8 Ocak 2025
Hûd Sûresi 63-71 (228. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Hûd Sûresi 63. Ayet

قَالَ يَا قَوْمِ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَاٰتٰين۪ي مِنْهُ رَحْمَةً فَمَنْ يَنْصُرُن۪ي مِنَ اللّٰهِ اِنْ عَصَيْتُهُ فَمَا تَز۪يدُونَن۪ي غَيْرَ تَخْس۪يرٍ  ...


Salih, dedi ki: “Ey kavmim! Söyleyin bakayım, eğer ben Rabbim tarafından apaçık bir delil üzerinde isem ve bana tarafından bir rahmet (peygamberlik) vermişse, O’na karşı geldiğim takdirde beni Allah’tan kim koruyabilir? Demek ki, zarara uğratmaktan başka bana katkınız olmaz.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ki ق و ل
2 يَا قَوْمِ kavmim ق و م
3 أَرَأَيْتُمْ Ne dersiniz? ر ا ي
4 إِنْ eğer
5 كُنْتُ ben isem ك و ن
6 عَلَىٰ üzere
7 بَيِّنَةٍ apaçık bir belge ب ي ن
8 مِنْ -den
9 رَبِّي Rabbim- ر ب ب
10 وَاتَانِي ve O bana vermişse ا ت ي
11 مِنْهُ kendinden
12 رَحْمَةً bir rahmet ر ح م
13 فَمَنْ kim
14 يَنْصُرُنِي bana yardım edebilir? ن ص ر
15 مِنَ karşı
16 اللَّهِ Allah’a
17 إِنْ eğer
18 عَصَيْتُهُ O’na isyan edersem ع ص ي
19 فَمَا olmaz
20 تَزِيدُونَنِي bana bir katkınız ز ي د
21 غَيْرَ başka غ ي ر
22 تَخْسِيرٍ kaybımı artırmaktan خ س ر
Hz. Sâlih, tebliğ ettiği hak din konusunda aklî ve naklî delillere sahip olduğuna, yüce Allah tarafından kendisine peygamberlik görevi verildiğine işaret ederek kavminden bu konuyu iyice düşünüp değerlendirmelerini istedi; kendisine verilen görevi yerine getirmeyip aksini yapmasının affedilmez bir günah olduğunu bildirdi; kavminin davranışlarının kendilerini iyice ziyana uğrattığını gördüğünü haber verdi.
 Meâlinde “(Bu teklifinizle) siz benim ancak zararımı arttırmış olursunuz” diye tercüme ettiğimiz son cümleyi “(Bu davranışınızla) siz bana ancak zararda olduğunuzu daha iyi görme imkânı veriyorsunuz” şeklinde çevirmek de mümkündür.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 183

قَالَ يَا قَوْمِ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

Mekulü’l-kavli,  يَا قَوْمِ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

يَا  nidadır.  قَوْمِ  münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim  ي ’sı mahzuftur.

Nidaًnın cevabı  اَرَاَيْتُمْ ’dur. Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır. Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubdur. Münada alem ise veya mütekellim ya’sına muzâfsa yahut nida edilen, nida edenin yakınında bulunursa nida harfi hazf edilebilir.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Hemze istifham harfidir.  رَاَيْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ  cümlesi fiille mef’ûlü arasında meydana gelen itiraz cümlesidir. 

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. تُ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.

Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa  اِنْ  kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَلٰى بَيِّنَةٍ  car mecruru  كُنْتُ ’nun mahzuf haberine müteallıktır.

مِنْ رَبّ۪ي  car mecruru  بَيِّنَةٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Şartın cevabının öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir.


 وَاٰتٰين۪ي مِنْهُ رَحْمَةً فَمَنْ يَنْصُرُن۪ي مِنَ اللّٰهِ اِنْ عَصَيْتُهُ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اٰتٰينٖي  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

Sonundaki  ن  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  ise mef’ûlün bih olup mahallen mansubdur.  مِنْهُ  car mecruru  اٰتٰينٖي  fiiline müteallıktır. 

رَحْمَةً  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri,  إن عصيت الله فمن ينصرني منه  (Ben Allah’a isyan edersem beni O’ndan kim kurtarır?) şeklindedir. 

İstifham ismi  مَنْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَنْصُرُنٖي  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يَنْصُرُنٖي  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو dir. Sonundaki  نِ vikayedir. Muttasıl zamir  ي  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 

مِنَ اللّٰهِ  car mecruru  يَنْصُرُنٖي  filine müteallıktır.

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  عَصَيْتُهُ  şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

 

فَمَا تَز۪يدُونَن۪ي غَيْرَ تَخْس۪يرٍ

 

فَ  istînâfiyyedir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَزٖيدُونَنٖي  merfû muzari fiildir. Sonundaki ikinci  نِ  vikayedir. Muttasıl zamir  ي  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

غَيْرَ  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.  تَخْسٖيرٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

غَيْرَ  nahiv alimlerinin çoğunluğuna göre  اِلَّا  gibi istisna olarak kullanılmaktadır. Ancak غَيْرَ’nın  اِلَّا ’dan farkı, cümledeki konumuna göre îrab almasıdır.

اِلَّا  edatından sonra gelen müstesna için zikredilen kuralların tamamı غَيْرُ  için de geçerlidir. Yalnız  اِلَّا ’dan sonra gelen müstesnanın alması gereken îrabı  غَيْرُ  edatının kendisi alır. Yani  اِلَّا ’dan sonraki müstesna, mansub ise  غَيْرُ da mansub, merfû ise  غَيْر da merfû, mecrur ise  غَيْرُ da mecrur olur.

Bu edat isim olduğundan dolayı muzâftır. Bundan sonra gelen kelime muzâfun ileyhtir ve daima mecrurdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ يَا قَوْمِ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَاٰتٰين۪ي مِنْهُ رَحْمَةً 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın cevabı istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen alay, tevbih ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

اَرَاَيْتَكُمْ , dikkat çekme tabirlerinden biridir. 

اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ  cümlesi, şart üslubunda gelmiş itiraziyyedir. Müspet mazi fiil sıygasındaki  كُنْتُ, şart fiilidirاِنْ  edatı başlıca şu yerlerde kullanılır: 

1) Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında  اِنْ  gelir.

2) Bilmezden gelinen durumlarda da  اِنْ  kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.

3) Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek  اِنْ  kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir.  إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ  “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta  اِنْ  edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

Bil ki Salih’in (a.s.)  اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَة  [Ya ben apaçık bir mucize üzerinde isem…] sözü, şek ifade eden  اِنْ  harfiyle kurulan bir cümledir. Halbuki o, peygamberliği hususunda tam bir yakînî inanç üzerinde bulunuyordu. Ancak ne var ki muhalif kimselere bu şekilde söz söylemek, sözün kabul edilmesini daha iyi temin edebilir. Buna göre o sanki şöyle demek istemiştir: “Benim, Rabbimden olan bir delil üzere olduğumu ve nebi olduğumu farz ediniz. Ve düşününüz ki şayet ben size tâbi olur ve emirleri hususunda Rabbime isyan edersem, beni Allah'ın azabından kim kurtarabilir? Şu halde böyle yaparsam, siz benim ziyanımı artırmaktan başka bir şey yapmış olmazsınız…” (Fahreddin er-Râzî)

Şartın cevabının öncesinin delaletiyle hazfedilmesi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Bu ifade, her ne kadar şeklen bir istifham cümlesi ise de bu gibi ifadelerin maksadı, alabildiğine bir taaccüp manasını ifade etmektir. Ve bu tıpkı senin, “Gördün mü, falanca ne yapmış! Kendisini neye duçar kılmış!” demen gibidir. (Fahreddin er-Râzî, Hud Suresi 28)

"Salih de şöyle dedi: Ey kavmim! Söyler misiniz; ya ben Rabbimden bir beyyine (delil) üzerindeysem ve O, katından bana bir rahmet vermiş ise?”

Bütün bunların Salih'e verildiği kesin iken şüphe ifadesinin kullanılması, muhatapların haline itibar etmek, onları kibirli mevkilerinden indirmek, tartışmanın sükunetini sağlamak içindir. (Ebüssuûd)

رَحْمَةً ’teki tenvin mübalağa ve tazim ifadesi içindir.

رَبّٖي izafeti muzâfun ileyhin şanı içindir.

اَرَاَيْتُمْ (Gördünüz mü?) şeklindeki soru kalp gözü ve anlayış kastedilerek “söyleyin bakalım” anlamındadır. İstifham sıygası dışında bir amaçla gelmiştir. 

Salih’in (a.s.), “Ya ben apaçık bir mucize üzerinde isem…” cümlesi, şek ifade eden  اِنْ harfiyle kurulan bir cümledir. Salih’in (a.s.)  اِنْ  şart harfiyle hitap etmesi muhalif kimselere fikrini kabul ettirme çabasından kaynaklanıyor olabilir. 

Ayette geçen  بَيِّنَةٍ  beyan ve basirettir. “Eğer Rabbimden bir beyyine üzere isem…” derken kullandığı  اِنْ  ifadesi, kendisinden şüphelendiği için olmayıp muhataplara bakan yönüyledir. (Beyzâvî)

Salih’in (a.s.) kavmine olan cevabı olduğu için  قالَ  fiiline atfedilmemiştir. Daha önce de bir çok kere geçtiği gibi diyaloglar bu şekilde gelir. Cevaba nida ile başlamasının sebebi, söyleyeceği şeylerin önemine dikkat çekmek içindir. (Âşûr)


فَمَنْ يَنْصُرُن۪ي مِنَ اللّٰهِ اِنْ عَصَيْتُهُ 

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri,  إن عصيت الله فمن ينصرني منه  (Ben Allah’a isyan edersem beni O’ndan kim kurtarır?) şeklindedir.

Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen alay, tevbih ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Müspet mazi fiil sıygasındaki  عَصَيْتُهُ, şart cümlesidir.

Şartın cevabının öncesinin delaletiyle hazfedilmesi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

رَحْمَةً  -  يَنْصُرُنٖي  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


فَمَا تَز۪يدُونَن۪ي غَيْرَ تَخْس۪يرٍ

 

Ayetin fasılasına dahil olan  فَ, istînâfiyyedir. Cümle menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede olumsuzluk harfi  مَا  ve  غَيْرَ  ile kasr oluşmuştur. 

Sâmerrâî bu ayette mübalağa ve çokluk ifade eden  تَخْسٖيرٍ  lafzının geçtiğini belirtmektedir. Zira o gerçekten peygamber ise ve Allah katından kendisine bir rahmet verildiyse ve sonra da O’na isyan ederse uğrayacağı zarar, kendilerine açık bir belge ve vahiy indirilmemiş kâfirlerinkinden çok daha büyük olacaktır. Dolayısıyla burada diğer ayetlerde zikredilen  خْس۪يرٍ  kelimesinden farklı olarak تَخْس۪يرٍ  lafzının zikredilmesi uygun düşmüştür. Çünkü bildiği halde isyan edenin cezası, bilmeyen kişinin cezası gibi değildir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 3, s. 61-62)

Hûd Sûresi 64. Ayet

وَيَا قَوْمِ هٰذِه۪ نَاقَةُ اللّٰهِ لَكُمْ اٰيَةً فَذَرُوهَا تَأْكُلْ ف۪ٓي اَرْضِ اللّٰهِ وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُٓوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ قَر۪يبٌ  ...


“Ey kavmim! İşte size mucize olarak Allah’ın dişi bir devesi. Bırakın onu, Allah’ın arzında yayılıp otlasın. Ona kötülük dokundurmayın, yoksa sizi yakın bir azap yakalar.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَا قَوْمِ kavmim ق و م
2 هَٰذِهِ şu
3 نَاقَةُ dişi devesi ن و ق
4 اللَّهِ Allah’ın
5 لَكُمْ sizin için
6 ايَةً bir mucizedir ا ي ي
7 فَذَرُوهَا onu bırakın و ذ ر
8 تَأْكُلْ otlasın ا ك ل
9 فِي
10 أَرْضِ toprağında ا ر ض
11 اللَّهِ Allah’ın
12 وَلَا
13 تَمَسُّوهَا ona dokundurmayın م س س
14 بِسُوءٍ bir kötülük س و ا
15 فَيَأْخُذَكُمْ yoksa sizi yakalar ا خ ذ
16 عَذَابٌ bir azap ع ذ ب
17 قَرِيبٌ yakın ق ر ب
Fakat kavmi gittikçe sertleşerek Sâlih’i yalancılıkla suçlayıp onun büyülendiğini söyledi ve iddiasını kanıtlaması için mûcize göstermesini istedi (bk. A‘râf 7/73-74; eş-Şuarâ 26/155-159). Bunun üzerine Sâlih özel bir deveyi gösterdi. Bu deveye herhangi bir kötülük yapmamaları hususunda kavmini uyarmasına rağmen, onlar bu uyarıya aldırış etmeyip 65. âyette ifade buyurulduğu üzere onu hunharca öldürdüler. Artık ceza kaçınılmaz hale gelmişti, peygamber de bunu kendilerine bildirdi.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 183

وَيَا قَوْمِ هٰذِه۪ نَاقَةُ اللّٰهِ لَكُمْ اٰيَةً

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَا  nida,  قَوْمِ  münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim  يَ ’sı  mahzuftur. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır. Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzaf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubdur. Münada alem ise veya mütekellim ya’sına muzâfsa yahut nida edilen, nida edenin yakınında bulunursa nida harfi hazf edilebilir.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı  هٰذِهٖ نَاقَةُ اللّٰهِ dur. İşaret ismi  هٰذِهِ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  نَاقَةُ  haber olup lafzen merfûdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

لَكُمْ  car mecruru  اٰيَةً in mahzuf haline müteallıktır.

اٰيَةً  kelimesi  نَاقَةُ اللّٰهِ  ifadesinden hal olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz, müstetir veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و  (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal müfred olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 فَذَرُوهَا تَأْكُلْ ف۪ٓي اَرْضِ اللّٰهِ 

 

فَ ; sebebi müsebbebe bağlayan rabıta harfidir.  ذَرُوهَا  fiili  ن ’un hazfıyla emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هَا mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.  

تَأْكُلْ  talebin cevabı olduğu için meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir.

فٖٓي اَرْضِ  car mecruru  تَأْكُلْ  fiiline müteallıktır.

فِي  harf-i ceri mecruruna mekân zarfı, zaman zarfı, söz ve görüş konusu olarak vardır-mevcuttur, hal, sebep, mukayese, karşılaştırma gibi manalar kazandırabilir. Burada mekân zarfı manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.


 وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُٓوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ قَر۪يبٌ

 

وَ  atıf harfidir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَمَسُّوهَا  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.  بِسُٓوءٍ  car mecruru  تَمَسُّوهَا  fiiline müteallıktır.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَ ; sebebiyyedir. Muzariyi gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çevirir.

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan  حَتّٰٓى ’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren  لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada sebep fe (فَ)’sinden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, kelamın öncesinden anlaşılan masdara matuftur. Takdiri,  لا يكن منكم مسّ لها فأخذ لكم بعذاب  (Sizden birine dokunmasın, çünkü dokunursa sizi azap yakalar.) şeklindedir.

يَأْخُذَكُمْ  mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

عَذَابٌ  fail olup lafzen merfûdur.  قَرٖيبٌ  kelimesi  عَذَابٌ ’un sıfatıdır.

وَيَا قَوْمِ هٰذِه۪ نَاقَةُ اللّٰهِ لَكُمْ اٰيَةً 

 

Ayet önceki  يَا قَوْمِ  nidasına matuf olup nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Münada olan  قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

Nidanın cevabı …  هٰذِهٖ نَاقَةُ اللّٰهِ, sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi işaret edilene dikkat çekmek ve önemini vurgulamak içindir. Ayrıca tazim ve tecessüm ifade eder.

Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında müsnedün ileyhe tazim ifade eder. Bu izafette ayrıca lafza-i celâle muzâf olan  نَاقَةُ  şan ve şeref kazanmıştır.

Bu devenin Allah'a izafe edilmesi, onun şerefini yükseltmek, yaratılış ve davranış bakımından diğer develerden farklı olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

Hal olan  اٰيَةً  dolayısıyla cümlede ıtnâbın tetmim şekli vardır. 

يَا قَوْمِ  ibaresinde reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır. Önceki ayet de aynı lafızla başlamıştır.

Onun  نَاقَةُ اللّٰهِ  (Allah’ın devesi) diye anılmasından ve  لَكُمْ اٰيَةً  (size bir mucize olsun diye) denilerek Salih’in soydaşlarına özel olarak gönderildiğinin vurgulanmasından anlıyoruz ki o sıradan bir deve değildir, ayırıcı özellikler taşımaktadır ve bu özellikler sayesinde Hz. Salih’in soydaşları onun Allah tarafından kendilerine gönderilmiş bir mucize olduğunu bilebilmektedirler.

Bu ayet Hud Suresi 62. ayetteki  وإنَّنا لَفي شَكٍّ مِمّا تَدْعُونا إلَيْهِ مُرِيبٍ  ibaresine cevap niteliğindedir. (Âşûr)


فَذَرُوهَا تَأْكُلْ ف۪ٓي اَرْضِ اللّٰهِ 

 

فَ ; sebebi müsebbebe bağlayan rabıta harfidir. Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

تَأْكُلْ فٖٓي اَرْضِ اللّٰهِ  cümlesi, talebin cevabıdır. Meczum muzari fiil sıygasındadır.

اَرْضِ اللّٰهِ  izafetinde lafza-i celâle muzâf olan  اَرْضِ, şan ve şeref kazanmıştır.

اَرْضِ  kelimesinin ism-i celâle izafe edilmesine gelince, yeryüzünün Allah'a ait olduğu ve dişi devenin de O’nun yaratıklarından biri olarak yerin ve bitkilerinden yiyerek faydalanmaya hakkı olduğunu ifade etmektir. (Âşûr, Araf Suresi 73) 

Arzın Allah'a izafe edilmesi, devenin bu otlamaya hak kazanmasını vurgulamak, onu kendi haline bırakmanın gerekçesini belirtmek içindir.

Deveye zarar vermek amacıyla dokunmak kesinlikle nehyedilmiş ve şu tembihin altı çizilmiştir: Kesmek, öldürmek şöyle dursun, dövmek, kovmak veya başka bir kötü amaçla sakın ona yaklaşmayın. (Ebüssuûd)

Burada “arz”dan murad edilen izafetin gerektirdiği gibi arazi cinsidir. (Âşûr, Araf Suresi 73)  

Salih (a.s.)  فَذَرُوهَا تَاْكُلْ فٖى اَرْضِ اللّٰهِ  “Serbest bırakın onu! Allah'ın arzında yesin!” demiştir. O bu sözüyle devenin bakım külfetinin kaldırıldığını ve böylece o devenin, onlar için bir mucize olması yanında onlara faydalı olup zarar da vermediğini kastetmiştir. Zira onlar, onun sütünden yararlanıyorlardı. Salih (a.s.), onların küfürlerinde ısrar ettiklerini gördüğü için onlardan yana deveye herhangi bir zararın dokunacağından korkuyordu. Zira hasım olan kimse hasmının delilinin ortaya çıkmasını sevmez; aksine var kuvveti ile onu gizlemeye ve iptal etmeye çalışır. İşte bundan  dolayı Salih (a.s.), kavminin o deveyi öldürmeye yeltenmelerinden endişeleniyordu. Bunun için ihtiyatlı davranarak  وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُوءٍ  “Ona fenalık maksadıyla dokunmayın…” demiş ve onları, ona kötülükle dokunmaları halinde çok yakında gelecek bir azap ile tehdit etmiştir ki bu, o deveyi öldürmeye yeltenmekten, onları iyice sakındırmaktır. Allah Teâlâ, Salih’in (a.s.) bu tembihine rağmen onların o deveyi boğazladıklarını beyan buyurmuştur. Onların o deveyi ya o hücceti iptal etmek için yahut su sıkıntısına düştükleri için veyahut da onun yağına ve etine gönül sardıkları için boğazlamış olmaları muhtemeldir. (Fahreddin er-Râzî)

 

وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُٓوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ قَر۪يبٌ

 

فَذَرُوهَا  cümlesine  وَ ’la atfedilen  وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُٓوءٍ  cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

يَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ قَرٖيبٌ  cümlesine dahil olan  فَ  sebep bildiren masdar harfidir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, kelamın öncesinden anlaşılan, takdiri …لا يكن منكم مسّ لها فأخذ لكم بعذاب  (Sizden birine dokunmasın, çünkü dokunursa sizi azap yakalar.) olan bir masdara matuftur. 

Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan masdar cümlesinde müsnedün ileyh olan  عَذَابٌ  kelimesinin nekre gelmesi nev, tazim ve kesret ifade etmiştir.

“Allah'ın devesine kötülük yapmayın.” değil “Kötülük dokundurmayın.” buyurulmuştur.

تَمَسُّوهَا  fiili azlık ifade eder. En ufak bir zarar dahi vermeyin demektir.

سُٓوءٍ  kelimesinin nekreliği de azlık ifade eder. Ufacık bir kötülükle bile ona dokunmayın manasını taşır. 

فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ قَر۪يبٌ  (Yakın bir azap kıskıvrak yakalayıverir sizi) ibaresinde “dokunma” ve “meydana gelme” fiillerinin ifade ettiğinden daha sert bir hareket ifade edilmek istenmiştir. (Seyyid Kutub, Fi Zilali’l Kur’an)

ذَرُوهَا  -  يَأْخُذَكُمْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî vardır.

Ayette  اللّٰهِ  lafzının tekrarı sakındırmayı artırmak içindir. Ayrıca bu tekrarda  reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.

عَذَابٌ ’daki tenvin, tasavvuru mümkün olmayan evsafta olduğunun işaretidir.  قَرٖيبٌ la sıfatlanmıştır. Sıfat, tâbi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

عَذَابٌ قَر۪يبٌ  (Yakın azaptan) murad, (ayetin devamının delalet ettiği gibi) üç gündür. (Beyzâvî)


Hûd Sûresi 65. Ayet

فَعَقَرُوهَا فَقَالَ تَمَتَّعُوا ف۪ي دَارِكُمْ ثَلٰثَةَ اَيَّامٍۜ ذٰلِكَ وَعْدٌ غَيْرُ مَكْذُوبٍ  ...


Derken onu kestiler. Salih, dedi ki: “Yurdunuzda üç gün daha yaşayın. (Sonra helâk olacaksınız.) İşte bu, yalanlanamayacak bir tehdittir.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَعَقَرُوهَا yine de onu kestiler ع ق ر
2 فَقَالَ (bunun üzerine) dedi ki ق و ل
3 تَمَتَّعُوا yaşayın م ت ع
4 فِي
5 دَارِكُمْ yurdunuzda د و ر
6 ثَلَاثَةَ üç ث ل ث
7 أَيَّامٍ gün ي و م
8 ذَٰلِكَ işte bu
9 وَعْدٌ bir vaaddir و ع د
10 غَيْرُ غ ي ر
11 مَكْذُوبٍ yalanlanmayacak ك ذ ب

فَعَقَرُوهَا فَقَالَ تَمَتَّعُوا ف۪ي دَارِكُمْ ثَلٰثَةَ اَيَّامٍۜ 

 

Ayet mukadder istînâfa matuftur. Takdiri,  فأبوا سماع كلامه فعقروها  (Onun sözüne kulak vermediler ve deveyi kestiler.) şeklindedir.

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَقَرُوهَا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

فَ  atıf harfidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

Mekulü’l-kavli,  تَمَتَّعُوا فٖي دَارِكُمْ ’dur.  قَالَ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

تَمَتَّعُوا  fiili  ن ’un hazfıyla emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

فٖي دَارِكُمْ  car mecruru  تَمَتَّعُوا  fiiline müteallıktır.  فِي  harf-i ceri mecruruna mekân zarfı, zaman zarfı, söz ve görüş konusu olarak, vardır-mevcuttur, hal, sebep, mukayese, karşılaştırma gibi manalar kazandırabilir. Burada mekân zarfı manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ثَلٰثَةَ  zaman zarfı,  تَمَتَّعُوا  fiiline müteallıktır.  اَيَّامٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

3 ile 10 arası sayıların temyizinde önce sayı sonra temyiz gelir. Sayı muzâf, temyiz muzâfun ileyh olur. Muzâfın harekesi cümledeki konumuna göre değişir. Muzâfun ileyh daima mecrurdur. Bu yüzden sayı muzâf olduğu için cümledeki konumuna göre îrabını alır, temyiz muzâfun ileyh olduğu için daima mecrurdur. Temyiz çoğul ve belirsiz olur. Sayı ile temyiz cinsiyet yönünden birbirinin zıttı olur. (Temyiz çoğul olduğu için eril veya dişil olduğunu anlamak için tekiline bakılır.) (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَمَتَّعُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi  متع ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar. 


ذٰلِكَ وَعْدٌ غَيْرُ مَكْذُوبٍ

 

İsim cümlesidir.  ذٰلِكَ  işaret ismi, mübteda olarak mahallen merfûdur.  وَعْدٌ  haber olup lafzen merfûdur.

غَيْرُ kelimesi  وَعْدٌ un sıfatı olup lafzen merfûdur.  مَكْذُوبٍ  muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.

مَكْذُوبٍ  kelimesi sülâsî mücerred olan  كذب  fiilinin ism-i mef’ûlüdür.

فَعَقَرُوهَا فَقَالَ تَمَتَّعُوا ف۪ي دَارِكُمْ ثَلٰثَةَ اَيَّامٍۜ 

 

Ayet mukadder istînâfa matuftur. İki ayet arasında meskûtun anh vardır. Takdiri,  فأبوا سماع كلامه فعقروها  (Onun sözüne kulak vermediler ve deveyi kestiler.) şeklindedir. 

فَعَقَرُوهَا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Öncesine atfedilen  قَالَ تَمَتَّعُوا فٖي دَارِكُمْ  cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mef’ûlü olan mekulü’l-kavl cümlesi  تَمَتَّعُوا فٖي دَارِكُمْ ثَلٰثَةَ اَيَّامٍ  ise emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Emir üslubundaki cümle vaz edildiği anlamın dışında tehdit ve kınama manası kazandığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

فٖي دَارِكُمْ  (Diyarınızda) ifadesi “evlerinizde” anlamında olabildiği gibi “şu dünya diyarınızda” manasını da ifade edebilir. (Beyzâvî)

دَارِكُمْ  Bu tabirle dünya kastedilmiştir. Salih (a.s.)  ذٰلِكَ وَعْدٌ غَيْرُ مَكْذُوبٍ  “İşte bu, yalan   çıkarılamayacak bir tehdittir…” demiştir. Yani  غَيْرُ كَذِيبٍ (içinde yalan bulunmayan) demektir. مجلود /meclud (celde vurulmuş), مَعْقُول /makul (düşünülmüş, akledilmiş) ve  مَفْتُون /meftun (fitnelenmiş) kelimelerinde olduğu gibi bazen ism-i mef'ûl sıygasıyla masdar manası kastedilebilir. (Fahreddin er-Râzî)


 ذٰلِكَ وَعْدٌ غَيْرُ مَكْذُوبٍ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilene dikkat çekmek  içindir. 

ذٰلِكَ ’de istiare vardır.  ذٰلِكَ  ile vaade işaret edilmiştir. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan, istiare oluşur. Yani o manevi şey hissî bir şeymiş gibi ifade edilerek anlatım daha etkili hale getirilir. Burada da Allah’ın vaadi gözle görülür elle tutulur hissî bir madde yerine konmuştur. Câmi’ her ikisindeki vücudun tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi, 57, s. 190)

وَعْدٌ غَيْرُ مَكْذُوبٍ  ifadesinde, istiare-i mekniyye tahyiliyye vardır. Yalancı manasındaki  مَكْذُوبٍ  kelimesi, mübalağa amacıyla mecazî olarak batıl anlamında kullanılmıştır. (Mahmud Sâfî, İ’râb)

مَكْذُوبٍ  kelimesi,  غَيْرُ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcaz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)


Hûd Sûresi 66. Ayet

فَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا صَالِحاً وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَمِنْ خِزْيِ يَوْمِئِذٍۜ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْقَوِيُّ الْعَز۪يزُ  ...


(Helâk) emrimiz geldiğinde Salih’i ve beraberindeki iman etmiş olanları tarafımızdan bir rahmetle helâktan ve o günün rezilliğinden kurtardık. Şüphesiz Rabbin mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَمَّا nihayet
2 جَاءَ gelince ج ي ا
3 أَمْرُنَا emrimiz ا م ر
4 نَجَّيْنَا kurtardık ن ج و
5 صَالِحًا Salih’i ص ل ح
6 وَالَّذِينَ ve kimseleri
7 امَنُوا iman eden(leri) ا م ن
8 مَعَهُ beraberindeki
9 بِرَحْمَةٍ bir rahmetle ر ح م
10 مِنَّا bizden
11 وَمِنْ ve
12 خِزْيِ aşağılığından خ ز ي
13 يَوْمِئِذٍ o günün
14 إِنَّ muhakkak ki
15 رَبَّكَ senin Rabbin ر ب ب
16 هُوَ O
17 الْقَوِيُّ güçlüdür ق و ي
18 الْعَزِيزُ mutlak üstündür ع ز ز
Semûd kavmine verilen üç günlük süre içerisinde muhtemelen Hz. Sâlih kendine inananlarla birlikte yurdu terkedip kurtuluşa erdi; dördüncü günde Allah’ın azabı geldi ve Semûd kavmi şiddetli bir gürültüyle yok olup gitti. Burada “korkunç ses” diye çevirilen sayha kelimesi yerine A‘râf sûresinde (7/78) “deprem” anlamına gelen recfe kelimesinin kullanılmış olmasından, yok eden felâketin deprem olduğu anlaşılmaktadır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 183

فَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا صَالِحاً وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَمِنْ خِزْيِ يَوْمِئِذٍۜ 

 

فَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar. 

فَ : Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  لَمَّٓا  kelimesi  حين  (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. 

جَٓاءَ اَمْرُنَا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اَمْرُ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Şartın cevabı  نَجَّيْنَا صَالِحاً dır. 

نَجَّيْنَا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. صَالِحاً  mefûlün bih olup fetha ile mansubdur. 

وَ  atıf harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذٖينَ, atıf harfi  وَ la  صَالِحاً e matuf olup mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası  اٰمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir.  Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  مَعَ  zaman zarfı  اٰمَنُوا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بِرَحْمَةٍ  car mecruru  نَجَّيْنَا  fiiline müteallıktır.  مِنَّا  car mecruru  بِرَحْمَةٍ in mahzuf sıfatına müteallıktır.

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْ خِزْيِ  car mecruru mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri,  نجّيناهم  (onları kurtardık.) şeklindedir.

يَوْمِئِذٍ  zaman zarfı, إذ  için muzâftır.  إذ  mahzuf cümleye muzâftır. Kelimenin sonundaki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır. Takdiri,  يوم إذ جاء أمرنا  (Emrimizin geldiği gün) şeklindedir.

نَجَّيْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  نجو ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlün çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


اِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْقَوِيُّ الْعَز۪يزُ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

رَبَّكَ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  هُوَ  fasıl zamiridir. Tekid ifade eder. 

Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri) denir.

Not: Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat-mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْقَوِيُّ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  الْعَزٖيزُ  ise ikinci haberidir.

فَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا صَالِحاً وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَمِنْ خِزْيِ يَوْمِئِذٍۜ 

 

فَ  atıf harfidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi aynı zamanda muzâfun ileyh olan  جَٓاءَ اَمْرُنَا  cümlesidir ve müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabı  فَ  karinesi olmadan gelen  نَجَّيْنَا صَالِحاً  cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mef’ûl konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذٖينَ ’nin sılası olan  اٰمَنُوا, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

جَٓاءَ  fiilinin  اَمْرُ ’ya isnadı aklî mecazdır.

اَمْرُنَا  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  اَمْرُ, şan ve şeref kazanmıştır.

اَمْرُنَا  ve  نَجَّيْنَا  kelimelerindeki  نَا  zamiri Allah’a ait azamet zamiridir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî,  Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

جَٓاءَ اَمْرُنَا  ifadesindeki  جَٓاءَ  (geldi) fiilinde tebei istiare vardır. Gelmek masdarı ‘olmak, vuku bulmak’ anlamında müstear olmuştur. Sonra bu masdardan mazi fiil türetilerek tebei istiare kurulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi sayfa 218, Enbiya Suresi 18 açıklamasından)

بِرَحْمَةٍ ’deki tenvin kesret, nev ve tazim ifade eder.

Car mecrur  مِنْ خِزْيِ يَوْمِئِذٍ, takdiri  نَجَّيْنَا  (kurtardı) olan fiile müteallıktır. Makabline matuf olan cümle, mahzufla birlikte mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

خِزْيِ - رَحْمَةٍ  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

اَنْجَيَ  fiili if’al babından olup zorluktan ve sıkıntıdan kurtarma konusunda hızlı olunması gereken durumlarda kullanılır. Aynı kökten türeyen  نَجَّي  fiili ise tef’il babındandır ve çoğunlukla kurtarma fiilinde bir müddet bekleme ve ona zaman tanımanın sözkonusu olduğu yerlerde kullanılır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Kur’an Kelimelerinin Sırlı Dünyası, s. 113) 

وَمِنْ خِزْيِ يَوْمِئِذٍ  terkibindeki atıftan maksat, minnet üzerine minnet atfıdır, kurtarma üzerine kurtarma atfı değildir. Bunun için Hud Suresi 58. ayette  نَجَّيْنا هُودًا والَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنّا ونَجَّيْناهم مِن عَذابٍ غَلِيظٍ  geçtiği gibi fiile değil müteallıka atfedilmiştir. (Âşûr)

وَمِنْ خِزْىِ يَوْمِئِذٍ [O günün rüsvalığından] buyruğu ile ilgili birkaç mesele vardır:

Bu kelamın başındaki  وَ  atıf vavıdır. Buna göre bunun iki izahı yapılmıştır:

1) Kelamın takdirinin, “Biz Salih'i ve onunla beraber iman edenleri, tarafımızdan olan bir rahmet ile onun kavminin başına gelen azaptan ve onlardan ayrılmayan, utancı hep kendilerinde görülen ve daima onlara ait olan rüsvalıktan kurtardık…” şeklinde olmasıdır. Zira  خِزْىِ  kelimesinin manası, rüsvalığı aşikâr ve insana utanç veren bir kusur ve ayıp demektir. Böylece söylenenlere itimat edilerek bu hazif yapılmıştır.

2) Takdirin, “Biz Salih'i tarafımızdan bir rahmet ile kurtardık; müminleri de bugün rüsvalığından kurtardık…” şeklinde olmasıdır. (Fahreddin er-Râzî)


اِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْقَوِيُّ الْعَز۪يزُ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ve fasıl zamiri ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

اِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْقَوِيُّ الْعَز۪يزُ  cümlesi itiraziyyedir. (Âşûr)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ’nin isminin Rabb ismiyle marife olması, Hz. Peygambere destek ve muhabbetle muamelenin işaretidir. Ayrıca  رَبَّكَ  izafeti, Peygambere şan ve şeref ifade eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

اَمْرُنَا  ve  رَبَّكَ  kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişte güzel bir iltifat sanatı vardır.

Cümledeki  هُوَ  fasıl zamiridir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükundur.

اِنَّ ’nin haberinin  الْ  ile marife gelmesi müsnedün ileyhin bu vasıfla kemâl derecede muttasıf olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın, aralarında  وَ  olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder.

Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemâl derecededir. Bu iki vasıfta kemâl dereceye sahip olan Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 24) 

الْقَوِيُّ  -  الْعَزٖيزُ  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Bu cümlede olduğu gibi mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekid etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekid etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

“Şüphesiz ki senin Rabbin, O, çok kuvvetlidir, mutlak galiptir.” buyurmuştur. Bu, tam yerinde söylenmiş bir ifadedir. Zira Allah Teâlâ, bu azabı kâfirlere verip müminleri de ondan koruduğunu beyan buyurmuştur. Bu ayırma, birine azap verip diğerine vermeme işi, ancak eşyanın karakterini değiştirebilen ve aynı şeyi bir kimseye nispetle bela ve azap; diğer bir kimseye nispetle de rahat ve huzur vesilesi yapabilen kadir ve muktedir olan bir zat için söz konusu olabilir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Hûd Sûresi 67. Ayet

وَاَخَذَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دِيَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۙ  ...


Zulmedenleri o korkunç uğultulu ses yakaladı da yurtlarında diz üstü çökekaldılar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَخَذَ ve aldı ا خ ذ
2 الَّذِينَ kimseleri
3 ظَلَمُوا zulmeden(leri) ظ ل م
4 الصَّيْحَةُ korkunç bir çığlık ص ي ح
5 فَأَصْبَحُوا ve kaldılar ص ب ح
6 فِي
7 دِيَارِهِمْ yurtlarında د و ر
8 جَاثِمِينَ dizüstü çöküp ج ث م
صيح Sayeha : صَيْحَة sesi yükseltmektir. Sayha yani bağırma, çağırma kimi zaman dehşet ve korkuya yol açtığı için Yüce Allah’ın Hicr/73 ayetinde bu kelimeyle dehşet ve korku ifade edilmiştir. Ağaç arazide uzayarak bu uzunluğu sebebiyle bakan kişi için aşikar hale geldiğinde tıpkı bağıran kimsenin sesi ile kendi şahsına delalet ettiği gibi ağaçta kendine delalet etmesi sebebiyle bu fiille (صاحَ) ifade edilir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 13 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli sayhadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَاَخَذَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دِيَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۙ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  اَخَذَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذٖينَ, mukaddem mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası  ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

ظَلَمُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

الصَّيْحَةُ  kelimesi  اَخَذَ  fiilinin faili olup lafzen merfûdur. 

فَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

فَ : Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَصْبَحُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir.  كَانَ  gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.

Zamir olan çoğul  و ’ı  اَصْبَحُوا ’nun ismidir.  فٖي دِيَارِهِمْ  car mecruru  جَاثِمٖينَ ’ye müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

جَاثِمٖينَ  kelimesi  اَصْبَحُوا ’nun haberi olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

جَاثِمٖينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  جثم  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاَخَذَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دِيَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۙ

 

وَاَخَذَ الَّذٖينَ ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ  cümlesinde  وَ, istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûlün sılası mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mef’ûlün faile takdimi söz konusudur. Zalimlerin ism-i mevsûlle ifade edilmeleri, o kimseleri tahkir amacına matuftur.

Nakıs fiil  اَصْبَحُ ’nun dahil olduğu  فَاَصْبَحُوا ف۪ي دِيَارِهِمْ جَاثِمٖينَ  isim cümlesi,  فَ  ile makabline atfedilmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Car mecrur  فٖي دِيَارِهِمْ, amili olan  جَاثِمٖينَ ’ye, önemine binaen takdim edilmiştir.

İsim cümlesi sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesi yenilenme ve tekrarlanma ifade eder.

Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela: fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden de başlayıp halen devam ettiği kastediliyor ise aralarında atıf yapılabilir. (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı, s. 190-191)

Azabın gelişi anlatılırken Allah'ın dostlarının kurtarılmasının haber verilmesi önemli olduğundan, önce o zikredildi. (Ebüssuûd)

Cenab-ı Hakk,  اَخَذَتْ  değil de  اَخَذَ  buyurmuştur. Zira (fail olan) sayha kelimesi, mana itibarıyla müzekker olan siyah yerindedir. Ayrıca fiil ile müennes olan faili arasına, bir fasıla girmiştir. Bundan dolayı araya giren bu kelimeler, sanki müenneslik  ت 'sinin yerini tutmuş gibidir. Bu durumun benzerleri geçmiş idi. (Fahreddin er-Râzî)

Fail olan  الصَّيْحَةُ  kelimesi müennes olduğu halde  اَخَذَ  fiili müzekker gelmiştir. Fail, zahir bir mecazî müennes ise fiille failin arası açılmışsa fiil müzekker veya müennes gelebilir.

جَاثِمٖينَ  fiili 5 yerde geçmiştir. Araf, Hud, Ankebut Sureleri, hepsi Salih ve Şuayb (a.s.) kavmi hakkındadır. Yüzü koyun yatmak, çömelmek, tünemek demektir. Buna çok benzeyen ve farklı bir kökün türevi olan  جاثي  kelimesi de diz üstü oturmak demektir ve 1 kere geçmiştir.

ظَلَمُوا  -  فَاَصْبَحُوا  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

Cenab-ı Hakk,  فَاَصْبَحُوا فٖى دِيَارِهِمْ جَاثِمٖينَ  “yurtlarına diz üstü çöken kimseler oluverdiler…” buyurmuştur. Cüsûm kelimesi, dinmek, sükunete ermek demektir. Nitekim kuş, yuvasına gecelediğinde  جَثَمَتِ الطَّيْرُ  denilir. Daha sonra Araplar bu kelimeyi, ölümden dolayı hareket edememe manasında kullanmışlardır. Böylece Allah Teâlâ, helak olan kimseleri helak oldukları andaki o hareketsizlikleri ile vasfetmiştir ki buna göre sanki onlar hiç diri değillermiş manası kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)


Hûd Sûresi 68. Ayet

كَاَنْ لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَاۜ اَلَٓا اِنَّ ثَمُودَا۬ كَفَرُوا رَبَّهُمْۜ اَلَا بُعْداً لِثَمُودَ۟  ...


Sanki orada hiç yaşamamışlardı. Biliniz ki Semûd kavmi Rablerini inkâr etti. (Yine) biliniz ki Semûd kavmi Allah’ın rahmetinden uzaklaştı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كَأَنْ sanki
2 لَمْ
3 يَغْنَوْا hiç yaşamamışlardı غ ن ي
4 فِيهَا orada
5 أَلَا iyi bilin ki
6 إِنَّ şüphesiz
7 ثَمُودَ Semud (halkı)
8 كَفَرُوا inkar ettiler ك ف ر
9 رَبَّهُمْ Rabblerini ر ب ب
10 أَلَا dikkat edin
11 بُعْدًا uzak olsun ب ع د
12 لِثَمُودَ Semud halkı

كَاَنْ لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَاۜ 

 

Önceki ayetteki  اَصْبَحُوا ’deki failin hali olarak mahallen mansubdur. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal menfi (olumsuz) fiil cümlesi olarak geldiğinde başında “و” gelebilir de gelmeyebilir de. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَاَنْ  şeddeliden tahfif edilmiştir. İsmi mahzuftur. Takdiri,  كأنهم  şeklindedir.  لَمْ يَغْنَوْا  cümlesi  كَاَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur. 

Hafifletilmiş olan  كَأَنْ  aynı  كَأَنَّ  gibi isim cümlesinin başına gelir. 

İsmi mahzuf şan zamiri, haberi de isim veya fiil cümlesi olur. Eğer müsbet (olumlu) fiille başlayan fiil cümlesi olursa başına  قَدْ, menfi (olumsuz) cümle olursa  لَمْ  gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يَغْنَوْا  fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  

فٖيهَا  car mecruru  يَغْنَوْا  fiiline müteallıktır.


 اَلَٓا اِنَّ ثَمُودَا۬ كَفَرُوا رَبَّهُمْۜ 

 

اَلَٓا  tenbih harfidir. İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. 

ثَمُودَا  kelimesi  اِنَّ nin ismi olup fetha ile mansubdur.

كَفَرُوا رَبَّهُمْ  cümlesi  اِنَّ nin haberi olarak mahallen merfûdur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni, mazi fiildir.  Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

رَبَّهُمْ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

 

 اَلَا بُعْداً لِثَمُودَ۟

 

 

اَلَا  tenbih edatıdır.  بُعْداً  mahzuf fiilin mef’ûlün mutlakı olup fetha ile mansubdur. Takdiri,  أبعدوا  (Uzak olsun) şeklindedir. 

لِثَمُودَ۟  car mecruru  بُعْداً ’e müteallıktır.

Mef’ûlu mutlakın fiili şu durumlarda hazf edilebilir: 1) Emir ve nehy fiillerinin yerini alırsa, 2) Dua ifade eden fiilin yerini alırsa, 3) Sonucu (akıbeti) açıklamak için getirildiği zaman. Burada  بُعْداً  kelimesi sonucu (akıbeti) açıklamak için getirildiğinden dolayı fiili hazf edilmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَاَنْ لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَاۜ 

 

Önceki ayetteki  اَصْبَحُوا deki failin hali olarak mahallen mansubdur.  كَاَنْ, muhaffefe  كانّ’dir. İsmi mahzuftur. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan fiil cümlesi  لَمْ يَغْنَوْا فٖيهَا, haberidir.  كانَّ nin isminin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Haberinin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs ve tecessüm ifade etmiştir.

كانَّ, çoğunlukla müşabehet için kullanılır. Bu da haberin camid olduğu durumlardır. Bu ayette olduğu gibi bu harfi müşebbeh ve müşebbehün bih takip eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

يَغْنَوْا  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

 

 اَلَٓا اِنَّ ثَمُودَا۬ كَفَرُوا رَبَّهُمْۜ 

 

 

Ta’lil manasındaki cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اَلَٓا  ve  إنَّ  ile tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

رَبَّهُمْ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan  هُمْ  zamirini yani onları tahkir içindir.    

Semûd kavminin küfrünün, burada açık açık belirtilmesi, onların hallerini kınamak

ve onların niçin Allah'ın rahmetinden uzak ve helak bedduasına müstahak olduklarını beyan etmek içindir. (Ebüssuûd)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Semûd, kadim Arap kabilelerinden bir kavim olup esas ataları “Sam'ın oğlu İrem'in oğlu Amir'in oğlu Semûd”dur. Diğer bir kavle göre de az su anlamına gelen “semed”den alınmış bir kelimedir. Yaşadıkları yerin suyunun az olması sebebiyle bu ismi almışlardır. (Elmalılı)

Semûd kelimesinin, hem munsarif hem de gayri munsarif olarak kullanılması söz konusudur. Semûd kelimesinin munsarif olması, bu kelimenin “hayy (kabile)” yahut da “büyük baba, ata” manasına alınmasından dolayıdır. Gayri munsarif olması ise kelimenin marife ve “kabile” manasında olarak müennes olması sebebiyledir. (Fahreddin er-Râzî)

كَفَرُوا  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)


 اَلَا بُعْداً لِثَمُودَ۟

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.

اَلَا  ve mef’ûlu mutlak ile tekid edilmiştir. Faide-i haber inkârî kelam olan fiil cümlesidir.

بُعْداً  mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakıdır. Takdiri,  ابعدوا  (Uzak olsunlar) şeklindedir. Mef’ûlu mutlakın amilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Bu son cümle, haberî isnad olmakla beraber beddua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

اَلَا  tenbih edatıdır. Ayette tekrar edilmiş olması tekidin çok kuvvetli olduğunu gösterir. Bu tekrarda reddü’l-acüz ales-sadr sanatı vardır.

Ayet-i kerimedeki  اَلَا بُعْداً لِثَمُودَ۟  ifadesi (helak olsunlar, Allah’ın rahmetinden uzak olsunlar anlamında) onlara lanet okuma ve bedduadır. (Zuhaylî, c. VI, s. 415; Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)

60. ayetle aralarında reddü’l-acüz ales-sadr sanatı vardır.
Hûd Sûresi 69. Ayet

وَلَقَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُنَٓا اِبْرٰه۪يمَ بِالْبُشْرٰى قَالُوا سَلَاماًۜ قَالَ سَلَامٌۚ فَمَا لَبِثَ اَنْ جَٓاءَ بِعِجْلٍ حَن۪يذٍ  ...


Andolsun, elçilerimiz (melekler), İbrahim’e müjde getirip “Selâm sana!” dediler. O, “Size de selâm” dedi ve kızartılmış bir buzağı getirmekte gecikmedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ ve andolsun
2 جَاءَتْ geldiler ج ي ا
3 رُسُلُنَا elçilerimiz ر س ل
4 إِبْرَاهِيمَ İbrahim’e
5 بِالْبُشْرَىٰ müjdeyle ب ش ر
6 قَالُوا dediler ق و ل
7 سَلَامًا Selam س ل م
8 قَالَ (O da) dedi ق و ل
9 سَلَامٌ Selam س ل م
10 فَمَا
11 لَبِثَ ve hemen ل ب ث
12 أَنْ
13 جَاءَ getirdi ج ي ا
14 بِعِجْلٍ bir buzağı ع ج ل
15 حَنِيذٍ kızartılmış ح ن ذ
Bu kıssa Hûd sûresinde anlatılan kıssaların dördüncüsü olup ana konusu itibariyle Lût aleyhisselâm ve kavmini ele almaktadır. Lût, Tevrat’a göre, Güney Bâbil’deki Ur şehrinin yerlilerinden ve Hz. İbrâhim’in kardeşi Haran’ın oğludur; amcası İbrâhim ile birlikte Irak’tan ayrılıp önce Filistin’e; daha sonra da Ölüdeniz (Lût gölü) kıyısındaki Sodom ve Gomore’ye yerleşmişti. Bu sebeple “Lût kavmi” tabiri Hz. Lût’un mensup olduğu kavmi ifade etmeyip onun aralarında yaşamaya karar verdiği ve peygamber olarak görevlendirildiği Sodom sakinlerini ifade etmektedir” (bk. Tekvîn, 11/27-31; 13/11-13). Hz. Lût’un ikamet ettiği Sodom halkı, inkârcı oldukları gibi ahlâksızlık ve sapık ilişkiler içinde bulunuyorlardı. İşte Lût bu kavmi ıslah etmekle görevlendirilmişti (bk. A‘râf 7/80); ancak yöre halkı onun nasihatlerini dinlemedi ve sapık ilişkilerine devam ettiler; Allah Teâlâ da onları helâk etmek üzere elçilerini gönderdi. Kur’ân-ı Kerîm elçilerin kimler olduğu hakkında ayrıntılı bilgi vermemekle birlikte müfessirler bunların insan şekline girmiş melekler olduğunu kabul ederler (Râzî, XVIII, 23; Reşîd Rızâ, 127). Lût, aynı çağda Filistin’de ikamet eden Hz. İbrâhim’in yeğeni olduğu için olay İbrâhim’i de ilgilendiriyordu. Bu sebeple Allah’ın elçileri, durumdan onu haberdar edip ümmeti hakkında herhangi bir korkuya kapılmamasını sağlamak için öncelikle onu ziyaret ettiler. Hz. İbrâhim, misafirlerin yemeğe el uzatmadıklarını görünce durumlarından şüpheye kapıldı. Melekler, Lût kavmini helâk etmek için geldiklerini haber verdikten sonra İbrâhim’e inananların bu felâketten kurtulacağını söyleyerek onu rahatlattılar. Kitâb-ı Mukaddes’e göre çocuk müjdesi verildiğinde Hz. İbrâhim 100 yaşında, eşi Sâre ise doksan yaşında bulunuyordu (Tekvin, 17/17). Hicr sûresinin 54. âyetinde Hz. İbrâhim’in de yaşlılığı sebebiyle olayı yadırgadığı bildirilmektedir. Melekler, müjdeye şaşıran peygamber hanımını, bir müminin Allah’ın işine şaşmaması gerektiğini söyleyerek teskin ettiler. Zira tabiat kanunlarını koyan Allah’tır; bu kanunlar kâinatta cârî olmakla beraber Allah’ın iradesini sınırlayamaz; O, istisnaî tasarruflarla mûcizeler yaratır ve peygamberlerini destekler.

وَلَقَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُنَٓا اِبْرٰه۪يمَ بِالْبُشْرٰى قَالُوا سَلَاماًۜ

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ  mahzuf kasemin cevabına gelen muvattie harftir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

جَٓاءَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تۡ  te’nis alametidir.  رُسُلُنَٓا  fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Fail, müzekker ismin cemi mükesseri ise fiil umumiyetle müzekker gelir, bazen müennes de gelebilir. Burada müennes olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِبْرٰهٖيمَ  mef‘ûlün bih olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

İsimler îrab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından ikiye ayrılır:

1. Munsarif isimler: Tenvini ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.

2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.

Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayri munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بِالْبُشْرٰى  car mecruru  رُسُلُنَٓا ’nın mahzuf haline müteallıktır.  الْبُشْرٰى  mukadder kesra ile mecrurdur.

الْبُشْرٰى  kelimesindeki  ى  harfi kelimenin aslından olmadığı için gayri munsarif olup tenvin almaz.

İsimler îrab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından ikiye ayrılır:

1. Munsarif isimler: Tenvini ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.

2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.

Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayri munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالُوا  damme üzere mebni, mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  سَلَاماً dir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

سَلَاماً  mahzuf fiilin mef’ûlün mutlakı olup fetha ile mansubdur. Takdiri,  نسلّم  (selamlıyoruz) şeklindedir.


 قَالَ سَلَامٌۚ فَمَا لَبِثَ اَنْ جَٓاءَ بِعِجْلٍ حَن۪يذٍ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Yani İbrahim’dir (a.s.).

Mekulü’l-kavli,  سَلَامٌ ’dir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. 

سَلَامٌ  mübteda olup lafzen merfûdur. Haber mahzuftur. Takdiri,  سلام عليكم  (Size selam olsun.) şeklindedir. 

فَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  لَبِثَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لَبِثَ  fiilinin faili konumundadır veya takdir edilen  بِ  harfiyle birlikte  لَبِثَ  fiiline müteallıktır.

جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

بِعِجْلٍ  car mecruru  جَٓاءَ  fiiline müteallıktır.  حَنٖيذٍ  kelimesi  عِجْلٍ ’in sıfatı olup kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

Hakiki Sıfat:

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred Olan Sıfatlar:

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsufuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar.

Not: Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. 

Burada sıfat müfred olan sıfat şeklinde gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَقَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُنَٓا اِبْرٰه۪يمَ بِالْبُشْرٰى

 

وَ  istînâfiyye,  لَ  mahzuf kasemin cevabına gelen muvattie harfidir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzufla birlikte cümle, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.  قَدْ  ve  لَ  tekid ifade eder.

Kıssanın kıssaya atfıdır. (Âşûr)

Haberin  قَدْ  harfi ile tekidi ihtimam içindir. (Âşûr)

Bu kıssanın amacı Lut kavminin akıbeti ile öğüt vermektir. (Âşûr)

Nahivciler şöyle demişlerdir: Burada, bu ifadenin başına, peygamberlerin kıssalarını dinleyenler, bir kıssadan sonra başka bir kıssayı bekledikleri için  قَدْ  edatı getirilmiştir. Çünkü  قَدْ, tevakku’ (ümid etme) ifade eder. Haberi tekid etmek için de bunun başına lâm gelmiştir. Rusül kelimesi çoğul olup çoğulun en azı da üçtür. Şu halde bu kelime en az üç meleğin olduğunu kesinlikle belirtir. (Fahreddin er-Râzî)

رُسُلُنَٓا  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  رُسُلُ  şan ve şeref kazanmıştır.

Faili  رُسُلُنَٓا  olan  جَٓاءَتْ  fiili müennes sıyga ile gelmiştir. Fail, âkil cemi müzekker gayrı salim veya cemi müennes gayrı salim ise fiil müzekker veya müennes kılınabilir. (Ahmet Şimşek, Arap Dilinde Müzekkerlik ve  Müenneslik Uyumu)

Ayette, meleklerin İbrahim'e (a.s.) müjde getirdikleri belirtildiği halde ona gönderildikleri söylenmiyor. Çünkü onlar, aslında  İbrahim'e (a.s.) değil, Lut (a.s.) kavmine gönderilmişlerdir. Nitekim melekler de “Şüphesiz biz Lut kavmine gönderildik.” derler. Onların İbrahim'e gelmeleri ise kendisini müjdelemek içindi.

Bu sure-i kerimeden asıl maksat, eski ümmetlerin, peygamberlerine karşı yaptıkları kötülükleri ve bundan dolayı da azaba uğratıldıklarını anlatmaktır. (Ebüssuûd)

بِالبُشْرى  kelimesindeki  بِ  harf-i ceri musahabe içindir. Risaletin mürselle birlikte oluşu gibi. (Âşûr)


 قَالُوا سَلَاماًۜ

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  سَلَاماً  cümlesi, mahzuf fiilin mef’ûlün mutlakıdır. Takdiri,  نسلّم  (selamlıyoruz) şeklindedir. Mef’ûlu mutlakın amilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzufla birlikte cümle muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.

سَلامًا  fiil yerine bedel olarak gelen mef’ûlün mutlaktır. Takdiri,  سَلَّمْنا سَلامًا  şeklindedir. (Âşûr)


قَالَ سَلَامٌۚ فَمَا لَبِثَ اَنْ جَٓاءَ بِعِجْلٍ حَن۪يذٍ

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Cümle mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidâi kelamdır.  

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli mübteda ve haberden müteşekkil cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede haberin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

مَا لَبِثَ اَنْ جَٓاءَ بِعِجْلٍ حَنٖيذٍ  cümlesi menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  جَٓاءَ بِعِجْلٍ حَنٖيذٍ  cümlesi, takdir edilen  بِ  harfiyle birlikte, لَبِثَ  fiiline müteallıktır. Mazi fiil sıygasında gelen masdar-ı müevvel cümlesi, faide-i haber, ibtidaî kelamdır.

Merfû olan  سَلامٌ  kelimesi masdardır. Mahzuf mübteda için haber konumunda olduğundan merfûdur. Takdiri,  أمْرِي سَلامٌ  (Benim işim selamdır, barıştır.). فَصَبْرٌ جَمِيلٌ (Bana düşen sabırdır) sözüne benzer. (Âşûr)

فَمَا لَبِثَ  ifadesinin başındaki  فَ  harfi, takibiyye fa’sıdır. Bundan dolayı bu, Hz. İbrahim'in o kızartılmış danayı getirmesinin, “selam” sözünden sonra olduğuna delalet eder. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr) 

بِعِجْلٍ ’deki tenvin “herhangi bir” manasındadır. Kelime  حَنٖيذٍ  ile sıfatlanmıştır. Sıfat, tâbi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

جَٓاءَتْ  -  جَٓاءَ  ve قَالَ  -  قَالُو  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır.

سَلَامٌ  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

جَٓاءَ  fiili geldi demektir.  بِ  harf-i ceriyle getirdi manasını kazanır. Bu, tazmindir.

Bu ayette  سَلَاماً  ifadesinin aslı  نسلّم سَلَاماً  şeklindedir.  سَلَامٌ  ifadesinin takdiri ise  سلام عليكم  şeklindedir. Sanki İbrahim (a.s.), “Size selam verildiği zaman aynısıyla veya daha güzeliyle karşılık verin.” (Nisa Suresi 86) ayetindeki emre uyarak melekleri daha güzeliyle selamlamak istemiş; bu da fiil cümlesinden daha kuvvetli olan isim cümlesiyle ifade edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Melekler, “Korkma, çünkü biz Lut kavmine gönderildik.” demişlerdir ki bu, “Biz, Lut Kavmine azap etmek için gönderildik.” demektir. Çünkü bu sözde mukadder bir “azap” kelimesi vardır. Başka bir suredeki şu ayet buna delalet etmektedir: “Onlar, ‘Biz, günahkârlar güruhuna gönderildik. Çünkü onların üzerine çamurdan taşlar atacağız.’ dediler.” (Zariyat Suresi, 32-33) (Fahreddin er-Râzî)


Selamün Aleyküm Tabirinin İrabı: 

Bu kelime, genel olarak elif-lâmsız,  سَلَامٌ عَلَيْكُمْ  şeklinde kullanılır. Zira bu, dua anlamındadır. Bu Arapların tıpkı  “خَيْرٌ بَيْنَ يَدَيْكَ  (Allah hayrını versin)” demeleri gibidir. Şayet “Nekre bir kelimenin mübteda yapılması nasıl caiz olabilir?” denirse biz deriz ki: Nekre, herhangi bir kelimeyle vasfedildiğinde onun mübteda kılınması caizdir. Bundan dolayı sen  سَلَامٌ عَلَيْكُمْ  dediğin zaman burada kullanmış olduğun bu nekre ifade, o selamın tam ve mükemmel olduğuna delalet eder. Buna göre sanki o, “سَلَامٌ كَامِلٌ تَامٌّ عَلَيْكُمْ  Tam ve mükemmel selam, sizin üzerinize olsun…” demiştir.

Selamün aleyküm ifadesindeki nekre, kemâli, tamlığı ve mükemmelliği ifade eder. Ama es-Selam lafzına gelince bu sadece mahiyeti ifade eder. Yani nekre olduğunda manaya zenginlik katar. Ahfeş şöyle demiştir: Araplardan bazıları, selamün aleyküm der ve “selam” sözünü, elif-lâmsız ve tenvinsiz kullanır. Bunun sebebi, çok kullanıldığından dolayı dile kolaylık sağlamasıdır. Allah en iyi bilendir. (Fahreddin er-Râzî)


Hûd Sûresi 70. Ayet

فَلَمَّا رَآٰ اَيْدِيَهُمْ لَا تَصِلُ اِلَيْهِ نَكِرَهُمْ وَاَوْجَسَ مِنْهُمْ خ۪يفَةًۜ قَالُوا لَا تَخَفْ اِنَّٓا اُرْسِلْـنَٓا اِلٰى قَوْمِ لُوطٍۜ  ...


Ellerini yemeğe uzatmadıklarını görünce, onları yadırgadı ve onlardan dolayı içinde bir korku duydu. Dediler ki: “Korkma, çünkü biz Lût kavmine gönderildik.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَمَّا ne zaman ki
2 رَأَىٰ görünce ر ا ي
3 أَيْدِيَهُمْ ellerinin ي د ي
4 لَا
5 تَصِلُ uzanmadığını و ص ل
6 إِلَيْهِ ona
7 نَكِرَهُمْ onlardan hoşlanmadı ن ك ر
8 وَأَوْجَسَ ve içine düştü و ج س
9 مِنْهُمْ onlardan dolayı
10 خِيفَةً bir korku خ و ف
11 قَالُوا dediler ki ق و ل
12 لَا
13 تَخَفْ korkma خ و ف
14 إِنَّا biz
15 أُرْسِلْنَا gönderildik ر س ل
16 إِلَىٰ
17 قَوْمِ kavmine ق و م
18 لُوطٍ Lut

فَلَمَّا رَآٰ اَيْدِيَهُمْ لَا تَصِلُ اِلَيْهِ نَكِرَهُمْ وَاَوْجَسَ مِنْهُمْ خ۪يفَةًۜ 

 

فَ  atıf harfidir.  لَمَّٓا  kelimesi  حين  (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

فَ : Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

رَآٰ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

رَآٰ  şart fiili olup elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

اَيْدِيَهُمْ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَا تَصِلُ اِلَيْهِ  cümlesi  اَيْدِيَهُمْ ’in hali olarak mahallen mansubdur.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

تَصِلُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هِي ’dir.  اِلَيْهِ  car mecruru  لَا تَصِلُ fiiline müteallıktır.

Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و  (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal menfi (olumsuz) fiil cümlesi olarak geldiğinde başında  و  gelebilir de gelmeyebilir de. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Şartın cevabı  نَكِرَهُمْ ’dur.

نَكِرَهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

اَوْجَسَ  fiili atıf harfi  وَ ’la makabline (kendisinden öncesine) matuftur.  اَوْجَسَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

مِنْهُمْ  car mecruru  اَوْجَسَ  fiiline müteallıktır.  خٖيفَةً  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. 


قَالُوا لَا تَخَفْ اِنَّٓا اُرْسِلْـنَٓا اِلٰى قَوْمِ لُوطٍۜ

 

Fiil cümlesidir.  قَالُوا  mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  لَا تَخَفْ ’dır.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَخَفْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت dir.

Muzari fiillerin (أَنَا  –  أَنْتَ  –  نَخْنُ...) zamirleri fail (özne) konumunda olduklarında vücûben (zorunlu olarak) müstetir olurlar yani bariz zamir olarak açık şekilde yazılmaları mümkün olmadığı gibi bunların yerine açık bir isim söylenmesi de mümkün değildir. (هُوَ  -  هِيَ) zamirlerinin müstetir oluşu ise mazi fiilde de muzari fiilde de vücûben değil cevâzendir yani bunların müstetir zamir olarak kullanılmaları zorunlu olmayıp bu zamirlerin yerine istenildiği takdirde açık isim getirilmesi de mümkündür. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  اَنْزَلْنَٓا  fiili  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

اُرْسِلْـنَٓا  sükun üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

اِلٰى قَوْمِ  car mecruru  اُرْسِلْـنَٓا  fiiline müteallıktır.  لُوطٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

فَلَمَّا رَآٰ اَيْدِيَهُمْ لَا تَصِلُ اِلَيْهِ نَكِرَهُمْ وَاَوْجَسَ مِنْهُمْ خ۪يفَةًۜ 

 

فَ  atıf harfidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi aynı zamanda muzâfun ileyh olan  رَآٰ  cümlesidir ve müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لَا تَصِلُ اِلَيْهِ  cümlesi  اَيْدِيَهُمْ ’dan haldir. Hal, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Aynı zamanda bu ibare, hiçbir şey yememekten kinayedir.

Şartın cevabı olan  نَكِرَهُمْ وَاَوْجَسَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üsluptaki  وَاَوْجَسَ مِنْهُمْ خٖيفَةً  cümlesi,  نَكِرَهُمْ  cümlesine  وَ ’la atfedilmiştir. İki cümlenin atıf sebebi tezâyüftür. 

خٖيفَةً - اَوْجَسَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

İbrahim (a.s.), misafirlerin, ellerini yemeğe uzatmadıklarını yani yemediklerini görünce onların bu halinden hoşlanmadı, demektir. Ayet-i kerimede  فَبِمَا رآهُمْ يَمُدُّونَ اَيْدِيهِمْ  değil,  فَلَمَّا رَآٰ اَيْدِيَهُمْ لَا تَصِلُ اِلَيْهِ  (Ellerinin ona uzanmadığını görünce) buyurularak rü’yet (görmek) fiili  اِلَيْ  harfiyle gelmiş, böylece misafirleri ağırlamaktaki edebe işaret edilmiştir. Çünkü ev sahibinin gözünü misafirlere dikmesi, onların ihtiyaçları ve istekleri doğrultusunda yemek yemesine engel olur. Bunun için ev sahibinin sadece kaçamak bakışlarla yemek yiyip yemediklerini gözlemesi uygun olur. İbrahim de yemek yiyip yemediklerini anlamak için misafirlerinin ellerine bakmıştır.

Rûhu'l-Meânî'de bu cümleyle alakalı olarak şöyle yazılıdır: Meleklerin ellerinin yemeğe uzanmaması, yemek yemediklerinden kinayedir. Bu da misafirlerin yemeği yiyip yemediklerini kontrol etmenin, misafir ağırlamanın edebi olduğuna delildir. Bunun için misafire gözleri dikmenin değil de fark ettirmeksizin bakmanın gerektiği zikredilmiştir. Çünkü kendisine dikilen bakışlar, misafirlerin yemek yemekten çekinmesine sebeb olabilir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 3, s. 274-275)

“Ellerinin ona ulaşmadığını görünce” ibaresi; onların, getirilen kızarmış buzağıyı yemediklerinin, temsîli istiare yoluyla sanatsal bir anlatımıdır.

Eve bir konuk geldiğinde ikram olunan yemekten yemezse onun hayır için gelmediği sonucu çıkarılırdı. (Ebüssuûd, Âşûr)


قَالُوا لَا تَخَفْ 

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  لَا تَخَفْ  cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

خٖيفَةً - لَا تَخَفْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.


 اِنَّٓا اُرْسِلْـنَٓا اِلٰى قَوْمِ لُوطٍۜ

 

Cümle ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ  ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr, 1)

إنّا أُرْسِلْنا إلى قَوْمِ لُوطٍ  demeleri, onların melek olduklarını açıklamak içindir. Cümle onların geliş sebebini açıkladığı için istînâf-ı beyâniyyedir. (Âşûr)

Burada  أرْسَلْنا  fiilinin müteallıkı yani ne için gönderildiği hazfedilmiştir. Bu kıssada ve benzerlerinde açıkça bilindiği için veciz ifade gelmiştir. (Âşûr)


Hûd Sûresi 71. Ayet

وَامْرَاَتُهُ قَٓائِمَةٌ فَضَحِكَتْ فَبَشَّرْنَاهَا بِاِسْحٰقَۙ وَمِنْ وَرَٓاءِ اِسْحٰقَ يَعْقُوبَ  ...


İbrahim’in karısı ayakta idi. (Bu sözleri duyunca) güldü. Ona da İshak’ı müjdeledik; İshak’ın arkasından da Yakûb’u.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَامْرَأَتُهُ ve karısı da م ر ا
2 قَائِمَةٌ ayaktaydı ق و م
3 فَضَحِكَتْ ve bunun üzerine güldü ض ح ك
4 فَبَشَّرْنَاهَا biz de ona müjdeledik ب ش ر
5 بِإِسْحَاقَ İshak’ı
6 وَمِنْ ve
7 وَرَاءِ ardından و ر ي
8 إِسْحَاقَ İshak’ın
9 يَعْقُوبَ Ya’kub’u
ضحك Dahake : ضَحِكٌ sevinç ve sürur sebebiyle yüzün/çehrenin açılması ve dişlerin açığa çıkmasıdır.Bu lafız ya mesrur/sevinçli olma anlamında ya da sadece taaccüp ederek şaşma anlamında kullanılır. Ayrıca istiare yoluyla alay etme manasını da ifade edebilir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de 10ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim’de 10’dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَامْرَاَتُهُ قَٓائِمَةٌ فَضَحِكَتْ فَبَشَّرْنَاهَا بِاِسْحٰقَۙ

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  امْرَاَتُهُ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

قَٓائِمَةٌ  haber olup lafzen merfûdur.

فَ  atıf harfidir.  ضَحِكَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Fail müstetir olup takdiri  هى ’dir.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

فَ : Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَ  atıf harfidir.  بَشَّرْنَاهَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.  بِاِسْحٰقَ  car mecruru  بَشَّرْنَاهَا  fiiline müteallıktır. Muzâf hazf edilmiştir. Takdiri,  بولادة إسحاق  şeklindedir.

اِسْحٰقَ  kelimesi gayri munsarif olduğu için esre almamıştır. Cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

İsimler îrab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından 2’ye ayrılır:

1. Munsarif isimler: Tenvini ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.

2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.

Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayri munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَمِنْ وَرَٓاءِ اِسْحٰقَ يَعْقُوبَ

 

وَ  atıf harfidir.  مِنْ وَرَٓاءِ  car mecruru mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri,  وهبنا  şeklindedir.  اِسْحٰقَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için esre almamıştır. Cer alameti fethadır.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَعْقُوبَ  kelimesi mahzuf fiilin mef’ûlün bihidir.

Bazı müfessirlere göre ise  يَعْقُوبَ  kelimesi  اِسْحٰقَ ’a atfedilmiş ve mecrur olup gayri munsarif olduğu için de esre almamıştır. Cer alameti fethadır.

وَامْرَاَتُهُ قَٓائِمَةٌ فَضَحِكَتْ فَبَشَّرْنَاهَا بِاِسْحٰقَۙ وَمِنْ وَرَٓاءِ اِسْحٰقَ يَعْقُوبَ

 

وَ  istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  İsim cümlesi sübut ifade eder. 

Müsnedün ileyhin izafetle marife olması veciz ifade kastına matuftur.

فَ  ile makabline atfedilen  ضَحِكَتْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Yine  فَ  ile makabline atfedilen  فَبَشَّرْنَاهَا بِاِسْحٰقَ  cümlesi de aynı üsluptadır.

Car mecrur  مِنْ وَرَٓاءِ, mahzuf bir fiile müteallıktır. Takdiri,  وهبنا  (Hibe ettik, bağışladık.) şeklindedir. Fiilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Zamir makamındaki  اِسْحٰقَ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اِسْحٰقَ  -  يَعْقُوبَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

فَبَشَّرْناها بِإسْحاقَ  cümlesi matuf olması açısından  ضَحِكَتْ  cümlesine tefrî olarak gelmiştir. (Âşûr)

“Bu söz üzerine güldü. Biz de ona İshak'ı müjdeledik.” Alimler  فَضَحِكَتْ  fiilinin hangi manada kullanıldığı hususunda ihtilaf etmişlerdir: Bazıları bunu “gülme” manasına, bazıları da gülme dışında bir manaya hamletmişlerdir. Hz. İbrahim'in karısının, İbrahim’in (a.s.) korkusunun zail olmasına sevinmiş olmasından başka bir şey değildir. Çünkü o melekler, “Korkma, biz Lut kavmine gönderildik.” deyince Hz. İbrahim'in korkusunun zail olup sevinmesinden dolayı hanımı da büyük sevinç duymuştur. İnsan böyle durumlarda bazen gülebilir.

فَضَحِكَتْ  fiili, “hayız oldu” manasındadır. Bu görüş, Mücahid ve İkrime'den nakledilmiştir. Bunlar şöyle demişlerdir: “Hz. İbrahim'in hanımı, korkudan emin olduğu için sevindiğinde hayız olmuştu. Hayız olunca da ona, bir çocuğunun olacağı müjdesi verilmişti.” Ferrâ ve Ebu Ubeyde, bu fiilin “hayız oldu” manasına gelmesini kabul etmemişlerdir. Ebu Bekr el-Enbârî ise: “Onlar, bu fiilin bu manaya geldiğini bilmiyor iseler de başkaları bilir.” demiştir. Leys, ayetteki  فَضَحِكَتْ  fiiline, “hayız gördü” manasını vermiştir. Ezherî de bazı kimselerden, “bu fiilin aslının, hurma tomurcuğunun yarılıp açılması manasında olan,  ضِحَاكٌ اَلطَّلْعَةُ  masdarı olduğunu” nakletmiştir. Nitekim Arapçada “tomurcuk yarıldı (açtı)” manasında  ضَحِكَتِ الطَّلْعَةُ  denilir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

Burada müjde İbrahim'in (a.s.) karısına yöneltilmiştir. Oysa bu müjdede asıl olan İbrahim’dir (a.s.). Nitekim Saffat Suresi’nin 101 ve Zariyat Suresi’nin 28. ayetlerinde müjdelenen İbrahim’dir (a.s.).

Ancak burada karısının müjdelenmesi, müjde konusu çocuğun ikisinden dünyaya geleceğini bildirmek hem de karısının çocuk doğurmayı çok arzu eden kısır bir kadın olduğu içindir. (Ebüssuûd)

Ayette Hz. İbrahim’in karısından zevc değil de imrae olarak bahsedilmesi o sırada çocuklarının olmayışındandır.

İlgili ayetler incelendiğinde Kur’an’da zevc kelimesinin şu durumlarda kullanıldığı görülür:

  • Sadakat,
  • Allah’ın dinine inanmada birlik,
  • Üreme imkânı bulunmak,
  • Nikâhlı olmak

İmrae kelimesi zevc için sayılan unsurların zıddı bir durum meydana geldiği takdirde veya tamamen ortadan kalktığı hallerde kullanılmaktadır:

  • İhanet (aldatma),
  • Allah’ın dinine fiilî olarak aleyhtarlık,
  • Üreme imkânının bulunmaması (kısırlık, iktidarsızlık, yaşlılıktan ötürü kadının doğurganlık çağının geçmesi veya erkeğin kuvvetten düşmesi),
  • Vefat veya diğer gerekçelerle nikâhın son bulması ile dulluk. (Nüsha Dergisi / İsmail Sökmen / Kur’an’da geçen zevc ve imrae kelimeleri üzerine)
Günün Mesajı

Selamlaşmanın en güzel şekli ''Selam'' kelimesidir. Sözlükte “kusursuz olmak, kurtulmak, rahatlamak” anlamındaki selam Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadislerde “eman, kurtuluş, esenlik, barış” manaları yanında “selamlama” anlamında da geçer. Kur’an’da bazan tahiyye kelimesi ve türevleriyle ifade edilen selam (en-Nisâ 4/86), karşılaşan iki kişiden birinin diğerine “selamün aleyküm” (es-selamü aleyküm: Selâm sizin üzerinize olsun, Allah sizi her türlü kaza ve belâdan korusun) demesi, diğerinin de buna aynı manada olmak üzere (ve aleykümü’s-selâm) diye hayır duada bulunmasıdır.

Selamda yaygın biçimde bu ifadeler kullanılmakla birlikte “es-selamü aleyküm ve rahmetüllāhi ve berekâtüh” ifadesiyle verilip “ve aleykümü’s-selam ve rahmetüllāhi ve berekâtüh” ifadesiyle alınabilmektedir. İslâm âlimleri selâm vermenin sünnet, almanın farz olduğunu ve selam verenin alana göre daha fazla sevap kazanacağını belirtmiştir. Namaz kılmak, Kur’an okumak, tefekküre dalmış olmak, hutbe dinlemek, ilimle uğraşmak, yemek yemek ve defi hâcette bulunmak gibi durumlar selam almaya engel teşkil ettiği için onlara selam verilmemelidir; verildiği takdirde selamı almamanın bir sorumluluğu yoktur. (TDV İslam Ansiklopedisi)

Sayfadan Gönüle Düşenler

İnsanın nefsi neye meyil ederse, onu seçmesi daha kolaydır. Nefse karşı gelmek mücadele gerektirir ve bazen insan nefsine yenilebilir ya da yenilmeyi seçebilir. Ancak bir çok insan, kendisine kolay geldiği için öyle davrandığını itiraf etmek istemeyebilir. İşte burada bahaneler devreye girer. Onları, kendisini ya da başkasını ikna etmek için kullanır: – Aslında bir yerde, o seçeneği seçmeye mecbur kalmıştır. Büyük ihtimalle, yerinde bir başkası olsa, o da aynı şekilde davranacaktır. –

 

İnsanın karşısına zaman zaman, Allah’tan bir rahmet olarak, hakkı hatırlatanlar çıkar. Ancak eğer insan, nefsinin kölesi olmakta ve yalanlarına kanmakta ısrarcıysa; karşısındakinin kendisini anlamadığını, gülünçleştiğini, kendi hatalarına bakmasını ya da başına gelmeden konuşmamasını söyler. Yani aslında adı gibi emindir, aynı şartlarda olsa, o da aynı günahı işleyecektir. Bu, nefislerine köle olmuş zenginle fakirin birbirine baktığında, dile getirdiklerine benzemektedir: param olsa ben de yapmazdım ya da parası olmayana günahtan uzak durmak kolaydır.

Kısacası: nefsine kolay geleni yapan ama kendisini mecburiyetten yaptığına inandıran kişi; aslında yapması gereken doğruyu yapanla karşılaştığında, o işin o kişiye kolay geldiğini söyleyerek avutur kendisini.

Allahım! Rahmetinle yoluma çıkardığın hak hatırlatıcılarını görenlerden ve dinleyenlerden olmamı nasip et. Nefsime köle olmaktan, bahaneler türeterek yanlışlarımda ısrar etmekten ve nefsani bahanelere sığınmaktan, halimi koru. Bendeki iyilikleri bereketlendir ve daim kıl. Kötülüklerimin ise kökünü kurut ve yerine iyileri yerleştir.

Bedenimiz, nefsimiz ve kalbimiz; Allah’a emanet. Çalışarak iki cihanını da kazananlardan, nefsini terbiye edenlerden ve kalbini güzelleştirenlerden olmak duasıyla.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji