بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَيَا قَوْمِ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مَالاًۜ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ وَمَٓا اَنَا۬ بِطَارِدِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۜ اِنَّهُمْ مُلَاقُوا رَبِّهِمْ وَلٰكِنّ۪ٓي اَرٰيكُمْ قَوْماً تَجْهَلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَيَا قَوْمِ | kavmim |
|
2 | لَا |
|
|
3 | أَسْأَلُكُمْ | sizden istemiyorum |
|
4 | عَلَيْهِ | bunun karşılığında |
|
5 | مَالًا | bir mal |
|
6 | إِنْ |
|
|
7 | أَجْرِيَ | benim ecrim |
|
8 | إِلَّا | yalnızca |
|
9 | عَلَى | aittir |
|
10 | اللَّهِ | Allah’a |
|
11 | وَمَا | ve değilim |
|
12 | أَنَا | ben |
|
13 | بِطَارِدِ | kovacak |
|
14 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
15 | امَنُوا | iman eden(leri) |
|
16 | إِنَّهُمْ | şüphesiz onlar |
|
17 | مُلَاقُو | kavuşacaklardır |
|
18 | رَبِّهِمْ | Rabblerine |
|
19 | وَلَٰكِنِّي | ancak ben |
|
20 | أَرَاكُمْ | sizi görüyorum |
|
21 | قَوْمًا | bir topluluk olarak |
|
22 | تَجْهَلُونَ | cahillik eden |
|
Kavminin mal ve servete düşkün olan ileri gelenleri Hz. Nûh’un da peygamberliği istismar ederek para, makam ve mevki sahibi olmak istediğini, bu yolla kavmi içerisinde üstünlük sağlamaya çalıştığını düşünüyorlardı (bk. Mü’minûn 23/24). Hz. Nûh âyetteki açıklamasıyla böyle bir niyetinin bulunmadığını ilân etti. İlâhî mesajı karşılıksız olarak tebliğ etmek peygamberlerin tevhid mücadelesinde büyük önem taşımaktadır. Bu sebeple Nûh’tan sonra gelen her peygambere yaptığı görev karşılığında kavminden herhangi bir ücret istemediğini onlara bildirmesi emredilmiştir (meselâ bk. Şuarâ 26/105-180). Aynı şekilde Hz. Muhammed’den de kavmine, “Sizden yakınlığa sevgi duymanızdan başka bir karşılık istemiyorum” demesi istenmiştir (bu sözün değişik yorumları için bk. Şûrâ 42/23).
Tarih boyunca inkârcı toplumların ileri gelenleri peygambere inanan fakirleri küçümsemişlerdir. Nitekim Hz. Peygamber zamanındaki ileri gelen müşrikler de ona inanan fakirlere karşı aynı davranışı sergilemişlerdi (bk. En‘âm 6/52). 27. âyetten itibaren konunun akışından ve Hz. Nûh’un kavmine verdiği cevaptan anlaşılacağı üzere aristokrat müşrikler fakir müminlerle aynı mecliste bulunmayı içlerine sindiremiyorlardı. Bu sebeple Hz. Nûh’un çağrısını kendisiyle baş başa tartışmak maksadıyla fakir müminleri yanından kovmasını istediler. Böyle bir teklif Allah’ın emrine aykırı olduğu gibi aklıselime de aykırıydı; bu zulmü ne din kabul ederdi ne de akıl! İnsanlık şerefiyle bağdaşmayan bu teklifi kabul ettiği takdirde Allah’ın azabını hak edeceğini bilen Hz. Nûh, ”Onları kovarsam beni Allah’a karşı kim koruyabilir, düşünmüyor musunuz?” diyerek bunun büyük bir haksızlık olacağına işaret etti.
Hz. Nûh kavmiyle gerçekleştirdiği bu diyalogda üç defa “ey kavmim!” diyerek onların akrabalık duygularına hitap edip kendisinin onlardan biri olduğuna, dolayısıyla onlar için iyilik istediğine, şefkat ve merhametle muamele ettiğine, onlardan da kendisine karşı sevgi ve iyi niyet beklediğine işaret ediyordu.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 165
وَيَا قَوْمِ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مَالاًۜ
وَ atıf harfidir. يَا nidadır. قَوْمِ münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim يَ ’sı mahzuftur.
Nidanın cevabı لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مَالاً ’dır. لَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
اَسْـَٔلُكُمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انا ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
عَلَيْهِ car mecruru مَالاً kelimesinin mahzuf haline müteallıktır. مَالاً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ وَمَٓا اَنَا۬ بِطَارِدِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۜ
İsim cümlesidir. اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَجْرِيَ mübteda olup رِ üzere mukadder damme ile merfûdur.
Muttasıl zamir ى muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَّا hasr edatıdır. عَلَى اللّٰهِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.
وَ atıf harfidir. مَٓا nefy harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. اَنَا۬ muttasıl zamiri َٓما ’nın ismi olarak mahallen merfûdur.
بِ harf-i ceri zaiddir. طَارِدِ kelimesi lafzen mecrur, َٓما ’nın haberi olarak mahallen mansubdur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا cümlesidir.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اِنَّهُمْ مُلَاقُوا رَبِّهِمْ وَلٰكِنّ۪ٓي اَرٰيكُمْ قَوْماً تَجْهَلُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هُمْ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. مُلَاقُوا kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır. Aynı zamanda muzâftır. Sonundaki نَ izafetten dolayı hazf edilmiştir.
رَبِّهِمْ izafetinde رَبِّ muzâfun ileyh ve هِمْ zamirine muzâf, muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. لَـٰكِنَّ istidrak harfidir. لَـٰكِنَّ harfi اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre لَـٰكِنَّ ’de اِنَّ gibi cümleyi tekid eder.
ى muttasıl zamiri لَـٰكِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
اَرٰيكُمْ fiili, لَـٰكِنَّ haberi olarak mahallen merfûdur. اَرٰي elif üzere mukadder merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انا ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
قَوْماً kelimesi اَرٰيكُمْ fiilinin ikinci mef’ûlü olup fetha ile mansubdur.
تَجْهَلُونَ cümlesi قَوْماً ’in sıfatı olarak mahallen mansubdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَجْهَلُونَ fiili ن ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.وَيَا قَوْمِ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مَالاًۜ
Önceki nida cümlesine matuf olan ayet, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Münada olan قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi, nida edenin münadaya yakın olma isteğine işaret eder.
Nidanın cevap cümlesi لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مَالاً menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مَالاً kelimesindeki nekrelik kıllet yani azlık, herhangi bir anlamlarındadır. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre umum ifade eder.
اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ
Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatıdır.
Menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir. Bir olumlu bir de olumsuz cümle ihtiva etmektedir. “Benim mükâfatım ancak Allah’tandır”. “Allah'tan başka hiç kimseden bir mükâfatım yoktur.”
اِنْ ve اِلَّا ile oluşan kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l mevsuftur.
Kasr ve vurgulu cümleler dolayısıyla muhatabın inkârının şiddeti anlaşılır.
وَمَٓا اَنَا۬ بِطَارِدِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۜ
Cümle nidanın cevabına matuftur.
Menfi isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır. Nefy harfi, ليس gibi amel etmiştir. ليس ’nin haberine dahil olan بِ harfi zaiddir. Tekid ifade eder.
Sübut ifade eden isim cümlesi, zaid harf ve kasr olmak üzere iki unsurla tekid edilmiştir
Muzâfun ileyh konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası اٰمَنُواۜ, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bahsi geçen kişilerin mevsûlle ifade edilmesi, bilinen bir grup olduğuna işaret etmesinin yanında o kişilere tazim ifade eder.
اَنَا۬ zamirinin başına olumsuzluk harfi مَٓا geldiği için kasr olmuştur.
الطَّرْدُ kelimesi; azarlayarak ve tahkir ederek bulunduğu mekândan uzaklaşmasını emretmek demektir. (Âşûr)
اِنَّهُمْ مُلَاقُوا رَبِّهِمْ
Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir. Talil cümleleri ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedin izafet formunda gelmesi veciz ifade kastına matuftur.
رَبِّهِمْ izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan هُمْ zamiri şan ve şeref kazanmıştır.
مُلَاقُوا - بِطَارِدِ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Allah ve Rabb isimlerinin arka arkaya gelmesiyle Rabbin Allah olduğu, Allah’tan başka Rab olmadığı vurgulanır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 234)
Allah ve Rabb isimleri arasında mürâât-ı nazîr Rabb isminin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
اللِّقاءُ kelimesi hakiki manada kullanılmışsa haberin إنَّ ile tekidi kavmin ba’si inkârını red için mecazen kullanılmışsa bu buluşmanın önemini tekid içindir. Bu tekid ولَكِنِّيَ أراكم قَوْمًا تَجْهَلُونَ cümlesiyle artırılmıştır. (Âşûr)
وَلٰكِنّ۪ٓي اَرٰيكُمْ قَوْماً تَجْهَلُونَ
Ta’liliyye cümlesine veya nidanın cevabına matuftur. لٰكِنّ۪ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
لٰكِنّ۪ٓ ’nin haberi اَرٰيكُمْ , muzari fiil olarak gelmiş ve hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
تَجْهَلُونَ cümlesi قَوْماً için sıfattır. Muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Sıfatlar ıtnâb sanatıdır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Arş. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: İtnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
قَوْماً kelimesindeki tenvin nev ve tahkir ifade eder.وَيَا قَوْمِ مَنْ يَنْصُرُن۪ي مِنَ اللّٰهِ اِنْ طَرَدْتُهُمْۜ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ
وَيَا قَوْمِ مَنْ يَنْصُرُن۪ي مِنَ اللّٰهِ اِنْ طَرَدْتُهُمْۜ
وَ atıf harfidir. يَا nida harfidir. قَوْمِ münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim zamiri ي ’sı mahzuftur.
Nidanın cevabı مَنْ يَنْصُرُن۪ي ’dır. İstifham ismi مَنْ mübteda olarak mahallen merfûdur. يَنْصُرُن۪ي fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَنْصُرُن۪ي merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Sonundaki نِ vikayedir. Muttasıl zamir ى mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مِنَ اللّٰهِ car mecruru يَنْصُرُن۪ي filine müteallıktır.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. طَرَدْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir aynı zamanda şart fiili olarak mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَفَلَا تَذَكَّرُونَ
Cümle, mukadder istînâfa matuftur. Takdiri; أتجهلون فلا تذكّرون (Bilmiyor musunuz ve düşünmüyor musunuz?) şeklindedir.
Hemze istifham edatıdır. فَ atıf harfidir. لَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
تَذَكَّرُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
تَذَكَّرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ذكر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَيَا قَوْمِ مَنْ يَنْصُرُن۪ي مِنَ اللّٰهِ
Önceki nida cümlesine matuf olan ayet nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Münada olan قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi, nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Nidanın cevap cümlesi مَنْ يَنْصُرُن۪ي مِنَ اللّٰهِ ’dir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Istifham ismi مَنْ mübteda, müspet muzari fiil sıygasındaki يَنْصُرُن۪ي cümlesi, haberdir.
Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
مَنْ يَنْصُرُن۪ي مِنَ اللّٰهِ اِنْ طَرَدْتُهُمْ [Onları kovacak olursam Allah’tan gelecek cezaya karşı beni kim koruyabilir.] sorusuyla aslında Hz. Nuh, karşısındakilerin dikkatlerini yönlendirmeye ve vicdanlarına dokunmaya, duyarlılıklarını harekete geçirmeye çalışıyor. Maksadı dışında kullanılmış istifham mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
اِنْ طَرَدْتُهُمْۜ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir.
Şart cümlesi olan طَرَدْتُهُمْ , mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88)
اَفَلَا تَذَكَّرُونَ
İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle, mukadder istînâfa matuftur. Takdiri; أتجهلون فلا تذكّرون (Bilmiyor musunuz ve düşünmüyor musunuz?) olabilir.
İnkârî istifham üslubundaki bu cümle, kınama ve azarlama manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Cümle muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Taaccüp ve azarlamak için gelmiş inkâri istifhamdır. Tezekkür sebeplerinin çokluğuna rağmen cehaletleri devam etmektedir. (Âşûr, Ebüssuûd)
Kur’an’daki fasılalar, kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan تَعَقُّل kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ gibi tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكُّر) geleceğe yol bulmaları (تَدَبُّر) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise تَفَقُّه kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
مَنْ - مِنَ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.وَلَٓا اَقُولُ لَكُمْ عِنْد۪ي خَزَٓائِنُ اللّٰهِ وَلَٓا اَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلَٓا اَقُولُ اِنّ۪ي مَلَكٌ وَلَٓا اَقُولُ لِلَّذ۪ينَ تَزْدَر۪ٓي اَعْيُنُكُمْ لَنْ يُؤْتِيَهُمُ اللّٰهُ خَيْراًۜ اَللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْۚ اِنّ۪ٓي اِذاً لَمِنَ الظَّالِم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا |
|
|
2 | أَقُولُ | ben demiyorum |
|
3 | لَكُمْ | size |
|
4 | عِنْدِي | benim yanımdadır |
|
5 | خَزَائِنُ | hazineleri |
|
6 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
7 | وَلَا | ve |
|
8 | أَعْلَمُ | bilmiyorum |
|
9 | الْغَيْبَ | gaybı |
|
10 | وَلَا | ve |
|
11 | أَقُولُ | demiyorum |
|
12 | إِنِّي | şüphesiz ben |
|
13 | مَلَكٌ | meleğim (diye) |
|
14 | وَلَا | ve |
|
15 | أَقُولُ | diyemem |
|
16 | لِلَّذِينَ | kimseler için |
|
17 | تَزْدَرِي | küçük gördükleri |
|
18 | أَعْيُنُكُمْ | gözlerinizin |
|
19 | لَنْ |
|
|
20 | يُؤْتِيَهُمُ | onlara vermeyecektir |
|
21 | اللَّهُ | Allah |
|
22 | خَيْرًا | bir hayır |
|
23 | اللَّهُ | Allah |
|
24 | أَعْلَمُ | daha iyi bilir |
|
25 | بِمَا | olanı |
|
26 | فِي | içlerinde |
|
27 | أَنْفُسِهِمْ | onların kendi |
|
28 | إِنِّي | ben gerçekten |
|
29 | إِذًا | o zaman |
|
30 | لَمِنَ | kimselerden olurum |
|
31 | الظَّالِمِينَ | zulmeden |
|
Cahil müşriklerin anlayışına göre bir kimsenin peygamber olabilmesi için zengin olması, gaybı bilmesi, özellikle melek olması gerekir ki beşerin bilemediğini bilsin, yapamadığını da yapsın! Nitekim Hz.Peygamber zamanındaki müşrikler de onda aynı özellikleri aramışlar, bir dağı altın kütlesi haline getirmesini, kayıp şeyleri bulmasını, şifasız hastaları iyileştirmesini ve gökten melek indirip kendileriyle konuşturmasını istemişlerdi (bk. En‘âm 6/50). Bu sûrenin 12. âyetinde de yine Hz. Peygamber’den benzer isteklerde bulundukları ifade buyurulmuştu. İşte binlerce yıl önce Hz. Nûh’un verdiği cevap bir peygamberin aynı zamanda ne kadar dürüst, samimi ve mütevazi olduğunu ifade etmesi bakımından da oldukça önemlidir.
Yukarıda da belirtildiği üzere müşrikler Hz. Nûh’a inanan fakirleri küçümsüyor, onlara Allah tarafından değer verilmesinin mümkün olmadığını iddia ediyor, ayrıca bu kişilerin peygambere iman etmiş olmalarını peygamber ve dini için bir kusur olarak görüyorlardı. Nitekim Câhiliye dönemi müşrikleri de Hz. Peygamber’e inanan fakirler hakkında, “İslâm iyi bir şey olsaydı ona öncelikle fakirler değil kendilerinin inanacağı”nı söylemişlerdi (bk. Ahkaf 46/11).
Allah’ın müminlere faydalı şey vermesi, “onlarda bir hayır olması, işe yarar kimseler olmaları” mânasına da gelir. Buna göre Hz. Nûh müminlerin işe yarar kimseler olmadıklarını söylemesinin mümkün olmadığını, böyle bir söz söylediği takdirde haksızlık etmiş olacağını ifade ederek müşriklerin iddialarını reddetmiştir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 166-167
وَلَٓا اَقُولُ لَكُمْ عِنْد۪ي خَزَٓائِنُ اللّٰهِ وَلَٓا اَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلَٓا اَقُولُ اِنّ۪ي مَلَكٌ
و atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَقُولُ merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir انا ’dir.
لَكُمْ car mecruru اَقُولُ fiiline müteallıktır.
Mekulü’l-kavli, عِنْد۪ي خَزَٓائِنُ ’dir. اَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. عِنْد۪ي mekân zarfı, mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Mütekellim zamiri ي ise muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
خَزَٓائِنُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir. لَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَعْلَمُ merfû muzari fiildir. Fail müstetir olup takdiri انا ’dir.
الْغَيْبَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. لَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَقُولُ merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir انا ’dir.
Mekulü’l-kavli, اِنّ۪ي مَلَكٌ ’dir. اَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
Muttasıl zamir olan ي harfi اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
مَلَكٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
وَلَٓا اَقُولُ لِلَّذ۪ينَ تَزْدَر۪ٓي اَعْيُنُكُمْ لَنْ يُؤْتِيَهُمُ اللّٰهُ خَيْراًۜ
وَ atıf harfidir. لَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَقُولُ merfû muzari fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri انا ’dir.
اَلَّذِينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, لِ harf-i ceriyle birlikte اَقُولُ fiiline müteallıktır.
İsm-i mevsûlun sılası تَزْدَر۪ٓي اَعْيُنُكُمْ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
تَزْدَر۪ٓي fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. اَعْيُنُ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Mekulü’l-kavli, لَنْ يُؤْتِيَهُمُ اللّٰهُ خَيْراً ’dir. اَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder.
يُؤْتِيَ mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.
خَيْراً ikinci mef’ûl olup fetha ile mansubdur.
تَزْدَر۪ٓي fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi زري ’dır.
İftial babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْۚ اِنّ۪ٓي اِذاً لَمِنَ الظَّالِم۪ينَ
İsim cümlesidir. اَللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. اَعْلَمُ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl, بِ harf-i ceriyle birlikte ism-i tafdil kalıbında olan اَعْلَمُ kelimesine müteallıktır.
ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ي muttasıl zamir اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
اِذاً cevap harfidir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzhalakadır. مِنَ الظَّالِم۪ينَ car mecruru اِنَّ ‘nin mahzuf haberine müteallıktır. الظَّالِم۪ينَ cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الظَّالِم۪ينَ kelimesi sülâsîsi mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَٓا اَقُولُ لَكُمْ عِنْد۪ي خَزَٓائِنُ اللّٰهِ وَلَٓا اَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلَٓا اَقُولُ اِنّ۪ي مَلَكٌ
Atıfla gelen ayetin ilk cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mekulü’l-kavl olan عِنْد۪ي خَزَٓائِنُ اللّٰهِ cümlesinde takdim-tehir ve icâz-ı hazif sanatı vardır. عِنْد۪ي mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
Muahhar mübteda olan خَزَٓائِنُ اللّٰهِ izafetinde خَزَٓائِنُ kelimesi lafza-i celâle muzâf olduğu için şan ve şeref kazanmıştır.
Aynı üsluptaki وَلَٓا اَعْلَمُ الْغَيْبَ cümlesi ile وَلَٓا اَقُولُ اِنّ۪ي مَلَكٌ cümlesi …لَٓا اَقُولُ لَكُمْ عِنْد۪ي cümlesine matuftur. İkinci لَٓا اَقُولُ fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنّ۪ي مَلَكٌۚ faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir.
Çünkü peygamberlik, dünyevî imkânlarla elde edilemeyecek kadar azizdir ve nübüvvet davası, mal, mevki ve makam iddiası değildir. (Ebüssuûd)
Cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.
اَعْلَمُ - الْغَيْبَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
وَلَٓا اَقُولُ لِلَّذ۪ينَ تَزْدَر۪ٓي اَعْيُنُكُمْ لَنْ يُؤْتِيَهُمُ اللّٰهُ خَيْراًۜ
Önceki …لَٓا اَقُولُ cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mecrur mahaldeki has ism-i mevsul الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan تَزْدَر۪ٓي اَعْيُنُكُمْ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelam olan لَنْ يُؤْتِيَهُمُ اللّٰهُ خَيْراًۜ cümlesi de mekulü’l-kavldir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
خَيْراً ’deki tenvin kesret, nev ve tazim ifade eder.
تَزْدَر۪ٓي اَعْيُنُكُمْ ifadesi istiare olup, bir kimse başka birinin gözüne hilkaten çirkin görünüp de çirkinliği dolayısıyla aşağılandığında, onu görenin اقتحمت فلانا عيني و احتقره طرفي (Falancayı gözüm hor gördü; onu bakışım küçümsedi) demesine benzer. Gerçekte burada (bizzat) gözün hakir görmesi veya onun küçümsemesi diye bir şey söz konusu değildir. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)
Âşûr bu ifadenin aklî mecaz olduğunu söylemiştir. Çoğunlukla gözler bu kişilerin böyle görülmesi için sebeptir.
اَللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْۚ
İtiraziyye olan cümle fasılla gelmiştir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede müsnedün ileyhin tüm esma-i hüsnaya şamil Allah ismiyle gelmesi tazim ve haşyet duyguları uyandırma gayesine matuftur.
Başındaki harf-i cerle birlikte اَعْلَمُ kelimesine müteallık olan mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası mahzuftur. ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْۚ , bu mahzuf sılaya müteallıktır.
اِنّ۪ٓي اِذاً لَمِنَ الظَّالِم۪ينَ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّٓ ’nin dahil olduğu cümlede cevap harfi اِذًا , amel etmemiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مِنَ الظَّالِم۪ينَ mahzuf habere müteallıktır. اِنَّٓ ve lam-ı muzahlaka olmak üzere iki unsurla tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı [devamlılığı] ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَلَٓا اَقُولُ - اَعْلَمُ - اَللّٰهُ - اِنّ۪ٓي lafızlarının tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.قَالُوا يَا نُوحُ قَدْ جَادَلْتَنَا فَاَكْثَرْتَ جِدَالَنَا فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالُوا | dediler ki |
|
2 | يَا نُوحُ | Nuh |
|
3 | قَدْ | muhakkak |
|
4 | جَادَلْتَنَا | bizimle tartıştın |
|
5 | فَأَكْثَرْتَ | çok ileri gittin |
|
6 | جِدَالَنَا | bizimle tartışmanda |
|
7 | فَأْتِنَا | getir bakalım |
|
8 | بِمَا | şeyi |
|
9 | تَعِدُنَا | bize vaadettiğin |
|
10 | إِنْ | eğer |
|
11 | كُنْتَ | isen |
|
12 | مِنَ | -den |
|
13 | الصَّادِقِينَ | doğru sözlüler- |
|
“Azgınlık içinde bırakmak” diye tercüme ettiğimiz 34. âyetteki iğvâ kelimesi, “helâk etmek, doğru yoldan saptırmak, baştan çıkarmak, ayartmak, azdırmak ve saptırmak” anlamlarını da içermektedir. Terim olarak iğvâ, “şeytanın veya nefsin insanı kötü yola yönlendirmesi” anlamına gelir. Allah’ın iğvâsından maksat –genel olarak hidayet ve dalâlet konusunda olduğu gibi– imtihan gereği ve ilâhî sünnetin (kanun) bir uygulaması olarak sapmaya yönelenlere izin ve imkân vermesidir. Azgınlıktaki ısrarları sebebiyle Allah bir kavmin maddî, mânevî ve ahlâkî bakımdan bozulmasını, kokuşup çökmesini murat etmişse peygamberin nasihati o topluma fayda vermez. Onlar zenginliklerine, mevki ve makamlarına aldandıkları için gerçeği göremezler, onu görenleri de küçümserler, onlarla birlikte olmaya tenezzül etmezler, peygamberin söz ve davranışları onlara ağır gelir. Nitekim Yûnus sûre-
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 167-168
قَالُوا يَا نُوحُ قَدْ جَادَلْتَنَا فَاَكْثَرْتَ جِدَالَنَا فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, يَا نُوحُ ’dur. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَا nida harfi, نُوحُ münadadır. Müfred alem olup damme üzere mebni mahallen mansubdur.
Nidanın cevabı قَدْ جَادَلْتَنَا ’dir.
قَدْ tahkik harfidir. جَادَلْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَ atıf harfidir. اَكْثَرْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. جِدَالَ mef’ûlun bih olarak lafzen mansub, muttasıl zamir نَا
muzâfun ileyh olarak mecrurdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن كنت صادقا في ما تقول فأتنا (Söylediğin şey doğruysa haydi getir…) şeklindedir.
أْتِنَا illet harfinin hazfi ile mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Muttasıl zamir نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl, بِ harf-i ceriyle birlikte أْتِنَا fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası تَعِدُنَٓا ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
تَعِدُنَٓا merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir. Muttasıl zamir نا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. تَ muttasıl zamir كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
مِنَ الصَّادِق۪ينَ car mecruru كُنْتَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Cer alameti ي ’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الصَّادِق۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan صدق fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail, eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Şartın cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. Takdiri; إن كنت من الصادقين فأتنا بما تعدنا (Eğer sadıklardan iseniz vadettiğiniz şeyi getirin.) şeklindedir.قَالُوا يَا نُوحُ قَدْ جَادَلْتَنَا فَاَكْثَرْتَ جِدَالَنَا
Fasılla gelmiş istînaf cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nidanın cevabı قَدْ جَادَلْتَنَا ise tahkik harfi tekid edilmiş, müspet mazi fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.
Yine mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelam olan فَاَكْثَرْتَ جِدَالَنَا cümlesi, فَ ile makabline atfedilmiştir.
جَادَلْتَنَا - جِدَالَنَا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَٓا
فَ , takdiri إن كنت صادقا في ما تقول [Söylediğin şey doğruysa…] olan mahzuf şartın cevabına gelmiş rabıta harfidir.
Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cevap cümlesi …أْتِنَا , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا , emir fiil olan فَأْتِنَا ’ya müteallıktır. Sılası تَعِدُنَٓا , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
Cümle, fasılla gelmiş istînâfiyyedir. Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi كاِن ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. كاِن ’nin haberinin hazfi, îcaz-ı hazif sanatıdır. مِنَ الصَّادِق۪ينَ , bu mahzuf habere müteallıktır.
Şartın cevabı mahzuftur. Cümlenin öncesinin delaletiyle yapılan bu hazif, îcâz-ı hazif sanatıdır. Cevap cümlesinin takdiri; فأتنا بما تعدنا [Bize vadettiğini getir.] şeklindedir.
اِنْ harfi, vuku bulma ihtimali zayıf olan durumlarda kullanılır. Burada da peygamberin doğru söyleme ihtimali azmış gibi düşündüklerini ifade etmişlerdir.
اِنْ edatı başlıca şu yerlerde kullanılır:
1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında اِنْ gelir.
2. Bilmezden gelinen durumlarda da اِنْ kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm” demesi gibi.
3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek اِنْ kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir. إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta اِنْ edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
قَالَ اِنَّمَا يَأْت۪يكُمْ بِهِ اللّٰهُ اِنْ شَٓاءَ وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ
قَالَ اِنَّمَا يَأْت۪يكُمْ بِهِ اللّٰهُ اِنْ شَٓاءَ وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
اِنَّمَا , kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki مَا harfidir. اِنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur. اِنَّ ‘nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.
Mekulü’l-kavli, يَأْت۪يكُمْ بِهِ اللّٰهُ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَأْت۪يكُمْ fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.
بِهِ car mecruru يَأْت۪يكُمْ fiiline müteallıktır.
اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. شَٓاءَ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
شَٓاءَ fiilinin mef’ûlun bihi mahzuftur. Takdiri; شاء تعجيله لكم (Sizin için hızlandırmak istedi.) şeklindedir.
وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ cümlesi يَأْت۪يكُمْ ’deki hitap zamirinin hali olarak mahallen mansubdur.
وَ haliyyedir. مَٓا nefy harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder. اَنْتُمْ munfasıl zamiri مَا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur.
بِ harfi zaiddir. مُعْجِز۪ينَ lafzen mecrur olup cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar, مَا ’nın haberi olup mahallen mansubdur.
مُعْجِز۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Bu kelam, vadedilen azabın korkunçluğunu bildirir. O azabı getirmek, beşer kuvvetinin dışında olan bir iştir. Onu ancak Allah gerçekleştirir. (Ebüssuûd)
قَالَ اِنَّمَا يَأْت۪يكُمْ بِهِ اللّٰهُ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan يَأْت۪يكُمْ بِهِ اللّٰهُ cümlesi, اِنَّمَا kasr edatıyla tekid edilmiş muzari fiil cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.
Kasr, fiil ve fail arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur. Âşûr bu kasrın onların talebine binaen kalp kasrı olduğunu söylemiştir.
Cümlede müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya şamil Allah lafzıyla gelmesi tazim, teberrük ve haşyet duyguları uyandırma amacına matuftur.
اِنَّمَا kasr edatıdır. Edatın hemen ardından maksÛr, ardından maksÛrun aleyh gelir. Ayette o azabı sadece Allah’ın getireceği kasr üslubuyla kesin bir şekilde söylenmiştir.
يَأْت۪يكُمْ fiili ‘gelir’ manasındadır. Ayette بِ harf-i ceri ile ‘getirir’ anlamına gelmiştir. Tazmin vardır.
اِنْ شَٓاءَ وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ
İtiraziyye olarak fasılla gelen cümle şart üslubunda haberi isnaddır. Şart cümlesi mazi fiil sıygasındaki شَٓاءَ fiilidir. Takdiri, فإنّ أمره إلى الله (Muhakkak ki bu iş Allah’a aittir.) şeklinde olan cevap cümlesi mahzuftur. Şartın cevabının hazfi îcaz-ı hazif sanatıdır.
Şart fiili شَاۤءَ ’nin mef’ûlü mahzuftur. Bu hazif muhatabın muhayyilesini sınırlamadan düşünmesini sağlayan îcaz sanatıdır.
Genel olarak شَٓاءُ fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazfedilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhAtabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri MeânÎ İlmi)
Makabline matuf وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ cümlesi, menfi isim cümlesi formundadır. Nefy harfi, ليس gibi amel etmiştir. Haberi بِمُعْجِز۪ينَ ’ye dahil olan بِ harfi zaiddir. Cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
معجز başkasının istediğini imkânsız hale getirmek için, kendi nezdindekini yapan kimsedir. (Fahreddin er-Râzî)وَلَا يَنْفَعُكُمْ نُصْح۪ٓي اِنْ اَرَدْتُ اَنْ اَنْصَحَ لَكُمْ اِنْ كَانَ اللّٰهُ يُر۪يدُ اَنْ يُغْوِيَكُمْۜ هُوَ رَبُّكُمْ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا | ve |
|
2 | يَنْفَعُكُمْ | size yarar vermez |
|
3 | نُصْحِي | öğüdüm |
|
4 | إِنْ | eğer |
|
5 | أَرَدْتُ | istesem de |
|
6 | أَنْ |
|
|
7 | أَنْصَحَ | öğüt vermek |
|
8 | لَكُمْ | size |
|
9 | إِنْ | eğer |
|
10 | كَانَ |
|
|
11 | اللَّهُ | Allah |
|
12 | يُرِيدُ | dilerse |
|
13 | أَنْ |
|
|
14 | يُغْوِيَكُمْ | sizi azgınlığa düşürmeyi |
|
15 | هُوَ | O |
|
16 | رَبُّكُمْ | sizin Rabbinizdir |
|
17 | وَإِلَيْهِ | ve O’na |
|
18 | تُرْجَعُونَ | döndürüleceksiniz |
|
وَلَا يَنْفَعُكُمْ نُصْح۪ٓي اِنْ اَرَدْتُ اَنْ اَنْصَحَ لَكُمْ اِنْ كَانَ اللّٰهُ يُر۪يدُ اَنْ يُغْوِيَكُمْۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَنْفَعُ merfû muzari fiildir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. نُصْح۪ٓي fail olup mukadder damme ile merfûdur. ي muzâfun ileyh olup mahallen mecrurdur.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. اَرَدْتُ şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili تُ zamiridir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَنْصَحَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir.
لَكُمْ car mecruru اَنْصَحَ fiiline müteallıktır. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. كَانَ ‘in dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. اللّٰهُ lafza-i celâli, كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri; فلا ينفعكم نصحي (Nasihat size fayda vermez) şeklindedir.
يُر۪يدُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, يُر۪يدُ fiilinin mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
يُغْوِيَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
هُوَ رَبُّكُمْ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَۜ
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
رَبُّكُمْ haber olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يُغْوِيَ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. اِلَيْهِ car mecruru تُرْجَعُونَ fiiline müteallıktır.
تُرْجَعُونَ fiili ن ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Muttasıl zamir çoğul و 'ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
وَلَا يَنْفَعُكُمْ نُصْح۪ٓي اِنْ اَرَدْتُ اَنْ اَنْصَحَ لَكُمْ اِنْ كَانَ اللّٰهُ يُر۪يدُ اَنْ يُغْوِيَكُمْۜ
اِنَّمَا يَأْت۪يكُمْ بِهِ اللّٰهُ cümlesine matuf olan ayetin ilk cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِنْ اَرَدْتُ اَنْ اَنْصَحَ لَكُمْ cümlesi, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Takdiri, فلا ينفعكم نصحي [Size nasihatim fayda vermez.] olan cevabın hazfi, îcaz-ı hazif sanatıdır.
Masdar harfi اَنْ ’i takip eden …اَنْصَحَ لَكُمْ cümlesi masdar teviliyle اَرَدْتُ fiilinin mef’ûlü konumundadır.
Önceki cümlenin delaletiyle cevabı mahzuf olan şart cümlesi اِنْ كَانَ اللّٰهُ يُر۪يدُ اَنْ يُغْوِيَكُمْ, nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.
كَانَ ’nin isminin bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâl le gelmesi telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak amacına matuftur.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, s.103)
Masdar harfi اَنْ ’i takip eden يُغْوِيَكُمْۜ cümlesi, masdar teviliyle يُر۪يدُ fiilinin mef’ûlü konumundadır.
Ayette iki şart cümlesi vardır. Her ikisinin de cevabı mahzuftur.
نُصْح۪ٓي - اَنْصَحَ ve اَرَدْتُ - يُر۪يدُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَنْصَحَ - يُغْوِيَكُمْ (nasihat etmek- azdırmak) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
“İğva ‘Allah’ ifadesinde igvâ’nın (saptırma /azdırma) -Allah Teâlâ’ya nispetle- zikredilmesi, sarih istiare olmasa da istiare kabilinden bir tabirdir. Aynı şekilde -Allah’a nispetle- mekr (hileyle aldatma) ve istihza (alay etme) gibi ifadeler de böyledir. Zira bu tür lafızların manalarıyla kastedilen zahiri (gerçek) ve örfi manaları değildir. İğvâ ‘saptırmak, azdırmak, dalalete davet etmek’ demektir ki bu Allah Teâlâ için caiz değildir. Çünkü bunlar çirkin eylemlerdir; üstelik Allah Teâlâ bu fiillerin zıtlarını emir buyurmuştur. O halde buradaki ‘iğvâ’ ile kastedilen, onların Allah Teâlâ’yı inkâr etmeleri ve emirlerini terketmeleri sebebiyle Allah’ın onları rahmetinden uzaklaştırmasıdır. Şu ayet bu manaya kanıt teşkil teşkil eder: Meryem Suresi 59. ayet… Burada geçen ‘ğayy غْوِيَ (rahmetten mahrumiyet, azap ve cezaya çarpılmak)’ demektir. Nitekim birçok nesir ve şiir parçasında geçen iğvâ kelimesi ile ‘tahyib (rahmetten mahrum etmek, umutlarını boşa çıkarmak)’ anlamı kastedilmiştir. Ayrıca iğvâ’nın onların ‘helak edilmesi’ ve onlar hakkında ‘sapkınlık hükmünün verilmiş olması’ anlamında kullanılması da caizdir.” (Şerîf er- Radî, Kur’an Mecazları)
Cenab-ı Hakk’ın, “Eğer Allah sizi helak etmeyi dilemişse ben sizin iyiliğinizi arzu etmiş olsam bile bu nasihatim size fayda vermez.” ayeti, kendisinden sonra başka bir şartın geldiği, bir şarta bağlanan ceza cümlesidir. Bu da, lafız bakımından sonra gelen, şartın hükmünün var olması bakımından önce olmasını gerektirir. (Fahreddin er-Râzî)
Nasihatin onlara fayda vermeyeceği kesin iken, bunu ilâhî iradeye bağlaması, kendi nasihatinin fayda sağlamasının da ilâhî iradeye bağlı olduğunu belirtmek içindir. (Ebüssuûd)
هُوَ رَبُّكُمْ
Ta’lîliyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber olan رَبُّكُمْ , veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir. Bu izafette Rabb isminin muzâfı olduğu كُمْۚ zamiri şan ve şeref kazanmıştır.
وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَۜ
Cümle وَ ile öncesine atfedilmiştir. Muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.
Ayrıca muzari fiilin tecessüm özelliği muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek konuyu iyice kavramasına yardımcı olur.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrurun amiline takdimi kasr ifade etmiştir. Takdim kasrında, takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur. إِلَیۡهِ mevsuf/maksûrun aleyh, تُرۡجَعُونَ sıfat/maksûr olduğu için kasr-ı sıfat ale’l mevsuftur. Yani başka kimseye değil, sadece ve sadece O’na döndürüleceksiniz. Bu da şirk inancını iptal eder.
اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ [O'na döndürüleceksiniz.] sözü, lafzen sarih olarak Allah'a dönüşe delalet eder, bunun yanında söylenmemiş bu sarih delalet başka bir delaleti de kapsar, bu da hesap, sevap ve cezadır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, C. 4, Zuhruf/85, s. 370) Buna da lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel denir.
تُرْجَعُونَ : İnsan geldiği yere geri döner. Oraya ilk defa gitmiyoruz. Oradan geldik, oraya gidiyoruz manasını taşır. Allah’ın bizi yaratması bir nimet olduğu gibi öldürmesi de bir nimettir.
Ayetin fasılası olan bu cümle Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde ufak farklılıklarla tekrarlanmıştır.
Bu gibi tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 7, Ahkaf Suresi 28, s. 314)
Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ قُلْ اِنِ افْتَرَيْتُهُ فَعَلَيَّ اِجْرَام۪ي وَاَنَا۬ بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُجْرِمُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَمْ | yoksa |
|
2 | يَقُولُونَ | diyorlar (mı?) |
|
3 | افْتَرَاهُ | onu uydurdu |
|
4 | قُلْ | de ki |
|
5 | إِنِ | eğer |
|
6 | افْتَرَيْتُهُ | onu ben uydurduysam |
|
7 | فَعَلَيَّ | benim üzerimedir |
|
8 | إِجْرَامِي | suçum |
|
9 | وَأَنَا | ancak ben |
|
10 | بَرِيءٌ | uzağım |
|
11 | مِمَّا | -dan |
|
12 | تُجْرِمُونَ | sizin suçlarınız- |
|
Müfessirlerin çoğunluğu bu âyetin Nûh kıssasının bir parçası olduğunu söylemişlerse de (bk. Râzî, XVII, 220; Reşîd Rızâ, XII, 71) üslûp ve muhtevası dikkate alındığında âyetin muhatabının Hz. Muhammed olduğu ve Kur’an’da anlatılan Nûh kıssasına, dolaylı olarak da Kur’an’a temas ettiği anlaşılmaktadır. Nitekim birçok müfessir bu görüşü benimsemiştir (bk. Taberî, XII, 32; İbn Kesîr, IV, 252; Reşîd Rızâ, XII, 71). Buna göre Hz. Peygamber Nûh kıssasını insanlara okurken müşrikler, “Bu kıssayı sen uydurdun” diyerek sözünü kesmişler, yüce Allah da peygamberine âyetteki ifadelerle bu iddiayı reddetmesini emretmiştir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 168
اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ
اَمْ munkatıadır. Yani بَلْ ve hemze manasındadır.
يَقُولُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, افْتَرٰيهُ ’dır. يَقُولُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
افْتَرٰي elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
افْتَرٰيهُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi فري ’dır.
İftial babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ اِنِ افْتَرَيْتُهُ فَعَلَيَّ اِجْرَام۪ي وَاَنَا۬ بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُجْرِمُونَ۟
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Mekulü’l-kavl mukadder şart cümlesidir. قُلْ fiilinin mef’ûlün bihi olup mahallen mansubdur.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. افْتَرَيْتُهُ şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
عَلَيَّ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
اِجْرَام۪ي muahhar mübteda olup mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Munfasıl zamir اَنَا۬ mübteda olarak mahallen merfûdur.
بَر۪ٓيءٌ mübtedanın haber olup lafzen merfûdur.
مَٓا ve masdar-ı müevvel, مِنْ harfiyle birlikte بَر۪ٓيءٌ ’e müteallıktır.
تُجْرِمُونَ fiili ن ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ
İstinafiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Müspet muzari fiil sıygasındaki يَقُولُونَ fiilinin mekulü’l-kavli افْتَرٰيهُۜ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır
افْتَرٰيهُ kelimesinin manası, “O onu uydurdu; onu icad etti ve o onu kendiliğinden yaptı.” demektir. Buradaki هُ zamiri, o kâfirlere tebliğ edilmiş olan vahye racidir. (Fahreddin er-Râzî)
Buradaki اَمْ bir amaçtan başka bir amaca geçildiğine işaret eden idrâb manasındadır. (Âşûr)
قُلْ اِنِ افْتَرَيْتُهُ فَعَلَيَّ اِجْرَام۪ي وَاَنَا۬ بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُجْرِمُونَ۟
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli ise şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.
اِجْرَام۪ , mahzurlu ve yasak olan şeyleri arzu edip onları yapmaktır. Bu, muzâfın hazfedilmesi kabilinden bir ifadedir. Çünkü kelamın takdiri; فَعَلَیَّ اِجْرَامٖى “İşlediğim günahın cezası benim üstümedir” şeklindedir. Ayette bir başka hazif daha bulunmaktadır ki bu da kelamın takdirî manasının, “Eğer ben onu uydurdu isem bu suçumun cezası bana aittir. Yok, eğer ben doğru söylüyor ve siz de beni yalanlıyorsanız, bu yalanlamanızın cezası da size aittir.” şeklinde olmasıdır. Ancak söz bu hazfe delalet ettiği için bu bırakılıp, söylenmeyen kelimeler hazf edilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
اَنَا۬ بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُجْرِمُونَ۟ cümlesi وَ harfiyle makabline matuftur. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mecrur mahaldeki masdar harfi مَا ve akabindeki تُجْرِمُونَ۟ cümlesi, بَر۪ٓيءٌ ’e müteallıktır. Masdar-ı müevvel, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayet قُلْ emriyle başlamıştır. Ayetin başında bu emrin bulunması mekûlu-l kavlin Allah Teâlâ katında bir önemi ve şanı, ciddiyeti bulunduğuna işaret eder. Aslında bu emir Kur'an-ı Kerim'de pek çok kez geçmiş ve Resulullah'ın kendinden bir tek kelime bile söylemediğine işittiği her şeyin Allah'tan olduğuna kuvvetle delalet etmiştir. Resulullah’a قُلْ diyen emrin arkasında görkemli, muhteşem bir ses fark edilir. Kur'an-ı Kerim'in ne kadar saflıkla bize ulaştığını ve dokunulmazlığının önemini gösterir. Böyle yerlerde Resulullah'ın bize tebliğ eden sesinden önce kendisine bunu indiren Allah'ın ona قُلْ dediğini işitiriz. Bunun etkisi çok kuvvetlidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 7, Ahkaf Suresi 10)
فَعَلَيَّ اِجْرَام۪ي ifadesi, hazif yoluyla mecazdır. Yani; ”benim suçumun cezası bana” demektir. Bunun faraziye yoluyla olduğunu açıklamak için şüpheye delalet eden اِنِ ile getirilerek اِنِ افْتَرَيْتُهُ (Eğer ben onu uydurursam) buyurulmuştur. Halbuki kâfirlerin suçu buna benzemez, onların suçları kesindir. Nitekim وَاَنَا۬ بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُجْرِمُونَ۟ [Ben sizin yaptıklarınızdan uzağım] ayeti de bunu vurgular. (Safvetü’t Tefasir)
افْتَرٰيهُ kelimesinin manası, “O onu uydurdu; onu icad etti ve o onu kendiliğinden yaptı.” demektir. Buradaki هُ zamiri, o kâfirlere tebliğ edilmiş olana râcidir. Nûh’un (as) “…günahı benim üstüme olsun.”, “Eğer ben onu uydurdu isem, suçumun cezası bana aittir.” demesi risaletini kabul etmelerinden ümidini kestiği esnada inkârî manada söylenmiş olan bir sözdür. (Fahreddin er- Râzî)
افْتَرٰيهُ - افْتَرَيْتُهُ ve اِجْرَام۪ي - تُجْرِمُونَ۟ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır.
اِجْرَام۪ي ve تُجْرِمُونَ۟ kelimeleri arasında isim ve fiil arasında güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)وَاُو۫حِيَ اِلٰى نُوحٍ اَنَّهُ لَنْ يُؤْمِنَ مِنْ قَوْمِكَ اِلَّا مَنْ قَدْ اٰمَنَ فَلَا تَبْتَئِسْ بِمَا كَانُوا يَفْعَلُونَۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَأُوحِيَ | vahyolundu |
|
2 | إِلَىٰ |
|
|
3 | نُوحٍ | Nuh’a |
|
4 | أَنَّهُ | gerçekten |
|
5 | لَنْ |
|
|
6 | يُؤْمِنَ | kimse iman etmeyecek |
|
7 | مِنْ | -den |
|
8 | قَوْمِكَ | kavmin- |
|
9 | إِلَّا | dışında |
|
10 | مَنْ | kimselerin |
|
11 | قَدْ | (şimdiye kadar) |
|
12 | امَنَ | iman eden |
|
13 | فَلَا |
|
|
14 | تَبْتَئِسْ | üzülme |
|
15 | بِمَا | dolayı |
|
16 | كَانُوا |
|
|
17 | يَفْعَلُونَ | onların yaptıklarından |
|
Hz. Nûh’un uzun süre sabır, metanet, şefkat ve merhametle kavmini dine davet etmesine rağmen çok az bir grubun dışında kimse iman etmedi. Kavmi onunla alay etmekle yetinmedi, cinnet getirmiş olduğunu ilân etti, bu da sonuç vermeyince isyan edip onu taşa tutarak öldürmekle tehdit etti (bk. Mü’minûn 23/25; Şuarâ 26/116). Çaresiz kalan Hz. Nûh, inkârcıların yok edilmesini Allah’tan niyaz etti (krş. Mü’minûn 23/26; Şuarâ 26/117-118; Nûh 71/26-27; Kamer 54/10). Yüce Allah, onun duasını kabul edip inkârcıların tamamını yok edeceğini peygamberine bildirdi (bk. Enbiyâ 21/76; Sâffât 37/75).
Allah Teâlâ, daha önce iman edenler müstesna artık bundan sonra kimsenin ona iman etmeyeceğini, kavminin geçmişte işlediği günahlara, kendisini yalancılıkla suçlamalarına, inkârcılıkta ısrarlarına ve gördüğü eziyetlere üzülmemesini emredip artık azgınların başına gelecek felâketin yaklaşmakta olduğunu haber verdi; “Haktan sapanlar için bana başvuruda bulunma! Onlar boğulacaklar!” buyurarak felâketin (tûfan) boyutlarının ne derece büyük olduğuna işaret etti.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 171
وَاُو۫حِيَ اِلٰى نُوحٍ اَنَّهُ لَنْ يُؤْمِنَ مِنْ قَوْمِكَ اِلَّا مَنْ قَدْ اٰمَنَ فَلَا تَبْتَئِسْ بِمَا كَانُوا يَفْعَلُونَۚ
وَ istînâfiyyedir. اُو۫حِيَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. اِلٰى نُوحٍ car mecruru اُو۫حِيَ fiiline müteallıktır.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, اُو۫حِيَ fiilinin naib-i faili olarak mahallen merfûdur.
هُ muttasıl zamiri اَنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. لَنْ يُؤْمِنَ cümlesi اَنَّ ’nin haberi olup mahallen merfûdur.
لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder.
يُؤْمِنَ mansub muzari fiildir. مِنْ قَوْمِكَ car mecruru يُؤْمِنَ fiilinin mahzuf haline müteallıktır.
Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَّا hasr edatıdır. مَنْ müşterek ism-i mevsûl, يُؤْمِنَ fiilinin faili olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası قَدْ اٰمَنَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. اٰمَنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن كان المؤمنون قلّة فلا تبتئس (Müminlerin sayısı az olsa da ümidinizi kesmeyin) şeklindedir.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَبْتَئِسْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir.
مَا müşterek ism-i mevsûl, بِ harf-i ceriyle birlikte تَبْتَئِسْ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası كَانُوا ’nun dahil olduğu isim cümlesidir.
كَانُوا nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nun ismi cemi müzekker olan و , muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.
يَفْعَلُونَ fiili كَانُوا ‘nun haberi olarak mahallen mansubdur
يَفْعَلُونَ fiili ن ‘un sübutuyla merfu muzari fiildir. Muttasıl zamir çoğul و'ı fail olarak mahallen merfûdur.
تَبْتَئِسْ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَاُو۫حِيَ اِلٰى نُوحٍ اَنَّهُ لَنْ يُؤْمِنَ مِنْ قَوْمِكَ اِلَّا مَنْ قَدْ اٰمَنَ
وَ istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ve akabindeki اَنَّهُ لَنْ يُؤْمِنَ مِنْ قَوْمِكَ اِلَّا مَنْ قَدْ اٰمَنَ cümlesi, masdar teviliyle اُو۫حِيَ fiilinin naib-i faili konumundadır.
اَنَّ ’nin haberi olan لَنْ يُؤْمِنَ مِنْ قَوْمِكَ اِلَّا مَنْ قَدْ اٰمَنَ cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümle kasrla tekid edilmiştir. Kasr, fiille fail arasındadır. يُؤْمِنَ maksûr
/sıfat, مَنْ maksûrun aleyh/mevsuftur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur.
Müstesna olan ism-i mevsûl مَنْ ’nın sılası, tahkik harfi قَدْ ’la tekid edilmiştir. Müspet mazi fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.
اَنَّهُ ’deki şan zamiri arkadan gelen cümlenin ne kadar önemli olduğuna delalet eder. Çünkü kavminin kalan kısmının imanı konusunda ümidini kesmesini ifade eder. Nitekim لَنْ harfi de geleceği olumsuzlayan bir harftir. Bu da peygamber için zor bir durumdur. Bunun için arkadan فَلا تَبْتَئِسْ بِما كانُوا يَفْعَلُونَ şeklindeki teselli gelmiştir. فَ harfi bu üzücü haber dolayısıyla teselli için tefrî’dir. (Âşûr)
فَلَا تَبْتَئِسْ بِمَا كَانُوا يَفْعَلُونَۚ
فَ , mukadder şartın cevabına gelen rabıta harfidir. Cevap cümlesi …فَلَا تَبْتَئِسْ , nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Takdiri, …إن كان المؤمنون قلّة [eğer müminler az olursa…] olan şart cümlesinin hazfi îcaz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası كَانُوا ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَانُوا ’nun haberinin muzari fiil cümlesi şeklinde gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder.
Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, s.103)
Allah Teâlâ bu ayetle artık onların iman etmeyeceklerini, dolayısıyla Hz. Nuh’un da onların yalanlamaları ve ezalarından dolayı kederlenmemesini bildirdi. (Beyzâvî)
لَنْ يُؤْمِنَ - اٰمَنَ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
يُؤْمِنَ - اٰمَنَ arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadrr, اُو۫حِيَ ve نُوحٍ kelimeleri arasında ise cinas-ı nakıs sanatları vardır.
Burada vahiy, öğretmek ve ilham anlamındadır. (Ebüssuûd)
وَاصْنَعِ الْفُلْكَ بِاَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا وَلَا تُخَاطِبْن۪ي فِي الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۚ اِنَّهُمْ مُغْرَقُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَاصْنَعِ | ve yap |
|
2 | الْفُلْكَ | gemiyi |
|
3 | بِأَعْيُنِنَا | bizim gözetimimiz altında |
|
4 | وَوَحْيِنَا | ve vahyimizle |
|
5 | وَلَا |
|
|
6 | تُخَاطِبْنِي | bana hitap (dua) etme |
|
7 | فِي | hakkında |
|
8 | الَّذِينَ | kimseler |
|
9 | ظَلَمُوا | zulmeden(ler) |
|
10 | إِنَّهُمْ | onlar |
|
11 | مُغْرَقُونَ | suda boğulacaklardır |
|
وَاصْنَعِ الْفُلْكَ بِاَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا وَلَا تُخَاطِبْن۪ي فِي الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اصْنَعِ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir.
الْفُلْكَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
بِاَعْيُنِنَا car mecruru اصْنَعِ ’deki failin mahzuf haline müteallıktır. Mütekellim zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَحْيِنَا kelimesi atıf harfi و ’la makabline matuftur.
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تُخَاطِبْن۪ي meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir. Sonundaki نِ vikayedir Muttasıl zamir ى mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, فِي harf-i ceriyle birlikte تُخَاطِبْن۪ي fiiline müteallıktır. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri; في أمر الذين (Onların durumu hakkında) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası ظَلَمُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
ظَلَمُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
تُخَاطِبْن۪ي fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi خطب ’dur.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّهُمْ مُغْرَقُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هُمْ muttasıl zamir اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. مُغْرَقُونَ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti و ’dır. Çünkü cemi müzekker isimler harfle îrablanırlar.
مُغْرَقُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûludur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)وَاصْنَعِ الْفُلْكَ بِاَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا وَلَا تُخَاطِبْن۪ي فِي الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۚ
Önceki فَلَا تَبْتَئِسْ cümlesine matuf olan ayetin ilk cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
لَا تُخَاطِبْن۪ي فِي الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۚ cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. اصْنَعِ الْفُلْكَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.
Mecrur mahaldeki ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’in sılası olan ظَلَمُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekküne ve istikrara işaret etmiştir.
اَعْيُنِنَا ve وَحْيِنَا izafetlerinde azamet zamirine muzâf olan اَعْيُنِ ve وَحْيِ kelimeleri, şan ve şeref kazanmıştır. Bu izafetler hal konumundadır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Bu ayette insicam sanatı vardır.
Aslında Nuh’un (as) zihninde zalimlerin başına bir bela geleceği konusunda herhangi bir şüphe yoktu; bundan emindi. Ancak Allah Teâlâ ona gemi yapmasını ve muhalifleri hakkında kendisine hitap etmemesini emrettiği zaman su olmayan yerde niçin gemi yapacağı ve kavminin başına ne geleceği konusunda onda bir merak uyandı. Yoksa Allah gökten ve yerden su mu gönderecekti? Peki, kavminin durumu ne olacaktı? İşte bu durumda Allah kavminin başına gelecek azabı اِنَّ ile tekid ederek bildirdi. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
فَاِنَّكَ بِاَعْيُنِنَا Bu bir meseldir. Seni görüyor ve gözetiyor anlamına gelmektedir. (Keşşâf, c. VI, s. 432, Tûr Suresi /48)
Zemahşerî’nin mesel olduğunu belirttiği bu ibarede Allah Teâlâ Hz. Muhammed’e (sav); ‘’Sen Bizim korumamız, gözetimimiz altındasın’’, diyerek ondan metin olmasını istiyor. Yukarıdaki ibare, birini korumak, gözetmek, ona sahip çıkmak, maddi manevi zarar görmesin diye özen göstermek gibi anlamlara gelmektedir. Göz kulak olmak, gözü gibi bakmak, sakınmak, gözünün bebeği gibi bakmak, himayesine almak manasındadır.
بِاَعْيُنِنَا [gözlerimizle] kelimesi, alet alakasıyla mecaz-ı mürsel olarak nezaretimiz, gözetimimiz anlamında kullanılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
اَعْيُنِنَا tabiri istiare olup “Emrimizle gemiyi yap, biz seni gözetip korumaktayız.” demektir. Gerçekte burada görüp gözleyen bir göz, konuşan bir dil bulunmamaktadır. Bu tabir أنا بعين الله (Ben Allah’ın gözü ileyim.) ifadesine benzer ki “Ben Allah’ın koruyup gözettiği bir konumdayım.” demektir. Yine Arapların uğurlanan bir yolcuya, veda edilen bir dosta söylediği صاحبتك عين الله (Allah’ın gözü sana sahip olsun.) sözü de bu tarz bir deyiş olup “Allah’ın gözetim ve koruması…” demektir. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)
Burada وَلَا تُخَاطِبْن۪ي lafzıyla muhatabı soru sormuş gibi gösterir.
بِاَعْيُنِنَا ifadesi, ihtiyat ve itinadan bir kinayedir. İşte bundan dolayı müfessirler, bunun manasının, “Bizim, seni tıpkı, görüp ve seni kötülükleri def edebilen kimsenin koruması tarzında olan bir korumayla gemiyi yap!” şeklinde olduğunu söylemişlerdir. Netice olarak denilebilir ki: Hz. Nuh’un (as) gemiyi yapmaya yönelmesi şu iki şeye bağlanmıştır:
a. Düşmanlarının, onun o işine mani olamayışları,
b. Onun, geminin nasıl yapılacağını ve kötülüğü ve şerri kendisinden nasıl giderebileceğini bildiği
وَحْيِنَا tabiri, Allah Teâlâ’nın nasıl yapacağını vahyettiğine bir işarettir. (Fahreddin er-Râzî)
Burada gözler şeklinde أعْيُنِنا kelimesinin gelmesi iki göz yerinedir. Bu kelimede istiare vardır. (Âşûr)
اِنَّهُمْ مُغْرَقُونَ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilen isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Allahım! Yaptığı her dünyalık ve ahiretlik işi, yalnız Senin rızan için yapanlardan ve karşılığını yalnız Senden bekleyenlerden eyle beni. Yaptığım iyiliklerin ve hayırların ardından, insanların – beklentimi karşılamayacak ve nefsimi tatmin etmeyecek – sözleriyle ve hareketleriyle meşgul etme kalbimi. Böylesi faydasız beklentilerden arındır halimi.
Allahım! Kullarını, azabından ve gazabından ancak Sen korursun. Senden, Sana sığınırım. Sığınmamı kabul buyur. Mükafatlandırdığın, bağışladığın ve affına layık kullarından eyle beni. Nefsimin kölesi olmaktan ve nefsinin kölesi olmuşların cahil cesaretlerine kanmaktan koru halimi. Senin huzurunda saygıyla titret kalbimi. Senin karşında daima sınırını bilenlerden eyle nefsimi.
Allahım! Öğüt alanlardan, hatasını idrak edip affını dileyenlerden, duymamızı nasip ettiğin nasihatları dinleyenlerden, karşımıza çıkardığın fırsatları değerlendirenlerden ve yanlışlarını düzeltenlerden eyle beni. Sevdiğin kullarınla karşılaştığımda, kıymet bilmemekten ve alametlerinle gözgöze geldiğimde, boş boş bakmaktan koru halimi. Senden gelen her hayrı hazır bir şekilde ümitle bekleyenlerden ve kapıda karşılayıp aydınlananlardan eyle kalbimi.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji