بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اُو۬لٰٓئِكَ لَمْ يَكُونُوا مُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِ وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ اَوْلِيَٓاءَۢ يُضَاعَفُ لَهُمُ الْعَذَابُۜ مَا كَانُوا يَسْتَط۪يعُونَ السَّمْعَ وَمَا كَانُوا يُبْصِرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أُولَٰئِكَ | onlar |
|
2 | لَمْ |
|
|
3 | يَكُونُوا | değillerdir |
|
4 | مُعْجِزِينَ | aciz bırakacak |
|
5 | فِي |
|
|
6 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
7 | وَمَا | yoktur |
|
8 | كَانَ |
|
|
9 | لَهُمْ | onların |
|
10 | مِنْ |
|
|
11 | دُونِ | başka |
|
12 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
13 | مِنْ |
|
|
14 | أَوْلِيَاءَ | dostları |
|
15 | يُضَاعَفُ | kat kat artırılır |
|
16 | لَهُمُ | onlar için |
|
17 | الْعَذَابُ | azab |
|
18 | مَا |
|
|
19 | كَانُوا | onlar |
|
20 | يَسْتَطِيعُونَ | güç yetiremezlerdi |
|
21 | السَّمْعَ | işitmeye |
|
22 | وَمَا | ve |
|
23 | كَانُوا | onlar |
|
24 | يُبْصِرُونَ | göremezlerdi |
|
اُو۬لٰٓئِكَ لَمْ يَكُونُوا مُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِ
İsim cümlesidir. İsm-i işaret olan اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
لَمْ يَكُونُوا fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَكُونُوا fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir.
İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. يَكُونُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.
مُعْجِز۪ينَ kelimesi يَكُونُوا ’nun haberi olup ي ile mansubdur. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
فِي الْاَرْضِ car mecruru مُعْجِز۪ينَ ’ye müteallıktır.
فِي harf-i ceri mecruruna mekân zarfı, zaman zarfı, söz ve görüş konusu olarak, vardır -mevcuttur, hal, sebep, mukayese, karşılaştırma gibi manalar kazandırabilir. Burada mekân zarfı manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُعْجِز۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ اَوْلِيَٓاءَۢ
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
لَهُمْ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
مِنْ دُونِ car mecruru اَوْلِيَٓاءَ ’nin mahzuf haline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مِنْ harf-i ceri zaiddir. اَوْلِيَٓاءَ lafzen mecrur, كَانَ ’nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur.
Sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdûde olan isimlerden olduğu için ve sıyga-i müntehel cumû’ (çoğul kalıbındaki isimler) e girdiği için gayri munsariftir.
İsimler îrab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından ikiye ayrılır:
1. Munsarif isimler: Tenvini ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.
2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.
Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayri munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُضَاعَفُ لَهُمُ الْعَذَابُۜ
Fiil cümlesidir. يُضَاعَفُ merfû meçhul muzari fiildir.
لَهُمُ car mecruru يُضَاعَفُ fiiline müteallıktır. الْعَذَابُ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
يُضَاعَفُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi ضعف ’dur.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
مَا كَانُوا يَسْتَط۪يعُونَ السَّمْعَ
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانُوا nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nin ismi, cemi müzekker olan وا; muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.
يَسْتَط۪يعُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يَسْتَط۪يعُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
السَّمْعَ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
يَسْتَط۪يعُونَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsîsi طوع ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
وَمَا كَانُوا يُبْصِرُونَ
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانُوا nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nin ismi, cemi müzekker olan و , muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.
يُبْصِرُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يُبْصِرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يُبْصِرُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi بصر ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder.
مَا كَانُوا يَسْتَط۪يعُونَ السَّمْعَ وَمَا كَانُوا يُبْصِرُونَ ; bu metnin اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi veya hal cümlesi olması da caizdir. (Âşûr)
اُو۬لٰٓئِكَ لَمْ يَكُونُوا مُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mübteda olan işaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi, menfi muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. لَمْ يَكُونُوا مُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِ şeklindeki menfi nakıs fiil كَانُ ’nin dahil olduğu isim cümlesi haberdir.
Müsnedün ileyhin işaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ ile gelmesi muhatabı tahkir ve kınama içindir.
Müsnedin menfi muzari sıygada gelmesi ise hükmü takviye, tecessüm, teceddüt ve istimrar ifade eder.
لَمْ يَكُونُوا مُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِ (Yeryüzünde aciz bırakıcı değillerdir.) ifadesi aslında gelecek zamanla ilgilidir. Ama لَنْ yerine لَمْ gelmiş, ve mazi fiil gelecek ifadesi için kullanılmıştır. Kesinlik ifade eder.
Vahidî şöyle demiştir: “Îcaz kelimesinin manası, maksadı gerçekleştirmekten men etmektir. Arapçada, ‘Beni maksadımdan alıkoydu.’ manasında اَعْجَزَنِى فُلَانٌ denir.” O halde ayetteki, مُعْجِزٖينَ فِى الْاَرْضِ deyiminin manası şöyle olur: “Onların, bizim azabımızdan kaçıp kurtulmaları mümkün değildir. Zira kulun, Allah'ın azabından kaçması imkânsızdır. Çünkü Cenab-ı Hak, bütün mümkünata kādirdir. O'nun kudreti uzaklık, yakınlık, güçlülük ve zayıflık ile değişmez.” (Fahreddin er-Râzî)
وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ اَوْلِيَٓاءَۢ
Haber cümlesine matuf olup, menfi كَانَ ’nin dahil olduğu, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُمْ car mecruru, كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
Zaid مِنْ harfinin dahil olduğu اَوْلِيَٓاءَۢ , muahhar ismidir.
مَا كَانُ ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, 3/79)
مِنْ دُونِ اللّٰهِ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
مِنْ دُونِ اللّٰهِ tabirinin Allah'tan gayrı ve Allah ile beraber olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı, Dergâhü’l Kur’an, c. 8, s. 723)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
يُضَاعَفُ لَهُمُ الْعَذَابُۜ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Car mecrur لَهُمُ , önemine binaen faile takdim edilmiştir.
Fiil, mef’ûlün önemini vurgulamak için meçhul bina edilmiştir.
ضَاعَف zıt anlamlı kelimelerdendir. Hem zayıf hem de kat kat manasındadır.
يُضَاعَفُ لَهُمُ الْعَذَابُ cümlesi اُو۬لٰٓئِكَ ’nin ikinci haberi olması da caizdir. لَمْ يَكُونُوا مُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِ cümlesi de birinci haberdir. Eğer bu cümle اُو۬لٰٓئِكَ ’nin hal cümlesi ise o zaman يُضَاعَفُ لَهُمُ الْعَذَابُ cümlesi birinci haberdir. (Âşûr)
مَا كَانُوا يَسْتَط۪يعُونَ السَّمْعَ
Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. اَوْلِيَٓاءَۢ kelimesinden hal cümlesi olması da caizdir. (Âşûr)
Menfî كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)
كَان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 103)
مَا كَانُ ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir, Tefsir 3/79)
Burada السَّمْعَ işitmekten murad kabul etmektir. İşitmek kabul etmeye sebep olarak mecaz yoluyla zikredilmiştir. Sebebiyet alakası ile mecaz-ı mürseldir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
يُبْصِرُونَ - السَّمْعَ ve مُعْجِز۪ينَ - يَسْتَط۪يعُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayette dört cümlede كَان nakıs fiilinin nefy sıygasıyla gelmiş olması dikkat çekicidir. Bu, onların geçmişteki hallerinin ve bundan sonraki hallerinin değişmeden böyle devam edeceğini ve kesin olduğunu belirtir.
Sâmerrâî, Yüce Allah’ın, “işitme”yi Hud ayetinde السَّمْعَ şeklinde marife; Kehf ayetinde ise سَمْعاً۟ şeklinde nekre olarak zikrettiğini belirtmektedir. Ona göre Hud ayetinde, kelamın bir kısmına yani Allah’ın dinine kulağını tıkayan ama bunun dışındaki sözlere kulak veren kimselerden söz edilmektedir. Dolayısıyla burada marife olarak gelen “işitme”, bizatihi istenmeyen “işitme”dir.
وَمَا كَانُوا يُبْصِرُونَ
Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Menfi كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
كَان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 103)
مَا كَانُ ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir, 3/79)
“Onların azabı kat kat olacaktır. Çünkü onlar hem hakkı duymaya tahammül edemiyor hem de görmüyorlardı.”
Kur’an'ı anlamak için duymak ve dinlemek lazımdır. Kur’an’ı telakki etmenin (anlamanın) yolu budur. Fakat onların Kur’an'a karşı anlayışsızlıkları, kabulü görmeye bağlı ayetleri kabulden çok daha şiddetlidir. Bunun içindir ki birincinin nefyinde mübalağa edilmiş, başka bir deyişle işitme kudreti mübalağa ile nefyedilmiştir. Oysa görme kuvvetinin nefyinde mübalağa edilmemiştir.
Onlar dahilde ve hariçte yaratılmış olan Allah'ın ayetlerinden kör oldukları için hakkı görecek değillerdir.
Bu cümle, azabın kat kat olmasının illetini beyan eder. (Ebüssuûd)
كَانَ - كَانُوا - يَكُونُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
يُبْصِرُونَ - السَّمْعَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
مَا - كَانُوا - مِنْ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ
İsim cümlesidir. اُو۬لٰٓئِكَ ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl اَلَّذ۪ينَ , mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası خَسِرُ ’dır. Îrabdan mahalli yoktur.
خَسِرُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنْفُسَهُمْ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ضَلَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. عَنْهُمْ car mecruru ضَلَّ fiiline müteallıktır.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası كَانُوا ’un dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur.
كَانُوا isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.
يَفْتَرُونَ۟ fiili كَانُوا ’un haberi olarak mahallen mansubdur.
يَفْتَرُونَ۟ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يَفْتَرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındandır. Sülâsîsi فري ’dir.
İftiâl babı fiille mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. 18. ayetteki أُولَئِكَ يُعْرَضُونَ عَلى رَبِّهِمْ ’deki اُو۬لٰٓئِكَ için ikinci tekiddir. (Âşûr)
Mübteda ve haberden müteşekkil cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir. Hem müsnedin hem de müsnedün ileyhin marife gelmesi kasr ifade eder.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi hüsrana uğrayanları tahkir ifade etmiştir.
Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması bilinen kişileri tahkir kastının yanında kasr ifade eder.
Haber konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası …خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ
Cümle, sıla cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ضَلَّ fiilinin faili konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ’nın sılası olan كَانُوا يَفْتَرُونَ۟ cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur عَنْهُمْ, mef’ûle takdim edilmiştir.
Sıla cümlesinde كان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كَان ’nin haberi muzari olduğunda, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemlere ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlara olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
لَا جَرَمَ اَنَّهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ هُمُ الْاَخْسَرُونَ
لَا جَرَمَ اَنَّهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ هُمُ الْاَخْسَرُونَ
لَا cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. جَرَمَ kelimesi لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. Haberi mahzuftur.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, mahzuf في veya من harf-i ceriyle birlikte لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
هُمْ muttasıl zamiri اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
فِي الْاٰخِرَةِ car mecruru الْاَخْسَرُونَ ’ye müteallıktır. هُمُ fasıl zamiridir. الْاَخْسَرُونَ kelimesi اَنَّ ‘nin haberi olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
Veya munfasıl zamiri هُمُ mübteda olarak mahallen merfûdur. الْاَخْسَرُونَ mübtedanın haberi olup ref alameti و ’dır.
هُمُ الْاَخْسَرُونَ cümlesi اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.لَا جَرَمَ اَنَّهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ هُمُ الْاَخْسَرُونَ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cinsini nefyeden لَا ’nın dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. لَا ’nın haberi mahzuftur.
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu اَنَّهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ هُمُ الْاَخْسَرُونَ cümlesi, takdir edilen في veya من harf-i ceriyle birlikte لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır.
الْاَخْسَرُونَ kelimesi اَنَّ ’nin haberidir. Müsnedin ال takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin ال ile marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.
هُمُ ; kasr ifade eden fasıl zamiridir. Kasr-ı iddiaîdir. Onlar hüsranda son noktaya ulaşmışlardır. Sanki onlardan başka hüsranda olan yoktur.
Onların menfaat umdukları bir zamanda başlarına bir zarar gelmiştir. Bu halleri, kâr etmek istediği halde zarara uğrayan tacirlere benzer. (Âşûr)
Birden fazla unsurla tekid edilen isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife olması sebebiyle üç katlı tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
هُمْ zamirinin tekrarı hüsrana uğrayanların onlar olduğunu vurgulamak içindir. Ayrıca bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَا جَرَمَ hiç kuşkusuz, şüphesiz, kesinlikle manalarındadır.
Zeccâc şöyle der: لَا edatı, onların, fayda vereceğini sandıkları şeyin, nefyini (olumsuzluğunu) ifade eder. جَرَمَ kelimesi ise “fiili kazanmak” manasındadır. Buna göre bunun manası, “Bu onlara fayda vermez. Bu fiili kesbetmek, kazanmak da onlara fayda vermez. Hem dünyada hem de ahirette zarar onların başınadır.” şeklinde olur. (Fahreddin er-Râzî)
Bu ayetler, daha önce geçen, Rabbin’den bir açık delil üzerinde olanlarla yalnız dünya hayatını isteyenlerin eşit olmayacakları gerçeğini en mükemmel şekilde açıklar. Çünkü onlar, en büyük zalimlerdir ve en çok zarara uğrayanlardır. O halde onların diğer zalimler ve zarardakilerle bir olmaları mümkün değildir. Nerde kaldı ki onlar, kemalin en yüksek derecelerinde bulunanlarla bir olsunlar. (Ebüssuûd)
الْاَخْسَرُونَ kelimesi mübalağa kalıbında gelmiştir.
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَاَخْبَتُٓوا اِلٰى رَبِّهِمْۙ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz ki |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | iman eden(ler) |
|
4 | وَعَمِلُوا | ve işleyenler |
|
5 | الصَّالِحَاتِ | iyi işler |
|
6 | وَأَخْبَتُوا | ve gönülden boyun eğenler |
|
7 | إِلَىٰ |
|
|
8 | رَبِّهِمْ | Rabblerine |
|
9 | أُولَٰئِكَ | işte onlar |
|
10 | أَصْحَابُ | ehlidirler |
|
11 | الْجَنَّةِ | cennet |
|
12 | هُمْ | onlar |
|
13 | فِيهَا | orada |
|
14 | خَالِدُونَ | kalıcıdırlar |
|
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَاَخْبَتُٓوا اِلٰى رَبِّهِمْۙ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlü, اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası آمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ cümlesi atıf harfi وَ ’la sılaya matuftur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamire atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَمِلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
الصَّالِحَاتِ mef’ûlün bih olup cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
وَ atıf harfidir. اَخْبَتُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِلٰى رَبِّهِمْ car mecruru اَخْبَتُٓوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَخْبَتُٓوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi خبت ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder.
اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
Cümle اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. اُو۬لٰٓئِكَ ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.
اَصْحَابُ haber olup lafzen merfûdur. الْجَنَّةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
هُمْ فٖيهَا خَالِدُونَ cümlesi اَصْحَابُ ’nun hali olarak mahallen mansubdur. Veya اُو۬لٰٓئِكَ için ikinci haberdir.
Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و” gelir. Bazen “و” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. هُمْ munfasıl zamiri mübteda olarak mahallen merfûdur. فٖيهَا car mecruru خَالِدُونَ kelimesine müteallıktır.
خَالِدُونَ kelimesi haber olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
خَالِدُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan خلد fiilinin çoğul ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَاَخْبَتُٓوا اِلٰى رَبِّهِمْۙ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
Müstenefe cümlesi olarak fasılla gelen ayet, اِنَّ ile tekid edilmiş, isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin ismi olan has ismi mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan اٰمَنُوا , mazi fiil cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِنَّ ’nin isminin mevsûlle marife olması, bahsi geçen kişilere tazim ifade etmesinin yanında sonradan gelecek haberin önemini vurgular.
Akabindeki aynı formda gelen وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ve اَخْبَتُٓوا اِلٰى رَبِّهِمْۙ cümleleri sılaya matuftur. Cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Mevzu bahis kimselerin özelliklerinin, iman etmek, salih amel yapmak ve rablerine boyun eğmek şeklinde sayılması taksim sanatıdır.
رَبِّهِمْ izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan هِمْ zamiri şan ve şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Mübteda ve haberden oluşan اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ cümlesi, اِنَّ ’nin haberidir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması tazim ifadesinin yanında işaret edilenin önemini belirterek, cennet ehlinin derecesinin yüksekliğine işaret eder. Ayrıca tecessüm ifade eder.
Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında, müsnedün ileyhe tazim ifade eder. Çünkü müsned tazim anlamındaki kelimeye muzâf olmakla müsnedün ileyhin de tazimine işaret etmiştir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Bil ki Allah Teâlâ, kâfirlerin cezasından ve zarar-ziyan içinde olduklarından bahsedince, bunun peşinden müminlerden bahsetmiştir.
خ harfi ile إخْبات kelimesi, huşû ve tevazu demek olup, düz ve engin yer manasına gelen, خَبْتٌ kelimesinden alınmıştır. “Gizli oldu” manasında, خَبَتَ ذِكْرُهُ “zikri (adı) gizli kaldı” denilir. Bundan dolayı اَخْبَتَ “düz ve engin yere girdi” demektir. Nitekim Arapçada, Necid tarafına gidenlere اَنْجَدَ , Tihâme'ye gidenlere de اَتْهَمَ denir. “Rabbine yönelen ve O'nda mutmain olan.” manasında da muhbit denilir. خْبَتَ fiili, hem ilâ hem de lâm harf-i cerleriyle müteaddi olur. Bundan dolayı biz, اَخْبَتَ فُلَانٌ اِلَى كَذَا dediğimizde, “Falanca falancaya bağlandı.” manasına gelir. Ama اَخْبَتَ لَهُ dediğimizde, “O, ona boyun eğdi.” manasına gelir.
Bunu iyice kavradığında biz deriz ki: Ayetteki, اِنَّ الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ “iman edip de güzel ameller yapanlar…” buyruğu, bütün salih amellere; وَاَخْبَتُوا اِلٰى رَبِّهِمْ “huşû ve tevazuyla Rablerine bağlananlar” ifadesi de o amellerin, ahirette insana ancak kalbinin hallerine göre fayda vereceğine bir işarettir. Biz, إخْبات kelimesini “itmînân” manasında tefsir edersek o zaman bundan maksat “Onların kalpleri, ibadetleri eda ederken Allah'ın zikri ile itminan bulmuştur ve onlar Allah'tan başkasına iltifat etmekten tamamen uzak olarak Allah'a ibadet ederler.” şeklinde olur. Yahut da şöyle denilebilir: “Onların kalpleri, Allah'ın vadettiği sevap ve azap hususunda Allah'ın doğruluğuna mutmain (kesin inanır) vaziyettedir.” Fakat biz, إخْبات 'ı, huşû manasına alırsak ayet, “Onlar, kusurlu ve eksik bir şekilde ifa etmekten korkarak salih amellerini yaparlar.” manasına gelir.
Daha sonra Cenab-ı Allah, kendilerinde bu üç sıfat bulunan kimselerin, cennetlik olduklarını ve onların cennette ebedi kalacaklarını beyan buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ cümlesi, اُو۬لٰٓئِكَ için ikinci haberdir. اَصْحَابُ ’den hal olması da caizdir.
Faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur olan ف۪يهَا amiline takdim edilmiştir. Bu takdim tahsis ifade eder. Onların sonsuza kadar kalışları oraya, cennete has kılınmıştır.
خَالِدُونَ lafzı, ism-i fail olarak gelmiştir. İsm-i fail, ism-i mef’ûl ve masdar kelimeleri zamandan bağımsızdır. خلد aslında uzun bir zaman dilimi demektir, ama daha çok çokluktan kinaye olarak “kalıcı” anlamında kullanılır. Üstelik bu kalıp da onun bu anlamını pekiştirmektedir.
“Birden fazla lafza ait medlûlleri, bir tek hükümde birleştirmektir.” şeklinde tarif edilen cem’ sanatının örneği olan bu ayette, iman edenler, ameli salihler ve rablerine yönelenler cennet ashabı olmak hükmünde cem’ edilmiştir.
هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ cümlesi îgāl, yani tekid ve mübalağayı arttırmak için gelmiş bir cümledir.
اٰمَنُوا - عَمِلُوا - اَخْبَتُٓوا - خَالِدُونَ kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
مَثَلُ الْفَر۪يقَيْنِ كَالْاَعْمٰى وَالْاَصَمِّ وَالْبَص۪يرِ وَالسَّم۪يعِۜ هَلْ يَسْتَوِيَانِ مَثَلاًۜ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | مَثَلُ | durumu |
|
2 | الْفَرِيقَيْنِ | iki topluluğun |
|
3 | كَالْأَعْمَىٰ | körün durumu gibidir |
|
4 | وَالْأَصَمِّ | ve sağırın |
|
5 | وَالْبَصِيرِ | ve görenin |
|
6 | وَالسَّمِيعِ | ve işitenin |
|
7 | هَلْ | midir? |
|
8 | يَسْتَوِيَانِ | ikisi eşit |
|
9 | مَثَلًا | durumları |
|
10 | أَفَلَا |
|
|
11 | تَذَكَّرُونَ | İbret almıyor musunuz? |
|
مَثَلُ الْفَر۪يقَيْنِ كَالْاَعْمٰى وَالْاَصَمِّ وَالْبَص۪يرِ وَالسَّم۪يعِۜ
İsim cümlesidir. مَثَلُ mübteda olup lafzen merfûdur. الْفَر۪يقَيْنِ muzâfun ileyh olup müsenna olduğu için ي ile mecrurdur.
كَالْاَعْمٰى car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. Muzâf hazfedilmiştir. takdiri, كمثل الأعمى şeklindedir.
الْاَعْمٰى elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Maksûr isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere maksûr isimler denir. Maksûr isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere elif-i maksûre denir. اَلْفَتَى - اَلْعَصَا gibi.
Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile mansub halinde takdiri fetha ile mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. Burada الْاَعْمٰى kelimesi maksûr isim olduğu için takdiri kesra ile îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْاَصَمِّ kelimesi atıf harfi وَ ’la الْاَعْمٰى ’ya matuf olup kesra ile mecrurdur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْبَص۪ير kelimesi atıf harfi وَ ’la الْاَعْمٰى ’ya matuf olup kesra ile mecrurdur. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri, مثل البصير şeklindedir.
السَّم۪يعِ kelimesi atıf harfi وَ ’la الْاَعْمٰى ’ya matuf olup kesra ile mecrurdur.
الْبَص۪يرِ - السَّم۪يعِ - الْاَصَمِّ kelimeleri sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır.
Sıfat-ı müşebbehe; benzeyen sıfat demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هَلْ يَسْتَوِيَانِ مَثَلاًۜ
هَلْ istifham harfidir. يَسْتَوِيَانِ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan tesniye ا ’i fail olup mahallen merfûdur.
مَثَلاً kelimesi temyiz olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.
Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.
Melhûz Mümeyyez: Burada temyiz cümledeki kapalılığı giderir. Manası kapalı olup da temyiz sayesinde açıklığa, netliğe kavuşan bu tür cümlelere melhûz mümeyyez denir.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَسْتَوِيَانِ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftiâl babındadır. Sülâsîsi سوي ’dir. İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اَفَلَا تَذَكَّرُونَ۟
Cümle mukadder istînâfa فَ ile atfedilmiştir. Takdiri; أجهلتم فلا تذكّرون (Bilmiyor musunuz, yoksa düşünmüyor musunuz?) şeklindedir.
Hemze inkârî istifhamdır. فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
تَذَكَّرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.مَثَلُ الْفَر۪يقَيْنِ كَالْاَعْمٰى وَالْاَصَمِّ وَالْبَص۪يرِ وَالسَّم۪يعِۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesi içindir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. كَالْاَعْمٰى , mahzuf habere müteallıktır.
Bu ayette zahiren birbirine uygun düşen اَعْمٰى ile بَص۪يرِ ve أَصَم ile السَّم۪يعِۜ kelimelerinin yanyana getirilmesi belâgatta tenâsüp sanatının gereği iken kastedilen anlama ters düşeceği için bu lafızlar arası uyum terkedilmiştir. Çünkü ayet, baştaki الْفَر۪يقَيْنِ ifadesinin tefsiri ve temsille açıklaması durumundadır. Bu sebeple biri kör-sağır, diğeri gören-işiten olmak üzere sakat ve sağlıklı iki sınıf söz konusudur. Hatta kelimeler arasında bu yönüyle bir uyum da bulunmaktadır. (İbni Ebi’l İṣba, Bedî‘u’l Kur’an, s. 137)
Yüce Allah’ın kâfirler grubunu körlere ve sağırlara, müminler grubunu da görenlere ve işitenlere benzettiği bu ayette teşbih edatı (ك) mevcut, fakat vech-i şebeh mahzuf olduğu için mürsel ve mücmel bir teşbih vardır. Beyzâvî, teşbihin hazfedilmiş olan benzetme yönünü (vech-i şebeh) takdir eder ve ardından bu teşbihin iki şekilde anlaşılabileceğini şu şekilde beyan eder: Burada kâfirin durumu Allah’ın ayetlerini görmezden gelme açısından körün durumuna, Allah’ın ayetlerini duymama ve manalarını düşünmeme açısından sağırın durumuna benzetilmişken müminin durumu ise (Allah’ın ayetlerini) gören ve (onları) işiten kimsenin durumuna benzetilmiş olabilir. Çünkü bu ikisinin durumları birbirine zıttır. Bu durumda her biri iki sıfat itibari ile iki şeye benzetilmiş olur (Yani kâfir köre veya sağıra, mümin de görene veya duyana benzetilir). Ya da kâfir hem kör hem sağıra, mümin ise hem gören hem de duyana benzetilmiş olabilir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı, Âşûr)
Kelam teşbihtir. Teşbih edatı olan ك harfi olduğu için istiare değildir. Müfred teşbihtir, mürekkeb değildir. (Âşûr)
“Bu iki zümrenin meseli, kör ve sağır ile gören ve işitenler gibidir.”
İki fırkanın halleri arasındaki aklî tezattan sonra burada hissî tezat belirtiliyor.
- Mesel / misal, kelimesinin işaret ettiği manaya,
- Kâfirlerin duymamak ve görmemekle vasıflandırılmalarına en uygun açıklamaya göre;
- Birinci fırka, körlük ve sağırlıkla malûl olana,
- İkinci fırka da, görme ve duyma duyularına sahip kimseye teşbih ediliyor. (Ebüssuûd)
Bu ayetteki “الْبَص۪يرِ (gören)” ve “السَّم۪يعِ (işiten)” ile de Allah'ın “Rabbinin açık bir delili üzerinde bulunan” diye nitelediği kimseler kastedilmiştir, demişlerdir.
Bil ki bu teşbihdeki vech-i şebeh (benzeme yönü) şudur: Allah Teâlâ, insanı beden ve ruhtan yaratmıştır. Bedenin gözü ve kulağı olduğu gibi ruh cevherinin de gözü ve kulağı vardır. Nitekim bedendeki göz ve kulak kör ve sağır olduğunda, hiçbir işine yol bulamaz vaziyette, şaşkın, hatta karanlığın derinliklerinde, yolunu bulacağı hiçbir ışık görmez, hiçbir ses işitmez halde yolunu şaşırmış kimse gibi sapmış ve saptırmış cahil kimsenin de kalbi kör ve sağır olur. Dolayısıyla da dalaletin karanlıklarında şaşkın ve çaresiz kalakalır.
Daha sonra Cenab-ı Hak, bu körlüğün ve sağırlığın tedavisinin mümkün olduğuna dikkat çekmek için, اَفَلَا تَذَكَّرُونَ “Hâlâ iyi düşünmeyecek misiniz?” buyurmuştur. Bu körlük ve sağırlığın sebep olduğu zararın tedavisi mümkün olunca insanın elinden geldiğince o tedavi için gayret sarf etmesi gerekir. (Fahreddin er-Râzî)
Beyzâvî, Allah Teâlâ’nın bu ayet-i kerimede kâfirler grubunu körlere ve sağırlara, müminler grubunu da görenlere ve işitenlere benzettiğini, bunun da leff ü neşr ve tıbâk sanatlarından olduğunu ifade eder. Âşûr da aynı görüştedir.
Burada önce kâfirlerin durumunu vasfetmek üzere kör ve sağır lafızlarının, ardından da müminlerin durumunu anlatmak üzere gören ve işiten lafızlarının zikredilmesi, önceki ayetlerde de ilk olarak kâfirlerin daha sonra da müminlerin hali zikredildiği içindir.
Ayette, lafızlar önce belli bir sıraya göre dizildiği (kâfir, mümin), ardından da bu lafızlara ait özellikler aynı sırayı (kör, sağır; gören, işiten) takip ettiği için leff ü neşr-i müretteb sanatı uygulanmıştır. Buna göre ibarede yer alan “iki grup” leff, “kör ve sağır ile gören ve işiten kimseler” lafzı ise neşrdir. Ayrıca burada birbirine zıt olan اَعْمٰى / kör ve الْبَص۪يرِ /gören kelimeleri ile الْاَصَمِّ /sağır ve السَّم۪يعِ / işiten kelimelerinin aynı cümlede toplandığı görülmektedir. Dolayısıyla bu ayette “iki zıt manayı bir cümlede toplamak” demek olan tıbâk sanatı da uygulanmıştır. Bu aynı zamanda “önce birbiriyle ilişkili iki mananın zikredilmesi, sonra da sırasıyla bunların karşıtlarının ifade edilmesi” demek olan mukabele babındandır. Ancak bazı belâgatçılar mukabeleyi tıbâktan kabul etmişlerdir. Müfessirimizin tercihi de bu yönde olmalıdır. Bunun için burada sadece tıbâk sanatını zikretmekle yetinmiş, mukabele adını ayrıca zikretmemiştir. Belâgatçıların çoğu mukabeleyi müstakil bir bedî’ sanat kabul ederken, Kazvînî ve Teftâzânî gibi bazı alimler bu sanatı tıbâktan saymışlardır. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı) Âşûr da müretteb leff ü neşr olduğu görüşündedir.
Burada iç içe geçmiş iki teşbih vardır. Önce müşebbehler sonra da sırasıyla müşebbehün bihler zikredilmiştir. Müşebbehler bir tarafta, müşebbehün bihler diğer tarafta toplandığı için teşbih-i melfuf adını almıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
الْاَعْمٰى - الْبَص۪يرِ ve الْاَصَمِّ - السَّم۪يعِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.
هَلْ يَسْتَوِيَانِ مَثَلاًۜ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olsa da soru kastı taşımayıp tevbih ve inkârî anlamda geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
مَثَلاً temyizdir. Temyiz anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.
مَثَل kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. هَلْ يَسْتَوِيَانِ مَثَلاً cümlesi teşbihin amacını açıklar. Bu iki hal aynı değildir. Eşitliğin olumsuzluğu ifadesi; hangisinin üstün olduğundan kinayedir. Bu üstünlük makamdan bilinir. Yani işiten ve gören fırkanın, kör ve sağır olarak temsil edilen topluluğa üstünlüğü, bilinir demektir. (Âşûr)
اَفَلَا تَذَكَّرُونَ۟
Cümle mukadder istînâfa فَ ile atfedilmiştir. Takdiri; أجهلتم فلا تذكّرون (Bilmiyor musunuz, yoksa düşünmüyor musunuz?) şeklindedir.
İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkâr ve tevbih manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Kur’an’daki fasılalar, kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan تَعَقُّل kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ gibi tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكُّر) geleceğe yol bulmaları (تَدَبُّر) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise تَفَقُّه kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
تَذَكَّرُونَ۟ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪ۘ اِنّ۪ي لَكُمْ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۙ
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪ۘ
وَ istînâfiyyedir. لَ mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
اَرْسَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَٓا fail olarak mahallen merfûdur.
نُوحاً mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. اِلٰى قَوْمِه۪ car mecruru اَرْسَلْنَا fiiline müteallıktır.
اِنّ۪ي لَكُمْ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۙ
İsim cümlesidir. اِنّ۪ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
Muttasıl zamir olan ي harfi اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. لَكُمْ car mecruru نَذ۪يرٌ ’e müteallıktır.
نَذ۪يرٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. مُب۪ين kelimesi نَذ۪يرٌ sıfatıdır. Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sıfatlar:
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar.
Burada مُب۪ين kelimesi hakiki ve müfred sıfat olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَذ۪يرٌ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُب۪ينٌ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪ۘ
Atıf, kıssanın kıssaya atfı kabilindendir. Bu و harfi ibtidaiyye olarak adlandırılır. (Âşûr)
لَ ; mahzuf kasemin cevabına gelen muvattie harfidir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, kasem üslubunda, gayr-ı talebî inşâî isnaddır.
قَدْ tahkik harfiyle tekid edilmiş اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪ cümlesi kasemin cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.
Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda, vurgu kasem cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazfedilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur’an'da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
اَرْسَلْنَا fiilindeki نَا zamiri Allah’a ait azamet zamiridir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
Bu surenin başından itibaren şu konular beyan edildi:
1. Bu sure, ayetleri muhkem ve mufassal olan Kitabın bir bölümüdür.
2. Bu sure, tevhid ve Allah’tan başkasına ibadeti terk hakkında nazil olmuştur.
3. Kitabın gönderildiği Peygamber (sav), Allah tarafından uyarıcı ve müjdeci kılınmıştır.
4. Bu ayetlerde,
a. Teşvik ve uyarılarla inatçıları, Kur’an’ın Allah katından olduğuna dair ilzam edici hak kanıtlar,
b. İnkârcıların ölçüsüz talepleri, yalanlamaları, Kur’an’ı bazen sihir bazen de uydurma olarak vasıflandırmaları karşısında duyduğu sıkıntı sebebiyle Resulullah’ı (sav) teşci’ ve tesliyeler,
c. Resulullah ile müminleri, Kur’an’a sımsıkı sarılmaya ve hükümlerini hayata geçirmeye devam etmelerine ilişkin emirler vardır.
Bütün bunlar en beliğ bir üslupla ifade edilmiştir.
Bundan sonra bir çok hakikatler, peygamber kıssalarıyla açıklanmaya başlanıyor. Bu kıssalar da surenin başındaki ayetlerin içerdiği konuları içeriyor. Amaç, o hakikatleri şu iki yoldan sağlamlaştırmaktır:
Birincisi, emredilen tevhid, bütün peygamberlerin üzerinde ittifak ettikleri tevhid ile bunun ayrıntılarıdır.
İkincisi de, Resulullah’ın (s.a.v) bunları vahiy yoluyla öğrenmiş olmasıdır.
Ayetin ikinci cümlesinde Hz. Nuh’un dedikleri aktarılırken, söze “O dedi ki…” diye başlamıyor. Çünkü Kur’an’ın anlatımı sahneye canlılık kazandırıyor: Sanki bu hikâyede olup bitenler gözlerimizin önünde cereyan ediyor, sanki onlar geçmişin hikâyesi değildirler. Sanki Hz. Nuh, bu sözleri soydaşlarına şimdi söylüyor ve biz kendisi ile soydaşlarını gözlerimizle görüyor, söylediklerini kulaklarımızla işitiyoruz. (Fi Zilali’l Kur’an)
اِنّ۪ي لَكُمْ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۙ
Cümle mukadder sözün mekulü’l-kavli olup اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesidir.
Cümlede car-mecrur لَكُمْ , amili olan نَذ۪يرٌ ’a önemine binaen takdim edilmiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
“Ben sizin için azabın sebeplerini ve ondan kurtulma çarelerini açıklayan bir uyarıcıyım.”
Çünkü uyarı, sakıncayı bildirmektir. Uyarma, sırf korkutmak ve rahatsız etmek için değildir; uyarı konusu şeylerden sakındırmak içindir. (Ebüssuûd)
مُب۪ينٌ kelimesi نَذ۪يرٌ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.اَنْ لَا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ اَل۪يمٍ
اَنْ لَا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ
اَنْ tefsiriyye harfidir. لَا nehiy harfi olup cümle olumsuz emir manasındadır.
تَعْبُدُٓوا fiili ن ’un hazfıyla meczum muzaridir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. اللّٰهَ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ اَل۪يمٍ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
Muttasıl zamir olan ي harfi اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
اَخَافُ fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. اَخَافُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انا ’dir.
Muzari fiillerin zamirlerinden bazıları (أَنَا – أَنْتَ – نَخْنُ...) fail (özne) konumunda olduklarında zorunlu olarak müstetir olurlar, yani bariz zamir olarak açık şekilde yazılmaları mümkün olmadığı gibi bunların yerine açık bir isim söylenmesi de mümkün değildir. (هُوَ - هِيَ) zamirlerinin müstetir oluşu ise mazi fiilde de muzari fiilde de vücûben değil cevazendir yani bunların müstetir zamir olarak kullanılmaları zorunlu olmayıp bu zamirlerin yerine istenildiği takdirde açık isim getirilmesi de mümkündür. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَلَيْكُمْ car mecruru اَخَافُ fiiline müteallıktır.
عَذَابَ kelimesi اَخَافُ fiilinin mef’ûlün bihi olup fetha ile mansubdur. يَوْمٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. اَلِيمٍ kelimesi يَوْمٍ ’in sıfatıdır. Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sıfatlar:
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. Burada اَلِيمٍ kelimesi hakiki ve müfred sıfat olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ لَا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ
Tefsiriyye olan اَنْ ’i takip eden لَا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَ cümlesi olumsuz emir sıygasında talebi inşâ cümlesidir.
Nehiy harfi ve istisna harfiyle oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Kasr fiille mef’ûlü arasındadır. Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başka mef'ûllere değil zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. O mef'ûlde vâki olan başka fiiller vardır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)Buradaki اَنْ harfinin muhaffefe olması da caizdir. Böylece hemzenin fethalı okunmasıyla أنِّي لَكم نَذِيرٌ مُبِينٌ cümlesinden bedel olur. İsmi mahzuf zamir-i şandır. Takdiri şöyledir: أنَّهُ لا تَعْبُدُوا إلّا اللَّهَ (Âşûr)
لَا ve اِلَّا ile gelen kasr üslubu sadece Allah’a kulluk edilmesini kesin bir dille ifade eder. “Allah’tan başkasına ibadet etmeyin.” ifadesi, nefyden yapılan istisnadır. Bu da, müstesnadan başkasının nefyini gerektirir.
لَا تَعْبُدُٓوا (Kulluk etmeyin!) ifadesi اِنّ۪ي لَكُمْ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۙ (Ben sizin için bir uyarıcıyım.) cümlesinden bedeldir yani “Allah’tan başkasına” kulluk etmeyin diye... Veya اَنْ لَا تَعْبُدُٓوا cümlesindeki اَنْ harfi, اَرْسَلْنَا ’ya veya نَذ۪يرٌ ’e müteallık olup tefsir içindir. (Keşşâf, Fahreddin er-Râzî)
تَعْبُدُٓوا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ اَل۪يمٍ
Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler.
Müsnedin muzari fiil cümlesi formunda gelmesi hudûs, hükmü takviye ifade etmiştir.
Car mecrur عَلَيْكُمْ , önemine binaen mef’ûle takdim edilmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr, 1)
Ayette sözü edilen “gün” aslında “acıklı” değil; “acılarla dolu” bir gündür. Yani acıları tadacak olan günün kendisi değil, o günü yaşayacak olan insanlardır. Bu ifadede mecazî isnad vardır. “Acı” olgusunu zihinlerde somutlaştırmak için bilerek seçilmiştir. Yani o günün kendisi acılarla yüklüdür. Âşûr da aynı görüştedir.
1. ve 3. ayetle iktibas sanatı vardır.
Allah Teâlâ daha sonra “Allah'tan başkasına ibadet etmeyin.” buyurmuştur. Bundan dolayı bu ifade, ayetteki, “Şüphesiz ki ben sizin için apaçık bir nezirim.” ifadesinden bedeldir. Sonra da Cenab-ı Hakk bu ifadeyi, “Hakikat, ben sizin başınıza acıklı bir günün azabının gelmesinden endişe ediyorum.” ifadesiyle tekid etmiştir. O büyük acı, o günde gerçekleşeceği için bu acı, o güne izafe edilmiştir. Bu, arapların “gündüzün oruç, gecen namaz” sözü gibidir. (Fahreddin er-Râzî)
فَقَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ مَا نَرٰيكَ اِلَّا بَشَراً مِثْلَنَا وَمَا نَرٰيكَ اتَّبَعَكَ اِلَّا الَّذ۪ينَ هُمْ اَرَاذِلُنَا بَادِيَ الرَّأْيِۚ وَمَا نَرٰى لَكُمْ عَلَيْنَا مِنْ فَضْلٍ بَلْ نَظُنُّكُمْ كَاذِب۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَقَالَ | dediler ki |
|
2 | الْمَلَأُ | ileri gelenleri |
|
3 | الَّذِينَ |
|
|
4 | كَفَرُوا | inkar eden |
|
5 | مِنْ | -nden |
|
6 | قَوْمِهِ | kavmi- |
|
7 | مَا |
|
|
8 | نَرَاكَ | biz seni görmüyoruz |
|
9 | إِلَّا | başka |
|
10 | بَشَرًا | bir insandan |
|
11 | مِثْلَنَا | bizim gibi |
|
12 | وَمَا | ve |
|
13 | نَرَاكَ | görmüyoruz |
|
14 | اتَّبَعَكَ | sana uyduğunu |
|
15 | إِلَّا | başkasının |
|
16 | الَّذِينَ | olandan |
|
17 | هُمْ | kendisi |
|
18 | أَرَاذِلُنَا | en aşağılıklarımız |
|
19 | بَادِيَ | sığ (görüşlü) |
|
20 | الرَّأْيِ | (sığ) görüşlü |
|
21 | وَمَا | ve |
|
22 | نَرَىٰ | görmüyoruz |
|
23 | لَكُمْ | sizin |
|
24 | عَلَيْنَا | bize karşı |
|
25 | مِنْ | hiç |
|
26 | فَضْلٍ | üstünlüğünüzü |
|
27 | بَلْ | aksine |
|
28 | نَظُنُّكُمْ | zannediyoruz ki siz |
|
29 | كَاذِبِينَ | yalancılarsınız |
|
فَقَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ مَا نَرٰيكَ اِلَّا بَشَراً مِثْلَنَا
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. الْمَلَأُ fail olup lafzen merfûdur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
فَ : Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, الْمَلَأُ ’nun sıfatı olarak mahallen merfudur. İsm-i mevsûlün sılası كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مِنْ قَوْمِه۪ٓ car mecruru كَفَرُوا ’deki failin mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Mekulü’l-kavli, مَا نَرٰيكَ اِلَّا بَشَراً مِثْلَنَا ’dır. قَالَ fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. نَرٰيكَ elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
Muttasıl zamir كَ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
اِلَّا hasr edatıdır. بَشَراً ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. مِثْلَنَا kelimesi بَشَراً ‘in sıfatıdır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَمَا نَرٰيكَ اتَّبَعَكَ اِلَّا الَّذ۪ينَ هُمْ اَرَاذِلُنَا بَادِيَ الرَّأْيِۚ
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. نَرٰيكَ elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
اتَّبَعَكَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası هُمْ اَرَاذِلُنَا ’dır. Îrabdan mahalli yoktur.
Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. اَرَاذِلُنَا haber olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَادِيَ zaman zarfı, اتَّبَعَكَ fiiline müteallıktır. الرَّأْيِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اتَّبَعَكَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
بَادِيَ kelimesi sülâsî mücerred olan بدو fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا نَرٰى لَكُمْ عَلَيْنَا مِنْ فَضْلٍ
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. نَرٰى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
لَكُمْ car mecruru نَرٰى fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlune müteallıktır. عَلَيْنَا car mecruru فَضْلٍ ’in mahzuf haline müteallıktır.
مِنْ harf-i ceri zaiddir. فَضْلٍ lafzen mecrur, birinci mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel-karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid manada kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Zaid olan مِنْ harf-i ceri لَيْسَ ’ye benzeyen مَا ’dan sonra geldiğinde umumiyetle “hiç” (istiğrak manası) ifade eder. Buradaki zaid olan مِنْ harf-i cerinin istiğrak manası ifade etmesi cümlenin başına لَيْسَ ’ye benzeyen nefy مَا ’sının gelmesinden dolayıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَلْ نَظُنُّكُمْ كَاذِب۪ينَ
بَلْ idrâb harfi, hükmü iptal için gelmiştir. بَلْ : Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb (اِضْرَابْ)” denir. "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder. Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَظُنُّكُمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
كَاذِب۪ينَ ikinci mef’ûlün bih olup nasb alameti ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
كَاذِب۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan كذب fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَقَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ مَا نَرٰيكَ اِلَّا بَشَراً مِثْلَنَا
Ayet فَ ile mukadder kasem cümlesine atfedilmiştir.
Cümle, mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidâi kelamdır. الْمَلَأُ için sıfat konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ٓ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli مَا نَرٰيكَ اِلَّا بَشَراً مِثْلَنَا, menfi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir. مَا ve اِلَّا ’nın oluşturduğu kasr, fiille mef’ûlü arasındadır.
Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başka mef'ûllere değil zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. O mef'ûlde vâki olan başka fiiller vardır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مِثْلَنَا kelimesi بَشَراً için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
بَشَراً ’deki tenvin nev ifade eder.
الْمَلَأُ ; kavmin eşrafı, ileri gelenleri demektir. Bu, Arapların bir şey tıka basa dolduğunda kullandıkları deyimlerinden alınmıştır. Bu deyimin kullanılışı “çok meşgul, işleri pek yoğun olup işlerini güzelce düzenleyen kişiler” manasınadır. Onlar, bu şeref üzerlerinde görüldüğü için bu kelime ile tavsif edilmişlerdir, kalplere heybet, meclislere de saygı saldıkları için üstün akıl ve isabetli fikirlerle dopdolu oldukları için bu adı almışlardır. (Beyzâvî, Âşûr)
Türkiye’de de Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde ihtiyar heyetine “mele” denir.
“Biz seni ancak bizim gibi bir beşer olarak görüyoruz.” Burada onların küfürle vasıflandırılmaları, kendilerini zemmetmek ve daha baştan onların küfrünü tescil etmek içindir; yoksa onların eşrafından bazılarının kâfir olmadıklarını bildirmek için değildir. (Ebüssuûd, Âşûr)
وَمَا نَرٰيكَ اتَّبَعَكَ اِلَّا الَّذ۪ينَ هُمْ اَرَاذِلُنَا بَادِيَ الرَّأْيِۚ
Makabline matuf olan cümle, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. مَا ve اِلَّٓا ile oluşan kasr, fiille fail arasında, kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur.
Fail konumunda olan ism-i mevsûlün sılası هُمْ اَرَاذِلُنَا بَادِيَ الرَّأْيِ cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil sübut ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenlerin bilinen bir grup olduğunu belirtmesi yanında, onları tahkir manası taşır. Bu, onların, kendilerini diğer insanlarla karışmaktan daha üstün gördükleri için O'na uymadıklarının ve eğer onları kendisinden uzaklaştırırsa ona uyacakları manasında tarizdir. (Âşûr)
أراذِلُ kelimesinin cemi olan mütekellim zamirine izafesi kabilenin tayini içindir. Yani bizim kavmimizin en rezilleri demektir. (Âşûr)
الرَّأْيُ ; aklın görmesidir. رأى fiilinden müştaktır (türemiştir). رأى ’nın bilmek ve zannetmek manasında kullanılması gibidir. (Âşûr)
بادِئَ kelimesinin الرَّأْيِ kelimesine izafeti, sıfatın mevsûfa izafetidir. (Âşûr)
وَمَا نَرٰى لَكُمْ عَلَيْنَا مِنْ فَضْلٍ
Mekulü’l-kavle dahil olan cümle, makabline وَ ’la atfedilmiştir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
فَضْلٍ ’deki tenvin, kıllet ve nev manasındadır.
اَرَاذِلُنَا - فَضْلٍ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
الرَّأْيِ - نَرٰى kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır.
الَّذ۪ينَ - مَا - نَرٰى - اِلَّا kelimelerinin tekrarında reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır.
الفَضْلُ (Fazilet), şeref ve kemalin artmasıdır. Onların faziletinin üzerlerinde görünmemesi, faziletli olmadıklarının delilidir. Çünkü eseri gizli olmayan bir şeyin görülmemesi yokluğuna delildir. (Âşûr)
بَلْ نَظُنُّكُمْ كَاذِب۪ينَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İdrâb harfi بَلۡ intikal içindir. Cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil sıygası cümleye teceddüt ve tecessüm anlamları katmıştır.
ظُنُّ fiili, zannetmek ve kesin bilmek olmak üzere iki zıt anlama sahiptir.
كَفَرُوا - كَاذِب۪ينَ kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.Buradaki الظَّنُّ kelimesi الَّذِينَ يَظُنُّونَ أنَّهم مُلاقُو رَبِّهِمْ (Bakara Suresi, 46) ayet-i kerimesindeki gibi kesin bilgi manasındadır. Bu, yaygın bir kullanım şeklidir. (Âşûr)
قَالَ يَا قَوْمِ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَاٰتٰين۪ي رَحْمَةً مِنْ عِنْدِه۪ فَعُمِّيَتْ عَلَيْكُمْۜ اَنُلْزِمُكُمُوهَا وَاَنْتُمْ لَهَا كَارِهُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | dedi ki |
|
2 | يَا قَوْمِ | kavmim |
|
3 | أَرَأَيْتُمْ | Ne dersiniz? |
|
4 | إِنْ | eğer |
|
5 | كُنْتُ | ben isem |
|
6 | عَلَىٰ | üzere |
|
7 | بَيِّنَةٍ | bir delil |
|
8 | مِنْ | -den |
|
9 | رَبِّي | Rabbim- |
|
10 | وَاتَانِي | ve bana vermişse |
|
11 | رَحْمَةً | bir rahmet |
|
12 | مِنْ |
|
|
13 | عِنْدِهِ | katından |
|
14 | فَعُمِّيَتْ | bu gizli bırakılmış ise |
|
15 | عَلَيْكُمْ | size |
|
16 | أَنُلْزِمُكُمُوهَا | biz sizi zorlayacak mıyız? |
|
17 | وَأَنْتُمْ | siz |
|
18 | لَهَا | onu |
|
19 | كَارِهُونَ | istemediğiniz halde |
|
قَالَ يَا قَوْمِ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَاٰتٰين۪ي رَحْمَةً مِنْ عِنْدِه۪ فَعُمِّيَتْ عَلَيْكُمْۜ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Mekulü’l-kavli, يَا قَوْمِ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
يَا nidadır. قَوْمِ münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim ي ’sı mahzuftur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksûde. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı اَرَاَيْتُمْ ’dur. Hemze istifham harfidir. اَرَاَيْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ cümlesi fiille mef’ûlü arasında meydana gelen itiraz cümlesidir.
اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. تُ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
عَلٰى بَيِّنَةٍ car mecruru كُنْتُ ’nun mahzuf haberine müteallıktır.
مِنْ رَبّ۪ي car mecruru بَيِّنَةٍ ‘in mahzuf sıfatına müteallıktır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Şartın cevabının öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰتٰين۪ي elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Sonundaki ن۪ vikayedir. Mütekellim zamiri ي ise mef’ûlün bih olup mahallen mansubdur.
رَحْمَةً mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
مِنْ عِنْدِه۪ car mecruru رَحْمَةً ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عُمِّيَتْ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
عَلَيْكُمْ car mecruru عُمِّيَتْ fiiline müteallıktır.
اَنُلْزِمُكُمُوهَا وَاَنْتُمْ لَهَا كَارِهُونَ
Hemze istifham harfidir. نُلْزِمُكُمُوهَا merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. Muttasıl zamir كُمُ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
Muttasıl zamir هَا ikinci mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
Cemi müzekker muhatap mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir و harfi getirilir. نُلْزِمُكُمُوهَ fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı/işbâ edatı denilir.
اَنْتُمْ لَهَا كَارِهُونَ cümlesi نُلْزِمُكُمُوهَا ‘daki mef’ûlün hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vâv-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و” gelir. Bazen “و” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. لَهَا car mecruru كَارِهُونَ ’ye müteallıktır.
كَارِهُونَ haber olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanırlar.
كَارِهُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan كره fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ يَا قَوْمِ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَاٰتٰين۪ي رَحْمَةً مِنْ عِنْدِه۪ فَعُمِّيَتْ عَلَيْكُمْۜ اَنُلْزِمُكُمُوهَا
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli …يَا قَوْمِ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ , nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın cevabı اَرَاَيْتُمْ اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen alay, tevbih ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ cümlesi, şart üslubunda gelmiş itiraziyedir. Müspet mazi fiil sıygasındaki كُنْتُ , şart fiilidir. Şartın cevabının öncesinin delaletiyle hazfedilmesi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu, kin ve düşmanlıktan uzak bir şekilde tefekkür üzerine tefekkür etselerdi davetinin doğruluğunu bilirlerdi manasında bir tarizdir. (Âşûr)
أرَأيْتُمْ takriri, istifhamdır. (Âşûr) Dikkat çekme uslublarından biridir.
Müspet mazi fiil sıygasındaki فَعُمِّيَتْ عَلَيْكُمْ cümlesi, فَ ile itiraz cümlesine atfedilmiştir.
İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.
بَيِّنَةٍ ’deki tenvin nev ve tazim ifade eder.
عِنْدِه۪ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan عِنْدِ şan ve şeref kazanmıştır.
رَبّ۪ي izafetinde, Rabb ismine muzâfun ileyh olması Hz. Peygambere ait zamire şan ve şeref kazandırmıştır.
Bu ifade, her ne kadar şeklen bir istifham cümlesi ise de, bu gibi ifadelerin maksadı, alabildiğine bir taaccüp manasını ifade etmektir. Ve bu tıpkı senin, “Gördün mü, falanca ne yapmış! Kendisini neye duçar kılmış!” demen gibidir. (Fahreddin er-Râzî)
رَحْمَةً ’teki tenvin mübalağa ve çokluk ifadesi içindir.
Burada rahmetten maksat nübüvvet ve onların kerih gördüğü üstünlük nimetidir. Bu kelimenin البَيِّنَةِ ‘ye atfedilmesi ondan farklı bir şey olduğunu gösterir. Bu fark umum-husus farkıdır. الرَّحْمَةَ (rahmet) kelimesi البَيِّنَةِ (delil) kelimesinden daha geneldir. Çünkü doğruluğunun delili rahmet cümlesindendir. (Âşûr)
Nuh’un (as) kavminden inanmayanların halini belirten son cümle hal وَ ’ıyla ayete dahil olmuştur.
Görmenin zıttı olan körlük sebebiyle size aşikâr olamadı.Göremedikleri için hüccetle hidayete ulaşamayanlar gözleri görmediği için yolunu yöntemini bilmeyen kimseye benzetilmiştir. Yolunu şaşırmış kör bir adam nasıl doğru yola erebilir. O kimseye her yol meçhuldür. Gören için ise aydınlık ve nettir. Ayette istiare-i temsiliyye vardır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
Söz konusu rahmet, hüccetin kendisi olabilir. Hüccete rahmet denmesi, bunun Allah katından büyük bir nimet olduğu içindir.
Hüccet, hakikati gösteren basiret olabildiği gibi onun karşıtı körlük hak da olabilir. Zira kör olan kimse ne kendisi hidayete erer ne de başkasını hidayete erdirir. (Ebüssuûd, Âşûr)
فَعُمِّيَتْ ibaresi istiaredir. Çünkü رَحْمَةً körlükle nitelenemez; rahmetin bulunduğu yerleri ayırt etme ve algılama konusunda insanlar “kör olmakla”la nitelenebilir. İnsanlar rahmete karşı kör olmakla nitelenince rahmetin ters çevirme (kalb) üslubu üzere (Kalb, cümle öğelerinin belaği bir amaçla ters çevrilmesidir. Burada “insanların rahmete karşı kör edilmesi’’ ifadesi “rahmetin insanlara karşı kör edilmesi” şeklinde ters çevrilmiştir. Bu suretle ifade, teşbih ve yüklü istiare mecazı formatına sokulmuş, (sanki kusur insanların) “rahmet yerlerini görmemelerinden değil, rahmetin insanları görmemesindendir” şeklinde tehekküm/sitem, (serzeniş) içeren bir anlatım boyutuna taşınmış oluyor) körlükle nitelenmesi de güzel düşmüştür. Bu, أدخلتَ الخَاتمَ في اصباعيوالمغفرَ في رأسي (Yüzüğü parmağıma, miğferi başıma geçirdin.) denilmesi gibidir. Oysa gerçekte parmak yüzüğe, baş da miğfere girmiştir. Ayrıca burada فَعُمِّيَتْ عَلَيْكُمْ ifadesinin خُفِيَتْ عَلَيْكُمْ o (rahmet) size gizlendi. anlamında olması caizdir. Bu tabir, عَمِىَ عَلَىَّ حَبْرُهُمْ وَ عَمِىَ عَلَىَّ اَسْرُهُمْ (Onların haber ve bilgisi bana kör/gizli oldu.) ifadelerine benzemektedir. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)
فَعُمِّيَتْ عَلَيْكُمْ Burada anlamadığı için hüccetle hidayete eremeyen kimse istiare-i temsiliyye yoluyla, yollarını bilemediği için bir çöle giren ve çölde kör bir rehbere tâbi olan kimseye benzetilmiştir.(Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
عَلى mecazi istila, yani temekkün, yerleşme manasındadır. Ona olan rahmet ve beyyinenin ayrılmayacak bir kuvvette olduğunu gösterir. (Âşûr)
اَنُلْزِمُكُمُوهَا cümlesi, اَرَاَيْتُمْ fiilinin ikinci mef’ûlü konumundadır. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kınama ve azarlama kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır. Çünkü ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır.
أنُلْزِمُكُمُوها cümlesindeki istifham, istifham-ı inkârîdir. (Âşûr)
Ayetteki اَنُلْزِمُكُمُوهَا (Sizi ona zorlayacak mıyız?) ifadesinde üç zamir vardır; Mütekellim zamiri (biz), gaib zamiri (ona) ve muhatap zamiri (sizi).
كُنْتُ sözünden sonra اَنُلْزِمُكُمُوهَا cümlesinde cemi mütekellim zamirine iltifat edilmiştir.
وَاَنْتُمْ لَهَا كَارِهُونَ
Hal وَ ’ıyla gelen وَاَنْتُمْ لَهَا كَارِهُونَ , sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal cümleleri anlamı açıklayan ıtnâb sanatıdır.
Car mecrur لَهَا , önemine binaen amili olan كَارِهُونَ ’a takdim edilmiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Ömrünü dualarla sarmalayan bir adam vardı. İçinde bulunduğu her anı, kitaptan okur gibi düşünerek yaşardı. Mümkünse her cümlenin sonunda da Allah’a dua ederdi.
Her şeyin kontrolünün kendisinde olduğuna inanan, dünyada canının istediğini yapabileceğini düşünen, her şeyin doğrusunu bildiğinden emin olan, yanlışında ısrar eden ve istediğini elde etmek için batıl yollara başvuran insanlarla karşılaştığında hüzünlenirdi. Kendisini putlaştıran ya da Allah’tan başkasından medet umanlardan uzaklaşmaya çalışırdı. Onlardan ayrıldığında, suya kavuşan balık gibi, dualarına sarılırdı:
Allahım!
Beni; kendimi putlaştırma ve Senden başkasından isteme gafletlerine düşmekten koru. Dünyalık isteklerine acele kavuşmak isteyen nefsime bırakma. Şirke sebep olacak yollardan geri döndür. Hakkı batıldan ayırt etme gücü ver. Ayırt ettiğimde de, hakkı seçmem ve batılı bırakmam için yardım et.
Şüphesiz, Senden ve yolundan uzaklaşan gönülle, kendisini ya da başkasını putlaştıran nefis, kendilerini özgür sandıkları bir hapis hayatı yaşarlar. Senden ve yolundan uzaklaştıracak her halden ve insandan uzaklaşmamda yar ve yardımcım ol.
İman ederim ki: Bakmakla görmek bir değil. Hakikatini görenlerden eyle. Duymakla dinlemek bir değil. Hakikatini dinleyenlerden eyle. Bilmekle yaşamak bir değil. Hakikatini yaşayanlardan eyle.
Beni; Senin yolunda özgürleşen ve Senin katında yükselen kullarından eyle.
Amin.
***
Eski bir deftere şöyle yazılmıştı:
Şiddetli rüzgara ve yağmura karşı koyamayan; ölümden ve hastalıktan kaçamayan inançsız kişinin ukalalığına bak hele. Gözlerinin ve kalbinin üzerine inen perdeye rağmen görüyormuş ve biliyormuş gibi konuşur bir de.
Allahım! Nefsimin ukala tavırlarından ve Seni bilmeden yaşamanın karanlığından Sana sığınırım. İman ile aydınlattığın kalbim için hamd eder, son nefesime kadar imanımı daim kılmanı dilerim.
Hayata devam etmek ve hedeflerini belirlemek için derinlerden gelen sığınma ihtiyacı vardır, itiraf etmek istemese de. Hakikatten yüz çevirdikten sonra dünyanın geçici sebepleri kalır elinde. Hayal kırıklıklarıyla yaşar, kaybolup gittiklerinde.
Allahım! Dünyalık geçici sebeplerle Senin kudretini ve rahmetini hatırlarım. Şüphesiz ki koruyucuların en hayırlısı Sensin bilirim. Gönül huzuruyla kendimi Sana teslim eder ve kurtuluşumu Senden isterim.
Amin.