بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
قَالَ يَا نُوحُ اِنَّهُ لَيْسَ مِنْ اَهْلِكَۚ اِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍۗ فَلَا تَسْـَٔلْنِ مَا لَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌۜ اِنّ۪ٓي اَعِظُكَ اَنْ تَكُونَ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | (Allah) dedi ki |
|
2 | يَا نُوحُ | Nuh |
|
3 | إِنَّهُ | şüphesiz o |
|
4 | لَيْسَ | değildir |
|
5 | مِنْ | -den |
|
6 | أَهْلِكَ | senin ailen- |
|
7 | إِنَّهُ | elbette o |
|
8 | عَمَلٌ | bir iş yapmıştı |
|
9 | غَيْرُ | olmayan |
|
10 | صَالِحٍ | iyi |
|
11 | فَلَا |
|
|
12 | تَسْأَلْنِ | benden isteme |
|
13 | مَا | bir şeyi |
|
14 | لَيْسَ | olmayan |
|
15 | لَكَ | senin |
|
16 | بِهِ | hakkında |
|
17 | عِلْمٌ | bilgin |
|
18 | إِنِّي | şüphesiz ben |
|
19 | أَعِظُكَ | seni sakındırıyorum |
|
20 | أَنْ |
|
|
21 | تَكُونَ | olmanı |
|
22 | مِنَ | -den |
|
23 | الْجَاهِلِينَ | bilgisizler- |
|
قَالَ يَا نُوحُ اِنَّهُ لَيْسَ مِنْ اَهْلِكَۚ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Mekulü’l-kavli, يَا نُوحُ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
يَا nida harfi, نُوحُ münadadır. Müfred alem olup damme üzere mebni mahallen mansubdur.
Nidanın cevabı اِنَّهُ لَيْسَ مِنْ اَهْلِكَ cümlesidir.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
لَيْسَ camid nakıs fiildir.
كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder. لَيْسَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هو 'dir.
مِنْ اَهْلِكَ car mecruru لَيْسَ ’nin haberine müteallıktır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍۗ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamir اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
عَمَلٌ kelimesi اِنَّ 'nin haberi olup lafzen merfûdur. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri, ذو عمل (amel sahibi) şeklindedir. غَيْرُ kelimesi عَمَلٌ 'un sıfatı olup lafzen merfûdur. صَالِحٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sıfatlar:
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsufuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar.
فَلَا تَسْـَٔلْنِ مَا لَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌۜ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن جاءك علم هذا فلا تسألني (Sana bunun bilgisi gelirse bana sorma) şeklindedir.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَسْـَٔلْنِ meczum muzari fiildir.
Sonundaki نِ vikayedir. Hazf edilen ي ise mef‘ûlun bihtir.
Burada bir ي harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan نِ harfinin harekesi esre gelmiştir.
Müşterek ism-i mevsûl مَا, ikinci mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası لَيْسَ لَكَ بِهٖ عِلْمٌ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
لَيْسَ camid nakıs fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.
لَكَ car mecruru لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
بِهٖ car mecruru عِلْمٌ ’in mahzuf haline mütallıktır. عِلْمٌ kelimesi لَيْسَ ’nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur.
اِنّ۪ٓي اَعِظُكَ اَنْ تَكُونَ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
Muttasıl zamir ي harfi, اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
اَعِظُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انا ’dir.
Muttasıl zamir كَ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
تَكُونَ nakıs, mansub muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
تَكُونَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri انت ’dir. مِنَ الْجَاهِلٖينَ car mecruru تَكُونَ ’nun mahzuf haberine müteallıktır. الْجَاهِلٖينَ ’nin cer alameti ي harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْجَاهِلٖينَ kelimesi sülâsî mücerred olan جهل fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ يَا نُوحُ اِنَّهُ لَيْسَ مِنْ اَهْلِكَۚ
Fasılla gelmiş istînaf cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nidanın cevabı olan اِنَّهُ لَيْسَ مِنْ اَهْلِكَ cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin haberi nakıs fiil لَيْسَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Cümlede îcazı hazif sanatı vardır. لَيْسَ ’nin haberi mahzuftur. مِنْ اَهْلِكَۚ, bu mahzuf habere müteallıktır.
Bu ayet, neseb yakınlığına değil, din yakınlığına bakılması gerektiğine delalet eder. Çünkü bu hadisede, Hz. Nuh ile oğlu arasındaki neseb yakınlığı, en kuvvetli biçimde tahakkuk etmişti. Fakat aralarında din yakınlığı olmadığı için Allah Teâlâ da “O katiyen senin ailenden değildir.” şeklindeki çok beliğ bir ifadeyle aralarında hiçbir yakınlık bulunmadığını söylemiştir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍۗ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle اِنَّ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin haberi olan عَمَلٌ kelimesinin, takdiri ذو olan muzâfı hazf edilmiştir. عَمَلٌ için sıfat konumundaki غَيْرُ aynı zamanda صَالِحٍۗ ’e muzâftır.
Hz. Nuh’un oğlunun amele isnad edilmesi, mecaz-ı aklîdir.
Bu ayette tek kelimelik فاسد (kötü) kelimesinin yerine “غَيْرُ صَالِحٍۗ salih (uygun ve iyi olmayan)” ifadesinin seçilmesi, bir başka ifadeyle, “kötüdür” demek yerine “iyi değildir” demek Zemahşerî’ye göre Nuh’un (a.s.) kötülük nitelemesinden beri tutulmasına, kurtulanların da peygambere akrabalıkları sebebiyle değil, iyilikleri sebebiyle kurtulmuş olduklarına işaret etmek içindir. (Zemahşerî, Keşşâf, II, 384)
Ayetin bu kısmı, oğlunun ehlinden olmadığının sebebini bildirir: Çünkü senin oğlun fasid bir amelin sahibidir. Ayetteki anlatımda “O salih olmayan bir ameldir.” denilmesi, daha etkin bir ifadedir. Sanki onun şahsı, amelin ta kendisi kılınmıştır. Cenab-ı Hakk’ın böyle bir talebi cehalet olarak nitelemesi, aslında daha önce beyan edilen “kendileri hakkında daha önce hüküm verilmiş olanlar dışındaki ailen” ifadesinde buna bir delalet olması ve suale ihtiyaç bırakmamasıdır. Lakin evlat sevgisi Hz. Nuh’u bundan meşgul etmiş, durum kendisine netleşmemiştir. (Beyzâvî)
“Fâsid” yerine “salih” kelimesinin tercih edilmesinin sebebi şu olabilir:
- Fâsidin sonucunda bazen salah gerçekleşir.
- Kurtulanların kurtuluşu, salâhları sebebiyle olmuştur. (Ebüssuûd)
فَلَا تَسْـَٔلْنِ مَا لَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌۜ
فَ, mukadder şartın cevabına gelen harftir. Takdiri, إن جاءك علم هذا [Sana bu ilim geldiyse] olan şart cümlesinin hazfi îcaz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şartın cevabı olan فَلَا تَسْـَٔلْنِ مَا لَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌۜ cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
لَا تَسْـَٔلْنِ fiilinin ikinci mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası, لَيْسَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَكَ, nakıs fiil لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. عِلْمٌ, muahhar ismidir.
عِلْمٌ - عَمَلٌ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Nuh (a.s.) onun kurtarılmasını istemekten nehyedildi. Ve sanki şöyle buyuruldu: “Ey Nuh! Bunu anladıktan sonra artık doğru ve hikmete uygun olduğunu kesinlikle bilmediğin bir şeyi Benden isteme!”
Yahut: “Benden, doğru olduğunu kesin bilmediğin bir şeyi isteme!”
Yahut “Doğru olup olmadığını kesin bilmediğin bir şeyi Benden isteme!” Hangi mana olursa olsun, bu nehiy umumidir; bu istek de ona dahildir. (Ebüssuûd)
اِنّ۪ٓي اَعِظُكَ اَنْ تَكُونَ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümleleri zamandan bağımsız olarak sübut ifade ederler.
Müsnedin muzari fiil cümlesi formunda gelmesi hudûs ve hükmü takviye ifade eder.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr, 1)
Masdar harfi اَنْ ’i takip eden …تَكُونَ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ cümlesi, masdar teviliyle mef’ûlun bih konumundadır.
كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesinde îcaz-ı hazif sanatı vardır. مِنَ الْجَاهِل۪ينَ, nakıs fiil كَان’nin mahzuf haberine müteallıktır.
عِلْمٌۜ - الْجَاهِل۪ي kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
لَيْسَ - اِنّ۪ٓ - مِنَ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Nuh (a.s.) onun hakkında iyice düşünseydi ve hallerini araştırsaydı, onun mümin olmadığından ve ailesinden istisna edilenin o olduğundan şüphe etmeyecekti, işte bundan dolayı şöyle buyurulmuştur: “Cahillerden olmamanı sana öğütlerim.” (Ebüssuûd)
قَالَ رَبِّ اِنّ۪ٓي اَعُوذُ بِكَ اَنْ اَسْـَٔلَكَ مَا لَيْسَ ل۪ي بِه۪ عِلْمٌۜ وَاِلَّا تَغْفِرْ ل۪ي وَتَرْحَمْن۪ٓي اَكُنْ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | dedi |
|
2 | رَبِّ | Rabbim |
|
3 | إِنِّي | muhakkak ben |
|
4 | أَعُوذُ | sığınırım |
|
5 | بِكَ | sana |
|
6 | أَنْ |
|
|
7 | أَسْأَلَكَ | senden istemekten |
|
8 | مَا | bir şeyi |
|
9 | لَيْسَ | olmayan |
|
10 | لِي | benim |
|
11 | بِهِ | hakkında |
|
12 | عِلْمٌ | bilgim |
|
13 | وَإِلَّا | eğer |
|
14 | تَغْفِرْ | bağışlamazsan |
|
15 | لِي | beni |
|
16 | وَتَرْحَمْنِي | ve bana rahmet etmezsen |
|
17 | أَكُنْ | olurum |
|
18 | مِنَ | -dan |
|
19 | الْخَاسِرِينَ | hüsrana uğrayanlar- |
|
قَالَ رَبِّ اِنّ۪ٓي اَعُوذُ بِكَ اَنْ اَسْـَٔلَكَ مَا لَيْسَ ل۪ي بِه۪ عِلْمٌۜ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
رَبِّ münada olarak mansubdur. Nida harfi ve muzâfun ileyh mahzuftur. رَبِّ kelimesinin sonundaki esre, mütekellim zamirinden ivazdır.
Mekulü’l-kavli, اِنّٖٓي اَعُوذُ بِكَ ’dur. قَالَ fiilinin mef'ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. Sonundaki ن۪ vikayedir.
ي mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
اَعُوذُ fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. اَعُوذُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdir انا ’dir.
Muzari fiillerin zamirlerinden bazıları (أَنَا – أَنْتَ – نَخْنُ ...) fail (özne) konumunda olduklarında zorunlu olarak müstetir olurlar, yani bariz zamir olarak açık şekilde yazılmaları mümkün olmadığı gibi bunların yerine açık bir isim söylenmesi de mümkün değildir. (هُوَ - هِيَ) zamirlerinin müstetir oluşu ise mazi fiilde de muzari fiilde de vücûben değil cevazendir, yani bunların müstetir zamir olarak kullanılmaları zorunlu olmayıp bu zamirlerin yerine istenildiği takdirde açık isim getirilmesi de mümkündür. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بِكَ car mecruru اَعُوذُ fiiline müteallıktır.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mahzuf من harf-i ceriyle birlikte اَعُوذُ fiiline müteallıktır.
اَسْـَٔلَكَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انا ’dir.
Muttasıl zamir كَ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا, ikinci mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası لَيْسَ لٖي بِهٖ عِلْمٌ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
لَيْسَ camid nakıs fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.
لَكَ car mecruru لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
بِهٖ car mecruru عِلْمٌ ’in mahzuf haline müteallıktır. عِلْمٌ kelimesi لَيْسَ ’nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur.
وَاِلَّا تَغْفِرْ ل۪ي وَتَرْحَمْن۪ٓي اَكُنْ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ
وَ atıf harfidir.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. لاَ nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَغْفِرْ meczum muzari fiildir.
لٖي car mecruru تَغْفِرْ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. تَرْحَمْنٖٓي meczum muzari fiildir. Sonundaki نِ vikayedir. Muttasıl zamir ي mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
Şartın cevabı اَكُنْ مِنَ الْخَاسِرٖينَ ’dir.
اَكُنْ nakıs meczum muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. اَكُنْ ’un ismi, müstetir olup takdiri انا ’dir.
مِنَ الْخَاسِرٖينَ car mecruru اَكُنْ ’un mahzuf haberine müteallıktır. Cer alameti ي harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْخَاسِرٖينَ kelimesi sülâsî mücerred olan خسر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)قَالَ رَبِّ اِنّ۪ٓي اَعُوذُ بِكَ اَنْ اَسْـَٔلَكَ مَا لَيْسَ ل۪ي بِه۪ عِلْمٌۜ
Fasılla gelen ayette fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Nidanın cevabı olan …اِنّ۪ٓي اَعُوذُ بِكَ cümlesi ise اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesidir. Sübut ifade eden bu cümle, birden fazla unsurla tekid edilmiş, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır. Haberî üslupta gelmiş olmasına rağmen, dua manasında olduğu için cümle, muktezâ-i zâhirin hilafınadır. Dolayısıyla mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
اِنَّ ’nin haberi olan اَعُوذُ, muzari fiil cümlesi şeklinde gelerek hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.
Masdar harfi اَنْ ’i takip eden …اَسْـَٔلَكَ cümlesi, masdar teviliyle mef’ûlun bih konumundadır.
رَبِّ izafeti kısa yoldan izah içindir.
Ey Rabbim!
- Husulü, Senin hikmetine uygun olmayan bir matlubu istemekten yahut
- fesadı bilinsin ya da bilinmesin, doğruluğunu bilmediğim bir talepte bulunmaktan yahut
- doğru olup olmadığını bilmediğim bir şeyi istemekten Sana sığınırım.
Nuh'un (a.s.) bu sözleri, yaptığından tövbe anlamındadır.
Nuh'un (a.s.) sadece “Ondan Sana sığınırım.” demeyip bunları söylemesi tövbe manasını ziyadesiyle ifade; ona olan rağbet ve şevkini izhar etmek ve Allah'ın, kendisine telkin ettiği şeyin izleriyle bereketlenmek içindir.
وَاِلَّا تَغْفِرْ ل۪ي وَتَرْحَمْن۪ٓي اَكُنْ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ
Nidanın cevabına matuf cümle, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır. اِلَّا edatı, إنْ ve nefy harfi ﻻ ’nın birleşmesiyle oluşmuş bir kelimedir.
Şart cümlesi لَّا تَغْفِرْ ل۪ي, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فِ karinesi olmadan gelen اَكُنْ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ şeklindeki cevap cümlesi, كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır. مِنَ الْخَاسِر۪ينَ, nakıs fiil كَان’nin mahzuf haberine müteallıktır.
Şart üslubunda gelmiş olmasına rağmen cümle, dua manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)ق۪يلَ يَا نُوحُ اهْبِطْ بِسَلَامٍ مِنَّا وَبَرَكَاتٍ عَلَيْكَ وَعَلٰٓى اُمَمٍ مِمَّنْ مَعَكَۜ وَاُمَمٌ سَنُمَتِّعُهُمْ ثُمَّ يَمَسُّهُمْ مِنَّا عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قِيلَ | denildi ki |
|
2 | يَا نُوحُ | Nuh |
|
3 | اهْبِطْ | in |
|
4 | بِسَلَامٍ | selam ile |
|
5 | مِنَّا | bizden |
|
6 | وَبَرَكَاتٍ | ve bereketlerle |
|
7 | عَلَيْكَ | sana |
|
8 | وَعَلَىٰ | ve üzerine |
|
9 | أُمَمٍ | ümmetler |
|
10 | مِمَّنْ | olanlardan |
|
11 | مَعَكَ | seninle birlikte |
|
12 | وَأُمَمٌ | ve (bazı) ümmetlere |
|
13 | سَنُمَتِّعُهُمْ | geçimlik vereceğiz |
|
14 | ثُمَّ | sonra |
|
15 | يَمَسُّهُمْ | onlara dokunacaktır |
|
16 | مِنَّا | bizden |
|
17 | عَذَابٌ | bir azap |
|
18 | أَلِيمٌ | acıklı |
|
ق۪يلَ يَا نُوحُ اهْبِطْ بِسَلَامٍ مِنَّا وَبَرَكَاتٍ عَلَيْكَ وَعَلٰٓى اُمَمٍ مِمَّنْ مَعَكَۜ
Fiil cümlesidir. قٖيلَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.
Mekulü’l-kavli, يَا نُوحُ ’dur. قٖيلَ fiilinin naib-i faili olarak mahallen merfûdur.
يَا nida harfi, نُوحُ münadadır. Müfred alem olup damme üzere mebni mahallen mansubdur.
Nidanın cevabı اهْبِطْ بِسَلَامٍ مِنَّا cümlesidir.
اهْبِطْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir.
بِسَلَامٍ car mecruru اهْبِطْ ’deki failin mahzuf haline müteallıktır. مِنَّا car mecruru بِسَلَامٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَرَكَاتٍ kelimesi atıf harfi و ’la makabline matuftur.
عَلَيْكَ car mecruru بَرَكَاتٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.
وَ atıf harfidir. عَلٰٓى اُمَمٍ car mecruru بَرَكَاتٍ ’nin mahzuf sıfatına veya بَرَكَاتٍ ’e müteallıktır.
مَنْ müşterek ism-i mevsûlü, مِنْ harf-i ceriyle birlikte اُمَمٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. مَعَ mekân zarfı, mahzuf sılaya müteallıktır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Hz. Nuh’la beraber olanlara “birçok ümmet” denilmesi, grup grup olmalarından, ileride ümmetlerin bu nesillerden gelmesinden veya “seninle beraber olanlardan meydana gelen ümmetler” manasında olması dolayısıyladır.
Bu ümmetlerden murad, müminlerdir. (Beyzâvî)
وَاُمَمٌ سَنُمَتِّعُهُمْ ثُمَّ يَمَسُّهُمْ مِنَّا عَذَابٌ اَل۪يمٌ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir.
اُمَمٌ mübteda olup lafzen merfûdur. Haberi mahzuftur. Takdiri, من ذرّيتك أمم (Senin zürriyetinden olan ümmetler) şeklindedir.
سَنُمَتِّعُهُمْ cümlesi اُمَمٌ sıfatı olarak mahallen merfûdur.
سَنُمَتِّعُهُمْ fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.
نُمَتِّعُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَمَسُّهُمْ merfû muzari fiildir.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
مِنَّا car mecruru عَذَابٌ ’in mahzuf haline müteallıktır. عَذَابٌ fail olup lafzen merfûdur. اَلٖيمٌ kelimesi عَذَابٌ ’in sıfatı olup lafzen merfûdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نُمَتِّعُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi متع ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
ق۪يلَ يَا نُوحُ اهْبِطْ بِسَلَامٍ مِنَّا وَبَرَكَاتٍ عَلَيْكَ وَعَلٰٓى اُمَمٍ مِمَّنْ مَعَكَۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede fiil, mef’ûle dikkat çekmek için meçhul bina edilmiştir.
قيل fiilinin mekulü’l-kavli, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Nidanın cevabı olan …اهْبِطْ بِسَلَامٍ, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
بِسَلَامٍ ve بَرَكَاتٍ kelimelerindeki tenvin kesret, nev ve tazim, اُمَمٍ ’deki tenvin ise tazim ifade eder.
Bu kelam, Allah tarafından Nuh'un (a.s.) tövbesinin kabulünü ve hüsrandan kurtulup bütün işlerinde hayırlara ereceğini bildiren bir müjdedir. (Ebüssuûd)
Bu boğulma işi, bütün yeryüzünü kaplayıp, Nuh (a.s.) da gemiden çıktığı zaman yeryüzünde yararlanılabilecek hiçbir canlı ve bitki olmadığını anlayınca, âdeta nasıl yaşayacağı, yeme ve içme ile ilgili ihtiyaçlarını nasıl gidereceği hususunda endişeye düştü. İşte Cenab-ı Hakk, “Bizden bir selam ile in!” buyurduğu zaman onun bu endişeleri yok oldu. Çünkü bu, her türlü sıkıntıya karşı bir emniyetin olduğuna delalet etmektedir. Bu ise ancak güvenlik ve bol rızık içinde bulunmakla olabilir. Allah Teâlâ, selamette olmayı vadedince bunun peşinden ona “bereket” vadetmiştir. Bu da hayatı devam edip sürdürmekten, var olmaya sebattan ve arzu edilen şeyleri elde etmekten ibarettir. (Fahreddin er-Râzî)
وَاُمَمٌ سَنُمَتِّعُهُمْ ثُمَّ يَمَسُّهُمْ مِنَّا عَذَابٌ اَل۪يمٌ
وَ, istînâfiyedir.
Mübteda ve haberden müteşekkil cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede haberin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Cümlenin takdiri من ذرّيتك أمم (zürriyetinden olan ümmetler) şeklindedir. Istikbal harfi سَ ’in dahil olduğu سَنُمَتِّعُهُمْ cümlesi, اُمَمٌ için sıfattır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. İstikbal harfi tekid, muzari fiil teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
ثُمَّ يَمَسُّهُمْ cümlesi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَل۪يمٌ kelimesi عَذَابٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Azabın مَسُّ fiiline isnadı aklî mecazdır.
عَذَابٌ ’daki tenvin nev ve kesret ifade eder.
نُمَتِّعُ - بِسَلَامٍ - بَرَكَاتٍ ve عَذَابٌ - اَل۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اُمَمٍ ,مِنَّا ve عَلٰٓى kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
سَلَامٍ - عَذَابٌ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Nuh (a.s.) ile onunla beraber olan müminlerin soyundan geleceklerin hepsi, Müslüman ve mübarek değildir; fakat onların soyundan gelecek bazı ümmetler de Müslüman olmayacaklardır. Onlar, dünyada nimetlerden faydalanacak ahirette ise azaba uğrayacaklardır. Onların azaba uğratılmaları,
- Ya yalnız ahirette,
- Ya da hem dünya hem de ahirette olacaktır.
Muhammed b. Kâ'b el-Karazî diyor ki: “Bu ayetteki selam kapsamına kıyamete kadar gelecek bütün erkek ve kadın müminler dahildir. Ve ondan sonra zikredilen geçici faydalandırma ve azap kapsamına da bütün kâfirler dahildir.” (Ebüssuûd)
تِلْكَ مِنْ اَنْـبَٓاءِ الْغَيْبِ نُوح۪يهَٓا اِلَيْكَۚ مَا كُنْتَ تَعْلَمُهَٓا اَنْتَ وَلَا قَوْمُكَ مِنْ قَبْلِ هٰذَاۜۛ فَاصْبِرْۜۛ اِنَّ الْعَاقِبَةَ لِلْمُتَّق۪ينَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | تِلْكَ | bunlar |
|
2 | مِنْ |
|
|
3 | أَنْبَاءِ | haberlerindendir |
|
4 | الْغَيْبِ | gayb |
|
5 | نُوحِيهَا | vahyettiğimiz |
|
6 | إِلَيْكَ | sana |
|
7 | مَا | değildin |
|
8 | كُنْتَ | sen |
|
9 | تَعْلَمُهَا | onu biliyor |
|
10 | أَنْتَ | (ne) sen |
|
11 | وَلَا | ve ne de |
|
12 | قَوْمُكَ | senin kavmin |
|
13 | مِنْ |
|
|
14 | قَبْلِ | önce |
|
15 | هَٰذَا | bundan |
|
16 | فَاصْبِرْ | sabret |
|
17 | إِنَّ | şüphesiz |
|
18 | الْعَاقِبَةَ | sonuç |
|
19 | لِلْمُتَّقِينَ | takva sahiplerinindir |
|
تِلْكَ مِنْ اَنْـبَٓاءِ الْغَيْبِ نُوح۪يهَٓا اِلَيْكَۚ
İsim cümlesidir. İşaret ismi تِلْكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
مِنْ اَنْـبَٓاءِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.
الْغَيْبِ kelimesi muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
نُوحٖيهَٓا cümlesi mübtedanın ikinci haberi olarak mahallen merfûdur.
نُوحٖيهَٓا mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
Muttasıl zamir هَٓا mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. اِلَيْكَ car mecruru نُوحٖيهَٓا fiiline müteallıktır.
مَا كُنْتَ تَعْلَمُهَٓا اَنْتَ وَلَا قَوْمُكَ مِنْ قَبْلِ هٰذَاۜۛ فَاصْبِرْۜۛ
مَا كُنْتَ تَعْلَمُهَٓا cümlesi تِلْكَ ’nin üçüncü haberi olarak mahallen merfûdur.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كُنْتَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كُنْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir.
تَ muttasıl zamiri, كَاَنَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
تَعْلَمُهَٓا fiili, كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.
تَعْلَمُهَٓا merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir.
Muttasıl zamir هَٓا mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. اَنْتَ munfasıl zamir تَعْلَمُهَٓا’deki faili tekid etmek için olup mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.
قَوْمُكَ kelimesi atıf harfi وَ ’la makabline (kendisinden öncesine) matuftur.
Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ قَبْلِ car mecruru تَعْلَمُ fiiline müteallıktır.
هٰذَا ism-i işaret muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ف istînâfiyyedir. اصْبِرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir.
اِنَّ الْعَاقِبَةَ لِلْمُتَّق۪ينَ۟
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
الْعَاقِبَةَ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur.
لِلْمُتَّقٖينَ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. الْمُتَّقِينَ ’nin cer alameti ي harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُتَّقِينَ sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تِلْكَ مِنْ اَنْـبَٓاءِ الْغَيْبِ نُوح۪يهَٓا اِلَيْكَۚ
Fasılla gelen ayet müstenefedir. İsim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede مِنْ اَنْبَٓاءِ ’nin müteallakı olan haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Müsnedün ileyh işaret ismiyle marife olmuştur. İşaret ismi işaret edilen kelimeyi kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder.
İşaret isminde istiare vardır. Ayette Allah’ın koyduğu kurallara işaret edilmiştir. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)
Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan نُوح۪يهَٓا اِلَيْكَۚ cümlesi, تِلْكَ ’nin ikinci haberidir. Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
مَا كُنْتَ تَعْلَمُهَٓا اَنْتَ وَلَا قَوْمُكَ مِنْ قَبْلِ هٰذَاۜۛ فَاصْبِرْۜۛ
تِلْكَ ’nin üçüncü haberi olan cümle, menfi كاَن ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidâî kelamdır.
كُنْتَ ’nin haberinin muzari fiil olması, hükmü takviye, hudûs, tecessüm, istimrar ve teceddüt ifade eder.
Cümlede هٰذَاۜۛ ile zamana işaret edilmiştir. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur.
Ayette “Bundan önce bunları ne sen bilirdin ne de kavmin…” denilmesi, Hz. Peygamberin bunu başkalarından öğrenmediğini ifade eder.
Bu kıssa, genel hatlarıyla herkesçe biliniyordu. Ama bahsedilen tafsilatlara gelince bunlar onlar tarafından bilinmiyordu. (Fahreddin er-Râzî)
فَاصْبِرْ cümlesine dahil olan فَ istînâfiyyedir. Cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
تَعْلَمُهَٓا - الْغَيْبِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
“O halde sabret” yani Nuh’un sabrettiği gibi sen de risalet görevinin zorluklarına ve kavminin eziyetlerine sabret, demektir. (Beyzâvî)
تِلْكَ kelimesi mahallen merfû, mübteda; مِنْ اَنْـبَٓاءِ الْغَيْبِ kısmı birinci haber, نُوح۪يهَٓا اِلَيْكَۚ kısmı ikinci haber; bundan sonra ayetin sonuna kadar olan ifade ise üçüncü haberdir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّ الْعَاقِبَةَ لِلْمُتَّق۪ينَ۟
Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur لِلْمُتَّق۪ينَ, mahzuf habere müteallıktır.
“Öyleyse ilâhi mesajı tebliğ etmeye ve kavminin sana verdiği ezaya Nuh’un sabrettiği gibi sabret.” Nuh ve kavminin başına sardırılan şeyi, kendin için ve seni yalanlayanlar için de bekle. Şüphesiz kurtuluş, zafer ve üstün olma bakımından akıbet, muttakilerindir. (Keşşâf)
الْعَاقِبَةَ ’deki marife cins içindir. (Âşûr)
Bu ayet, Resulullah için teselli ve sabır emrinin gerekçesi mahiyetindedir. Çünkü:
- Güzel akıbetler takva sahiplerinindir.
- Resulullah (s.a.) takva derecelerinin zirvesindedir.
- Müminler de takva sahibi olmalıdır.
İşte bunlar Resulullah'ı (s.a.) teselli eder; O’nun sıkıntılarını hafifletir ve olması muhtemel huzursuzluğu önler. (Ebüssuûd)
Burada Nuh kıssasından alınacak ibret ihtar olunurken Yunus Suresi'nin sonuna da bir işaret ve teyid yapılmış ve böylece sureye adını veren Hud kıssasına geçilmiştir. Bu kıssaların burada böyle ardarda anlatılması, her birisi bir başka yönden Hz Muhammed'in Mekkeli müşriklere karşı verdiği mücadeleyi andırmasından dolayıdır. Bir de o müşriklere, yaptıkları hırçınlıkların daha önceki devirlerde kâfirlerin tutumlarına benzediğini ihtar etmek içindir. (Elmalılı)
وَاِلٰى عَادٍ اَخَاهُمْ هُوداًۜ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا مُفْتَرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِلَىٰ | ve (kavmin)e |
|
2 | عَادٍ | Ad |
|
3 | أَخَاهُمْ | kardeşleri |
|
4 | هُودًا | Hud’u (gönderdik) |
|
5 | قَالَ | dedi ki |
|
6 | يَا قَوْمِ | kavmim |
|
7 | اعْبُدُوا | kulluk edin |
|
8 | اللَّهَ | Allah’a |
|
9 | مَا | yoktur |
|
10 | لَكُمْ | sizin için |
|
11 | مِنْ | hiç bir |
|
12 | إِلَٰهٍ | ilah |
|
13 | غَيْرُهُ | O’ndan başka |
|
14 | إِنْ |
|
|
15 | أَنْتُمْ | siz |
|
16 | إِلَّا | ancak |
|
17 | مُفْتَرُونَ | yalan uyduranlarsınız |
|
وَاِلٰى عَادٍ اَخَاهُمْ هُوداًۜ
وَ atıf harfidir. اِلٰى عَادٍ car mecruru mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri, أرسلنا (gönderdik) şeklindedir.
اَخَاهُمْ mef’ûlün bih olup harfle îrab olan beş isimden biridir. Nasb alameti eliftir.
Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
هُوداً kelimesi اَخَاهُمْ ’den bedel olup lafzen mansubdur.
قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Mekulü’l-kavli, يَا قَوْمِ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
يَا nida harfi, قَوْمِ münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim ي ’sı mahzuftur.
Nidanın cevabı اعْبُدُوا اللّٰهَ ’dır. اعْبُدُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اللّٰهَ lafza-i celâli, mef’ûlün bih olup fetha ile masubdur.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَكُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
مِنْ harf-i ceri zaiddir. اِلٰهٍ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel-karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Zaid olan مِنْ harf-i ceri لَيْسَ ’ye benzeyen مَا ’dan sonra geldiğinde umumiyetle “hiç” (istiğrak) manası ifade eder. Buradaki zaid olan مِنْ harf-i cerinin istiğrak manası ifade etmesi cümlenin başına لَيْسَ ’ye benzeyen nefy مَا ’sının gelmesinden dolayıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
غَيْرُهُ kelimesi اِلٰهٍ kelimesinin sıfatıdır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sıfatlar:
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsufuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا مُفْتَرُونَ
اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. مُفْتَرُونَ haber olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
مُفْتَرُونَ sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِلٰى عَادٍ اَخَاهُمْ هُوداًۜ
Ayetin ilk cümlesi 25. ayetteki kasemin cevabı أرسلنا نوحا cümlesine وَ ’la atfedilmiş olması caizdir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car-mecrur اِلٰى عَادٍ, takdiri أرسلنا (gönderdik) olan fiile müteallıktır. Mahzufla birlikte cümle, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Allah, Hud’u onların kardeşi diye vasfetmiştir. Bu kardeşliğin, dinî bakımdan değil sadece neseb bakımından olduğu malumdur. Çünkü Hud (a.s.) Âd kabilesine mensup birisi idi. Bu kabile de Arap kabilelerinden olup Yemen civarındadır. Bunun bir benzeri ifade de “onlardan biri” manası kastedilerek bir kimseye, “Ey Temîm’in kardeşi” ve ”Süleyman'ın kardeşi” denilmesidir. (Fahreddin er-Râzî)
Hz. Hud, Âdemoğulları’ndandı, onların kardeşi, onlardan biri idi. İşin başında onunla soydaşları arasında kabilenin bütün bireylerini birbirine bağlanan “akrabalık” bağı vardı. Okuduğumuz ayetlerde bu ortak bağa dikkat çekiliyor. Çünkü bu ortak bağın doğal gereği olarak Hz. Hud ile “kardeşleri” arasında güven, karşılıklı sevgi ve öğüt alışverişi havasının egemen olmasının beklendiğine işaret ediliyor. Ayrıca soydaşlarının bu kardeşlerine karşı takındıkları olumsuz tavrın anormalliği ve yakışıksızlığı vurgulanıyor. Bunların yanı sıra Hz. Hud ile soydaşları arasında ilerde belirecek olan inanç farklılığı ilkesinden kaynaklanan ilişki kesikliğinin, yol ayrılışının doğallığı zihinlere işleniyor. Böylece inanç bağı kopunca bütün diğer bağların kopacağı, İslam toplumunda tek birleştirici bağın inanç bağı olduğu ilkesi somut motifler halinde gözlerimizin önüne seriliyor. (Seyyid Kutub, Fi Zilali’l Kur’an)
Burada din konusunda bir farklılık bulunduğu halde Hud için “kardeşleri” ifadesini kullanmıştır. Bu sözden maksat, Hz. Muhammed’in (s.a.) kavminin, ona meyletmesini sağlamaktır. Çünkü onun kavmi, Muhammed (s.a.) onların kabilelerinden bir kimse olduğu halde O’nun, Allah katından kendilerine gönderilmiş bir peygamber olduğunu kabul etmiyorlardı. Böylece Allah Teâlâ bu uzak görmeyi bertaraf etmek için Hud’un (a.s.) Âd kabilesinden olan bir kimse; Salih’in (a.s.) de Semud kabilesinden olan bir kimse olduğunu beyan etmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Münada olan قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi, nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir. Kelimedeki kesra, muzâfun ileyhten ivazdır.
Nidanın cevabı olan اعْبُدُوا اللّٰهَ, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Hud’un (a.s.), “Allah'a ibadet ediniz.” sözünün manası, “Allah'tan başkasına tapmayın.” demektir. Bunun delili, Hud’un (a.s.), bu ifadenin hemen peşinden, “Sizin ondan başka hiçbir ilahınız yok.” demiş olmasıdır. Bu da bu sözün maksadının, onları putlara tapmakla meşgul olmaktan uzaklaştırıp alıkoymak olduğunu göstermektedir. (Fahreddin er-Râzî)
مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.
Cümlede îcaz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. مَا nafiyedir. لَكُمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
Muahhar mübteda olan اِلٰهٍ, zaid مِنْ sebebiyle lafzen mecrur, mahallen merfûdur. اِلٰهٍ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Kelimeye ’hiçbir’ manası katmıştır. Bilindiği gibi nefy sıyakında nekre, umum ifade eder.
اِلٰهٍ ,غَيْرُهُ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
غَيْرُهُ izafeti gayrının tahkiri içindir.
اِلٰهٍ - اللّٰهَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا مُفْتَرُونَ
Cümle kasr üslubuyla tekid edilmiş isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.
Nefy harfi اِنْ ve istisna harfi اِلَّٓا ile oluşan kasr, mübteda ve haber arasındadır.
Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Hud’un (a.s.) öğütlerine karşılık kavmi, onu uydurmakla suçlarken sözlerini kasr üslubuyla dile getirerek inanmamakta kararlı olduklarını ortaya koyuyorlar.
اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا مُفْتَرُونَ [Siz ancak iftira ediyorsunuz.] sözünde, nefy harfi olarak مَا değil, اِنْ gelmiştir. Çünkü bu harf, nefy ifade etmek konusunda مَا harfinden daha kuvvetlidir.
Böylece Allah'a iftira ettikleri daha kuvvetli bir şekilde tespit edilerek ifade edilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 3, s. 215)
61 ve 84. ayetlerde Salih ve Şuayb peygamberler de aynı sözü söylemiştir. İktibas vardır.
Cenab-ı Hakk, “Siz, yalan düzenlerden başkası değilsiniz.” buyurmuştur. Yani “Siz, ‘Bu putlara ibadet etmek güzeldir.’ sözünüzde yahut ‘O putlar ibadete müstehaktır.’ sözünüzde yalan düzüyorsunuz. O putlar ne bir hissi ne de bir idrak kabiliyeti olmayan nesneler iken söylediğiniz bu söz nasıl olur da yalan ve iftira olmaz? Onları bir araya getirip onlara şekil veren insandır. Daha nasıl onlara tazimde bulunmak maksadıyla onları yapan insanın, onlara tapması ve alnını toprağa koyması yakışır?” demektir. (Fahreddin er-Râzî)
يَا قَوْمِ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْراًۜ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلَى الَّذ۪ي فَطَرَن۪يۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا قَوْمِ | kavmim |
|
2 | لَا |
|
|
3 | أَسْأَلُكُمْ | sizden istemiyorum |
|
4 | عَلَيْهِ | bunun için |
|
5 | أَجْرًا | bir ücret |
|
6 | إِنْ |
|
|
7 | أَجْرِيَ | benim ücretim |
|
8 | إِلَّا | yalnızca |
|
9 | عَلَى | aittir |
|
10 | الَّذِي |
|
|
11 | فَطَرَنِي | beni yaratana |
|
12 | أَفَلَا |
|
|
13 | تَعْقِلُونَ | akıl etmiyor musunuz? |
|
يَا قَوْمِ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْراًۜ
يَا nidadır. قَوْمِ münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim يَ ’sı mahzuftur.
Nidanın cevabı لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْراً ’dır. لَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
اَسْـَٔلُكُمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انا ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
عَلَيْهِ car mecruru اَجْراً kelimesinin mahzuf haline müteallıktır. اَجْراً ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلَى الَّذ۪ي فَطَرَن۪يۜ
İsim cümlesidir. اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَجْرِيَ mübteda olup ي üzere mukadder damme ile merfûdur.
Muttasıl zamir ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَّا hasr edatıdır. الَّذٖي müfred has ism-i mevsûl عَلَى harf-i ceriyle birlikte mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.
İsm-i mevsûlün sılası فَطَرَنٖي ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
فَطَرَنٖي fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو 'dir.
Sonundaki نِ vikayedir. Muttasıl zamir ي mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
اَفَلَا تَعْقِلُونَ
Hemze inkârî istifhamdır. فَ atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَعْقِلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يَا قَوْمِ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْراًۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Münada olan قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi, nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Nidanın cevap cümlesi لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْراً, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَجْراً kelimesindeki tenvin kıllet ifade etmektedir. Kelimeye “hiçbir” manası katmıştır. Bilindiği gibi nefy sıyakında nekre, umum ifade eder.
Hud (a.s.) onları Allah'ın birliğine irşad etmeye çalışıp ve onları putperestlikten men edince, “Ey kavmim, ben buna mukabil sizden hiç bir ücret istemiyorum. Benim mükâfatım, beni yaradandan başkasına ait değildir.” dedi. İşte bu, Nuh’un (a.s.) söylediği şeyin aynısıdır. Çünkü Allah'a davet etme işi, bir karşılık umma kirlerinden temizlenmiş ve annmış olunca kalplerdeki tesiri de o nispette etkili olur. (Fahreddin er-Râzî)
اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلَى الَّذ۪ي فَطَرَن۪يۜ
Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatıdır. Kasr üslubuyla tekid edilmiş, menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنْ ve اِلَّا ile oluşan kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l mevsuftur.
Bir olumlu bir de olumsuz cümle ihtiva etmektedir. “Benim mükâfatım ancak beni yaratandandır.” “Allah'tan başka hiç kimseden bir mükâfatım yoktur.”
عَلَى الَّذ۪ي ’nin müteallakı olan haber mahzuftur.
Mecrur mahaldeki mevsûlün sılası olan فَطَرَن۪ي cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَجْر kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
اَفَلَا تَعْقِلُونَ
Ayetin fasılası mukadder istînâfa matuftur. Takdir şöyle olabilir: أجهلتم فلا تعقلون (Bilmiyor musunuz, akletmiyor musunuz?)
Menfi muzari fiil cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkâr, taaccüp ve tevbih manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
اَفَلَا تَعْقِلُونَ cümlesi çok büyük bir kınama ifadesidir. Anlam ise “Yaptığınız şeyin çirkin olduğuna akıl erdiremiyor musunuz ki bu fiillerin kötülüğü sizi onları yapmaktan alıkoymuyor? Adeta akılları örtülmüş kimseler gibisiniz. Çünkü akıl bu tür şeylerden kaçınır, bunları reddeder.” şeklindedir. (Keşşâf, Araf Suresi 169)
Kur’an’daki fasılalar, kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan تَعَقُّل kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ gibi tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكُّر) geleceğe yol bulmaları (تَدَبُّر) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise تَفَقُّه kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)وَيَا قَوْمِ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِ يُرْسِلِ السَّمَٓاءَ عَلَيْكُمْ مِدْرَاراً وَيَزِدْكُمْ قُوَّةً اِلٰى قُوَّتِكُمْ وَلَا تَتَوَلَّوْا مُجْرِم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَيَا قَوْمِ | kavmim |
|
2 | اسْتَغْفِرُوا | bağışlanma dileyin |
|
3 | رَبَّكُمْ | Rabbinizden |
|
4 | ثُمَّ | sonra |
|
5 | تُوبُوا | tevbe edin |
|
6 | إِلَيْهِ | O’na |
|
7 | يُرْسِلِ | göndersin |
|
8 | السَّمَاءَ | gökten |
|
9 | عَلَيْكُمْ | üzerinize |
|
10 | مِدْرَارًا | bolca yağmur |
|
11 | وَيَزِدْكُمْ | ve katsın |
|
12 | قُوَّةً | güç |
|
13 | إِلَىٰ |
|
|
14 | قُوَّتِكُمْ | gücünüze |
|
15 | وَلَا |
|
|
16 | تَتَوَلَّوْا | yüz çevirmeyin |
|
17 | مُجْرِمِينَ | suçlular olarak |
|
Resul-i Ekrem (sav) şöyle buyurmuştur: “Bir kimse istiğfarı dilinden düşürmezse, Allah Teâlâ ona her darlıktan bir çıkış, her üzüntüden bir kurtuluş yolu gösterir ve ona beklemediği yerden rızık verir. “
(Ebu Dâvûd, Vitir 26; İbni Mâce , Edeb 57 ; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 248).
وَيَا قَوْمِ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِ يُرْسِلِ السَّمَٓاءَ عَلَيْكُمْ مِدْرَاراً
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَا nidadır. قَوْمِ münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim يَ ’sı mahzuftur.
Nidanın cevabı اسْتَغْفِرُوا ’dur.
اسْتَغْفِرُوا fiili ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اسْتَغْفِرُوا fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi غفر ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
رَبَّكُمْ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ثُمَّ hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.) açısından terahi ifade eder. (Âşûr) Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ثُمَّ edatı mertebe açısından terahi manasındadır. Yani aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.
تُوبُٓوا fiili ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِلَيْهِ car mecruru تُوبُٓوا fiiline müteallıktır.
يُرْسِلِ talebin cevabı olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو 'dir.
يُرْسِلِ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi رسل ’dir.
Bu bab fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder.
السَّمَٓاءَ mefûlün bih olup fetha ile mansubdur. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri, ماء السماء (semanın suyu, yağmuru) şeklindedir.
عَلَيْكُمْ car mecruru يُرْسِلِ fiiline müteallıktır. يُرْسِلِ fiili ينزّل manasındadır.
مِدْرَاراً kelimesi السَّمَٓاءَ ’nin hali olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اً وَيَزِدْكُمْ قُوَّةً اِلٰى قُوَّتِكُمْ وَلَا تَتَوَلَّوْا مُجْرِم۪ينَ
Cümle atıf harfi وَ ’la يُرْسِلِ fiiline matuftur. يَزِدْكُمْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
قُوَّةً kelimesi يَزِدْ fiilinin ikinci mef’ûlü olup fetha ile mansubdur.
اِلٰى قُوَّتِكُمْ car mecruru قُوَّةً ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.
وَ atıf harfidir لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تَتَوَلَّوْا fiili ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مُجْرِمٖينَ kelimesi تَتَوَلَّوْا ’deki failinden hal olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
تَتَوَلَّوْا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ولى ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
مُجْرِمٖينَ, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek yapılan if’al babından ism-i faildir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَيَا قَوْمِ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِ
Önceki ayetteki nida cümlesine matuf olan ayet, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Münada olan قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi, nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Nidanın cevap cümlesi olan اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
تُوبُٓوا اِلَيْهِ cümlesi ثُمَّ atıf harfiyle makabline atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
رَبَّكُمْ izafeti muzâfun ileyhin şanı içindir.
اسْتَغْفِرُوا – تُوبُٓوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
يُرْسِلِ السَّمَٓاءَ عَلَيْكُمْ مِدْرَاراً وَيَزِدْكُمْ قُوَّةً اِلٰى قُوَّتِكُمْ
Fasılla gelen cümle talebin cevabıdır. Meczum muzari fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki وَيَزِدْكُمْ قُوَّةً اِلٰى قُوَّتِكُمْ cümlesi, makabline matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
قُوَّةً ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder.
Ayetteki, يُرْسِلِ السَّمَٓاءَ عَلَيْكُمْ مِدْرَاراً [Üstünüze gökten bol bol (yağmur) göndersin.] ifadesi, çokça nimet vermeye bir işarettir. Çünkü nimetlerin olmasını sağlayan, uygun yağmurların yağmasıdır. Ayetteki, “Kuvvetinize kuvvet katıp artırsın.” ifadesi de o nimetlerden istifade etme hususunda en mükemmel halin bulunmasına bir işarettir. (Fahreddin er-Râzî)
قُوَّةً kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Ayetteki السَّمَٓاءَ yağmur manasında gelmiş, hal-mahal alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
مِدْرَاراً lafzı aşırılık ifade eder yani “çok çok yağar” manasındadır. (Safvetu't Tefasir)
Kur’an’da yağmur şekli hakkında geçen kelimeler şöyledir:
3 defa مِدْرَاراً : Nimet manasında
3 defa غيث : Olumlu manada
1 defa طلّ : Çiseleme, olumlu manada
6 defa مطر : Azap ve olumsuz manalarda.
وَلَا تَتَوَلَّوْا مُجْرِم۪ينَ
Ayetin son cümlesi …اسْتَغْفِرُوا cümlesine matuftur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
مُجْرِم۪ينَ, failin halidir. Hal, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Ebu Bekr el-Esamm, bu ayete şu manayı vermiştir: “İstiğfar ediniz yani Allah’tan, önce şirkinizi bağışlamasını isteyin. Bundan sonra da geçmiştekilere pişman olup aynılarını bir daha yapmamaya azmetmek suretiyle tövbe ediniz.”
قَالُوا يَا هُودُ مَا جِئْتَنَا بِبَيِّنَةٍ وَمَا نَحْنُ بِتَارِك۪ٓي اٰلِهَتِنَا عَنْ قَوْلِكَ وَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِن۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالُوا | dediler ki |
|
2 | يَا هُودُ | Hud |
|
3 | مَا |
|
|
4 | جِئْتَنَا | sen bize getirmedin |
|
5 | بِبَيِّنَةٍ | bir belge |
|
6 | وَمَا | ve değiliz |
|
7 | نَحْنُ | biz |
|
8 | بِتَارِكِي | bırakacak |
|
9 | الِهَتِنَا | ilahlarımızı |
|
10 | عَنْ |
|
|
11 | قَوْلِكَ | senin sözünle |
|
12 | وَمَا | ve değiliz |
|
13 | نَحْنُ | biz |
|
14 | لَكَ | sana |
|
15 | بِمُؤْمِنِينَ | inanacak |
|
قَالُوا يَا هُودُ مَا جِئْتَنَا بِبَيِّنَةٍ وَمَا نَحْنُ بِتَارِك۪ٓي اٰلِهَتِنَا عَنْ قَوْلِكَ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, يَا هُودُ ’dur. قَالُوا fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
يَا nida harfi, هُودُ münadadır. Müfred alem olup damme üzere mebni mahallen mansubdur.
Nidanın cevabı مَا جِئْتَنَا بِبَيِّنَةٍ ’dir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
جِئْتَنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur.
Mütekellim zamir نا mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
بِبَيِّنَةٍ car mecruru جِئْتَنَا fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. مَٓا nefy harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. İsmini nasb haberini ref eder.
نَحْنُ munfasıl zamiri مَٓا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur.
بِ harf-i ceri zaiddir. بِتَارِكٖٓي kelimesi مَٓا ’nın haberi olarak lafzen mecrur mahallen mansubdur. Cer alameti ي harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar. Sonundaki نَ izafetten dolayı hazfedilmiştir.
اٰلِهَتِنَا muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَنْ قَوْلِكَ car mecruru تَارِكٖٓي ’deki zamirin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri, صادرين عن قولك (senin sözünden kaynaklanan) şeklindedir.
وَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِن۪ينَ
Cümle atıf harfi وَ ’la nidanin cevabına matuftur.
وَ atıf harfidir. مَٓا nefy harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. İsmini nasb haberini ref eder.
نَحْنُ munfasıl zamir مَٓا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur.
لَكَ car mecruru بِمُؤْمِنٖينَ kelimesine müteallıktır.
بِ harf-i ceri zaiddir. مُؤْمِنٖينَ kelimesi مَٓا ’nın haberi olup lafzen mecrur mahallen mansubdur. Cer alameti ي harfidir. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
مُؤْمِنٖينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُوا يَا هُودُ مَا جِئْتَنَا بِبَيِّنَةٍ وَمَا نَحْنُ بِتَارِك۪ٓي اٰلِهَتِنَا عَنْ قَوْلِكَ وَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِن۪ينَ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Hud’a (a.s.) müşriklerin verdiği cevaptır. Mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidâi kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Nidanın cevabı olan مَا جِئْتَنَا بِبَيِّنَةٍ cümlesi, menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
بِبَيِّنَةٍ ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Nefy sıyakında nekre umuma işarettir.
مَا نَحْنُ بِتَارِك۪ٓي اٰلِهَتِنَا cümlesi nidanın cevabına matuf olup, menfi isim cümlesi formundadır. مَا nefy harfi, ليس gibi amel etmiştir.
Haberi olan بِتَارِك۪ٓي ’ye dahil olan بِ harfi zaiddir. Cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
Aynı üslupta gelerek yine nidanın cevabına وَ ’la atfedilmiş وَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِن۪ينَ cümlesi, menfi isim cümlesi formunda, faide-i haber inkârî kelamdır. Car-mecrur لَكَ, önemine binaen amili olan بِمُؤْمِن۪ينَ ’ye takdim edilmiştir.
Müsnede dahil olan بِ, tekid ifade eden zaid harftir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İnanmayacaklarını, isim cümlesi ve olumsuz cümlede haberin başına dahil olan بِ harfiyle tekid ederek mübalağalı bir şekilde ifade etmişlerdir.
İki cümlenin de وَمَا نَحْنُ sözleriyle başlaması reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatıdır. Her ikisi de kasr ifade eder. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.
İnsan nefsinin kabullenmekte zorlandıklarından biri: her şeyi bilemeyeceği ya da anlayamayacağıdır. Acizliğini, çaresiz kaldığı anlar dışında, görmezden gelir. Öyle ki, başkalarının çaresizliklerini somut sebeplere bağlayarak açıklamaya çalışır. Bu yüzden de, kendisi çaresiz kaldığında, onun içinde hapsolacakmış korkusuyla ümitsizliğe düşer.
Herkesin çaresizlik tanımı farklıdır, kısacası tecrübe ettiği kadardır. Ekonomik sıkıntılar, hastalıklar, sevdalar, kayıplar ve daha nice sebepleri vardır. Belki de çaresizliğin asıl sebebi, kişinin geçici olduğunu bile bile bağlandığı ve sahiplendiği dünyalık beklentilerdir. İstediğine kavuşamadığında ya da elindekini kaybettiğinde aklı şaşar.
Allah’ın yardımıyla kalbinin hakikati hatırlatan sesi, hep kendisiyledir. Yeter ki kulak versin: Her şey geçici. Yaşadığın hayal kırıklıkları ve hissettiğin çaresizlikler. Hepsi geçici. Asla senin olmayacak dünyada, sahip olduğunu düşündüğün her şeyini, asıl sahibi olan Rabbine emanet et. Olacak olanı olmayacak, olmayacak olanı da olacak hale getirebileceğin düşüncesiyle yıpranma. Olanda da, olmayanda da hayır olduğuna güvenerek Rabbinin ipine sarıl. Bildiğin ya da umduğun tek bir hayra odaklanmadan, elinden geleni yaptıktan ve hüznünü Rabbine arzettikten sonra dualarla bekle.
Ey alemlerin Rabbi olan Allahım! Dünyada ve ahirette; her türlü çaresizlik sebebinden, Sana sığınırım. Çaresizliklerime derman, imanıma kuvvet ol. Bilmediğimi istemekten ve cehaletimden ötürü kendimi zora sokmaktan, Sana sığınırım. Aceleciliğime sükunet, cahilliğime ilim ol. Yaşadıklarım karşısında rızana aykırı davranmaktan ve tevekkül halinden uzaklaşmaktan, Sana sığınırım. Aciz halime rahmet, sabırsız gönlüme huzur ol.
Kalbindeki hakikatın sesini Allah’a itaatle güçlendirenlerden ve Allah’ın rızasına uygun davranmak için çabalayanlardan olmak duasıyla.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji