7 Ocak 2025
Hûd Sûresi 54-62 (227. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Hûd Sûresi 54. Ayet

اِنْ نَقُولُ اِلَّا اعْتَرٰيكَ بَعْضُ اٰلِهَتِنَا بِسُٓوءٍۜ قَالَ اِنّ۪ٓي اُشْهِدُ اللّٰهَ وَاشْهَدُٓوا اَنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَۙ  ...


54-55. Ayetler Meal  :   
Biz sadece şunu söyleriz: “Seni, ilâhlarımızdan biri fena çarpmış.” Hûd, dedi ki: “İşte ben Allah’ı şâhit tutuyorum. Siz de şâhit olun ki, ben sizin Allah’ı bırakıp da O’na ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Haydi hepiniz toptan bana tuzak kurun, sonra da bana göz açtırmayın.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنْ
2 نَقُولُ diyoruz ki ق و ل
3 إِلَّا sadece
4 اعْتَرَاكَ seni çarpmış ع ر و
5 بَعْضُ bazıları ب ع ض
6 الِهَتِنَا ilahlarımızdan ا ل ه
7 بِسُوءٍ fena س و ا
8 قَالَ dedi ki ق و ل
9 إِنِّي şüphesiz ben
10 أُشْهِدُ şahit tutuyorum ش ه د
11 اللَّهَ Allah’ı
12 وَاشْهَدُوا ve şahid olun ش ه د
13 أَنِّي elbette ben
14 بَرِيءٌ uzağım ب ر ا
15 مِمَّا
16 تُشْرِكُونَ ortak koştuklarınızdan ش ر ك
Hz. Hûd, kavmine gönderilmiş bir peygamber olduğunu aklî deliller ve getirdiği mûcizelerle anlattı. Kur’ân-ı Kerîm bu mûcizelerin ne olduğunu bildirmemiş olmakla birlikte Hûd’un getirdiği mûcizeleri kavminin inkâr ettiğini haber vermektedir (bk. âyet 59). Kavmi onun getirdiği mûcizelere ve kullandığı aklî delillere değer vermedi ve çağrısını reddetti. Ayrıca Hûd’u küçümsediklerinden dolayı onun sözüne bakarak ilâhlarından vazgeçmeyeceklerini ve ona iman etmeyeceklerini bildirdiler. “Tanrılarımızdan biri senin aklını almış!” diyerek Hûd’un, tanrılarına dil uzatmasından dolayı onlardan biri tarafından çarpıldığını, bu sebeple delirmiş olabileceğini ileri sürdüler. Putperestlerin bu saygısız ve inatçı davranışları karşısında Hûd kendisinin hak peygamber olduğuna dair yüce Allah’ı şahit tuttuğu gibi topluluğun şirkinden uzak olduğu konusunda da doğrudan onları şahit gösterdi. Tanrılarının aklını almış olması iddiasına karşılık da hepsine meydan okuyarak bu iddiayı çürüttü. Çünkü Hûd Allah’a tevekkül edip O’na teslim olmuştu. O’nun adaletine güveniyor, neylerse güzel eyleyeceğine inanıyordu.
 56. âyet evrende ne kadar canlı varsa hepsinin Allah’ın emrinde ve kontrolünde bulunduğunu, O’nun kudret ve iradesinin bütün varlıklar üzerinde mutlak ve kesin olarak müessir olduğunu ifade eder. Hûd bu sözüyle Allah’ın izni olmadan kendisine kimsenin tuzak kurup herhangi bir kötülük yapamayacağına inancının tam olduğunu vurgulamak istemiştir. Allah’ın yolunun dosdoğru yol olmasından maksat, O’nun hüküm ve tasarruflarının tamamen doğru, adalete uygun olması, zulüm, hata ve yanlışlıktan uzak bulunmasıdır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 179

اِنْ نَقُولُ اِلَّا اعْتَرٰيكَ بَعْضُ اٰلِهَتِنَا بِسُٓوءٍۜ

 

اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  نَقُولُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

Mekulü’l-kavli,  اعْتَرٰيكَ dir.  نَقُولُ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اِلَّا  hasr edatıdır.  اعْتَرٰيكَ  elif üzere mukadder  fetha ile mebni mazi fiildir.

Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  بَعْضُ  fail olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.

اٰلِهَتِنَا  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  بِسُٓوءٍ  car mecrur  اعْتَرٰيكَ  fiiline müteallıktır.

اعْتَرٰيكَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındadır. Sülâsîsi  عرو ’dır.

Bu bab, fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.


 قَالَ اِنّ۪ٓي اُشْهِدُ اللّٰهَ وَاشْهَدُٓوا اَنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَۙ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Mekulü’l-kavli, اِنّ۪ٓي اُشْهِدُ اللّٰهَ وَاشْهَدُٓو  cümlesidir.  قَالَ  fiilinin mef‘ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. Mütekellim zamiri  ي  ise  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

اُشْهِدُ  fiili  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

اُشْهِدُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا dir.  اللّٰهَ  lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

اشْهَدُٓوا  fiili atıf harfi  وَ  ile  اُشْهِدُ اللّٰهَ  cümlesine matuftur.  اشْهَدُٓوا  fiili  نَ un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur. 

اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

Mütekellim zamiri  ي  ise  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

بَر۪ٓيءٌ  kelimesi  اَنَّ nin  haberi olup lafzen merfûdur. 

مَٓا  ve masdar-ı müevvel,  مِنْ  harf-i ceriyle  birlikte  بَر۪ٓيءٌ  kelimesine müteallıktır.

تُشْرِكُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur. 

تُشْرِكُونَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babıdır. Sülâsisi  شرك ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

اِنْ نَقُولُ اِلَّا اعْتَرٰيكَ بَعْضُ اٰلِهَتِنَا بِسُٓوءٍۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Menfi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelam olan cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir. 

نَقُولُ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اعْتَرٰيكَ بَعْضُ اٰلِهَتِنَا بِسُٓوءٍۜ  cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bu ayet, bundan önceki ayetin izahı mahiyetindedir. Çünkü onların Hud (a.s.) hakkındaki beyanları, onun sözlerine hiç itibar etmemeyi ve onları hurafe kabilinden saymayı tazammun ediyordu. (Ebüssuûd)

اِنْ  ve  اِلَّا ’nın oluşturduğu kasr, fiille mef’ûlü arasındadır.  نَقُولُ  maksûr, عْتَرٰيكَ  maksûrun aleyhtir.

Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başka mef'ûllere değil zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. O mef'ûlde vaki olan başka fiiller vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

بِسُٓوءٍ ’deki tenvin, nev ve kesret ifade eder.

 

 قَالَ اِنّ۪ٓي اُشْهِدُ اللّٰهَ وَاشْهَدُٓوا اَنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَۙ

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan … اِنّ۪ٓي اُشْهِدُ اللّٰهَ  cümlesi ise  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

اِنّ۪ٓ ’nin haberinin  اُشْهِدُ  şeklinde mazi fiil sıygasında gelmesi, hudûs ve hükmü takviye ifade etmiştir. 

Emir üslubunda talebî inşaî isnad olan  وَاشْهَدُٓوا  cümlesi,  وَ ’la  اُشْهِدُ  اللّٰهَ  cümlesine atfedilmiştir. Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen haber manalı olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Cümlenin haber manalı olması, isim cümlesine atfını mümkün kılmıştır.

Masdar ve tekid harfi  اَنّ۪ ’nin dahil olduğu  اَنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَۙ  cümlesi,  faide-i haber inkârî kelamdır.  اَنّ۪  ve akabindeki sübut ifade eden isim cümlesi masdar tevilinde, takdir edilen  بَ  harfiyle birlikte,  اشْهَدُٓوا  fiiline müteallıktır.

Mecrur mahaldeki masdar harfi  مَّا  ve sılası olan  تُشْرِكُونَۙ  cümlesi, masdar teviliyle بَر۪ٓيءٌ ’a müteallıktır. Muzari fiil cümlesi formunda gelen masdar-ı müevvel, teceddüt ve tecessüme işaret etmiştir.

Burada muktezâ-i zâhir  اُشْهِدُ اللّٰهَ وَاشْهَدُٓوا (Allahı ve sizi şahit tutarım ki) şeklini gerektirirken mazi yerine emir fiil geldi. Onların ibadet ettikleri şeylerin tahkirini ifade eden bir tehaddi (meydan okuma) manası için emir fiil tercih edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اُشْهِدُ - اشْهَدُٓوا  ve  قَالَ - نَقُولُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları,  اِنّ۪ٓي -  اَنّ۪ي  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

وَاشْهَدُٓوا  şeklinde emir sıygasında gelen bu cümlenin asıl maksadı onlara meydan okumaktır. Cümle emir manasından çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Hz. Hud, onların bu ahmakça sözlerine mukabil onların ilahlarından beri olduğuna Allah'ı şahit tutarak cevap verdi ve bunu tekid ve tespit olarak onların zararlarından korkmadığını bildirdi. “Siz de şahit olun.” demesi ise onları hafife almaktır. (Beyzâvî, Ebüssuûd)

Bu ayette lafzen inşa olmasına rağmen manen haber olan  اشْهَدُٓوا  cümlesi hem lafzen hem manen haber olan  اِنّ۪ٓي اُشْهِدُ  cümlesine atfedilmiştir. Ortak yön hem Allah Teâlâ’nın hem de kavminin Peygamber Efendimizin (s.a.), müşriklerin taptıklarından berî olduğu konusundaki şahitliğidir.  (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Hûd Sûresi 55. Ayet

مِنْ دُونِه۪ فَك۪يدُون۪ي جَم۪يعاً ثُمَّ لَا تُنْظِرُونِ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مِنْ
2 دُونِهِ O’ndan başka د و ن
3 فَكِيدُونِي haydi bana tuzak kurun ك ي د
4 جَمِيعًا hep birlikte ج م ع
5 ثُمَّ sonra
6 لَا
7 تُنْظِرُونِ bana hiç göz açtırmayın ن ظ ر

مِنْ دُونِه۪ فَك۪يدُون۪ي جَم۪يعاً ثُمَّ لَا تُنْظِرُونِ

 

مِنْ دُونِه۪  car mecruru  تُشْرِكُونَۙ  fiilinin mahzuf mef’ûlunun sıfatına müteallıktır. Takdiri, تشركون آلهة من دونه (Allah’ın dışında (veya yanında) ilahları şirk koşuyorsunuz.) şeklindedir. Aynı zamanda muzâftır.

Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri,  إن استطعتم أن تكيدوني فكيدوني (Bana tuzak kurmaya gücünüz yetiyorsa kurun.) şeklindedir.

ك۪يدُون۪ي  fiili  نَ un hazfıyla mebni emir fiildir. Sonundaki  ن۪  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  ise mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

جَم۪يعاً  kelimesi,  ك۪يدُون۪ي  fiilinin hali olup fetha ile mansubdur.

جَم۪يعاً  kelimesi zamirsiz gelirse tekid bildiren haldir. Ancak bazı gramercilere göre tekid kabul edilmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ثُمَّ, tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ   ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

تُنْظِرُونِ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur. Mütekellim  ي ’sı mahzuftur. Mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

تُنْظِرُونِ  fiili , sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. if’al babıdır.Sülâsisi  نظر ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

مِنْ دُونِه۪ فَك۪يدُون۪ي جَم۪يعاً ثُمَّ لَا تُنْظِرُونِ

 

Önceki ayetin devamı olan car mecrur  مِنْ دُونِه۪, amili  تُشْرِكُونَۙ  olan fiilin, mahzuf mef’ûlunun sıfatına müteallıktır. Takdiri,  تشركون آلهة من دونه  (Allah’ın dışında (veya yanında) ilahları şirk koşuyorsunuz.) şeklindedir. 

فَك۪يدُون۪ي جَم۪يعاً  cümlesindeki  فَ  rabıtadır. Cümle mahzuf şartın cevabıdır. Cevap cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Mahzuf şartın takdiri  إن استطعتم أن تكيدوني  [Bana tuzak kurmaya gücünüz varsa…] şeklindedir.

Emir sıygasındaki  فَك۪يدُون۪ي  “tuzak kurun” cümlesinden murad meydan okuma, inzar ve acze düşürmek manasıdır. Mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

ك۪يدُون۪  şeklindeki emir, putların ve kavmin acizliğini göstermek için kinaye olarak ibaha manasında kullanılmıştır. (Âşûr)

Mahzufla birlikte cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

جَم۪يعاً  kelimesi  ك۪يدُون۪ي  fiilinin failinin halidir. Hal, anlamı zenginleştiren ve tekid eden ıtnâb sanatıdır.

Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan  لَا تُنْظِرُونِ  cümlesi de  ثُمَّ  ile makabline atfedilmiştir. Cümle nehiy üslubunda gelmiş olmasına rağmen tehaddi inzar ve acze düşürmek kastı taşıması sebebiyle mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

تُنْظِرُونِ  cümlesinde mef’ûl olan mütekellim zamirinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Hz. Hud daha sonra “Artık bana topyekûn istediğiniz tuzağı kurun, sonra bana mühlet de vermeyin.” demiştir ki bu, Hz. Nuh’un kavmine, “Siz ve ortaklarınız da artık toplanıp ne yapacağınızı kararlaştırın… Bana mühlet de vermeyin.” (Yunus Suresi 7) şeklindeki sözünün aynısıdır. (Fahreddin er-Râzî) İktibas vardır.

Hud'un (a.s.) bu meydan okuması, en büyük mucizelerden biridir. Zira Hud (a.s.), tek başına, o katı ve kaba Ad kavminin azgınlarından büyük bir topluluk içinde bulunuyordu. Buna rağmen onlar, hiçbir şey yapmaya muktedir olamamışlardır. Hud (a.s.), öyle sağlam ve yüksek bir kaleye sığınmış ve öyle kopmaz bir ipe tutunmuştur ki ona düşman olanlar aciz kalmışlardır. (Ebüssuûd, Kurtubî)

جَم۪يعاً  kelimesi tekid için gelmiştir.
Hûd Sûresi 56. Ayet

اِنّ۪ي تَوَكَّلْتُ عَلَى اللّٰهِ رَبّ۪ي وَرَبِّكُمْۜ مَا مِنْ دَٓابَّةٍ اِلَّا هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهَاۜ اِنَّ رَبّ۪ي عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ  ...


“İşte ben, hem benim, hem sizin Rabbiniz olan Allah’a dayandım. Yeryüzünde bulunan hiçbir canlı yoktur ki, Allah, onun perçeminden tutmuş olmasın. Şüphesiz Rabbim dosdoğru bir yol üzerindedir.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنِّي şüphesiz ben
2 تَوَكَّلْتُ güvendim و ك ل
3 عَلَى
4 اللَّهِ Allah’a
5 رَبِّي benim Rabbim ر ب ب
6 وَرَبِّكُمْ ve sizin Rabbiniz olan ر ب ب
7 مَا yoktur
8 مِنْ hiçbir
9 دَابَّةٍ canlı د ب ب
10 إِلَّا ki
11 هُوَ O’nun (Allah)
12 اخِذٌ tutmadığı ا خ ذ
13 بِنَاصِيَتِهَا onun perçeminden ن ص ي
14 إِنَّ şüphesiz
15 رَبِّي Rabbim ر ب ب
16 عَلَىٰ üzeredir
17 صِرَاطٍ yol ص ر ط
18 مُسْتَقِيمٍ doğru ق و م

اِنّ۪ي تَوَكَّلْتُ عَلَى اللّٰهِ رَبّ۪ي وَرَبِّكُمْۜ مَا مِنْ دَٓابَّةٍ اِلَّا هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهَاۜ اِنَّ رَبّ۪ي عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. 

Mütekellim zamiri ي  ise  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

تَوَكَّلْتُ  fiili  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

تَوَكَّلْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur. 

عَلَى اللّٰهِ car mecruru  تَوَكَّلْتُ  fiiline müteallıktır.

رَبّ۪ي  kelimesi  lafza-i celâlden bedeldir. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

رَبِّكُمْ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  رَبّ۪ي ’ye matuftur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  

دَٓابَّةٍ  kelimesi lafzen mecrur, mübteda olarak mahallen merfûdur. اِلَّا  hasr edatıdır.  Munfasıl zamir  هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.  اٰخِذٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.

هُوَ اٰخِذٌ  cümlesi,  دَٓابَّةٍ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

بِنَاصِيَتِهَا  car mecruru  اٰخِذٌ  kelimesine müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

رَبّ۪ي  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup mukadder fetha ile mansubtur. Mütekellim zamiri  ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

عَلٰى صِرَاطٍ car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf haberine  müteallıktır.  مُسْتَق۪مٍ  kelimesi,  صِرَاطٍ ’ın sıfatıdır.

اِنّ۪ي تَوَكَّلْتُ عَلَى اللّٰهِ رَبّ۪ي وَرَبِّكُمْۜ 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

رَبُّكُمْ  izafeti  رَبّ۪ي ye matuftur.  رَبُّكُمْ  izafetinde  كُمْ  zamiri,  رَبّ۪ي  izafetinde de  ي  zamiri şan ve  şeref kazanmıştır.

اللّٰهِ - رَبّ۪  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


مَا مِنْ دَٓابَّةٍ اِلَّا هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهَاۜ 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Menfi isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

Lafzen mecrur olan  دَٓابَّةٍ, mübtedadır. Zaid  مِنْ  harfi cümleyi tekid etmiştir. Cümle ayrıca  مَا  ve  اِلَّا  ile yapılan kasrla tekid edilmiştir. Kasr mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s sıfattır.

Mübteda ve haberden müteşekkil  هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا  cümlesi  دَٓابَّةٍ ’in haberidir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan bu haber cümlesi sübut ifade eder.

Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki Allah onu perçeminden yakalamasın.  مَا  ve  اِلَّا ’nın oluşturduğu kasr üslubu Allah’ın kudretinin azametini gözler önüne seriyor.

نَاصِيَتِ (Perçem) alnın üst kısmına denir. Bu tasvirle ezici irade, tartışmasız üstünlük ve karşı konulmaz egemenlik ifade edilir. İfadede, içinde bulunduğumuz duruma Hz. Hud’un soydaşlarının kabalığına ve sertliğine uygun düşen, onların gövdelerinin, vücut yapılarının iri yarılığı ile algılarının ve duygularının katılığı ile uyuşan sertlikte, somut bir görüntü çizilir. (Seyyid Kutub, Fi Zilali’l Kur’an) Bu açıdan mürâât-ı nazîr vardır. 

مَا مِنْ دَٓابَّةٍ اِلَّا هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا  (Yeryüzünde yürüyen hiçbir canlı yoktur ki Allah onu perçeminden yakalamasın) cümlesi istiare-i temsiliyyedir. Allah’ın elinde mülkünde, gücü ve kudreti altında olan mahlukat, esirin ve atın perçeminden çekildiği gibi sahibi tarafından perçeminden tutulup çekilen varlığa benzetilmiştir. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)

Bu ibare, bütün mahlukatın Allah’ın kontrolü/ egemenliği /yönetimi altında olduğunu son derece çarpıcı bir üslupla ifade etmektedir. Yani Allah, yegâne Malik, Kadir ve Kahir’dir. Hiçbir şey O’nun kontrolü dışında değildir. Her konuda karar, söz yetki O’nundur.


 اِنَّ رَبّ۪ي عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.

اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ’nin isminin izafetle gelmesi veciz ifade kastına matuftur.

رَبّ۪ي  izafeti, muzâfun ileyhin şanı içindir.


Mecazî istila için olan  عَلٰى  harf-i ceri, Bakara Suresi’nin 5. ayeti olan  أُولَئِكَ عَلى هُدًى مِن رَبِّهِمْ  ayetindeki manevi pekiştirme (temkin-yerleştirme) için müstear olarak gelen  عَلٰى harf-i ceri gibidir. Bu şekilde yapılan nitelendirme/vasıflandırma, değişmeyecek olan köklü bir niteleme/vasıflandırmadır. (Âşûr)

صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ  sıfat tamlamasının nekre gelişi tazim ifade eder. Sıfat dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

رَبّ۪ي  lafzı ayette üç kez tekrarlanmıştır. Reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı  vardır.

اِنَّ رَبّ۪ي عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ  (Rabbim, doğru yol üzerindedir.) cümlesi de Yüce Allah’ın mülkündeki tam adalet için güzel bir istiaredir. O, kullarının işlerinden haberdardır. O’nun elinden hiçbir zalim kaçıp kurtulamaz, O’na sığınan hiçbir kimsenin hakkı, O’nun katında zayi olmaz. (Safvetu't Tefasir) 

Bu ayet Kur’an’da geçen ve Münciyat (Kurtuluş) ayetleri olarak isimlendirilen 7 ayetten biridir.

Söz Konusu 7 ayet şunlardır:

1) Tevbe Suresi, 51:

قُل لَّن يُصِيبَنَا إِلاَّ مَا كَتَبَ اللّهُ لَنَا هُوَ مَوْلاَنَا وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ

Anlamı: “De ki: Bizim başımıza ancak Allah’ın bizim için yazdığı şeyler gelir. O, bizim yardımcımızdır. Öyleyse müminler, yalnız Allah’a güvensinler.”

2) Yunus Suresi, 107:

وَإِن يَمْسَسْكَ اللّهُ بِضُرٍّ فَلاَ كَاشِفَ لَهُ إِلاَّ هُوَ وَإِن يُرِدْكَ بِخَيْرٍ فَلاَ رَآدَّ لِفَضْلِهِ يُصَيبُ بِهِ مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ وَهُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ

Anlamı: “Eğer Allah sana herhangi bir zarar verecek olursa bil ki onu, O’ndan başka giderebilecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse O’nun lütfunu engelleyebilecek de yoktur. O, bunu kullarından dilediğine eriştirir. O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.”

3) Hûd Suresi, 6:

وَمَا مِن دَآبَّةٍ فِي الأَرْضِ إِلاَّ عَلَى اللّهِ رِزْقُهَا وَيَعْلَمُ مُسْتَقَرَّهَا وَمُسْتَوْدَعَهَا كُلٌّ فِي كِتَابٍ مُّبِينٍ

Anlamı: “Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki rızkı Allah’a ait olmasın. Her birinin (dünyada) duracakları yeri de (öldükten sonra) emaneten konulacakları yeri de O bilir. Bunların hepsi açık bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da yazılı)dır.”

4) Hûd Suresi, 56:

إِنِّي تَوَكَّلْتُ عَلَى اللّهِ رَبِّي وَرَبِّكُم مَّا مِن دَآبَّةٍ إِلاَّ هُوَ آخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا إِنَّ رَبِّي عَلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ

Anlamı: “İşte ben, hem benim hem sizin Rabbiniz olan Allah’a dayandım. Yeryüzünde bulunan hiçbir canlı yoktur ki Allah, onun perçeminden tutmuş olmasın. Şüphesiz Rabbim dosdoğru bir yol üzerindedir.” 

5) Ankebut Suresi, 60:

وَكَأَيِّن مِن دَابَّةٍ لَا تَحْمِلُ رِزْقَهَا اللَّهُ يَرْزُقُهَا وَإِيَّاكُمْ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ

Anlamı: “Nice canlılar vardır ki rızıklarını taşımazlar (yiyecek biriktirmezler). Onları da sizi de Allah rızıklandırır. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” 

6) Fâtır Sûresi, 2:

مَا يَفْتَحِ اللَّهُ لِلنَّاسِ مِن رَّحْمَةٍ فَلَا مُمْسِكَ لَهَا وَمَا يُمْسِكْ فَلَا مُرْسِلَ لَهُ مِن بَعْدِهِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ

Anlamı: “Allah, insanlar için ne rahmet açarsa, artık onu tutacak (engelleyecek) yoktur. Neyi de tutarsa bundan sonra onu gönderecek yoktur. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” 

7) Zümer Suresi, 38:

وَلَئِن سَأَلْتَهُم مَّنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ قُلْ أَفَرَأَيْتُم مَّا تَدْعُونَ مِن دُونِ اللَّهِ إِنْ أَرَادَنِيَ اللَّهُ بِضُرٍّ هَلْ هُنَّ كَاشِفَاتُ ضُرِّهِ أَوْ أَرَادَنِي بِرَحْمَةٍ هَلْ هُنَّ مُمْسِكَاتُ رَحْمَتِهِ قُلْ حَسْبِيَ اللَّهُ عَلَيْهِ يَتَوَكَّلُ الْمُتَوَكِّلُونَ

Anlamı: “Andolsun eğer onlara, ‘Gökleri ve yeri kim yarattı?’ diye sorsan elbette ‘Allah’ derler. De ki: ‘Peki, söyleyin bakalım? Allah’ı bırakıp da ibadet ettikleriniz var ya; eğer Allah bana herhangi bir zarar dokundurmak isterse onlar Allah’ın dokundurduğu zararı kaldırabilirler mi? Yahut Allah bana bir rahmet dilese onlar O’nun rahmetini engelleyebilirler mi?’ De ki: ‘Allah bana yeter. Tevekkül edenler ancak O’na tevekkül ederler.’”


Hûd Sûresi 57. Ayet

فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقَدْ اَبْلَغْتُكُمْ مَٓا اُرْسِلْتُ بِه۪ٓ اِلَيْكُمْۜ وَيَسْتَخْلِفُ رَبّ۪ي قَوْماً غَيْرَكُمْۚ وَلَا تَضُرُّونَهُ شَيْـٔاًۜ اِنَّ رَبّ۪ي عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ حَف۪يظٌ  ...


“Eğer yüz çevirirseniz; bilin ki ben, benimle gönderileni size tebliğ ettim. Rabbim (dilerse) sizden başka bir kavmi sizin yerinize getirir ve siz O’na bir zarar veremezsiniz. Şüphesiz Rabbim, her şeyi koruyup gözetendir.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَإِنْ eğer
2 تَوَلَّوْا yüz çevirirseniz و ل ي
3 فَقَدْ artık
4 أَبْلَغْتُكُمْ size tebliğ ettim ب ل غ
5 مَا şeyi
6 أُرْسِلْتُ benimle gönderilen ر س ل
7 بِهِ
8 إِلَيْكُمْ size
9 وَيَسْتَخْلِفُ ve yerinize yerleştirir خ ل ف
10 رَبِّي Rabbim ر ب ب
11 قَوْمًا bir topluluk ق و م
12 غَيْرَكُمْ sizden başka غ ي ر
13 وَلَا ve
14 تَضُرُّونَهُ O’na zarar da veremezsiniz ض ر ر
15 شَيْئًا hiçbir ش ي ا
16 إِنَّ şüphesiz
17 رَبِّي Rabbim ر ب ب
18 عَلَىٰ
19 كُلِّ her ك ل ل
20 شَيْءٍ şeyi ش ي ا
21 حَفِيظٌ koruyandır ح ف ظ

فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقَدْ اَبْلَغْتُكُمْ مَٓا اُرْسِلْتُ بِه۪ٓ اِلَيْكُمْۜ 

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  تَوَلَّوْا  şart fiili olup  نْ ’nun hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

فَ, şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

قَدْ  tahkik harfidir.  اَبْلَغْتُكُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur. 

Muttasıl zamiri  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

Müşterek ismi mevsûl  مَٓا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası   اُرْسِلْتُ بِه۪ٓ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

اُرْسِلْتُ  sükun üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

بِه۪ٓ  car mecruru  اُرْسِلْتُ  fiiline müteallıktır.

 

 وَيَسْتَخْلِفُ رَبّ۪ي قَوْماً غَيْرَكُمْۚ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  يَسْتَخْلِفُ  merfû muzari fiildir.  رَبّ۪ي  fail olup mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

قَوْماً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. غَيْرَ  kelimesi  قَوْماً ’nin sıfatıdır.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. 


                                                                          وَلَا تَضُرُّونَهُ شَيْـٔاًۜ 

 

وَ  atıf harfidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

 تَضُرُّونَهُ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mefûlun bih olarak mahallen mansubdur.  شَيْـٔاً  mef’ûlu mutlaktan naibtir. 


                                                                                                     اِنَّ رَبّ۪ي عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ حَف۪يظٌ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

رَبّ۪ي  mukadder  fetha  ile mansub olup   اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  ي muzâfun ileyhdir.  عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ car mecruru  حَف۪يظٌ ’e müteallıktır.  شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  حَف۪يظٌ  haber olup lafzen merfûdur. 

حَف۪يظٌ mübalağalı ism-i faildir. Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ رَبّ۪ي عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ حَف۪يظٌ  cümlesinde  عَلٰى (üstünde) kelimesi, "lâm" manasınadır. O beni, bana yapmak istediğiniz kötülüklere karşı koruyacaktır, demektir. (Kurtubî)

فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقَدْ اَبْلَغْتُكُمْ مَٓا اُرْسِلْتُ بِه۪ٓ اِلَيْكُمْۜ

 

فَ  istînâfiyyedir. Şart üslubunda gelmiş haberî isnaddır. Müspet muzari fiil sıygasındaki  تَوَلَّوْا, şart cümlesidir.

فَ  karinesiyle gelen cevap  فَقَدْ اَبْلَغْتُكُمْ مَٓا اُرْسِلْتُ بِه۪ٓ اِلَيْكُمْۜ  cümlesi, tahkik harfi  قَدْ  ile tekid edilmiş lâzım-ı  faide-i haber talebî kelamdır. 

Mef’ûl konumundaki  مَٓا  müşterek ism-i mevsûlünün sılası  اُرْسِلْتُ بِه۪ٓ اِلَيْكُمْ, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اُرْسِلْتُ - اَبْلَغْتُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


 وَيَسْتَخْلِفُ رَبّ۪ي قَوْماً غَيْرَكُمْۚ وَلَا تَضُرُّونَهُ شَيْـٔاًۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir.

Cümle müspet muzari fiil cümlesi faide-i haber ibtidai kelamdır.  رَبّ۪ي  izafeti, muzâfun ileyhin şanı içindir.

Müsnedün ileyh veciz ifade kastıyla izafet terkibiyle gelmiştir.

قَوْماً ’deki tenvin, cins ve tazim ifade eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

وَلَا تَضُرُّونَهُ شَيْـٔاًۜ  cümlesi makabline  وَ ’la atfedilmiştir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.


 اِنَّ رَبّ۪ي عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ حَف۪يظٌ

 

Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

إِنَّ  ile tekid edilmiş, isme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren  bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ’nin isminin izafetle gelmesi veciz ifade kastına matuftur.

رَبّ۪ي  izafeti, muzâfun ileyhin şanı içindir.

شَيْء ’deki tenvin, kesret ve nev ifade eder.

عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ amiline takdim edilmiştir. Bu takdim, isnadın Allah Teâlâ’ya olması karînesiyle hasr ifade eder. Mamulun amiline kasrını, başka bir deyişle de olumlu ifadenin yanında bir de olumsuz mana ifade eder.  عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ maksûrun aleyh,  حَف۪يظٌ ise maksûrdur.

حَف۪يظٌ - تَضُرُّونَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

شَيْءٍ - رَبّ۪  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

اِنَّ - اِنْ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


الحَف۪يظٌا  kelimesi aslında  الحافظ  kelimesinin mübalağalı halidir. O (Hafîz) ki korunan şeyi, koruyandan (kendisinden) gayrı hiç kimsenin ulaşamayacağı bir şekilde koruma altına alandır. İşte bu ifadede kudret ve boyun eğdirmekten kinaye vardır. (Âşûr)


Hûd Sûresi 58. Ayet

وَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا هُوداً وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّاۚ وَنَجَّيْنَاهُمْ مِنْ عَذَابٍ غَل۪يظٍ  ...


Helâk emrimiz gelince, Hûd’u ve beraberindeki iman etmiş olanları, tarafımızdan bir rahmetle kurtardık. Onları ağır bir azaptan kurtardık.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَمَّا ve ne zaman ki
2 جَاءَ gelince ج ي ا
3 أَمْرُنَا emrimiz ا م ر
4 نَجَّيْنَا kurtardık ن ج و
5 هُودًا Hud’u ه و د
6 وَالَّذِينَ ve kimseleri
7 امَنُوا iman eden(leri) ا م ن
8 مَعَهُ beraberindeki
9 بِرَحْمَةٍ bir rahmetle ر ح م
10 مِنَّا bizden
11 وَنَجَّيْنَاهُمْ ve onları koruduk ن ج و
12 مِنْ
13 عَذَابٍ bir azaptan ع ذ ب
14 غَلِيظٍ kaskatı غ ل ظ
“Emrimiz gelince” ifadesi artık Allah’ın beklenen azabının geldiğini haber vermektedir. Âd kavmi inkârcılıkta ısrar edince artık Allah’ın cezasını hak etmiş ve azabın belirtileri kendini göstermeye başlamıştı. Yüce Allah önce yağmurlarını kestiği için, kuraklık ortalığı kasıp kavurdu. Ünlü İrem bağları yok olup gitti; canlı varlıklar da susuzluktan ölmeye başladı. Âd halkı bir gün vadilerine doğru gelmekte olan büyük bir kara bulut görünce yağmur yağacak diye sevindiler. Oysa bu bulutla Allah onların üzerine kasıp kavurucu bir kasırga, bir fırtına göndermişti; bu fırtına Âd kavminin yurdunda yedi gün sekiz gece uğultulu bir şekilde esti. Sonunda insanları sökülmüş hurma kütükleri gibi yerlere seriverdi (bk. Kamer 54/19-20; Hâkka 69/6-7), muhteşem sarayları ve köşkleri de yerle bir oldu; böylece Âd kavmi yok olup gitti. Yüce Allah Hûd’u ve onunla beraber iman edenleri rahmetiyle bu şiddetli azaptan kurtardı. Âyette Hûd ve beraberindeki müminlerin kurtarılmaları iki defa zikredilmiştir. Bunlardan birincisi dünyadaki ceza, ikincisi ise âhiretteki azap olarak yorumlanmıştır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 179-180
Resul-i Ekrem , âhirette hiç kimsenin yaptığı iyilik ve olibâdetler sebebiyle kurtulamayacağını söyleyince, “Sen de mi kurtulamazsın, ey Allah’ın elçisi?” diye sordular. Oda şöyle buyurdu: “ Evet, ben de kurtulamam. Ama Allah merhamet edip beni bağışlarsa kurtulurum. “
(Buhari, Rikâk 18, Merdâ 19; Müslim, Sıfatü’l-kıyâme 71-78).

وَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا هُوداً وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّاۚ

 

وَ  atıf harfidir.  لَمَّٓا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. 

وَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اَمْرُ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Şartın cevabı  نَجَّيْنَا هُوداً ’dır. 

نَجَّيْنَا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. هُوداً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

وَ  istînâfiyyedir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, atıf harfi  وَ ’la  هُوداً e matuf olup mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir.  Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  مَعَ  zaman zarfı  اٰمَنُوا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بِرَحْمَةٍ  car mecruru  نَجَّيْنَا  fiiline müteallıktır.  مِنَّا  car mecruru  بِرَحْمَةٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.


 وَنَجَّيْنَاهُمْ مِنْ عَذَابٍ غَل۪يظٍ

 

وَ  istînâfiyyedir.  نَجَّيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim  zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mefûlun bih olarak  mahallen mansubdur.

مِنْ عَذَابٍ  car mecruru  نَجَّيْنَا  fiiline müteallıktır.  غَل۪يظٍ kelimesi  عَذَابٍ ’ın sıfatıdır.  

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ve mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

غَل۪يظٍ, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا هُوداً وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّاۚ 

 

وَ  atıf harfidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi aynı zamanda muzâfun ileyh olan  جَٓاءَ اَمْرُنَا  cümlesidir ve müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabı  فَ  karinesi olmadan gelen  نَجَّيْنَا هُوداً  cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mef’ûl konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذٖينَ ’nin sılası  اٰمَنُوا, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

اَمْرُنَا  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  رَسُولِ  şan ve şeref kazanmıştır. 

بِرَحْمَةٍ ’deki tenvin, tazim ifade eder.


بِرَحْمَةٍ مِنَّا  cümlesindeki  ب  sebebiyyedir. Allah Teâlâ’nın onlara olan rahmeti, kurtuluşlarının sebebi olmuştur. Rahmetten murad ise Allah Teâlâ’nın onlara olan lütfudur. Zira eğer onlara merhamet edilmemiş olsaydı yok olacaklardı ve bu yok oluş, kâfirler için bir ceza, müminler için de ancak bir imtihandı. (Âşûr)

نَجَّيْنَا  kelimesinde irsâd vardır. 

وَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا (Emrimiz geldiğinde) ifadesindeki  اَمْرُنَا, azaptan kinayedir. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir) 

Azabın emir olarak ifade edilmesi, Allah’a ait zamire izafe edilmesi, azap inmesinin gelmek şeklinde belirtilmesi, tazim ve tehdit içindir. Diğer bir görüşe göre ise ağır bir azaptan korumaktan murad, ahiret azabından korumaktır. Zaten ondan daha ağır ve şiddetli bir azap da yoktur. Ahiret azabından kurtarmak bu emrin gelmesine bağlı değil ise de onun da burada zikredilmesi, müminlere olan nimetin kemâle erdirilmesi, helak edilenlerin dünyada kızgın yel ile azaba uğratıldıkları gibi ahirette de ağır bir azap ile cezalandırılacaklarını beyan içindir. (Ebüssuûd)

نَجَّيْنَا هُوداً  (Hud’u kurtardık) ve  نَجَّيْنَاهُمْ مِنْ عَذَابٍ غَل۪يظٍ  (Onları şiddetli bir azaptan kurtardık) cümlelerinde arka arkaya  نَجَّيْ yani kurtarma fiilinin tekrarlanması, bu işin kolay ve basit değil, büyük ve zor olduğunu açıklamak içindir. Bu sanata ıtnâb denir. (Safvetu't Tefasir)

اَنْجَيَ  fiili ifâl babından olup zorluktan ve sıkıntıdan kurtarma konusunda hızlı olunması gereken durumlarda kullanılır. Aynı kökten türeyen  نَجَّي  fiili ise tefîl babındandır ve çoğunlukla kurtarma fiilinde bir müddet bekleme ve ona zaman tanımanın sözkonusu olduğu yerlerde kullanılır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Kur’an Kelimelerinin Sırlı Dünyası, s. 113) 


 وَنَجَّيْنَاهُمْ مِنْ عَذَابٍ غَل۪يظٍ

 

وَ   istînâfiyyedir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

غَل۪يظٍ  kelimesi,  عَذَابٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

عَذَابٍ ’deki tenvin, tasavvuru mümkün olmayan özelliğe işaret etmektedir.

نَجَّيْنَا  fiilinin tekrarında ıtnâb ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.

عَذَابٍ غَل۪يظٍ  ibaresi istiaredir. Çünkü gerçekte azap, ne kalınlık ne de incelikle nitelenebilir. Zira o, canlı varlığın kalbine veya bedenine gelen acıdır. Ancak Yüce Allah azabı, Arapların ifade tarzına uygun olarak kalın olma ile nitelemiştir. Çünkü onlar, katı, sert ve kesif şeyi önemseme, ince, zayıf ve cılız şeyi önemsememe konusundaki âdetleri uyarınca zor ve meşakkatli şeyi katı, kalın ve sert olmakla niteledikleri gibi kolay ve hafif şeyi de ince, yufka, zayıf, küçük ve cılız olmakla nitelerler. Nitekim onların عرض فلان دقيق وقدره ضائل (Falancanın şerefi yufka, kadri cılızdır) sözleri ve buna karşın söyledikleri لقي فلان فلانا بكلام غليظ و قول ثقيل (Falanca falancaya kalın/kaba (galiz) kelam ve ağır(sakil) söz ile mukabele de bulundu) dediklerini bilirsin. Ayrıca -Allahu a’lem- buradaki “ağır azap” ile kastedilenin ahiret azabının tasviri olması da mümkündür. Zira ahiret azabı demir kancalar, ateşte kızdırılmış taşlar gibi büyük aletler ve korkunç araçlarla olacağından Yüce Allah azabı kalın/ağır olmakla nitelemiştir. Çünkü o, kalın şeylerle ve ağır aletlerle uygulanacaktır. O yüzden (ifade) bu tevcihe göre mecaz olur. Allah Teâlâ’nın “Onları kalın bir azaptan kurtardık.” ifadesiyle kastedilenin, ahiret azabından kurtarma olduğunu, Yüce Allah’ın (aynı ayetteki) “Emrimiz geldiğinde Hud’u ve beraberindeki inananları katımızdan bir rahmetle kurtardık.” sözü teyit etmektedir. Çünkü bu kurtuluş, dünya azabından kurtuluştur. Allah Teâlâ’nın “Onları kalın/ağır bir azaptan kurtardık.” sözü, birinci azaptan kurtuluşun diğer azaptan kurtuluştan başka ve ayrı olduğuna; birincinin dünya azabı, ikincinin ahiret azabı oluşu delil teşkil etmektedir. Aksi takdirde sözün tevcihi “Emrimiz gelince Hud’u ve beraberindeki inananları katımızdan bir rahmetle kalın/ağır bir azaptan kurtardık.” şeklinde olur; o zaman (ayettteki) ikinci  نَجَّيْنَاهُمْ  ifadesinin anlamı olmazdı. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları) 
Hûd Sûresi 59. Ayet

وَتِلْكَ عَادٌ جَحَدُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ وَعَصَوْا رُسُلَهُ وَاتَّبَعُٓوا اَمْرَ كُلِّ جَبَّارٍ عَن۪يدٍ  ...


İşte Âd kavmi! Rablerinin âyetlerini inkâr ettiler. O’nun peygamberlerine karşı geldiler ve inatçı her zorbanın emrine uydular!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَتِلْكَ ve işte bu
2 عَادٌ Ad (halkı) ع و د
3 جَحَدُوا inkar etti ج ح د
4 بِايَاتِ ayetlerini ا ي ي
5 رَبِّهِمْ Rabblerinin ر ب ب
6 وَعَصَوْا ve karşı geldiler ع ص ي
7 رُسُلَهُ peygamberlerine ر س ل
8 وَاتَّبَعُوا ve uydular ت ب ع
9 أَمْرَ emrine ا م ر
10 كُلِّ her ك ل ل
11 جَبَّارٍ zorbanın ج ب ر
12 عَنِيدٍ inatçı ع ن د
Bu iki âyet Âd kavminin helâk oluş sebep ve sonuçlarını veciz bir şekilde özetlemektedir: Onlar Allah’ın âyetlerini inkâr ettiler ve peygamberlerine isyan edip inatçı her zorbanın izinden gittiler. Bu sebeple hem bu dünyada hem de kıyamet gününde lâneti hak ettiler. Âd kavminin inkâr ettiği peygamber Hûd bir kişi olduğu halde âyette çoğul olarak “peygamberler” (rusül) şeklinde gelmiştir. Müfessirler, bir peygambere isyan edilmesinin bütün peygamberlere isyan olarak kabul edildiğini, bu sebeple peygamberlerin çoğul olarak zikredildiğini söylemişlerdir (İbn Âşûr, XII, 105). Nitekim Kur’an’da bunun başka örnekleri de vardır (meselâ bk. Şuarâ 26/123). 60. Âyetin son iki cümlesi Hûd kıssasının da son cümleleri olup Âd kavminin suç ve cezasını kısa birer cümle ile net bir şekilde tekrar vurgulamaktadır: Onlar rablerini inkâr ettiler; bu sebeple Allah’ın rahmetinden uzaklaştırıldılar.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 180

جبر Cebera : جَبْر kelimenin aslı bir tür zorlama ya da baskıyla bir şeyi ıslah etmek/düzeltmektir. جَبْر sözcüğü bazen salt ıslah etme anlamında kullanılırken bazen de zorlama ve baskı yapma manasını da ifade edebilir. Hesapla ilgili kullanılan cebir جَبْر kelimesi düzelmesi istenen şeyi düzeltmek maksadıyla bir şey eklemek demektir. إجْبار lafzı aslen bir kimseyi, bir işi, meseleyi ya da eşyayı ıslah edip düzeltmeye zorlamak demek olsa da salt mecbur etme manasında kullanımı yaygınlık kazanmıştır. Bir insan sıfatı olarak cebbar جَبَّار kelimesi nâkıslığını veya kusurunu hak etmediği bir üstünlük ya da mevkî iddiasıyla ıslah etmeye çalışan kişi demektir ve ancak zemm/yerme maksadıyla kullanılır. Yüce Allah’ı nitelemek için جَبَّار’ın kullanılmasına gelince bununla ilgili farklı düşünceler vardır; Arapların fakiri zengin ettim anlamındaki جَبَرْتُ الفَقِير fiilinden hareketle nimetleri taşırarak insanları zengin eden O’dur görüşü,
insanları cebreden yani dilediğine zorlayan olduğundan dolayı böyle ifade edildiği görüşü,
son olarak kırık kemiği uçlarını yerine koyarak sardım ve bütünledim/normal haline getirdim demek olan جَبَرْتُ العَظْمَ kullanımından gelebileceği görüşünü ifade etmişlerdir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 10 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri cebir, cebbar, cebren, icbar, mücbir , mecbur ve ceberruttur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

عند Anede : عِنْد yakınlık anlamı için kullanılan bir lafızdır; kimi zaman mekan, kimi zaman da zaman ya da inançla ilgili kullanılır. عَنِيد kelimesi sahip olduğu şeyi beğenen kişi, مُعانِد ise bununla övünme yarışına giren kimse hakkında kullanılır. عَنِيد sözcüğünün çoğulu عِنَد şeklinde gelir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 201 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri inat, muannit, anûd, indinde ve indi (ilahi)dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَتِلْكَ عَادٌ جَحَدُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ وَعَصَوْا رُسُلَهُ 

 

وَ  istînâfiyyedir. İşaret ismi  تِلْكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

عَادٌ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  جَحَدُوا fiili  تِلْكَ ’nin ikinci haberi olarak mahallen merfûdur.

جَحَدُوا  fiili damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِاٰيَاتِ  car mecruru  جَحَدُوا  fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır.  رَبِّهِمْ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

عَصَوْا  fiili, atıf harfi  وَ ‘la  جَحَدُوا  fiiline matuftur.

عَصَوْا  fiili mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  

رُسُلَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


وَاتَّبَعُٓوا اَمْرَ كُلِّ جَبَّارٍ عَن۪يدٍ

 

وَ  atıf harfidir.  اتَّبَعُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

اَمْرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  كُلِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. جَبَّارٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

عَن۪يدٍ  kelimesi جَبَّارٍ  kelimesinin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

اتَّبَعُٓوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

وَتِلْكَ عَادٌ جَحَدُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ وَعَصَوْا رُسُلَهُ وَاتَّبَعُٓوا اَمْرَ كُلِّ جَبَّارٍ عَن۪يدٍ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin uzak için kullanılan işaret ismiyle marife oluşu, dikkatleri işaret edilene yoğunlaştırmak ve onu tahkir etmek  içindir.

İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi; her ikisinde de “vücûdun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyan İlmi)

ذَ ٰ⁠لِكَ  ve  تِلْكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kamil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan 57, s. 190)

Cümlede ikinci müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Aynı üsluptaki  وَعَصَوْا رُسُلَهُ  cümlesi ve  وَاتَّبَعُٓوا اَمْرَ كُلِّ جَبَّارٍ عَن۪يدٍ  cümlesi,  جَحَدُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ  cümlesine atfedilmiştir. Cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Fiiller mazi sıygada gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ  izafetinde,  رَبِّ  ismine muzâf olan  بِاٰيَاتِ  kelimesi şan ve şeref kazanmıştır.

رَبِّهِمْ  izafetinde de Rabb ismine muzâfun ileyh olan  هِمْ zamiri yani onlar tahkir edilmiştir. 

رَبِّهِمْ  şeklinde Rabb isminin onlara ait zamire muzâf olmasında, Rabblerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletlerini hatırlatmak kastı vardır. 

رُسُلَهُ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  رَسُول  şan ve şeref kazanmıştır.

عَصَوْا - اتَّبَعُٓوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

جَبَّارٍ ’deki tenvin kesret, nev ve tahkir ifade eder. Bu kelimenin sıfatı olan  عَن۪يدٍ  dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

جَبَّارٍ - عَن۪يدٍ - وَعَصَوْا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr,  جَحَدُوا - وَاتَّبَعُٓوا  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

Ayette  تِلْكَ عَادٌ  derken işaret isminin müennes olarak  تِلْكَ  ile gelmesi, ya bununla kabilenin kastedilmesi veya kabirlerine ve geride bıraktıklarına işaret olması cihetiyledir. (Beyzâvî)

Peygamber ve ayet kelimeleri çoğul olarak gelmiş. Bu onların ayetleri yalanlamaları ve peygambere asi olmalarının ne büyük bir hata olduğunu vurgulamak için olabilir.

وَعَصَوْا رُسُلَهُ [Peygamberlerine isyan ettiler.] Yani Hud’a isyan ettiler. Burada onların durumlarının korkunçluğu ifade edilmekte ve onların Hud’a isyanlarının, gelmiş ve gelecek bütün peygamberlere bütün peygamberlere isyan sayıldığı açıklanmaktadır. Bu, bütünü söyleyip ondan bir cüzü kastetme babından bir mecaz-ı mürseldir. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, Ebüssuûd)

جبر ; kırılan kemiğin yerine kaynaması demektir. Bu zor bir olay olduğu için, zorlama olan işler için de kullanılmıştır.

اَمْرَ كُلِّ جَبَّارٍ عَن۪يدٍ cümlesinde, onların inatçı her zorbanın emrine uymak vasfı, ayetleri inkâr etmek ve Peygamberlere karşı gelmek vasfı kadar, bütün fertlerini kapsayacak kadar şümullü değildir. Çünkü inatçı zorbaların emrine uymak, reislerinin vasıflarından değil, fakat aşağı tabakanın vasıflarındandır. (Ebüssuûd)
Hûd Sûresi 60. Ayet

وَاُتْبِعُوا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ اَلَٓا اِنَّ عَاداً كَفَرُوا رَبَّهُمْۜ اَلَا بُعْداً لِعَادٍ قَوْمِ هُودٍ۟  ...


Onlar, hem bu dünyada, hem de kıyamet gününde lânete uğratıldılar. Biliniz ki Âd kavmi, Rablerini inkâr etti. (Yine) biliniz ki Hûd’un kavmi Âd, Allah’ın rahmetinden uzaklaştı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأُتْبِعُوا ve uğradılar ت ب ع
2 فِي
3 هَٰذِهِ bu
4 الدُّنْيَا dünyada د ن و
5 لَعْنَةً lanete ل ع ن
6 وَيَوْمَ ve gününde ي و م
7 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
8 أَلَا iyi bilin ki
9 إِنَّ şüphesiz
10 عَادًا Ad (halkı) ع و د
11 كَفَرُوا inkar ettiler ك ف ر
12 رَبَّهُمْ Rabblerini ر ب ب
13 أَلَا dikkat edin
14 بُعْدًا uzak olsun ب ع د
15 لِعَادٍ Ad ع و د
16 قَوْمِ kavmi ق و م
17 هُودٍ Hud’un ه و د

وَاُتْبِعُوا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ 

 

اتَّبَعُٓوا  fiili  atıf harfi وَ ’la  جَحَدُوا  fiiline matuftur.

اتَّبَعُٓوا  fiili damme üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  naib-i fail olup mahallen merfûdur.  

ف۪ي هٰذِهِ  car mecruru  اُتْبِعُوا  fiiline müteallıktır.  الدُّنْيَا  ism-i işaretten bedel olup mukadder elif üzere kesra ile mecrurdur.  لَعْنَةً  mef’ûlu bih olup fetha ile mansubdur.

يَوْمَ الْقِيٰمَةِ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la makabline  matuftur.

يَوْمَ  zaman zarfı,  اُتْبِعُو  fiiline müteallıktır.  الْقِيٰمَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.


اَلَٓا اِنَّ عَاداً كَفَرُوا رَبَّهُمْۜ 

 

اَلَٓا  tenbih harfidir. İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. 

عَاداً  kelimesi  اِنَّ nin ismi olup fetha ile mansubdur.

كَفَرُوا رَبَّهُمْ  cümlesi  اِنَّ nin haberi olarak mahallen merfûdur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni, mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olarak mahallen merfûdur. 

رَبَّهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

 

اَلَا بُعْداً لِعَادٍ قَوْمِ هُودٍ۟

 

اَلَا  tenbih edatıdır.  بُعْداً  mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakı olup fetha ile mansubtur. Takdiri, أبعدوا (uzak oldular) şeklindedir. 

لِعَادٍ  car mecruru  بُعْداً ’e müteallıktır.  قَوْمِ  kelimesi  عَادٍ ’den bedeldir.  هُودٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

وَاُتْبِعُوا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ 

 

Ayet, önceki ayette  وَ ’la atfedilmiştir.

Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil, mef’ûle dikkat çekmek için meçhul bina edilmiştir.

Dünya hayatına işaret eden işaret ismi  هٰذِهِ, tahkir manası taşımaktadır. 

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

Lanet, rahmetten ve her hayırdan uzaklaştırılmaktır. Lanet, onların ayrılmaz vasıfları olmuştur. Bunun, lanete tâbi tutulmak şeklinde ifade edilmesi, mübalağa içindir. Sanki nereye giderlerse gitsinler, lanet onları izler; onlardan ayrılmaz ve dolaştıkları her yeri onlarla beraber dolaşır. Hem dünyada hem de ahirette lanete tâbi olduklarının belirtilmesi, her bir lanetin kendi başına ayrı bir azap olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

لَعْنَةً ’deki tenvin, kesret, nev ve tahkir ifade eder.

الدُّنْيَا - يَوْمَ الْقِيٰمَةِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


 اَلَٓا اِنَّ عَاداً كَفَرُوا رَبَّهُمْۜ 

 

Öncesi için ta’lil manasındaki cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir.  اِنَّ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi,  اَلَٓا  ve  إنَّ  ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

رَبَّهُمْ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan  هُمْ  zamiri tahkir kazanmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.


اَلَا بُعْداً لِعَادٍ قَوْمِ هُودٍ۟

 

Ayetin istînâfiyye olarak fasılla gelen son cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır.  بُعْداً mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakıdır. Mahzufla birlikte cümle, faideî haber inkârî kelam olan fiil cümlesidir.

Ayetin son cümlesi haberi isnad formunda gelmiş olmasına rağmen, muktezâ-i zâhirin hilafına olarak beddua manası taşımaktadır. Dolayısıyla mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

اَلَٓا اِنَّ عَاداً  (Dikkat edin, Ad kavmi…) ve  اَلَا بُعْداً لِعَادٍ  (Dikkat edin, Ad kavmi helak olsun) sözlerinde uyarı harfi olan  اَلَا ’nın ve  عَادٍ  lafzının tekrarı, hallerinin son derece korkunç olduğunu ifade eder. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)

اَلَا [dikkat edin] ifadesinin yer alması ve Ad kavminin isminin tekrarı, durumlarının korkunçluğunu göstermek ve hallerinden ibret almaya teşvik içindir. (Beyzâvî) 

بُعْداً  (defolup gitme) lafzı helak duasıdır. Zaten helak olduklarına göre bunlara defolup gitmeleri için bir daha beddua etmenin anlamı onların buna layık olduklarını göstermektir. (Keşşâf)

عَاداً  ve  اَلَا  kelimelerinin tekrarında cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları, “Hud’un kavmi olan Ad” şeklindeki vasıflama ve zamir makamında zahir ismin zikri, ıtnâb sanatıdır.
Hûd Sûresi 61. Ayet

وَاِلٰى ثَمُودَ اَخَاهُمْ صَالِحاًۢ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ هُوَ اَنْشَاَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ وَاسْتَعْمَرَكُمْ ف۪يهَا فَاسْتَغْفِرُوهُ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِۜ اِنَّ رَبّ۪ي قَر۪يبٌ مُج۪يبٌ  ...


Semûd kavmine de kardeşleri Salih’i peygamber gönderdik. Dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka hiçbir ilâhınız yok. O, sizi yeryüzünden (topraktan) yarattı ve sizi oranın imarında görevli (ve buna donanımlı) kıldı. Öyle ise O’ndan bağışlanma dileyin; sonra da O’na tövbe edin. Şüphesiz Rabbim yakındır ve dualara cevap verendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِلَىٰ ve (gönderdik)
2 ثَمُودَ Semud halkına
3 أَخَاهُمْ kardeşleri ا خ و
4 صَالِحًا Salih’i ص ل ح
5 قَالَ şöyle dedi ق و ل
6 يَا قَوْمِ kavmim ق و م
7 اعْبُدُوا kulluk edin ع ب د
8 اللَّهَ Allah’a
9 مَا yoktur
10 لَكُمْ sizin
11 مِنْ
12 إِلَٰهٍ ilahınız ا ل ه
13 غَيْرُهُ O’ndan başka غ ي ر
14 هُوَ O
15 أَنْشَأَكُمْ sizi yarattı ن ش ا
16 مِنَ
17 الْأَرْضِ yerden ا ر ض
18 وَاسْتَعْمَرَكُمْ ve size ömür sürdürdü ع م ر
19 فِيهَا orada
20 فَاسْتَغْفِرُوهُ O’ndan bağışlanma dileyin غ ف ر
21 ثُمَّ sonra
22 تُوبُوا tevbe edin ت و ب
23 إِلَيْهِ O’na
24 إِنَّ muhakkak ki
25 رَبِّي Rabbim ر ب ب
26 قَرِيبٌ yakındır ق ر ب
27 مُجِيبٌ kabul edendir ج و ب
Semûd kavmi, soyu kesilmiş eski bir Arap kabilesi olup rivayetlere göre adını Hz. Nûh’un oğlu Sâm’ın üçüncü kuşaktan torunu olan Semûd b. Câsir’den almıştır. Bir önceki kıssada anlatılan Âd kavmiyle aynı soydan olup Sâm’ın oğlu İrem’de birleşmektedirler. Suriye ile Hicaz arasında bulunan Hicr’de yaşamışlardır (bk. İbn Âşûr, VIII/2, 215-216, ayrıca bk. A‘râf 7/73-79). 
 Sâlih aleyhisselâm Semûd’un soyundandır, bu kabileye Allah’ın dinini tebliğ etmek üzere gönderilmiş bir peygamberdir, Hûd’dan sonra Arap ırkından gelmiş ikinci peygamber olduğuna inanılmaktadır (bk. Reşîd Rızâ, XII, 120). Sâlih’in kıssası Kur’an’da birçok yerde anlatılmış olup her geçtiği yerde kıssanın farklı yönleri ön plana çıkarılmıştır.
 Âd kavminden sonra gelişip güç ve kuvvet kazanmış olan Semûd kavmi başlangıçta tevhid inancına sahipti, Allah’ın birliğine, peygambere ve âhiret gününe inanıyordu. Ancak zamanla bunlar da Âd kavmi gibi putperest oldular. Nitekim Sâlih’in onları Allah’a kulluk etmeye çağırmasından putlara tapmaktan vazgeçip tövbe etmelerini ve Allah’tan af dilemelerini istemesinden de bu durum anlaşılmaktadır. Ancak kavmi onun akıl, zekâ, şahsiyet ve bilgisiyle daha önce içlerinde itibarlı biri olduğunu itiraf etmelerine rağmen, atalarının taptığı putları bırakıp Allah’a tapmalarını isteyince kafalarının karıştığını ve peygamberin çağrısıyla ilgili birçok şüphenin bulunduğunu ifade ettiler.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 182-183

وَاِلٰى ثَمُودَ اَخَاهُمْ صَالِحاًۢ 

 

وَ  atıf harfidir.  اِلٰى ثَمُودَ  car mecruru mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri,  أرسلنا  (gönderdik) şeklindedir.

ثَمُودَ  kelimesi gayri munsarif olduğu için esre almamıştır. Cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

İsimler îrab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından ikiye ayrılır:

1. Munsarif isimler: Tenvini ve irab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.

2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.

Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayri munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 اَخَاهُمْ  mef’ûlun bih olup harfle îrab olan beş isimden biridir. Nasb alameti eliftir.

Muttasıl zamir  هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  صَالِحاً  kelimesi  اَخَاهُمْ ’den bedel olup lafzen mansubdur.


 قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Mekulü’l-kavli,  يَا قَوْمِ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

يَا  nida harfi,  قَوْمِ  münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim  يَ sı mahzuftur.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اعْبُدُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  

اللّٰهَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  لَكُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  اِلٰهٍ  lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.

مِنْ  harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel-karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Zaid olan  مِنْ  harf-i ceri  لَيْسَ ’ye benzeyen  مَا dan sonra geldiğinde umumiyetle “hiç” (istiğrak) manası ifade eder. Buradaki zaid olan  مِنْ  harf-i cerinin istiğrak manası ifade etmesi cümlenin başına  لَيْسَ ’ye benzeyen nefy  مَا ’sının gelmesinden dolayıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 غَيْرُهُ  kelimesi  اِلٰهٍ ’nin sıfatıdır. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

Hakiki Sıfat:

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred Olan Sıfatlar:

Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsufuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:

Not: Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

هُوَ اَنْشَاَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ وَاسْتَعْمَرَكُمْ ف۪يهَا 

 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.

اَنْشَاَكُمْ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

اَنْشَاَكُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  مِنَ الْاَرْضِ  car mecruru  اَنْشَاَكُمْ  fiiline müteallıktır. 

اسْتَعْمَرَكُمْ  atıf harfi  وَ ’la  اَنْشَاَكُمْ ’e matuftur. 

اسْتَعْمَرَكُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  ف۪يهَا  car mecruru  اسْتَعْمَرَكُمْ  fiiline müteallıktır.

اسْتَعْمَرَكُمْ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  عمر ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.


  فَاسْتَغْفِرُوهُ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِۜ 

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiriإن أذنبتم فاستغفروه  (Günah işlediyseniz istiğfar edin) şeklindedir.

اسْتَغْفِرُو  fiili  ن ’nun hazfiyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

ثُمَّ  atıf harfidir.  ثُمَّ  hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiş) açısından terahi ifade eder. (Âşûr)

تُوبُٓوا  fiili  ن ’nun hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اِلَيْهِ  car mecruru  تُوبُٓوا  fiiline müteallıktır.

اسْتَغْفِرُوهُ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  غفر ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.

 

اِنَّ رَبّ۪ي قَر۪يبٌ مُج۪يبٌ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. 

رَبّ۪ي  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup mukadder fetha ile mansubtur. Mütekellim zamiri  ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

قَر۪يبٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.

مُج۪يب  kelimesi  اِنَّ ’nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُج۪يب  kelimesi, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِلٰى ثَمُودَ اَخَاهُمْ صَالِحاًۢ 

 

Ayet, 50. ayetteki …أرسلنا  cümlesine matuftur. 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car-mecrur  اِلٰى عَادٍ, takdiri  أرسلنا [gönderdik] olan mahzuf fiile müteallıktır. Mahzufla birlikte cümle, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.


قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır. 

Münada olan  قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir. Kelimedeki kesra, muzâfun ileyhten ivazdır.

Nidanın cevabı  اعْبُدُوا اللّٰهَ, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.


مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ 

 

Ta’liliyye veya beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.

Cümlede îcaz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  مَا  nafiyedir.  لَكُمْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

Muahhar mübteda olan  اِلٰهٍ, zaid  مِنْ  sebebiyle lafzen mecrur, mahallen merfûdur.  اِلٰهٍdeki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Kelimeye “hiçbir” manası katmıştır. Bilindiği gibi nefy sıyakında nekre, umum ifade eder.

غَيْرُهُ  izafeti  اِلٰهٍ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

غَيْرُهُ  izafeti gayrının tahkiri içindir.

اِلٰهٍ - اللّٰهَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


هُوَ اَنْشَاَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ وَاسْتَعْمَرَكُمْ ف۪يهَا فَاسْتَغْفِرُوهُ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِۜ 

 

Mekulü’l-kavlin devamı olan isim cümlesi, faide-i haber  ibtidaî kelamdır.

Cümlenin müsnedi olan  اَنْشَاَكُمْ, mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Zamir hakkında verilen haberlerin هو مُنْشِئُكم ومُسْتَعْمِرُكم şeklinde değil de fiille gelişi, kasr ifadesi içindir. Yani O’ndan başka sizi topraktan yaratabilecek ve sizi oranın imarında görevli kılabilecek başka kimse yoktur, manasındadır. (Âşûr)

اسْتَعْمَرَكُمْ ف۪يهَا  cümlesi  اَنْشَاَكُمْ  cümlesine matuf olup müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

فَ karînesiyle gelen فَاسْتَغْفِرُوهُ cümlesi, takdiri إن أذنبتم [Eğer günah işlerseniz] olan mukadder şartın cevabı konumundadır. Emir üslubunda  talebî inşâî isnaddır.

Mahzufla birlikte cümle, şart üslubunda, talebî inşâî isnaddır.

تُوبُٓوا اِلَيْهِ  cümlesi  ثُمَّ  atıf harfiyle makabline  atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

اَنْشَاَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ  ibaresinde  اَرْضِ  kelimesi toprak manasında hal-mahal alakasıyla mecaz-ı mürsel olabilir.

وَاسْتَعْمَرَكُمْ  - اَنْشَاَكُمْ  ve  فَاسْتَغْفِرُو - تُوبُٓوا  ,رَبّ۪ي - اللّٰهَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayette önce istiğfar ve tövbeyi gerektiren ana sebep, sonra istiğfar ve tövbe emri, nihayet istiğfar ve tövbeyi kabul zikredilmiştir. (Ebüssuûd)


اِنَّ رَبّ۪ي قَر۪يبٌ مُج۪يبٌ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin Rabb ismiyle gelmesi, Allah’ın rububiyyet sıfatını ön plana çıkarma  kastına matuftur.

اِنَّ ’nin ismi, az lafızla çok anlam ifade etme yollarından olan izafetle gelmiştir.

Allah’ın  قَر۪يبٌ  ve  مُج۪يبٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder.

Haber olan iki vasfın aralarında و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. 

قَر۪يبٌ - مُج۪يبٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

القُرْبُ , burada şefkat ve ikram anlamında müstear lafızdır. Çünkü tam zıttı olan  البُعْدَ (uzaklık) nefret ve yüz çevirme manaları için müsteardır. Bu Cübeyr İbni Edbat’ın görüşüdür. (Âşûr)

Ayetin fasılası bazı değişikliklerle diğer surelerde tekrarlanmıştır.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri,  Ahkaf Suresi)

Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Bu ayet-i kerimede hitap zamirinden mütekellime dönülmüştür. Bunun sebebi, celâl sahibinin azametini, rahmetini ve duaya icabetini ifade etmektir. Ayrıca bu sıfatları O’na tahsis etmek kastedilmiştir. Zamir ”onların Rabbi” şeklinde devam etseydi, ibadet ettikleri putların kastediliyor olma ihtimali de olabilirdi. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
Hûd Sûresi 62. Ayet

قَالُوا يَا صَالِحُ قَدْ كُنْتَ ف۪ينَا مَرْجُواًّ قَبْلَ هٰذَٓا اَتَنْهٰينَٓا اَنْ نَعْبُدَ مَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَا وَاِنَّنَا لَف۪ي شَكٍّ مِمَّا تَدْعُونَٓا اِلَيْهِ مُر۪يبٍ  ...


Onlar şöyle dediler: “Ey Salih! Bundan önce sen, aramızda ümit beslenen bir kimseydin. Şimdi babalarımızın taptıklarına tapmamızı bize yasaklıyor musun? Şüphesiz, biz senin bizi çağırdığın şeyden derin bir şüphe içindeyiz.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ki ق و ل
2 يَا صَالِحُ Salih ص ل ح
3 قَدْ doğrusu
4 كُنْتَ sen idin ك و ن
5 فِينَا aramızda
6 مَرْجُوًّا ümit beslenen biri ر ج و
7 قَبْلَ önce ق ب ل
8 هَٰذَا bundan
9 أَتَنْهَانَا bizi men mi ediyorsun? ن ه ي
10 أَنْ
11 نَعْبُدَ tapmaktan ع ب د
12 مَا
13 يَعْبُدُ taptıklarına ع ب د
14 ابَاؤُنَا babalarımızın ا ب و
15 وَإِنَّنَا doğrusu biz
16 لَفِي içindeyiz
17 شَكٍّ şüphe ش ك ك
18 مِمَّا şeyden
19 تَدْعُونَا bizi çağırdığın د ع و
20 إِلَيْهِ kendisine
21 مُرِيبٍ tereddütlü ر ي ب

قَالُوا يَا صَالِحُ قَدْ كُنْتَ ف۪ينَا مَرْجُواًّ قَبْلَ هٰذَٓا اَتَنْهٰينَٓا اَنْ نَعْبُدَ مَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَا 

 

Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  يَا صَالِحُ ’dir.  قَالُوا   fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

يَا  nida harfidir.  صَالِحُ  nasb mahallinde damme üzere mebni münadadır. Nidanın cevabı  قَدْ كُنْتَ ف۪ينَا مَرْجُواًّ ’dır. 

قَدْ  tahkik harfidir.  كُنْتَ   nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

تَ  muttasıl zamir  كَانَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  ف۪ينَا  car mecruru  مَرْجُواًّ  kelimesine müteallıktır.  مَرْجُواًّ  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.

قَبْلَ  zaman zarfı,  كَانَ ’nin haberine müteallıktır.  هٰذَا  işaret ismi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Hemze istifhâm harfidir.  تَنْهٰينَٓا  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

Muttasıl zamir  نَٓا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

اَنْ  masdar harfidir.  نَعْبُدَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, mahzuf  پ  harf-i ceri ile birlikte  تَنْهٰينَٓا  fiiline müteallıktır.              

مَا  müşterek ism-i mevsûlu, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَعْبُدُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

يَعْبُدُ  merfû muzari fiildir.  اٰبَٓاؤُ۬نَا  fail olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâfdır. Muttasıl zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


وَاِنَّنَا لَف۪ي شَكٍّ مِمَّا تَدْعُونَٓا اِلَيْهِ مُر۪يبٍ

 

وَ  haliyyedir.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

نَا  muttasıl zamir  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.

ف۪ي شَكٍّ  car mecruru   اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl,   مِنْ  harf-i ceri ile birlikte  شَكٍّ ’e müteallıktır. İsmi mevsûlun sılası  تَدْعُونَٓا اِلَيْهِ  cümlesidir. İrabtan mahalli yoktur. 

تَدْعُونَٓا  fiili  و  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

Mütekellim  zamir  نَٓا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اِلَيْهِ  car mecrur  تَدْعُونَٓا  fiiline müteallıktır.  مُر۪يبٍ  kelimesi  شَكٍّ ’in sıfatıdır. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

 مُر۪يبٍ  kelimesi, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالُوا يَا صَالِحُ قَدْ كُنْتَ ف۪ينَا مَرْجُواًّ قَبْلَ هٰذَٓا 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır.

Nidanın cevabı  قَدْ كُنْتَ ف۪ينَا مَرْجُواًّ  cümlesi ise tahkik harfi  قَدْ ’la tekid edilmiş, müspet mazi fiil sıygasında lazım-ı faide-i haber talebî kelamdır. 

قَبْلَ هٰذَٓا  ifadesinde  هٰذَٓا  ile zamana veya duruma işaret edilmiştir.

İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

قَبْلَ هٰذَٓ  [bundan önce], bizi tevhid dinme ve İlahlarımıza tapmayı terk etmeye çağırmadan önce demektir. (Ebüssuûd)


 اَتَنْهٰينَٓا اَنْ نَعْبُدَ مَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَا 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle mekulü’l-kavle dahildir. İstifham üslubunda  talebî inşâî isnaddır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  نَعْبُدَ مَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَا  cümlesi, masdar teviliyle  تَنْهٰينَٓا  fiilinin mef’ûlü konumundadır.

نَعْبُدَ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَا, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

نَعْبُدَ - مَا يَعْبُدُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve tıbâk-ı selb,  تَنْهٰينَٓا - تَدْعُونَٓا  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatı vardır.  

“Şimdi atalarımızın taptığı şeylere tapmaktan bizi vazgeçirmek mi istiyorsun?” demişlerdir. Bu sözün maksadı, onların taklide, babalarına ve atalarına tâbi olmanın vücûbiyetine sımsıkı sarıldıklarını ifade etmektir. (Fahreddin er-Râzî)


 وَاِنَّنَا لَف۪ي شَكٍّ مِمَّا تَدْعُونَٓا اِلَيْهِ مُر۪يبٍ

 

Cümle,  تَنْهٰينَٓا ‘daki mef’ûlun halidir.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiştir. Faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَف۪ي شَكٍّ  ibaresinde istiare vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  شَكٍّ  içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  شَكٍّ  hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Onlardaki şüphenin derecesini etkili bir şekilde belirtmek için bu üslup kullanılmıştır.

شَكٍّ ’deki tenvin, kesret ve nev ifade eder.

Mecrur mahaldeki  müşterek ism-i mevsûl  مَا, harf-i cerle birlikte  شَكٍّ ’e müteallıktır. Sılası  تَدْعُونَٓا, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

مُر۪يبٍ - شَكٍّ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr,  نَعْبُدَ  - يَعْبُدُ  kelimeleri arasında ise iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.

مُر۪يبٍ  kelimesi  شَكٍّ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

شَكٍّ  kelimesi, karışık bilgi için kullanıldığı gibi mutlak tereddüt anlamında ve ilmin (kesin bilginin) karşıtı olarak da kullanılır. Şek, cehalet; ilim ise kesin bilgi olsun veya olmasın, kalbin mutmain olduğu inanç (itikat) olarak da tefsir edilebilir. (Ebüssuûd)

اِنَّنَا لَف۪ي شَكٍّ مِمَّا تَدْعُونَٓا اِلَيْهِ مُر۪يبٍ  ayetinde: [Senin bizi davet ettiğin şey hakkında gerçekten şek ve şüphe içindeyiz…] demişlerdir.  شَكٍّ  insanın nefy ile ispat arasında kalakalmasıdır.  مُر۪يبٍ  ise sû-i zanda bulunan kimse demektir. O halde  اِنَّنَا لَف۪ي شَكٍّ ifadesiyle Salih’in (a.s.) sözünün doğruluğunun, onların inançlarında müessir olmamış olduğu kastedilmektedir.  مُر۪يبٍ  ifadesiyle de Salih’in (a.s.) sözünün, onların inançlarına göre daha ağır basmış olduğu kasdedilmiştir ki bu da Salih’in (a.s.) sözünü geçersiz kılmak için söylenmiş bir mübalağa ifadesidir. (Fahreddin er-Râzî)

ر۪يبٍ  kelimesi Arapçada her türlü belirsizlik, kararsızlık, korku ve şüphelerin genel ismidir. Sadece şüphe veya kuşku ile tercüme edilemez. Kaldı ki Arapçada kuşkuyu ifade eden veya kesinlik arzetmeyen bir şeyi belirten başka kelimeler de vardır. Şüphe ve şek gibi. 

شبه  kelimesi; benzemek anlamındadır. Benzemek ihtimali ikiden fazla olduğu zaman şüphe kelimesi kullanılır. 

شَكّ  kelimesi; Bir şeyin ikiye ayrılması veya iki adet olmasıdır. Dolayısıyla ihtimaller ikiye indiğinde bu kelime kullanılır.

ريب  kelimesi; Kur’an’da 17 yerde geçen bu kelime, ya “Kur’an” ya da “yeniden diriliş” konusunda zikredilmiştir. Semantik alanı içerisinde “endişe, korku, tasa, ihtimal, şüphe, şek, kaygı, vesvese, zan, tahmin” vs. gibi her türlü belirsizliğin, kararsızlığın genel adıdır. Yani “yakîn (kesin gerçek)” kavramının tam anlamıyla zıttıdır. Durum böyle olunca  ريب ’in olumsuz hali olan “لا ريب ” ile “yakîn” eş anlamlıdır. Şu halde  ريب, yakîn (kesin gerçek) olmayan her şeyi ifade ederken لا ريب  ise yakîn (kesin gerçek) olan anlamındadır. Burada ihtimal bire inmiş gibi görünse de o artık ihtimal değil gerçeğin kendisidir. ((İsmail yakıt, “Semantik Analizler Işığında Kur'an'da ‘Reyb’ ve ‘Yakîn’ Kavramları”, KADER Kelam Araştırmaları Dergisi, 1/2 (Ocak 2009))

 
Günün Mesajı
"56. ayet Kur’ân’da geçen ve Münciyat (Kurtuluş) ayetleri olarak isimlendirilen 7 ayetten biridir. Bu ayetlerin her gün sabah-akşam okunması tavsiye edilir.
SÖZ KONUSU 7 AYET ŞUNLARDIR:
1) Tevbe Suresi, 9: 51:
قُل لَّن يُصِيبَنَا إِلاَّ مَا كَتَبَ اللّهُ لَنَا هُوَ مَوْلاَنَا وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
ANLAMI: “De ki: “Bizim başımıza ancak, Allah’ın bizim için yazdığı şeyler gelir. O, bizim yardımcımızdır. Öyleyse mü’minler, yalnız Allah’a güvensinler.” (Tevbe, 9: 51)
2) Yunus Suresi, 10: 107:
وَإِن يَمْسَسْكَ اللّهُ بِضُرٍّ فَلاَ كَاشِفَ لَهُ إِلاَّ هُوَ وَإِن يُرِدْكَ بِخَيْرٍ فَلاَ رَآدَّ لِفَضْلِهِ يُصَيبُ بِهِ مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ وَهُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
ANLAMI: “Eğer Allah sana herhangi bir zarar verecek olursa, bil ki onu, O’ndan başka giderebilecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse, O’nun lütfunu engelleyebilecek de yoktur. O, bunu kullarından dilediğine eriştirir. O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.”
3) Hûd Suresi, 11: 6:
وَمَا مِن دَآبَّةٍ فِي الأَرْضِ إِلاَّ عَلَى اللّهِ رِزْقُهَا وَيَعْلَمُ مُسْتَقَرَّهَا وَمُسْتَوْدَعَهَا كُلٌّ فِي كِتَابٍ مُّبِينٍ
ANLAMI: “Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın. Her birinin (dünyada) duracakları yeri de, (öldükten sonra) emaneten konulacakları yeri de O bilir. Bunların hepsi açık bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da yazılı)dır.” (Hûd, 11: 6)
4) Hûd Suresi, 11: 56:
إِنِّي تَوَكَّلْتُ عَلَى اللّهِ رَبِّي وَرَبِّكُم مَّا مِن دَآبَّةٍ إِلاَّ هُوَ آخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا إِنَّ رَبِّي عَلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
ANLAMI: “İşte ben, hem benim, hem sizin Rabbiniz olan Allah’a dayandım. Yeryüzünde bulunan hiçbir canlı yoktur ki, Allah, onun perçeminden tutmuşolmasın. Şüphesiz Rabbim dosdoğru bir yol üzerindedir.” (Hûd, 11: 56)
5) Ankebut Suresi, 29: 60:
وَكَأَيِّن مِن دَابَّةٍ لَا تَحْمِلُ رِزْقَهَا اللَّهُ يَرْزُقُهَا وَإِيَّاكُمْ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
ANLAMI: “Nice canlılar vardır ki, rızıklarını taşımazlar (yiyecek biriktirmezler). Onları da sizi de Allah rızıklandırır. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Ankebut, 29: 60)
6) Fâtır Sûresi, 35: 2:
مَا يَفْتَحِ اللَّهُ لِلنَّاسِ مِن رَّحْمَةٍ فَلَا مُمْسِكَ لَهَا وَمَا يُمْسِكْ فَلَا مُرْسِلَ لَهُ مِن بَعْدِهِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
ANLAMI: “Allah, insanlar için ne rahmet açarsa, artık onu tutacak (engelleyecek) yoktur. Neyi de tutarsa, bundan sonra onu gönderecek yoktur. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Fâtır, 35: 2)
7) Zümer Suresi, ayet: 38:
وَلَئِن سَأَلْتَهُم مَّنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ قُلْ أَفَرَأَيْتُم مَّا تَدْعُونَ مِن دُونِ اللَّهِ إِنْ أَرَادَنِيَ اللَّهُ بِضُرٍّ هَلْ هُنَّ كَاشِفَاتُ ضُرِّهِ أَوْ أَرَادَنِي بِرَحْمَةٍ هَلْ هُنَّ مُمْسِكَاتُ رَحْمَتِهِ قُلْ حَسْبِيَ اللَّهُ عَلَيْهِ يَتَوَكَّلُ الْمُتَوَكِّلُونَ
ANLAMI: “Andolsun, eğer onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan elbette, “Allah”, derler. De ki: “Peki söyleyin bakalım? Allah’ı bırakıp da ibadet ettikleriniz var ya; eğer Allah bana herhangi bir zarar dokundurmak isterse, onlar Allah’ın dokundurduğu zararı kaldırabilirler mi? Yahut Allah bana bir rahmet dilese, onlar O’nun rahmetini engelleyebilirler mi?” De ki: “Allah bana yeter. Tevekkül edenler ancak O’na tevekkül ederler.” (Zümer, 39: 38)
Sayfadan Gönüle Düşenler

Ey bize peygamberlerinden haber veren Allahım!
Bizi imanında samimilerden eyle. Kalbimizin derinliklerinden her zerremize yerleşsin. Rahmetinle, hep huzurundaymışız gibi edeple yaşayalım.
Bizi ilminde azimlilerden eyle. Derdimiz rızanı kazanmak olsun. Bereketinle, iki cihanımız için de çalışalım.
Bizi Sana tevekküllerden eyle. Nefsimiz geçici dünyaya üzülmektense, kalıcı ahirete sevinsin. Zikrinle, yolunda kurtuluşuna kavuşmak umuduyla koşalım.
Bizi kendisini geliştirenlerden eyle. Gönlümüz İslam’ı temsil etme heyecanıyla dolsun. Nurunla, dinimiz ve ümmetimiz için elimizden geleni yapalım.
Bizi ibret alanlardan eyle. Zihnimiz alametlerindeki hakikati kavrasın. Yardımınla, halimizi tavrımızı düzeltelim.
Bizi adil kullarından eyle. Senin yanımızda oluşunu bilmek yetsin. Cesaretinle daima doğruyu söyleyelim.

Ey bize peygamberlerini bildiren Allahım! Onların ve ümmetlerinin derecelerini yükselt. Selamın onların üzerine olsun. Bizi cennet bahçelerinde, peygamberlerinle tanışma ve konuşma şerefine nail olanlardan eyle.

Ey duaları işiten ve kabul eden Allahım! Bizi affet. Bizi razı olduğun salih kulların arasına kat, onlarla haşret ve onlara komşu et.

Amin.

***

Benliğinin mütevekkil bir hale büründüğü anları seviyordu. Her seferinde keşke hep böyle kalsam diye düşünüyordu. 

Sanırım neredeyse herkesin, kendisini daha cesur veya oldukça zayıf hissettiği anları vardı. Herhangi bir dünyalığa bağlanınca yaşananları korumasız bir şekilde karşılıyordu. En ufak darbeyle birlikte kendisini yere atıyor ve düştüğü yerde kalıyordu. Tevekkül edince ise imanının getirdiği cesareti bir zırh misali kuşanıyordu. Allah’ın merhamet rüzgarlarının ferahlığını ve sesini, hemen yanı başında duyuyordu.

“İstediğiniz bütün tuzakları kurun. Ben sizin ve benim rabbim olan Allah’a dayandım.” diyen hz. Hûd’u andı. Zira her canlının kaderi Allah’ın elindeydi. Kurulan bir tuzağın hedefine ulaşmasının veya zararından korumasının arkasındaki hikmeti yaratandı. Bildiklerinden yola çıkarak elinden geleni yapmak ve bilmediklerinin hesabını da Allah’a bırakarak tevekkül gölgesinde beklemek; Allah’a teslim olan kulun hayatının özetiydi.

Kişi sevdiğine ve bildiğine güvenirdi. Anladı ki her şeyin çözümü kendisini yaratan Allah’ı anmak da ve nefsiyle doğru mücadele etmek de yatıyordu. 

Ey Allahım! Her şeyi anlamaya ve her sonucu hesaplamaya çalışmak gibi hakikatte yüklemediğin sorumlulukları kendimize yük edinmekten muhafaza buyur. Dünyalıklara yöneldiğimiz veya nefsimizin şımardığı anlarda; bizi rahmetinle uyandır ve hakikate yönlendir. Ayaklarımızı ve kalplerimizi yolunda sağlamlaştır. Senin yolunda, Senin rızan için yaşayanlardan ve ölenlerden eyle. Rabbim! Sen mütevekkil kullarını seversin, bizi de mütevekkil kulların arasına kat.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji