِ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بِقِطْعٍ  car mecruru اَسْرِ  fiiline müteallıktır.  مِنَ الَّيْلِ car mecruru  بِقِطْعٍ  mahzuf  sıfatına müteallıktır. اَسْرِ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. babındadır. Sülâsîsi  سرى ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَلَا يَلْتَفِتْ مِنْكُمْ اَحَدٌ اِلَّا امْرَاَتَكَۜ

 

Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  يَلْتَفِتْ  meczum muzari fiilidir. مِنْكُمْ  car mecruru  يَلْتَفِتْ  fiiline müteallıktır.  اَحَدٌ  fail olup lafzen merfûdur.

اِلَّا  istisna edatıdır. امْرَاَتَكَ  müstesna olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَلْتَفِتْ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İftiâl babındadır. Sülâsîsi  لفت ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


اِنَّهُ مُص۪يبُهَا مَٓا اَصَابَهُمْۜ اِنَّ مَوْعِدَهُمُ الصُّبْحُۜ اَلَيْسَ الصُّبْحُ بِقَر۪يبٍ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. Şan zamiridir.  

مُص۪يبُهَا مَٓا اَصَابَهُمْ  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

مُص۪يبُ  mukaddem haber olup lafzen merfûdur. 

Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

Müşterek ism-i mevsul  مَٓا, muahhar mübteda olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَصَابَهُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

اَصَابَهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

مَوْعِدَهُمُ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُمُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الصُّبْحُ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. 

Hemze istifham harfidir.  لَيْسَ  nakıs camid fiildir.  كَانَ  gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.

الصُّبْحُ  kelimesi  لَيْسَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.

بِ  harf-i ceri zaiddir.  قَر۪يبٍ  lafzen mecrur,  لَيْسَ ’nin haberi olup mahallen mansubdur. 

Bazen  لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harf-i ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُص۪يبُهَا  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babından ism-i faildir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالُوا يَا لُوطُ اِنَّا رُسُلُ رَبِّكَ لَنْ يَصِلُٓوا اِلَيْكَ

 

Fasılla gelmiş istînâf cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasındaki  قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mütekellim, Hz. Lut’a gelen meleklerdir.

Nidanın cevabı olan  اِنَّا رُسُلُ رَبِّكَ  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

رَبِّكَ  izafetinde Rabb isminin muzâf olduğu Hz. Lut’a ait olan  كَ  zamiri, şan ve şeref kazanmıştır.

Nidanın cevabı için tefsiriyye olan  لَنْ يَصِلُٓوا اِلَيْكَ  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.


  فَاَسْرِ بِاَهْلِكَ بِقِطْعٍ مِنَ الَّيْلِ وَلَا يَلْتَفِتْ مِنْكُمْ اَحَدٌ اِلَّا امْرَاَتَكَۜ 

 

Takdiri,  تنبّه  [Dikkat et!] olan, mukadder istinafa atfedilmiş cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan  وَلَا يَلْتَفِتْ مِنْكُمْ اَحَدٌ اِلَّا امْرَاَتَكَ  cümlesi, makabline matuftur.  امْرَاَتَكَ, müstesnadır.

لَا يَلْتَفِتْ مِنْكُمْ اَحَدٌ  buyurulması, Lut (a.s.) ile birlikte olanları geriye dönmekten nehyetmek içindir. التفات, insanın arkasına dönüp bakmasıdır. Görünen odur ki bundan maksat şudur: Onların, memleketlerinde malları, mülkleri, kumaşları ve dostları vardı. İşte bundan dolayı melekler onlara, vakti gelince çıkmalarını, bütün bu şeyleri terk edip kesinlikle onlara dönüp bakmamalarını emretmişlerdir. Bundan maksat ise onların kalplerinin o şeylerle olan ilgisini kesmek idi. Bu kelime ile “yüz çevirip gitme” manası da kastedilmiş olabilir. (Fahreddin er-Râzî)


اِنَّهُ مُص۪يبُهَا مَٓا اَصَابَهُمْۜ 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. İstisnanın sebebinin açıklandığı cümle  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  اِنَّ ’nin haberi olan  مُص۪يبُهَا مَٓا اَصَابَهُمْۜ  cümlesinde, takdim-tehir sanatı vardır.  مُص۪يبُهَا, mukaddem haber, müşterek ism-i mevsûl  مَٓا, muahhar mübtedadır. Sıla cümlesi  اَصَابَهُمْۜ, mazi fiil sıygasında gelerek, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Müsnedin izafetle gelmesi veciz ifade kastına matuftur.

مُص۪يبُهَا - اَصَابَهُمْ  arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Hz. Lut’un karısına  امْرَاَتَ  denmesinin sebebi kocasıyla inanç birliği içinde olmamasıdır.

Ayette Hz. Lut’un karısından  امْرَاَتَ  şeklinde bahsedilmesinin sebebi kocasıyla inanç birliği içinde olmamasıdır.

İlgili ayetler incelendiğinde Kur’an’da zevc kelimesinin şu durumlarda kullanıldığı görülür:

  • Sadakat,
  • Allah’ın dinine inanmada birlik,
  • Üreme imkânı bulunmak,
  • Nikâhlı olmak.

İmrae kelimesi zevc için sayılan unsurların zıddı bir durum meydana geldiği takdirde veya tamamen ortadan kalktığı hallerde kullanılmaktadır:

  • İhanet (aldatma),
  • Allah’ın dînine fiilî olarak aleyhtarlık,
  • Üreme imkânının bulunmaması (kısırlık, iktidarsızlık, yaşlılıktan ötürü kadının doğurganlık çağının geçmesi veya erkeğin kuvvetten düşmesi),
  • Vefat veya diğer gerekçelerle nikâhın son bulması ile dulluk. (Nüsha Dergisi / İsmail Sökmen / Kur’an’da geçen zevc ve imrae kelimeleri üzerine)

الصُّبْحُۜ - الَّيْلِ  arasında tıbâk-ı îcab,  الصُّبْحُۜ - اَلَيْسَ الصُّبْحُ arasında ise tıbâk- ı selb vardır.


اِنَّ مَوْعِدَهُمُ الصُّبْحُۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّ ’nin ismi veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir.  اِنَّ ’nin haberi olan  الصُّبْحُ’nun marife gelmesi, biliniyor olmasına işarettir.

Müsned, iki durumda marife olur. 1. Muhatap, müsned ve müsnedün ileyhden birini biliyor, diğerini bilmiyordur. Bildiği müsnedün ileyh, bilmediği müsned olur. 2. Muhatap ikisini de biliyordur ama siyâk, birinin takdimini gerektiriyordur. Mütekellim muhatabın bildiği şeyi ya da siyâkın gerektirdiği şeyi takdim ederek müsnedün ileyh yapar. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَصَابَ - الصُّبْحُۜ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs vardır.


اَلَيْسَ الصُّبْحُ بِقَر۪يبٍ

 

Ayetin son cümlesi, istînâfiyye veya itiraziyyedir. İstifham üslubunda gelmiş talebî inşâî isnaddır. Cümle, istifham üslubunda geldiği halde gerçek manada soru olmayıp takrir ve tevbih amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

لَيْسَ ’nin haberine dahil olan  بِ  harfi zaiddir.

الصُّبْحُ  tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.

اَلَيْسَ الصُّبْحُ بِقَر۪يبٍ  cümlesi, mezkur illetin tekidi mahiyetindedir. Zira sabahın pek yakın olması, azap yerinden uzaklaşmak için geceleyin süratli yürümeyi gerektirmektedir. (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî, Elmalılı Hamdi Yazır, Âşûr)
Günün Mesajı
Hz. Nuh'un as inanmayan oğlu ve Hz Lût'un as inanmayan eşi, bizim için en büyük ders yüklü iki örnektir. Kurtulabilmek için daima Allah'a sığınmak ve kalblerimizi kaymaktan, her türlü dalâletten, sapıp gitmekten koruması için O'na sürekli dua etmeli, münacatta bulunmalıyız.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Şahit oldukları karşısında üzülüyordu. Üzülmenin tek başına bir işe yaramadığını bildiği bir yaştaydı. Kendisine madde madde bir not listesi yazdı:

Bir şeylerin değişmesi gerektiğini düşünüyorsan, ilk kendinden başla.

Kapat gözlerini dünyadaki pisliklere. Tıka kulaklarını yalan sözlere. Zihnin kirlenmesin, gördüklerin ve duydukların yüzünden. Kirlenen zihnin, kalbi de kararmaya başlar bir süre sonra. Önce kalbini korumaya al, sonra ne yapabilirim diye düşün.

Kaç içi boş insanlardan. Söylediklerin anca yankı yapar içlerinde kaybolup gidene dek. Aynı soruları ve cümleleri tekrarlar dururlar, takılıp kalmış plak gibi. Amacı doğruyu anlamaya çalışmak yerine, aklınca seni bulandırmaktır. Doğru insanlara yardımcı olmaya çalış ki, hedefin şaşmasın. Doğru insanları yoldaşın seç ki, yolundan saptırılıp hakikatten alıkoyulmayasın.

Ahlaksızlıklarını, halleriyle övünerek, alenen gösterenlere arkanı dön. Bir nebze olsun bile edebi ve saygısı kalmamışa ne zamanın değer, ne de uzattığın elin. Ne gözlerin günaha girsin, ne de yüreğine sıkıntı düşsün.

 

Sakın taviz verme. Kelime oyunlarına kanma. Uyanık ol. Allah yolunda, sağlam bassın ayakların. Allah’ın yasakladıklarını yapanlara ‘saygı duy’ tuzağına düşme. İslam’ı en doğru şekilde öğrenmek için çabala. Kendinden emin konuş. İki cihanın için de çalış. Seyredenlerden değil, harekete geçenlerden; kıyamet anında elindeki fidanı dikenlerden ol.

Güzel insanlarla donat etrafını. Güzel sözler söylesinler. Hayrı hatırlatsınlar. Yalanlardan ve pisliklerden uzak tutsunlar.

Kendini iyi tanı ve Allah’ın yardımıyla doğru yönlerini geliştir. Faydalı ilimlerle doldur. Rabbine yaklaş. Gözlerini kapat ve O’na doğru adım at.

Pisliklerle karşılaştığında, elinden gelen bir şey yoksa gözlerini çevir ve dua et: Allahım beni ve sevdiklerimi koru. Yolunda ayağımızı sabit kıl. Geçici menfaatler uğruna sınırlarından taviz vermemize izin verme. Ahmaklıklarında ısrar edenlere ve etrafındakileri de yozlaştıranlara ise akıl fikir ver. Senin yoluna dönmeyeceklerse, kendi özgürlüklerinin içinde boğ onları.

Allahım! Beni, kendisini geliştiren, İslam’ı en doğru şekilde öğrenip, en güzel şekilde yaşayanlardan,
Ahlaksızlıklarla haksızlıklardan uzak duranlardan ve onlara karşı koyacak gücü ve o gücü kullanmak için de gereken incelikleri verdiklerinden eyle.

Amin.

***

Yürütülen olası mantıklı açıklamaların ardından, bulunduğu mekandan koptu ve düşüncelere daldı:

Mantık denilen şeyin yüzünün büyük bir kısmı dünyalıklara dönüktü. Belki de tamamı öyleydi. Sanırım insan, olanları dünyevi sebeplerle açıklamaya düşkündü. Her şeyi anlama hevesindeydi. Aklının aldığını görmek heyecan vericiydi ama bu çoğunlukla yorucu bir süreçti. 

Yeryüzünde sahip olmayı istediklerimiz ve kurtulmayı dilediğimiz sıkıntılarımız vardı. Dualarla Allah’a sığınıp, O’na yalvardık. Kur’an ve sünnetin öğrettiklerine uygun davranmaya çalıştık. Kimi dualarımıza kavuştuk, kimilerinin ise olmamasında bir hikmet olduğuna iman ettik.

Yine de bir tarafımız her zamanki gibi aynı çabaya girdi. Dualarımız kabul olunduğunda ya da olunmadığında; sebeplerini dünya gözüyle irdeledik. Çeşitli olasılıkları öne sürdük, tarttık ve etrafımızdakilerle değerlendirdik. Beğendiklerimizi ise cebe attık. 

Bu işle meşgul olurken asıl yapması gerekeni unutan ya da erteleyen kalplerden bazısına ilham geldi. Olduran ve oldurmayan Allah’a etmesi gerektiği teşekkürü neredeydi? Hüzün çöktü, cahilliğine şaşırdı ve Allah’a istiğfar ile beraber hamd etti.

Belki içlerinden bazısı gerçekten akıllandı. Korkularından emin kılındığında, zamanla yaraları iyileştiğinde, hayal kırıklığına uğradığında, umduklarına ve hatta ummayı akıl edemediklerine kavuştuğunda; dünyaya ait mantıklı açıklamaları bırakıp ilk Rabbini hatırladı ve hamd ile O’nun huzuruna koştu. 

Ey her başlangıçta, yolda ve sonda bizimle olan Allahım! Olanda ve olmayanda bir hikmet olduğuna iman ettik. Belki bir söz, ilaç, yiyecek veya yeni bir bilgi sayesinde istediğimize kavuştuk veya kavuşamadık. Şüphesiz ki buradaki asıl önemli olan gerçek; vesile kılınan değildi, vesile kılandı. Ey dertleri ve çareleri yaratan Allahım! Bizi dualarının kabul olduğunu anladığı ya da istediğini elde edemediği için hüzünlendiği anda Sana koşanlardan eyle. Bizi affettiklerinden ve takva sahibi şükür ehlinden eyle.

Allah yolunda akıllananlardan olmak duasıyla.

Amin. 

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji