3 Ocak 2025
Hûd Sûresi 38-45 (225. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Hûd Sûresi 38. Ayet

وَيَصْنَعُ الْفُلْكَ وَكُلَّمَا مَرَّ عَلَيْهِ مَلَاٌ مِنْ قَوْمِه۪ سَخِرُوا مِنْهُۜ قَالَ اِنْ تَسْخَرُوا مِنَّا فَاِنَّا نَسْخَرُ مِنْكُمْ كَمَا تَسْخَرُونَۜ  ...


(Nûh) gemiyi yapıyordu. Kavminden ileri gelenler her ne zaman yanına uğrasalar, onunla alay ediyorlardı. Dedi ki: “Bizimle alay ediyorsanız, sizin bizimle alay ettiğiniz gibi biz de sizinle alay edeceğiz.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَصْنَعُ ve yapıyordu ص ن ع
2 الْفُلْكَ gemiyi ف ل ك
3 وَكُلَّمَا ve ne zaman ك ل ل
4 مَرَّ yanından geçse م ر ر
5 عَلَيْهِ onun
6 مَلَأٌ ileri gelenler م ل ا
7 مِنْ -den
8 قَوْمِهِ kavmin- ق و م
9 سَخِرُوا alay ediyorlardı س خ ر
10 مِنْهُ onunla
11 قَالَ dedi ki ق و ل
12 إِنْ eğer
13 تَسْخَرُوا alay ederseniz س خ ر
14 مِنَّا bizimle
15 فَإِنَّا muhakkak biz de
16 نَسْخَرُ alay edeceğiz س خ ر
17 مِنْكُمْ sizinle
18 كَمَا gibi
19 تَسْخَرُونَ sizin alay ettiğiniz س خ ر
Hz. Nûh Allah tarafından kendisine öğretildiği biçimde gemiyi yapmaya başladı. Kavminin ileri gelenleri yanına uğradıklarında daha önce peygamber olduğunu söyleyen Nûh’un gemi yaptığını görünce, “peygamberlikten vazgeçip marangozluğa başladı” diyerek onunla alay ediyorlardı. Hz. Nûh ise yakında alay etme sırasının kendilerine geleceğini söylüyor, yaklaşan felâketi haber veriyordu.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 171

وَيَصْنَعُ الْفُلْكَ وَكُلَّمَا مَرَّ عَلَيْهِ مَلَاٌ مِنْ قَوْمِه۪ سَخِرُوا مِنْهُۜ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  يَصْنَعُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو’dir.

الْفُلْكَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

وَ  istînâfiyyedir. Haliyye olması da caizdir. كُلَّمَا  şart manası taşıyan zaman zarfıdır. مَرَّ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir.  عَلَيْهِ  car mecruru  مَرَّ  fiiline müteallıktır.  مَلَاٌ   fail olup lafzen merfûdur.

مِنْ قَوْمِه۪  car mecruru  مَلَاٌ ’un mahzuf sıfatına müteallıktır. 

Şartın cevabı  سَخِرُوا مِنْهُ ’dur.  سَخِرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ı fail olup mahallen merfûdur.

مِنْهُ  car mecruru  سَخِرُوا  fiiline müteallıktır.

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi, başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 قَالَ اِنْ تَسْخَرُوا مِنَّا فَاِنَّا نَسْخَرُ مِنْكُمْ كَمَا تَسْخَرُونَۜ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

Mekulü’l-kavli,  اِنْ تَسْخَرُوا ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.

تَسْخَرُوا  şart fiili olup  ن un  hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

مِنَّا  car mecruru  تَسْخَرُوا   fiiline müteallıktır.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

نَسْخَرُ  fiili,  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  نَسْخَرُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. 

مِنْكُمْ  car mecruru نَسْخَرُ  fiiline müteallıktır. Mahallen mecrurdur.

كَ  harf-i cerdir.  مَا  ve masdar-ı müevvel,  كَ  harf-i ceriyle birlikte نَسْخَرُ  fiiline müteallıktır.

تَسْخَرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَيَصْنَعُ الْفُلْكَ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bu ayet bir önceki ayetteki sözlerle başlıyor. Reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Cenab-ı Hakk'ın “Nuh gemiyi yapıyordu.” cümlesine gelince bu cümle ile ilgili iki açıklama yapılmıştır:

a. Bunda muzari, mazide cereyan etmiş bir durumun hikâye edilmesidir. Yani o vakitte, onun hakkında “gemi yapıyor” denilmesi yerinde bir ifade olurdu demektir.

b. Kelamın takdiri  وأقبل يصنع الفلك [Gemi yapmaya yöneldi.] şeklinde olup burada  وَيَصْنَعُ الْفُلْكَ  ifadesiyle yetinilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)


 وَكُلَّمَا مَرَّ عَلَيْهِ مَلَاٌ مِنْ قَوْمِه۪ سَخِرُوا مِنْهُۜ 

 

وَ , haliyye veya istînâfiyyedir.  كُلَّمَا  şart manası taşıyan zaman zarfıdır. Müteallakı سَخِرُوا ‘dur. Cümle şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Muzâfun ileyh olan şart cümlesi  مَرَّ عَلَيْهِ مَلَاٌ مِنْ قَوْمِه۪ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabı  سَخِرُوا مِنْهُۜ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip de faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Görüldüğü üzere ayette Hz. Nuh’un geçmişte yaptığı gemiden bahsederken  وَيَصْنَعُ şeklinde muzari fiil kullanılmıştır. Halbuki muktezâ-i zâhire göre fiil  صنَع  şeklinde mazi formda olmak durumundadır. Ancak ayet muktezâ-i zâhirden çıkmış, geçmiş zamanda yaşanmış da olsa, yaşanan süreci anlaşılır kılabilmek için sanki yeni yaşanıyormuş gibi muzari fiil olarak gelmiştir.

Ayrıca burada muzari fiil kullanılması, ayetin devamıyla birlikte, Hz. Nuh’un gemiyi kavminin alayına rağmen sabır ve sebatla yaptığı anlamını da yansıtmaktadır. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)

سَخِرُوا  kelimesinde irsâd sanatı vardır.


قَالَ اِنْ تَسْخَرُوا مِنَّا فَاِنَّا نَسْخَرُ مِنْكُمْ كَمَا تَسْخَرُونَۜ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Cümle, mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidâi kelamdır.  

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli ise şart üslubunda haberî isnaddır. 

Şart cümlesi olan  تَسْخَرُوا مِنَّا , müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

فَ  karînesiyle gelen cevap  فَاِنَّا نَسْخَرُ مِنْكُمْ كَمَا تَسْخَرُونَۜ  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Ayetteki şart ve cevap cümlesinde güzel bir müzavece sanatı örneği vardır. Bedî’ terimi olarak müzâvece, şart ve cevapta iki anlamın birleşmesi ve aralarında eşdeşlik bulunmasıdır. Eğer alay ederseniz şartına cevap olarak biz de alay ederiz denilmiş. Hem şartta hem cevapta aynı ifadeler kullanılarak müzâvece yapılmıştır.

نَسْخَرُ  kelimesinde irsâd vardır.

“Alay edeceğiz.” sözünün gerçek anlamı; bu davranışınızın kötü sonuçlarına katlanacaksınız demektir. Aynı kelimelerle cevap verilmesi müşâkele sanatıdır.

سَخِرُوا - تَسْخَرُوا - نَسْخَرُ - تَسْخَرُونَ  lafızları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

قَالَ اِنْ تَسْخَرُوا مِنَّا  [Eğer bizimle alay ediyorsanız.]  ifadesinde çoğul zamiri kullanılması, onların hem Nuh (as) hem de müminlerle eğlenmelerindendir.

Fakat burada yalnız Nuh (as) ile alay ettikleri belirtilmiştir. Ancak “Şunu iyi biliniz ki siz bizimle nasıl alay ediyorsanız biz de sizinle öyle alay edeceğiz.” cümlesinde hepsi kelama dahil edilmiş, böylece iki taraf kelamda denkleşmiştir. (Ebüssuûd)

 
Hûd Sûresi 39. Ayet

فَسَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ وَيَحِلُّ عَلَيْهِ عَذَابٌ مُق۪يمٌ  ...


Artık, geldiği kimseyi rezil eden azabın kime geleceğini, kimin üzerine sürekli bir azabın ineceğini ileride anlayacaksınız.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَسَوْفَ yakında
2 تَعْلَمُونَ bileceksiniz ع ل م
3 مَنْ kime
4 يَأْتِيهِ geleceğini ا ت ي
5 عَذَابٌ azabın ع ذ ب
6 يُخْزِيهِ rezil edici خ ز ي
7 وَيَحِلُّ ve ineceğini ح ل ل
8 عَلَيْهِ başına
9 عَذَابٌ azabın ع ذ ب
10 مُقِيمٌ kalıcı ق و م

فَسَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ 

 

فَ  atıf harfidir.  سَوْفَ  gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif/erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin  başına geldiklerinde tekid-vurgu olurlar.

تَعْلَمُونَ  fiili  نْ ’un sübutuyla  merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَأْت۪يهِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

يَأْت۪يهِ  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هِ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

عَذَابٌ  fail olup lafzen merfûdur.

يُخْز۪يهِ  fiili,  عَذَابٌ ’ün sıfatı olarak mahallen merfûdur.  يُخْز۪يهِ  fiili  ى üzere mukadder damme ile merfu muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

Muttasıl zamir  هِ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَيَحِلُّ عَلَيْهِ عَذَابٌ مُق۪يمٌ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  يَحِلُّ  merfû muzari fiildir.  عَلَيْهِ  car mecruru  يَحِلُّ  fiiline müteallıktır.

عَذَابٌ  kelimesi fail olup lafzen merfûdur.  مُق۪يمٌ  kelimesi عَذَابٌ ’un sıfatıdır. 

مُق۪يمٌ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَسَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ وَيَحِلُّ عَلَيْهِ عَذَابٌ مُق۪يمٌ

 

Mekulü’l-kavle matuf olan cümle, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. İstikbal harfi  سَوْفَ , tehdit makamında cümleyi tekid etmiştir.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûlü  مَنْ ’in sılası, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Azabın ‘gelmek’ fiiline isnadı aklî mecazdır.

عَذَابٌ  kelimesi  يَأْت۪يهِ  fiilinin faili yapılarak kişileştirilmiştir. Azabın bir şahıs gibi gelecek olması azabın şiddetini, azametini artırmaktadır. Ayrıca ayette azabın tekrarlanması, mukim olmakla sıfatlanması onun korkunçluğunu tekid etmektedir.

يُخْز۪يهِ  cümlesi,  عَذَابٌ  için sıfattır. Muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüme işaret etmiştir.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

عَذَابٌ  kelimesinde irsâd sanatı vardır.

Ayetteki  مَنْ يَأْت۪يهِ [Kime gelecek]  ifadesi hususunda şu iki izah yapılmıştır:

a. Bunun başındaki  مَنْ  edatı,  اَيُّ  manasında bir istifhamdır. Buna göre sanki  فسوف تعلمون أينا يأتيه عذاب [Siz, o azabın hangimize geleceğini göreceksiniz.] denilmektedir. Bu izaha göre  مَنْ , mahallen merfû, mübteda olmuş olur.

b. Bu edat,  اَلَّذِينَ  manasınadır. Bu durumda o mahallen mansub olur.(Fahreddin er- Râzî) 

فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ  sözüyle yapılan tehdit; inkâr ve azarlamanın teferruatıdır. Mef’ûlun hazfi korku uyandırmak içindir. Arkadan gelen cümleyle açıklanmıştır. (Âşûr, Araf Suresi 123)

Zemahşerî, beyan ilminin pek çok güzellikler barındıran bir kolu olarak nitelediği konumuzda, atıf farkı dışında birbirleriyle aynı olan cümleleri karşılaştırmalı olarak inceleyerek önemli çıkarımlarda bulunur. Atıf yapılmadan, “سوف تعلمون …ileride bileceksiniz…” ve “ف  atfıyla  فسوف تعلمون …ileride bileceksiniz” cümlelerinin karşılaştırmasında, ikinci kullanımın vasl edatıyla yapılan açık (zâhir) bir vasl; birinci cümlede ise gizli (hafî) vasl olduğunu söyler. Gizli vasl durumu, öngörülen bir sorunun cevabı olmak üzere istînâf cümlesi olarak takdir edilir. Söz konusu kullanımda “Peki, biz yaptığımızı yapsak sen de yaptığını yapsan ne olacak?!” sorusu mukadderdir ve taraflar arası açık veya kapalı bir diyaloğa işaret eder.

Zemahşerî, cümleler ve üslubun hareketliliği (tefennün) üzerinde önemle durarak, istînâf takdirindeki cümlelerin daha belîğ olduğunu kaydeder. Müfessirin bu

görüşlerini, onun cümlenin mefhumu ve bağlamını esas alan en belirleyici düşüncesiyle birlikte değerlendirmek gerekir. Zira cümlelerdeki bu tefennün, esas itibarıyla anlamdaki tefennün ve farklı noktalara vurgunun bir yansımasıdır. (Zemahşerî, Keşşâf, II, 375 [Hûd Suresi, 39])

وَيَحِلُّ عَلَيْهِ عَذَابٌ مُق۪يمٌ  cümlesi, atıf harfi  وَ ’la sılaya atfedilmiştir. Muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

عَذَابٌ مُق۪يمٌ  [Kalıcı azab]’ın tenkiri; azabın bilemeyeceğimiz derecede korkunç olduğunu gösterir. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

عَذَابٌ  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. İki azap kelimesinin farklı azaplar olması sebebiyle aralarında tam cinas vardır.

فَسَوْفَ تَعْلَمُونَۙ  مَنْ يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ  [Rüsva edecek olan azabın geleceği kimseleri yakında bileceksiniz.] demektir. مَنْ يَأْت۪يهِ  [… geleceği kimse] ibaresindeki “azap” ile dünya azabını kasdetmektedir ki bu azap boğulmadır. عَذَابٌ مُق۪يمٌ [kalıcı azabın] yani ahiret azabının, kurtulması imkânsız olan borç ve hakkın inmesi gibi (kime ineceğini [yakında öğreneceksiniz) (Keşşâf)

Rezil edecek azap, boğulma azabıdır. Temelli azap da ebedi cehennem azabıdır.

Bu kelam, onlar için pek anlamlı bir tehdittir. (Ebüssuûd)


Hûd Sûresi 40. Ayet

حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُۙ قُلْنَا احْمِلْ ف۪يهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَاَهْلَكَ اِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ وَمَنْ اٰمَنَۜ وَمَٓا اٰمَنَ مَعَهُٓ اِلَّا قَل۪يلٌ  ...


Nihayet emrimiz gelip, tandır kaynamaya başlayınca (sular coşup taşınca) Nûh’a dedik ki: “Her cins canlıdan (erkekli dişili) birer çift, bir de kendileri hakkında daha önce hüküm verilmiş olanlar dışındaki âilen ile iman edenleri ona yükle.” Ama, onunla beraber sadece pek az kimse iman etmişti.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 حَتَّىٰ sonunda
2 إِذَا zaman
3 جَاءَ geldiği ج ي ا
4 أَمْرُنَا emrimiz ا م ر
5 وَفَارَ ve kaynadığında ف و ر
6 التَّنُّورُ tandır
7 قُلْنَا dedik ki ق و ل
8 احْمِلْ bindir ح م ل
9 فِيهَا ona
10 مِنْ
11 كُلٍّ her şeyden ك ل ل
12 زَوْجَيْنِ çifti ز و ج
13 اثْنَيْنِ ikişer ث ن ي
14 وَأَهْلَكَ ve aileni ا ه ل
15 إِلَّا dışındaki
16 مَنْ olanlar
17 سَبَقَ önceden س ب ق
18 عَلَيْهِ aleyhlerine
19 الْقَوْلُ hüküm verilmiş ق و ل
20 وَمَنْ ve
21 امَنَ iman edenleri ا م ن
22 وَمَا ve
23 امَنَ zaten iman etmemişti ا م ن
24 مَعَهُ onunla beraber
25 إِلَّا dışında
26 قَلِيلٌ çok az kimse ق ل ل
“Sular coşup yükseldi” şeklinde tercüme ettiğimiz “fâre’t-tennûr”, fışkırarak yeryüzünü kaplayan azgın suları ve selleri ifade eder (İbn Kesîr, IV, 254). Aynı ifade “Allah’ın gazabı şiddetlenince” veya azabın sabaha doğru geldiğini ifade etmek için “şafak atınca, sabah olunca” şeklinde de tercüme edilmiştir.
 Hz. Nûh geminin yapımını tamamlayınca beklenen azabın gelmekte olduğuna dair belirtiler gözükmeye başladı. Yer ve göklerin kapıları açıldı. Yerden sular fışkırıyor, gökten sular boşalıyordu. Bu durum Kamer sûresinde şöyle tasvir edilir: “Derken, göğün kapılarını bardaktan boşanırcasına inen bir yağmura açtık. Yerden de sular fışkırttık; derken sular önceden belirlenmiş bir iş için birleşti” (Kamer 54/11-12). Allah Nûh’a erkekli dişili olmak üzere hayvanlardan birer çiftini gemiye bindirmesini, inkârları sebebiyle boğulmayı hak edenler dışında kalan aile efradını ve diğer iman edenleri de gemiye almasını buyurdu. Ailesinden maksat yakınları yani eşleri, çocukları ve bunların eşleridir. Eşlerinin sayısı ve isimleri hakkında bilgimiz olmamakla birlikte kaynaklar onun Hâm, Sâm, Yâfes ve Yâm adlarında dört oğlu olduğunu kaydetmektedir (Taberî, XII, 42-45). Peygamberler tarihiyle ilgili eserlerde boğulan oğlunun adı Yâm, eşinin adı da Vâile olarak geçmektedir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 172

فار Fevera : فَوْرٌ galeyana gelmek ve şiddetle kaynamak demektir. Bu kelime parlamış ateş, tencere ve öfke için kullanılır. Türkçede de kullanılan fevr sözcüğü hemen/sıcağı sıcağına gibi manalara gelir. Fare anlamına gelen فاْرٌ sözcüğü de buradan gelir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de sadece 4 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri fevrîve feverandır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

تنّور Tennûr : تَنُّورٌ içinde ekmek pişirilen şeyin adıdır. Kuan-ı Kerim’de geçtiği iki ayeti kerimede de kelamın zahiri Nuh a.s. ‘a hitaben ”fırının kaynamaya başlamasından itibaren” demektir. Buradan da bundan muradın ya bizzat Hz. Nuh ‘un evindeki ona has bir tandır olduğu ya da O’nun gözü önünde olan bildiği bir fırın olduğu anlaşılmaktadır. Tennurun özelliği ise onun ateşten bir oda ve sıcaklık merkezi olduğudur. Aslında suyun kaynaması ( فارَ ) sözcüğüyle tennur arasında bir bağlantı yoktur ama bu kelimenin ( فارَ ) ekmeğin pişirildiği mahalle izafe edilmesinin amacı ekmeğin insan için en değerli yemek olmasıdır ve kaynama buradan başlamıştır, dolayısıyla bu da artık onların hayatlarının sona ermekte olduğuna bir işaretttir. (Tahkik) Kuran’ı Kerim’de tennûr olarak 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri tennure ve tandırdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُۙ 

 

حَتّٰٓى  ibtida harfidir.  حَتّٰٓى  edatı üç şekilde kullanılabilir: 

Harf-i cer olarak, başlangıç edatı olarak ve atıf edatı olarak. 

Burada ibtida (başlangıç) edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. Cümleye muzâf olur. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.

إِذَا ’dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a. إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b. إِذَا ’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır. (Bk. Meczum muzariler, Cümle Kuruluşu, s. 114, 118)

c.  Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 جَٓاءَ  şeklinde mazi sıyga ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اَمْرُنَا  fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَارَ التَّنُّورُ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la makabline (kendinden öncesine) matuftur. فَارَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. التَّنُّورُ  fail olup lafzen merfûdur. 


قُلْنَا احْمِلْ ف۪يهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَاَهْلَكَ اِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ وَمَنْ اٰمَنَۜ 

 

Cümle şartın cevabıdır. قُلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavl cümlesi  احْمِلْ ف۪يهَا ’dir.  احْمِلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت ’dir.

ف۪يهَا  car mecruru  احْمِلْ  fiiline müteallıktır.  مِنْ كُلٍّ  car mecruru  زَوْجَيْنِ ’in mahzuf haline müteallıktır.

زَوْجَيْنِ  mef’ûlun bih olup müsenna olduğu için ي ile mansubdur. اثْنَيْنِ  kelimesi  زَوْجَيْنِ ’nin sıfatı olup müsennaya mülhak olduğu için  ي  ile mansubdur.

اَهْلَكَ  kelimesi atıf harfi  وَ  ile  زَوْجَيْنِ ’ye matuftur.

اِلَّا  istisna harfidir.  مَنْ  müşterek ism-i mevsûl, müstesna olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

سَبَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  عَلَيْهِ  car mecruru  سَبَقَ  fiiline müteallıktır.  الْقَوْلُ  fail olup lafzen merfûdur.

مَنْ اٰمَنَ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la makabline (kendisinden öncesine) matuftur.

  

 وَمَٓا اٰمَنَ مَعَهُٓ اِلَّا قَل۪يلٌ

 

وَ  haliyyedir.  مَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اٰمَنَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.

مَعَ  mekân zarfı,  اٰمَنَ  fiiline müteallıktır.  هِ  zamiri muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اِلَّا  hasr edatıdır.  قَل۪يلٌ  fail olup lafzen merfûdur.

حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُۙ قُلْنَا احْمِلْ ف۪يهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَاَهْلَكَ اِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ وَمَنْ اٰمَنَۜ

 

حَتّٰٓى  burada ibtida harfidir. Akabindeki cümle, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart fiili olan  جَٓاءَ , müstakbel şart manalı zaman zarfı  إِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üsluptaki  وَفَارَ التَّنُّورُۙ  cümlesi, şart cümlesine matuftur.

Şartın cevabı olan …قُلْنَا احْمِلْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قُلْنَا  fiilinin mef’ûlü olan mekulü’l-kavl cümlesi  احْمِلْ ف۪يهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Müstesna konumunda olan ism-i mevsûl  مَنْ ’nin sılası olan  سَبَقَ عَلَيْهِ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İkinci ism-i mevsûl birinciye matuftur. Atıf sebebi temâsüldür.

Keşşâf sahibi şöyle demiştir: “Ayetin başındaki  حَتّٰٓى , kendisi ile yeni bir cümleye başlanılan ibtidaiyyedir. Burada, şart ve ceza cümlesinin başına gelmiş ve geçen ayetteki, “Ve (Nuh) gemiyi yapıyordu.” cümlesinin gayesi olmuştur. Yani “Nuh o gemiyi, vadedilen o tufan vakti gelinceye kadar yaptı.” demektir.”

Ayetteki,  جَٓاءَ اَمْرُنَا [emrimiz gelip]  ifadesindeki  اَمْرُ  kelimesi şu iki manaya muhtemeldir:

a. Allah Teâlâ, her şeyin kendi emri ile olduğunu beyan buyurmuştur. Nitekim O, “Bir şeyin olmasını dilediğimiz zaman sözümüz ancak ona ‘ol’ demektir. O da derhal oluverir.” (Nahl Suresi, 40) buyurmuştur. İşte bu ayetteki ”emir” ile de bu mana kastedilmiştir.

b. Bununla vadedilen o azap irade edilmiştir. (Fahreddin er-Râzî) 

وَفَارَ التَّنُّورُ  (Tandır kaynadı.) ifadesi, şiddetten kinayedir. Bu, Arapla­rın, tandır kızıştı, yani savaş başladı sözüne benzer. Bazı alimler  التَّنُّورُۙ  kelimesini, mecaz yoluyla ‘yeryüzü’ manasına almışlardır. (Safvetü’t Tefasir,  Müminun Suresi 27 )

Ayette geçen  التَّنُّورُۙ  ile ilgili çeşitli görüşler vardır: Bu, içinde ekmek pişirilen tandır manasındadır. Kelimenin, “İş şiddetlendi (hızlandı).” manasına olması da muhtemeldir. Nitekim Arapçada,”Tandır kızdı.” yani “(iş kızıştı)” denir.

Eğer denilse ki:  التَّنُّورُ  kelimesi elif-lam'lıdır, bu da o tandırın muhataplarca belli ve malum bir tandır olduğunu gösterir. Halbuki yeryüzünde böyle belli bir tandır yoktur. Dolayısıyla bunun, “İşin kızıştığını, suyun fışkırdığını gördüğün zaman hem kendini hem beraberindekileri kurtar.” manasına hamledilmesi gerekir. Biz cevaben deriz ki: “Bu tandır, Hz. Adem'in veya Hz. Havva'nın yahut da Allah'ın Nuh (as) için belirleyip gösterdiği bir tandır olup Cenab-ı Allah'ın ona, ‘Sen, o tandırdan su fışkırdığını gördüğünde bil ki iş tamamdır.’ demiş olması muhtemeldir. Böyle olması halinde ayetin lafzını zahiri manadan mecazi manaya çevirmeye gerek yoktur.” (Fahreddin er-Râzî) 

الْقَوْلُ ’deki marifelik ahd içindir. (Âşûr) 

 

وَمَٓا اٰمَنَ مَعَهُٓ اِلَّا قَل۪يلٌ

 

Hal konumundaki  مَٓا اٰمَنَ مَعَهُٓ  cümlesi menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Cümle kasrla tekid edilmiştir.  مَا  ve  اِلَّٓا  ile oluşan kasr, fiille fail arasındadır.  اٰمَنَ  maksûr/sıfat,  قَل۪يلٌ  maksûrun aleyh/mevsuftur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur. 

اٰمَنَ  - مَٓا اٰمَنَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.

اِلَّا - مَنْ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr,  مِنْ  ve  مَنْ  kelimeleri arasında ise cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Hûd Sûresi 41. Ayet

وَقَالَ ارْكَبُوا ف۪يهَا بِسْمِ اللّٰهِ مَجْرٰۭۙيهَا وَمُرْسٰيهَاۜ اِنَّ رَبّ۪ي لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ  ...


(Nûh), “Binin ona. Onun yüzüp gitmesi de durması da Allah’ın adıyladır. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالَ ve dedi ki ق و ل
2 ارْكَبُوا haydi binin ر ك ب
3 فِيهَا ona
4 بِسْمِ adıyladır س م و
5 اللَّهِ Allah’ın
6 مَجْرَاهَا yüzmesi de ج ر ي
7 وَمُرْسَاهَا ve durması da ر س و
8 إِنَّ şüphesiz
9 رَبِّي Rabbim ر ب ب
10 لَغَفُورٌ bağışlayıcıdır غ ف ر
11 رَحِيمٌ rahmet edicidir ر ح م

وَقَالَ ارْكَبُوا ف۪يهَا بِسْمِ اللّٰهِ مَجْرٰۭۙيهَا وَمُرْسٰيهَاۜ

 

وَ  istînâfiyyedir. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

Mekulü’l-kavli,  ارْكَبُوا dur.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

ارْكَبُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

ف۪يهَا  car mecruru  ارْكَبُوا  fiiline müteallıktır.

بِسْمِ اللّٰهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  مَجْرٰۭۙيهَا  muahhar mübteda olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مُرْسٰيهَا  atıf harfi  وَ la مَجْرٰۭۙيهَا ya matuftur.

بِ  harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık-bedel, istiane, zaman-mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بِسْمِ اللّٰهِ  kelimesindeki  بِ  harf-i ceri mülâbese içindir. (Âşûr) 


 اِنَّ رَبّ۪ي لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ

 

İsim cümlesidir.  إِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

رَبّ۪ي  kelimesi  اِنَّ ’nin ismidir, sonuna mütekellim ya’sı geldiği için takdiren mansubdur. Mütekellim  zamir  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  غَفُورٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.

رَح۪يمٌ  ise  اِنَّ ’nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur.

غَفُورٌ - رَح۪يمٌ  isimleri mübalağa sıygasındadır. Son derece affeden ve son derece merhamet eden, demektir.

Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَقَالَ ارْكَبُوا ف۪يهَا بِسْمِ اللّٰهِ مَجْرٰۭۙيهَا وَمُرْسٰيهَاۜ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

ف۪يهَا ’daki zamirden hal olan  بِسْمِ اللّٰهِ مَجْرٰۭۙيهَا  cümlesinde, takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  بِسْمِ اللّٰهِ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  مَجْرٰۭۙيهَا  muahhar mübtedadır.

بِسْمِ  kelimesinin Allah lafzına izafesi, ismin şeref ve itibarının yüksekliğini gösterir.

مَجْرٰۭۙيهَا - مُرْسٰيهَا  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için  اللّٰهِ  isminde tecrîd sanatı vardır. 

Gemiye binenlerin sayısının Hz. Nuh dışında yetmiş dokuz olduğu söylenir. Bunlar mümin olan eşi ve üç oğlu, yani Sam, Ham ve Yafes, bir de bunların hanımları, ayrıca erkek ve kadın toplam yetmiş kişi. (Beyzâvî)

Bu ayette geçen  مَجْرٰۭۙيهَا  kelimesinin okunuşuna dikkat edelim. Buradaki رْ  harfi ince okunur.

بِسْمِ اللّٰهِ  sözü; insanlığın ikinci atası tarafından söylenmiştir.


 اِنَّ رَبّ۪ي لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ

 

İstînâfiyye olarak gelmiştir.

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiştir. Faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin Rabb ismiyle gelmesi, Allah’ın rububiyyet sıfatını ön plana çıkarma  kastına matuftur.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için Rabb isminde tecrîd sanatı vardır. 

Allah’ın  غَفُورٌ  ve  رَح۪يمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder.

Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. 

غَفُورٌ -  رَح۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

Bu fasıla gibi tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri,  Ahkaf Suresi)

Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

رَبّ۪  ve  اللّٰهِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Hûd Sûresi 42. Ayet

وَهِيَ تَجْر۪ي بِهِمْ ف۪ي مَوْجٍ كَالْجِبَالِ وَنَادٰى نُوحٌۨ ابْنَهُ وَكَانَ ف۪ي مَعْزِلٍ يَا بُنَيَّ ارْكَبْۭۗ مَعَنَا وَلَا تَكُنْ مَعَ الْكَافِر۪ينَ  ...


Gemi, dağlar gibi dalgalar arasında onları götürüyordu. Nûh, ayrı bir yere çekilmiş olan oğluna, “Yavrucuğum, bizimle beraber sen de bin, inkârcılarla birlikte olma” diye seslendi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَهِيَ (Gemi)
2 تَجْرِي geçirirken ج ر ي
3 بِهِمْ onları
4 فِي içinden
5 مَوْجٍ dalgaların م و ج
6 كَالْجِبَالِ dağlar gibi ج ب ل
7 وَنَادَىٰ ve seslendi ن د و
8 نُوحٌ Nuh
9 ابْنَهُ oğluna ب ن ي
10 وَكَانَ ve o (idi) ك و ن
11 فِي
12 مَعْزِلٍ bir kenarda ع ز ل
13 يَا بُنَيَّ oğulcağızım ب ن ي
14 ارْكَبْ gel bin ر ك ب
15 مَعَنَا bizimle birlikte
16 وَلَا ve-
17 تَكُنْ olma ك و ن
18 مَعَ beraber
19 الْكَافِرِينَ kâfirlerle ك ف ر
Nihayet sular Allah’ın takdir ettiği seviyeye geldiğinde (Kamer54/12) gemi dağlar gibi dalgalar arasında yüzmeye başladı. Bu arada Hz. Nûh, kendisini yalanlayanlardan olup yalnız olarak bir kenara çekilmiş bulunan dördüncü oğlu Yâm’a (İbn Kesîr, IV, 256) babalık şefkat ve merhametiyle son olarak bir daha seslenip gemiye çağırdı. Oğlu babasının şefkat yüklü bu çağrısına kulak vermedi; çünkü olayın diğer tabii âfetler gibi bir afet olduğunu düşünüyor ve yüksek yerlere çıkarak kurtulabileceğini sanıyordu. Bu sebeple babasının çağrısına, “Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım” diye cevap verdi. Oysa olay tabii bir âfet değil, azgın bir kavmi cezalandırmak üzere Allah tarafından özel olarak gerçekleştirilmiş olağan üstü bir tûfandı ve Allah’ın emriyle yapılmış olan geminin dışında kalanlar bu tûfandan kurtulamayacaklardı. Ancak oğlunun kalbi katılaşmıştı, artık peygamber babanın öğütleri onu etkilemiyordu. Derken baba ile oğul arasına dağlar gibi dalgalar giriverdi, o da diğer inkârcılarla birlikte boğulanlardan oldu. 
 Tûfanın bütün dünyayı mı yoksa sadece Nûh kavminin yaşadığı bölgeyi mi kapsadığı konusunda farklı görüşler vardır. “Ve yalnız onun (Nûh’un) soyunu kalıcı kıldık” (Sâffât 37/77) meâlindeki âyet, suların o gün yeryüzünde mevcut olan insanların yaşadığı bütün bölgeleri kapladığı kanaatini (Elmalılı, IV, 2784) destekler gibi görünmektedir. Bununla birlikte bu tûfanın alanı hakkında Kur’an ve Sünnet’te sarih ve kesin bir delil bulunmadığı için bu ihtimallerin her biri mümkündür (bilgi için bk. es-Sâffât 75/82). Kesin olan bir şey varsa o da Nûh kavminin peygambere isyan etmesi sebebiyle tûfanda boğularak helâk olması, müminlerin ise Nûh peygamberle birlikte kurtulmuş olmalarıdır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 172-173

وَهِيَ تَجْر۪ي بِهِمْ ف۪ي مَوْجٍ كَالْجِبَالِ وَنَادٰى نُوحٌۨ ابْنَهُ وَكَانَ ف۪ي مَعْزِلٍ 

 

İsim cümlesidir.  وَ   istînâfiyyedir. Munfasıl zamir  هِيَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  تَجْر۪ي  fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

تَجْر۪ي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Fail müstetir olup takdiri هى ‘dir.

بِهِمْ  car mecruru  تَجْر۪ي ’deki failin mahzuf haline müteallıktır.  ف۪ي مَوْجٍ  car mecruru  تَجْر۪يdeki failin ikinci mahzuf haline müteallıktır.

كَالْجِبَالِ  car mecruru   مَوْجٍ  mahzuf sıfatına müteallıktır.

وَ  atıf harfidir.  نَادٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  نُوحٌ  fail olup lafzen merfûdur.

ابْنَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  itiraziyyedir. Haliyye olması da caizdir.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri  هو ’dir.  ف۪ي مَعْزِلٍ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.

نَادٰى  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  ندي ’dur.

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.


يَا بُنَيَّ ارْكَبْۭۗ مَعَنَا وَلَا تَكُنْ مَعَ الْكَافِر۪ينَ

 

Mahzuf sözün mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubdur. Takdiri;  نادى يقول يا بني şeklindedir.

يَا  nida harfidir.  بُنَيَّ  münada olup mukadder fetha ile mansubtur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Nidanın cevabı  ارْكَبْۭۗ dur.  ارْكَبْۭۗ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت dir.

مَعَ  mekân zarfı,  ارْكَبْۭۗ  fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَكُنْ  meczum, nakıs muzari fiildir.  تَكُنْ ’un ismi, müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

مَعَ  mekân zarfı,  تَكُنْ un mahzuf haberine müteallıktır.  الْكَافِر۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْكَافِر۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  كفر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَهِيَ تَجْر۪ي بِهِمْ ف۪ي مَوْجٍ كَالْجِبَالِ وَنَادٰى نُوحٌۨ ابْنَهُ 

 

Mübteda ve haberden müteşekkil cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin habere takdim edilmesi, hükmü takviye ve tahkik içindir. (Âşûr) 

Mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan  وَنَادٰى نُوحٌۨ ابْنَهُ  cümlesi, haber olan تَجْر۪ي  fiiline matuftur.

ف۪ي مَوْجٍ كَالْجِبَالِ  ibaresinde  كَ  teşbih harfidir. Dalga, dağa benzetilmiştir. Müşebbeh dalga, müşebbehün bih dağdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

ف۪ي مَوْجٍ  ifadesindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla dalga, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü dalga hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

وَهِيَ تَجْر۪ي بِهِمْ ف۪ي مَوْجٍ  [Dalgalar içinde akıp gitmenin] manası, o geminin dalgaların içinde olması anlamına gelir ki bu da boğulmayı gerektiren bir haldir. Şu halde bundan maksad şudur: O dalgalar, o gemiyi her taraftan kuşatınca o gemi âdeta o dalgaların içinde hareket eden bir şeye benzetilmiştir. (Fahreddin er-Râzî) 


 وَكَانَ ف۪ي مَعْزِلٍ 

 

وَ  itiraziyyedir.

كَانَ ’nin dahil olduğu cümlede, îcâz-ı hazif sanatı vardır.  ف۪ي مَعْزِلٍ ’nin amili olan  كَانَ ‘nin haberi, mahzuftur.

مَعْزِلٍ  kelimesi “Onu uzaklaştırdı.” anlamındaki  عزله عنه ifadesinden olup mef‘il veznindedir. Buna göre mana “Nuh’un oğlu, babasından da müminlerin bindiği şeyden de kendini uzaklaştırdığı bir yerde idi.” şeklinde olur. “O, babasının dininden uzakta idi.” anlamında olduğu da söylenmiştir. (Keşşâf)

Cenab-ı Hakk'ın “ayrı bir yere çekilmiş idi” ifadesine gelince bil ki Arapçada,  مَعْزِلٍ  kelimesi, “başka yerlerden ayrılmış, irtibatı kesilmiş yer” manasındadır. Bu kelimenin aslı  عَزْل  masdarı olup bunun manası “uzaklaşmak ve uzaklaştırmak”tır. Mesela sen, كنت بمعزل عن كذا  dersin. Yani “Ben falanca yerden uzak olan bir yerde idim.” Bil ki ayetteki bu tabir, Hz. Nuh'un oğlunun hangi yerden uzak bir yerde olduğuna delalet etmemektedir. İşte bundan ötürü alimler birkaç izah yapmışlardır:

a. O, gemiden uzak bir yerde idi. Çünkü o, dağın kendisini boğulmaktan koruyacağını zannediyordu.

b. O, babasından, kardeşlerinden ve kavminden uzak bir yerde idi.

c. O, kâfirlerden uzak bir yerde idi. Buna göre sanki o, kâfirlerden ayrı bulunuyordu. Bundan dolayı Hz. Nuh (as) da zannetmişti ki oğlu, kâfirlerden ayrılmayı istediği için böyle uzaklaşmıştı. (Fahreddin er-Râzî) 


يَا بُنَيَّ ارْكَبْۭۗ مَعَنَا وَلَا تَكُنْ مَعَ الْكَافِر۪ينَ

 

Cümle mahzuf bir sözün mekulü’l-kavli hükmündedir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı olan  ارْكَبْۭۗ مَعَنَا , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Menfi  كان nin dahil olduğu  لَا تَكُنْ مَعَ الْكَافِر۪ينَ  cümlesi, makabline matuftur. Nehiy üslubunda talebî inşaî isnad olan cümlede  كان nin haberinin hazfi icaz-ı hazif sanatıdır.

كان li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir 3/79)

كَانَ - لَا تَكُنْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır. 

مَعَ  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

بُنَيَّ - ابْنَهُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

بُنَيَّ  kelimesi  هُرَيْرَ  kelimesi gibi ism-i tasgirdir. Aslında üç tane  ي  harfi vardır. İlki ismi tasğirdeki  ي  harfi, ikincisi kelimenin aslındaki  ي  harfi, üçüncüsü de mütekellim ي ‘sıdır. Hafifletmek için mütekellim  ي ’sı hazf edilmiş, ism-i tasgir  ي ’sı da kelimenin aslındaki  ي  harfine idgam olmuştur.

ارْكَبْ مَعَنا  ifadesi, arz ve ikaz yoluyla onu imana çağırmak için kinayedir. (Âşûr)

 
Hûd Sûresi 43. Ayet

قَالَ سَاٰو۪ٓي اِلٰى جَبَلٍ يَعْصِمُن۪ي مِنَ الْمَٓاءِۜ قَالَ لَا عَاصِمَ الْيَوْمَ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِ اِلَّا مَنْ رَحِمَۚ وَحَالَ بَيْنَهُمَا الْمَوْجُ فَكَانَ مِنَ الْمُغْرَق۪ينَ  ...


O, “Ben, kendimi sudan koruyacak bir dağa sığınacağım” dedi. Nûh, “Bugün Allah’ın rahmet ettikleri hariç, O’nun azabından korunacak hiç kimse yoktur” dedi. Derken aralarına dalga giriverdi de oğlu boğulanlardan oldu.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ (O) dedi ki ق و ل
2 سَاوِي sığınacağım ا و ي
3 إِلَىٰ
4 جَبَلٍ bir dağa ج ب ل
5 يَعْصِمُنِي o beni korur ع ص م
6 مِنَ -dan
7 الْمَاءِ su- م و ه
8 قَالَ dedi ki ق و ل
9 لَا yoktur
10 عَاصِمَ kurtulacak ع ص م
11 الْيَوْمَ bugün ي و م
12 مِنْ -nden
13 أَمْرِ emri- ا م ر
14 اللَّهِ Allah’ın
15 إِلَّا dışında
16 مَنْ kimselerin
17 رَحِمَ merhanet ettiği ر ح م
18 وَحَالَ bu sırada girdi ح و ل
19 بَيْنَهُمَا aralarına ب ي ن
20 الْمَوْجُ bir dalga م و ج
21 فَكَانَ ve o da oldu ك و ن
22 مِنَ -dan
23 الْمُغْرَقِينَ boğulanlar- غ ر ق

قَالَ سَاٰو۪ٓي اِلٰى جَبَلٍ يَعْصِمُن۪ي مِنَ الْمَٓاءِۜ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

Mekulü’l-kavli,  سَاٰو۪ٓي اِلٰى جَبَلٍ dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

سَاٰو۪ٓي  fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.

سَاٰو۪ٓي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri, انا dir.

اِلٰى جَبَلٍ  car mecruru  سَاٰو۪ٓي  fiiline müteallıktır.

يَعْصِمُن۪ي  fiili, جَبَلٍ  sıfatı olarak mahallen mecrurdur.  يَعْصِمُن۪ي  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

Sonundaki  نِ  vikayedir  Muttasıl zamir  ى  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

مِنَ الْمَٓاءِ  car mecruru  يَعْصِمُن۪ي  fiiline müteallıktır.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

  

 قَالَ لَا عَاصِمَ الْيَوْمَ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِ اِلَّا مَنْ رَحِمَۚ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

Mekulü’l-kavli,  لَا عَاصِمَ الْيَوْمَ dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

لَا cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. İsmini nasb haberini ref eder.

عَاصِمَ  kelimesi  لَا ’nın ismi olarak mahallen mansubdur.  الْيَوْمَ  zaman zarfı,  مِنْ اَمْرِ اللّٰهِ ’nin  mahzuf haline müteallıktır.

مِنْ اَمْرِ  car mecruru  لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır. اللّٰهِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اِلَّا  istisna edatıdır. مَنْ  müşterek ism-i mevsûl, müstesna munkatı’ veya muttasıl olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  رَحِمَ dir. Îrabtan mahalli yoktur.

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.

İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

Not: Müstesna minh; a) Ya birden fazla olmalı, b) Ya umumi manalı bir kelime olmalı,

(Bir ismin umumi manalı olması için nefy, nehiy veya istifhamdan sonra nekre olarak gelmesi gerekir.), c) Ya da kısımları bulunan müfred bir lafız olmalı.

(Kısımları bulunan müfred: Mesela sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür… gibi isimlerdir.)

Not: Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubdur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.

İstisnanın kısımları üçe ayrılır:

1. Muttasıl istisna

2. Munkatı’ istisna

3. Müferrağ istisna

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَاصِمٍ  kelimesi sülâsî mücerred olan  عصم  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَحَالَ بَيْنَهُمَا الْمَوْجُ فَكَانَ مِنَ الْمُغْرَق۪ينَ

 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  حَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

بَيْنَ  mekân zarfı,  حَالَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هُمَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الْمَوْجُ  fail olup lafzen merfûdur.

فَ  atıf harfidir.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri  هو dir.  مِنَ الْمُغْرَق۪ينَ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.

الْمُغْرَق۪ينَ nin cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْمُغْرَق۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al  babının ism-i mef’ûludur.

قَالَ سَاٰو۪ٓي اِلٰى جَبَلٍ يَعْصِمُن۪ي مِنَ الْمَٓاءِۜ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli  سَاٰو۪ٓي اِلٰى جَبَلٍ  cümlesine dahil olan  سَ , istikbal harfidir. Müspet  muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

يَعْصِمُن۪ي مِنَ الْمَٓاءِ  cümlesi, جَبَلٍ  için sıfattır. Teceddüt ve tecessüm ifade eden muzari fiille gelmiştir. Sıfatlar, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

عْصِمُ  fiilinin dağa isnadı mecaz-ı aklîdir.


 قَالَ لَا عَاصِمَ الْيَوْمَ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِ اِلَّا مَنْ رَحِمَۚ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mekulü’l-kavl olan  لَا عَاصِمَ الْيَوْمَ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِ اِلَّا مَنْ رَحِمَ , cinsini nefyeden  لَٓا ’nın dahil olduğu isim cümlesidir.  لَٓا ’nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  مِنْ اَمْرِ  car mecruru  لَٓا ‘nın mahzuf haberine mütellıktır. Mekulü’l-kavl cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

Müstesna konumundaki ism-i mevsûl   مَنْ ’in sılası  رَحِمَۚ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Nefy harfi  لَا  ve istisna harfi  اِلَّٓا  ile oluşan kasr, cümleyi iki kez tekid etmiştir. Kasr fiille mef’ûlü arasındadır.  عَاصِمَ maksûr,  مَنْ رَحِمَۚ  maksûrun aleyhtir. Korunma, Allah’ın rahmet ettiği kimseye kasredilmiştir. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur.

Bu gün Allah’ın emrinden rahmet ettiği kimse hariç hiç kimse korunamaz gerçeği, لَا nefy harfi ile اِلَّا  istisna harfinin kasr oluşturmasıyla kesin olarak bildirilmiş oldu.

اَمْرِ اللّٰهِ  izafetinde, Allah ismine muzâf olan اَمْرِ  şan ve şeref kazanmıştır. 

سَاٰو۪ٓي - يَعْصِمُن۪ي  - رَحِمَ  ve  الْمَوْجُ  - الْمَٓاءِ  - الْمُغْرَق۪ينَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

يَعْصِمُن۪ي  - لَا عَاصِمَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatıvardır.

يَعْصِمُن۪ي  - عَاصِمَ  kelimelerinde istikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr,  قَالَ ’nin tekrarında reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır. 

Burada  عَاصِمَ  şeklinde gelen kelime ‘masum’ anlamındadır. Bu tabirin aslı  لَا مَعْصُومَ الْيَوْمَ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِ اِلَّا مَنْ رَحِمَۚ  şeklindedir. Çünkü burada “bugün kurtulan hiç kimse yoktur” denmek isteniyor. Böylece mübalağa yoluyla kâfirler için hiçbir kurtuluş ümidi olmadığı ifade edilmiştir. Aynı ayetteki  جَبَلٍ يَعْصِمُن۪ي  tabirinde de kurtarma fiili dağa isnad edilmiştir. Burada da sebebe isnad vardır. Çünkü dağ kurtarma fiilini işlemez, sadece kurtulmaya sebep olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Nuh'un oğlu, bu tufanın kâfirleri helak etmek için vuku bulduğunu ve o gün kâfirler için kurtuluş olmayacağını bilmiyordu. 

Nuh (as) oğluna, “Dağ, seni sudan koruyamaz!” diyecek yerde, “Bugün O'nun merhamet ettiğinden başka hiç kimse için Allah'ın emrinden kurtaracak yoktur.” demeyi tercih etmesi zat ve sıfat olarak bütün koruyucuları nefyetmek içindir.

Bir de Nuh'un (as), sözlerine  الْيَوْمَ /bugün kelimesini ilâve etmesi, o günün diğer felaket günleri gibi olmadığını belirtmek amacına yöneliktir.

Nuh (as), bu sözlerinde suyu. Allah'ın emri olarak ifade etmiştik ki bu emir, daha önce, حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَمْرُنَا [Nihayet emrimiz gelince tandır kaynadı.] cümlesinde işaret edildiği gibi Allah'ın azabı demektir.

Bu ifade tarzı,

1. İlâhî emrin şanını yüceltmek,

- Onun korkunçluğunu göstermek,

- Ondan diğer sular gibi bazı yerlere kaçmakla kurtulmayı vehmetmenin hata olduğuna dikkati çekmek,

- Ve nefyin illetini açıklamak içindir.

Çünkü Allah'ın emrine karşı gelinemez ve O'nun azabı geri çevrilemez. Ve bir de burada “O'nun merhamet ettiğinden başka” istisnasıyla korumayı Allah'a hasretmenin ön hazırlığı vardır.

“O'nun merhamet ettiğinden başka” denmesi,

- Önce ibham sonra tefsir;

- Önce icmal sonra tafsil ile Allah'ın şanını yüceltmek;

- Kurtuluşun sebebinin tamamen Allah'ın rahmeti olduğunu bildirmek içindir. Çünkü Allah'ın rahmeti, gazabının önündedir. (Ebüssuûd)


وَحَالَ بَيْنَهُمَا الْمَوْجُ فَكَانَ مِنَ الْمُغْرَق۪ينَ

 

İstînâfa matuf olan cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كَانَ ’nin dahil olduğu  فَكَانَ مِنَ الْمُغْرَق۪ينَ  cümlesi, makabline  فَ  ile atfedilmiştir. 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مِنَ الْمُغْرَق۪ينَ ’nin amili olan  كَانَ ’nin haberi mahzuftur.

حَالَ  fiilinin  الْمَوْج ’e isnadı, mecaz-ı aklîdir.

 
Hûd Sûresi 44. Ayet

وَق۪يلَ يَٓا اَرْضُ ابْلَع۪ي مَٓاءَكِ وَيَا سَمَٓاءُ اَقْلِع۪ي وَغ۪يضَ الْمَٓاءُ وَقُضِيَ الْاَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّ وَق۪يلَ بُعْداً لِلْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ  ...


“Ey yeryüzü! Yut suyunu. Ey gök! Tut suyunu” denildi. Su çekildi, iş bitirildi. Gemi de Cûdî’ye oturdu ve “Zalimler topluluğu, Allah’ın rahmetinden uzak olsun!” denildi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقِيلَ ve denildi ق و ل
2 يَا أَرْضُ yer ا ر ض
3 ابْلَعِي çek ب ل ع
4 مَاءَكِ suyunu م و ه
5 وَيَا سَمَاءُ gök س م و
6 أَقْلِعِي sen de tut ق ل ع
7 وَغِيضَ ve çekildi غ ي ض
8 الْمَاءُ su م و ه
9 وَقُضِيَ ve bitirildi ق ض ي
10 الْأَمْرُ ا م ر
11 وَاسْتَوَتْ ve oturdu س و ي
12 عَلَى üzerine
13 الْجُودِيِّ Cudi’nin
14 وَقِيلَ ve denildi ق و ل
15 بُعْدًا yok olsun ب ع د
16 لِلْقَوْمِ topluluğu ق و م
17 الظَّالِمِينَ zalimler ظ ل م
Hz. Nûh’un gemisi dalgalar arasında ne kadar zaman kaldı? Bu sorunun cevabı da kesin olarak bilinmemektedir. Hz. Nûh zamanından beri semavî dinlerde makbul bir gün olarak değerlendirilen âşûrâ gününün önemine işaret eden Taberî’nin naklettiği bir rivayete göre Hz. Nûh receb ayının ilk gününde gemiye binmiş, altı ay sonra Muharrem ayının10’unda âşûrâ günü gemi Cûdî denilen dağda karaya oturmuştur (XII, 47; âşûrâ hakkında bilgi için bk. Yusuf Şevki Yavuz, “Aşûra”, DİA, IV, 24). Ancak bu konuda da en güvenilir yol Kur’an’ın verdiği bilgilerle yetinmektir. Nûh’un gemisi Allah’ın dilediği kadar su üzerinde kaldıktan sonra yüce Allah göklere suyunu tutmasını, yerlere de suyu çekmesini emretti. Böylece sular çekildi, hüküm yerini bulmuş oldu, gemi Cûdî dağında karaya oturdu, Hz. Nûh’un duasında istediği gibi yeryüzünde yürüyen bir tek kâfir kalmamak üzere tamamı yok olup gitti. Âyetteki “zalimler” ifadesinden kavmin helâk oluş sebebinin zulüm yani Allah’a ortak koşup putlara tapmak ve peygambere isyan etmek olduğu anlaşılmaktadır.
 Üzerinde Nûh’un gemisinin oturduğu bildirilen Cûdî dağı Güneydoğu Anadolu bölgesinde Türkiye-Irak sınırına 15 km. uzaklıkta, Dicle ırmağının kıyısında bulunan Cizre’nin 32 km. kuzeydoğusunda, Şırnak il merkezine 17 km. mesafededir. Gerek Cûdî dağının yapısı gerekse konuyla ilgili tarihî bilgi ve rivayetler, âyette geminin “üzerine oturduğu” bildirilen Cûdî dağının bu dağ olduğu şeklindeki kanaati destekler mahiyettedir (bilgi için bk. Hikmet Tanyu, “Cûdî Dağı”, DİA, VIII, 79). Kitâb-ı Mukaddes’e göre gemi Ararat (Ağrı) dağına oturmuştur (Tekvîn, 8/4).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 173

قلع Qale’a : Kelimedeki asıl anlam bir şeyi hiçbir şey bırakmazsızın köküden söküp çıkarmaktır. Ağacı kökünden sökmek , taşı temelinden çıkarmak , komutan ya da emiri yerinden ve makamından azletmek veya hummanın bedenden tamamen atılması fiilin kullanım yerlerindendir. Dolayısıyla meallerin çoğunda geçtiği gibi mana tutmak değildir. Yani ayeti kerime, senden inen suyunu buharlaşma veya herhangi bir şekilde arzda hiç kalmayana dek çek ve çıkar demektedir. (Tahkik) Kuran’ı Kerim’de sadece 1 kez Hud suresi kırkdördüncü ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli kaledir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

جود Cevede : Kuran- ı Kerim’de geçen جُودِي kelimesinin Musul ile Cizre arasındaki bir dağın adı olduğu söylenmiştir. Asıl olarak جُود ‘a mensup anlamına gelir. جَوادٌ ise mal olsun ilim olsun elinde bulunan şeyin tamamını harcamak/ihsanda bulunmaktır. Bu açıdan Türkçede de kullandığımız Cevad ismi cömert anlamındadır. At için de cevad sıfatını kullanmak onun koşmada var olan gücünü sarfetmesi sebebiyle asil bir at olduğunu belirtmek itibarıyladır, çoğulu da جِيادٌ şeklinde gelir. Yine bol yağmura جَوْدٌ ; ata جَوْدَةٌ ; mala da جُودٌ denir. Bu kökten gelen ceyyidun جَيِّدٌ sözcüğü de iyi, güzel veya münasip oldu demektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de iki türevde olmak üzere sadece 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri Cûdi (dağı), Cevat,Câvit, Cevdet ve tecviddir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَق۪يلَ يَٓا اَرْضُ ابْلَع۪ي مَٓاءَكِ وَيَا سَمَٓاءُ اَقْلِع۪ي وَغ۪يضَ الْمَٓاءُ وَقُضِيَ الْاَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّ

 

وَ  istînâfiyyedir.  ق۪يلَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.

يَٓا اَرْضُ  cümlesi naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

يَٓا  nida harfidir.  اَرْضُ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı  ابْلَع۪ي مَٓاءَكِ ’dir.

ابْلَع۪ي  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Faili muhataba ي ’sıdır.

مَٓاءَكِ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَا سَمَٓاءُ اَقْلِع۪ي  cümlesi atıf harfi  وَ ’la makabline (kendisinden öncesine) matuftur.

وَ  atıf harfidir.  غ۪يضَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  الْمَٓاءُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur.

وَ  atıf harfidir.  قُضِيَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. الْاَمْرُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur.

وَ  atıf harfidir.  اسْتَوَتْ  mahzuf elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. تْ  te’nis alametidir. Fail müstetir olup takdiri  هى ’dir.

عَلَى الْجُودِيِّ  car mecruru  اسْتَوَتْ  fiiline müteallıktır.

اسْتَوَتْ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  سوي ’dır.

Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar. 

وَق۪يلَ بُعْداً لِلْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  ق۪يلَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

بُعْداً  mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Takdiri;  ابعدوا  veya  بعدوا  şeklindedir.  لِلْقَوْمِ  car mecruru  بُعْداً ’e müteallıktır. 

الظَّالِم۪ينَۙ  kelimesi  لِلْقَوْمِ nin sıfatı olup cer alameti  ى dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanırlar.

الظَّالِم۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  ظلم  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَق۪يلَ يَٓا اَرْضُ ابْلَع۪ي مَٓاءَكِ وَيَا سَمَٓاءُ اَقْلِع۪ي وَغ۪يضَ الْمَٓاءُ وَقُضِيَ الْاَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mef’ûle dikkat çekmek için meçhul bina edilen  قٖيلَ  fiilinin mekulü’l-kavli  يَٓا اَرْضُ ابْلَع۪ي مَٓاءَكِ , nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı olan  ابْلَع۪ي مَٓاءَكِ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Aynı üslupta gelen  وَيَا سَمَٓاءُ اَقْلِع۪ي وَغ۪يضَ الْمَٓاءُ  cümlesi, nida cümlesine matuftur.

يَٓا اَرْضُ ابْلَع۪ي مَٓاءَكِ  cümlesiyle   وَيَا سَمَٓاءُ اَقْلِع۪ي وَغ۪يضَ الْمَٓاءُ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

اَرْضُ - سَمَٓاءُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab (Âşûr) ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan وَقُضِيَ الْاَمْرُ  cümlesi ve akabindeki aynı üslupla gelen  وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّ  cümlesi, istinafa atfedilmiştir.

Arza verilen emir, yeryüzündeki tufan suyunu yutması içindir yoksa yeryüzündeki pınarların ve ırmakların suları için değildir.

Burada su, daha önce olduğu gibi Allah'ın emri olarak ifade edilmemiştir. Çünkü bu makam, eksiltme ve azaltma makamıdır; tazim ve korkutma makamı değildir. (Ebüssuûd) 

Hûd Suresinin bu ayeti birçok bedî’ sanatı bünyesinde toplayarak ibda sanatının en güzel örneğini oluşturmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Bu ayet-i kerimedeki îcazı Beyzâvî şöyle izah eder: Bu ayet, lafızlarının azametinden, nazmının güzelliğinden ve maksadı ifadede herhangi bir karışıklığa meydan vermeden son derece veciz bir ifade ile olayın künhüne delaletinden dolayı fesahatın en üst derecesindedir. Ayetteki fiillerin faillerinin açıktan getirilmeyişinde, failin (Allah’ın) büyüklüğüne ve zikredilmeye ihtiyaç duymayacak derecede haddi zatında malum olduğuna işaret vardır. Zira bu gibi fiilleri yapmaya bir ve tek olan Allah’tan başka hiç kimsenin gücünün yetmeyeceği bilindiğinden, aklın bu failden başkasına gitmeyeceği aşikardır. (Beyzâvî, III, 237)

يَٓا اَرْضُ ابْلَع۪ي مَٓاءَكِ  ve يَا سَمَٓاءُ اَقْلِع۪ي  cümlelerinde geçen yerle gök arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.  ابْلَع۪ي (çek) ile  اَقْلِع۪ي  (tut ) kelimeleri arasında da nakıs cinas vardır. Bunların her ikisi de edebi sanatlardandır. (Safvetü’t Tefasir, Âşûr)

ق۪يلَ  [Denildi ki] ifadesinden sonra murad olunan şeyin meydana gelmesi bir mecâzî ifade ile ortaya konmuş oldu. Böylece mecaz karînesi, cansız varlıklara seslenme ifadesi oldu ki bu ifade de:

يَٓا اَرْضُ [Ey yer]  ve يَٓا اَرْضُ [Ey gök]  ifadeleridir. Sonra da her ikisine seslenerek: “Ey yer ve ey gök” diye buyurdu. Bu da ismi geçen benzetmeye uygun bir istiâre yolu ile olmuştur.

Daha sonra yine bir istiâre yoluyla suyun yer tarafından yutularak yerin derinliklerine çekilmesinden, bu iradeden söz edilmiştir. Yerin suyu yutması ise yiyecek maddelerinde ikisi arasında var olan cazibe ya da çekim gücü sayesindeki bir şeye istiare yoluyla bir benzetme getirmektedir.

Bu da söz konusu suyun gizli bir yere çekilip karar kurmasıdır. Daha sonra ise su, gıdaya benzetilerek gıda için istiare yapılmıştır. Tıpkı yemek yiyen bir kimse nasıl ki yedikleriyle güç kazanıp gıda alıyorsa burada da istiare yoluyla yeryüzündeki bitkilerin su sayesinde güç kazanıp meydana gelmesi, bir benzetme olarak gösterilmiştir.

Yani istiare yapılmıştır. Bundan sonra ise  مَٓاءَكِ [suyunu]  diye buyurmuştur.

Yani suyun yerle bitişik olması sebebiyle suyu yere mecazî manada suyu izafe ederek tıpkı mülk sahibine yani malike mülkün bitiştirmesi gibi bir ifade tarzıyla sunmuştur. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl, Âşûr) .

اسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّ  ibaresinin gerçek anlamı,  جَلَسَتْ عَلَى الْمَكَانِ  [O yere oturdu] şeklindedir. Ancak burada özgün olan lafızdan vazgeçilip onun yerine redifi olan  اِسْتَوَى  kelimesi getirilmiştir. Gerçek lafızdan vazgeçilmesinin sebebi, irdâf lafzı olan  اِسْتَوَى  fiilinin “kaymadan ve eğilmeden bir mekâna oturmayı” ifade etmesidir. Bu anlam, “oturdu” anlamındaki  جَلَسَتْ  ve  قَعَدَتْ  kelimelerinde yoktur. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belagatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları) 

Bu ayette cümleler, belâgatın gerektirdiği şekilde en önemli olandan başlayarak nesak vâv’ı ile birbirine atfedilmiştir. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî‘ İlmi ve Sanatları) 

Nuh (as) ve kavmini anlatan bu ayette aradaki atıf harfleriyle birbirini tamamlayan ve müstakil olarak değerlendirildiğinde de anlamı tamamlanmış cümleler söz konusudur. Şüphesiz ki bir kurtuluşun olacağını bilen insanların bu işin nasıl gerçekleşeceği konusunda bir fikirleri yoktu. Muhataba gemide bulunan insanların hapis kaldıkları düşüncesini vermeden, gerçekleşen olayların kronolojik sıralaması esas alınarak anlatılması ve sonuçta olay üzerinden geminin kalıntılarının sonraki nesiller için ibret alınacak şekilde bırakıldığının ifade edilmesi ve olayda hak edenlerin dışındakilerin zarar görmüş olma ihtimalini düşündürmeden helakın sadece zalimleri kapsadığının bildirilmesi ayetteki cümlelerde mükemmel bir dizaynın olduğunu göstermektedir. (İbn Ebi’l-İṣba‘, Bedî‘u’l-Kur’an, s. 164; a.mlf., Taḥrîru’t Taḥbîr, s. 425)

وَقُضِيَ الْاَمْرُ  şeklindeki temsil, son derece vecizdir. Bunun gerçek anlamı, “Helakine hükmedilen helak oldu ve kurtulması takdir edilen kurtuldu.” şeklindedir. Burada iki nedenden dolayı özel lafızdan vazgeçilip temsil lafzı tercih edilmiştir:

a. Birincisi, îcaz belâgatınden dolayı lafzı kısaltmak.

b. Helak ve kurtuluşun, itaat edilen emir olmalarıdır.

Çünkü emir, bir amiri gerektirir ve amirin hüküm vermesi de onun kudretine ve memurun tâatine delâlet eder. Bu mana, özel lafızla elde edilemez. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları) 

Allah Teâlâ’nın bu ayetinde 23 kadar bedî‘ sanatı olduğu söylenmiştir:

1. Tenâsüp: ابْلَعِي [yut] ve قْلِعِي [tut] kelimeleri arasında tam bir münasebet (tenâsüp) vardır.

2. İstiare: ابْلَعِي [yut] ve  اَقْلِع۪ي [tut] kelimelerinde istiare vardır.

3. Tıbâk: اَرْضُ [yer] ve  سَمَاءُ [gök] kelimeleri arasında tıbâk vardır.

4. Mecaz: يَا سَمَاءُ [ey gök] ifadesi mecazdır. Hakikati, يَا مَطَرُ [ey yağmur] ifadesidir.

5. İşaret: وَغِيضَ الْمَاءُ [su azaldı] ifadesinde işaret vardır. Bununla birçok mana ifade edilmiştir. Çünkü gök yağmurunu kesinceye ve yer kendisinden çıkan kaynakları

yutuncaya kadar su azalmaz.

6. İrdâf: اسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيّ [Cudi’ye oturdu] ifadesinde irdâf vardır. Bununla onun bir mekâna yerleşmesi kastedilmiştir.

7. Temsil: وَقُضِيَ الْاَمْرُ [iş bitirildi] ifadesinde temsil vardır. Konudan uzak bir lafız vasıtasıyla helak olanların helak oluşu ve kurtulanların kurtuluşu kastedilmiştir.

8. Ta‘lil: Suyun azalması, istivânın (oturmanın) illetidir.

9. Taksim: Suyun azalma durumundaki kısımları tam olarak sayılmıştır.

10. İhtiras: وَقِيلَ بُعْداً لِلْقَوْمِ الظَّالِمِينَ [“Zalimler topluluğu yok olsun!” denildi] ifadesinde ihtiras sanatı vardır. Çünkü bu dua, zayıf ihtiras yoluyla onların helaki hak ettiklerini

bildirmektedir. Zira boğulma genel olduğu için hak etmeyenleri de kapsadığı izlenimini vermektedir.

11. İnsicam: Ayet, uyumlu olarak akan su gibi insicâmlı (uyumlu) bir şekilde

gelmiştir.

12. Hüsn-i nesak: Allah Teâlâ, kıssayı birbiri üzerine atfederek güzel bir tertiple anlatmıştır.

13. İ’tilâfu’l-lafz ma‘a’l-ma‘nâ: Her lafız, başka lafzın manası olmaya elverişli değildir.

14. Îcaz: Allah Teâlâ, bu ayette emretmiş, yasaklamış, haber vermiş, seslenmiş, nitelendirmiş, isimlendirmiş, helâk etmiş, bâkî bırakmış, mesut kılmış ve bedbaht

yapmıştır. Eğer bunların hepsini ayrıntılı olarak anlatsaydı, kalemler yetişmezdi.

15. Teshîm: Ayetin başı sonuna delalet etmektedir.

16. Tehzîb: Ayetin kelimeleri güzellik sıfatlarına sahiptirler. Zira her bir lafzın telaffuz edilmesi kolaydır, onlarda fesahat güzellikleri vardır, birbiriyle uyuşmazlıktan

beri ve karmaşık terkiplerden uzaktırlar.

17. Hüsn-i beyan: Dinleyici kelimelerin anlamlarını anlamakta hiçbir sıkıntı çekmez.

18) İtiraz: Bu da, وَغِيضَ الْمَاءُ [su azaldı] ve  اسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيّ [Cudi’ye oturdu] sözleridir.

19. Kinaye: Suyu kimin azalttığı, işi kimin bitirdiği, gemiyi kimin oturttuğu, “yok olsun!” sözünü kimin söylediği açıkça ifade edilmemiştir. Yine ayetin başındaki “Ey

yer, suyunu yut ve ey gök tut!” sözünü kimin söylediği de açıkça belirtilmemiştir.

20. Tariz: Allah Teâlâ, elçileri zulmen yalanlamayı âdet edinmiş kimselere, bu tufanın ve yıkıcı tablonun sadece kendi zulümleri sebebiyle başlarına geldiğini ima

etmiştir.

21. Temkin: Fâsıla yerli yerindedir.

22. Müsâvât: Ayetin lafzı manasından fazla değildir.

23. İbdâ‘: Bu ayet birçok belâgat özelliğini içermesi bakımından eşsizdir. Hatta bazıları bu ayette 150 sanat bulunduğunu söylemiştir. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belagatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları) 

Görüldüğü gibi beşerin benzerini söylemekten aciz olduğu îcazın zirvesindeki bu ayeti Beyzâvî de gayet veciz ifadelerle tefsir eder ve îcazın ihlalden yani maksadı ifadede karışıklığa meydan vermekten uzak olması gerektiğine işaret eder.

”اَرْضُ ابْلَع۪ي  ve  سَمَٓاءُ اَقْلِع۪ي  tabirleri istiaredir. Çünkü yere ve göğe emir verilmesi veya hitap edilmesi doğru değildir. Emir ve hitap sadece akıllı olana yapılır, yalnız anlayış ve kavrayış sahibine yöneltilir. Onun için bu emirle kastedilen, Allah Teâlâ’nın kudretinin büyüklüğünü; emir, idare ve tedbirinin ifa ve etkileme hızını belirtmektedir. Allah Teâlâ’nın اِنَّمَا قَوْلُنَا لِشَيْءٍ اِذَٓا اَرَدْنَاهُ اَنْ نَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ۟ “Biz bir şeyin (olmasını) istediğimiz zaman ona (söyleyecek) sözümüz ‘ol’ dememizdir. O da hemen oluverir.” (Nahl Suresi, 40) sözü gibidir. Buradaki “Ol!” emri, Allah Teâlâ’nın emirlerinin/işlerinin zahmet, külfet, yorgunluk ve meşakkat çekilmeden meydana geldiğini bildirmektedir. Bu sözde bir başka ince fayda daha bulunmaktadır. Şöyle ki Allah Teâlâ’nın “Ey yer, suyunu yut! Ve ey gök suyunu tut!” sözü,  يَا اَرْضُ اَذْهَبِي بِمَاءِكِ [Ey yer suyunu gider!’]  ifadesinden daha beliğdir. Çünkü “yutma”da (ابْلَع۪ي) suyun hızla giderilip yok edildiğine delil bulunmaktadır. Nitekim birinin, midesine yemeği hızla indirmesini istediğinde ona söylediğin  اِبْلَغْ هَذَا اَلطَّعَامَ [bu yemeği, yut ] şeklindeki sözün,  كُلْ هَذَا  اَلطَّعَامَ  (bu yemeği ye) sözünden daha beliğdir. Yine Allah Teâlâ’nın وَيَا سَمَٓاءُ اَقْلِع۪ي (Ey gök suyunu tut) sözü de böyledir. Çünkü buradaki “tutma (اَقْلِع۪ي)” “açılma (اِنْجِلَا)” lafzından daha beliğdir. Çünkü “yutma (ابْلَع۪ي)” ile ilgili olarak söylediğimiz gibi “tutma da (اَقْلِع۪ي)” ile bulutun hızla giderilmesi anlamı da bulunmaktadır. Bu ise ilâhi kudretin nüfuz ve işlerliğini, durmadan ve beklemeden emirlerine boyun eğilmesindeki sürati daha iyi anlatmaktadır. Buna ilave olarak  اَقْلِع۪ي  ve  ابْلَع۪ي  lafızları arasındaki sesteşlikle (el- müzâvece) de hayranlık verici belâgat ve yüce fesahat örneği bulunmakta olup Kur’an’da bunun sayılamayacak kadar örneği vardır. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)  

(Allah Teâlâ’nın emir ve işlerinin gerçekleşme kolaylığı ve etki hızının, ’’ol’’ sözünü söyleme hızı ve kolaylığı ile temsil edilmiş olduğu anlatılmaktadır)


وَق۪يلَ بُعْداً لِلْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ

 

İstînâfa matuf olan cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mef’ûle dikkat çekmek için meçhul bina edilen  قٖيلَ  fiilinin mekulü’l-kavli  بُعْداً لِلْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen beddua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

بُعْداً  mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakıdır. Takdiri;  ابعدوا  veya  بعدوا  şeklindedir. Mef’ûlü mutlakın amilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

الظَّالِم۪ينَ  kelimesi  لِلْقَوْمِ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

ق۪يلَ  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

O zalimler için de “kahrolası” denildi. Burada zulüm vasfının zikredilmesi, helak sebebini bildirmek, daha önceki “Ve zulmedenler hakkında Bana bir şey söyleme.” emrini hatırlatmak içindir. (Ebüssuûd)

 
Hûd Sûresi 45. Ayet

وَنَادٰى نُوحٌ رَبَّهُ فَقَالَ رَبِّ اِنَّ ابْن۪ي مِنْ اَهْل۪ي وَاِنَّ وَعْدَكَ الْحَقُّ وَاَنْتَ اَحْكَمُ الْحَاكِم۪ينَ  ...


Nûh, Rabbine seslenip şöyle dedi: “Rabbim! Şüphesiz oğlum da âilemdendir. Senin va’din elbette gerçektir. Sen de hükmedenlerin en iyi hükmedenisin.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَنَادَىٰ ve seslendi ن د و
2 نُوحٌ Nuh
3 رَبَّهُ Rabbine ر ب ب
4 فَقَالَ ve dedi ki ق و ل
5 رَبِّ Rabbim ر ب ب
6 إِنَّ şüphesiz
7 ابْنِي oğlum ب ن ي
8 مِنْ
9 أَهْلِي benim ailemdendir ا ه ل
10 وَإِنَّ ve şüphesiz
11 وَعْدَكَ senin vaadin و ع د
12 الْحَقُّ haktır ح ق ق
13 وَأَنْتَ ve sen
14 أَحْكَمُ en iyi hükmedenisin ح ك م
15 الْحَاكِمِينَ hükmedenlerin ح ك م
Nûh’un oğlu iman etmediği için onun kendi ailesinden sayılmadığı, iman olmayınca tek başına kan bağının birçok hak ve ödev için yeterli olmadığı bildirilmektedir. Çünkü inkârcıları kurtarmak Hz. Nûh’un gönderiliş hikmetine aykırıydı. Nûh insanları bir olan Allah’a iman etmeye ve O’ndan başkasına kulluk etmemeye çağırmak, onları inkârcılık ve putperestlikten kurtarmak için gönderilmiştir. Oysa onlar peygambere isyan ve işkence etmişler, hatta davetine son vermediği takdirde onu öldüreceklerini söylemişlerdir. Artık böyle zalimlerin kurtuluşu söz konusu değildir. Bu sebeple yüce Allah, hakkında bilgi sahibi olmadığı bir şeyi kendisinden istememesi hususunda Nûh’u uyarmakta ve onun gibi büyük bir peygamberin bu tür isteklerden sakınmasını ve cahillerden olmamasını tavsiye etmektedir. Bu uyarı Hz. Nûh’un bir iman zaafına düştüğü anlamına gelmez. Nitekim kendisinin bu uyarıya verdiği karşılık onun Allah’a teslimiyetinin ne kadar güçlü olduğunu göstermektedir. Şüphesiz o da diğer peygamberler gibi bir beşer olarak çocuk sevgisi ve benzeri insanî duygulara sahipti. Oğlunun tûfandan kurtulması için Allah’a yalvarması da bu duygudan kaynaklanıyordu. Cenâb-ı Allah bir peygamberin inkârcı biri hakkında böyle bir istekte bulunmasının doğru olmadığını bildirdi ve böyle hatalara düşmemesini tavsiye etti. Nitekim Hz. Peygamber’e de buna benzer bir uyarı yapılmıştır (bk. Tevbe 9/113). İbn Âşûr, Hz. Nûh’un bu isteğinin gemi karaya oturduktan sonra ve oğlunun dünyada kurtulmasından ümidini kesmiş olduğu bir anda gerçekleştiğini dikkate alarak Nûh’un bu talebinin oğlunun âhirette bağışlanmasına yönelik olduğu kanaatine varmıştır (XII, 83-85).

وَنَادٰى نُوحٌ رَبَّهُ فَقَالَ رَبِّ اِنَّ ابْن۪ي مِنْ اَهْل۪ي وَاِنَّ وَعْدَكَ الْحَقُّ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  نَادٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  نُوحٌ  fail olup lafzen merfûdur.

رَبَّهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  atıf harfidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

Mekulü’l-kavli,  رَبِّ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

Nida harfi ve muzâfun ileyh mahzuftur.  رَبِّ  kelimesinin sonundaki esre, mütekellim zamirinden ivazdır.

Nidanın cevabı  اِنَّ ابْن۪ي مِنْ اَهْل۪ي ’dir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

ابْن۪ي  kelimesi  اِنَّ ‘nin ismi olup mukadder fetha ile mansubtur, muttasıl zamir  ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مِنْ اَهْل۪ي  car mecruru  اِنَّ ’nin  mahzuf haberine müteallıktır.

اِنَّ وَعْدَكَ الْحَقُّ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la nidanın cevabına matuftur.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

وَعْدَكَ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mansubdur.

الْحَقُّ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.


 وَاَنْتَ اَحْكَمُ الْحَاكِم۪ينَ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir  اَنْتَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَحْكَمُ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.

الْحَاكِم۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْحَاكِم۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  حكم  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَنَادٰى نُوحٌ رَبَّهُ فَقَالَ رَبِّ اِنَّ ابْن۪ي مِنْ اَهْل۪ي وَاِنَّ وَعْدَكَ الْحَقُّ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  وَنَادٰى نُوحٌ رَبَّهُ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَ  ile makabline atfedilen  قَالَ رَبِّ  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  رَبِّ اِنَّ ابْن۪ي مِنْ اَهْل۪ي  cümlesi ise nida üslubunda talebî inşaî isnaddır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Nida harfi ve muzâfun ileyhin hazfi, mütekellimin, münadaya yakın olma isteğine işarettir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

رَبَّهُ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan Nuh’a (as) ait  هُ  zamiri, şan ve şeref kazanmıştır. (Âşûr) 

Nidanın cevabı olan  اِنَّ ابْن۪ي مِنْ اَهْل۪ي  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır.  اِنَّ ‘nin haberi mahzuftur.  مِنْ اَهْل۪ي  bu mahzuf habere müteallıktır.

Aynı üslupta gelerek nidanın cevabına matuf olan  اِنَّ وَعْدَكَ الْحَقُّ  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır. (Âşûr)

اِنَّ وَعْدَكَ الْحَقُّ  cümlesi lâzım-ı faide-i haberdir. Allah’ın vaadinin hak olduğunu bilirler. (Âşûr) 

Her iki cümledeki müsnedün ileyhin izafetle marife olması veciz ifade kastına matuftur.

Nidanın cevabı, haberî isnad olmasına rağmen dua manasında olduğu için muktezâ-i zâhirin hilafına durum oluşmuştur. Dolayısıyla mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

الْحَقُّ  şeklindeki müsnedin marife olması; ona bağlı olan şeyin gerçek olduğunu temin eder. Gerçek olan da onun vaadidir. Yoksa mutlak hak olması değildir. Bu marifelikte mübalağa kastı da vardır. 

وَعْدَكَ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  وَعْدَ , şan ve şeref kazanmıştır.

رَبَّ  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. 

نَادٰى  fiili, ‘istedi’ manasında sebebiyet alakasıyla mecaz-ı mürseldir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Burada hak olduğu ifade edilen vaat ya o kurtarma vaadidir ya da bütün ilâhî vaatler haktır; aksinin olması mümkün değildir. (Ebüssuûd) 


وَاَنْتَ اَحْكَمُ الْحَاكِم۪ينَ

 

Ayetin, nidanın cevabına matuf son cümlesi, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsned az sözle çok anlam ifade eden izafet şeklinde gelmiştir. 

İsim cümleleri zamandan bağımsız olarak sübut ifade eder. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 اَحْكَمُ  ve  الْحَاكِم۪ينَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
Günün Mesajı
Allah'ın yanında insana imanı ve salih amelinden başka hiçbir şeyin faydası yoktur ve başka bir şey de onu azabından kurtaramaz. İşte iman etmeyen Nuh'un oğlu suda boğulanlarla birlikte Allah onu da cezalandırdı. İşte onun kâfir olan karısı da diğer kâfirler gibi suda boğuldu.
Hayırlı işlere başlarken gemiye, arabaya, uçağa, hayvana ve benzeri başka şeylere binerken besmele çekmek müstehaptır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

İnsanın gönlü bir hedefi sever. İşe girişmeden önce araştırır ve soruşturur. Artılarıyla eksilerini değerlendirir. Sonra Allah’ın adıyla, belirlediği hedefe ulaşmak umuduyla, yola çıkar.

İlerlemeye çalışırken, beklediği ya da umduğu her desteği göremediğini farkeder. Etrafı yapamayacağına inanan, bunu açıkça ifade eden ve hatta engel olmaya çalışanlarla dolar. Emek benden, nasip Allah’tan diye inanırken, vesveselerle çevrelenir. Artık başarısızlıktan korkmaya başlar.

Yolun zorluklarının yanında, endişelerin yorgunluğu yük olur. Adımları ağırlaşır. Omuzları düşer. Yanlış insanlara cesaret verme korkusuyla susar. Biraz da yalnızlaşır. Derin bir nefes almak için başını kaldırdığında, bakışları bulutlara takılır. Çocukken oynadığı oyunu oynarken, bulutlardan birini gemiye benzetir. Hz. Nuh’u hatırlar.

Allah’ın emriyle gemi yaparken, kavminin devamlı onunla alay etmesini düşünür. Allah rızası için çıktığı yolda ilerlemeye çabalarken, aslında başkalarının kendisini alıkoyma çabasıyla söylediklerinin önemi yoktur. Allah’ın yardımına güvenen için, başkalarının kendi kapasitesine biçtiği kılıfın değeri yoktur.

Başarı, tek başına, hedefe ulaşmak mıdır? Yoksa Allah’ın adıyla, verdiği her emeğin karşılığını bir şekilde alacağını bilmek midir? Her emeğin karşılığını verene hamd olsun der. Zorluklar küçülür, kolaylıklar büyür. Çirkinlikler, güzelliklerin arasında kaybolur. Rahmetin ferahlığıyla, sıkıntıları hafifler. Rabbinden; hayırlarla hedefini kucaklamayı ve iki cihanda da emeklerinin karşılığını görmeyi ister.

Ey alemlerin Rabbi olan Allahım! Gönlüme, hakkımda hayırlı olacak hedefleri sevdir. Yanlış hedeflerin peşinden koşmaktan ve zamanımı heba etmekten, Sana sığınırım. Hakkımda hayırlı olmadığı için vazgeçmem gereken istekleri, gönlümden uzaklaştır. Zorlandığım ama hakkımda hayırlı olanları ise, benim için kolaylaştır ve gönlüme yakınlaştır.

 

Ey her yolun sahibi olan Allahım! Çıktığım her yol ve harcadığım her emek, Senin için olsun. Niyetimi halisleştir, yolumu ferahlandır. Attığım her adımda, dilime ve kalbime, Senin adını andır. Ömrümü hayırlı yolculuklarla doldur. Hayırlı yoldaşlarla yarıştır. Nimetlerin karşısında değersiz görünen her çabam, merhametinle çoğalsın ve mahşer günü beni karşılasın. Dünyada yürüdüğüm her yol ve tamamladığım her iş, beni Senin rızana ve kurtuluşuna kavuştursun, iki cihanda da yüzümü ve kalbimi aydınlatsın.

Amin.

***

Her şeyi anlamlandırma çabasının faydaları olduğu kadar zararları da vardır. Bırakılması gereken bir işin peşinden sürükler. Bu da zaman, kaynak ve enerji gibi çeşitli kayıplara sebep olabilir. Dile getirilmediğinde unutulacak bir mesele irdelendikçe dirilir ve serpilir. Bu da kişiyi benliğini şişirmeye ve etrafındakileri küçümsemeye ya da bazen kendisini ezmeye ve karanlıklara gömülmeye iter.

Anlamlandırma çabasıyla artık zaten nefsine düşkün olan insanın iyice kendisine dönmesi teşvik edilmektedir. İçindeki gücü keşfet, kendine öncelik ver, kendin için yaşa gibi ifadeleriyle şımartılmaktadır. Öyle ki hastalıklardan kurtulursun, ölümü geciktirirsin sözleriyle teşvik edilmektedir. Bütün dikkatini benliğinden yola çıkarak dünyalık hedeflere yönelten kişiyi ise birçok hayal kırıklıkları beklemektedir.

Her şeyi anladığını iddia eden biri, doğrularla her türlü sıkıntıdan uzaklaşabileceği yanılgısına düşer. Bu günümüzün; çocuğumun hiçbir travması olmaması için çabalıyorum diyerek Allah’ın kendisine yüklemediği sorumluluğun altında ezilenleri hatırlatır. Düşünmek gerekir ki, çeşitli sıkıntılara sebep olarak gösterilenlerin (eğer gerçekten sebep ise) de sebep kılınmasını dileyen Allah’tır. 

Elbette ki insan müthiş bir potansiyele sahiptir. Ancak dünya için yaşayan birinin nefsini besleyen gücü büyütmesi ile Allah’ın rızasını gözeten bir kulun, Allah’ın kendisine bahşettiği esnek güç sınırlarına şükür edip yine O’na sığınarak sabırla ve dualarla beklemesi çok farklı şeylerdir. Akla hz. Nuh’un oğlu gelir. Onun tek derdi sulardan kaçıp yaşamaktı ama Allah’ın dilediğinden ancak Allah’a kaçan kurtulur.

Denir ki; kalbini Allah sevgisiyle ve O’na olan imanla dolduran kişi, dünyalıkların özündeki boğucu yapışkanlığından sıyrılarak kendisinden ayrıştırır. Böylece mesela yetişkinliğe eren evladının da artık Allah’ın bir kulu olduğu bilincine varabilir veya hastalıktan ya da ölümden kaçmak yerine Allah’a daha iyi bir kul olmak ve rızasıyla O’na yaklaşmak niyetiyle bedenine ve zihnine özen gösterir.

Anlaşılan odur ki gerçekten de her işin ilk ve en önemli adımı doğru niyettir.

Ey Allahım! Geçmişimizden geleceğimize; her zerremizi bilensin. Zira dünyada ve ahirette bizim sahibimizsin. Korkularımızdan ve görünür görünmez tehlikelerden Sana kaçarız. Zira koruyucuların en hayırlısı Sensin. 

Ey Allahım! Çıkacağımız her yolda, başlayacağımız her işte ve söyleyeceğimiz her kelimede; niyetlerimizi halis kıl. Dünyalıklardan dünyalıklara kaçmak ve sebeplere sarılmak gafletlerinden uyandır. Bizi, yalnız Senden isteyen mütevekkil ve mütevazi salih kulların zümresine kat. 

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji